Ben geldimm 💋
Nasılsınız, umarım iyisinizdir, keyifleriniz yerindedir 🫶🏼
Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada beklediğimi unutmayın 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Füsun Önal / Senden Başka
Dedublüman & Çağrı Çelik / Fikrimin İnce Gülü
"Bir şey varsa,
Bir şey vardır.
Bir şey yoksa,
Çok şey vardır.
Çok şey varsa,
Bir şey yoktur.
Çok şey yoksa,
Bir şey vardır."
Çiçek Senfonisi - Özdemir Asaf
⚫️
Başladığım yeri hatırlamıyordum.
Fakat şu anda olduğum yer, kesinlikle ömrüm boyunca olmak isteyeceğim yerlerden bir tanesiydi.
Açık kahve fayansların üzerine attığım her adımda, yüksek topuklularımın yankısı koridoru sarmalıyordu.
İçimde varlığını hissettiğim duygu -biraz hasret, biraz özlem ve birazcıkta rahatlama- beni yeniden doğmuşum gibi, farklı bir huzurun içine atmıştı sanki.
"Davacı Evin Şahmaran Karadağ, davalı Hejar, Dijwar Ceylan, mahkeme salonuna bekleniyorsunuz."
Yeşillerim yaşadığım şeylerin tüm öfkesini çıkartmak istercesine karşımdaki iki adama kayarken, anne ve babamın huzuru için bu işin olumlu bir şekilde sonuçlanmasını istiyordum.
İçinde bulunduğum adliye salonu bu olaya dair olan tüm inancımı yeniden getirmişti sanki, özellikle de tam sağ tarafımda stresten titreyen ellerimi, kendi sıcak avucunun içine alan adam, asıl güvenimin kaynağı oydu.
En başından beri varlığının arkamda olduğunu bilmek, beni yürümesi zor olan bu yola, adım atmam konusunda cesaretlendirmişti.
"Kazanacağız güzelim, adaletin yerini bulması için hepimiz elimizden geleni yapacağız."
Gözlerim umutla kahvelerini bulurken, arkamızdaki iki avukatta tam önümüze gelmişti.
"İçiniz rahat olsun, bu yola çıktığımız ilk andan itibaren tüm olayın içine girmiş bulunduk bizlerde. Belki biraz zor olacak ama altından kalkacağız."
Gülümsedim.
Yanımda olduklarını bilmek içimin rahatlaması için yeterli bir sebepti. Girmiş olduğumuz salonda avukatların yönlendirmesiyle beraber yerime yerleşirken, karşımdaki iki adama kısa bir bakış atmıştım.
Hejar Ceylan... dayım.
Dijwar Ceylan... dedem.
İki yabancı. İki katil.
Herkes konuştu, herkes dinledi.
8 yaşındaki Evin, titreyen elleriyle tuttuğu kürsüde, yıllarca olan suskunluğuma inat, bugün avaz dolusu bağırmıştı.
İçimdeki duygu, iyiden iyiye dışarıdaydı artık. Gözlerimden akan her bir damla gözyaşı, başarmış olmamın mutluluğundandı belki de.
Dakikalar ardı ardına geçerken, tüm salonda tek bir ses yankılanmıştı.
"Yaz kızım, gereği düşünüldü. Sanık Hejar ve Diwjar Ceylan'ın suçları sabit görüldüğünden Türk Ceza Kanununun 85. maddesi uyarınca 36 yıl hapis kararına varılmıştır."
Kulaklarım uğulduyordu sanki. Tam karşımdaki ellerinde kelepçe olan yaşlı adamın gözlerine nefretle baktım. Kendi evladının canına nasıl kıymıştı bilmiyordum ama, artık daha fazla dışarıda yaşayamazdı, yaşayamazdılar.
Gözlerim Yavuz'u buldu. Bakışlarında gördüğüm gurur, başardığımın kanıtıydı. Ardından yanımdaki avukatlara bakarak minnetle gülümsedim. Mahkeme salonundan çıktığımda dudaklarımın arasından çıkan kahkahalarıma göz yaşlarım eşlik etmeye başlamıştı.
Annemin eski ailesinin üyeleri, suratlarındaki nefretle bana bakarken, belki de ilk defa insanların ne düşündüğünü önemsemiyordum.
Kardeşini korumayı seçmeyerek canını alan birisi, evlatlarına baba da olamazdı benim gözümde.
Onlarla konuşmayı istemediğim için, tam kenarda durarak Yavuz'a döndüm.
"Kazandık...."
Titreyen sesimdeki heyecan ele avuca gelecek haldeydi artık. Bakışlarım yüzünde dolaşırken, ellerimi de omuzlarına koymuştum.
Bir kaç adımla kendisine yaklaştığımda, nerede olduğumuzu da umursamıyordum.
"Bunun benim için taşıdığı anlam çok büyük."
Onun da elleri belimi bulurken gözlerimin içine bakarak gülümsedi. Etrafımızda büyük bir uğultu vardı, ama dikkatimi dağıtmasına izin vermedim.
Kahve gözlerine gülümsemek çok yakışıyordu. Kalbimin tam ortasını yangın yerine çeviriyordu sanki.
"Sen başardın."
Dedi, tüm düşüncelerimi kafamdan atmamı istiyormuşçasına. Onun her zaman yaptığı gibi dilimi damağıma vurarak cıkladım. Bir şeyler konuşmak, varlığını hissetmek, benim mutlu olmam için geçerli sebeplerdi.
Eski ben olmayı öylesine çok özlemiştim ki, arkamda durup beni cesaretlendirdiği için ona minnettardım.
"Senin sayende başardım."
Kafamı göğsüne yaslayarak, ellerimi de sıkıca omuzlarına sarmıştım. Sanki onun göğsüne sığındığım zaman kimseler bana ulaşamaz, zarar veremezdi.
Havaya kalkan eliyle gözümden akıp, yanağıma doğru süzülen yaşı yakalayarak usulca sildi.
Her bir hamlesi dikkatliydi, beni benden daha çok düşünüyordu.
"Başardık."
Dedim bir kez daha. İçime dolan huzurla, beni sarmaladığı kollarının arasına sindim.
Çok güzeldi.
Onu hissetmek, onun yanımda olduğunun mutluluğunu yaşamak ve en çokta onun tarafından sevilmek...
"Hejar... biz sensiz ne yaparız?"
Koridorda yankılanan kadın sesiyle kapalı olan gözlerimi açtım. Hayır. Pişmanlık duymam gereken bir şey yoktu ortada. Kimse bana sahip çıkmamıştı. Hak etmişlerdi.
"Yuvamızı yıktılar..."
Oturduğu sandalyeden dizlerine vurup, içli içli ağlarken benden büyük olduğu belli olan bir adam yanına çömelerek omuzlarını sarmıştı. Bir şeyler fısıldadı, duyamadım. Ama yine de izlemeye devam ettim.
Adam geri çekilirken kadının da gözleri bizi bulmuştu. Bakışlarındaki nefreti hakeden kişi ben değildim halbuki.
"Yavuz, ben sanırım konuşmak istiyorum."
Kafamı göğsünden kaldırırken, bu fikrimden memnun olmadığını bakışlarıyla fazlasıyla belli etmişti. Ama her zaman olduğu gibi yine saygı duyarak onaylamıştı.
"Yanında bende olacağım."
Kafamı salladım. Onun yanımda olduğunu hissetmek zaten benim için iyi bir şeydi, bu teklifini geri çevirmeyecektim.
Yavuz arkamızda duran avukatlara bir işaret verdi. Onlar da kafasını sallayıp onaylarken, karşı tarafla konuşmamızın bir sorun olmayacağını anlamıştım.
Emin adımlarımla kendilerine yaklaşırken, büyüklü küçüklü bir sürü genç vardı.
Varlığımdan haberi olmayan kuzenlerimdi belki de. Burukça gülümsedim. Annem, babam bunları hak etmiyorlardı.
"Bakışlarınızdaki nefreti hakedecek bir şey yapmadım ben."
Dedim, hepsinin dikkati bana dönmüştü. Teker teker suratlarına baktım.
"Annem, bazılarınızın kardeşi, halası, teyzesiydi. Kıydılar. Anneme, babama, bize kıydılar. Ben yıllarca bir sığıntı gibi ait olmadığım bir evde acı çektim. Ailemden koparıldım. Küçücüktüm. Hak etmedim, etmedik..."
Kızlara çevirmiştim bu seferde bakışlarımı. Onlar biraz daha anlayışlı bakıyorlardı, belki de bazı şeylerin farkındalardı.
"Hepinizin bir ailesi varken, ben yıllarca o arabanın içindeki arbedede sıkışıp kaldım sanki. Sebepsiz yere, mahkum edildim her şeye. Çok geç bile kaldım belki bazı şeyler için ama.... Pişman değilim. Olmayacağım da. Annem ve babam için yapmak zorundaydım."
Sol elimi sıcak elinin içine aldı Yavuz. Parmakları, parmaklarımın arasına sızarken güç vermek istercesine sıkmıştı. Canımın yandığı her an onun da canını yaktığımı biliyordum.
"Bundan sonra her şey çok daha iyi olacak."
Son sözlerimi de söyledikten sonra arkamı dönerek yürümeye başlamıştım.
"Sen doğru olanı yaptın."
Gözlerim yüzünü buldu. Haklıydı. Biliyordum. Üzülmüyordum da.
"Biliyorum."
Dedim. Gülümsedi. Çıkış yoluna döndü gözleri.
"Seni kafanı dağıtacak bir yere götüreceğim, hadi bakalım."
Parmaklarının arasında hissettiğim elini okşarken, boşta kalan elimi de koluna sarmıştım. Artık her şey çok daha güzel olacaktı.
~
Geçtiğimiz yol bana tanıdık gelirken, ağlamak yerine gülümsemeyi tercih etmiştim.
Beni anlamlı bir yere getirmişti.
Annemle, babama...
Arabadan inmeden önce bana dönerek göz kırpmıştı, sonrasında da arka kapıyı açarak ne zaman oraya koyduğunu dahi bilmediğim iki çiçek buketini eline almıştı.
Atışları hızlanan kalbimle, yanına adımladım.
"Diğerlerinin ne söylediğini umursama, senin konuşman gereken tek kişi ailen."
Bir buketi bana uzatırken diğeri de onda kalmıştı. Elimi yeniden tuttu. Hiç bırakmayacak gibi sıkı sıkıydı tutuşu.
Benimle beraber dakikalarca sohbet etmişti orada.
Biraz ağladım, biraz gülümsedim.
Ama en çok mutluydum.
İyi ki hayatıma girmişti.
~
Yazardan:
Beyaz fincanın içindeki kahvenin dumanı üzerinde buram buram tüterken, gözlerini kapatarak bir yudum almıştı genç adam.
Keyfi yerindeydi.
Adliyeden çıktıktan sonra mezarlığa götürdüğü karısının mutlululuğu onun da mutlu olma sebebiydi.
Avluda kardeşiyle beraber oturduğunu da kulaklarına ulaşan kahkaha seslerinden anlayabiliyordu.
Gözleri yüksek terastan görünen manzaradan, sol elinin yüzük parmağına kaymıştı. Sağ parmağını yüzüğün üzerinde dolaştırdı.
Evlilik ona çok uzaktı öncesinde. Birisiyle yeni bir hayata başlayacak olmanın sorumluluğundan korkmuştu. Sevmekle, aşkın arasındaki büyük uçurumu da bu yüzden görememişti belki de.
Şimdilerde ise hafif bir tebessümün bile, bedeninde şiddetli sarsıntılara sebebiyet verdiğinin farkındaydı.
Sevmekten çok daha fazlası olduğunu biliyordu artık aşkın.
Kalbinin, göğsünü döve döve vurmasından memnundu.
Ve bu kadını, ömrünün son anına kadar kollarının arasında sarıp sarmalamayı istiyordu.
"Abi?"
Arkasından duyduğu sesle beraber gözlerini yüzükten çekerek, kapının önünde duran bedene çevirmişti. Gelen Akif'ti.
"Bir sorun mu var?"
Yavuz'un sorusuyla, cebinden çıkardığı telefonun ekranında bir kaç yere basarak uzatmıştı Akif.
"Cihangir Bey atmış bu videoyu."
Sabahın erken saatlerinde gittiği kafeden, işlerin uzaması ve duruşma saatini kaçırmamak için erken ayrılmak zorunda kalmıştı, bu yüzden de olayın çözüldüğünden haberi yoktu.
"Arabayı hazırla."
Akif eline bırakılan telefonu alıp hızlıca geldiği gibi giderken, Yavuz kendi telefonundan Cihangir'in numarasını çevirmişti. Bir kaç saniyenin ardından, karşı taraftan sesini duydu. İzlediği video yeterli olmuştu.
"Yavuz?"
Derin bir soluğu içine hapsederken, aynı zamanda kendisi de terastan çıkmış, yürüyordu.
"Videoyu gördüm, adam itiraf mı etti?"
Soruşturma odasının arka tarafında duran Cihangir, camdan karşısındaki kadına bakıyordu. Getirdikleri andan beri, ağzını bıçak açmamıştı.
"Adamın bir şeyden haberi yok, kandırmış Lerzan. İhbarı bir başkası yapmış."
Kaşları çatılan Yavuz merdivenleri indiğinde avludaki iki kadınla karşılaşmıştı. Soru sormadı, bir müddet sustu.
"Nereye, Yavuz?"
"Nereye, abi?"
Aynı anda kendisine dönen bakışlarla beraber bir anlığına gülmek istemişti. Kulağındaki telefonu indirmeden, surat ifadesini kontrol altına aldı. Karısının keyfi yerine gelmişken, bir daha bozulsun istemiyordu.
"Şirkette ufak bir sorun çıkmış, halledip geleceğim."
Arkasında kalan ikiliyle beraber kapıdan çıkarken, yeniden dikkatini telefona vermişti.
"Dinliyorum Cihangir."
Akif'in sürdüğü araca bindiğinde, karşı taraftan da duymayı beklemediği o ismi duymuştu.
"Ferzan Saraç."
Doğru duyup duymadığından emin olmak istercesine bir süre beklemişti genç adam. Hayatının bir çok döneminde, kendisine zararı dokunan Ferzan'ın böyle bir şeyi neden yaptığını merak ediyordu. Çünkü mantıklı bir açıklama bulamıyordu kendisi.
"Emin misin?"
Cihangir olayın detaylarını bilmese de, üçünün kuzen olduklarını biliyordu. Kafasını salladı. Karşısındaki kadın ise hala tepkisizdi.
"Evet."
Sonlanan aramayla beraber kısa bir sürede karakola varmışlardı. Duran araçla Yavuz hızlıca inip içeriye girdiğinde, Akif'te aracı park ederek kendisini takip etmişti.
Yavuz'u bekleyen Cihangir, elinde tuttuğu dosyadan bakışlarını kaldırdığında adamı görmüştü.
"Hoş geldin."
Kafasını salladı Yavuz.
"Eyvallah."
Elinde duran dosyayı Yavuz'a uzatan Cihangir, biraz ileride duran kapıyı işaret etmişti. Aynı zamanda bilmesi gerekenleri de anlatıyordu.
"Yaklaşık olarak 40 dakikadır sorgu odasında hareketsiz oturuyor öylece."
Kahve gözleri dosyanın detaylarında dolaşan Yavuz, merak ettiği sorunun cevabını öğrenmek için dudaklarını aralamıştı.
"Ferzan, neden şikayette bulunmuş?"
Cihangir yürümeleri için ufak bir işaret verirken, bu sefer durakları sorgu odasıydı. Yavuz'un gözleri camın arka tarafında kalan kadını bulurken, içindeki öfkenin yeniden baş gösterdiğini hissediyordu.
"Polisler kadını hastaneden almışlar. Sabah bizim kafede olduğumuz vakitlerde bir kaza geçirmiş."
Eskileri düşündü Yavuz. Küçükken her şey çok daha kolay olmuştu ona göre, sanki büyüdükçe karşısındaki kadının içindeki kıskançlık duygusu da büyümüştü.
Karısının yanan canı için, daha çok canını yakmak istiyordu.
"Hak ettiğini bulacak, yaptıkları karşılıksız kalmayacak!"
Cihangir kafasını sallarken, Lerzan masanın üzerine yasladığı ellerinden kafasını kaldırmıştı. Arka tarafı kendisi göremediği için, bakışlarını da cama değdirmiyordu.
Ama buna rağmen suratındaki ihanete uğramışlığın kırıntılarını taşıyan ifade kendisini belli ediyordu.
İhbar eden kişinin Ferzan olduğunu, Yavuz gibi o da öğrenmişti. Ve hissettiği yoğun duygulara bir anlam yüklemekte zorluk çekme sebebi buydu.
Cihangir'in komutuyla beraber sorgu başlarken, Yavuz'un telefonuna bir bildirim düştü.
Ferzan:
O kadar şeyden sonra bir işe yarar mı bilmiyorum ama bunu hak ettiniz, ettin. Böyle olmamızı istemezdim ama oldu işte. Her şeye rağmen adalet yerini bulacak merak etme. Sağlıcakla kalın.
Bir mesajdan daha çok veda mektubu gibiydi sanki sözleri. Ekrandan çektiği gözlerini karşıya çevirdi Yavuz.
Söylenecek bir şey kalmamıştı daha.
Adalet gerçekten de yerini buluyordu.
~
4 gün sonra:
"Katmer katmer gül açar gönlümde...
Hani gülüşün var ya..."
Elimdeki çerçeveleri teker teker dizerken, evin içinde yankılanan şarkıya da aynı zamanda eşlik ediyordum. Dün konağın tüm kadınları olarak, yeni evimizi temizlemiştik.
Bugünde geriye kalan son eksikleri tamamlamak üzere çalışanlardan bir tanesinden beni bırakmasını rica etmiştim.
Dudaklarım huzurla kıvrılırken, çerçevelerin içindeki resimlere bakıyordum. Her bir köşesini Yavuz'la yerleştiğimiz ev, içimin kıpır kıpır olmasını sağlıyordu.
"Daha mutlu olamam ömrümde
Beni öpüşün var ya..."
Kendi etrafımda bir tur döndüğümde, kırmızı elbisemin etekleri da usulca havalanmıştı. Çocuksu bir heyecan içimi kaplarken, şarkının sözlerinin arasında kaybolmuştum sanki.
"Senden başka senden başka
Gözüm görmez hiç kimseyi
Senden başka senden başka
Duyamam ben hiç kimseyi..."
Havaya kaldırdığım ellerimle dönmeye devam ederken, elbisem gibi saçlarım da savrulmaya başlamıştı.
Kapalı olan gözlerimi ağırca açarken, bir kaç basamağın bulunduğu salonun girişinde duran beden görüş açıma girdi.
Cebine soktuğu elleriyle beraber heybetli bedeniyle tam karşımda dikiliyordu.
Ona yakalanmış olmak, yanaklarımın yanmasını sağlarken, yüzüme düşen saçlarımı gülümseyerek arkaya atmıştım. Şarkı ise hala arka planda çalmaya devam ediyordu.
"Demek gözün benden başkasını görmüyor?"
Ses tonu fazlasıyla muzip çıkarken, dudaklarım şaşkınlıkla açıldı. Her zaman olduğu gibi yine kendi istediği gibi anlamıştı olayı.
"Bir de öpüşüm vardı sanırım?"
Karnım heyecanla kasılırken, yanaklarımda hissettiğim yanma hisside iyiden iyiye artmıştı. Benim utanıyor olmamdan keyif alıyordu.
Seni öpünce sende keyif alırsın Evin'ciğim hiç merak etme sen.
Gözlerimi kendisinden kaçırırken, uğraşacak bir şeyler bulmak için etrafıma bakınmıştım. Ama elimin yakınında beni şu anki durumdan kurtaracak bir şey yoktu.
Olduğu yerden harekete geçerek, bana doğru yürümeye başladı.
Attığı her adımda, kalbim göğsüme biraz daha hızlı çarpıyordu sanki.
"Benim içinde oynar mısın?"
Kocaman açtığım gözlerim yeniden yüzünü bulurken, suratındaki o keyifli ifadenin sebebi olmak beni mutlu ediyordu.
Bir şeyler söylemek istedim, ama doğru kelimeleri bir türlü bulamıyordum.
Ayaklarımız birbirine değerken, tam dibimde duran bedenini hafifçe eğerek burnunu saçlarıma yaklaştırıp derin bir soluk aldı.
Elleri bana değmiyordu fakat dokunuşlarını buna rağmen tüm bedenimde hissedebiliyordum.
Kafamı hafifçe kaldırmamla eğdiği yüzüyle karşı karşıya geldim.
Elbisemin eteklerini iki elimle sıkı sıkıya tutarken, yakın duran burunlarımızı birbirine sürttü.
Verdiği her soluk, nefeslerime karışıyordu. Ben onun her soluğunda can buluyordum.
Yüzümün hemen yan tarafında duran saç tutamını, parmaklarının tersiyle okşadı. Bakışlarına yerleşen şefkat ise çok başkaydı.
Gözlerini kapatarak, parmaklarının arasına aldığı tutamı öptü. Kalbim biraz daha sert vurdu göğsüme.
Kapatmak üzere olduğum gözlerimi bir anda açıp suratına çevirdiğimde, daha öncesinde de denk geldiğim bakışlarıyla yeniden karşılamıştım. Kahveleri bir başka efsunlu bakıyordu. Ve her bir bakışı bana daha çok şey anlatıyordu.
Kuruduğunu hissettiğim dudaklarımı ıslatırken, kelimeler boğazımda sıkışıp kalmış gibiydi. Bir çok hareketi kendimi özel hissettirmeye yeterken, bunu sözlü olarak duymak tüm bedenimi etkisi altına almıştı sanki.
Yutkunarak, gözlerimi kapattım. Hala elbisemin eteğini tutan ellerimi serbest bırakıp kaldırdığımda, olması gereken yere, göğsüne yaslamıştım.
Aldığım uzun solukla göğsüm havalanırken, biraz daha yaklaştı. Sıcak dudaklarını şakağımın üzerine bastırdı.
"Deli oluyorum sana kadın..."
Boğuk çıkan sesi aramıza sızdı.
"Bir gülümsemenle tüm bedenim yanıyor..."
Göğsünde duran ellerim güç almak istercesine beyaz gömleğini kavrarken, eli belime ulaştı. Parmak uçları usul usul bel boşluğuma kaydı.
Zaman dursun istedim.
Biz burada böyleyken, zaman dursun, sonsuza kadar kalalım istedim.
Saçlarımı arkaya iteledi tek eliyle ve boynumu açığa çıkardı. Kafasını eğerek, tüm bedenimin ürpermesini sağlayacak kadar derin bir soluk aldı oradan. Ve kendimi toparlamama izin vermeden, sıcak dudaklarını nabzımın üzerine bastırdı.
Heyecanla hızlanan nabzım şimdi tamda dudaklarının altında atıyordu. Ve Yavuz bunun farkında olarak ağırca gülümsemişti.
Üzerimdeki etkisinin ilk günden beri farkındaydı. Çünkü ben herne kadar dik durmaya çalışsam da, en çok ona karşı gardımı indirmiştim.
Alnımı göğsüne yasladım, biraz daha yakın olmak için. O ise boynumu bir kez daha öperek geriye çekildi.
Çenemi tutarak kafamı kaldırmamı istediğini belirten bir hamlede bulundu. Dediğini yaptım, tam gözlerine bakacak şekilde kafamı kaldırdım. Yüzümü okşayan eline kendimi biraz daha yaslarken, dudaklarını bu seferde alnıma bastırmıştı.
Karnımdaki kasılmalar her an biraz daha artıyordu.
Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Dokunacak kadar yakın, dokunmayacak kadar da uzaktı.
"Öpeyim mi yavrum?"
Her kelimesinde dudaklarımız birbirine değmişti. Yutkundum. Düşecek gibi ayaklarımda güç kalmamıştı sanki.
Aldığım titrek soluk dudaklarımın arasından firar ederken, gözlerimi kapatıp açtım. Evet demiştim sanırım.
"İstiyor musun seni öpmemi?"
Bu da soru muydu şimdi?
Bu sefer mırıldandım elimde olmadan. Konuşacak halim kalmamıştı.
"Hıhı."
Dudakları yine kıvrıldı. Ciddi tavrının ardından beni utandırarak eğleniyordu resmen.
"Hıhı ne fıstığım?"
Göğsünde duran elimin tekini omzuna doğru vururken, kapalı olan gözlerimi de açarak kaşlarımı çatmıştım. Ve bu tavrım onun suratındaki gülümsemeyi biraz daha arttırmıştı.
Yüzümdeki elini enseme kaydırarak, kafamı kendisine çekti ve dudaklarını daha fazla ayrı kalamayarak sertçe dudaklarıma bastırdı.
Göğsünden boynuna ulaşan parmaklarımla kendisine sıkı sıkıya sarıldığımda, onun tutuşuyla artık yerde değil kucağındaydım.
Hoyrat hallerine bile fazlasıyla alışmıştım ve şikayetçi değildim.
Dudaklarım keyifle kıvrıldı, onun dokunuşlarını hissederken.
Arkamızda duran koltuğa kucağında duran bedenimi sırt üstü uzanacağım şekilde bırakırken, kendisi de üzerimdeki yerini almıştı. Ve sıcak avucu da bacağımda geziniyordu.
Dakikalarca öpüşmüştük. Nefesimin tükendiğini hissederken, hafifçe kendisini geriye çekti.
İkimizin evinde, baş başa olmanın hissiyatı bile içimdeki heyecanı biraz daha arttıyordu.
Güzel bir yolda yürüyorduk...
~
Elindeki çay tepsisi ile salona giren Mihrimah sırayla hepimize servis yaparken, gözlerim Berivan'a ve Aras'a kaymıştı.
Oğlunu severken diğer eliyle de aynı zamanda karnındaki varlığını yeni öğrendiği bebeğini seviyordu. Gülümsedim.
"Düğün yok mudur yakında?"
Heja dapirin sesiyle tüm ev halkının bakışları da kendisini bulmuştu. Şu geçen zamanda bu kadına da fazlasıyla ısınmıştım.
"Bilmem var mıdır?"
Miraç abinin gözleri haylaz parıltılarla Boran'ı bulduğunda, geçenlerde yaptığımız konuşma aklıma gelmişti. O da bunu hatırlamış olacak ki, bakışlarını Miraç abiden bana çevirdi.
Kafamı hafifçe salladım. Gülümsedi.
"İşte yakaladım sizi, abim de kaş göz yapıyor. Biliyordum yaa biliyordum. Bir yenge daha geliyor konağa."
Kendi çayını da alıp Mümtaz Ağa'nın yanına oturan Mihrimah'ın bakışları Boran'ın üzerindeydi.
"Abartmasak mı acaba?"
Heja dapir bastonunu kaldırıp ucuyla Boran'ın bacağını dürterken, meraklı bakışları oldukça komikti.
"Kimlerden bakalım gelinimiz oğlum?"
Mümtaz Ağa'da alttan alttan gülmeye başlarken, Zümrüt anne salona elinde tabakla girmişti.
Önce Berivan'ın yanına yaklaştı. Eline aldığı baklavayı uzattı yemesi için.
"Bebelerine, sana bal şeker olsun hele."
Miraç abi de ağzını açmıştı annesinin uzatması için ama Zümrüt anne onu es geçerek bizim oturduğumuz koltuğa adımladı.
"Önce kızlarıma."
Dedi bir anne edasıyla. Tam önümde durduğunda aynı şekilde bir baklavayı da bana uzattı.
"Az daha ye kızım, üflesem uçacaksınız."
Yarı Mihrimah'a yarı bana bakarak söylemişti. Sürekli bir şeyler yedirmeye çalışıyordu bize. Mihrimah'a da bir baklava verdikten sonra Heja dapire vermişti.
"Yok ben küstüm, bizi görmüyor."
Boran'ın sesiyle beraber gülümseyen Zümrüt anne şimdi de ona bir baklava yedirmişti. Dün açıp şerbetlediği tatlıdan geriye kalanları teker teker hepimize vermeyi tercih etmişti.
"Bal şeker olsun."
Boran'ın ardından yeniden yanımıza gelirken, Yavuz'a ve Miraç abiye de vermişti. Ve tabakta kalan son tatlıyı da Mümtaz Ağa'ya uzatmıştı.
"Annem elleriyle de besliyor seni baba."
Babasının göğsüne yatan Mihrimah ikiliyle uğraşırken, Heja daye çayından sesli bir yudum almıştı. Sanki bunu bilerek yapmıştı, dikkatimizi çekmek için.
"Sende ellerinle beslersin artık kocanı."
Bakışlarımız Berivan'la kesişti. İkimizin de şüphelendiği bazı şeyler vardı anlaşılan.
"Yok izin vermiyorum ben, 40'ından önce evlenemez."
Dizimde duran ellerimin üzerine Yavuz'un eli kapandı o sırada. Parmakları usul usul tenimin üzerinde dolaşmaya başladı.
"Ne demek 40 yaa! Bana bak, evlendiğinde tam bir görümce olurum ona göre!"
Zümrüt anne oğluna baktı ters ters.
"Uğraşma kızımla, kimmiş o gelin de hele bana."
Boran'ın bakışları yeniden bana dönerken, elimde olmadan kıkırdadım. Demek ki bahsi geçen kişiyle işler tatlıya bağlanmıştı.
"Benim küçük karım bir şeyler mi biliyor?"
Yavuz'un fısıltılı sesi saçlarımın arasından boynuma çarparken, bakışlarımı yüzüne kaldırdım. Gözünden asla kaçmıyordu bir şey.
"Belki, birazcık."
Dedim. Gülümsedi. Benim kendimi buraya ait hissetmem, onu da fazlasıyla mutlu ediyordu.
"Öğrenirsiniz zamanı gelince çok değerli konak halkı."
Herkes kafasını salladı. O zamanın yakın olduğunu düşünüyordum. Çünkü geçirdiğimiz bir kaç haftada somurtkan halini aşmıştı. Yeniden enerjikti.
Gözlerim her birinin üzerinde teker teker dolaşırken, artık bir şeyden daha emindim.
Geride bir can bırakırsam eğer, ona en az benim kadar iyi bakacak insanlara sahiptim.
Ben kimsesiz kalmıştım, fakat bebeğim kimsesiz olmayacaktı.
~
Mihrimah'tan:
Saat 12'yi geçerken, herkes teker teker odasına çekilmişti. Mutfakta doldurduğum cam sürahiyi elime alırken, benimde hedefim odama giderek yatmaktı.
Bugün almam gereken bir kaç şeyden dolayı çarşıya uğramış, onun dışında da okul için önemli olan bazı evrakları halletmiştim. O yüzden de yarın için planım öğlene kadar uyumaktı.
Örttüğüm kapıyla beraber yatağa adımladım. Kenarında duran komidinin üzerine de cam sürahiyi koymuştum.
Hızlıca pijamalarımı giyindim ve yüzümdeki hafif makyajı güzelce temizledim. Kendimi gülümseyerek yatağın üzerine attığımda, elim direkt telefonuma uzanmıştı. Aşağıda hep beraber otururken, odama şarjımın dolması için bırakmıştım. O yüzden de son bir kaç saattir gelen bildirimlerden haberdar olamamıştım.
Uygulama ve klasik grup sohbetlerini ekrandan hızlı hızlı silerken, gözlerime her zaman olduğu gibi onun ismi takılmıştı.
Bu aralar fazla mesajlaşıyorduk sanki?
Mirzakduman:
Yarına sözün vardı, unutma :)
Ne sözü olduğunu düşündüm bir anlığına. Ama emin olamadım, muhtemelen laf arasında söylediğim bir şeyi öne sürüyordu. Fazla zekiydi.
Söz mü? Ne zaman, neyin sözünü verdim ben?
Onun mesajı atmasının üzerinden 1,5 saat geçmişti. Buna rağmen mesajımı anında göreceğini biliyordum. Öyle de oldu. Saniyeler içinde attığım mesaj görüldü.
Geçenki kahveyi sevmediğini söyleyerek, söz vermiştin. Unutmuş olamazsın Mihri.
"Ne kadar kötü yapmışlar bu kahveyi! Ben seni bir yere götüreyim de, oranın kahvesini iç asıl. Harikaa!"
Geçen hafta beni götürdüğü mekandaki kahvenin fazla acı olan tadıyla yaptığım yorumu unutmamış, üzerine de oldukça ciddiye almıştı.
Bu aralar benimle kahve içmek için fırsat kolluyor gibisin Mirza abi?
Onun inadıyla kapıştıracak kadar inatçıydım bende. Ve kendini sinir edecek büyük bir koza sahipken, öylece durup bekleyemezdim.
Başa mı sardık?
İlerleme kaydedemediğimiz için başa da sarmış bulunmazdık aslında. Özellikle de son zamanlardaki bu artan buluşmalarımız artık tehlikeli bir hal alıyordu.
İnsanların söylediği şeyler pek umurumda değildi, lakin ailemin içine yansıyacağını düşündüğüm şeylerden de kendimi geri tutmak zorundaydım.
Peki, yarın kahvemizi içerken halledelim bunu.
Öncesinde kendisine bazı şeyleri netçe söylememiş olabilirdim. Ama yarın bu konu hakkında detaylı ve uzun bir konuşma yapacaktık. Yapmak zorundaydık çünkü.
~
Çantamı masanın üzerine bırakırken, uzattığı elini bu sefer tutmamayı tercih etmiştim. Akşam yemeğine kadar 2 saatlik bir boşluğum vardı ve bu boşluğu da şimdi burada değerlendiriyordum.
"Hoş geldin."
Az önceki tavrıma sinirlenmiş olmalıydı ki, sesi ifadesiz çıkmıştı. Gülümsedim.
Ya öyle ya böyle, yola gelecekti.
"Hoş buldum."
Gözlerim mekanın içinde garsonu aradı. Her zaman buraya geldiğim için, çalışanlarını neredeyse tanıyor gibiydim.
"Nasılsın?"
Sen net olursan, iyi olacağız Mirza Bey.
İç sesime fazlasıyla hak verirken, dirseklerimi masaya koyarak ellerimi çenemin altında hizalamıştım.
"Bilmem, nasıl gözüküyorum?"
Gülecek gibi oldu. Bendeki bu değişimin elbette farkına varmıştı, gözünden kaçmazdı kolay kolay bir şey. Abim gibi bir şeyden şüphe duyunca, peşini bırakmazdı.
"Gerginsin."
Geçen gün güzelsin demeyi biliyordun ama!
Kaşlarım çatıldı elimde olmadan. Kendisi için ne ifade ettiğimi bile bilmiyordum daha, ve bu da beni aşırı sinir ediyordu.
"Bir şey olduysa demek, ondandır gerginliğim."
Kollarımı göğsümde bağladım. Gözlerimi ise hızlıca üzerinde bir tur dolaştırdım. Buz mavisi gömlek vardı üzerinde, kolları dirseklerine kadar kıvrılmış, göğsününde kumrallığını göstermek istercesine iki düğmesi açık bırakılmıştı. Altında da koyu lacivert kumaş pantolon vardı. Saçları her zamanki gibiydi. Asil tutamları kendi içinde bir ahenkle dağılmıştı.
Onun da bakışları benim üzerimde dolaştı. Konuşmuyorduk, fakat gözlerimiz sanki bir çok şeyi sessizce hallediyordu.
"İşin yok muydu senin?"
Dedim merak ederek. Ela gözleri kısıldı. Sanırım tam olarak ne sorduğumu anlamamıştı.
"Her zaman dışarıdasın ya, işin diyorum yok muydu?"
İşaret parmağı çenesini hafifçe kaşırken, bu sefer gülümsedi. Normalin aksine sergilediğim tuhaf davranışlar, kendisini keyiflendirmiş gibiydi.
"Lafı dolandırmadan söyle Mihri, duymak istediğin şey tam olarak ne?"
Sipariş almak üzere masamıza gelen garsonla dilimin ucuna gelen kelimeleri yutmuştum. Bir kaç saniye bekleyebilirdim.
İkimizde siparişleri hızlıca verdikten sonra gülümseyerek yanımızdan ayrılmıştı garson.
Dikkatimi yeniden Mirza'ya çevirdim.
"Öncelikle bana Mihri demeyi kes, neden bunu yaptığını kendin bile bilmiyorsun çünkü Mirza abi."
Abinin üzerine bastırmıştım, biraz daha mümkün olabilirmiş gibi. Çünkü bazı şeyleri anlamadığı için yüzüne vurmam gerektiğini biliyordum. Özellikle de ciddi bir konu karşısında.
Kendi içinde arkadaşımın kardeşi, olamaz dediğinden de zaten fazlasıyla emindim. O yüzden elimdeki tüm kozları oynayacaktım.
"Abine s*kayım ulan! Her lafının sonunda bir abi geliyor!"
Doğru yoldasın, devam et bakalım.
"Abi demem gerektiğini söylemiştin, unuttun mu yoksa?"
Gözlerini kapattı, eliyle alnını ovaladı. Sanırım sabrıyla oynuyordum. Oh olsundu. Ona karşı bir şeyler hissettiğimi yeni fark ettiğim zamanlarda, laf arasında kendisine ismiyle hitap etmiş bulunmuştum.
Ve bana dönen bakışları bunu bir daha yapmamam gerektiğini çok iyi bir şekilde öğretmişti bana. Sözlü olarak eklemeyi de unutmamıştı.
Şimdi kendisine abi dediğim için triplere girmesine lüzum yoktu.
"Bunu diyen dilimi de s**sinler! Haketmişim."
Kadının fendi erkeği yendi.
İç sesime gülümserken, dışarıdan oldukça sert olduğuma emindim. Abimin arkadaşına aşık olmayı bende istememiştim sonuçta, ama bir daha olsa yine onu severdim orası ayrıydı.
"Neden sürekli biz kahve içiyoruz seninle, biliyorsun buralarda pek doğru karşılanmaz bu."
Kollarını masaya yaslayarak öne eğildi benim gibi.
"Ne zamandan beri insanların düşüncelerini önemser oldun?"
Tek kaşımı kaldırdım. Beni bu kadar iyi tanıyor olması çoğu zaman mutlu olmamı sağlıyordu. Ve benim aksime onun tarafından da bir şeyler oluyordu.
"Artık önemsiyorum diyelim, yok yere laf söz olmasını istemem."
Dudakları yeniden kıvrıldı. Ama bu sefer, sinirli bir gülüş olmuştu bu. Ela gözleri yüzümün her tarafında dolaştı.
"Bazı şeyler sandığının aksine öyle kolay olmuyor Mihrimah, sen kardeşim dediğim adamın kardeşisin. Kardeşim gibi büyüdün, öyle öğretildi bana. Şimdi her şeyi bir anda silip atmak kolay olmuyor. Bu durumu en az hasarla atlatmaya çalışacağız."
"Neden?"
Dedim. Bunu neden yaptığını da söylemesi gerekiyordu. İmalarının, tavırlarının, ya da sözlerinin tam olarak nereye çıktığını kavrayabiliyordum. Ama duymak asıl isteğimdi.
"Seninle vakit geçirmekten keyif alıyorum, hoşuma gidiyor."
Gülmemek için direnen tarafımı es geçerken, muzip bir şekilde gülümsedim. Yavaş yavaş yola geliyordu.
"Biraz daha açabilir miyiz bu hoşuna giden kısmı?"
Gözlerimi kısarak yüzüne bakıyordum. Sabır dilercesine bir nefes daha aldı.
"Hoşuma giden kısım sensin ulan, oldu mu? Sarmaşık gibi zihnime dolandın kızım, ben niye sürekli seni düşünüyorum?"
Bana değilde kendisine soruyor gibi çıkmıştı sesi. Gülüşüm biraz daha büyüdü.
"Olur böyle şeyler Mirza abi... heves işte."
Elalarını gözlerime çıkardı. Ciddi bir hal almıştı bakışları şimdi.
"Bir daha abi dersen, yapacağım şeylerden ben sorumlu olmam bilgine."
Kafamı salladım. Bir şey yapamazdı. Siparişlerimiz geldi o sırada.
Hem kahvemi içtim hemde karşımdaki adamı süzerek, sohbet etmeye başladım. Artık her şey çok daha netti biliyordum.
Kafeden çıkarken, suratımda hala silemediğim bir gülümseme vardı. Yolumuzu da burada ayıracağımız için adımlarımı durdurmuştum.
"Güzel bir gündü. Bir daha tekrarlar mıyız?"
Dedim, yandan yandan suratına bakarken. Ellerini ceplerine soktu. Kendini beğenmiş bir ifade vardı suratında.
"Tekrarlayalım bakalım."
Elimi havaya kaldırdım, hafifçe salladım. Ardından da arkamda kendisini sinirli bir şekilde bırakacak olmanın mutluluğunu yaşayarak, mırıldandım.
"O zaman görüşmek üzere Mirza Abi."
Arkamı döndüğüm an koluma sarılan parmaklarıyla yeniden yüz yüze gelmiştik.
Kafasını eğerek yanağıma, dudağımın kenarına yakın olan kısıma bir öpücük bıraktı.
Nefesim kesildi.
Kalp atışlarım hızlandı.
Beni öpüyor muydu?
Beni öpmüştü değil mi?
Abi dediğim için beni cezalandırıyor muydu? Bir daha abi desem ayıp mı olurdu acaba?
"LAN!"
Anımsadığım sesle kendimi hızlıca geriye çekerken, karşımda olmaması gereken o kişi duruyordu.
Yavuz abim...
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Bölüm sonu düşüncelerinizi bekliyorumm 💖
• Mirza ve Mihrimah cephesinde artık bir şeylerin yaşanması gerekiyorduu, yaşandı da 💅🏼
• Onun dışında Evin bu bölümde kendine dair çok büyük şeyleri aştı, korkularını da kenara atması gerektiğini biliyor artık.
• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
12/11/2022
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.21k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |