32. Bölüm

32. BÖLÜM “M A S A L”

sim
simaara

Uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakarak keyifli okumalar diliyorum ❣️ Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada heyecanla bekliyorum 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Yıldız Tilbe / İşim Olmaz

 

İlyas Yalçıntaş / Gel Be Gökyüzüm

 

 

 

 

"Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsan ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal."

 

 

 

Lavinia ~ Aşk Şiirleri - Özdemir Asaf

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Teşekkür ederim bu düzenleme için 🥹🫀💖)

 

 

 

 

(Ve bunun içinn 🫀🤤)

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

Masallar nerede başlarsa, orada bitermiş.

 

Ama benim masalım tamda bittiği yerde, yeniden, tüm yenilgilerine rağmen başlamıştı.

 

Son değildi ama ilkte olmamıştı.

 

Göğsümün tam altında hissettiğim darbe, her saniye daha sert bedenimi döverken, sık kirpiklerimin sarmaladığı yeşil gözlerimi, gözyaşlarımın arasında tam karşımda duran uçuruma çevirmiştim.

 

Çok garip bir histi.

 

Yıllardır yaşadığımı sanıp yaşamıyorken, yaşamanın ne demek olduğunu bana vurgulamış...

 

Aynı zamanda elimde avucumda kalan tüm umudun, nedenini dahi anlamadığım bir şekilde avucumun arasından kayıp gittiğini hissediyor gibiydim.

 

Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırık, soğuk rüzgarların arasına karıştığında, gözlerim de aşağıya kaymıştı.

 

Ölümle yaşam arasındaki çizgi gibiydi durduğum yer. Bir adım gerim, yaşama tutunurken, bir adım ötemde hiçliğin içine savrulacaktı.

 

Ben hangisini istiyordum peki?

 

 

~

 

 

3 gün önce:

 

 

 

 

Dudaklarımdaki tebessüm her an biraz daha büyürken, ben yapmış olduğum işi büyük bir ciddiyetle yapmaya devam ediyordum.

 

Kendi evimizde, farkında olmadan kendime dair bir düzen kurmuştum. Ve inkar edemeyeceğim şekilde, bu bana keyif vermişti. Parmaklarımla sıkı sıkıya tuttuğum tabağı da masaya bırakırken, aynı zamanda dudaklarımın arasından keyifli bir şarkı da mırıldanıyordum.

 

Yavuz'un bugün evde olduğunu bilerek kendimi erkenden mutfağa atmış ve özenerek harika bir kahvaltı masası kurmuştum.

 

"Evin?"

 

Duyduğum sesle masada olan bakışlarımı kapıya çevirdiğimde, saniyeler içinde uyku mahmuru haliyle, Yavuz görüş açıma girmişti.

 

Kahveleri benimle masanın arasında gidip gelirken, bir kaç adım atmıştı.

 

Benim de bakışlarım kısaca üzerinde dolaşırken mırıldandı.

 

"Saat daha erkendi güzelim, neden yordun kendini?"

 

Sözlerinin aksine yorulmamış, tam tersine çocuksu bir heyecanla kıpır kıpırdım. Ocaktaki tavanın yanan altını kapatıp, kulpunu tutarak onu da masanın ortasına yerleştirmiştim.

 

"Yorulmadım ki."

 

Bıraktığım tavaya da kısa bir bakış attıktan sonra, olduğu yerden ayrılarak yanıma doğru yürümeye başlamıştı. Konakta her an birisi tarafından basılacakmış korkusuyla tedirgin olurken, şimdi burada tek oluşumuz onun dokunuşlarından kaçmamam gerektiğini bana hatırlatıyordu.

 

Sağ eli önden bağladığım mutfak önlüğünün ipini tutup beni kendisine çektiğinde, iki avucu çoktan belimi sarmalamıştı. Omzuma eğdiği başıyla sıcak dudaklarını tam boynuma bastırdığını hissederken, eş zamanlı olarakta derin bir soluk almıştı.

 

Bende ellerimi kollarına sardım.

 

"Uyanınca yanımda seni görmek istiyorum."

 

Huysuz bir çocuk gibi çıkan sesi beni gülümsettiğinde, kaşlarının da çatıldığını bakmadan tahmin edebiliyordum.

 

Kolundaki ellerimi sırtına uzattığımda, iyice sarmalamıştı bedenimi.

 

"Hiç gülme öyle... her erkek güne, güzel karısının gözlerine bakarak başlamayı ister."

 

Kaldırdığı başıyla gözlerini gözlerime sabitlemişti. Yine sözleriyle tüm dengemi alt üst ettiği anlardan bir tanesini yaşıyordum.

 

Kalp atışlarım sadece onun karşısında böylesine hızlı ve savunmasız oluyordu.

 

"Ha şöyle, günüm işte şimdi aydı."

 

Dudaklarımda yer edinen tebessümle gözlerinin tam içine bakıyordum ve o bakışlarında kendi yansımam bulunuyordu.

 

"Hadi soğumadan oturalım."

 

Kafasını sallayıp, yanağıma da bir öpücük kondurmuş ardından da yerine oturmuştu.

 

Suyu hala kaynayan ocaktaki çaydanlığı alıp çaylarımızı koyduktan sonra bende kendi yerime oturmuştum. Gözlerim sık sık kendisini bulurken, hazırladığım şeylerden azar azar tabağıma almıştım. Bugün kendimi iyi hissediyor olmama rağmen iştahım yok gibiydi. Ağzıma attığım salatalığı yerken, çayımın şekerini attım.

 

"Çok az yiyorsun yavrum, biraz daha dolduralım o tabağı."

 

Yeşillerim kendisini bulduğunda aynı zamanda attığım şekeri karıştırıyordum. Her yemek anında olduğu gibi yine tabağımı doldurmuştu.

 

"İştahım pek yok bugün, yiyemem hepsini."

 

Kaşlarını hayır anlamında iki kere kaldırdığında, elimde olmadan bende kaşlarımı çatmıştım. Bu gidişle gerçekten de kilo alacaktım.

 

Çayından bir yudum almıştı. Bakışları da hala üzerimdeydi.

 

"Yersin fıstığım."

 

Çatalıma taktığım bir salatalığı daha ağzıma atarken, midemdeki garip yanmayı da gözardı etmeye çalışıyordum.

 

Hazırlandığım börekten bir ısırık almıştı ve suratına aldığı tattan memnun olduğunu belli eden bir ifade yayılmıştı. Gülümsedim.

 

Kahve gözleri keyifle üzerimde dolaşırken, dudaklarındaki varla yok arasında duran o gülümseme gerçekten de fazlasıyla hoşuma gidiyordu.

 

Konu konuyu açarken, biz daha da derin bir sohbetin içine düşmüştük. O sırada Yavuz'un telefonu çalmaya başlamıştı. Ekrandaki kayıtlı olmayan numaraya kısa bir bakış attıktan sonra yanıtlamıştı.

 

"Efendim?"

 

Karşı taraftan duyduğu sesle gözleri beni bulurken, sessizce dinlemeye başlamıştı.

 

"Dediklerimi unutmayın, eksik olmasın."

 

Yüzündeki mimikler oynamıyordu.

 

"Hafta sonu görüşeceğiz, ne kadar başarılı olduğunu. Eyvallah."

 

Kapanan telefonunu masaya koyarken, ben de elimdeki çatalla tabağımda duran zeytinle oynamayı bırakmıştım.

 

"İşle alakalı bir sorun mu?"

 

İlgilenmiyormuş gibi gözükmeye çalışmak, gerçekten de çok zormuş. O an anlamıştım.

 

"Kısmen."

 

Net olmayan cevabı içimdeki merakı daha da harlarken, çatala batırmayı becerdiğim zeytini ağzıma atmıştım. Kiminle konuştuğunu ve numarasının neden kayıtlı olmadığını merak ediyordum.

 

"Hafta sonu ne var peki? İş yemeği falan mı?"

 

Kahveleri kısılırken, şu anki can çekişmemden keyif alıyordu. Masanın üzerinde duran parmakları hafif bir ritim tuttuğunda, her zaman yaptığı gibi dilini damağına vurarak sadece cıklamıştı.

 

Cevap alamamış olmak elimde olmadan suratımın asılmasını sağladığında, çayımdan bir yudum almıştım.

 

"Önemli bir şey o zaman, eksik olmasın diye belirttin sonuçta."

 

Sağ dudağının köşesi usulca kıvrılırken, elimde tuttuğum bardakla ilgileniyormuş gibi yapıyordum.

 

"Evet, çok önemli bir şey."

 

Oturduğum yerden doğrularak ayağa kalkmıştım, içimdeki garip his ağır ağır büyürken, kendisinden bir cevap alamamış olmanın şaşkınlığını yaşıyordum.

 

"Hayırdır güzelim, neden kalktın?"

 

Her an ağız dolusu bir kahkaha patlatacakmış gibi duruyordu. Tabakları üst üste koyarak bir cevap vermeden arkamı döndüm. Madem öyleydi, o konuşana kadar bende onun gibi cevaplar verirdim.

 

"Tabağını yine bitirmemişsin, doydun mu?"

 

Kafamı hafifçe arkaya çevirirken, hala oturduğu sandalyeden beni izlediğini görmüştüm. Gülümsedim.

 

"Fazlasıyla."

 

Hafifçe eğdiği başıyla gülümserken, havaya kalkan eli dağınık saçlarının arasına karışmıştı.

 

"Benim ufak bir görüşme yapmam lazım."

 

Masadan kalkan bedeni bir anda kocaman olurken, kafamı öylece sallayıp onaylamıştım.

 

Kahvaltılıkları buzdolabına yerleştirip, kirlileri makineye koymuştum. Kısa sürede hallettiğim işle beraber, hala ortalarda gözükmeyen Yavuz'un çalışma odasında olduğundan emindim.

 

"Normalde ne sorsam, cevap verirdi."

 

Fısıltılı sesimle beraber umursamıyormuş gibi merdivenleri çıkmaya başlamıştım.

 

Çalışma odasının önüne geldiğimde gözlerim açık olan kapıdan içeriye kaymıştı. Sol elinde tuttuğu telefonla birlikte eğildiği masanın üzerindeki kağıda, bir şeyler yazıyordu.

 

"Mesajın bana ulaştı, her şey istediğim gibi olmuş."

 

Sesi her ne kadar otoriter olsada içimdeki merak yüzünden mantıklı olamıyordum. İçeriye girmeden kapının önünden uzaklaşırken, odamıza doğru yürümeye başlamıştım.

 

Lavabodaki bir kaç ihtiyacımı giderdikten sonra, giyinme odasına geçerek kıyafetlere bakmaya başladım. Diğer günlere nazaran bugün nedensizce daha cesur bir şeyler giymek istiyordum ve bu isteğimin sanki az önceki ufak merakım yüzünden olduğunu düşünüyordum.

 

Kıyafetleri teker teker kaydırırken evde olduğumuz için dar olmasını sorun etmeyeceğim bir kotu alarak hızlıca giyinmiştim.

 

Üzerine de ince bir kazak almıştım.

 

Saçlarımı hafifçe dağıtarak şekle girmesini sağlamış ardından da makyaj masasının üzerindeki kremlerden sürüp parfüm sıkmıştım.

 

Odadan çıkıp yeniden aşağıya indiğimde, aklımdan geçen keki birazdan yapmak yerine şimdi yapmayı tercih ederek mutfağa geçtiğimde, Yavuz'da hala odasındaki işine devam ediyordu sanırım.

 

Dolaptan çıkardığım karıştırma kabını tezgahın üzerine bırakıp, gerekli olan tüm malzemeleri de çıkardıktan sonra yumurtaları kırarak malzemeleri bir bir eklemeye başlamıştım.

 

"Mutfakta işin bitmemiş miydi yavrum?"

 

Duyduğum sesle birlikte kafamı arkaya çevirirken, benim gibi onun da çoktan üzerini değiştirdiği görmüştüm.

 

Siyah ince bir kazakla, siyah kot giyinmişti.

 

"Canım kek çekti."

 

Kahve gözlerini sırtımda hissederken, duyduğum adım sesleriyle bana yaklaştığını anlamıştım.

 

Sağ tarafımda durup, tezgaha arkasını döndüğünde, karıştırma kabında duran gözlerimi bende gözlerine kaldırdım.

 

"Sanırım biraz yoğunsun bugün?"

 

Tek eli cebindeyken, biraz uzağımızda duran meyve kasesinden kırmızı bir elmayı avucuna almış, dudaklarının arasına yerleştirdikten sonra da ısırışının sesinin mutfakta yankılanmasına izin vermişti.

 

"Evet, önemli bir işi halletmem gerekiyor."

 

Tüm siyahlığına tezatlık oluşturan kırmızı elmaya bir kez daha baktıktan sonra, omuzlarımı sallayarak çırpma teliyle karışımı karıştırmaya devam etmiştim.

 

Sakladığı şey her neyse çok merak ediyordum.

 

Olduğuna kanaat getirdiğim karışımı kenara bıraktığım tepsiye eşit bir şekilde döktükten sonra, en başında açtığım ısınan fırına tepsiyi koymuştum. Kabın içinde kalan kek harcını çekmeceden çıkardığım bir kaşıkla sıyırırken, üzerimdeki bakışlarına dönmemeye çalışıyordum.

 

"Dışarıya çıkmak ister misin?"

 

Gözlerim duvardaki saate kaymıştı.

 

"Kek piştikten sonra olabilir."

 

Elindeki elmadan bir ısırık daha alırken, ben onun bakışlarının altında hızlıca mutfağı da toparlamıştım.

 

Biten işimle beraber odadan kabanımı ve çantamı aldığımda, fırının da zamanının dolduğunu belirten alarmı çalmıştı.

 

Evin içine yayılan kek kokusu, benim için gerçek bir yuvanın anlamıydı belki de. Dudaklarımdaki gülümsemeyle beraber çıkardığım kalıbı tezgaha bırakırken, üzerine küçükte bir bez örtmeyi unutmamıştım.

 

Annem ben küçükken ne zaman kek yapsa, sıcaklığını kaybetmesine izin vermeyerek üzerine küçük bezlerden örterdi. Bana onları hatırlatan böylesine küçük detayların, yeri bende çok başkaydı.

 

Mutfaktan yeniden çıkarken, koridorda üzerine kabanını giyen Yavuz'u görmüştüm. Bir şey söylememişti ama evin içini kaplayan kokunun ona da huzur verdiği, bakışlarına yansıyan pırıltılardan çok net bir şekilde anlaşılıyordu.

 

Açtığı kapıdan çıkmadan önce ayakkabılarımı da giyindiğimde, kendi haline bıraktığım saçlarımın arasına rüzgarlar karışmıştı.

 

Kapıyı kapattığını duyduğumda, sol avucumun içinde elinin sıcaklığını hissetmiştim. Parmaklarımın arasına sızan parmakları içimi kıpır kıpır yaparken, yukarıdan attığı kısa bir bakışın ardından arabasının yanına yürümemizi sağlamıştı. Aracın biraz uzağında duran Akif ikimizi birden selamlarken, yanımıza doğru da yürümeye başlamıştı.

 

"Merhaba yenge."

 

Gülümsedim. İlk zamanlar yenge demesi de hanımağam demesi de bana çok garip geliyordu oysa ki.

 

"Merhaba. Ne zaman döndün sen, izinde değil miydin?"

 

Suratına onun de ufak bir tebessüm yayılırken, benimle sohbet etmeyi istediğini heyecanla söze başlamasından anlamıştım.

 

"Bazı ailevi sorunlar çıkınca erken dönmek zorunda kaldık. Ama İnşallah yakın zamanda tatile gideceğiz yeniden."

 

Sol elim sıcacıkken üşüdüğünü hissettiğim sağ elimi, kabanımın cebine soktum.

 

"Gidin tabi, selam söyle bu arada Pelin'e. En kısa zamanda, buraya da bekliyorum onu. Kendisiyle düğünde pek konuşma şansımız olmadı. İsteme akşamı biraz konuşmuştuk, kendisiyle tanışmayı isterim."

 

Yavuz kadar uzun değildi ama yine de hatrı sayılır bir boya sahipti Akif'te. Kafasını salladı ağırca.

 

"Söylerim yenge, Pelin'de seni sevdi. Sürekli seni övüyor."

 

Dudaklarımın arasından küçük bir kıkırtı firar ederken, Yavuz'un parmakları elimin üzerinde ufak ufak hareket etmeye başlamıştı. Arabanın kapısını açtı, bakışlarını bana çevirdi.

 

"Bin hadi, üşüme."

 

Kafamı sallayarak Akif'e döndüm.

 

"Kolay gelsin Akif."

 

"Sağ olasın, yenge."

 

Araca binmemle beraber kapım örtülürken, Akif'e selam verip Yavuz'da yanımdaki yerini almıştı. Arabayı çalıştırmadan önce gözleri beni buldu.

 

"Kemerini tak."

 

Unuttuğum kemeri hatırlatmasıyla takarken, kendisi de takmış, ardından arabayı çalıştırmıştı. Açılan büyük kapıdan çıktığımızda, bakışlarımı yola çevirmiştim bende. Arabanın içindeki ses bir süre radyodaki çalan kısık sesli şarkı olurken, gelmeyi planladığımız yere de kısa sürede gelmiştik.

 

Otoparkın içine parkettiği arabayla birlikte emniyet kemerimi çıkardığımda, bakışlarım yüzünü bulmuştu.

 

"Konaktakileri yemeğe çağırmamız gerekiyor, gelmişken onun içinde bir şeyler alsak olur mu?"

 

Telefonunu eline alırken beni bulmuştu onunda kahve hareleri.

 

"Olur fıstığım, ne lazımsa alalım."

 

Kapıyı açarak indiğimde Yavuz'un da yanıma gelmesini bekliyordum. İri bedeni araçtan indiğinde, eksik kalacakmışız gibi elimi elinin arasına alarak, sarmalamıştı.

 

Güvenlik kontrolü kısmını arkamızda bırakırken, gözlerim etraftaki çiftlere kayıyordu. Bazılarının arasının bozuk olduğu her halinden belliyken, bazıları da Yavuz'un benim elimi sıkıca sarmalaması gibi, birbirlerinden destek alıyorlardı.

 

"Nereye bakmak istersin?"

 

Bakışlarımı hızlıca etrafta gezdirdiğimde, bebek mağazasını gözüme kestirmiştim.

 

Berivan'ın karnındaki bebeği için, güzel bir hediye almak istiyordum.

 

"Berivan'ın bebeği için bir şeyler almayı düşünüyordum, bakalım mı şuraya?"

 

Elimle gösterdiğim yeri bulurken kahveleri, yoğun bakışlarıyla ağırca yutkunduğunu görmüştüm. Kafasını salladı. Bir şey söylememişken bile çok şey söylemiş gibiydi.

 

Mağazaya girmemizle birlikte hafif bir bebek parfümü kokusu doldurmuştu ciğerlerimi. Şu anlık cinsiyetini bilmediğim bebeği için, hem kızların hem de erkeklerin giyeceği tek renk bir takım alabilirdik. Aynı zamanda gözlerim Aras içinde bir şeyler arıyordu.

 

"Hoş geldiniz."

 

Karşımızdan bize doğru yürüyen çalışan kadına gülümserken, kıyafetlerde olan bakışlarımı çekmiştim.

 

"Hoş bulduk."

 

Sevecen bir gülümsemeyle rafları işaret ettiğinde duyduğum sözleri kısa çaplı afallamamı sağlamıştı.

 

"Hamile misiniz? Eğer öyleyse yenidoğan bebek kısmımız ileride."

 

Araladığım dudaklarımın arasından doğru kelimeleri çıkartamazken, tüm yüzümün sebebini anlamadığım bir şekilde kızardığını hissediyordum.

 

"Şey... aslında hediye alacaktık biz. Şu anda hamile kendisi, cinsiyeti de belli değil bebeğin."

 

Kadın mahçup bir şekilde kafasını sallarken, önemli değil gibisinden bir bakış attım.

 

"Kusura bakmayın, şöyle alayım sizi."

 

Elimin dış kısmında gezinen parmaklar zihnimi bulandırırken, çoktan çalışanın peşinden ilerleyerek örnek modellere bakmaya başlamıştık.

 

Yeni geldiğini söylediği iki beyaz takımı kasaya göndertirken, Aras içinde bir şeyler almayı unutmamıştık.

 

Çalışan kadının yardımlarıyla seçtiğimiz parçaların ödemesini yaptıktan sonra, konak halkını yarın akşama çağırmayı düşündüğüm için rotamız market olmuştu.

 

Yan yana yürüdüğümüz katların ardından markete girdiğimizde, hedefim direkt sebze reyonu olmuştu. Raftan aldığım poşete gerektiği kadar lazım olanlardan alırken ben, Yavuz'un da telefonu çalmış, biraz uzaklaşmak zorunda kalmıştı.

 

"Patlıcan da alsam mı acaba?"

 

Kararsız bir şekilde düşünürken, yanımda hissettiğim hareketlilikle kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. Yabancı bir adamdı ve o da telefonla konuşuyordu.

 

"Anne ben ne anlarım sebze seçmekten?"

 

Karşı taraftaki kadının yüksek sesi bana ulaşırken, saydırmalarını da duyabiliyordum.

 

"Tamam tamam, kızma hemen. Alıp geliyorum yarım saate. Allah'a emanet."

 

Cebine attığı telefonla birlikte raftan bir poşet alırken, aynı zamanda söyleniyordu da.

 

"Ben mi dedim misafirleri kabul et diye, başımıza iç çıktı yok yere."

 

Hırsla seçtiği sebzeleri poşete koyarken, bende patlıcanı almam gerektiğine karar vermiştim. Bir tane, iki tane derken üçüncüye uzandığımda tuttuğum patlıcan ellerimin arasından kaymış, gözlerim elimden kaymasını sağlayan gücü bulmuştu.

 

"Pardon hanımefendi, patlıcanınızı çaldım gibi oldu biraz kusura bakmayın."

 

Suratımdaki şaşkın ifadeyle geri verdiği patlıcanı alırken, önemli değil gibisinden kafamı çevirmiştim. Hala yabancılarla gereksiz diyaloğa girmek beni geriyordu.

 

"Gerginim bugün, şehir dışından halamlar geliyormuş. Laf aramızda kalsın hiç sevmem kendisini... ailecek gerdi bizi."

 

Zoraki bir tebessümü yollarken, yeterli olduğunu düşündüğüm patlıcana göz attım.

 

"Bu arada Hasan ben."

 

Önüme uzatılan eliyle beraber gözlerim yeniden kendisini bulduğunda, bu tanışma faslına çokta gerek kalmadığını düşünüyordum.

 

Ne yapacağıma karar veremeyip öylece kalırken, uzattığı elini daha çekemeden bir başka el aramıza girerek kavramıştı. Aldığım kokuyla birlikte sırtımda hissettiğim göğsüne sokulurken, tuttuğu elin sahibine ölümcül bakışlar attığını da görüyordum.

 

"Yavuz bende, kocasıyım."

 

Üzerine bastıra bastıra kurduğu cümlesi kulaklarımda yankılanırken, adamın elini bırakması gerektiğine dair ufakça kendisini dürttüm. Hiç oralı olmadı.

 

"Memnun oldum Yavuz Bey..."

 

Adamın hayrete düşmüş gibi çıkan ses tonuna bakılırsa Yavuz'u tanıyordu ve sesindeki garip tınıda bunun şokunu saklayamamıştı.

 

Adamın git gide kızaran suratına son bir bakış daha attıktan sonra iğrenir gibi bıraktığı elle, arkamda duran arabanın önüne çekerek beni, yürümemizi sağlamıştı.

 

"Patlıcanlarım kaldı."

 

Dedim, anlık bir refleksle. Tam sırtımda hissettiğim bedeni beni kıskacı altına almışken, yukarıdan bana bakan kahveleri de kısılmıştı.

 

"Nelerin kaldı?"

 

Anlamadığını belirten sesine rağmen, attığı adımları durdurmamıştı. Bu yüzden biz çoktan sebze reyonundan uzaklaşmıştık.

 

"Patlıcan almıştım, poşetim rafın üzerinde kaldı!"

 

Huysuz bir çocuk gibi çıkan ses tonuma engel olamazken, geriye dönmeme müsaade etmeyerek, arabada duran tek elini belime indirmişti.

 

Bel boşluğumu kavrayan parmakları tenimin üzerinde usul usul dolaşırken, karşıya bakan gözleri ateş saçıyordu.

 

"Ben sana alacağım patlıcan, sevmedim bunları bırak."

 

Çatılan kaşlarımla bende önüme döndüğümde, sırtıma temas eden göğsünün ne kadar gerildiğini de anlayabiliyordum.

 

"Neden bir anda böylesine öfkelendin?"

 

Dedim, kendimi durduramayarak. Bana attığı kısa bir bakışın ardından sinirli değilmiş gibi kafasını sallamıştı.

 

"Sakinim ben güzelim, neden sinirleneyim?"

 

Kaşlarımı yeniden çatıp suratına baktığımda, attığımız adımlar da durmuştu. Başını eğdi ve göz göze gelmemizi sağladı. Burnundan aldığı derin soluklarla göğsü inip kalkarken, ben konuşmasını bekliyordum.

 

"Sinirliyim anasını satayım!"

 

Kısık olmasına rağmen öfkeli çıkan ses tonuyla gözlerim sonuna kadar açılırken, arabayla arasında olduğum boşlukta dönerek, yüz yüze gelmemizi sağlamıştım. Bir şey söylememe fırsat vermeden bir adım attığında, sırtımda market arabasının demirini hissediyordum. Etrafımızda çok insan yoktu fakat bu kadar yakın olmamız doğru değildi.

 

"Kıskanıyorum kızım! Sana bakan her erkeğin gözlerini oymak isteyecek kadar, deli gibi kıskanıyorum seni!"

 

Duyduklarımla beraber elim ağzımın üzerine kapanırken, gülmekten korkuyordum. Çünkü yine beklemediğim anda beni şaşırtarak, bir itirafta bulunmuştu.

 

"Şerefsiz puşt tanışmak için elini uzatmış bir de!"

 

Konuştukça daha da harlanıyordu sanki öfkesi. Dudaklarım elimde olmadan kıvrılırken, kollarımı göğsümde bağlamıştım.

 

"Ama yarına patlıcan yemeği yapacaktım ben, onların suçu neydi ki?"

 

Ciddi misin dercesine kaşları havalanırken, bakışları gözlerimde oyalanmıştı.

 

"Keyif alıyorsun değil mi?"

 

Kafamı ağırca sallarken, sabit duran dudakları onunda kıvrılmıştı. İki eliyle birlikte yeniden belimi sarmaladığında, bende ellerimi göğsüne koymuştum.

 

Hala markettesiniz Evin...

 

Kalabalık ortamlarda sanki aramızdaki bu sıkı bağ, daha da etkili oluyordu.

 

"Benim karıma kimse yan gözle bakamaz..."

 

Burnunu alnımda hissederken, gözlerim kapandı. Fısıltılı sesi beni yine başka alemlerin içine atmıştı.

 

"Sen benim karımsın... sadece benim."

 

Kalp atışlarım hızlanırken, nabzım neredeyse ağzımda atıyordu. Titreyen ellerimi göğsünün üzerinde kaydırırken, benim de parmaklarımın altındaki organ pıt pıt atıyordu.

 

Kapalı olan gözlerimi açıp, bakışlarımı yukarıya kaldırdım, yeşillerime onun bakışlarından şehvet bulandığına emindim.

 

"Hıhı..."

 

Mırıltılı sesimle biraz daha eğilirken, konuşmamı devam ettirdim.

 

"Sende benim... kocamsın."

 

Son kelimeyi söylememle beraber derince yutkunduğunda, bir nefes kadar uzağımda duruyordu dudakları.

 

Sakın, kendinize mukayyet olun. Markettesiniz siz!

 

"Yoğurtta almamız lazım!"

 

Yüksek sesle söylediğim şeyle birlikte kendisini biraz uzağıma itelemeye çalıştığımda, arkamı dönerek ellerimi yüzüme bastırmıştım. Yanıyordum.

 

"Alalım yavrum, patlıcan alamadık, yoğurt alalım."

 

Yeniden yürümeye başladığımızda, arkamdan güldüğünü işitiyordum. Bir kaç eksiği de alıp ödemeyi yaptıktan sonra buradaki işimiz sonlanmış, alışveriş merkezinden ayrılmıştık.

 

Trafik olmasından dolayı eve biraz daha uzun sürede varırken, giderken arkamızda bıraktığımız kek kokusunun hala daha evde koltuğunu da, kapıyı açar açmaz hissetmiştik. Dudaklarım kıvrılırken, arkamdan poşetlerle içeriye giren Yavuz'a yol verdim.

 

"Kahve içer miyiz?"

 

Sözleriyle birlikte elimdeki montu askıya asarken, kafamı sallamıştım. Belki de onunla yapmaktan zevk aldığım şeylerden bir tanesi de baş başa kahve içmekti.

 

"İçeriz, hem kekte var."

 

Poşetleri yerleştirmeden dolaptan çıkardığım iki cezveye kahve ve suyu koymuştum. Kendisinin sade içiyor olmasının yanı sıra, bir başka cezvede de kendime bol şekerli yapmam gerekiyordu.

 

Kısık ateşte pişmeye başlayan kahveleri kendi haline bırakırken, keki de dilimlere ayırarak servis tabaklarına koymuştum.

 

Evin camlarla kaplı olan bahçeye bakan tarafının önündeki oturma köşesi, kahve içip sohbet etmelikti bana göre. O yüzden pişen kahveleri fincanlara koyduktan sonra elimdeki tepsiyle beraber direkt oraya yürümüştüm.

 

"Kahveler hazır."

 

Salonda olmayan Yavuz'a seslenirken bir kaç saniye içinde adım sesleriyle beraber merdivenden inmeye başlamıştı.

 

"Geldim fıstığım."

 

Tepsideki fincanlarla, tabakları küçük sehpanın üzerine bırakırken kendi tarafına geçmeden önce ayakta duran bedenimin arkasından ellerini karnımın üzerinde sabitlemiş, sonrasında da açıkta kalan boynuma eğdiği başıyla, sıcak dudaklarını tenimle buluşturmuştu.

 

"Ellerine sağlık."

 

Karnımın üzerinde duran elini elimle kapatırken, kafamı omzuna yaslamıştım.

 

"Afiyet olsun."

 

Yerimize otururken, özenle yaptığım kekin tadına bakmış, ardından da üzerimdeki yoğun bakışlarını bir an dahi çekmeden, kahvesini keyifle içmeye başlamıştı.

 

Sustuğu anlarda bile bakışlarıyla çok şey anlatıyordu.

 

Ve ben o bakışlarını gerçekten seviyordum.

 

 

 

~

 

 

 

Ertesi gün:

 

 

 

 

Masanın üzerine memnun bir bakış atarken bu akşam için ne kadar çok heyecanlı olduğumu da bir kez daha görmüştüm.

 

İnsanın bir ailesinin olması ve onlarla dolu dolu vakit geçirebilmesi gerçekten de çok güzel bir histi... Keşke bu gece burada annemle babam da olabilseydi.

 

Dudaklarımdaki buruk gülümsemenin eşliğinde, Yavuz'un işe gittikten kısa bir süre sonra gönderdiği çiçekleri, yerleştirmiş olduğum vazoyla beraber masanın ortasına bıraktığımda, evin zili de çalmıştı.

 

Çocuksu bir heyecanla koşarak vardığım koridordaki vestiyerin aynasından son kez üzerime bakarken tamda bu akşama uygun giyindiğim kanaatına varmıştım.

 

Zümrüt yelişi belden bağlamalı uzun kollu olan saten elbise diz kapağımın bir karış altında bitiyordu, iki yandan aldığım ufak tutamları arkadan tutturarak, saldığım saçlarım ise, bu haliyle yüzümü daha bir ön plana çıkartmıştı.

 

"Geldimm..."

 

Hızlı birkaç adımda yaklaştığım kapıyı açtığımda görüş açıma bir çiçek buketi daha girerken, asıl o buketin arkasındaki kişide kafasını hafifçe yana eğerek bana kendisini göstermişti.

 

"Güzelliğim."

 

Siyah takımının üzerindeki taba rengi kabanıyla bugün de bir başka gözüküyordu. Ve her zaman arkaya yatırdığı saçlarından firar eden o asi tutam, yine alnına güzel bir iz bırakmıştı.

 

"Yavuz... hoş geldin."

 

Açtığım kapıyı biraz daha geriye çekerken içeriye girmesi için kaymıştım. Yanımdan geçmeden önce duran adımlarıyla bana yaklaşıp, sıcak dudaklarını yanağıma bastırmıştı. Ardından da elinde duran çiçeği almam için uzatmıştı. Gülümsedim. Sabah zaten çiçek göndermişti, birde eve gelirken kendi elleriyle getireceğini hiç düşünmezdim.

 

Burnuma yaklaştırdığım çiçekleri koklarken özellikle pembe gülleri tercih etmesi, bunları sabahki rengarenk buketten ayırırken, bir anlamının da olduğuna kendi içimde emin olmuştum.

 

Her zaman ince düşüncelerle hareket eden bir adamdı kendisi çünkü.

 

"Çok güzel bunlar. Ama sabahta çiçek göndermiştin?"

 

Sormak istediğim şeyi anlamıştı. Üzerindeki kabanını çıkartırken kıvrılan dudaklarıyla ve havaya kalkan kaşıyla bana dönmüştü.

 

"Onlar misafirler ve masamız içindi. Bunu karıma kendim aldım ve bizzat kendim veriyorum."

 

Karşısında bazı anlarda sürekli sırıtıyormuş gibi hissediyordum. Ama sözlerinden ve imalarından sonra sakin kalmak benim için neredeyse imkansızlaşıyordu.

 

"Teşekkür ederim."

 

Tek elimle çiçekleri tutarken yanına yaklaşıp parmak uçlarımda yükseldiğimde yapmaya çalıştığım şeyi anlayarak, iri avucunu belime sarmalamıştı.

 

Sakalları tenimi gıdıklarken, yanağına uzun sayılabilecek bir öpücük bırakmıştım.

 

"Bu arada ırok yaptım."

(Mardin usulü içli köfte.)

 

Kahve hareleri gözlerimi bulduğunda hala uzaklaşmamıştık. Birbirimize oldukça yakındık.

 

"Zümrüt anneden duymuştum. Severmişsin."

 

Sözlerimin hemen ardından bakışlarım dolgun dudaklarına düştüğünde biraz daha yaklaşarak burnunu burnuma sürtmüştü.

 

"Hıhı.. Severim."

 

Yutkundu. Ve devam etti.

 

"Çok severim."

 

Sevdiğini kastettiği şey bir yemekten çok daha fazlasıydı anlamıştım.

 

Biraz daha yaklaşarak aramızdaki mesafeyi sıfırladığında dudaklarını dudaklarımın üzerine kapatmıştı. Masumca, uzun soluklu bir öpücüğün ardından hafifçe geriye çekildiğinde, üzerimdekilere bakmak için bir bakış atmıştı.

 

Boynuma doğru kayan parmaklarıyla yüzüme de uzun uzun baktığında, tenimin üzerindeki hafif dokunuşları beni yakıyordu.

 

"Sen ne güzel olmuşsun böyle."

 

Bir cevap veremezken belimdeki elini çekmeden yürümemizi sağlamıştı. Bakışları salonun ortasındaki bir sürü çeşitle süslediğim masayı bulduğunda, yüzüne yerleşen gururlu ifade beni de mutlu etmişti. Eve herne kadar yardımcı göndermeyi istese de kabul etmemiştim.

 

Kendi düzenimde, kendi isteğimle hareket etmek daha çok huzur veriyordu.

 

"Niye bu kadar yordun kendini fıstığım?"

 

Kafamı sağa sola sallarken pembe gülleri de nereye koysam diye düşünmeye başlamıştım.

 

"Yemekleri hazırlarken eğlendim ben."

 

Yeniden bir şey söylemek için dudaklarını araladığında evin zili yeniden çalmıştı.

 

"Geldiler!"

 

Heyecanlı çıkan sesime gülümseyerek belimde duran elini, elime uzatarak sıkıca tutmuştu.

 

"Gel, kapıyı açalım evimizin ilk misafirlerine."

 

Birbirimizin gözlerinin içine bakarken kafamı salladım.

 

Evimizin ilk misafirleri...

 

Açtığımız kapının arkasında görüş açıma ilk olarak kucağındaki Aras'la Berivan girmişti. Annesinin aksine yeni uyandığı belli olan Aras şaşkın bakışlar atarken, Miraç abiye dönmüştüm.

 

Elinde iki büyük paket tutuyordu.

 

"Hoş geldiniz."

 

"Hoş bulduk canım."

 

Açtığımız kapıdan ilk olarak Berivan girerken, ayakkabılarını çıkartmak için Aras'ı bana vermişti. Miraç abi de elinde tuttuklarını Yavuz'a verirken, kenara dizdiğim terlikleri de uzatmıştım. Bakışlarım kucağımdaki Aras'a kayarken, dün aldığımız hediyelerini bugün vermeyi unutmamayı da aynı zamanda aklıma not etmiştim.

 

"Sende hoş geldin abi."

 

Miraç abi elini uzatırken onunla da selamlaşmıştım.

 

"Hoş buldum abim. Nasılsınız?"

 

Gülümseyerek yanımdaki bedene baktım.

 

"Çok şükür iyiyiz."

 

Yavuz elindeki kutuları göstererek mutfağa adımlarken konuşmuştu.

 

"Ayakta kalmayalım, de haydi."

 

Hepimiz onun Miraç abinin sesini çıkartarak kurduğu cümleye gülerken, salona girmiştik.

 

"Heja dapir nerede?"

 

Koltuğa oturmadan önce küçük yastığı arkasına koyarak bana dönmüştü Berivan.

 

"Annemlerle gelecekmiş, sabah Boran'la geçti oraya. Gelirler birazdan."

 

Kafamı salladım.

 

"Bu arada çok güzel olmuş ev. Son halini gelip yakından görememiştim öncesinde, malum."

 

Gözleri karnına düşerken gülümsedim. Büyüyordu gün geçtikçe.

 

"Teşekkür ederim..."

 

Miraç abinin gülmesiyle gözlerim kendisini bulmuştu bu sefer de."

 

"Dediğim dedik herifin tekidir Yavuz, az önce paketleri alıp giderken o halinden eser yoktu."

 

Sözleri beni de gülümsetmişti.

 

"Yemekleri de Yavuz mu yaptı abim?"

 

Ağzımı açamadan Yavuz girmişti içeriye.

 

"Senin elinin lezzetinin yanında benim yemek yapmam ayıp olurdu abim."

 

Berivan'la bakışlarımız kesiştiğinde aynı anda gülmeye başlamış, bizim arkamızdan da Miraç abi ve Yavuz büyük bir kahkaha patlatmıştı. Dışarıdan bakıldığında ikisi de her ne kadar sert duruyor olsa da evin sınırları içindeyken büründükleri kişilikleri çok güzeldi.

 

Yanıma oturan Yavuz kucağımda duran Aras'ın eline uzanıp öperken zil yeniden çalmıştı.

 

"Ben kapıya bakayım."

 

Aras'ı Yavuz'a verdiğimde o da oturduğu yerden kalkarak peşimden gelmişti. Kapıyı açtığımızda bu sefer en önde Heja dapir, sağında Zümrüt anne ve solunda da Mümtaz baba duruyordu.

 

Kapıdan geçmeleri için kenara kayarken en önde duran Heja dapirin elini öpüp alnıma koymuştum.

 

"Hoş geldin, Heja dapir."

 

Kafasını sallayıp omzumu sıvazladıktan sonra Yavuz elini öpmüştü. Zümrüt anneye döndüm ardından.

 

"Hoş geldin, Zümrüt anne."

 

Eliyle omzumu sıvazlamıştı o da.

 

"Nav xêrê de bî, keça min."

(Hoş buldum, kızım.)

 

Ardından Mümtaz babanın elini öpmüştüm. Bu üçlü içeriye girdiğinde Boran ve Mihrimah'a dönmüştüm. İkisinin de elinde Miraç abinin getirdiği gibi 2 büyük kutu vardı.

 

"Aman kırılmasın bunlar yengem."

 

Boran'a gülümsedim.

 

"Koridorun başındaki odaya koyabiliriz onları."

 

Mihrimah'la arka arkaya odaya koyup gelmeleriyle sırayla ikisiyle de sarılmıştık.

 

"Hoş geldiniz."

 

"Hoş bulduk."

 

Hep birlikte salona girdiğimizde dudaklarımda büyük bir gülümseme vardı. Kalabalık bir aileden ziyade, samimi olmalarıydı belki de beni böylesine mutlu eden.

 

Yavuz'la boş olan koltuğa yan yana oturduğumuzda ev halkı çoktan bir konu açmıştı. Evin içinde ses olmasını da seviyordum.

 

"Yuvanızdan huzur eksik olmasın İnşallah."

 

Zümrüt anneye gülümsedim.

 

"Amin, İnşallah."

 

Bakışlarım hepsinin üzerinde gezindi. Kısa bir sürede yeniden ailem olduğunu hissediyordum. Yeniden tek değildim. Ve yeniden asıl olması gereken Evin olmuştum...

 

"Aras bence abi olacak diye depresyona girdi."

 

Mihrimah'ın sesiyle dikkatim yeniden onları bulurken konuyu anlamaya çalıştım.

 

"Dalga geçme kız, oğlum çok nazlı bu aralar."

 

Zümrüt anne dahil olmuştu konuşmaya.

 

"Hasta olur belki, bol bol meyve sıkıp içirmek lazım."

 

Berivan kafasını sallamıştı.

 

"Senin hazırladıkların bitti dün zaten anne. Bugün vakit olmadı yarın hallederim artık."

 

Zorda kalmadıkça ambalajlı ürün tercih etmiyor, onun yerine evde kendileri her şeye çözüm bulmaya çalışıyorlardı.

 

"Sen uğraşma, ben yapıp gönderirim çocuklardan biriyle. Gebesin yorma kendini."

 

Hala bizim yanımızda duran Aras dedesinin kendisine dönen bakışlarıyla heyecanlı sesler çıkartıp, çoktan yerinde zıplamaya başlamıştı.

 

"Gel dedeye oğlum."

 

Aras'ı severken küçücük bir çocuk gibi neşe saçmaya başlayan adama gülümserken istemsizce kendi babamı düşünmüştüm.

 

Bana ilk ata binmeyi öğrettiği gibi belki bir gün benim kızıma da öğretecekti, onu kollarının arasında sarmalayıp kendisinin gerçek bir prenses olduğuna inandıracaktı, ya da tüm ciddiyetine rağmen sırf oğlum istedi diye onunla sokağın ortasında top peşinde koşturacaktı...

 

Hayallerimde hepsi yaşanacaktı belki ama her ne kadar söylemek istemesem de içimde ukte kalacaktı.

 

Gülümseyerek Aras'ta olan bakışlarımı çektim.

 

"Masaya geçelim isterseniz."

 

"Olur kızım."

 

Mümtaz baba onay verirken masaya geçmiş, yerlerimize oturmuştuk. Özenle hazırladığım yemekleri servis ederken, beğenildiğine dair sözler duymakta beni mutlu ediyordu.

 

Bardakları doldurup uzattım.

 

"Bugün çarşıda kavga çıkmış, duydunuz mu?"

 

Mihrimah'ın sorusuyla birlikte masada kısa bir sessizlik olurken, Boran konuşmuştu.

 

"Sen evde değil miydin kızım? Kavgayı nereden biliyorsun?"

 

Mihrimah kaşlarını kaldırıp imalı bir şekilde gülümserken Boran gözlerini devirmişti.

 

"Benim her şeyden haberim olur, detayları merak ettim. Birde kiminle kim etmiş? Bu ikisini merak ediyorum."

 

Boran bardağındaki içeceğinden bir yudum alırken az önce Mihrimah'ın kendisine attığı bakışlardan atıyordu. Gözlerim Yavuz'u buldu. Bir şeyler vardı.

 

"Haberim olsaydı bende kavgaya dahil olup karşı tarafı pataklardım."

 

Mümtaz baba öksürdü uyarıcı bir şekilde. Boran ise haylaz bir çocuk gibi güldü.

 

"Pardon ayırırdım baba."

 

Mihrimah'ın merakı gibi bende merak etmiştim.

 

"Eee kiminle kim kavga etti ki sende ayar oluyorsun?"

 

Boran arkasına yaslandı.

 

"Mirza Akduman."

 

Ağzım refleksle açılırken, ilk tepki Mihiramah'tan gelmişti.

 

"Ne?"

 

Masa garip bir sessizliğe bürünürken, Yavuz'un olaya dahil olmasını umuyordum.

 

"Ne demek ne? Niye şaşırdın sen bu kadar?"

 

Boran'ın meraklı sesiyle Mihrimah yutkundu. Gözlerim Yavuz'u buldu, keyifle yaptığım içli köfteyi ısırdığında Mihrimah'a ayıkla bakalım pirincin taşını dercesine de bir bakış atmıştı.

 

"Niye şaşıracakmışım ki. Sadece hani aşiret ağası ya sonuçta."

 

Boran yeniden konuşmuştu.

 

"Ne olmuş yani, aşiret ağası olunca kavga etmek yasak mı?"

 

"Ayy!"

 

Masada bir anda yükselen tiz çığlık hepimizi korkuturken bakışlarımızı sesin sahibine çevirmiştik.

 

"Berivan, iyisindir kızım?"

 

Elini karnına koymuştu.

 

"Tekme... tekme attı."

 

Ufak bir dikkat dağıtmayla konu kapanırken Mihrimah derin bir nefes almıştı. Ama Miraç abinin de dikkatini çekmiş olmalı ki şüpheci bakışlarının hedefi önce Mihrimah ardından da Yavuz olmuştu.

 

Konu değişip unutulurken yemekte sonlanmış, herkes koltuklara yerleşmişti.

 

Mutfaktaki bulaşıkları Mihrimah'ın sayesinde hızlıca yıkayıp kaldırdığımızda Berivan'da çayı demlemişti. Elimi küçük havlu ile kurularken bakışlarım Berivan'ı buldu.

 

"Sanırım artık Miraç abi de bir şeylerden şüpheleniyor."

 

Mihrimah duyduklarıyla birlikte elimdeki havluya uzanırken durmuştu. Kocaman açtığı gözleri yeşillerimi bulduğunda, somurtuyordu.

 

"O niye o?"

 

Kapıya baktım kontrol etmek için.

 

"Masada çok dikkatli baktı sana, bir de Yavuz'a."

 

Mihrimah elini alnına hafifçe vururken açıklamıştı.

 

"Haklı, Yavuz abim resmen özellikle dikkatleri üzerime çekeyim diye susup bekledi."

 

Berivan girmişti bu sefer araya.

 

"Bence ben bu konuyu açmaya çalıştığı zaman dikkatini dağıtabilirim."

 

Dudaklarım kıvrılırken Yavuz'un sabah çiçeklerle beraber gönderdiği kurabiyeleri ve pastayı çıkardım. Yine o bol meyveli ve kremalı olandan almıştı.

 

"Ay rüya gibi geliyor bazen sizi şöyle görmek..."

 

Mihrimah'a baktım.

 

"Miraç abim mesela evleneceğini söylediğinde şaşırmamıştık. Hani belki de en büyük abim olduğu için baba hissiyatı veriyor bana... ama Yavuz abim, çok sinirli ve agresiftir aslında. Mesela kahvesi azıcık köpüklü oldu diye şirkette olay çıkarttığı var. Kahvesini yapsın diye özel adam tuttu, daha ne diyeyim ben."

 

Son sözleri beni gülümsettiğinde devam etmişti.

 

"Senin yanında onu farklı birisi olarak görüyorum. Gururlu bir anne gibi göğsüm kabarıyor resmen."

 

Gülümsemem biraz daha büyürken kapıya bir kez daha bakmıştım.

 

"Bir şey var merak ettiğim ama nasıl soracağımı bilmiyorum."

 

"Direkt sor gitsin ayol, biz bizeyiz."

 

Berivan'a kayan bakışlarımla kafamı salladım. Haklıydı.

 

"Lerzan'la nasıldı? Sadece garip bir merak işte, önemsiz."

 

İkiside anlayışla gülümsemişti. Sanırım içimdeki garip kıskançlık anlaşılıyordu.

 

"Bizim bir tane teyzemiz var ki hiç sevmeyiz kendisini, her şeyi ortaya atan tam olarak oydu. Abim eğitiminin bir kısmını Miraç abimle Boran abim gibi yurtdışında görmüştü. Sonra işte döndü askerlik, aşiretin başına geçmek, şirket falan derken sürekli evlensin imaları yapıyordu hepsi."

 

Gözlerim yeniden kapıyı buldu.

 

"Kendi kızı yok, o yüzden en sevdiği yeğeniyle abimi evlendirmek istedi. Dayım olacak şerefsizin de aklına girince, olay iş anlaşmasına döndü."

 

Koyduğum kurabiyelerden bir tane alarak ağzına attı.

 

"Neyse işte abim inatla karşı çıkıyordu, istemiyorum diye. Ama bir anda ortalık namus olayı imalarıyla çalkalanınca sırf Lerzan için göz yummuş oldu. Küçüklükten beri kardeşi gibi bakardı abim ona hep, kolay kolay da bir araya gelmezlerdi zaten ama Lerzan bunu beklemiş gibi abimin olduğu her yerdeydi."

 

Gözlerimi istemsizce devirmiştim.

 

"Sonrası zaten malum nişan yapıldı ve sonra bir anda abim tarafından atıldı."

 

Nişanın gerçekten atılma sebebini biliyordum ve bunu biliyor olmak kafamı karıştırmıştı.

 

Konuyu kapatırken hazır olan çay ve tatlılarla salona girmiştik. Sohbet kaldığı yerden devam ederken saniyeler dakikaları, dakikalar da saatleri kovalamıştı. Ev halkı geç sayılabilecek bir vakitte hep beraber kalktıklarında mutfaktaki diğer şeyleri toplamaya başlamıştım.

 

"Çok yordun bugün kendini güzelim."

 

Duyduğum sesle beraber bakışlarım kendisini bulurken, tüm akşam boyunca bir şeyler yediğim için aynı zamanda midem de ağrımaya başlamıştı.

 

"Bitti zaten."

 

Tam arkamda durana kadar yanıma yaklaştığında sıkı sıkıya karnıma sarılmıştı.

 

"Suratın asık biraz, bir şey mi oldu?"

 

Kafamı yüzünü görmek için geriye yatırdığımda elimin ıslağını da kurulamıştım.

 

"Aslında sana sormam gereken bir şey var, sadece merak."

 

Ciddi çıkan sesimle geriye çekilip kendisine dönmemi sağlamıştı. Bakışları onun da gözlerimi bulduğunda dudaklarımı aralamıştım.

 

"Yavuz, sen niye benimle evlendin?"

 

Sorumu doğru duyup duymadığını anlamaya çalışırcasına bir bakış attığında yeniden konuşmuştum.

 

"Beni tanımıyordun, arabayla çarpmanla, düğündeki karşılaşmamızı say..."

 

Araya girerek sözümü bölmüştü.

 

"Şunu bir düzeltelim sen arabamın önüne atladın."

 

Kaşlarım havalanırken, karşımda duran bedenine bakarak koluna hafifçe vurmuştum.

 

"Sen bana çarptın basbayağı, ben ne diye önüne atayım kendimi. Neyse konudan sapmayalım, devam ediyorum."

 

Kafasını salladı ama sözlerimi kabul etmediğini bakışları oldukça belli ediyordu.

 

"Tanımadığı bir kızı, kuzenine istemeye diye gittiklerinde neden bir anda kendine ister ki insan?"

 

Kollarımı göğsümde bağlayıp arkama yaslandığımda, kahvelerine belki de ilk kez böylesine iddialı bakıyordum.

 

"Neden ısrarla evlenmemizi istedin? Amacın beni oradan kurtarmak olamazdı, öyleyse evlenmeden de yardımcı olabilirdin."

 

Dudağının sağ tarafı yukarıya kıvrıldığında o da benim gibi kollarını göğsünde bağlamıştı. Kahve harelerini yüzümden çekip üzerime çevirdiğinde kollarımı göğsümde bağladığım için kendisine sunduğum hafif dekoltede durmuştu. Gülümsemesi büyürken, hareketleri de kafamı karıştırmıştı.

 

"Sabırsız karım biraz daha bekleyemedi anlaşılan."

 

Neyi ima ettiğini anlamamıştım. Kafamı salladım hadi gibisinden.

 

"Arabanın önüne atladığın gün.."

 

Bende onun gibi araya girdim.

 

"Çarptığın gün."

 

Gülüşü her an biraz daha serseri bir hal alırken devam etti.

 

"Aynı böyle bakıyordu yeşillerin. Milyon dolarlık bir anlaşmanın bozulmasından dolayı sinirden köpürürken, gökten inen bir melek gibi düştün yola."

 

Aramızdaki mesafeyi azaltmak için birkaç adım attığında göğsünde bağladığı ellerini çözüp, birisini saçıma uzatmış, ince bir tutamını parmağının ucuna dolamıştı.

 

"Öfkemi unutturdu sesin..."

 

Bu kadar açık sözlü olacağını beklemiyordum.

 

"Birde giderken bana bıraktığın fular var."

 

Dudaklarım kıvrıldı elimde olmadan. Devam etti.

 

"O düğüne sırf ayıp olmasın diye geçerken yol üstünde uğradım. Bilseydim seni orada bulacağımı daha erken gelirdim yavrum."

 

Gözlerimi kırpıştırırken sordum.

 

"O ne demek?"

 

Parmağının ucundaki saçıma düşen bakışlarıyla devam etti.

 

"Kırmızı fularınla seni bulabilirim belki diye aynı yere günlerce gittim demek."

 

Kalbim öylesine hızlı atıyordu ki göğsümün kıpırtısı gözlerinden kaçmıyordu.

 

"O gün arkanı dönüp gitmen beni üzmedi değil doğrusu, sonuçta ilk defa rüyalarıma dahi girmişti birisi."

 

Tüm bunlar çarşının ortasında yaşanan talihsiz olaydan sonra mı yaşanmıştı.

 

"İsteme akşamına da gelirsek bir daha olsa bir daha seni kendime isterim... rüyalarıma kadar girip, tüm dengemi alt üst eden bu güzellik sadece benim olmalı."

 

Kollarımı çözmeden kafamı biraz daha kaldırdım yüzünü görmek için.

 

"Bu kadar mı?"

 

Dilini damağına vurdu.

 

"Değil..."

 

Devam etmesini bekliyordum. Dudaklarını araladı.

 

"Önce aklıma düştün, sonra da kalbime..."

 

Kafamı bir daha salladım. Resmen şu anki halimden keyif alıyordu.

 

"Ben öyle süslü püslü sözlerden anlamam, düz adamın tekiyim. Ama bir süredir kendime dair bilmediğim birçok şey öğrendim, hem de senin sayende."

 

Diğer elini belime koyarak bir adım daha attığında sırtımda tegzahın soğuk mermerini hissettim. Bana yasladığı bedeninin her bir kıvrımı bedenimi sarmalarken, daha da ortaya çıkan göğüslerime düşmüştü yeniden gözleri. Hafifçe eğildi. Sıcak ve ferah solukları yüzüme oradan da boynuma ve göğsüme sızdığında, burnunu burnuma sürtmüştü.

 

"Seviyorum."

 

Nefes almayı unuttuğumu düşündüm bir an. Boğazım düğümlenmişti.

 

"Seni, sana dair olan şeyleri, senin adının geçtiği şeyleri... Deli gibi seviyorum."

 

Kavisli kaşları çatıldı. Başını biraz geriye çekip duraksadı.

 

"Hayır. Sevmek değil bu. Az kalır."

 

Gözleri yeşillerime döndü. Eli de boynuma sızarak kafamı arkadan saçlarımla beraber kavradı.

 

"Karşında duran bu adam varya.."

 

Nabzım ellerimin arasında atıyordu sanki.

 

"AŞIK SANA! CANINDAN VAZGEÇECEK KADAR SANA MEFTUN!"

 

Dudaklarının arasından derin bir soluk alırken, dudaklarıma yaklaşmıştı.

 

"AŞIĞIM SANA, HEMDE HER BİR PARÇANA."

 

Dolgun dudakları dudaklarımın üzerine kapanırken, belimdeki eliyle havaya kaldırdığı bedenimi tezgahın üzerine oturtmuştu. Hafifçe araladığım bacaklarımın arasına iyice yaklaştığında, ellerimi bende sıkıca boynuna dolamıştım.

 

Bende de durumlar pek farklı değildi. Kalbim adını duyduğum anlarda bile çocuksu bir istek ve heyecanla atarken, ona karşı bir şeyler hissetmemem çok imkansızdı.

 

İlk başlarda ince düşünceleri sızmıştı zihnime, sonradan da attığı bir bakış, aldığı her soluk ve nadir anlarda suratına oturan tebessümü.

 

Gizlice girmiş bulunmuştu kalbime de. Kalbim olduğunu hatırlatmıştı bana.

 

Solukları bana soluk olurken, dudaklarımın arasından kaçan mırıltıyla iyice sokuldum kendisine.

 

İtiraz etmedi. Mümkünmüş gibi biraz daha çekti beni kendine.

 

Nefesim iyiden iyiye azalırken hafifçe geri çekilmiştim.

 

"Kalbim hızlanıyor."

 

Dedim nefes nefese kalmış bir halde. Açık açık bende sana aşık olmuşum diyememiştim.

 

Gülümsedi. İçim biraz daha pır pır etti.

 

"Ellerin de titriyor mu?"

 

Kafamı sallamıştım hemen. Ufak gülümsemesi kısık sesli bir kahkahaya dönüşmüştü. Beyaz dişleriyle karşımda, tam da gözlerimin içine bakarak gülümsüyordu.

 

Kollarımı omzuna yeniden uzatarak kafamı boyun girintisine yaslamıştım. Ani hareketim onu şaşırtırken, az önceki anlardan ziyade daha duygulu bir sesle mırıldanmıştım. Korkuyordum.

 

"Eğer zamanında nişan bozulmamış olsaydı, şu anda böyle olamazdık değil mi?"

 

Elleri sırtıma çıkınca, usulca okşadı. Saçlarımın arasından da derin bir soluk alıp öpmüştü.

 

"Hayır, o nişan her türlü sonlanacaktı. Ben şansımın beni bulacağını biliyordum."

 

Kafamı kaldırdı, kendisine bakmamı sağladı.

 

"Buldu da."

 

Zihnim hüzünlü anımızda sıyrıldı, büyük bir tebessüm yeniden huzurla dudaklarıma yayıldı.

 

Kahve hareleri bana yeni bir hayat, yeni bir umut ve huzur olmuştu...

 

O benim yuvamdı.

 

Ve bende onun;

 

"Bu adam Evin'i buldu..."

 

Eviydim...

 

 

~

 

 

Duyduğum ezan sesiyle beraber gözlerim aralanırken, içime dolduğunu hissettiğim huzurla hemen yerimde doğrulmuştum.

 

Gözlerim yatağın boş tarafını görürken, aynı zamanda Yavuz'un da nerede olduğunu anlamaya çalışıyordum.

 

Odanın içinde yankılanan adım sesleriyle bakışlarım giyinme odasını bulurken, elinde tuttuğu seccadeyle birlikte odadan çıkmıştı.

 

Ayağa kalktım, gözlerimiz kesişti.

 

Dudakları aralanmamıştı ama yine de bana çokça şey söylemişti. Ağır adımlarla lavaboya girerek abdest aldığımda, içim daha da bir ferahlamıştı.

 

Üzerimi giyinerek, seccademi ve başörtümü alarak bende odadan çıkmıştım.

 

Yatakta oturuyor ve beni bekliyordu. Serdiği seccadesinin yanına bende kendiminkini serdim, başörtümü güzelce başıma taktım.

 

Yan yana durup namaza başladığımızda, içimdeki huzur için Allah'a şükrediyordum.

 

Biten namazımızın ardından ellerimi semâya açtım. Her duamın sonunda kalbimin kapılarını biraz daha aralıyordum sanki.

 

"Allah kabul etsin güzel karım."

 

Yüzüme sürdüğüm ellerimle kafamı çevirdim, şefkatli bakışları başımdaki başörtüden gözlerime düşmüştü.

 

"Amin İnşallah."

 

Yerinden doğrulup seccadesini katladığında beni de kaldırmak için elini uzattı, ayağa kalkmamla birlikte kendi seccadesi gibi benim seccademi de katlayarak eline alarak kenara koymuştu.

 

Yeniden onun kolları arasında yatağa uzandığımda, daha güzel bir uyku beni karşılamıştı.

 

 

 

~

 

 

 

Olay günü:

 

 

 

 

Gözlerim korkuyla karşımdaki kadını bulduğunda aldığım nefesler yetmiyordu.

 

Kahve içmeye diye çıktığımız Berivan başlarda gayet iyi olsa da bir süre sonra sancısının tutmasıyla bizi fazlasıyla korkutmuş, kanamasının başlamasıyla da acil hastaneye gelmemizi sağlamıştı.

 

"Bir şey söyleyin lütfen, iyiler mi?"

 

Doktorlar ve hemşireler bize bir cevap dahi vermezken içinde bulunduğumuz hastane koridoru üzerimize geliyordu sanki.

 

Bir camın arkasından ağlamalarını duyuyorduk...

 

Mihrimah elindeki telefonla Miraç abiye haber verirken, sarsak adımlarla biraz uzaklaştım. Başım dönmeye başlamıştı. Hava almalıydım.

 

Koridoru dönmemle beraber baş dönmem şiddetlenirken, gözlerim de görüş açısını çoktan kaybetmişti. Sesler kulağımda uğulduyordu.

 

"Hanımefendi iyi misiniz?"

 

Kolumu tutan kişinin sözleri hala bir anlam kazanamazken, kalp atışlarım ağzımdaydı.

 

"Yardım edin, kadın fenalaştı."

 

Bedenim zeminle buluştuğunda bilincim de beni terkediyordu. Korkuyla karışık hissettiğim stres tüm benliğimi altüst etmişti.

 

Yanağıma dokundu birisi.

 

Ve bir daha.

 

Gözlerim titrerken, ağırca açmaya çalışmıştım.

 

"Kendine geliyor."

 

Sesler yavaş yavaş netleşiyordu. Nerede olduğumu anlamaya çalışırken, görüş açıma bir kadın girmişti. Üzerinde beyaz önlük vardı.

 

"Beni duyabiliyor musunuz Evin hanım?"

 

Kafamı zorlukla sallarken kalkmaya çalıştım.

 

"Durun ani hareketler yapmayın lütfen. Ne hatırlıyorsunuz?"

 

Gözlerimi kapatıp açtım yeniden.

 

"Ben hava alacaktım... başım dönmeye başladı, anlamadım."

 

Kadın gülümsemişti. Kenardan aldığı su bardağını uzattı.

 

"Ufak bir baygınlık yaşamışsınız ama şimdi çok iyisiniz merak etmeyin."

 

Suyu alıp bir yudum içtim.

 

"Teşekkür ederim."

 

Kafasını salladığında bende olduğum odayı incelemeye başlamıştım.

 

"Bir dakika!"

 

Ani çıkışımla doktorun gözleri yeniden beni bulurken, parmaklarımla pet bardağı sıktığımın farkına dahi varamamıştım.

 

"İyisiniz derken, neden bu odadayım?"

 

Orta yaşlarda olan kadın karşımdaki masasına adımlarken üzerindeki küçük resmi eline almış ve bana uzatmıştı. Gözlerim şokla açıldı.

 

"Evet iyisiniz, siz ve bebeğiniz."

 

"NE?"

 

Duyduğum şeyleri anlamaya çalışıyordum. Doğru muydu?

 

"Haberiniz yok muydu, 5 haftalık hamilesiniz. Tebrikler."

 

Bardağın içindeki su elime taştığında, yutkunmaya çalışmıştım ama olmadı. Yerimden kalktım. Tüm bedenim titriyor, avuçlarımın arasında duran tek parça resim kalbimi sızlatıyordu.

 

Konuşmadan odayı terkettiğimde kulaklarım tüm seslere tıkanmıştı.

 

Hamileydim.

 

Karnımda bir can taşıyordum.

 

Bebeğimizi... bizim bebeğimizi...

 

Gözlerim elimdeki resme kayarken, çıktığım hastaneden adımlarım, beni başka bir yere taşımaya başlamıştı.

 

Gözyaşlarım yanaklarıma usul usul döküldüğünde, her şeyden vazgeçtiğim yere yeniden gidiyordum.

 

Ama bu sefer yanımda bebeğimle.

 

Masallar nerede başlarsa, orada bitermiş.

 

Ama benim masalım tamda bittiği yerde, yeniden, tüm yenilgilerine rağmen başlamıştı.

 

Son değildi ama ilkte olmamıştı.

 

Göğsümün tam altında hissettiğim darbe, her saniye daha sert bedenimi döverken, sık kirpiklerimin sarmaladığı yeşil gözlerimi, gözyaşlarımın arasında tam karşımda duran uçuruma çevirmiştim.

 

Çok garip bir histi.

 

Yıllardır yaşadığımı sanıp yaşamıyorken, yaşamanın ne demek olduğunu bana vurgulamış...

 

Aynı zamanda elimde avucumda kalan tüm umudun, nedenini dahi anlamadığım bir şekilde avucumun arasından kayıp gittiğini hissediyor gibiydim.

 

Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırık, soğuk rüzgarların arasına karıştığında, gözlerim de aşağıya kaymıştı.

 

Ölümle yaşam arasındaki çizgi gibiydi durduğum yer. Bir adım gerim, yaşama tutunurken, bir adım ötemde hiçliğin içine savrulacaktı.

 

Ben hangisini istiyordum peki?

 

Söyleyeyim.

 

Ben bir adım öteme adım atıp hayatından vazgeçmeyi göze alan küçük kızın, yeniden hayata tutunmasını sağlamıştım.

 

Buraya gelmiştim.

 

Çünkü o küçük kızdan, af dilemem gerekiyordu.

 

Titreyen dudaklarımla yere dizlerimin üzerine eğildiğimde, bakışlarım ultrason kağıdından karnıma düşmüştü.

 

Kızın anne oluyor, annem.

 

"Özür dilerim... kendimi ezdirdiğim için, tüm eziyetlerine sessiz kaldığım için. Ben, ben bunlara izin vermemeliydim. Ya vazgeçseydim... benden, hayatımdan ve belki de senden..."

 

Karnımın altında hissettiğim canla gözlerimden yaşlar ardı ardına akmaya devam ettiğinde biraz daha sarıldım karnıma. Sanki ona her an bir zarar gelecek gibiydi.

 

"Sen benim yeniden ayağa kalkmamı sağlayan adamla aramdaki en değerli ve güçlü bağsın... sen benim umudumsun."

 

Bir hıçkırık daha firar ederken gözlerimi uçsuz bucaksız gökyüzüne kaldırmıştım.

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Bir çoğunuz beklemiyordu sanırım, ne yalan söyleyeyim bende böyle olmasını beklemiyordum ama akışına ilerledik birazcık.

 

• Fazla da diyeceğim bir şey yok, söz sizlerde 💛

 

• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

 

15/01/2023

simaara

Bölüm : 09.12.2024 01:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...