Kurgunun acele olmasından ziyade anlamlı ve özel olması taraftarıyım ben. Evin'in travmalarını ve üzüntülerini yavaş ve temkinli atlatması aralarındaki bağın emin olun daha anlamlı olmasını sağlayacak... her bir duygularını sindire sindire okuyacağızz 🤍
Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Mabel Matiz / Mendilimde Kırmızı Var
Toygar Işıklı / Hayat Gibi
"Ne acıdır insanın bildiğini anlatamaması...
"Ben" deyip susması, "Sen" deyip ağlamaklı kalması."
835 Satır - Nazım Hikmet Ran
⚫️
Yazardan:
Olasılıklar...
İnsanın mutluluğuna sebep olduğu gibi, canının fazlasıyla yanmasına da sebep olan şey.
Oluş sebebini kavramak istemediğimiz gerçekler belki de...
Karar veremiyor...
Üçüncü defa dikildiği bu hastane koridorunda iken, zihni puslanan adam buna bir türlü karar veremiyor.
Yaşanmış olan her şeyden kendisini sorumlu tutuyor sebepsizce.
Ve yüreğinin ortasında hissettiği keskin acı, nefesini kesmeye yetiyor.
"Hastanın herhangi bir kronik rahatsızlığı ya da alerjisi var mı?"
Duyduğu soru karşısında tüm algıları açılırken, doktorun beklentiyle bakan gözlerine karşılık verecek bir yanıt bulamıyor.
Kahretsin... onun hakkında hiç bir şeyi doğru dürüst bilmiyorum!
Kendisine olan öfkesi anbean biraz daha artarken, saniyeler önce odaya sedyenin üzerinde sokulan kadını anımsıyor.
İçeriye girmeden önce, ellerinin arasından ayrılan elleri buz gibi olmuştu. Yüzü ise sabahki haline nazaran oldukça soluktu. Herkesin koşturarak ilerlediği koridorun ortasında, olduğu konumdan tamamıyla soyutlanmış ve kendi kabuğuna çekilmişti.
Boğazında düğümlenen kelimelerle öylece karşısına bakıyordu.
"Ben farkedemedim, bir anda bayıldı..."
Berivan'ın ağladığı için kısılan sesi titrerken, kocasının göğsüne biraz daha sinmişti. Haberi alan herkes bir bir buraya geliyordu. Ama yine de adam yalnızdı.
Canı acıdı yeniden... buna engel olamadım!
Koyu hareleri git gide daha sert bir hal alırken, tüm bedeni kasılmıştı.
Yutkunmaya çalıştı ama başaramadı. Gözlerini her kapatışında, gördüğü yeşiller nefesini kesiyordu.
"Abi!!"
Duyduğu yüksek sesin ardından, omuzlarına konulan ellerle dikkati karşına gelen kardeşini bulmuştu.
"Abi, yengem nasıl? Neden bayılmış?"
Sorulara verecek bir cevap bulamamıştı Yavuz. Çünkü cevaplara kendisi de sahip değildi. Gözleri Berivan'a kayan Mihrimah şimdi de ona soruyordu telaşla. Korku her birini haberi aldıkları andan itibaren pençesinin içine almıştı.
Duyduğu şeylerle beraber eli ağzına kapanan Mihrimah, bakışlarına yerleşen hüzünle yeniden abisine dönmüştü.
"KİRAZ! KİRAZA ALERJİSİ VAR, YÜKSEK DOZDA HEMDE!"
Koridordaki bir çok kişinin gözü genç kadının sesiyle kendilerini bulurken, odanın içinden koşarak çıkan hemşireyi de durdurmuştu.
"Yengemin kiraza alerjisi var... küçükken kriz geçirdiğini söylemişti, yüksek dozda."
Hemşire üzgün bir bakış atarken, kadına sakin olmasını söyleyerek koşar adımlarla yanlarından uzaklaşmıştı. İçeride ne olup bittiğini bilmiyordu, ama biraz uzaklarında duran camdan içeriye bakacak yüzü kendisinde bulmuyordu Yavuz.
Alnı soğuk duvara yaslanırken, sızlayan gözlerinden bir damla yaş yanağına doğru süzülerek akmıştı.
Omuzları çöktü, titrek bir soluk aldı.
"Onu her korumak istediğimde, ölüme itiyorum..."
Kendisine yaklaşmak isteyen Mihrimah'a hayır anlamında kafasını sallarken, gözleri cama kaydı. Her şeye rağmen, yüzünü görmeyi istedi.
İnce perdeden görüş açısına giren bedeninin bir çok yerine kablolar takılmış, başındaki doktor ve hemşirelerde telaşla müdahale etmeye çalışıyordu.
Dakikalarca gözünü dahi kırpmadan orada dikilirken, içeriden bir hemşire çıkmıştı.
"Bir bilgi verin lütfen..."
Berivan'ın sorusuyla beraber, kısaca hepsine göz atmıştı hemşire. Normalde doktor dışında bilgi vermesi yasaktı ama karşısındaki insanların perişan haliyle vicdanına yenik düşmüştü.
"Şu anda hala müdahale ediliyor hastamıza..."
Konuyu açması gerektiğini farketti.
"Küçük bir alerjik reaksiyon değil bu ne yazık ki. Bünyesi aşırı hassas, kriz ataklarını ilk bayıldığı andan itibaren geçirmiş olmalı ki, geldiğinde nabzı olmaması gereken hızda atıyordu. Şu an değerleri hala normal değil, riski taşıyor... ama sabırlı olup, dua edin lütfen."
Hemşire kendilerini geride bırakırken, doktorların ekrandaki değerleri gösteren monitörde duyduğu seslerle beraber yeniden bir koşturmacının içine girdiklerini görmüştü Yavuz. Camın önünden uzaklaşan ayaklarıyla beraber, hedefi de tamamen belirsizdi.
Öylece yürümek ve zamanı geri almak istiyordu.
Bir şeyleri tamamıyla kabullendikten sonra, çok daha zor geliyordu.
Koruyacağım derken, yine ona zarar gelmişti.
Ve bu kadını 3. kez aynı yatağın üzerinde, çaresizce bekleyişiydi.
"Beceremedim... yine bir b*ku beceremedim!"
Sevmek isterken bile canını yakmaktan korkuyordu halbuki.
Bedenini yanında duran sandalyeye ağırca bırakırken, kulaklarını dolduran sesler uğultuya dönüşmüştü.
"Yavuz'um, oğlum?"
Zümrüt Hanım ve Mümtaz Bey'de buradaki yerini alırken, her biri bir köşeye dağılmıştı.
"Oğlum, bak bana."
Annesinin elleri öne eğdiği başını kaldırmak için, yüzüne yerleşirken, Zümrüt Hanım oğlunun kızaran ve sulanan gözleriyle karşı karşıya gelmişti.
"Sözlerimi tutamıyorum."
Oğlunu ikinci kez böyle görüyordu. Ve ikiside benzer sahnelerdi. Yüreğine düşen titremeyle kendisinin de gözleri dolmuştu.
"Merak etme, kızım bizi Allah'ın izniyle bırakmaz. Yapma böyle, ayakta durmalısın."
Dakikalar geçmişti ama hala o odadaki doktorlar dışarı çıkmamıştı. Hala riskin var olduğunu biliyordu.
"Duramıyorum... o her saniye acı çekerken, ben bir şeyleri başaramıyorum artık."
Seviyordu.
Hemde tüm kalbiyle birlikte...
Kadının bir gülüşüyle dünyası renkleniyordu. Kendisine bakıp tebessüm ettiği her an, Allah'a şükürler ediyordu.
Daha bunu onunla paylaşamamışken, bir şeylerin elinin avucunun arasından kaymasını istemiyordu.
Her şey ikisi için daha yeni başlamışken bir de...
Annesi de çaresizce yanındaki boşluğa otururken, hepsi umutla dua edip, kapının arkasından çıkacak olan doktorlardan iyi şeyler duymayı diliyordu.
Dakikalar ardı ardına geçerken, adam sabırla saniyeleri sayıp karısını beklemeye devam ediyordu.
~
Yazardan:
Elinin arasına sıkıştılarılan paraya mahçup bir bakış atarken, karşısındaki siyah şallı kadının aynı şalı gibi siyah olan gözlüklerine bakmıştı.
"Sadece sürpriz yapmana yardım ettim abla, paraya gerek yoktu ki."
Kendi halinde, okul harçlığını çıkarmaya çalışan bir çocuktu kendisi. Bu kafede de çalışmaya başlayalı daha 2 hafta oluyordu.
Dikkat çekmemek için hüzünlü bir soluk alan Lerzan, tanınma ihtimaline karşı tamamen siyahlara bürünmüş olduğu için mutluydu.
"Kendisi çok eski bir arkadaşım, doğum gününü zamanında kutlayamadım... sürprizimi yapamadan fenalaştı."
Burnunu çekerken, dışarıdan birisi kendisinin ağladığına emin olabilirdi. Genç çocukta inanmıştı.
"Harçlık yaparsın kendine al hadi. Hastaneye gitmeliyim bende."
Çocuk bir anda yere düşen kadını anımsayınca, üzgünce kafasını sallamıştı. Ne olduğunu bilmiyordu ve buna rağmen hüzünlüydü.
"Çok geçmiş olsun..."
Lerzan surat ifadesini bozmamaya dikkat edip yürümeye başlarken, arkasında kalanlarla beraber keyifle gülümsemişti.
Küçüklüğünden beri her istediği anında olmuş, elde etmişti. Kaybetmek kelimesi, onun hayatında yoktu ve olamazdı da. Kör hırsı yüzünden, etrafındaki insanlar ondan kaçıyordu.
Annesi bile sırtını dönmüştü oysa ki...
Ve genç kadın kimseye ihtiyacının olmadığına inanarak haraket ediyordu...
Yüksek ökçeli ayakkabıları ile sokakların arasında ilerlerken, karşısından kendisine doğru yürüyen adamla göz göze gelmişti.
Sabahtan beri kendisini aramasına rağmen, asla telefonlarına bakmamıştı. Biliyordu ki kendisine engel olurdu.
"LERZAN!!"
Sert sesi sokağın ortasında yankılanırken, kimsenin orada olmadığı için şanslılardı belki de.
Öfkeden kızaran gözler kendisine nefretle dönerken, attığı adımları da duraksamıştı.
"Ferzan?"
Derken sesi bir mırıltıdan ibaretti. Şakaklarının kenarındaki damarları şişen adam dibine girdiği kadının kolunu hırsla tutarken, canının acıyacak olmasını umursamamıştı. Çünkü o bu kadın için çok şeyi geride bırakmıştı.
"SANA YAPMA DEDİM! SANA DUR DEDİM LERZAN!"
Az önce gülen kadın şimdi gülecek cesareti kendisinde bulamıyordu. Yutkundu. Bir anda herkesin Evin'i savunuyor olmasına da diğer bir çok şeye olduğu gibi katlanamıyordu.
"Bir şey yaptığım yok benim."
Öfkeyi tüm bedeninde hissediyordu adam. Bazı şeyleri artık çok daha net görüyordu. Gözlerini hırsla kadının gözlüğü çıkardığı gözlerine çevirirken, tüm bedenini titretecek kadar soğuktu.
"Her şeyi kendin yaptın... hayatını kendin kaybettin ulan! Kızın suçu yok, derdin ne senin? Gururuna yediremiyorsun değil mi seviliyor olmasını?"
Bir zamanlar kollarının arasında olmak istediği adama kırılıyor oluşunu göstermeyecekti.
"Sana hesap vermek zorunda değilim ben. Çekil yolumdan!"
Kolunu tutan eli savurmuştu fakat Ferzan'ın parmakları hala kolunu tutuyordu.
"Sen hayatımda gördüğüm en kötü varlıksın! Derdin Yavuz'la, Evin'le değil. Sevilmeyi hak etmiyorsun!"
Tırnaklarını avuç içlerine batırırken, dilinin zehirini karşısında duran adama akıtacaktı. Kendi canı yanarsa, o da yakardı.
"Sen sevildiğin için mi şu an buradasın?"
Zamanında söyleyemediği tüm sözler gün yüzüne çıkmıştı artık. Genç adam kıstığı gözlerini acıyormuş gibi bir kez daha kadının üzerinde gezdirerek dudaklarını yeniden aralamıştı.
"Ben tüm kalbimle sana bir kere geldim Lerzan... ölseydim de yapmasaydım bu hatayı. Hak etmiyorsun."
Sözlerin karşılığının olmadığı anlardan bir tanesindeydiler. Her şeye rağmen yaptığı hatadan pişman olmamıştı Lerzan, ama bir şeylerin eksik olduğunu düşünürdü hep.
Yaşadıkları her bir an istemsizce gözlerinin önünden geçerken, ilk defa buz kalbinde bir çatırdama hissediyordu.
Duygusuz gözükmeye çalışırken, hafızasına gitmeden önce gözlerine nefretle bakan adam kazınmıştı.
Yeniden sokağın ortasında bir başına kalırken, aldığı soluklar da sıklaşmıştı.
Ben tüm kalbimle sana bir kere geldim Lerzan...
İlk defa bir adamın ona aşkla baktığını Ferzan'la yaşamıştı, ama unutmayı istiyordu hepsini. Onunla geçirdiği her bir saniye acı çekmesini sağlıyordu. Yavuz'dan görmeyi istediği duyguların sahibi başkası olamazdı.
Ölseydim de yapmasaydım bu hatayı. Hak etmiyorsun.
İnkar etmedi...
İlk defa hatasını kabullendi.
Ve her şeye rağmen yaptığı şeyden hala pişmanlık duymuyordu.
~
Normal odaya alınan Evin'le beraber doktor Yavuz'un yanına girmesine izin vermişti. İçeride durdukları süre boyunca, adamın kendisini fazlasıyla yıprattığını görebiliyorlardı çünkü.
Kahve saç tutamları dağınık bir şekilde yastığın üzerine dağılan karısının yanına ufak adımlarla yaklaşmaya başlamıştı.
Sol elinin üzerine taktıkları serum yüzünden moraran derisi içini sızlatırken, titrek soluklarıyla bedenini sandalyeye bırakmıştı. Elleri ihtiyaç duyarcasına, ellerini sarmalarken, göğsü sıkışıyordu.
Öperken dahi canının acımasından korkuyordu kadının... böyle görmek kendisine sadece acı veriyordu işte.
"Aç gözlerini... çevir yeşillerini yüzüme."
Konuşmak zor gelmişti. Boğazındaki kocaman yumru, oturmuş yerinden hareket dahi etmiyordu.
"Seni böyle görmeye dayanamıyorum."
Baş parmağı her zaman olduğu gibi soğuk olan teni ısıtmak istercesine usul usul okşarken, sağ gözünden bir damla yaş akıp gitmişti.
Evin için ikinci kez ağlıyordu.
Yaşlarını acılarını dindirmek istiyormuş gibi bir kez daha serbest bırakıyordu.
"Seni yine koruyamadım... senin acı çektiğin her an ben kendimden nefret ediyorum Evin."
Kafasını uzattığı kollarının üzerine yasladı. Hala tuttuğu eli bırakmıyordu. Her şeye rağmen yanında olduğunu hissetsin istiyordu.
Gözlerini sıkı sıkıya kapatmışken, saçlarının üzerine dokunan parmakları hissetmişti.
Özlem duyuyordu her saniye dokunuşlarına... ve hasretini söndürmek istercesine şimdi kadının parmakları saçlarının arasına karışmıştı.
~
Evin'den:
Aşinası olduğum ses usul usul kulaklarımı doldurup zihnime düşerken, yaşadığım şeyleri de anımsamaya başlamıştım.
En son ayağa kalkarken başımın dönmesini ve yere düşüşümü hatırlıyordum, şimdi olduğum hastane odası bana işlerin rast gitmediğini belli etmeye fazlasıyla yetiyordu.
Ağırlık çökmüşçesine açamadığım gözlerim sızlarken, elimin üzerindeki dokunuşunu onun titrek sesi takip ediyordu.
Burada bu halde olmamın sorumlusunun dahi kendisi olduğunu düşünüyor, öfkesinin her an birazcık daha artmasına müsaade ediyordu resmen.
Kolumun yanına doğru başını yaslamasıyla beraber boşta duran elimi hafifçe kaldırıp, saçlarının üzerine koymuştum.
Kahve tutamlarını, parmaklarımın arasında hissederken derince yutkundum. Farkında değil miydi, beni nereden çıkarıp aldığının? Veyahut kendisi için nasıl yandığımın?
Böyle hissetmesinin sebebinin artık kendim olduğundan dahi emindim. Çekingen davranışlarım onun da bazı şeylerde emin olamamasına sebebiyet veriyordu belki de. Zorlukla dudaklarımı aralamak istedim, fakat kuruyan boğazım buna pek müsaade etmedi. Gözleri hızlıca yüzümü bulan Yavuz, hissetmiş gibi kenardaki şişeden bardağa suyu koyarak kafamı kaldırıp içmemi sağlamıştı.
Parmak uçları bana dokunurken bile ürküyor gibiydi.
İçim titredi. Onun bunca şeye rağmen hala kendisine suçlu gözüyle bakması içimde büyük bir yara açıyor gibiydi.
"Doktoru çağırayım."
Hızla odadan çıkmak istercesine yerinden kalkmasıyla beraber elimle bileğinden yakalayıp durdurdum. Dokunuşumla gözleri yüzümü buldu. Kahvelerinin etrafı kırmızının tonlarına bürünmüştü.
Ağlamış mıydı?
"Gitme, bekle."
Derken biraz daha çekmeye çalıştım onu. Benden kaçırdığı gözleri zorlukla gözlerime ulaşırken, mahçup bakışlarını farketmiştim.
Elimle oturması için yanımdaki boşluğa iki defa vurdum. Boşta duran ellerini kenarda öylece tutarken, gözlerini odanın kapısına çevirmişti. Onu böyle görmek üzüyordu.
"Yavuz... otur lütfen."
Havaya kalkan eli sakallarının üzerinden geçip giderken, reddetmeye kıyamıyormuş gibi hemen oturmuştu. Ama hala yüzüme tam olarak bakmıyordu.
"Hadi ama, bakmayacak mısın yüzüme?"
Uzunca bir nefes aldı. Bekledi. Bekledi ve kafasını ağırca bana çevirdi. Az önceye nazaran kızaran gözleri şimdi çok daha yakınımda duruyordu.
"Böyle bakma... üzülüyorum."
Kısık bakışları yüzümün her bir köşesinde gezindi. Dudaklarını araladı.
"Üzülme. Mutlu ol hep."
Dolduğunu hissettiğim gözlerimle yerimden doğruldum. Kalkamadığımı farkedince yardımcı olmak için ellerini uzatmış, belimden tutmuştu. Hissettiğim tutuşuyla beraber geri arkama yaslanmak yerine, beline sarılmış kafamı göğsüne yaslamıştım.
İhtiyacım olan tek şey oydu.
"Canın acıyacak."
Saçlarımın arasından derin bir soluk daha almıştı.
"Acımaz... sen benim canımı acıtmazsın."
Neden bir anda böylesine cesur hissetmiştim kendimi bilmiyordum ama onu böyle görmek gerçekten üzücüydü.
Sırtımda olan tek eli yukarıya giderken, ensemden tutup kendisine bakmamı istercesine yüzümü kaldırmıştı.
Uzun bir bakışmanın sonrasında sıcak dudakları alnıma dokundu.
Söylemek isteyip söyleyemediği tüm sözler sanki küçük busesinin içinde gizliydi.
"Sana bir şey söylemem lazım."
Kahveleri yeşillerime dokunurken, yüreğimde bir rahatlama hissettim.
Daha dilimden dökülmeden, tüm bedenime huzuru yayılmıştı.
Kahve harelerinden gözlerimi kaçırmadan dudaklarımı araladığımda, sadece onun için değil benim içinde her şey yeniden başlayacaktı.
Yaşanılan tüm olaylar, işte şimdi çok daha gerçek gibiydi.
"Sanırım aşk'ın ne olduğunu artık biliyorum..."
Kaşları hareketlenirken, cümlemi yanlış anlayıp anlamadığını anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Bıraktığım boşluğu devam ettirdim.
"Seninle öğrendim."
Göğsüm havalanırken, dudaklarımın arasından rahatlayarak bir soluk bıraktım. Ellerim omzuna yerleşirken, ona ne kadar büyük bir adım attığımın da farkındaydım.
Fakat bundan zerre pişmanlık duymuyordum.
Bir zamanlar her şeye rağmen, güvenmek isteyen tarafımı durduran iç sesim şimdi köşesine çekilmiş beni dinliyordu.
Bu hayatta verdiğim her kararın çok önemli olduğuna inanıyordum. Ve öyleydi de.
Yavuz için...
Benim için...
İkimiz için bu gerçek bir adım olmuştu.
Kendimin bile bazenleri kabul etmekte zorlandığım duygularımı, artık bu duyguların sahibiyle de paylaşıyordum.
"Ne... bir dakika."
Anlamsız çıkan sesiyle tepkilerimi ölçmeye çalışıyor gibi görünüyordu. Haksız da sayılmazdı aslında şaşırmakta. Durup durup en beklemediği anda konuşmuştum.
Her şeye bir lafı olan adam ise karşımda ilk defa suspustu.
"Sen ne dedin?"
Çocuksu bir şaşkınlığın içinde sıkışıp kalmış gibiydi.
Gözlerindeki parıltılar mutlu oluşunu fazlasıyla ele verirken, parmaklarımı hafifçe hareket ettirdim.
"Bir kere itiraf ettim yetmez mi?"
Düşerken kafamı vurmuştum belki de ondan hala böylesine cesaretli konuşuyordum. Dudaklarımın arasından düştüğüm durum karşısında bir kaç kıkırtı döküldü. Omzumdaki parmaklarımı kaldırıp yüzüne çıkarttım.
Gözlerinin kenarındaki ufak çizgiler hareketlenen mimikleriyle kırışmıştı.
Korkmadan, utanmadan dokundum.
Anlam veremediğim bir hasret vardı sanki içimde.
"Sonum olacaksın. Yemin ederim ki sonum olacaksın."
Kendine gelmişti. Bir tepki vermeye hazırlanıyor gibiydi. Kaşlarımı çattım.
"Yok son falan... yan yana olalım olmaz mı?"
Enseme kayan eliyle bir anda dibimde hissetmiştim yüzünü. Dudaklarımın bir kaç milim ötesinde duran dudaklarının arasından kaçan soluklar, can vermek istercesine dudaklarıma çarpıyordu.
"Olur güzelliğim. Sen istersen her şey olur, oldururuz."
Yanağımdaki teması kesilmeden parmaklarını elmacık kemiklerimin üzerinde gezdirmeye başlamıştı.
Yeteri kadar konuşmuştum, mümkünse önümüzdeki günlerde benden bir açıklama beklemesindi. Çünkü utanç duygum tam da şu anda ortada yokken devreye girmiş, kendisini belli ediyordu.
"Gözlerinin hedefi olamamaktan korkuyorum."
Dudaklarımın arasından kaçan soluk, onun soluklarına karıştı.
"Bundan sonra benden bir adım öteye bile gidemezsin..."
Burnunu yanağıma sürterek, kulağıma yaklaştı. Sıcak nefesini tenimde hissettim.
"Senin yerin benim yanım, ve sen benim evimsin."
Bedenimin üzerinden bir ürperti geçip giderken, parmakları tenime olan baskısıyla aramızdaki mesafeyi biraz daha azaltmıştı. Kafasını boyun girintime sokarken, sıcak dudakları tenimi yakmak istercesine bir öpücükte oraya bırakmıştı.
"Yeşillerini gördüğüm an anlamıştım, benim için sıradan birisi olmayacağını... tepeden tırnağa seninle doluyum yavrum."
Yüzümün yanındaki bir parça saç tutamını kulağımın arkasına iliştirdi. Sesi biraz daha kısıldı.
"Seni bulmaktan önce aramak isterim. Seni sevmekten önce anlamak isterim. Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de, sana hep, hep yeniden başlamak isterim."
~ Özdemir Asaf/Akıl Gözü ~
Kendisini geriye çekti, ve gözlerimin içine, en derinine ulaşmak istercesine bakmaya başladı.
"Okuduğum alıntı, şimdi seninle anlam buldu."
Sözlerinin hemen ardından sıcak dudakları heyecandan titreyen dudaklarımın üzerine kapanmış, beni bir başka gerçekliğin içine çekmişti.
Vardı.
Vardım.
Buradaydı.
Buradaydım.
Ve;
Seviyordum...
Seviyordu...
Dudakları hareketlendi. Bir çiçeğe verilen can suyu gibiydi dudakları. Olmazsa, ayakta duramayacaktım.
Sözlerinin altındaki büyük anlamlar, kalbimin en ücre köşelerine el uzatıp karanlığından çekip almıştı.
Ben veyahut o yoktu artık.
Biz vardık...
~
Sırtımı yasladığım yastık yeteri kadar düzgün değilmiş gibi arkama uzanarak uzanış şeklimi bir kez daha düzeltmişti Yavuz.
"Allah aşkına dur artık, rahatım."
Aşağıya çevirdiği gözleri ile bana yukarıdan bakış atarken, oldukça ciddi duruyordu.
"Bir yastık daha koyalım mı fıstığım?"
Dudaklarım kıvrılırken kafamı hayır anlamında salladım.
"Ben iyiyim, neden zorla yatıyorum ki?"
Kaşlarını hayır dercesine iki kere havaya kaldırırken, dizlerimin üzerindeki yorganı karnıma kadar çekmişti.
"Yerinden kalkmıyorsun, ben şimdi aşağıya inip geleceğim."
İtiraz etmek için açılan dudaklarım attığı bakışlarla yeniden kapanmak zorunda kalmıştı. Dediği gibi hızlı bir şekilde odadan ayrılırken, bende duvara sabitlediğim gözlerimle ofladım.
Doktorların kontrolü ve uyarılarından sonra eve gelmiştik. Herne kadar kendimi iyi hissettiğimi söylesem de, geldiğimiz andan itibaren yerimden kalkmamam gerektiğini iddia ediyor, ikazda bulunuyordu.
Yaklaşık olarak 10 dakikanın ardından elindeki küçük tepsi ile Yavuz yeniden odaya girmişti.
Yanıma adımlayan adımlarıyla yatağın kenarına otururken, tepsiyi dizlerimin üzerine bırakmıştı. Sıcak olduğu belli olan çorbanın dumanı, ısısıyla birlikte güzel kokusunu da burnumu doldurmuştu.
"Annem yeni hazırlamış, hepsi bitecek diyor."
Odaya ilk geldiğimiz an yatmam konusunda komutlar veren bir diğer kişi de Zümrüt anne olmuştu. Ağrımın olup olmadığını, nasıl hissettiğime dair binlerce soruyla beraber sormuş ve iyi olduğuma kendisini inandırmam epeyce uzun sürmüştü.
"Çok güzel kokuyor."
Elindeki kaşığı çorbanın içinde birazcık soğuması için çevirirken, bir süre sonra kaşığa biraz çorba alıp, üflemeye başlamıştı. Küçük bir çocukmuşum gibi çorbamı da bana kendisi içerecek gibi gözüküyordu.
"Aç ağzını."
Dudaklarım sözleriyle beraber açılırken, sıcak sıvı boğazımdan akarak mideme ulaştı. Geriye bıraktığı tat ize gerçekten muazzamdı. Bir kaşık, iki kaşık derken, kasenin dibini görene kadar bana hepsini yedirmişti. Ve kaşığı her kaldırışında gözlerindeki aynı huzurlu ifadeyi görebiliyordum.
Biten tepsiyi alırken, dolu olan bardaktaki suyla bana uzattığı ilaçları içtim. Doktor vitaminlerimin eksik olduğunu ve vücut direncimin bundan kaynaklı olarak fazlaca düşük olduğunu söylemişti.
Bir süre boyunca kullanacağımı öğrendiğim hapları içerken, istemsizce suratımı buruşturdum. Yavuz ise bu halime gülümsedi. Bazı anlarda onun için gerçekten de bir çocuktan farkım yoktu anlaşılacağı üzere.
"Birazcık uyumak ister misin?"
Kafamı hayır anlamında sağa sola sallarken, beni onayladı. Ve tepsiyi bırakıp geleceğini söyleyerek odadan bir kez daha çıktı. Az önceye göre daha hızlı gelmişti bu sefer. Yanımdaki yerine geçmeden önce, tam karşımızda duran televizyondan bir yerlere basarak önümüze seçenekleri sunmuştu.
Kısa bir düşünmenin ardından ikimizin de ortak kararıyla bir filmde durarak başlatmıştı.
Sırtını benim gibi yatağın başlığına yaslarken, kolunu bana sarıp göğsüne çekmeyi de ihmal etmemişti.
Odanın içine yayılan filmin sesiyle beraber gözlerimi ve dikkatimi tamamen ekrana çevirmiştim bende. Yer yer gerilim, yer yer heyecan içeren film dikkatimi çekmeye yeterken, saçlarımın arasında dolaşan ellerini de hissediyordum.
Başrol kadının, kendisinden gizli iş çeviren adamın mahzen olarak adlandırdığı özel yerini bastıktan sonra kavga etmeye başlamalarıyla, bir sonraki hamlelerinin de ne olacağını merakla bekliyordum. Fakat ürettiğim tüm teorileri yakıp yıkarak, kavga sahnelerini ani bir yakınlaşmayla sonuçlandırdılar.
Ekranda olan gözlerim şaşkınlıkla kocaman açılırken, Yavuz'un saç diplerimde olan elleri omzuma kaymıştı. Sanki ekranla beraber, ortadaki varolan atmosferi bir anda değiştirmiş gibiydi.
"Senden nefret ediyorum..."
Kadının fısıltılı sesiyle adam aralarındaki mesafeyi biraz daha azaltırken, dudaklarına inen bakışları fazla dikkat çekiciydi.
"Bende."
Aynı şekilde karşılık veren adamla dudakları büyük bir açıklıkla buluşurken, duyduğum seslerle birlikte yanaklarım yanmaya başlamıştı.
Yavuz'un güldüğünü işittim. Muhtemelen şu anki surat ifademi görüyordu.
Kadın ufak çaplı çığlığının ardından adamın kucağındaki yerini almış, omzumdaki el de usulca belime ulaşmıştı.
Gözlerimin önündeki görüntüleri her an biraz daha arsızlaşırken, Yavuz'un büyük eli gözlerimin üzerine kapanmıştı. Ve bunu özellikle kadının adamın gömleğinin düğmelerini açmaya başladığında yapmıştı.
Elini gözümün önünden çekmesi için ellerimle tutarken, ekrandan daha çok kendisine bakmaktı planım.
"Şiştt rahat dur, üstü çıplak adamın. Bakamazsın."
Az önce gülerken sesi şimdi fazla ciddiydi.
Arka planla duyduğum sesler hayal gücümü fazlasıysa zorlarken, zihnime düşen gerçekle kaşlarım çatılmıştı.
"Kadının üzerinde ne var?"
Bir kaç saniye sessiz kalmıştı, muhtemelen sorumu anlamamıştı.
"Nasıl ne var?"
Hala ellerim elini tutarken, huysuz bir çocuk gibi çekiştirmiştim istemsizce.
"Elbisesi var işte kızım, gördün ya."
Ellerimi kucağıma indirerek beklemeye başladım. Demek ki soyunan tek taraf adamdı.
Bir kaç dakikanın ardından eli gözümden uzaklaşmıştı. Bakışlarım kendisini buldu, ama o çoktandır bana bakıyor gibi duruyordu. Koyu hareleri biraz daha koyulaşmıştı sanki. Belimdeki eliyle biraz kendisine çekti beni.
Alıştığımı söylesem de kendime, dokunuşlarını her hissettiğimde kalbimin ortasında büyükçe bir çarpıntı hissediyordum.
Elinin tersiyle yanağımı okşadı kuş kadar hafif bir dokunuşla. Tüm tüylerim ürperdi.
Gözleri aynı ekrandaki bakışlar gibi dudaklarıma düşerken, duyduğum seslerdende tamamıyla soyutlanmıştım. Şu anda duyduğum tek şey kalbimin sesiydi.
"Bende bakayım mı kirazlarının tadına?"
Dudakları munzur bir şekilde kıvrılırken, hissettiğim heyecan biraz daha güçlenmişti. Onun sesi bile beni farklı duyguların içine iteliyordu.
Ve benim aksime duygularını rahatlıkla dillendiriyordu.
"Uzun uzun, tadını çıkarta çıkarta içeyim mi fıstığım?"
Dilim damağım kurumuş gibiydi. Gözlerim kendiliğinden kapanırken, dudaklarını dudaklarıma yasladı. Ama hareket etmedi.
"İstiyor musun?"
Dudakları her konuşmasında benimkilerin üzerinde hareket edip durmuştu.
İstiyorsun ama istemiyorum de.
İçimdeki ses bile bugün sanki bir başka garipti. Kendisine bir cevap veremezken, hala varlığını hissetmeye devam ettiğim dudakları irademi kırmayı sabırla bekliyordu.
Karnım kasıldı, avuç içlerim terlemeye başladı.
"Hıhı..."
Belli belirsiz mırıltımı kendim bile zar zor duymuştum. Dudaklarımdaki dudakları gerildi. Gülüyordu.
"Ney hıhı yavrum? Ne istediğini söyle bana."
Aldığım soluklar az geliyordu. Benim sustuğum her an için kelimelerini biraz daha bastırıyordu. Ve bu işte oldukça başarılıydı.
"Güzel bebeğim..."
Dudaklarım tamamıyla uyuşmuş gibiydi. Onun büyüsüne kapılmak çok başkaydı.
Bugün kartlarımı yeteri kadar açık oynamışken, bir adım daha atacak güce sahip değildim. Gözlerimi açtım.
"Yavuz."
Sesim fazlasıyla huysuz çıkmıştı. Hala dudak dudağa duruyor olmamızda bir başka sorundu. En azından benim için.
Geri kaçacağımı anlamış gibi beni oturduğum yerden kaldırıp kucağına çekti ve çoktan tükenen sabrıyla birlikte kendisine ait olan topraklarda hüküm sürmeye başladı.
Ellerim saçlarının arasına karışırken, uzun bir buse bırakmıştı.
Ensemde duran eli daha fazla beni kendisine çekebilecekmiş gibi baskı uygularken, dizlerimin üzerinde doğrulmuştum.
Bu konularda öylesine arsız birisi olmuştum ki, kendimi tanıyamıyordum.
En gizli duygularımı saklı olduğu yerden çıkarıp almıştı resmen.
Elleri tişörtümün altından çıplak tenime ulaşırken, gıdıklanmıştım. Dokunuşları öylesine yavaştı ki... dişlerim istemsizce birbirine çarpıyordu.
Nefesim iyice azalırken, alnını alnıma yaslayarak birazcık geriye çekildi. Gözlerine bakmaktan kaçınarak, kollarımı omzuna kaydırıp kafamı boyun girintisine yasladım. Sıcak teninden yükselen kokusu, rahatlamam için fazla güçlüydü.
Onun kucağında sıkı sıkıya kendisine sarılmam karşısında, o da ellerinin birini belime sarmış, diğerini de sırtımda gezdirmeye başlamıştı.
Saçlarımdan öptü.
Huzuru tüm bedenimde hissediyordum.
"Yerinde dur güzelliğim, hareket etme."
Başta anlamayıp kafamı yüzüne çevirdiğimde, kafasını duvara yaslayıp dişlerini dudağına geçirmişti. Hareket eden adem elmasıyla göz göze gelmiştim. O çıkıntıya dokunmak için titreyen parmak uçlarımı zapt etmek zordu.
"S**eyim kızım, rahat dur."
Belimdeki elleri hareket etmemem için biraz daha sertleşirken sesi yeniden kulaklarımı doldurdu.
"Bugün olmaz, hastaneden çıktın."
Bugünün son kurnazlığını da yapacaktım sanırım. Ellerim belimi tutan ellerine uzanırken, kenara geçmek istediğimi anlayarak bırakmıştı.
Dizlerimin üzerinde kalktım ve hala onun gözlerinin kapalı oluşunu fırsat bilerek dudaklarımı boynundaki o çıkıntının üzerine bastırdım. Bu öylesine hızlı olmuştu ki, onun gözlerini açmasını beklemeden yataktan kalkmıştım.
"S**tir! S**ktir!"
Ona sırtımı dönüp banyoya koşarken, boğazından kopup gelen derin ses odada yankılanmıştı.
Örttüğüm kapının kilidini çevirirken gülümsedim. Onunla uğraşıyor olmak beni keyiflendiriyordu.
~
Yazardan:
Erken saatlerde evden çıkan adam, karakoldan Vural'ın sayesinde tanıştığı polis Cihangir Çebi ile olayın yaşandığı mekana gitmek üzere yola çıkmıştı.
Bizzat her anı yakından göreceğini en başından net bir şekilde belirtmişti, bu yüzden de kimse kararını irdelemeyi istememişti.
Saatin erken olmasında dolayı, daha müşteriler yoktu. Sadece kafenin çalışanları temizlik yapıyorlardı.
Açtıkları kapının üzerindeki çan geldiklerini fazlasıyla belli ederken elinde paspas olan kızın bakışları ikisini bulmuştu.
"Üzgünüm ama daha açmadık."
Cihangir cebindeki cüzdanını çıkartıp, kimliğini karşısına göstermişti.
"Patronunuz nerede?"
Yavuz'un sorusuyla beraber beklemeleri için işarette bulunup, arka tarafa doğru hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı.
Saniyeler içinde yanlarına gelen orta yaşlı adam hemen oturmaları için masayı işaret etmişti. Yavuz'u buralarda tanımayan yoktu, kendisi de elbet tanıyordu. Bizzat mekanına polisle gelmiş olması olayın ne kadar ciddi olduğunu kendisine göstermeye yetmişti.
"Ben buranın sahibi, Fatih Akkor. Bir hatamız mı oldu?"
Kahve gözleri mekanın içindeki kameralara kayan Yavuz, adamın görmesi için elini kaldırarak işaret etti.
"Dün karım burada bir şeylerden dolayı hastanelik oldu, kamera kayıtlarına bakacağız."
Adam itiraz etmek yerine az önceki kıza seslenip bilgisayarı getirmesi adına bir komutta bulunmuştu. Öncelikle onların burada olduğu zaman servisi yapan kişiden emin olmaları lazımdı.
"Kaç kamera var?"
Cihangir'in sorusuyla beraber gözlerini hemen karşısındaki ekrandan kaldırmıştı adam.
"Burayı çeken 6 kamera var memur bey, içeride de 4 tane."
Cihangir kafasını sallayıp, önlerine çevirilen kayıtlara bakmaya başlamıştı. Zamanı hızlı bir şekilde onların geldiği vakite ilerletirken, kafenin açılan kapısından yan yana yürüyerek iki kadın girmişti. Kamera hızını normal hızına düşüren Cihangir'le hareketleri de normal hızına bürünmüştü.
Yavuz karısının her bir hareketini dikkatle izlerken, eline aldığı telefonla gülümsediğini görmüştü. Kendisiyle mesajlaştığı anlardı bu. Kıvrılmak isteyen dudaklarını zapt etmek, bu büyüleyici görüntü karşısında fazlaca zordu.
"Biraz hızlandırmamı ister misin?"
Cıkladı. Bakışlarını ekrandan ayırmıyordu.
"Kalsın, izleyeceğim."
Ekranın üzerinde dolaşan parmakları ile suratı şekilden şekle giriyordu. Karşısında konuşmaya başladığı anlarda, yanaklarını sıkmayı bundan istemiyor muydu zaten? Küçük bir kız çocuğu gibiydi... narin, kırılgan ve çok güzel.
Kapattığı telefonu bırakan kadınla kısa süre içinde Berivan konuşmaya başlamıştı. İkiside yorgun gözüküyordu.
Masaya gelip sipariş alan genç garsonun adını öğrendikten sonra kaydı da izlemeye devam ediyorlardı. Bir süre daha kadınlar sohbet ederken, siparişlerini yine aynı çalışan getirmişti.
"Burada mı garson?"
Mekan sahibi kafasını sağa sola sallarken, hemen açıkladı.
"Şu an burada değil, vardiyası öğleden sonra onun."
Karısı tabağındaki pastayı yerken, birazcıkta olsa neşelenmiş gibi duruyordu.
Berivan'ın poşetten bir şey çıkartıp Evin'in önüne uzattığını görürken, bir kaç açıdan olmasına rağmen görüntüyü seçememişti.
"Ekranı büyütsene."
Cihangir hemen bir yere basarken, masanın üzerindeki pembe emzik paketine karısı ellerini uzatmıştı.
Emziğin sırrına başta bir anlam veremezken, Evin'in gülümseyen yüzüne yansıyan heyecanı fark edebiliyordu. Berivan yeniden kendisine bir şey sorarken, yüzündeki ifadeye farklı bir duygu daha eklenmişti. Merakla karısını izlemeye devam ediyordu Yavuz.
Ve o sırada karısının çantasının yanında duran bir poşetten çıkardığı şey dikkatini çekmişti.
Kesinlikle görmeyi beklediği şey pembe bir zıbın değildi. Dudakları dümdüzdü ama gözlerinin içi kocaman gülümsüyordu.
Küçük karısı bir şeyleri yavaş yavaş çoktan kabul etmeye başlamıştı. Ve bu ana uzaktanda olsa şahit olmak, kendisi için çok özeldi.
Biliyordu ki anne olmak güzelliğine çok güzel yakışacaktı. Korkularına rağmen nasıl büyük bir dikkatle korurdu bebeklerini tahmin edebiliyordu.
Berivan'ın elleri Evin'in ellerini tutarken, yüzündeki gülümseme ile uzun uzun konuşmuştu.
Sonrasında ikili yeniden önündekilere dönüp, yiyip bitirmiş ve garsonu çağırmışlardı.
Garsonun uzattığı hesabı ödedikten saniyeler sonra, yerinden kalkan karısında bir sorun olduğunu anlamıştı işte.
Az önce görüp farklı hisleri yaşadığı kareler bir bir silinirken, zihni artık tamamen bu ana kilitlenmişti.
Tamda tahmin ettiği gibi yediği veyahut içtiği şeyden sonra bayılmıştı karısı. Sıkılı dişleri yüzünden kasılan çene kemiğiyle, koyu harelerini karşısındaki adamın yüzüne çevirdi.
"Ara garsonu."
~
Yaptığı şeylere rağmen rahatlıkta sokakların arasında dolaşıyordu Lerzan. Dünkü olayın haberleri akşamdan beri evlerinde de gündem olmuştu. Hatta bir ara annesinin Evin'e üzüldüğüne dair bir şeyler söylediğini bile duymuştu.
Yazık kıza, sürekli bir şeyler yaşıyor yavrucak.
Babası içeride olduğu andan beri evlerinin içindeki düzenin değiştiğinin kendisi de farkındaydı. İçeride olma sebebi de kendisine göre Evin'ken annesinden duyduğu sözler sinirini bozuyordu.
Kısık bakışlarıyla yolun karşısına geçmek üzere, yola doğru bir adım atmıştı.
Fakat saniyeler içinde korna çalarak üzerine yaklaşan arabadan kaçamamış, kendisine çarpmasına müsaade etmişti.
Savrulan bedeni arabanın üzerinden yere kayarken, açık gözleri gibi bilincide çok hızlı bir şekilde kapanmıştı.
Her başlangıç son olabilirdi, ve her son bir başlangıçla taçlanabilirdi. Bu onun için son değildi ama artık başlayacağı bir yerde değildi.
Yerde yatan bedeninin etrafı saniyeler içinde kalabalık bir toplulukla sarılmıştı.
Telefon arama kaydı kendisini dünden beri durmadan arayan adamın Ferzan'ın numarası ile doluyken, görevliler hemen o numarayı tuşlamışlardı.
Yarım saatin sonunda her ikiside hastanedeydi. Acil müdahale için odaya alınan Lerzan'ın herhangi bir iç kanama geçirip geçirmediğini anlamaya çalışan doktorlar canla başla çabalarken kapının ardında dikilen adam karmakarışıktı.
Dünden beri aradığı kadına söylemek istediği son bir sözü daha kalmıştı. Ve sonrasında yapacağı belliydi.
Aramalarına asla yanıt alamadığı numara kendisini aradığında geçip gitti sandığı tüm hisler ortaya çıkmıştı.
Kendi yaptığı hataların şimdi ayağına dolandığının farkındaydı, inkar etmiyordu. En başından itibaren doğru olanı yapsaydı şayet, şimdi biliyordu ki bir şanları olabilirdi. Dün bu saatlerde Evin'in can çekiştiğini öğrenirken, şimdi aynı şekilde sıra Lerzan'daydı.
Dakikalar boyunca bekledi. Sabırla, umutla, öfkeyle, nefretle ve uhde kalan bir aşkla.
Doktor odadan çıkıp durumu hakkında bilgi verirken, vicdanının sesine kulak asacaktı. Doğru olanı zor olsada şayet yapacaktı. Çünkü Evin bu hikayenin en masumuydu.
Önünde durduğu odaya girdiğinde, Lerzan'ın kapalı gözleriyle karşılaşmıştı. Fazla ses yapmamaya dikkat ederken, yatağa yaklaşmıştı. Şimdi kadının yüzünü daha net bir açıdan görebiliyorken, kapalı duran göz kapaklarının titrediğini farketmişti.
"Aç gözlerini."
Lerzan duyduğu sesle bakışlarını karşısındaki adama çevirirken, biraz bedeninde hissettiği acıyla birazda burada kimsenin olmayışından dolayı yüzünü buruşturmuştu.
"Nasıl hissediyorsun kendini?"
Cevap vermek istemiyordu ama sebepsizce duygusal bir çatışmadaymış gibi hissediyordu.
"Vücudum acıyor biraz."
Ferzan yanındaki boşluğa oturdu. Bir anda söyleyecekti her şeyi ve sonrasında yaşanmamış gibi önüne bakacaktı.
"Kimse yok farkında mısın?"
Acıtmaktan korkmadı. Planı buydu çünkü. Herkese acı çektiren kadını, kendiside kırmak istiyordu. Ama her bir kelimede acıyı kendisi çekiyordu yine.
Havaya kaldırdığı elini yüzüne koyarak okşadı. Uzun yıllar olmuştu, dokunmayalı. Kabuk bağladığını düşündükleri yara oluk oluk kanayacaktı.
"Sadece ben varım... yine karşında duruyorum Lerzan."
Gözlerinde hissettiği acıyla bakışlarını kaçıran kadın, yutkundu. Onca olaya rağmen hala günün sonunda yanında bu adamı göreceğini biliyordu. Belki de bundandı, hırsına yenik düşmesi. Saniyeler sonra hayatının nasıl bir yola gireceğini bilmiyordu. Bildiği tek şey, kendisini seven bir adamın gitmeyeceğiydi.
Sakınmadan ve son olduğunu aklına kazımak istiyormuş gibi dudaklarını kadının alnına bastırmıştı Ferzan.
Sözlerinin her birinin altında bir söz vardı. Ve her sözün içinde de yaşayamadıkları hayali...
"Seni sevmiş olmak acı veriyor."
Yüzlerinin arasında ufak bir mesafe vardı. Gözlerini gözlerine dikti. Bu vedada giden tek kişi Lerzan olmayacaktı.
"Onca kişiye rağmen sana destek olduğum anlar için kendimden nefret ediyorum..."
Bekledi. Son sözü de söyleyecek ve tamamıyla bu hikayeden kendi payına düşen kısmı alarak ayrılacaktı.
"Ama seni gerçekten sevdim. Seviyorum... gelecekte sever miyim... bilmiyorum."
Elini kadının yüzünden çekerek ayağa kalktığında Lerzan konuşmayı istemişti. Havaya kaldırdığı eliyle durdurdu nazikçe. Ekledi.
"Sonra, dinlen şimdi."
Odadan çıkarken, arkasına bakmamak için direnmişti ve cebinde duran telefonu eline aldığında, tereddüte düşmeden polisin numarasını tuşlamıştı.
Onlar en başından itibaren bir bütün olamamışlardı zaten, şimdi yarım kalsalar da sorun değildi.
"Ben bir ihbarda bulunmak istiyorum."
O asla kendisinin olmayacak bir kadına gönlünü kaptırmış, hayatına almıştı.
Ve şimdide gerçekleri kendisine gösteren Evin için, gönlündeki hisi çekip almış, hayatından atıyordu.
Bunu Yavuz'a da borçluydu.
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Bölüm sonu düşüncelerinizi bekliyorumm 💖
• Öncelikle Ferzan'ın böyle bir şey yapmasını bekliyor muydunuz?
• Lerzan'ın bu davranışlarının altında travmaları yatıyor ve önceki bölümlerden de anlayacağınız üzere psikolojik sorunları var. Ama yaptığı onca şeylerden bunların arkasına saklanarak kaçamaz...
• Onun dışında Evin'in itiraf sahnesi, yazarken nasıl eğlendiğimi anlatamamm 💖
• Veeee bir de pembe zıbın 🥹💖
• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
24/10/2022
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.22k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |