✨ HEP BERABER OLALIM, BU YOLDA BİRLİKTE YÜRÜYELİM İNŞALLAH ✨
Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakarak keyifli okumalar diliyorum ❣️ Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada heyecanla bekliyorum 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Ekin Ekinci / Sana Saklandı Ruhum
Buray / Deli Kız
"Sana Yolculuk Yapmak İstiyorum !
Kes Yüreğine Giden Bir Bilet ;
Cam Kenarı Değil ,
Can Kenarı Olsun ..."
Günler - Cemal Süreya
⚫️
Yazardan:
İhanet mi?
Belirsiz.
Aşk mı?
Muamma.
Öfkesinin emarelerini kahve gözlerinin her bir zerresinde taşırken, burnundan verdiği sert soluklarla avını izleyen bir avcı gibi sertçe karşısındaki ikiliyi izliyordu.
Bu zamana kadar kardeşi de olsa kararlarına karışmamış, elinden geldiğince de her kararının arkasında duracağını belirtmişti. Şu anda gördüğü manzara tüm bu düşüncelerine tezatlık oluşturacak cinstendi ne yazık ki.
Arkadaşına -ki kardeşinden ayırmamıştı hiç bir zaman onu da- karşı içinde baş kaldıran kırılmışlık hissine de bir anlam veremiyordu.
Kardeşini gözü kapalı emanet ettiği adamın dudaklarını saniyeler öncesinde kardeşinin suratında gördükten sonra, tüm düşünceleri alt üst olmuştu sanki.
Öfkeli bir soluğu daha dışarıya verirken, burun kemerini sıktı. Kırmak istemiyordu, ama kıracağından fazlasıyla emindi.
"Ulan! Ne diyeyim lan ben size?!"
Sesi içine kaçan Mihrimah, yanındaki adama kaçamak bir bakış attıktan sonra bir iki adım atmıştı öne doğru. Abisini çok iyi tanıyordu.
Nasıl bu zamana kadar yanında olduysa, gizli saklı iş çevirdiğini öğrendikten sonra aynı şekilde sırtını dönecek olmasından deli gibi korkuyordu. Göz bebekleri korkuyla titrerken, adımlarını yarıda kesen şey Yavuz'un durmasını istediğini belirterek havaya kaldırdığı eli olmuştu.
"Abi..."
Mirza'da olan gözlerini çekerek kardeşine baktı. Mirza'dan daha çok bu kıza kırılmıştı.
"Sus Mihrimah!"
Parmaklarının arasında sıkı sıkıya tuttuğu çantasına dönen bakışlarıyla, dolan gözlerini sıkıca kapattı. Her şeyi içinde yaşarken hissettiği acı kadar canını yakmıştı şu anki hisler.
"Yavuz..."
Bakışları sertçe Mirza'ya döndü bu seferde.
"Kardeşimi sana emanet ettim defalarca ben lan! Madem böyle bir durum vardı niye söylemedin? Sana olan güvenimi harcama pahasına arkamdan niye iş çevirdin?"
Kafasını eğdi. Kulaklarına sızan her bir kelime haklıydı ona göre. En çokta Yavuz'a bunu yaptığı için utanıyordu. En başından her şeyi konuşsa, belki de işler bu raddeye gelmezdi.
Çünkü amacı eğlenmek değildi.
"Abi, bir dinle lütfen. Göründüğü gibi deği..."
Alaylı bir gülümseme dudaklarının arasından kaçarken, kafasını da sallamıştı Yavuz. Konuşmak için aralanan dudaklarını kapatmasını sağlayan şeyse, deminden beri başı eğik bir şekilde karşısında dikilen adamdı. Yaptığı şeyin arkasında duruyor olması, her ne kadar kendisi bilmese de Yavuz tarafından bir artıydı.
"Her şey göründüğü gibi. Ne anladıysan o kardeşim."
Çatık kaşlarıyla Mirza'ya dik dik bakarken, kafasını salladı.
"Ne anladıysam oymuş! S**tirme belanı şerefsiz puşt!"
Yolun ilerisini işaret etti. Bu saatte burada işi olmazdı aslında ama karısına sürpriz yapmak için işten çıkarken meydandaki pastaneye uğramaya karar vermişti. Ama şimdi damarlarında öfkeyle akan kanın esareti altındaydı bedeni.
"Arabaya bin."
Ses tonu itiraz istemediğini belirten cinstendi. Mihrimah Mirza'ya bakmaya cesaret edemezken, hızlıca arkasını dönerek uzaklaşmıştı.
Her şeyin iyi olacağına kendini inandırmaya çalışıyordu aynı zamanda da. Özellikle de Mirza'nın bu zamana kadar ki tüm kaçışlarına nazaran abisine karşı inatla söylediği sözlere bakarak.
Şimdi iki adam da birbirine bakıyordu. Ama aralarındaki en büyük fark birisinin mahçup, diğerinin de öfkeli olmasıydı.
"Ne zamandır böyle gizli saklı buluşuyorsunuz?"
Dilinden dökülen her bir kelimeyi özenle seçiyordu öfkesine rağmen Yavuz.
"Sandığın gibi değil olay Yavuz. Uzun bir süredir bastırmaya çalıştım duygularımı. Ama tam tersine daha çok gün yüzüne çıktı sanki, kendimi her geri çekişimde yolumuz bir noktada çakıştı."
Küfür etmek isteyen tarafını durduran şey, kardeşine karşı bu adamın ne hissettiğini anlamaya çalışmasıydı. Sabırlı bir soluk aldı. Zaten en sonunda dövecekti.
"Sokak ortasında sizi nasıl yakaladım lan ben? Başka birisi görseydi ne olacaktı?"
"Haklısın."
Dedi, kabul ederek.
"Yavuz, kızmakta da haklısın bağırmakta da. Ama amacım eğlenmek değil benim, ciddiyim."
Dakikalardır içinde tuttuğu öfkesi yumruk yaptığı sağ eline hücum ederken, hedefi çoktan belli olmuştu. Mirza'nın suratıyla buluşan yumruğu bile içindeki öfkeyi söndürememişti.
"S**tir git Mirza!"
Bu işi burada bu şekilde kapatmamıştı, fakat daha fazla sakin kalıp bir şeyleri daha dinleyemezdi.
İki büklüm olan Mirza'dan çektiği bakışlarıyla yürümeye devam ederken, kahve hareleri de hızlıca etrafta dolaşmıştı.
Arabanın tam önünde dururken, kardeşinin yere eğdiği bakışlarını kendisine çevirdiğini gördü. Cebinden arabanın anahtarını çıkartarak kilidini açtı.
"Bin ve bekle."
Sadece bunları söylerken, az önceki öfkesine rağmen yürümeye başladı. Buraya geliş amacı az önce zihninden silinse de, şimdi kendisini hatırlatmıştı.
Pastaneye girer girmez, kasanın arkasındaki yaşlı adam gülümsedi. Yavuz'u sevenlerden birisiydi kendisi de.
"Hoş geldin Yavuz'um, nasılsın?"
Adama kafasını selam verircesine sallarken, uzattığı elini selamlaşmak için tuttu.
"Hoş buldum ustam. Sağolasın iyiyim, sen nasılsın? Nasıl gidiyor işler?"
Gülümsemişti adam.
"Sen elini uzattıktan sonra hiç olmadığı kadar iyi gidiyor evlat."
Yüreğine ulaşmıştı yaşlı adamın sözleri.
"Ben bir şey yapmadım, sen emeğinin karşılığını aldın sadece."
İtiraz istemeyen tondaydı sesi. Kahve gözlerini raflara çevirdi. Pastalar yine taze olduğunu, canlı renklerinden bile belli ediyordu. Pembe kremalı olanı işaret etti.
"Kiraz var mı bunda?"
Kafasını salladı kasanın arkasındaki adam.
"Yok oğlum çilekli ve muzlu o."
Dudakları karısını düşünürken kıvrılmak için can atıyordu sanki.
"Tamam, bu olsun."
Pasta kadar pembe olan bir kutuyu eline alan adam, sanki özellikle yapmış gibi bir de üzerine pembe kurdele takmıştı.
Siyah takımıyla ağır ağır yürüyen, aşiret ağası Yavuz Karadağ'ın sırf karısını mutlu etmek için pembe pasta kutusunu taşıyacağını kim tahmin ederdi ki?
Ödemeyi yapıp paketi eline alırken düşündüğü tek şey, bir an önce kokusuyla mayıştığı boyunda soluklanmaktı. Ön koltuğa bıraktığı kutuyla beraber kendi kısmına geçmiş, arabayı çalıştırmıştı. Ve tüm bu zaman boyunca arkada oturan kardeşiyle tek kelime etmemişti.
Çünkü yapacağı konuşma pek iyi olmayacaktı.
~
Evin'den:
Sarma tenceresinin içinden bir tanesini elime alırken, tadına bakmadan kokusuyla bile mest olmuştum sanki. Zümrüt annenin çoğu yemeği gibi sarmaları da oldukça lezzetliydi.
"Acıktıysan koyalım sana, gelmez bizimkiler hemen."
Kafamı salladım. Sadece kokusu canımın çekmesini sağlamıştı.
"Yok acıkmadım Zümrüt anne, kokusuna dayanamadım sadece."
Gülümsedi hafifçe. Mutfaktaki diğer yardımcılar da kalan eksikleri tamamlıyorlardı.
Mutfaktan çıkarken, gözlerim avluya kurulan masaya kaydı. Hava bugün biraz daha güzeldi ve konak halkı olarak bu günü değerlendirmek istemiştik.
Bir eksik olmadığının kanaatine vardığımda konağın kapısı da açılmıştı. Bakışlarım hızlıca içeriye girip, merdivenlere doğru koşan Mihrimah'ı bulurken, hızlı çıkışına bir tepki dahi verememiştim. Hala açık olan kapıdan bir kaç saniye sonra bu sefer de Yavuz girmişti.
Kalbim onu görmemle beraber tatlı tatlı hızlanırken, dudaklarım da kıvrılmıştı.
Her adımı bir diğerinden sert olurken, bakışlarım ağırca elinde tuttuğu pembe kurdeleli kutuyu buldu. Tüm siyahlığına öylesine tezat duruyordu ki.
"Hoş geldin."
Dedim, daha fazla susmayarak. Dudağı yukarıya kıvrıldı.
"Yine hoş buldum."
Dedi, kelime oyunu yapmayı tercih ederek. Yanaklarım yavaş yavaş yanmaya başlarken, hafifçe yerimde sallandım. Üzerimde kutuyla aynı renkte olan bir etek vardı, üstüne ise beyaz bir bluzu tercih etmiştim.
Kutuyu uzattı.
"Ne bu?"
Dedim, dikkatle aldığım kutuyu işaret ederken.
"Sana pasta aldım, mutfağa bırak gel hadi hemen, bekliyorum seni burada."
Yeşillerimi kahvelerinden çekerek, az önce çıktığım mutfağa girdim. Kutuyu açıp içindekini görmeden gitmeye vicdanım el vermemişti sanki. Herkes bir işle uğraşmaya devam ederken, pembe kurdeleyi açarak kutunun kapağını kaldırdım.
En az kutu kadar pembe olan pasta bana gülümserken, üzerindeki pembe kremayla süslenen çileği yaramaz bir çocuk gibi alıp ısırmıştım.
Kapağını yeniden örtüp başımı kaldırdığımda ise kapıya omzunu yaslamış bir halde, bakışlarındaki parıltılarla bana bakan adamı görmüştüm.
Dudaklarımın arasında duran çileği bir türlü yiyemezken, başını hafifçe eğip gülümsedi. Ben ise garip bir şekilde utanç duygusunu tüm bedenimde hissetmeye başlamıştım. Ve asıl komik olan kısımsa, onun bana attığı bakışlarının altında bu yaptığım şeye asla şaşırmamış olup, bunu beklediğini göstermesi olmuştu.
"Kolay gelsin."
Dedi, mutfaktakilere kısa bir bakış atarak. Bende benden uzaklaşan bakışlarıyla yarım kalan çileği yedim.
"Hoş geldin oğlum."
Kafasını salladı.
"Ben karımı kaçırıyorum bir süreliğine."
Bir anda tüm hücrelerime hücum ettiğini hissettiğim ateşle beraber, bir kaç adımda içeriye giren bedeniyle tam önümde durmuş, sıcak parmaklarını heyecandan titreyen elimin üzerine sarmıştı.
Birbirine dolanan adımlarımla arkasından ona yetişmeye çalışırken, göğsüme sertçe vuran kalbim bana hiç yardımcı olmuyordu.
"Yavuz... yanlış anlayacaklar."
Dedim, merdivenlere ulaşmıştık ve bende o sırada arkasında kalmış olmamı fırsat bilerek boşta kalan elimle yüzümü yelliyordum.
Adımları durdu. Ve önüme bakmadığım için sırtına çarptım.
Dudaklarımın arasından firar eden ince sesle, tuttuğu elimle önüne geçirdi beni. Merdivenin ilk basamağını çıkmamla beraber yüzü şimdi daha net görebileceğim yerdeydi.
Koyu harelerindeki parıltılar nefesimin soluk boruma takılmasını sağlayacak kadar güçlüydü.
"Doğruyu anlamalarını sağlamak için, üzerime düşen görevi layığıyla yerine getireceğimden şüphen olmasın güzelliğim."
Boşta duran elini bel boşluğuma uzattığında, bedenimi tamamen kendi bedenine yaslamıştı.
"Tüm gün zihnimdeki hayalinde soluklandım."
Dudaklarını hızlı bir şekilde boynuma bastırdıktan sonra, arkamı dönmemi sağladı. Böyle anlarda dengemi öylesine bozuyordu ki, adımlarım yere bile emin basamıyordu.
Sert göğsünü tam sırtımda hissederken, az önce belimde duran eli şimdi karnımın üzerindeydi.
"Tüm gün senden uzak durmuşken, kimse bu keyfi elimden alamaz fıstığım."
Ensemde hissettiğim sıcak soluklarıyla merdiveni ağır ağır çıkıyordum. Elini hafifçe aşağıya kaydırdı. Dokunuşlarını tam kasıklarımın üzerinde hissederken, karnımda hissettiğim yoğun kasılmayla gözlerimi sıkıca kapatmıştım.
Yıllarca içimde nasıl tutmuşum ben bu garip hisleri.
Daha öncesinde bir adamla sarılmak bile benim için çok büyük anlam ifade ederken, yaşadığım şeylerin üzerimde bıraktığı etkiyi anlatacak doğru kelimelere sahip değildim.
Sanki bir köşeye atıp, üzerine kilit vurduğum o hisler dışarıya çıkmak için Yavuz'un bana gelmesini bekliyordu.
Parmakları biraz daha aşağıya kayacakken, titreyen elimi elinin üzerine sardım. Merdivenden düşmememi sağlayan şey kesinlikle arkamdaki bedeniyken, durmalıydı. En azından odaya kadar.
Güldüğünü hissettim.
Yine saniyeler içinde dağılmış olmam, onun keyfini yerine getiriyordu çünkü.
Odanın önüne gelmemizle beraber geçmem için kenara kaymıştı. Hemen arkamdan kendisi de odaya girerken, ilerlememe fırsat vermeden sıcak avucu yeniden karnıma kapanarak, bedenimi göğsüne çekmiş, oradan da sırtımı örttüğü kapıya yaslamamı sağlamıştı.
Sağımdan ve solumdan beni sarmalayan kollarına şaşırma fırsatı vermeden, dolgun dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı. Hareket etmedi, bir kere öptü ve hafifçe geri çekti kendini.
"Şu dudakların varya..."
Fısıltılı sesi, göğsümün tam ortasına sertçe düşerken, kenarda duran ellerimi nereye koyacağımı bilemedim.
Bir kez daha öptü.
Karnımın içinde bir şeyler pır pır ediyordu.
"Nesin sen, nasıl bir şeysin böyle?"
Heyecandan titreyen bacaklarımla artık ellerimi kollarına koymam gerektiğine karar vermiştim.
Dudaklarını yeniden bastırdı dudaklarıma. Ama bu sefer geri çekilmeden, tam dokunuşlarını tenimde hissederken fısıldadı.
Her bir kelimesi kalbime usul usul sızarken, içimdeki duyguları da harladı.
"Bir insanın dudakları, başka birisine nefes olabilir mi hiç..."
Gözlerim ağırca kapandı.
Benim duyduğum sözler nasıl içime işliyorsa, onun da duymayı hakettiği sözleri içimde tutmak istemiyordum. Dudaklarımı araladım. Ve bu hamlemle dudaklarımın üzerinde hissettiğim sıcak ve aynı zamanda ferah olan solukları, dudaklarımın arasına sızdı.
"Olabiliyormuş..."
Kolundaki parmaklarımı da istem dışı sıkmıştım.
Benim kendisine adım atmam için her defasında cesaretlenmemi sağlıyordu sanki.
Elimin tekini boynuna uzatarak, kendimi ona ulaşmak istercesine hafifçe yukarıya çektiğimde, daha fazla ayrı kalamayacak kadar fena bir haldeydim.
İki dudağımın arasına sızdı dudakları, ihtiyaçla.
Göz göze gelmek bile tüm bedenimi büyük bir heyecanının içine atarken, şimdi hissettiğim dokunuşlarına meftun olmamak imkansızdı.
O'na karşı yeniliyordum. Bu ortadaydı.
Fakat bundan pişman değildim.
Belki de bu hayattaki tek güzel mağlubiyetimdi...
Belimdeki elleri beni kucağına alırken, sırtımın birazdan yatakla buluşacağını da biliyordum.
Öyle de oldu, kırdığı dizini yatağın üzerine yaslarken, bedenim sert bir şekilde yatakla buluşmasın, canım acımasın diye, iki eliyle sıkı sıkıya sarmaladığı beni ağırca bıraktı.
Dudakları dudaklarımdan koparken tam çeneme ıslak bir öpücük bırakmıştı.
Derin bir nefes aldım anın yoğunluğuyla.
"Evde birisinin beni beklediğini bilmek, bu zamana kadar yaşadığım bir çok şeyden çok daha güzelmiş..."
Dudakları hala biraz uzağımdayken, kahve gözlerini ağırca gözlerime kaldırdı. Kara bakışlarına oturan şehvet, damarlarımda akan kanı yakıyordu.
"Ama o bekleyen kişinin sen olması... tüm olay senmişsin. Gecemde, gündüzümde benim gözüm hep seni görmek istiyormuş. Yıllardır boş duran kalbim asıl sahibini bekliyormuş meğer."
Ona dokunmak için uyuşan ellerimi kaldırırken parmak uçlarımı usulca çenesinden başlayarak yüzüne çıkardım.
Onu, kendi isteğimle ilk öptüğüm an yaşadığı çocuksu heyecan düşmüştü gözümün önüne. Dudaklarım kıvrıldı.
İlk karşılaştığımız an bakışlarından çekinip, cevap verirken içimdeki korkunun baş gösterdiği bu adam, şimdi karşımda kalbimi titreten sözlerini çekinmeden söylüyordu.
Baş parmağım gözünün kenarındaki o küçük ize dokunurken, dudaklarımı araladım. Aldığım uzun soluklar yüzünden dilim damağım kurumuştu.
"Sen böyle konuşunca kalbimde bir şeyler oluyor sanki..."
Bakışları kısıldı, dudakları aralandı. Gözlerimin içine bakarken, kalbime bir darbeyi de sıcacık gülümseyerek bıraktı. Yeşillerimi utançla kapatırken, sıcak dudaklarımı son olarak tam kalbimin üzerine bastırmış ardından da kafasını göğsüme koyarak, ellerini belime sarmıştı.
Vücudunun sadece yarısını üzerimde hissediyordum.
Az önceki atmosfer bir anda kendisini başka bir şeye bırakırken, tek elim sırtına, diğeri de koyu saç tutamlarına ulaşmıştı.
"Canın sıkkın."
Dedim, emin olarak. Cevap verecek miydi bilmiyordum. Kafasını salladı ilk olarak, konuşmak için doğru kelimeleri arıyor gibiydi.
Rahatça konuşması için parmaklarımı saçlarının arasında gezdirmeye devam ettim.
"Çarşıda Mihrimah'la, Mirza'yı gördüm."
İstem dışı parmaklarım hareket etmeyi keserken, normal bir ses tonuyla sordum.
"Arkadaş sayılırlar, normal değil mi?"
Homurdandı ve kafasını ağırca göğsümden kaldırarak yerinden kalktı. Yatağın ortasında kalan bedenimi bende doğrulturken, kafasını bana çevirdi.
"Şerefsiz puştu, sokağın ortasında kardeşimi öperken gördüm Evin. Kardeşim dediğim adam bugün kardeşimi, hiç masum olmayan bir şekilde öptü. Üstüne haklıymış gibi sözleriyle de kendini destekledi."
Şaşkınlıkla açılan gözlerimle yüzüne bakıyordum. Eve girdikleri anda Mihrimah'ın koşarak odasına çıkma sebebi şimdi anlaşılıyordu. Bir şeyler söylemek istedim ama şu an doğru kelimeleri bulabilir miydim emin değildim.
"Ama kardeşi değil sonuçta Mirza'nın, çok fazla tepk..."
Sakinleşmek için odanın içinde dolaşan gözleri ani bir şekilde yeşillerimi bulurken, cümlemi yarım bırakmıştım.
"Ben bir Mihrimah'a bakayım en iyisi."
Yataktan inerken, gülümsemeye çalışan halime havaya kalkan kaşlarıyla karşılık verdi. Şu anki düşüncelerine karşılık yapacağım hiç bir yorum mantıklı değildi muhtemelen.
"Bak bakalım sen bir Mihrimah'a. Söyle gözüm üstünde ikisinin de."
Yatağın kenarından yürüyerek tam önünde durduğumda kafamı salladım. Ayağa kalktı, ve daha ben yanından uzaklaşamadan, iri avucunu kalçamla baldırım arasında kalan kısma hafifçe vurdu.
Gözlerim hızlıca arkamdaki bedenini bulurken, o gülümseyerek üzerindeki siyah gömleğinin düğmelerini açıyordu. Karşısındaki aynaya kaldırdı bakışlarını, ve gözlerimiz kesişti.
"Benim karım yine bir şeyler biliyor gibi hissediyorum."
Az önceki kalbimi hoplatan temasına kızamazken, söylediği sözlerden kaçarcasına yeniden arkamı dönüp hızlı adımlarla kendimi dışarı atmıştım.
Baştan ayağa tüm bedenim cayır cayır yanarken, titreyen ellerimi zorlukla suratıma kapattım. Kendimi her defasında kaybediyordum ve ek olarak bu durumdan şikayetçi de değildim.
"Sakin ol, bir şey yok, sakin..."
Hızlı hızlı salladığım ellerimle yüzüme hava yaparken, saçlarımı geriye doğru iteledim. Ardından da Mihrimah'ın odasına doğru yürümeye başladım.
Emindim ki odasının içinde telaşlı telaşlı dolaşıyordu. Kapısını bir defa tıklattıktan sonra, tuttuğum kulpu aşağı indirerek açtım.
Benim açtığım kapıyla beraber odanın içinde yürüyen bedeni hızlıca bana dönmüş, gözleri yüzümü bulmuştu.
"Yenge?"
Dedi, ses tonu da telaşını ele verirken. İçeriye girip kapıyı arkamdan kapattım.
"Mihrimah, ne oldu, iyi misin?"
Bir süre yüzüme baktı, Yavuz'dan olayı öğrendiğimi anlamış olacak ki, aldığı derin soluklarıyla yatağın üzerine oturarak benim de oturmam için yanına iki defa hafifçe vurdu.
"Öptü, beni sokağın ortasında öptü. Aylardır bana pas vermeyen, yeşil ışık yakmayan adam, bugün beni öptü! Hemde abimin önünde!"
Avuç içini alnına vurduğunda gözlerini da sıkıca kapatmıştı.
"Şimdi ne olacak, nasıl gidecek bilmiyorum... hiç bir şeyi bilmiyorum."
Elimi uzatarak elini tuttum. Gözleri de eş zamanlı olarak yüzümü buldu.
"Bak yaşandı ve bitti, şimdi saatlerce düşünmen o anı değiştirmeyecek. Bundan sonrası için bir şeyler yapmamız lazım."
Kafasını salladı hızlıca. Ağladı ağlayacaktı, gözleri dolu doluydu.
"Sen emin misin bu adamdan?"
Dedim, kendimden emin bir tonla. Durdu. Gözlerini kapatıp açtı bir kaç defa. Çekindiği için sustuğunu düşünür oldum başta ama bundan çekinmeyeceğini bilecek kadar tanımıştım kendisini. Bir şeyler düşünüyor olmalıydı. Bekledim. Yeteri kadar stresliydi zaten, birde ben onu sıkamazdım.
"Abim kavga etti onunla..."
Kaşlarım çatıldı.
"Geri adım atar sandım, atmadı. Ne gördüysen o iması yaptı abime."
Hafifçe gülümsedim. En azından artık Mirza'nın emin olduğunu biliyorduk.
"Peki sen?"
Dedim yeniden. Gözlerini gözlerime çevirdi. Sağ gözünden akıp giden bir damla usulca yanağına süzülmüştü.
Hüzünlüydü ama aynı zamanda mutlu da duruyordu.
"İstiyorum. İstiyorum ama abimin bakışlarından sonra neyin doğru olduğuna emin olamıyorum. Bana çok soğuk baktı ve ben ilk defa onun bu bakışlarına maruz kaldım yenge. Çok zoruma... gitti. Hala içim sızlıyor."
Son sözleri boğuk bir fısıltıdan ibaret olurken, titreyen dudaklarının arasından bir kaç hıçkırıkta firar etmişti. Kollarımı açtım, hemen sarıldı.
"Şu anda Yavuz sinirli, görebiliyorum. Ama emin ol zamanla bu fikre sıcak bakacak, hem abin o senin. Seni üzecek ya da kıracak bir şey yapmaz, ve abi olarak birazcık kızmakta haklı."
Omzumdaki başını kaldırmadan gözlerini bana çevirdi.
"Öyle mi dersin?"
Sorusuyla gülümsedim. Yavuz şu anda bile kardeşinin arkasında dimdik duruyordu, bunu biliyordum.
"Öyle ya. Sil hadi yaşlarını. Bir şeyler yapman gerekiyor, ve bu bir şeylere abinin gönlünü almaktan başlamalısın bence."
Burnunu çekti sertçe, daha çok gülümsedim. Küçük bir çocuk gibi ıslanan kirpikleri kıvır kıvırdı.
"Konuşmaz ki benimle."
Yerimden kalktım yavaşça.
"Belki birazcık, ama sana tavırlı kalamaz biliyoruz. Hadi şimdi elini yüzünü güzelce yıka ve hazır bir halde yemeğe in. Sofra neredeyse hazır."
Kafasını salladı. Odadan tam çıkmak üzereyken yeniden sesini duydum. Kapının kulpundaki elim duraksadı.
"Yenge?"
Bakışlarım omzumun üzerinden yüzünü bulduğunda, ufacıkta olsa dudaklarına yerleşen tebessümü görmüştüm.
"Sağ ol, iyi ki varsın."
İçim mutlulukla dolmuştu sanki. Suratımdaki tebessümle beraber odadan ayrıldığımda, hedefimdeki yer mutfaktı. Emindim ki son eksikler de tamamlanmıştı.
İndiğim merdivenlerle beraber gözlerim avludaki masada dolaşırken, mutfaktan Zümrüt anne çıkmıştı. Başındaki yazmayı düzeltirken, o da bir kez masayı kontrol etti.
"Masa harika gözüküyor."
Gözlerim duyduğum sesle arkaya dönerken, Yavuz'u gördüm. Üzerini değiştirmiş, lacivert ince bir kazak giyinmişti. Zümrüt anne gülümsedi, ardından da eliyle yemekleri işaret etti.
"Tabi harika gözükecek, sevgiyle yapıldı onlar."
Yanıma gelen bedeniyle gözlerimi yüzüne çıkardım. Alttan alttan gülüyordu.
"Bize de sevgiyle yemek düşer o zaman."
Elini belime uzattı, telaşla elini ittirme çabalarım sonuçsuz kalırken, dudaklarını şakağıma bastırarak kendisi geri çekilmişti.
Utançtan kızaran yanaklarımla bakışlarımı kaçırırken, aynı beni öptüğü gibi bir de annesini öptü, ve sarılarak yaşlı kadını göğsüne çekti.
"Abilerin en yakışıklısı, bana yok mu?"
Tüm dikkatim Mihrimah'ın sesiyle dağılırken, bu kadar hızlı bir şekilde rolüne bürünmesine şaşırmıştım. Bakışlarım Yavuz'u buldu. Zümrüt annenin başı Yavuz'un göğsünde olduğu için suratındaki ifadeyi yakalayamamıştı.
Kaşlarını çatarken yavaşça gözlerini de kısmıştı. Koyu harelerinin içindeki öfke kendisini fazlasıyla belli ediyordu ve ben tepkisini kestirmediğim için fazlasıyla tedirgindim.
"Yok."
Dedi, soğuk olan ses tonuyla. Zümrüt anne kafasını Yavuz'un göğsünden kaldırdı ve duyduğu ses tonundan olsa gerek gözlerini oğluna çevirmişti.
"Yavuz?"
Soru sorarcasına söylemişti ismini. Bir şeyler olduğunu annelik iç güdüsünden kaynaklı, hemen anlamış olmalıydı. Bakışları oğlu ve kızı arasında gidip gelirken, araya girmem gerektiğini hissederek hemen öne atıldım. Umarım arada kalmazdım.
"Az önce beni de kandırdılar böyle, şakalaşıyorlar Zümrüt anne."
Dedim, yaşlı kadını rahatlatmak adına. Gözleri beni buldu, emin olmak istiyorcasına bakıyordu. Kafamı salladım, doğruluğunu kanıtlamak isteyerek.
Onun kızına kayan bakışlarıyla beraber bu sefer hızlıca karşımdaki alev alev yanan kahvelere çevirmiştim yeşillerimi. Kaşlarımı çattım aynı onun gibi, ardından annesini işaret ettim. Sessiz bir uyarıydı bu, kimseye bir şey belli etmemeliydi.
"Öyle mi?"
Zümrüt anne dik dik yeniden ikisine bakarken, kaşlarımı bir kez daha sertçe çattım. Gözleri bana dönen Yavuz bir süre tepkisiz kalırken, kafasını salladı ağırca.
"Öyle."
Dedi, umursamaz bir şekilde. Zümrüt anne inanmış mıydı bilmiyordum ama üstelemedi, en azından şimdilik. Onun geriye çekilmesiyle Mihrimah yine yerinde duramamış, az önce sarılamadığı için koşarak yanına gittiği Yavuz'a sarılmıştı.
Koyu hareleri kısılan adamla ne yapacağımı bilemezken, Mihrimah gülümsemeye başladı.
"Yengeciğim, gelsene sende buraya."
Adımlarım sözlerini sorgulamadan onlara doğru ilerlerken, Yavuz'a attığım kısık bakışlarla bende göğsüne sindim. Annesinin bizden ayrılan ilgisiyle de sessiz bir şekilde fısıldamıştım.
"Yavuz, annen anlayacak!"
Elini belime çıkardığında hala Mihrimah'a bakmadığını farkettim. Tüm bedeni kasılmıştı.
"Anlasın!"
Dedi, aynı benim gibi kısık bir tonlamayla. Mihrimah'ın da kendisini duyduğunu bildiği için de özellikle üzerine bastıra bastıra ekledi.
"Sonuçta yedikleri haltı bana sormadılar."
Tek elim göğsündeyken, belinin yanında duran elimi sırtına çıkarmıştım ağırca.
"Şiştt."
Bu konuyu şimdilik kapatsa çok iyi olurdu.
"Abi bak ön..."
Bende olan kahveleri Mihrimah'ın kendisi gibi kahve olan gözlerini bulduğunda, burnundan sert bir soluk vermiş ardından dudaklarını yeniden aralamıştı.
"Kalbini kıracağım Mihrimah, sus. Şimdi hiç bir detayı duymak istemiyorum, gördüklerim bana yetti."
Bir adım geriye gitmesiyle beraber göğsüne yaslı duran bende onunla birlikte geriye gitmiştim. Şimdi bir adım uzağımızda duruyordu Mihrimah.
İçim sızladı onun ağladı ağlayacak halde duran bakışlarına.
"Yavuz d..."
Konuşmama müsaade etmeyerek bana da susmamı söyledi. Bakışlarım üzgünce Mihrimah'ı bulduğunda önemli değil gibisinden omuzlarını sallamış, ardından da sakince masadaki yerine oturmuştu.
Kısa sürede de diğerleri gelmeye başlamıştı.
"İyi akşamlar herkese."
Merdivenleri inen Boran'a kaydı gözlerim, tebessüm ederek karşılık verdim.
"Niye sessiz bugün konak?"
Bir cevap veremedim. Çünkü Yavuz'la Mihrimah'ın arasındaki gerginlik ele avuca gelecek şekildeydi.
"Yorucu bir gün oldu sanırım herkes için."
Dedim. Kafasını salladı belli belirsiz.
"Bende yoruldum, abim acımadı bugün şirkette."
Gözlerim yanımdaki Yavuz'a kaydı, onun da gözleri beni buldu.
"Öyle mi?"
Kinayeli sesimle Boran kahkaha attı. Abisini işaret etti.
"Kahve molası bile verdirmeyecek yakında bana kocan yenge, çok üzüyor beni."
Kocan kelimesi dudaklarımın kıvrılmasını sağlamıştı.
Kocamdı değil mi...
Gülmemek için ellerimi yanaklarıma yaslarken, varla yok arasında mırıldandım kendi kendime.
"Afiyet olsun çocuklar."
Mümtaz Ağa masadaki baş köşeye yerine oturduğunda, Zümrüt anne de yerine yerleşmiş, yemekler servis edilmeye başlamıştı.
Tabağımdaki yemeği yerken tam ağzımın dibine sokulan çatalla beraber tabakta olan gözlerim kalkmış, çatalı tutan eli takip ederek onun yüzünü bulmuştu.
"Sen seversin, al."
Dedi, çatalın ucundaki içli köfteyi işaret ederek. Severdim.
Dudaklarımı aralayıp bir ısırık aldım. Yuttuğum lokmayla ikinci defa ısırmam konusunda çatalı bir kez daha uzattı. Ailesinin gözünün önünde olmamız kendisini zerre ilgilendirmiyordu.
"Hafta sonudur Akif'lerin kınası oğul?"
Yavuz'un gözleri babasını buldu. Kafasını salladı.
"Evet, hafta sonu. Düğünde pazartesi."
İstemeye gittiğimiz akşam aklıma düştü, nasıl heyecanlıydı ikiside.
"Yarın alışverişe gideriz o zaman yenge."
Gözlerim Mihrimah'a kayarken benden önce ona cevap veren Yavuz olmuştu.
"Yarın işimiz var bizim, olmaz."
Tüm bakışların kendisine dönmesini umursamadan yemeğine yeniden dönmüştü. Mihrimah üstelemezken, ne konuşmam gerektiğini bende bilememiştim. Özellikle Yavuz'un sözleri fazla dikkat çekmesini sağlıyordu.
Tüm yemek bu şekilde gergin bir şekilde geçmiş, ardından da herkes evin içinde bir yerlere dağılmıştı.
Yavuz'un çalışma odasındaki işinin hemen bitmeyeceğini bilerek, kendimi evin terasına atmaya karar vermiştim. Çıkar çıkmaz yüzüme vuran temiz havayla gözlerimi kapatıp açarken, aynı benim gibi terasta oturan bir başka bedeni görmüştüm.
"Hadi iki kahve istede, baba kız karşılıklı içelim kızım."
Duvardaki ışıklar ve ayın parlaklığı terasın içinin aydınlık olması için yeterliydi. Gülümseyerek kafamı salladım ve ardından mutfağa seslenerek yeniden terasa çıktım. Koltuğa, yanına oturdum.
Bu eve geldiğimden beri belki de en az diyaloğa girdiğim kişi Mümtaz Ağa'ydı.
"Nasılsın, var mı bir sorunun sıkıntın?"
Gözlerim yüzünü bulduğunda hayır dercesine kafamı salladım.
"Çok şükür iyiyim, her şey yolunda."
Tebessüm etti.
"Bizim hayta üzmüyor değil mi seni, üzerse söyle çekeyim kulaklarını."
Gülümsedim. Yavuz'un ne kadar dikkatli davrandığını bilse muhtemelen böyle bir şey sormazdı. Yüzündeki gülümseme küçülürken, şimdi bakışları biraz daha ciddi bakıyordu.
"Ailemizden bir parçasın sende, benim de kızımsın. Canını sıkan bir şey olduğunda çekinmeden, benimle paylaş, sakın unutma arkanda her zaman duran bir baban vardı, şimdi bir tane daha oldu."
Gözlerimin heyecanla parladığından emindim. Basit görünen sözlerdi belki de ama benim için anlamları, ifade ettiği şeyler çok büyüktü.
Anne demek çok zor gelmişken başta artık, dudaklarımın arasından yeni bir heyecanla çıkıp gidiyordu. Ve şimdi bunun yanına bir de baba eklenmişti. Babamın küçükken bana söylediği sözleri anımsadım.
Bu prensesin babası, her zaman arkasında. Asla korkmasın.
Yıllar sonra aynısını duymuş olmak mıydı duygulanmamı sağlayan, yoksa yaşadığım hisler miydi bilemedim.
Sakın unutma arkanda her zaman duran bir baban vardı, şimdi bir tane daha oldu.
Unuttuğumu hissettiğim baba sevgisiyle, hasretle sarılmak istedim karşımdaki adama. Garip bir ikilemdi sanki.
Kollarını açtı buna ihtiyacımın olduğunu hissederek. Ellerim hemen kendisine sarıldığımda gözlerim dolmuştu.
Tek eli saçlarımın üzerindeyken, aynı babam gibi hafifçe okşamıştı. Bir damla yaş gözümden akıp giderken, konuşmaya başlamıştı.
"Sen ne kadar mutlu olursan babanla annende o kadar mutlu olur kızım. Bilesin onlar seni bize emanet etti, bizde oğlumuza. Her zaman yanınızdayız, ne olursa olsun."
Kafamı omzundan kaldırırken, yüzümdeki yaşları hızlıca silmiştim.
"Biliyorum."
Dedim, titreyen sesimle.
"Ben her şey için teşekkür ederim. Yanımda olduğunuzu biliyorum, çok çok mutluyum..."
Cümlemi tamamlamadan önce ufak bir es bırakmıştım. Gözlerimi kapatıp açtığımda, karşımdaki gözlerdeki baba şefkati tüm hücrelerime dağılmıştı.
"Sağ ol... baba."
1 kelime, 4 harf, 2 hece...
Ama içine sığdırdığı anlam kendisinden çok çok büyük. Tek bir konuşmayla zihnimdeki binlerce anının ışığını yakmıştı sanki.
Kahvelerimiz geldi o sırada. Getiren kıza da teşekkür ettikten sonra, elimdeki bardakla gözlerimi karşıdaki manzaraya çevirmiştim.
"Bizimkiler neden kavga etti, biliyor musun bakayım?"
Biraz meraklı çıkmıştı ses tonu. İstemsizce gülümsedim. Hafif göbeği ve oğulları gibi çatık olan kaşlarıyla dışarıdan her ne kadar sert görünüyorsa, gerçekte bir o kadar sevecendi. Geçen zamanda bunu da öğrenmiştim.
Yalan konuşmak istemiyordum ama doğruyu da söyleyemezdim. Gülümsedi.
"Anladım aranızda."
Kahvesinden bir yudum içti ve bardağı önümüzdeki küçük sehpanın üzerine bıraktı.
"Küçükken de aralarında kavga ederler saklarlardı, alışkınız."
Gülümsedim. Eskilerden bahsedeceğini anlamıştım.
"Sana Yavuz'un küçükken babanla tanıştığını söylemiştim, hatırladın mı?"
Kafamı salladım hemen heyecanla. Emindim ki babam da onu sevmişti. Mümtaz baba gülümsedi.
"O gün baban senden bahsetmişti, prensesim diyordu sana. Bizim oğlan merak etti tabi. Baban yanımızdan ayrıldı sorup duruyor, bende tanışırsınız oğlum demiştim."
Dudaklarımın arasından bir kaç kıkırtı çıkmıştı. Devam etti.
"Babasının küçük prensesi, şimdi kendi prensesi oldu."
Omuzlarım gülüşümle titrerken, karşımdaki adamda ağız dolusu bir kahkaha atmıştı. Kahvelerimiz bitene kadar süren sohbetimiz yan yana terastan çıkmamızla son bulmuştu.
"Hadi Allah rahatlık versin kızım."
"Sana da, baba."
Elimdeki kahve bardakları ile hızlıca mutfağa inerek, kirlileri sudan geçirip makineye dizdim. Elimi kurulayıp mutfaktan çıkmak için arkamı dönmüşken gözlerim masanın üzerindeki pasta kutusuna kaydı. Karnım tıka basa doluydu ama her şeye rağmen bu pastadan yemeliydim. Küçük bir tabak ve bıçakla, çatal alarak masaya oturdum. Ardından ince sayılacak bir dilim keserek tabağı önüme çektim. Özellikle beni düşünerek aldığı pastayla bile mideme sert bir yumruk yemiş gibi kasılıyordu bedenim. Üzerimdeki etkisi çok büyüktü ve git gidede büyüyordu.
Çatalıma aldığım 3. dilimi de keyifle yerken mutfağın kapısındaki hareketlilikle başımı kaldırdım.
Esmer bedeni bir anda kocaman mutfağı küçültmüştü sanki. Kalbim teklerken, derin bir nefes alarak ağzımın biraz uzağında duran çataldaki pastayı yedim.
Gözlerindeki bakışları artık biliyordum, beni ağına düşürmesine izin vermeyecektim. Bakışlarını benden çekmeden dolaba ilerledi ve dışı soğuktan buğulanmış olan sürahiyi eline alarak mutfağın tam ortasındaki ayrı tezgahın önünde durup, bardağına suyu doldurdu. Sanki özellikle yavaş hareket ediyordu.
Aynı bakışlarının altında bardağı dudaklarına götürüp içtiğinde gözüm hareket eden adem elmasına takıldı. Buz gibi suyu içmişti, şu anda ben yanıyordum. Yeşil gözlerim şaşkınlıkla kısılırken, kendime telkinlerde bulunarak tabağıma döndüm.
Adım seslerini duyarken de kendisine bakmamıştım. Masanın ucunda oturduğum için çaprazımda kalan sandalyeyi çektiğinde, yere sürten ahşap sesi yankılandı.
Oturduğunda ise o aşinası olduğum kokusu, burnumdan sızarak tüm ciğerlerime istila etti.
Kafamı kaldırdım. Arkasına yaslanarak, yayvan bir şekilde oturmuştu. Tek eli dizinin üstünde teki de masanın üzerinde, parmaklarıyla ritim tutuyordu.
Çatalı düşürmekten korkarcasına tutarken, istemsizce salladığım ayağım bacağına çarptı, ama sanki elektrik çarpmış gibi tüm bedenimin titrediğini farkettim. Neden sessiz kaldığımızı da bilmiyordum.
"Şey..."
Dedim, saçma bir girişte bulunarak. Suratım buruştu. Ama sonrasında yüzümdeki bakışlarını hatırlayarak ifademi düzelttim.
"Ney?"
Gözleri elimdeki çataldan başlayarak önce boynumu, sonrada çenemden dudaklarımı bulmuştu.
Ne diyeceksin Evin?
Bilmiyorum.
Konuşmayı unutmuş gibi ağzımı açıp kapatırken, gözlerimi gözlerinden kaçırdım.
"Pasta. Pasta ister misin?"
Hızlıca yerimden kalktım, isterim diyeceğinden emin olarak. Kafasını salladı aşağı yukarı doğru. Sandalyeyle masanın arasından geçecekken bileğime sarılan parmaklarıyla bir yere gidemeyerek olduğum yerde kalmıştım. Ve bu kalışımla hissettiğim yoğunluk az önceki kasılmalardan daha büyüktü.
Kısık gözleri tam gözlerime bakarken, bileğimdeki eliyle beni masayla arasına çekti. Bedenim kucağına düşerken, sırtımın arkasında masaya uzattığı kolunun varlığını hissettim.
Bileğimdeki elini çekerek boynuma uzattı. Sıcak parmakları tenimi yakarken, enseme usul usul kaymıştı.
"Zahmet etme."
Şu an birisi mutfağa girebilirdi.
"Etmem, bırak alayım tabağı. Mutfaktayız."
Telaşlı konuşmamla gözleri yeniden dudaklarıma düşmüştü. Bir tepki vermedi, tabağın üzerine bıraktığım çatalı eline aldı. Ensemden ayrılan parmaklarıyla dikkatimi az da olsa toparlarken ne yapmaya çalıştığını anlamak istercesine onu izliyordum.
Pastanın üzerindeki pembe kremanın bir kısmını çatalın ucuyla sıyırdı. Havaya kalkan eliyle beraber benim de gözlerim hamlesini takip etmek istercesine elini uzattığı yere kaymıştı.
Alt dudağımda soğuk metali hissederken, tüm kremanın artık dudağımda olduğunu anlamıştım. Refleksle yalayacak gibi oldum, ama beni durdurdu.
"Şiştt, ilk ben."
Hayır... hayır... ha-
Alt dudağım onun dudaklarının arasında kaybolduğunda, göz kapaklarım kendiliğinden kapanmıştı. Ellerim omuzlarını buldu.
Bundan sonra pasta yediğim her an, aklıma bu saniyeler gelecekti.
Ensemden sıkı sıkıya tuttuğu bedenimi kendine biraz daha çekti. Saniyeler öncesinde mutfağa birisinin gireceğinden korkarken şimdi kendimi kaybediyordum. Pastanın tadını sanki az önce alamamıştım, ve asıl şimdi alıyordum. Onun soluklarıyla soluklanırken, tatlı kremanın tadını bir daha unutamayacak kadar zihnime kazıyordum.
Dişleriyle tenime bir ısırık bırakarak geriye çekildiğinde, alınlarımız birbirine yaslıydı.
"Her gün pasta yiyeceğim artık."
Nefesim kesilecek gibi hissediyordum.
İşaret ve orta parmağı saçlarımı geriye iterken, tam gözlerimin içine bakarak dudağını yaladı. Dokunuşunu kendi bedenimde hissetmiş gibi gözlerim kocaman açıldığında nerede olduğumuzu hatırladım yeniden.
"Mutfaktayız!"
Kucağından kalkmak istediğimde izin vermedi, tutuşu sıkılaştı.
"Nerede olduğumuz ya da olacağımız önemli değil."
İçmeden sarhoş olmuş gibi davranıyordu.
Yeniden konuşmak isterken, az önce kendisine yaptığı şeyi yaklaşarak bana da yaptı.
Gözlerim kocaman açılırken, nefesim kesilmişti.
Sıcak dili hızlı ama yavaş bir şekilde dudaklarımın üzerine izini bıraktığında, elimin altındaki tenini istemsizce sıkmıştım.
"Tam alamamışım, biraz daha kalmıştı."
Yutkundum.
Heyecandan hızlanan nefesimle göğsüm hiddetle inip kalkıyordu, ve her hamlesinde onun tenine kendi canımı acıtmıyormuş gibi biraz daha baskı uyguluyordu.
"Dur..."
Çatlayan sesim gülümsetti onu. Nefesini tam boyun boşluğuma bıraktığında, yanağıma sürttüğü burnuyla karşılık verdi.
"Neden, heyecanlanıyor musun?"
Sözlerini duydum ama anlamam zamanımı almıştı. Çünkü tam kulaklarımda attığını hissettiğim nabzım, algılarımı kapattırmıştı bana.
Dudaklarımı araladım, fakat konuşmamı beklemeden baş parmağıyla alt dudağıma ufak bir baskıyla dokundu.
"Biri... görecek."
Cıkladı. Yüzümün her bir noktasında hissediyordum soluklarını.
"Herkes odasına çekildi."
Göz kapaklarım kapanırken, kafamı istemsizce yana yatırmıştım hissettiğim parmaklarıyla. Kontrol artık tamamen ondaydı. Ve benimle yine oynamaktan keyif alıyordu.
"Kalk."
Dedim, sanki bana ait olmayan bir ses tonuyla. Tek kaşı havaya kalktı, neden diye merak etmişti sanırım. Sabırsız bir şekilde gözlerimi açarken, benim de en az onun kadar yoğun baktığımdan emindim.
Bu adam bizi yoldan çıkarttı Evin...
Haklıydı.
Resmen arsızlaşıyordum.
"Odaya geçmeliyiz!"
Dudaklarımın arasından bir tehdit gibi dökülmüştü kelimeler.
Ben ona bayık bayık bakarken, kıvrılan dudaklarını görmek sebebini bilmediğim bir şekilde sinirlendirmişti beni.
"Neden uykun mu geldi?"
Ciddi miydi? Bir süre yüzüne baktım ciddi olup olmadığını anlamak istercesine, aklınca benimle eğleniyordu.
Daha öncesinde içimde bu kadar net bir şekilde hissetmediğim kadınlık iç güdüleri şimdi ayaklanmış, benim hareketlerime yön veriyordu.
Aynı onun gibi dudaklarımın kıvrılmasına izin verdim. Bir kaç saat sonra bu anları hatırlarken utançtan yerin dibine gireceğimi bilmeme rağmen, durmadım.
Omzuna yerleştirdiğim elimi ensesine kaydırırken, tenine dokunduğum an bedeninin nasıl titreyip, kasıldığını hissediyordum.
Parmak uçlarım teninde hafif hafif gezinirken, gözlerini kapatarak, başını geriye eğdi. Boynu ortaya çıkmıştı.
Gülümsemem biraz daha büyüdü.
Yaklaştım, aynı kendisinin bana yaptığı gibi onun da benim soluklarımı hissedeceği kadar, yakınlaştım. Dudaklarımın arasından çıkan kelimelerle nefesim şimdi tam boynuna çarpıyordu.
"Evet, uykum geldi. Senin gelmedi mi?"
Göz kapakları bir anda açılırken, iyice siyaha dönen kahveleri yeşillerimi esir aldı. Kendisi benim kadar sabırlı olamamıştı.
Hızlıca yerinden kalktı, kalkarken beni de kucağına almıştı.
"Odaya çıkalım, gör bakalım uyutuyor muyum?"
Ellerimi omzuna koyarak, kafamı salladım.
"Aaaa, ne münasebet. Çok yorgunum bir kere ben."
Omzuna yaslanırken, mırıldandığım sözlerle bu sefer onun da gülüşü büyümüştü. Fakat gülümsemsinin içindeki tını, tehlike çanlarını çoktan çalmaya başlamıştı.
"Asıl yorgunluğu birazdan göreceksin."
~
Mihrimah'tan:
Saat 12'yi geçerken, ben artık dayanamayarak saatlerdir bakıştığım telefonu elime almıştım.
Ben arabaya geçtikten sonra o sokak ortasında ne konuştular bilmiyordum ve korkuyordum.
Tüm akşam boyunca abimin bakışları bir kez bile beni bulmamıştı, gözlerim yeniden dolmak üzereyken düşünmeden ekrandaki parmaklarımı oynatmaya başladım.
Hadi ben korkularımla yüzleştiğim için bir şeyler yazıp, arayamamıştım, peki ya o?
Yazdığım mesajı kısaca okuduktan sonra gönder tuşuna bastığımda saniyeler içinde göreceğinden de emindim.
Amacın ilk adımı benim atmamı beklemek mi?
Daha 20 saniye geçmiştik ki, mesajım iki tik oldu. Yazıyor ibresi ekrana düştüğünde, aynı zamanda ağlamak isteyen tarafımla savaşıyordum.
Müsait olamazsın diye düşündüğüm için yazmadım. Ama madem sen yazdın müsaitsin sanırım?
Müsaittim müsait olmasına.
Saat 1'e geliyor. Müsaitim.
Gergindim. Sebebi ise bariz bir şekilde ortadaydı... Ciddi bir ilişki düşünmediği aşikardı.
Bir sorun oldu mu?
Durdum biraz. Abimin soğuk bakışları benim için en büyük sorundu.
Yaptığın şey çok saçmaydı.
Düşünmeden gönderdim mesajı. Bana hissettirdiği şeyleri görmeliydi.
Saçmaydı derken?
Evet saçmaydı. Sen ne hissettiğini bile belki daha bilmiyorsun Mirza. İşleri nereye sürdüğünün farkında mısın bilmiyorum ama abimin yanında söylediğin sözleri mecburiyetten söylediğini biliyorum.
Bilmiyordum. Ve böyle olacak olmasından da deli gibi korkuyordum. En azından bana neler düşündürttüğünün farkına varmalıydı. Uzun uzun yazıyordu anlaşılan. Korkarak ekrana bakarken, mesajı düştü.
Böyle düşünmene ben sebep oldum farkındayım. Ama işler sandığın gibi değil Mihri. Orada seni öperken zaten ben her şeyi göze aldım. Abini de kandıracak değilim. Kendisiyle konuşmadan önce bizi görmüş olması kötü oldu ama yine de pişmanlık duymuyorum. Yine olsam, yine öperdim.
Öper miydi?
Mideme yumruk yemiş gibi hissederken, neden sırıtmaya başladığımı bile bilmiyordum. Saniyeler içerisinde duygularım değişmişti sanki.
Mecbur kaldığın için değildi yani o sözlerin?
Belki de onun genelde kaçıyor olmasına alıştığım için böylesine garip geliyordu her şey bana.
Değildi.
İyi sevindim.
Muhtemelen verdiğim tepkiye surat buluşturmuştu. Bu zamana kadar peşinde koşan ben olmuştum, şimdi her şey değişmişti. Birazcıkta o koşsa hiç fena olmazdı.
Gerçekten mi Mihrimah?
Kafamı görecekmiş gibi sallarken, yeniden klavyenin üzerinde gezinmeye başlamıştım.
Şu anki en büyük sorunumuz abimin öfkesi. Bir şeyler yapmak zorundayız. Kendisini kandırmış gibi olduk, soğuk tavırlarına alışkın değilim.
Mesaj yazmasını beklerken çevrimdışı olmasıyla hissettiğim şaşkınlık duygusu, ekrana düşen aramasıyla kaybolmuştu. Titreyen ellerimle ekrana bastım, ve karşıdan onun sesini duydum.
"Mihri?"
Sanırım bana bundan sonra sadece Mihri demeliydi. Dudaklarımın arasından belli belirsiz bir hı nidası dökülürken, yeniden konuştu.
"Abin kızmakta haklıydı, gördüğü manzara pek hoş değildi doğrusu. Ama merak etme kendisiyle konuşacağım zaten ben. Sıkıntı yapma kendine."
Kafamı salladım.
"Biz şimdi neyiz seninle?"
Soruları sorma aşamasında ufacık bir hata yapmıştım sanırım. Gözlerim telaşla odamın içinde dolaşırken, az önce ciddi bir açıklama yapmamış gibi güldüğünü işittim.
"Ne gibi duruyoruz oradan bakınca?"
Bir de benimle dalga geçiyordu.
"Arkadaş olmadığımız kesin!"
Kinayeli sesimle bir kez daha gülümsemişti. Ve asıl tuhaf olan şey ise duyduğum gülüşüyle zihnime düşen mükemmel görüntüsüydü. Kısılan elalarını, yakından görmüş gibi kalbim hızlanıyordu.
"Değiliz, arkadaşlar birbirlerini öyle öpmezler."
Tüm bedenimde hissettiğim sıcaklık hissiyle, elimi yanaklarıma bastırdım. Baya baya flört ediyorduk biz.
"Kapatayım mı ben?"
Dedim saçma bir şekilde. Bu heyecanla saçmalayacağımdan fazlasıyla emindim çünkü.
"Kapat ve güzelce uyu."
Yeniden kafamı salladım.
"Uyurum, sende uyu. İyi geceler."
Bekledim. Onun da bir şeyler söyleyeceğinden emindim.
"Allah rahatlık versin Mihri."
Gözlerimi kapatarak arkamdaki yastığa yaslanırken, elimi şiddetle çarpan kalbimin üzerine kapatmıştım.
Ben uzun zamandır onu görünce heyecanlanıyordum ama şimdi onunla konuşurken içine düştüğüm hisler çok daha kuvvetliydi.
Nefes almama engel olacak kadar hemde.
~
Evin'den:
Gözlerimi arabayı süren Yavuz'a çevirirken, bir kez daha aynı soruyu soracağım için istemsizce oflamıştım. Kahvaltıdan sonra hazırlanmamı söyleyerek dün akşam söz ettiği gibi bir işimizin olduğunu belirtmişti.
"Nereye gidiyoruz?"
Yolda olan gözleri kısaca beni bulurken, kısılan kahveleri gülümsüyordu. Dün geceki anlardan sonra, kendisiyle olan uzun bakışmalardan kaçınıyordum.
Çünkü tamda tahmin ettiğim gibi bir anda ortaya çıkan utanç duygum, yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Arabayı alışveriş merkezinin otoparkına sürerken, buraya bir şeyler almaya geldiğimizi anlamıştım.
Boş bulduğu bir yere parkettiği araçla beraber kemerini çıkartarak, bana döndü.
"Hafta sonu için kıyafet bakmak istersin diye düşündüm."
Dün akşamki sözlerini anımsadım.
"Ama Mihrimah'a işimiz var demiştin alışverişe gitmek istediğinde?"
Kafasını salladı, evet dercesine. Kahve gözleri yüzümün her bir zerresinde ağırca dolaştı, ardından da sakin bir şekilde konuştu.
"Karımı ben alışverişe götürmek istiyordum çünkü."
Ciddi tavrına gülecek gibi olurken, kaşları hafifçe çatıldı.
"Hem sizin her yere birlikte gitmeniz ne iş? Benimle evlendin kızım sen, en çok benimle gezmen lazım."
Küçük kıskanç bir oğlan çocuğu oluyordu bazenleri. Tepkilerimi kontrol edemezken, bende kemerimi çıkarttım. Suratımdaki varla yok arasında olan gülümseme her an büyükçe bir kahkahaya dönüşebilirdi.
Aracın kapısını açmasıyla bende kendi tarafımı açarak indim. Kilitlediği araçla yanıma geldi ve baştan aşağıya bir bakış attı.
"Gül, gül tutma içinde."
Gözlerim gözlerine çıktığında daha geniş bir şekilde gülümsemiş, bir kaç kıkırtının firar etmesine izin vermiştim. Sağ elimi sol elinin içine aldı, yürümeye başlamamızı sağladı.
Gözleri dışarıya karşı mesafeli bakışlar atarken, bana döndüğü saniyede nasıl değiştiğini ayırt edebiliyordum.
Ve bu tarifi imkansız olan çok güzel bir histi.
Attığı her adımda, ardında kalan zeminde izini bırakıyor, aldığı her solukta tüm Midyat onu hissediyordu.
Çok farklıydı. Her şeyiyle, ilgi çekiyordu.
İlk elimi tuttuğu an nasıl büyük bir heyecanın içine attıysa beni, yine öylesine bir heyecan sarmalamıştı bedenimi. Alıştıkça sıradan gelmiyordu. Tam tersine alıştıkça her bir dokunuşu, daha da büyük anlamlar kazanıyor, daha büyük etkiler bırakıyordu.
Ayağımdaki topuklu ayakkabılara rağmen yine de başım sadece göğsüne denk geliyordu.
Gülümsedim.
"İlk nereye bakmak istersin?"
Önünden geçtiğimiz mağazaları göstermesiyle gözlerimi yüzüne çevirdim. Dağılan dikkatimi toparlarken sol tarafımızda kalan mağazaya girmeye karar vermiştik.
Rafların ve askıların arasında dolaşırken, mağazanın büyük bir kısmı kış için çoktan hazırlanmıştı. Yanımda yürüyen Yavuz biraz ileride duran askıya ilerlerken, bende önünde durduğum askıdaki elbiselere kısaca göz atıyordum.
"Çok güzel bir tercih, denemek ister misiniz?"
Parmaklarımla kumaşına baktığım elbise, satıcı kız tarafından askıdan çıkartılırken, siyah elbiseye bir de boydan baktım. Abartıdan uzak, sade ama şık bir modeldi.
Bir şeyleri rahatça alma konusunda hala çekingenliğim devam ediyordu ve bu durumun devam edeceğinin farkındaydım.
"36 bedenine bakalım."
Yavuz'un sesiyle kadın elindeki elbise ile uzaklaşırken, gözlerimi yüzüne çıkardım. Benim cevap vermediğimi farkederek müdahale etmişti.
"Rahat rahat bakman konusunda anlaştık sanıyordum."
Bir şey diyemedim. Kendisi de bu duruma alışamayacağımı biliyordu. Yine de üstelemedi.
Elinde tuttuğu askıyı hafifçe kaldırarak, üzerime tuttu. Beyaz, pembe detaylara sahip olan cıvıl cıvıl bir elbiseydi.
"Bunu da alalım."
Bir şey dememe müsaade etmeden, yeniden elimi tutup rafların arasına girdiğinde bir sürü kıyafet seçmişti. Kabinin önüne gelmemizle sadece kına için olan elbiseyi uzatmış diğerlerini kasaya götürmesi için kıza teslim ettiğinde konuşmuştum.
"Ama ya olmazlarsa, deneseydim önce."
Dilini damağına vurarak cıklamış, sonrasında da tam kabinin karşısındaki oturma köşesine oturmuştu.
"Kirli hepsi, yıkanmadan giyemezsin. Bana kalsa onu da giymene izin vermem ama beğenip beğenmediğini görmemiz lazım."
Kirli kıyafetleri denemekten benden hoşlanmazdım ama hiç böyle düşünmemiştim.
Kocaman açılan gözlerimle çalışanın askıdan çıkartıp uzattığı elbiseyle kabine girdim.
Gün boyu bir kaç modeli aynı şekilde giyinmiştim. Fakat sırtımdaki varlığını hissettiğim izlerin gözükecek olması düşüncesi, bir türlü elbiselerin içime sinmesine izin vermiyordu.
Girdiğimiz kaçıncı olduğunu saymadığım mağazadan da bir şey seçemeden çıkarken, Yavuz'un elindeki poşetlere kısaca göz attım. Bir sürü şey aldırmıştı zorla.
"Bence yeter bu kadar, zaten bulamadık. Evdekilerden bir şeyler ayarlardım."
Kafasını salladı, hayır dercesine. Gün boyu elimi tutan elini bu sefer belime sararak bedenimi kendine çekerek, saçlarımın üzerine dudaklarını bastırmıştı.
Tüm modellerde aklıma neyin takıldığını anlamış olmalıydı, diğer bir çok şey gibi.
"Yetmez fıstığım, yok öyle gidelim demek. Yürü bakalım."
Yeni bir mağazaya daha girerken, en sonunda bir elbiseyi seçmiştik. Daha doğrusu Yavuz'un özellikle giymemi istediği, ağır duran bir modeldi.
Bedenimi tamamen sarmalayan kumaş ise, bunun gerçektende doğru bir karar olduğunu göstermişti.
Siyah kalın askılı, sırt kısmı kapalı, diz kapağımın bir kaç parmak altında biten dar kesim bir elbiseydi. Omuzlarımın açıkta kalan kısımlarına bakarken, arkamda duran bedeni aynadaki gözlerime bakarak beni rahatlatmak istercesine gülümsemişti.
Normalde giyindiğim kıyafetlere nazaran biraz daha açık olmasıydı beni düşündürten şey, fakat bakışlarında gördüğüm şeyler kararımı verdirtmişti.
Mağaza katından çıkarken, Yavuz'un adımları sağ tarafta kalan bir oyuncakçının önünde durmuştu bu seferde. Raflara dizili olan küçük arabaları bulan gözleri bana döndüğünde, kimin için buraya gireceğimizi de anlamıştım.
Aras'a karşı bu kadar ince olmaları, gerçekten çok güzeldi.
Yan yana oyuncakçıya girdiğimizde gözlerimi etrafta gezdirmeye başlamıştım.
"Ağzına sokar mı bunları, başka bir şey mi baksak?"
Küçük arabalara bakarken, düşündüm. Bir bebeğin neler yapıp yapmayacağını bilecek kadar bilgim yoktu. Omuzlarımı sallarken, erkek çocukları için ayırdıkları kısma kısaca göz attım.
"Küçükler sanki biraz, şunlar nasıl?"
Daha yumuşak olan oyuncaklar, özellikle eğitici kısma yerleştirilmişti. Yavuz'un da daha çok içine sinmiş olacak ki, buradakilere bakmaya başlamıştı. Gözleri her bir oyuncağın üzerinde dikkatli bir şekilde gezinirken, canını acıtabilme ihtimallerini de düşünüyor gibiydi.
Bir oyuncağa daha eli uzanırken, aldığı komutla havlayan oyuncak yerimden sıçramamı sağlamıştı. Gözlerim hemen Yavuz'u bulurken, bu oyuncağın onu da şaşırttığı belliydi.
"Yok ebesinin nikahı."
Bir kez daha elini uzatıp, oyuncağın tepki vermesini beklerken o, gülmeye başlamıştım.
"El kadar çocuk nasıl oynasın bunla, bir de hırlıyor puşt."
Gerçek bir köpek gibi ses çıkartan oyuncak gülüşümü her an biraz daha büyütürken, mağazadaki bir kaç kişinin gözü bizi bulmuştu.
"Aras, kesin ağlar bunu görünce."
Gözleri beni buldu.
"Seni de korkuttuğu gözümden kaçmadı."
Omuzlarım gülüşümle titrerken, en başında olduğu gibi bir arabada karar kılmıştık. Diğer oyuncağa nazaran hem daha büyüktü, hemde etrafı yumuşak bir kumaşla sarılmıştı. Üzerindeki her bir tuş, eğitici bilgiler verirken, çocuk şarkıları da söylüyordu. Elimizdeki kutu ile kasaya yürürken gözlerim tam karşımızda kalan kız çocukları için ayrılan kısma kaymıştı. Nedendi bilmiyordum ama pembe zıbından sonra, yine içim kıpır kıpırdı.
Oyuncak bebekler, mutfak eşyaları ve daha bir çok oyuncak hepsi birbirinden daha ilgi çekici duruyordu.
Kasaya dümdüz giderken, bir anda yönünü değiştirip oyuncakların arasına giren Yavuz'la bende peşine takılmıştım.
"Kasaya gitmiyor muyduk?"
Gözleri beni buldu.
"Evet gidiyoruz."
Daha kısa yoldan kasaya giderken, yolu uzatmıştı. Gözlerim yukarıya kalkarken, bunu hissederek o da bakışlarını indirdi.
Bir şeyler söylememiştik ama çok şey söylemiş gibi bakmıştık.
Daha hissettiğim bu ufak kıpırtıları kendime dahi açıklayamamışken, ona bir şey diyemezdim. Fakat az önceki bakışlarımı yakaladığını biliyordum.
Onu kısa bir anlığına kız babası olarak hayal ettim. Aras'la ilgilendiği bir çok ana şahit olmuştum, ama küçük bir kız ile nasıl baş edeceğini merak ediyordum.
Küçücük parmaklarıyla Yavuz'un eline sarılan, süslü küçük bir kız çocuğu.
İkimize ait.
İkimizden bir parça.
Gözlerinin üzerimde olduğunu hissederken gülümsedim.
Kızı için dünyayı karşısına alırdı.
Kızımız...
~
Bir kaç gün sonra:
Elimde tuttuğum küçük tepsiyle beraber arkamı döndüğümde çoktan iki kadının da yanıma geldiğini görmüştüm.
"Ben getirirdim, otursaydınız."
Mihrimah beni duymazdan gelip elimdeki tepsiyi alırken öpücük atmış, Berivan'da onun bu haline sesli bir kahkaha atmıştı.
"Ne bu enerji görümceciğim?"
Mihrimah omuz silkerek mutfaktan çıktığında, adımları terasa yönelmişti. Konak bugün tamamen bize aitti.
Erkeklerin hepsi işteydi. Zümrüt anne de, bir komşuya davete gitmişti.
Erken saatte konağa gelen Berivan'la birlikte kadın kadına gün yapmaya karar vermiştik.
Tepsideki bardakları ve tabakları Mihrimah masaya dizerken, ben sandalyeye oturan Berivan'ın kucağındaki Aras'a ellerimi uzattım. Bir kaç ay sonra yaşına basacaktı ve her gün biraz daha büyüyordu.
Geçen akşam verdiğimiz Yavuz'un aldığı oyuncağın ışıklı ve sesli olması dikkatini fazlasıyla çekmişti. Gülücüklerinin arasında çıkardığı sesler de bunu kanıtlarcasına oldukça heyecanlıydı.
Berivan yerinde geriye yaslanırken ellerini karnına koydu, daha minicik olan çıkıntı kendisini belli ediyordu.
Ellerini boynuma sarmasıyla yanaklarına öpücük kondurduğum Aras'la bende boş sandalyeden bir tanesine oturmuştum.
Her kucağıma gelişinde olduğu gibi yine dikkatini kolyelerime vermişti.
"Sen çok mu seviyorsun benim kolyelerimi?"
İşaret parmağımı yanağına sürterken, utanıp kafasını omzuma yaslamış bir kaç saniye içinde gülerek yeniden kaldırmıştı.
Tam bir oyun düşkünüydü kendisi.
"Yok yok bu kızda bir haller var, kaşı gözü oynuyor, gülüyor! Mesela bir insan meyve suyu doldururken neden güler ki? De hele bana neler oldu?"
Berivan'ın sabırsız sesi benim de gözlerimin Mihrimah'ı bulmasını sağlarken, kısık bakışlarımla kısaca süzdüm. Haklıydı. Yerinde duramıyordu sabahtan beri.
"Kız ne olacak aaaa! Resmen gelinler tarafından sorguya çekiliyorum çok ayıp, çok."
Cam sürahiyi masaya koyarak bardakları önümüze ittirdi, Aras'ın biberonuna da koymayı ihmal etmezken bana uzattı.
Aras gördüğü biberonu ile hemen hareketlenirken, biberonu elime alarak içirmeye başladım.
"Hiç inkar etme, sabahta mutfakta domates doğrarken gülümsüyordun."
Aras'ta olan gözlerimi kaldırarak kendisine baktığımda, kaşlarını çatmıştı. Kendisi bile o sıra gülümsediğinin farkında değildi demek ki. Berivan aferin dercesine bana bir bakış atarken, Mihrimah tabaktaki cipsten bir tane almıştı.
"Sonuçta domateste bir canlı sayılır. Önce onu katlediyoruz ardından da yiyoruz. Son saniyelerini güzel geçirsin istemiş olamaz mıyım?"
Berivan'la benim attığım kahkahalar birbirine karışırken, artık kaçacak bir yerinin kalmadığını anlamıştı Mihrimah.
"Güzelim, zaten her şeyi biliyoruz görüyoruz. Sen şu detayları da ver işte."
Berivan'ın biten sözleriyle önce gözlerini kıstı, ardından da dudakları ağırca kıvrıldı.
"Kaçan kovalanıyormuş gerçekten."
Yeteri kadar eğmediğim için biberondaki meyve suyunu içemeyen Aras ellerimi çekiştirirken, gözlerim kendisini buldu. Küçük çabası öylesine masum ve komikti ki, elime küçücük elleriyle sıkı sıkıya tutunmuştu resmen. İstediğini yaparak, biberonu kaldırdım.
"Abim bizi gördükten sonra sürekli arayıp sorar oldu beni. Bir imalar, bir iltifatlar... beni kandırmaz değil mi?"
Hafifçe gülümsedim. Aşk dedikleri şey gerçekten de çok başkaydı. Bazen bir bakış, bazen ufak bir hareket. İnsanın tüm düzenini alt üst edecek kadar güçlüydü.
"Kandırmaz tabi ki Mihrimah. Öyle bir şey yaparsa, evin erkekleri süzgeçe çevirir onu."
Mihrimah kısa süreli kararsızlığından hızlıca kurtulmuştu. Gülümsedi.
"Şu anda çok garip geliyor her şey. Evlilik kısmını hayal dahi edemiyorum zaten. Bir de abimle daha konuşamadım..."
Aras'a kaydı bakışlarım. Birazını içtiği biberonu kendisinden çektim. Gülümsedi.
"Ayy bende böyle heyecanlıydım evlenmeden önce, hala da öyleyim orası ayrı. Kocam aklımı başımdan alıyor. Abinle de bugün yarın konuşursunuz."
Mihrimah meyve suyundan bir yudum alarak kafasını salladı. Elini de hafifçe kaldırıp önce Aras'ı sonra da karnını göstermişti.
"Ona ne şüphe. Abimin aklını nasıl aldığını tahmin edebiliyoruz."
Gözlerim kocaman açılırken, dudaklarımın arasından kaçan gülümsemeye engel olamamıştım.
"Seni de göreceğim ben Mihrimah hanım."
Ardından bana çevirdi bakışlarını Berivan. Az önce güldüğüm için, olası bir lafın şu anda bana geleceğini hissediyordum.
"Yavuz diyince algıları kapanıyor, gelmiş gülüyor."
Öyle mi gözüküyordu dışarıdan gerçektende?
Zihnime yüzü düştü. Sanki şu anda karşımdaydı da, o suratındaki çapkın bakışlarıyla bana bakıyordu. Kalbim bununla bile hızlanıyordu.
"Ohoo, uçtu bu da..."
Mihrimah'ın kolumu dürtmesiyle gözlerim yeniden ikiliyi bulurken, kelimelerim birbirine girmişti. Ne diyeceğimi bilemedim.
"Siz nasıl böyle hep aynısınız abilerimle, mesela ben Mirza ile kavga etmeyince rahat etmiyor gibi hissediyorum. Aramızda bir sorun çıkmalı gibi geliyor."
Berivan elini karnında oynatırken gülümsedi.
"Kız olur mu öyle şey hiç. Tabi ki kavga ediyoruz. Her ilişkide normaldir böyle şeyler. Sadece her kavganın sonunda özür diliyoruz oluyor bitiyor. Evin'le Yavuz'da da öyledir."
Gözleri beni bulduğunda yeniden susmuştum bir süre. Biz hiç kavga etmiyorduk ki. Bir kaç tartışma yaşamıştık en başlarda, fakat o zamanlar her şey farklıydı.
"En başta bir kaç defa sorun yaşadık, birbirimizi tanımıyorduk doğru dürüst. Ama bir şeyler yerine oturduktan sonra... biz kavga etmedik. Tartışmadık bile."
Mihrimah'ın gözleri kısılırken gülümsedi.
"Türk kahvesinin tadını beğenmeyince kavga eden adamdan bahsediyoruz değil mi biz?"
Berivan'da gülümsüyordu. Sordu.
"Çoraplarını olsun, kıyafetlerini olsun orada burada bırakmıyor mu? Ondan da mı kavga etmiyorsunuz?"
Tam tersine düzenli sayılabilecek bir adamdı kendisi. Gülümsedim.
"Hayır."
Elini kulağına götürdü, ardından da bir kaç defa masaya vurdu.
"Oh oh, ne güzel. Keyfiniz, huzurunuz daim olsun hep İnşallah."
"Amin."
Bakışlarım yeniden Aras'a kayarken, düşüncelerim elimde olmadan yeniden Yavuz'a kaymıştı.
Saçlarıma dokunurken dahi dikkatli davranıyordu, her zaman nazikti. Ve beni benden daha çok düşünüyordu.
Parmaklarım Aras'ın elini okşarken, masanın kenarındaki telefonumu elimi alarak kamerayı açmış ve Aras'ı dik bir şekilde tutarak bir kaç tane resmimizi çekmiştim.
Kameraya kocaman gülücükler atan bebek beni de gülümsetirken, resimleri olması gereken kişiye, Yavuz'a atmıştım.
Sesini duymaya, ya da onunla konuşmaya ihtiyacım vardı, öyle hissediyordum.
Yavuz:
Özlemiştim, çok iyi geldi fotoğraflar.
Ekrana düşen mesajıyla dudaklarım kıvrılırken, Aras'ın ekrandaki meraklı gözleri eşliğinde yanıt yazdım.
Bende özlemişim Aras'ı.
Yavuz'un kaşlarının ağırca çatıldığını tahmin edebiliyordum. Muhtemelen küfürde etmişti. Bir çok imasını anlayıp, anlamazdan gelmemle kahvelerine düşen soru işaretleri gerçektende komik oluyordu.
Ben diğer bebeğimi özlediğimi kastettim fıstığım :)
Sanırım anlamamazlığa vurmamız burada son buluyordu. Ekrandaki mesajını bir kaç kez okurken, bir türlü cevap yazamadım.
Sadece kızaran yanaklarım ve gülümseyen dudaklarımla, ekrana bakıyordum.
Aşk gerçekten de farklıydı...
Bunu şimdi, yaşayarak öğreniyordum.
Güzeldi, ama güzel olan şey bunu onunla yaşamaktı.
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Bölüm sonu düşüncelerinizi, yorumlarınızı şuraya bırakabilirsiniz.
• Ufak tefek itirafları ve kabullenilen bazı şeyleri okuduk 🥹 olması gerektiği gibi ilerliyor her şey.
• Mirza, Mihrimah olayında da birazcık açığa kavuştu sırlar.
• Onun dışında Mümtaz Ağa ve Zümrüt Hanım sahneleri, bana aşırı samimi geliyorlar.
• Vee bölümün gerçek hayattan kesit aldığım oyuncak köpek sahnesi ağaşğdğld arkadaşımla gittiğimiz bir oyuncakçıda başımıza geldi. Nasıl korktuğumu anlatamam 💅🏼 küçük dişleriyle hırlayan bir oyuncak düşünün, hemde siz daha dokunmamışken.
• Sizleri seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
27/11/2022
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.21k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |