Bahsetmek istediğim minik bir konu var, öncelikle bölüme geçmeden önce ondan başlamayı istiyorum. Bildiğiniz üzere kurgu, bir çok kurguya nazaran daha ağır ilerliyor. Olması gerektiği gibi.
Evin'le Yavuz'un repliklerinin az olduğunu düşünenlerde var. Aslında az değil. Tam tersine her şey olması gerektiği hızda. Elbette Evin tamamen eski haline bürünecek ama o da zaman geçtikçe. Acelemiz yok. Sindire sindire ilerlemek, onlar için çok daha anlamlı çünkü 💖
Bu konudaki sorularınızı cevapladığımı düşünüyorumm.
Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakarak keyifli okumalar diliyorum ❣️ Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada heyecanla bekliyorum 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Hadise / Aşk Dediğin
Murat Dalkılıç / Bu Nasıl Aşk
"Nefes almak için pencereyi değil de fotoğraflarını açtığım zaman anladım sana yenildiğimi.."
Günler - Cemal Süreya
(Düğündeki kombinleri.)
⚫️
Aynaya bakıyordum.
Ve yansımamda gördüğüm kadın, yeniden elde ettiği gücün galibiyetiyle gülümsüyordu. Sabretmiştim. Ve bu süreçte defalarca kez düşmüş, yine de umut edilecek bir şeyler olduğuna inanmıştım.
Olmuştu. Çok güzel şeyler olmuştu.
Bitmemişti. Tam tersine belki de her şey daha yeni başlıyordu.
Aldığım her solukta, attığım her adımda, artık ben kendime güveniyordum. Kaybolan hislerim, şimdi taptaze bir şekilde ellerimin arasındaydı.
Ve ben gardımı bırakalı, çok oluyordu.
Bu, hayatımın en değerli yenik düşüşüydü.
"Yenge, hazır mısın?"
Duyduğum sesle beraber yansımamdaki harelerimi kapıya çevirmiştim. Biliyordum ki saniyeler içinde verdiğim komutla odaya girecekti.
"Evet, hazırım. Gelebilirsin."
Açılan kapının ardından içeriye süzülen Mihrimah'la kesişen bakışlarımla gülümsedim. Esmer tenini ortaya çıkartan turuncu saten bir elbise giyinmeyi tercih etmişti.
Bir kaç yüzükle süslendirdiği ellerini küçük bir çocuk gibi önünde birleştirip, oynarken tedirgin bakışlarını da yakalamıştım.
"Abim daha gelmedi mi?"
Cıkladım.
Ve sonrasında yaptığım bu hareketle duraksamak zorunda kalmıştım.
Üzüm üzüme baka baka Evin.
"Düğüne gitmeden önce kendisiyle konuşmayı düşünüyordum ben."
Kısa süreli duraksamamı sonlandıran yeniden Mihrimah olmuştu. Yavuz'un kendilerini basmalarının üzerinden bir kaç gün geçmişti, fakat daha aralarında bir konuşma geçmemişti.
Mihrimah'ın tüm çabalarından itinayla kaçınıyordu Yavuz. Ve ara sıra kardeşine dönen bakışları da, kırgınlığını ele veriyordu.
"Mesaj attı, birazdan aşağıya inmemi istiyor. Önden gidecekmişiz biz. Emin misin konuşmak istediğine?"
Kafasını salladı. Hala elleriyle de oynamaya devam ediyordu.
"Bu akşam Mirza'da orada olacak biliyorum. Ama konuşup konuşmama konusunda kararsızım. Dinlemez sanırım yine."
Üzerinde durduğum topuklu ayakkabılarla yanına adımladım, tam karşısında durdum.
"Mihrimah, abini de anlamak gerekiyor. Biliyorum senin için hiç kolay değil ama kendisinin yalana tahammülü yok biliyorsun. Buna rağmen doğru kararı verecek eminiz. Sadece biraz zaman gerekiyor bence."
Yeniden kafasını salladı ama bu sefer ki buruktu. Günlerdir evin içindeki garip atmosfer, herkesi diken üzerinde tutarken, şimdi konuşulacak zaman kesinlikle değildi.
"Haklısın... özel bir gece bu. Beklemeliyim."
Gülümsemesiyle bende kendisine gülümsedim.
"Bu arada yine çok güzel olmuşsun Hanımağa'm."
Kendisinin munzur sesi az öncekine göre daha yüksek tonlamadaki bir gülümsemeyi serbest bırakmamı sağlarken, arkamda kalan aynaya kısa bir bakış daha attım.
Diz kapağımın tam iki parmak altında biten siyah dar kesim kalın askılı elbise, sırtımı tamamen kapatıyordu. Göğüs kısmından verdiği hafif dekoltenin dışında da göze batan bir tarafı yoktu.
(Üstte.)
Omuzlarıma dökülmesine izin verip uçları maşalanan saçlarımı da hafif tonlardaki bir makyajla kombinlemiştim.
"Olmuş mu?"
Gözlerini açıp kapattı.
"Hemde nasıl güzel olmuş."
Kolumdaki ve boynumdaki altın takıların dışında başka bir şeyi takmamıştım. Elimle geriye attığım saçlarımla küçük çantamı aldım.
"Sende harikasın yine."
Turuncu elbisesini savurarak bir tur dönmüştü Mihrimah.
"Servet ödedim bu elbiseye, başka şansı yoktu."
Yeniden konuşmamı engelleyen şey çantamın içine koymak üzere diğer elime aldığım telefonumun çalması olmuştu.
Yavuz arıyor...
Artık kendisini daha farklı bir şekilde kayıt etmemin zamanı gelmişti sanırım. Aramayı açtım.
"Ben aşağıdayım fıstığım."
Kendisi hazırlanıp ufak bir işi olduğunu söyleyerek yarım saat kadar önce evden çıkmıştı.
"Tamam, hemen geliyorum ben."
Heyecanlı çıkan sesimle güldüğünü işittim.
"Gel."
Yutkunarak kapattığım telefon ekranına bakarken, Mihrimah'ın çoktan odadan çıktığını görmüştüm. Oyalanmadan bir kez daha aynaya bakıp kenara koyduğum trençkotu giyinerek bende aynı şekilde hızlıca odadan çıktım.
Kendisini bekletmeyi istemiyordum.
Merdivenin indiğim her basamağında ortaya çıkan ahenkli sesle, zihnim tamamen biraz sonraya gitmişti.
Kapıdan çıkar çıkmaz kendisinin kahvelerinde boğulacağımı biliyordum. Ve bunu bilecek kadar kendisini tanımıştım.
Büyük ahşap kapının yarım açık kısmından geldiğimi gören adamlardan bir tanesi kapıyı benim için tamamen açarken, başıyla da selam vermişti.
Aynı şekilde kendisine karşılık verirken, gözlerim kapının önündeki siyah araca kaymıştı.
Diğer yüksek aracına benziyordu fakat rengi diğerine nazaran mattı.
Arabada olan gözlerimi kaldırdığımda telefonla konuşan bedenini görmüştüm.
Siyah takımı, kendisiyle yine harika bir uyum yakalamıştı.
Ardı ardına attığı adımları tam yanımda dururken, hala telefonda konuşuyor olmasına rağmen iri avucunu bel boşluğuma koyarak beni kendisine çekmiş, dolgun dudaklarını alnımla buluşturmuştu.
"Son eksikleri kontrol edip bana rapor verin."
Ellerim direkt göğsüne yaslanırken, hala dip dibeydik. Ve parmak uçları bel oyuntumda usul usul dolaşıyordu.
Karşı tarafı dinlerken ciddi olan bakışlarını görmek istercesine kafamı yukarıya kaldırdığımda, hissedip o da gözlerini beni görmek için aşağıya indirmişti.
İfadesiz yüzüne rağmen, güldüğünü hissediyordum.
"Tamamdır, eyvallah."
Kulağından indirdiği telefondan aramayı sonlandırıp cebine attığında, gözleri yeniden yüzümü bulmuştu.
O, daha öncesinde nasıl bir adamdı bilmiyordum ama bu şekilde bir başkasını daha sevmiş olduğunu düşünmek tarifi zor olan hislerin içine atıyordu beni.
Diğer eli de saçlarımın arasına karışırken, şimdi iki koluyla beraber sarmalamıştı bedenimi.
Gömleğinin açık olan 2 düğmesinden gözüken esmer tenine burnum sürtünürken, içimi gıdıklayan erkeksi kokuyla gözlerimi kapatmıştım.
"Çok güzel olmuşsun..."
Boğuk sesi bir kulağımdan girmiş, beynimin içinde defalarca yankı yapmış, bu anı unutmamı istemiyormuş gibi çıkmamıştı.
Daha öncesinde dışarıdan nasıl göründüğümü umursamazken, şimdilerde özellikle Yavuz'un dudaklarının arasından çıkacak olan kelimeleri bekliyordum.
"Teşekkür ederim..."
Dedim, burnumu bir kez daha sığındığım göğsüne sürterken. Ardından da ekledim.
"Sende, öylesin."
Göğsü titreyene kadar söylediğim sözleri anlamamıştım.
Dalyan, gibi adama güzelsin dediğin için gülüyor olabilir mi?
Kocaman açtığım gözlerim yüzünü bulduğunda kahve harelerine sinen pırıltılarla utanç duygusunu tüm bedenimde daha şiddetli hissediyordum.
"Şey... sende derken güzel dememiştim. Yakışıklı olmuş... Şıksın!"
Kendi kendime kestiğim cümlem, havada asılı kalırken, çoktan karşısında kıpkırmızı kaldığımı biliyordum.
Sürekli imalarda bulunup, iltifat ediyordu oysaki kendisi... ben neden böyle yüzüme gözüme bulaştırmıştım?
Utançla havaya kaldırdığım elim kaşımın üzerini kaşırken, suratında olan bakışlarımı da çoktan çekmiştim.
"Eyvallah güzelim."
Genizden gelen ahenkli sesiyle yeniden yüzüne bakmamak için ufak çaplı bir savaş veriyordum.
"Gitsek mi artık?"
Elimle arabayı işaret ettiğimde, aramızdaki ufak mesafeyi yeniden kapatıp elini belime yerleştirmişti.
"Gidelim."
Uyguladığı hafif baskıyla yönümü arabaya çevirmemi sağlarken, binmem için arabanın kapısını açtı. Belimdeki eli bedenimden ayrılmadan, usul usul avucuma kayıp, parmaklarımı sarmalamıştı.
Havaya kaldırdığım tek ayağımla araca binip yerime yerleştiğimde bile hala elimi tutuyordu.
Geri çekilmesini beklediğim esnada, beni biraz daha şaşırtmayı tercih etmişti.
Kendisinden önce gelen kokusu burnuma ilişirken, bedenini üzerime eğerek, sol taraftaki kemeri tutup, kalçamın hizasında duran aparata takmıştı. Kahve gözleri, yeşillerime döndüğünde duyduğum tek şey göğsümün tam ortasına deli gibi vuran kalbimin sesiydi artık.
Tek eli koltuğun üst kısmındayken, kemerde olan elini çekerek boynuma uzattı ve tam gerdanımın üzerindeki o küçük karagül kolyesini parmaklarının tersiyle okşadı.
Annemden bana kalan bileğimdeki bileklikten sonra artık çıkarmaya dahi kıyamadığım bir diğer şeyde artık bu kolye olmuştu.
Gözleri dudaklarıma düştüğünde öpmesini beklemiştim, fakat olduğumuz konum buna pek müsait değildi. Etrafımız insanlarla doluydu.
Kendisi de bunu farkederek geriye ağırca çekildiğinde, göğsü aldığı derin nefesle gömleğinin düğmelerini aralamıştı.
Kapıyı kapatıp aracın önünden kendi tarafına dolaştığında, kısa sürede arabayı çalıştırmış, yola koyulmuştuk.
Az önceki anlardan ötürü oluşan sessizlik garip bir hal alırken, aklımdaki konuyu şu anda kendisiyle konuşmanın uygun olacağını düşünmüştüm. En azından onun düşüncelerini öğrenebilirdim.
"Yavuz?"
Gözleri saliselik bir şekilde beni bulurken, suratındaki huzurlu ifade tebessüm etmemi sağlamıştı.
"Efendim fıstığım."
Sormaktan çekinmiyordum fakat nasıl sormam gerektiği konusunda ufacıkta olsa tereddütlerim vardı.
"Mihrimah'la konuşacak mısın?"
Yolda olan bakışları ağırca kısılırken, dikiz aynasından da yolu kontrol etmişti.
"Nereden çıktı bu?"
Duygusuzdu ses tonu. Sinirli mi, kırgın mı anlayamamıştım.
"Kaç gündür evde herkes gergin garip bir şekilde. Mihrimah'ta çok üzgün. Dinlemelisin bence onu."
Gözleri bir kez daha beni bulduğunda, dudaklarını aralayacak gibi olmuştu. Biliyordum ki konuşmayı kendisi de istiyordu. İkna edebilirim umuduyla konuşmasını beklemeden yeniden konuştum.
"Günlerdir ağlıyor, böyle olmasını elbette o da istemezdi. Hem..."
Gözleri yeniden beni bulduğunda neden durduğumu sorguluyor gibiydi. Kucağımda duran elimi, vitesin üzerinde duran eline uzattığımda bunu beklemiyor olduğunu şaşıran bakışlarından anlamıştım. Dudaklarım usulca kıvrılırken yarım bıraktığım cümlemi de tamamladım.
"Mihrimah arkasında senin gibi bir abisi olduğu için çok şanslı... en çokta seni üzdüğü için pişman zaten. Daha fazla üzülmesin, üzülme."
Elinin üzerinde duran elimi bir hamlede avucunun içine alırken, sıcak dudaklarını mühürlemek istercesine tenime bastırmıştı.
Kahve hareleri yeniden beni bulduğunda attığı kısa bakışla dahi bir çok şeyi aynı anda hissettirmişti bana.
"Mihrimah'ın abisi olarak, senin de kocan olarak, ben her zaman arkanızdayım."
Bekledi. Bir süre daha yolu izlemişti.
"Ama bu konu farklı. Gözüm kapalı inanırdım ben ona. Böyle yapmamalıydı."
Uzatmamayı tercih etmiştim. En azından şimdilik.
~
"Her şey hazır Ağam."
Yanımıza gelen koruma Yavuz'un komutuyla beraber yeniden uzaklaşırken, gözlerim kapıdan içeriye giren Karadağ'lı ailesinin diğer üyelerini bulmuştu.
En önden yürüyen Mümtaz babayla, Zümrüt anne hararetli bir şekilde konuşurken hemen arkalarındaki Boran ikisine gülmekle yetiniyordu.
"Eğlenceyi kaçırmışız."
Yavuz'un sesiyle kaşlarım merakla çatılırken, o cebine soktuğu elleriyle hala karşıdan yanımıza yürüyen aile üyelerini izliyordu.
"Boran."
Miraç abinin sesiyle yürümeyi kesen Boran arkasına döndüğünde, amcasını gören Aras heyecanlı bir kahkaha atmıştı.
"Aras'ı al, geliyoruz biz."
Aras'ı alıp yeniden yürümeye başlayan Boran aynı zamanda kucağındaki bebekle konuşuyordu. Gözlerim hala hepsinin üzerinde gezinirken önünde durduğumuz masaya ilk yerleşen Mümtaz baba olmuştu.
"Hayırdır baba?"
Bakışları Yavuz'u bulduğunda tüm ciddi duruşuna tezatlık oluşturacak bir gülümseme dökülmüştü dudaklarından.
"Annene sor hele."
Arka taraftan Zümrüt annenin homurtuları devreye girerken, Mihrimah babasının yanındaki sandalyeye yerleşmişti.
"Tripliler, konuşmazlar."
Boran'ın sözleriyle birlikte aynı anda göz devirmeleri de çok komik olmuştu.
"Abimler nereye gitti?"
Yavuz, Boran'ın kucağındaki Aras'ın yanağını okşarken kafasını sallamıştı.
"Bilmiyorum, gelirler birazdan."
Konuklar da gelmeye başlarken, gözlerim ağır ağır her birinin üzerinde geziniyordu.
Akif'in, uzun yılllardır Yavuz'un yanında çalıştığını ve olduğunu daha önceden öğrenmiştim. Bu yüzden en mutlu gününde yanında olmamız beni de mutlu etmişti.
Yavuz herne kadar bazı şeyleri dillendirmese de, çok ince düşündüğü ve bu tarz şeylere değer verdiği inkar edilemeyecek bir gerçekti.
Etrafta olan gözlerimi çekip dikkatimi yanımdaki adamlara çevirdiğimde Boran'ın çoktan yanımızdan ayrıldığını, Aras'ın da Yavuz'un kollarının arasında olduğunu görmüştüm.
Dudaklarının arasından çıkan ince mırıltılarla ne anlatmak istiyordu bilmiyordum ama havaya kaldırıp bir yerleri işaret ettiği küçük parmağıyla, heyecanlı bir şeyler anlattığı ortadaydı.
"Öyle mi aslanım?"
Yavuz'un kendisine ciddi bakışlar atarak sorduğu soruyu anlamış olacak ki, heyecanla çığlık atmıştı. Aynı zamanda haylaz bir gülümseme de sunuyordu. Aramızda kalan mesafeyi kısaltarak, yana doğru bir adım attım.
Kolum, Yavuz'un koluna değmeye başlarken onu bir kez daha şaşırtacağımı bilerek havaya kalkan elimi koluna sarmıştım.
Aras'ta olan bakışları yeşillerimi bulduğunda, yaptığım şeyin çok normal olduğunu kendi kendime tekrar ediyordum.
Haber vermeden yaptığın hareketler yüzünden adama kal geliyor ya Evin?
Dudaklarım usulca kıvrılırken, sol tarafımda olan bedeni de fazla temastan olsa gerek kasılmıştı.
Kolunun üzerinde duran elimi yaramaz bir çocuk edasıyla yavaş yavaş hareket ettirirken, diğer elimi de havaya kaldırıp Aras'ın yanağına götürmüştüm.
Yumuşak teni, parmaklarımın altından usulca kayarken, kafasını bir kedi misali elime yaslamıştı.
"Nasılsın bakalım?"
Gözleri ışıl ışıl parıldarken, kendisini öpmeden durmak çok zordu gerçekten. Küçücüktü ama insanların üzerinde bıraktığı etki kendisinin tam tersine oldukça güçlüydü.
Dikkatli bakışlarım Aras'ı incelerken, sıkı sıkıya tuttuğum kolun ellerimin arasından kayıp belime dolanması bir kaç saniye içinde olmuştu.
Sağ tarafında Aras, sol tarafında da ben vardım artık.
Gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde, diğer her şey yok olmuştu yeniden. Susuyordu. Fakat aynı zamanda bana binlerce şey söylüyormuş gibi hissettiriyordu.
Beni baktıkça içine çeken bir çift kahve göze, tutulup kalmıştım.
Tüm Midyat'ın önünde, onun gözlerindeki parıltılıların sebebi olarak durmakta... işte belki de en özel hissettiren şeydi bu.
Sıcak dudaklarını alnımla buluşturdu. Gözlerim usulca kapandı.
İnsanların gözüne çarpmaktan çekinen ben, bu halimiz karşısında aldığım derin solukla beraber beni en çok güvende hissettiren yere -göğsüne- sığınmıştım.
Aras'ın yeniden yükselen çığlıkları ile birlikte, kafamı kaldırdığımda bize doğru yürüyen Berivan ve Miraç abiyi görmüştüm.
El ele geliyorlardı, fakat Berivan'ın suratına bakılırsa ters giden bir şeyler var gibiydi. Masaya yerleşmeleriyle birlikte bizde yanlarındaki yerimizi aldık.
Sağ tarafımda kalan kadına dönerken, suratının gerçekten de halsiz gözüktüğünü farketmiştim.
"Berivan, iyi misin?"
Gözleri beni bulurken, zorlukla kafasını salladı.
"Midem kötü oldu bir anda."
Eli hafif şişkin karnının üzerinde dolaşırken, Miraç abi elinde tuttuğu su şişesini karısına uzatmıştı.
"İç bakayım bir kaç yudum hayatım."
Berivan hafif titreyen elleriyle şişeyi dudaklarına götürdüğünde zorlukla da olsa içebilmişti.
Hamile olup, bir canı karnında taşımak gerçekten de çok özel bir şeydi...
"Yenge tuzlu kraker alalım mı sana, belki biraz toparlar seni?"
Gözleri Mihrimah'ı bulurken, olur gibisinden kafasını sallamıştı. Oturduğu yerden ağırca kalkıp çantasıyla yanınızdan uzaklaşmasıyla, Yavuz'a döndüm. Surat ifadesi gayet normal görünüyordu.
"İlkinde bu kadar mide bulantım olmuyordu."
Hala eli karnındaydı Berivan'ın.
"Bir anda mı böyle oldun, yoksan sabahtandır böyle misin?"
Sorumla beraber bana döndü.
"Günlerdir böyle midem, evden çıkmadan iyiydim aslında ama arabadan inince bir anda başım falan döndü. Anlamadım."
Aras hala Yavuz'un kucağında oynarken, gözlerimi kalabalıklaşan mekanın içine çevirmiştim. Hatrı sayılır bir kalabalık vardı.
Aradan geçen 20 dakika kadar bir sürenin ardından Mihrimah elinde tuttuğu küçük poşetle beraber yanımızdaki yerini almıştı.
Tam Berivan'la benim oturduğum sandalyemin arasında dururken, poşetin içinden çıkardığı krakeri Berivan'a uzatmıştı. Ardından da, küçük meyveli yoğurdu çıkartıp elime uzatarak, Aras'e yedirmem için vermişti.
Ek gıdalara çoktan başlamışlardı ve arada ağzına verilen böyle tatlı atıştırmalıklar, kendisinin en sevdiği şeylerdendi.
Berivan Miraç abinin önünde duran çantadan, her zaman yanında taşıdığı Aras'ın kaşığını ve yakalığını alıp bana uzattığında, dikkatimi sol tarafımdaki ikiliye çevirmiştim.
Yavuz'un omzuna yasladığı kafasıyla, etrafı izliyordu.
"Aras, küçük bey."
Sesimle beraber başını kaldırdığında, gözleri elimde tuttuğum yoğurdu bulmuştu.
Kesinlikle yemek yemeyi seviyordu.
Elimdeki yakalığını güzelce kendisine taktıktan sonra, yoğurdu açarak kaşıkla karıştırdım. Yavuz'da dikkatli bir şekilde bizi izliyordu.
Hala yoğurdun içinde duran kaşığı ben uzatmazken, Aras çoktan ağzını açmış bir şekilde beni bekliyordu.
Kıvrılan dudaklarımla, kaşığı ağzına uzattım. Başta aldığı tat yüzünün garip bir şekle bürünmesini sağlarken, sonrasında hoşuna gitmiş olacak ki ben daha kaşığı doldurmadan yeniden ağzı açılmıştı. Arada ağzının etrafına bulaşan yoğurtları temizlerken, masadakilerin kendisine sesleniyor olması ağzındaki yoğurtları püskürterek gülmesini sağlıyordu.
Dibine ulaştığımız yoğurt kutusunu kenara koyarken, güzelce ağzını silip yakalığını çıkardım. Ve Berivan'ın çantadan çıkarttığı biberondaki suyunu içirmeye başladım.
"Maşallah, nasıl da yakışıyor ellerine bebek."
Duyduğum sesle gözlerim masamıza gelen kim olduğunu hatırlayamadığım kadını bulurken, gözlerim hemen yanındaki küçük kıza kaymıştı.
Evlenmeden önce konakta tanıştığım küçük kızdı bu, Elif.
"Kendi bebeklerini de görürüz İnşallah."
Bakışlarım yeniden kadına döndüğünde, sözleri yeni yeni zihnime düşmüştü. Garip bir şekilde heyecan basmıştı.
Yavuz'la bana ait olan bir bebek.
"Elif, güzelim. Gel bakayım yanımıza."
Yavuz'un sesiyle tombul yanakları kızardığında, annesinin elini bırakıp yanımıza doğru koşmuştu. Gözleri beni bulduğunda gülümsedim. Kendisini hatırlayıp hatırlamadığımı merak ediyordu sanırım.
"Elif, nasılsın?"
Sorumla kendisinin de yüzüne büyük bir gülümseme yayılmıştı. İki yandan bağlı saçlarıyla oynarken, tam iki sandalyenin ortasında durmuştu.
"Sen beni hatırladın mı?"
Sorusuyla beraber kafamı sallarken, Boran Yavuz'un kucağındaki Aras'ı almıştı. Yavuz'da bu sırada Elif'i kollarının arasına alıp dizine oturtmuştu.
"Evet, seninle tanışmıştık. Nasıl unutabilirim ki."
Yüzü sevinçle daha çok kızarırken, Yavuz saçlarına küçük bir öpücük bırakmıştı.
"Nasıl gidiyor güzelim, okula alıştın mı?"
Bakışlarım merakla ikisinin arasında gidip gelirken, Elif suratını buruşturmuştu.
"Hayır... sevmiyorum ben oradaki çocukları. Ben küçükmüşüm gibi davranıyorlar."
Annesinin sesi girdi araya.
"Anasınıfına başladı, ama hala alışamıyoruz."
Gözlerim yeniden Elif'i bulduğunda Yavuz'da dikkatle kendisini dinliyordu.
"Neden sevmiyorsun? Bir şey mi oldu?"
Omuzlarını sallamıştı hafifçe.
"Ben annemden ayrılmak istemediğim için dalga geçmişlerdi benimle... sevmiyorum işte."
Küçük elini elimin arasına alırken, kendisini bu konuda nasıl rahatlatmam gerektiğini bilememiştim. Aklı bir çok şeye eriyordu.
"Kimse annesinden ayrılmayı istemez, bende istememiştim. Ama sonra alıştım, sende öyle. Onlar dalga geçtiklerini unutmuşlardır hem."
Yavuz'a çevirmişti bakışlarını. Kaşlarını çattı ağırca.
"Nasıl yani, sende mi benim gibi ağlamıştın Zümrüt anne gidince Yavuz abi?"
Zümrüt anneye onun da anne demesi beni gülümsetirken, gözleri merakla kocaman açılmıştı.
"Evet bende ağlamıştım. Hatta senden daha çok."
Yavuz'un sözleri onu ikna etmiş gibiydi. Bir süre düşündü. O sırada ben, Yavuz'un aslında ağlamadığını gözlerindeki ifadeden anlamıştım.
Çocuklarla arasındaki bağ, ilk günden beri dikkatimi çekiyordu.
"Yani, onları sevebilir miyim?"
Bana bakarak sormuştu. Kafamı salladım. Ama konuşamadan Yavuz konuşmuştu.
"Kızları bebeğim, bırak erkekleri sevmeyi. Üzerler seni."
Elif anlamamış gibi bakarken, araya girdim.
"Evet, hepsini sevebilirsin."
Kafasını salladı onaylayarak. O sırada bakışlarım Yavuz'a kaymıştı. Ciddi haline büründüğü anlar, özellikle de böyle konulardaki hali, beni her defasında güldürüyordu.
~
Mihrimah'tan:
Masadan uzaklaşan adımlarımla, çantamın içindeki telefonumu çıkartarak direkt onun numarasını bulup tuşlamıştım. Günlerdir kendisiyle yüz yüze gelmekten kaçınıyordum fakat şu anda görüşmem gerekiyordu.
Bir kaç defa çalan zil sesinin ardından aramayı yanıtladı ve sesini duydum.
"Mihri?"
Kaşlarım havalanırken, mekanın içinden tamamen çıkmıştım.
"Neredesin?"
Arka plandaki sesler azalırken, olduğu yerden ayrıldığını anlamıştım.
"Sen neredesin?"
Hadi ama!
"Kapının önündeyim, markete gideceğim. Hemen gel vaktim az."
Aramayı hemen sonlandırırken, bir cevap vermesini beklememiştim. Giriş kapısının oldukça ilerisinde dururken, tam köşe başından dönen araçla beraber görüş açıma girmişti.
Araba tam önümde dururken, bekletmeden yanındaki yerimi aldım. İçerideki koku usul usul burnuma dolarken, gözlerim günlerdir göremediğim yüzünü bulmuştu.
Önceden de sık göremiyordum ama şimdi işler çok daha farklıyken, daha çok özlemiş gibiydim.
Aracın içinde ses çıkmazken, hızlı bir şekilde mekanın sokağından uzaklaştırmıştı bizi. Ve bulduğu ilk boş yerde durunca, bedenimi yan çevirerek kendisine bakmıştım.
Düşünmedim. Düşünsem de muhtemelen aynısını yapacağımdan emin olduğum şeyi yapmayı tercih ettim. Hafifçe yerimde doğrularak, kollarımı boynuna dolamıştım.
Başlarda onun elleri bana temas etmezken geri çekilecek gibi olmuştum fakat, saniyeler içinde iri avuçları belimi sıkı sıkıya sarmıştı.
Tam boynuna yasladığım burnuma buram buram kokusu dolarken, garip bir şekilde abimin bir yerlerden çıkabileceğini düşünüyordum. Ne kadar öyle kaldık bilmiyordum ama geriye ilk çekilen yine ben olmuştum.
"Pardon."
Dedim, az önceki ani hareketim yüzünden. Ama umursamadı o. Ela gözleri dikkatle kahvelerimde dolaşıyordu.
"İyi misin?"
Dedi ciddiyetle. Kafamı salladım.
"Sayılır. Sadece abimle konuşamadım hala."
Kaşları çatılırken, sıkıntılı bir soluk almıştı. Tam elmacık kemiğinin üzerindeki morluk hala varlığını koruyordu.
"Acıyor mu?"
Sorumla beraber eli morluğun üzerine giderken, bende elimi uzatmıştım. Ondan önce yüzündeki izde parmaklarımı gezdirdim.
Kalbim garip bir şekilde daha hızlı atmaya başlarken, gözlerinin tam içine bu kadar yakından ilk kez bakıyordum.
"Acımıyor."
Dedi, boğuk çıkan ses tonuyla. İnanmadım. Böylesine bir morluğun acımıyor olması imkansızdı. Dudaklarım üzgünce kıvrılırken, birazcık baskı uyguladım üzerine. Ve benim hareketimle eş olarak, dudaklarının arasından bir inleme dökülmüştü.
"Hani acımıyordu?"
Kinayeli sesimle gözlerini kapatmıştı. Kendinden ödün vermiyordu aklınca.
"Acımıyor işte kızım."
Gözlerimi gözlerinden kaçırarak geri yerime oturdum. Şimdi asıl konuya girmem gerekiyordu.
"Abimle konuştun mu?"
Ben ona bakmıyordum fakat üzerimdeki bakışlarını hissedebiliyordum.
"Denedim, dinlemedi. Ama dinleyecek."
"Bu yaptığımız şey onu kırdı... haklı da."
Yeniden ona döndüm. Elalarına bir kez daha kilitlendim.
"Daha tam olarak birbirimize bile bir şeyleri anlatmamışken, o şekilde yakalanmamız doğru değildi."
Tek kaşımı havaya kaldırdım.
Kendisine açık açık meydan okuyordum. Anlaması lazımdı.
"Yani abimden önce benimle bir şeyleri konuşmalısın. Dinliyorum."
Dudağı hafifçe yukarıya kıvrılırken, elini saçlarının arasından geçirmişti.
"Ne duymak istediğin?"
Sağ gözünü kırparak sorduğu soruyla kalbim bir kez daha teklerken, kollarımı tam göğsümün üzerinde bağlamıştım.
"Tüm gerçekleri..."
İşaret ve orta parmağımı hafifçe açarak gözlerimi ardından da onun gözlerini işaret ettim.
"Gözlerimin içine bakarak..."
Yeniden kollarımı birleştirdim.
"Hepsini senden duymak istiyorum."
Direksiyonun üzerinde duran ellerini kucağına indirerek, o da hafifçe yan döndü.
Bakışlarını gözlerime sabitledi. Konuşmasını bekliyordum.
"Sen zeki kızsın. Yıllardır nasıl bir şeyleri anlamadın merak ediyorum."
Kaşlarım ağırca çatıldı. Devam etmeliydi.
"Ama madem duymak istiyorsun, konuşayım."
Geriye yaslandı koltukta.
"Her zaman böyle neşe saçıyorsun, hayatıma da böyle neşe saçarak girdin. İzin almadan, sormadan..."
Onun da kaşları çatılmıştı. Eliyle şakağına dokundu.
"Hayatımdan sonra buraya sızdın. Nereye baksam, seni görür oldum. Hatta senden nefret ettiğimi bile düşünüyordum."
Ağzım şaşkınlıkla açılırken, şaşkın halime yandan bir bakış atarak ekledi.
"Hiç öyle bakma, bilerek yapıyor gibiydin. En alakasız yerlerde denk geliyorduk."
Suratımı buruşturduğumda, parmaklarının hedefi kalbi olmuştu.
"Buraya da girdiğinde, ben sana adım attım..."
Diliyle dudağını ıslattı, gülümsedi.
"Yavuz'un düğününde, sana yakından ilk kez farklı bir gözle baktım ben."
"Beni yolda bırakmakla tehdit ettin!"
Gülümsemesi büyüdü, sözlerimle.
"İnsan sevdikleriyle uğraşmayı sever."
Dudaklarımı araladım. Ama doğru kelimeleri seçemiyordum.
"En çok seninle uğraşmayı seviyorum ben."
Sanki üzerine özellikle bastırdığı kelimenin altında, en çok seni seviyorum demişti.
"İyi, abimle konuş."
Sözlerime karşılık olarak gülümserken alnını kaşıdı.
"Gerçekten mi Mihri?"
Gülümsedim bende.
"Evett, gerçekten."
Bedenini bir anda üzerime eğmesiyle birlikte göğsüm kasılırken, yüzümdeki gülümseme de donup kalmıştı.
Sıcak nefesi şimdi tam da benim nefesime karışmıştı.
Ve gözleri, yakından çok daha başkaydı.
"Mirza... dur, uzaklaş. Abim falan gelir!"
Titreyen kısık sesime karşılık gülümsedi.
"Camlar filmli, bu sefer basılmayacağız."
Olduğum yerde iyice küçülmüşken, aldığım soluklara kokusu sızmıştı.
"Ya ben istemi..."
Öpmüştü.
Yine aynı noktadan, beni öpmüştü.
Tam çenemin üzerinden, dudaklarımın yanındaki çizgiden, derin bir solukla beni öpmüştü.
Tüm bedenim aynı anda titrerken, daha öncesinde duyduğum ve okuduğum şeylere çok daha anlam yüklenmişti.
İlk defa böyle hissediyordum ben.
İçimde yanan bir şey vardı ve o ateşi harlayan şeyin Mirza olduğunu bile bile de ben, ona yürüyordum.
~
4 gün sonra:
"Ne alırsınız Evin Hanım?"
Gözlerimi elimde duran telefondan kaldırırken, karşımdaki kadına gülümseyerek karşılık vermiştim.
Mihrimah'la alışveriş yapmak üzere çıktığım çarşının ardından rotamı Karadağ Holding'e çevirmiştim. Dün akşam üzeri Mihrimah'la konuşan Yavuz'u bu sabah toplantısı için erken çıktığından görememiştim.
"Çay alabilirim."
Yavuz'un odasına girmeden önce beni karşılayan ve aynı zamanda odaya gelen kadın, anladığım kadarıyla asistanı oluyordu.
"Hemen, getirtiyorum."
Elinde duran dosyaları Yavuz'un masasına bıraktıktan sonra, yüzündeki gülümsemeyle odadan ayrılmıştı. Tahminimce 27'li yaşlarında, sevimli bir kadına benziyordu.
Bir kaç dakikanın ardından odanın kapısı yeniden tıklatılırken, bu seferde elindeki tepsi ile bir görevli gelmişti.
"Afiyet olsun."
"Teşekkür ederim."
Önümdeki sehpaya bıraktığı bardağın ardından odada tek kalırken, gözlerimi yeniden telefonun ekranına çevirmiştim.
Asistanından öğrendiğime göre oldukça önemli bir anlaşma üzerinde çalışıyorlardı. Bu yüzden de bugünkü girdikleri ikinci büyük toplantıdaydılar. Bundan dolayı dikkatinin dağılmaması için haber vermelerini istememiştim.
Ama aynı zamanda şu anda nasıl olduğunu da merak ediyordum. Ekranın üzerinde gezinen parmaklarım tam isminin üzerinde duraksarken, hızlıca yazmıştım.
Nasılsın?
Çok mu resmî olmuştu acaba? Kısılan bakışlarım merakla gelecek olan cevabı beklerken, toplantıda olmasına rağmen aniden çevrimiçi olarak sohbete girdiğini görmüştüm.
Dudaklarım kıvrılırken, yazıyor bildirimiyle aynı zamanda tam karnımın ortasında bir hareketlilik hissetmiştim.
Onun vereceği bir cevap bile beni garip bir heyecanın içine iteliyordu.
Yorgunum güzelim. Sende dinlenmeyi isteyecek kadar yorgunum :) sen nasılsın?
Gözlerini kapatıp hayal edersen, belki dinlenirsin.
"Hihh..."
Telaşla havaya kalkan elim ağzıma kapanırken, yazdığım mesajı bir kez daha okumuştum kendim yazmamışım gibi.
Bazı anlarda yaptığım hareketleri, şimdilerde söylediğim sözler takip ediyordu. Kendime dair bilmediğim her şey yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu sanki.
Toplantı salonunda bunu yapmamı istiyor musun gerçekten?
Mesajının altında yatan imayı bizzat onun sesinden duymuşum gibi anlamıştım. Önümdeki sehpada duran çay bardağını alıp, bir yudum içtiğimde, zihnimdeki nereden geldiğini bilmediğim tilkiler korkmamı sağlamıştı.
Sandığım benim aksime, çok daha cüretkarlardı...
Güzelliğini hayal edeyim mi yavrum?
Bu sefer yanımdaki çalışma masasına bırakmıştım bardağı. Parmaklarımı klavyenin üzerinde tereddüt etmeden gezdirirken, tüm suçu çoktan içimdeki kadınsı duygulara atmıştım. Çevrimdışı olduğunu görürken mesajı göndermiştim.
Belki de odana gelip, canlı kanlı görmelisin.
"Hayır... hayır. Siliyoruz bunu, olmaz."
Anında çift tik olan mesajla, nefesim kesilirken, tüm cesaretim de bir anda yok olmuştu.
Saniyeler ardı ardına geçerken, hala gözlerim herhangi bir hareketliliği yakalayabilmek için ekrandaydı. Ama görüldü yazısının dışında başka bir şey olmamıştı.
Oturduğum yerden hızlıca kalkarken, gözlerim tam olarak karşımdaki kapıya çevrilmişti.
Her an o kapının açılacak olması mıydı beni böylesine heyecanlandıran, yoksa yazdığım mesajlar mıydı karar veremiyordum.
"N'aptım ben..."
Titreyen ellerimi kızardığına emin olduğum yüzüme bastırırken odanın kapısı da açılmıştı.
Uzun bir mesafeyi koşarak gelmiş gibi, derin bir soluk alarak içeriye giren bedenini turlayarak gözlerine ulaştım.
Sık kirpiklerinin gölgelediği kahve harelerini kısmış, gerçekten burada olup olmadığımı sorgularcasına bakıyordu.
"Buradasın."
Genizden çıkan boğuk sesine karşılık, sadece kafamı sallayabilmiştim. Kesinlikle bu kadar hızlı bir şekilde toplantıdan çıkıp, odaya gelmesini beklemiyordum. Hazırlıksız yakalanmıştım.
Sağ eliyle tuttuğu kapıyı örtüp, dudaklarındaki tehlikeli gülümseme ile kilitlerken, bakışları hala daha üzerimdeydi.
"Yanında olmadığım anlarda çok daha cesur bir kadın oluyorsun."
Haklıydı sanırım. İçimdeki duygulara engel olmak o yanımda yokken çok daha zordu.
Kapıdan ayırdığı bedeniyle sert bir adım attı.
Zeminde yankılanan ayakkabısının tok sesi, odanın içindeki tek sesti sanki.
Nefesim kesiliyordu.
"Ama mesajdan ziyade, sözlerini bir de senin sesinden duymayı istiyorum."
Hayır...
Gözlerimi kendisinden hızlıca çekerken, titreyen ellerimi üzerimdeki elbiseye bastırmıştım.
Buraya gelip sürpriz yapacağımdan belki de, daha çok özenmiştim. Yeşil, küçük çiçek detaylarının olduğu belden bağlamalı, dizlerimin bir buçuk karış üstünde biten elbise hoş duruyordu.
(Medya.)
Gözlerinde gördüğüm beğeni duygusu, içimin kıpır kıpır olmasını sağlamak için yeterliydi.
Bir adım daha attı ve bir adım daha...
Ardı ardına gelen her bir adımda, göğsümün altında hissettiğim darbe daha da şiddetleniyordu.
Yerde olan gözlerimi ani bir kararla kendisine çevirdiğimde, aralanan dudaklarımın arasından dökülen kelimeler odanın içine bir ateş gibi düşmüştü.
"Duyarsın belki."
Kaşlarım hafifçe havalanırken, iki elini de aynı anda ceplerine sokmuştu. Siyah gömleğinin düğmeleri gerilirken, kıvırdığı gömleğin altındaki kollarının üzerindeki şişkin damarları gözüme çarpmıştı.
"Duymalıyım."
Gülümsedim.
Kontrol etmeye çalıştığım duyguların arasında sıkışıp kalmaktan ziyade, kendimi akışına bırakmam gerekiyordu. Biliyordum.
"Odana geldin ve canlı kanlı görmüş oldun."
İki yandan hafif havaya kaldırdığım ellerimle yüzüne bakarken, aramızda kalan mesafeyi biraz daha azaltmıştı.
Gözleri arsız bir şekilde yüzümden başlayıp bedenime kayarken, önü hafif açık olan elbisemin yaka kısmında biraz daha oyalanmıştı.
"Sadece görmekle yetinmeyeceğim."
Kendinden fazlaca emin olarak kurduğu cümlenin ardından, ceplerinde duran ellerini çıkarmış, sağ elini yüzüme uzatmıştı.
Tam elmacık kemiklerimin üzerinden tüy kadar hafif bir dokunuşla geçip giderken, sıcak parmakları boynuma kaymıştı. Tam önümde duran bedeninden kendisini görmek için hafifçe geriye yatırdığım başımla, yeşillerim kahvelerine tutunmuştu.
Hiç ayrılmak istemiyormuşçasına.
Boynumdan usul usul kayan parmakları, önce gerdanıma, oradan da göğüs oluğuma yol almış, durmuştu. Elbisenin kayan yakasını düzeltti.
Nabzım şimdi parmaklarına çok daha yakındı.
"Ölürüm ulan, şu haline ölürüm."
Sözlerini daha algılamama fırsat dahi olmadan parmak uçları enseme kaymış, eğdiği başıyla sıcak dudaklarını açıkta kalan kısıma göğsümün üzerine bastırmıştı.
Dokunuşuyla beraber uyuşan bedenim, artık tamamen kollarının arasına sığınmıştı. Titreyen ellerimi kollarına uzattım, tutunmak için.
Gömleğinin kumaşı, teninin sıcaklığını saklayamamıştı. Parmak uçlarım, ateşe dokunmuşum gibi yanıyordu.
Bedenimden uzaklaşan dudaklarına rağmen, sıcak soluklarını hala boynumda hissediyordum. Kapalı olan gözlerimi açtığımda bu sefer direkt kahve hareleriyle karşılaşmıştım.
Yüz yüze, göz göze, nefes nefeseydik.
Kolunda duran elimi teninden ayırmadan omzuna kaydırmış, sonrasında yüzüne çıkarmıştım. Ona dokunurken artık çekinmiyordum. Parmak uçlarım sakallarıyla temas ederken, çenesinden yanağına doğru elimi kaydırmıştım.
Kahve gözlerinin içine bakarken ben, yanağını avucuma yaslayarak gözlerini kapattı.
Sol eli bel boşluğuma yerleşip beni kendine çektiğinde, ben hala sakince yanağını okşuyordum.
Dokunuşlarımızı ayırmadan üzerime doğru bir adım attı. Onunla beraber benim de adımım geriye kayarken, biraz arkamda kalan koltuğa yaklaşmamızı sağlamıştı. Önüne geldiğimizde ani bir hamle ile yerlerimizi değiştirip kendisi oturmuş, beni de kucağına çekmişti. Yan bir şekilde yerleştiğim kucağında hala ellerim yüzünde, gözlerinin içine bakıyordum. Tek eli sıkı sıkıya belimi tutarken, diğer eli bacağımı bulmuştu.
"Ne iyi ettin, geldin."
Boğuk sesi dudaklarımın kıvrılmasını sağlarken, bacağımı sarmalayan parmakları tenime ufak bir baskı uyguladı.
"Hıhı..."
Ufak bir mırıltı çıkartarak kendisini onaylamıştım sadece. Gözümde şu anda öylesine sevimli duruyordu ki, boşta bulunup iki yanağını da sıkacak olmaktan korkuyordum.
Önce pembe kutu taşıttık şimdi de yanaklarını sıkalım.
"Toplantını neden yarım bıraktın?"
Gözlerim yüzünü ağır ağır izlerken, bakışlarım dudaklarına kaymıştı, yanıtını merak ederek.
"Karım beni odama davet etmiş, toplantıyı ne yapayım?"
Asistanının sözlerini anımsarken, içime dolduğunu hissettiğim huzurla boşta kalan elimi de yüzüne çıkarmıştım. Çok büyük bir anlaşmayı gözardı etmişti. Hemde odasında olduğumu söylediğim için. Birkaç dakika daha beklemeyi istememişti.
"Önemliymiş."
Kafasını onaylarcasına salladı.
"Sen, çok daha önemlisin."
Gözlerinin içine bakarak gülümsedim. Ondan saklayacak bir şeyim yoktu ve sözlerinin bende bıraktığı etkiyi bizzat kendisinin görmesini istiyordum.
"Öyle mi?"
Kafasını sağ tarafa çevirdi ve sıcak dudaklarını yanağına yasladığım elimin içine bastırdı. Bıraktığı uzun soluklu öpücüğün ardından, kahveleri yeniden yüzümü bulmuştu.
"Öyle."
Gülüşüm biraz daha arttığında, dudaklarının hedefi bu seferde dudaklarım olmuştu.
Tam gülümserken öpüyordu.
Ellerimi ensesine kaydırarak sıkıca tutundum ona, yeteri kadar yakın değilmişiz gibi.
Saçlarımın arasına karışan eliyle eş zamanlı olarak dişlerini de tenimde hissetmiştim. Belimdeki eli ağırca yukarıya kaydığında dudakları dudaklarımdan ayrılmıştı.
İkimizde nefes nefese bir halde bakışırken, başını göğsümün üzerine yaslayarak sıkıca belime sarıldı. Bu sırada dudaklarını da daha masum bir şekilde sol göğsüme, tam kalbimin üzerine bastırmıştı.
Ellerim direkt olarak saçlarına uzanırken, bende kafamı ona yaslayarak gözlerimi kapatmıştım. Parmak uçlarım yumuşacık olan, koyu tutamlarının arasında dolaşıyordu.
Bir süre odanın içinde sadece nefes alışveriş seslerimiz duyulurken, benimle merak ettiğim fakat sormayı düşünmediğim bir şeyi paylaşmıştı.
"Mirza'yla konuştuk."
Gözlerimi açmadım, ama devam etmesi için ufak bir ses çıkarmıştım.
Bana kendisine dair olan şeyleri anlatıyordu, hemde sormamı beklemeden. Dudaklarıma huzurlu bir gülümseme oturdu.
Çok ince düşünüyordu ve çok güzel seviyordu.
"Sözlerinin arkasında durduğunu söyledi, amacı eğlenmek gibi görünmüyor."
Sıkıntılı bir soluk verirken, göğsü de hareket etmişti. Neredeyse bir haftayı geçen olayın stresini üzerinde taşıyordu hala. Dudaklarımı araladım.
"Sen ne düşünüyorsun peki bu konu hakkında? Ciddi düşünüyor olması iyi bir şey ama senin bu konudaki düşüncen ne?"
Belimdeki parmakları tenimin üzerini usul usul okşamaya başladığında, yüzünü de göğsüme sürtmüştü. Sakallarının tenimde bıraktığı hisle verdiğim titrek solukla, sesini duydum.
"Bilmiyorum anasını satayım. Şerefsiz niyetini yıllarca saklamış!"
"Yıllarca mı?"
Sorumla birlikte göğsümdeki başını kaldırmıştı. Göz göze geldik.
"Evet yıllarca, da niye bu kadar şaşırdın sen?"
Bu sefer hızlı davranıp göğsüne yatan ben olmuştum.
İyice yerleştiğim yerle birlikte az önceki sesime yansıyan merakı da biraz dizginlemiştim.
"Hiç, bir anda yıllarca deyince sen..."
Beni göğsünden kaldırmadan başını hafifçe eğerek yüzüme baktı. Gözlerimiz yeniden kesişmişti.
"Acaba daha neler biliyorsun küçük karım?"
Kinayeli sesiyle birlikte kaşlarımı aynı onun gibi çatmaya çalışmıştım. Madem kızmaya kıyamıyordu, bir kerelik zaafını kullanacak olmamdan zarar gelmezdi.
"Senin şu anda aklından neler geçtiğini biliyorum sanırım."
Gözleri önce çatmaya çalıştığım kaşlarıma ardından da gözlerime düşmüştü. Sözlerimin onda bıraktığı etkiyi, ifadesini koruduğu bakışlarından dolayı anlayamamıştım.
Bu kadar cesaret yeterliydi. Tek bir kelime daha çıkartamazdım. Hem ciddi bir konu hakkında konuşuyorduk en son.
"Mihrimah'la da konuşmalısın bence."
Kıstığı gözleriyle yüzlerimizin arasındaki mesafeyi kapatarak, burnunu burnuma sürttü.
"Bence Mihrimah'tan önce konuşmamız gereken başka konular var."
Olmasındı...
"Mihrimah çok üzgün."
Dudakları kıvrılırken, sesli bir şekilde gülümsemişti. Şu anki halimle tam olarak dalga geçiyordu.
"Yalan konuşmasıydı, üzgün olmazdı."
Ciddileşen sesiyle, ensesinde duran elimin bir tanesini omzuma kaydırmıştım.
"Belki sana demeden önce kendisi bir şeylerden emin olmak istemiştir."
Kaşları ufak bir açıyla çatılırken, açıklamamı istercesine de kafasını sallamıştı.
"Birazcıkta benimle mi ilgilensen acaba, kardeşimi bırakıp?"
Dudaklarım usulca kıvrıldı. Ellerimi yeniden yanaklarına yerleştirdiğimde benim ne yapmaya çalıştığımdan da bihaberdi.
İki yanağında duran ellerimi sıkarken, buruşan suratı gülümsememi daha çok büyütmüştü. Küçük bir çocuk kadar suratıma masum bakarken, zihnim yaptığım şeyleri pek sorgulatmıyordu bana.
"Kocasını böyle mi sever insan Evin?"
Homurdanarak söylediği sözlerine karşılık hala ellerim yanaklarında duruyordu.
"Tatlı duruyordun."
Bu sefer ifadesi mümkünmüş gibi biraz daha bozulmuştu. Kaşlarını çattı.
"Tatlı ne, küfür ediyormuş gibi."
Ellerimi gömleğinin yakasına kaydırdım, biraz orada oyalandım.
"Ben artık gideyim, sende işlerini hallet."
Kucağından kalkmayı planlamıştım, ama belimi bırakmadı.
"Sonra hallederim işlerimi ben, evimize gidelim."
Tüm eşyalar ve tadilatın hallolduğu eve, eşyaları da çoktan yerleştirmiştik. Geriye kalan tek şeyi bizim oraya gitmemizdi.
Gözlerimin biraz uzağında duran kahve harelerine baktım, hala dudaklarımdaki varlığını koruyan tebessümle.
Kafamı salladım. Yeterli bir cevaptı bu. Belimi bırakmadan önce yanağıma dudaklarını bastırdı ve beni de kendisiyle beraber koltuktan kaldırdı.
Koltuğun üzerindeki trençkotumu giyinip, çantamı elime aldığımda o da kenardaki askıdan aldığı ceketini üzerine giyinmişti. Tam yanımda durduğunda sıcak avucunun içine almıştı avucumu.
Açtığı kapının kilidiyle beraber yan yana odadan çıkmamızla, kapının önündeki asistanına kısa bir bakış attı.
"Yarına ertele işleri."
Ufak bir tebessümle onaylayan kadına bende gülümsemiştim. Koridordaki her adımımızda üzerimize dönen gözler, şu anki halimizin ne kadar gerçek olduğunu bana gösteriyordu.
Asansörün düğmesine basıp beklerken, kafamı yukarıya kaldırarak yüzüne baktım.
"Markete uğrayıp, alışveriş yapmamız lazım."
Diğer elini kaldırıp yüzüme düşen saçımı geriye iteledi.
"Uğrarız güzelliğim."
Gelen asansöre binip otoparka inmiş, ardından da Yavuz'un aracına binerek yola koyulmuştuk.
Daha öncesinde geldiğimiz alışveriş merkezine yeniden ulaştığımızda rotamız direkt içerisinde bulunan market olmuştu.
Mutfak için büyük bir alışveriş yapmamız gerekiyordu.
Kenarda duran arabalardan bir tanesini alan Yavuz yanıma gelirken, yine yan yana attığımız adımlarla birlikte rafların arasına karışmıştık.
"Yarın eşyaları alırız konaktan."
Elimdeki makarna paketini arabaya eklerken, gözlerim yüzünü buldu. Kafamı salladım.
"Artık orada, evimizde mi kalacağız?"
Beni kolunun altına çekip, market arabasıyla arasına geçmemi sağlayarak tam arkamda durdu. Sırtımda göğsünü hissederken, solukları da saçlarımın arasına karışıyordu. Yürümeye başladı, bende market arabası ve onun arasında kaldığım için yürüyordum.
"Evet, artık tamamen başbaşayız yavrum."
Yanaklarım yanmaya başladı. Sırtımı iyice göğsüne yasladım, refleksle. Elimle beraber tuttuğu market arabasının üzerindeki damarlı ellerine düştü bakışlarım.
"Şunlardan da alalım."
Bakışlarımı pasta malzemelerinin dizildiği rafı işaret ettiğimde gülümsedi ve benim kendinden uzaklaşmama izin vermeden birlikte rafların önüne çekiştirdi. Lazım olduğunu düşündüğüm her şeyi alıp arabaya koyarken, üst raftaki uzanamadığım şeyleri alması için de Yavuz'a işaret veriyordum.
Rafların arasındaki işimizi uzun sayılacak bir sürede tamamlarken, meyve ve sebzede almıştık.
Tıka basa dolu olan market arabasıyla beraber yürümeye devam ederken, Yavuz hala yersin diyerek bir sürü şey ekliyordu.
"Yavuz, yeter şimdilik bu kadar."
Dudaklarını saçlarıma bastırırken, raftaki bir başka şeye uzanmış ve arabaya eklemişti.
"Olsun, karıma almak istiyorum ben. İtirazın mı var güzelim?"
Kafamı geriye yatırıp gözlerine baktığımda, suratında alaylı bir gülümseme mevcuttu.
Bende gülümseyerek gözlerimi kaçırdım ve yürümeye devam ettim.
Marketteki işimiz sonlanırken, dolu poşetleri araca taşımış oradan da, arabaya binerek yeniden yola koyulmuştuk.
Kısa süre içinde evimize ulaştığımızda, bizi bahçenin önünde ve içinde olan korumalar karşılamıştı. Sanırım biz gelmeden Yavuz hepsine haber vermişti. Açılan bahçe kapısından içeriye girip aracı park etti.
Aynı anda inerken biz, arkada kalan iki adama poşetleri almalarını söylemiş ardından da elini elime sarıp eve girmemizi sağlamıştı.
Gözlerim ilk defa geliyormuşuz gibi etrafı incelerken, artık onunla burada baş başa olacağımız düşüncesi kalbimi bir başka hızlandırmıştı. Arkamda duran bedeni varlığını oldukça yakınımda hissettirirken, üzerimdeki trençkotun bağını çözerek omuzlarımdan aşağıya sıyırdım, kapının hemen yanındaki vestiyere asıp, ardından da kenardaki terliği giyinmiştim. Saçlarımı geriye iteleyerek arkamı döndüm ve gözlerimi Yavuz'a çevirdim.
O da benim gibi çıkardığı ceketini askıya asıyordu. Terlikleri uzattım giyinmesi için. Sanki şu anda evlenmişiz gibi her şey daha farklı geliyordu.
Adamların taşıdığı poşetler biterken, hepsinin çıkmasıyla Yavuz arkamızda duran kapıyı kapatmıştı.
"Mutfağa geçeyim ben, bir şeyler hazırlarım."
Cebine soktuğu elleriyle beni izlerken, kafasını salladı. Ve beni takip ederek peşimden mutfağa geldi. Masanın üzerindeki malzemeleri teker teker silip yerleştirirken, o da bir şeylerin ucundan tutarak bana yardımcı olmaya başlamıştı. Kısa sürede yerleştirme işimiz biterken, yapacağım yemeklere de karar vermiştim.
Gereken şeyleri tezgaha çıkartıp, kenarda asılı duran önlüğü hızlıca taktım. Yavuz ise sanki kendisine iş vermemi bekliyordu. Kafamı arkaya çevirip gülümsedim.
"İstersen sen içeride otur, yemekleri hazırlayacağım ben."
Bakışları kısılırken, dudağı hafifçe kıvrılmıştı.
"Bu cümlenin altında, sen yemek yapmaktan anlamazsın mı demek istedin?"
Omuzlarımı salladım. Öyle bir şey dememiştim ama yemek konusunda yetenekli olacağını da düşünmüyordum sanırım.
"Hayır... yoksa anlıyor musun?"
Siyah gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmaya başlamıştı. Bu sırada gözlerinin hedefi tam olarak yeşillerimdi. Alt dudağını yaladı.
"Otur ve kocanı izle fıstığım."
İmalı sesi kalbimi yine tekletirken, sözlerini dinleyerek geriye çekilmiştim.
Koca bedeni, mutfağın içinde büyük bir hakimiyet kurarken, dakikalar boyunca gözlerimi kırpmadan kendisini izlemiştim.
Bir şef edasıyla kavradığı bıçağın, tahtanın üzerinde bıraktığı tok ses ve kasılan kol kasları ile arkasındaki bana dönüp arada attığı bakışlara, sadece gülümsemekle yetinebiliyordum.
Her günümüz belki de bu şekilde daha anlamlı geçecekti artık.
Zifiri soğukta donmak üzere olan ruhum, şimdi onun güneşinde baharın en güzel vakitlerinin tadını çıkartıyordu.
Ben hayalini dahi kurmadığım manzaraların artık şimdi hayalini kuruyordum. Onunla olan her şey gözüme bir başka güzel geliyordu.
İkimizin evindeydik.
Ama onun kolları, benim asıl yuvamdı...
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Bölüm sonu düşüncelerinizi, yorumlarınızı şuraya bırakabilirsiniz.
• Evin'in Yavuz'u şaşırttığı her sahne>>
• Mirza'nın itiraflarına karşılık Mihrimah'ın tepkisi pekii.
• Bölüm sonu için kafamın içinde bir sürü fikir vardı. Ve ben zorlukla bir tanesine karar vermiş bulundum. Bakalım yeni bölümde neler olacak 🫶🏼
• Sizleri seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
23/12/2022
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.22k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |