33. Bölüm

33. BÖLÜM “E F N A N”

sim
simaara

Merhabalar 🤍

Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada heyecanla bekliyorum 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkıları: Toygar Işıklı / Söz Olur

 

 

 

 

"Öğrendim ki insan kendi hayatından endişe ettiği için değil, içinde sevgi olduğu için yaşar."

 

 

İnsan Ne İle Yaşar? - Lev Nikolayeviç Tolstoy

 

 

 

 

 

 

(Son sahneden sonra...)

 

 

 

(Aşık oldumm ben bunaa 🤤🫀 ellerine sağlık bebeğim.)

 

 

 

⚫️

 

 

 

Hızlı hızlı kırpıştırdığım gözlerimi karşımdaki hastaneye çevirirken, yokluğumun daha fark edilmemiş olmasına aynı zamanda seviniyordum.

 

Garip hisler tarafından dört bir yandan sarmalanmıştım, ne hissetmem gerektiğinden bile emin değildim. Sebepsizce karnımın üzerinde duran elimin altındaki canın, 1 ay 1 haftadır benimle oluşu bile büyük bir şaşkınlık yaşatmıştı bana.

 

Farkına varmamıştım...

 

Girişteki kalabalığı aştıktan sonra adımlarımı nereye atmam gerektiğini bilemeyip duraksarken, ismim koridorda yankılanmıştı.

 

"Evin!"

 

Gözlerim sesin geldiği tarafa dönerken, görüş açıma giren Yavuz hiçte sakin görünmüyordu.

 

"Delireceğim, neredesin sen? O telefon neden açılmıyor?!"

 

Aslında yokluğun çoktan farkedildi Evin...

 

Yutkunarak elimi çantama attığımda içinden çıkardığım telefonumun kapandığını görmüştüm. Konuşmayı planlarken, doğru kelimeleri de bulamıyordum.

 

"Ben... geldim."

 

Dedim, titreyen sesimi saklamaya çalışırken. Kahve harelerini kıstığında, kaşları da gözlerini gölgelemişti. Kendisine bakmam içn elini çeneme koyarak kafamı kaldırdı. Her şeye rağmen sakin kalmaya çalışıyordu, fakat bakışlarındaki öfke... ele avuca gelecek kadar büyüktü.

 

"Bir anda ortadan kaybolmuşsun?"

 

Elim yine karnıma uzanırken, gözlerimde yaşlarını serbest bırakmam konusunda beni zorluyordu.

 

"Berivan, nasıl o?"

 

Titreyen sesimle bir iki saniye bakışlarını kaçırıp yeniden baktığında, biraz daha sakin görünmeye çalıştığını anlamıştım.

 

"İyi. Hamilelikte normalmiş bu tarz şeyler."

 

"Çok şükür Allah'ım."

 

Derin bir nefesi dudaklarımın arasından dışarıya bırakırken, yeniden başımın döndüğünü hissetmeye başlamıştım.

 

Peki bunlar da normal miydi hamilelikte?

 

Tam dibimde duran bedenine bakıp sıkıca kollarına tutunurken, baş dönmeme, mide bulantımda eklenmişti. Elleri belimi tuttu, gözlerini yüzüme çevirdi.

 

"İyi değilsin sen."

 

"Başım..."

 

Sözlerim yeniden yarım kaldığında, bedenim de iyice kollarının arasına girmişti. Sesler uğulduyor, kelimeler anlamını yitiriyordu. Fakat tüm hepsine rağmen, göğsünden aldığım tanıdık koku, hızlanan soluklarıma derman oluyor gibiydi...

 

"Başım döndü sadece. İyiyim."

 

Derken, güç aldığım kollarıyla ayakta durmaya çalışıyordum.

 

"B*k iyisin! Gel doktora gösterelim seni bir, niye dönüyor başın?"

 

Hafifçe yükselen sesiyle başımı sağa sola sallarken, doktorun odasından çıkmadan önce bana söylediği sözleri anımsamıştım.

 

"Kadın doğum katında bayıldın ve bayılma durumunda hamile oluşunu da göz önünde bulundurmak zorunda kalarak, ultrasona aldık seni. Ultrasona da bakılırsa şu anlık bir sorununuz yok, ama eğer ki istenmeyen bir gebelikse bu... aldırmanız için randevu oluşturabiliriz."

 

Beni odadan çıkartan şeyde nedense son cümleleri olmuştu doktorun.

 

Hayata tutunmaya çalışan, daha minicik bir varlıktı o... Nasıl kıyabilirdim ki?

 

"Gerçekten iyiyim, bir şeyler yemedim ondan dönüyordur başım. Berivan'ın yanına gidelim, sonra bir şeyler yerim söz."

 

Bir kaç saniye boyunca yüzümde dolaşan gözleri sonunda ikna olmuş gibi onay verirken, yanımdaki bedeninden uzaklaşmadan elimi koluna sarmıştım.

 

Fırsatları değerlendiriyorsun bence şu anda.

 

Kocamdı sonuçta. Koluna girip yürümem kadar doğal ne vardı ki?

 

"50 kere sana öğünlerini aksatma diyorum ama beni dinleyen kim? Kendi ellerimle yedirip, sonra işe gideceğim bundan sonra."

 

Kafamı hafifçe yukarı kaldırıp yan profiline bakarken, sol elimi de kolunun üzerine koymuştum.

 

"İştahım çok yoktu bende az yedim bugün... söz bundan sonra çok yiyeceğim."

 

Kahveleri yeniden yeşillerimi bulurken, dudağı hafifçe kıvrılmıştı. Dindirmeye çalıştığı öfkesi, sorduğu sorulara alamadığı cevabın merakı, yüzünden fazlasıysa okunuyordu. Ama amacı her zaman olduğu gibi benimle sakin bir iletişim kurmaktı.

 

"Nerede olduğun konusunu kapatmaya çalışıyorsun."

 

Tane tane söylediği kelimeler kulaklarıma sızarken, durumu izah etmemin zor olduğunun farkındaydım.

 

"Evde konuşalım lütfen."

 

Kafasını sallamıştı ama eve döndüğümüzde gerçek anlamda bir konuşma yapacağımızı biliyordum. Ellerimin altındaki bedeni her saniye biraz daha kasılırken, kesinlikle sakin kalamazdı.

 

Yavuz'un durmasıyla beraber benimde adımlarım dururken, gözlerim kapının önündeki sandalyeleri bulmuştu. Boran ve Miraç abi yan yana oturuyordular.

 

"Annemler gitti mi?"

 

Yavuz'un sorusuyla beraber, Boran kafasını sallarken gözleri onun da beni bulmuştu. Farkında olmadan hepsini strese sokmuştum sanırım.

 

"Ben Berivan'a bakayım."

 

Diyerek Yavuz'un kolundaki elimi çekmiştim. Önünde durduğum kapıyı iki defa tıklattıktan sonra açıp içeriye girdiğimde beni ilk olarak kapının tam karşısında duran koltuktaki Mihrimah karşılamıştı.

 

"Yenge?"

 

Diyip ayaklandığında kapıyı örterek içeriye girdim. Yatakta uzanan Berivan saatler öncesine göre çok daha iyi görünüyordu, fakat hala yorgun olduğu aşikardı.

 

"Evin?"

 

İkisine de zorlukla gülümserken, yanına yaklaştığım Berivan'ın elini tuttum. Çok korkutmuştu bizi.

 

"Nasılsın..."

 

Elimi sıkarak gülümseye çalışmıştı kendisi de.

 

"Merak etme iyiyim, ilk hamileliğimde de yaşamıştım benzer durumları. Korktum yine ama çok şükür iyiyiz."

 

Yutkundum.

 

"Sen nereye kaydoldun bir anda yenge?"

 

Mihrimah'ın sorusuyla beraber gözlerim Berivan'dan uzaklaşırken bir süre susmuştum.

 

"Ben telefonla konuşuyordum en son, sonra seni bulamadım. Abimler geldi, hastaneyi alt üst ettiler resmen..."

 

Utançla kaçırdığım gözlerimle ellerimi önümde bağlamıştım.

 

"Ben... gitmem gerekiyordu."

 

Anlamadığını belli edercesine kaşlarını çatmıştı Berivan.

 

"Bir anda hastane duvarları üzerime geliyor sandım, başım dönmeye başlamıştı. Dışarıya çıkmak istedim.... Ama çıkamadan koridoru döner dönmez bayılmışım."

 

İkisinden de birer şaşkınlık nidası dökülürken, ellerimi karnıma götürmemek için direniyordum.

 

"İyi misin şimdi?"

 

Mihrimah'a dönerek kafamı salladım. Çok iyiydim.

 

"Gözlerimi doktorun odasında açtım... ve kendimi o an olmam gerektiğini hissettiğim yere attım."

 

"Evin, korkutuyorsun beni... doğru düzgün de hele şunu."

 

Berivan'ın parmakları, farkında olmadan sıktığım elimin üzerine kapanırken, gülümsemeye çalışmıştım.

 

"Geçmişim geldi gözümün önüne."

 

Yavuz'a demeliydim ilk önce... o yüzden söylediğim kelimelere dikkat ediyordum. Üstelemediler sözlerimi. Bildiklerinden çok daha fazlasının olduğunun farkındalardı çünkü.

 

"Hala başım yokluyor beni, seni görmeden gitmek istemedim."

 

"Ben gayet iyiyim canım benim, git hadi sen. Zaten birazdan çıkacağız biz de."

 

Samimi bakışlarına ve sözlerine minnetle bakarken, ikisiyle de vedalaşıp odadan ayrıldığımda benimle beraber Yavuz da yerinden kalkmıştı.

 

"Bir şey lazım olursa hemen arayın abi."

 

Miraç abi kafasını sallayıp onaylarken, Yavuz'un omzunu sıkmıştı.

 

"Sen Evin'i götür abim, yüzünün rengi atmış kızın. Bizim işimiz bitti zaten burada, birazdan çıkacağız."

 

İkisinin de gözü beni bulurken, Yavuz'un bakışlarından kaçınmaya çalışıyordum. Abisinin sözleriyle beraber yüzümdeki değişikliğe daha çok takacak gibi bakıyordu gözleri.

 

Abisiyle olan konuşması sonlanırken, elimi tutarak yürümeye başlamıştı.

 

"Başın hala dönüyor mu?"

 

Bakışlarımı yüzüne çıkartarak kafamı salladım.

 

"Hayır dönmüyor."

 

İnanmış gibi durmuyordu, gözlerimi çekerek yeniden önüme döndüm. Bir şeyleri anlayacak olmasından korkuyordum.

 

Çıktığımız hastaneyle birlikte temiz havayı derince soludum. Tarif edemediğim türden, garip bir şeyler oluyordu midemde.

 

"Buyur abi."

 

Akif anahtarı Yavuz'a verirken bir anlığına gözlerimiz denk gelmişti. Kafasını sallayıp her zamanki gibi verdiği selamına karşılık verdim. Ardından da Yavuz'un araca doğru yürümesiyle bende yanındaki yerimi almıştım.

 

Yorgunluğum oturduğum ilk andan itibaren kendisini belli ederken, zihnimde yapacağım konuşmanın gidişatını planlıyordum.

 

Hala karnımdaki miniğin şokunu yaşarken, bir de üzerine nereye kaybolduğum konusunda yapmam gereken konuşma vardı.

 

Sıkıntılı bir soluğu sesli bir şekilde dışarı bırakırken, yan tarafındaki gözleri de üzerime dönmüştü.

 

"İçini kemiren konu herneyse benimle paylaşmalısın yavrum, dakikalardır çatık kaşlarınla yolu izliyorsun."

 

Bedenimi hafifçe yana çevirerek koltukta kendisine döndüğümde, haklı olduğunu biliyordum. Yeşillerimi yüzüne çıkardım ağırca.

 

"Sen araba sürerken beni mi izliyorsun?"

 

Kahvelerini kısa bir anlığına yoldan çekip bana çevirdiğinde, dudaklarına da ukala bir gülümseme yayılmıştı.

 

"Konuyu kapatma çabaların, gözümden kaçmıyor bilesin, güzel karım."

 

Kollarımı göğsümde birleştirerek başımı iyice arkaya yasladım. İçim kıpır kıpırken, sakinmiş gibi davranmak çok zordu.

 

20 dakika kadar bir sürenin ardından aracın hızı düşerken, açılan bahçe kapısından içeriye girmiştik.

 

Yavuz her zaman olduğu gibi arabayı aynı yere park ederken çıkardığım emniyet kemeriyle birlikte bende araçtan inmiştim. Yan yana taşlı yoldan eve doğru yürürken, neredeyse artık kalbimin ağzımda attığını hissediyordum.

 

Kabanının cebinden çıkardığı anahtarla beraber kapıyı açıp geçmem için kenara kaydığında, üzerimdeki montu çıkarmıştım bende.

 

Kapıyı kapatıp içeriye girdiğini duyduğumda çantam ve montumla beraber üst katın merdivenlerine ilerlemeye başlamıştım.

 

"Hemen aşağıya gel, karnını doğuracağız."

 

Ufak bir mırıltıyla kendisini onaylarken, biten merdivenlerle çoktan odamıza girmiştim. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup daha rahat bir şeyler giyindikten sonra, yüzümü yıkamak için bu seferde gittiğim yer lavabo olmuştu.

 

İçimdeki heyecan git gide büyüyor gibiydi. Hatrı sayılır bir zaman geçmesine rağmen nasıl fark edemediğimi düşünüp duruyordum.

 

Mide bulantılarım olmamıştı fakat bir kaç gündür iştahım yok gibiydi. Adet dönemim de düzenli sayılmazdı, belki de beni bu konuda yanıltan en büyük şey bu olmuştu.

 

Havluyla yüzümü kuruladıktan sonra aynadaki yansımama bakmaya başlamıştım. Söyledikleri gibi çok halsiz görünüyordum, gözlerim de ağlamamdan kaynaklı olarak fazlaca kızarmıştı. Ama mutluydum. Ve bu mutluluğumu paylaşmalıydım.

 

Odadan çıkıp aşağıya inerken, mutfaktan yükselen kokular çoktan evin içine yayılmıştı. Dudaklarıma oturan gülümsemeyle beraber mutfağa girdiğimde, ocağın başındaki bedenini gördüm. Elinde tuttuğu tavanın içinde ne vardı şu anda göremiyordum ama yine ciddiyetle bir şeyler pişirmesine bakılırsa, lezzetli olacağı aşikardı.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

Sorumla beraber gözleri beni bulurken, tuttuğu tavayı kendi haline bırakıp bir iki adımda yanıma gelmişti.

 

"Soslu makarna yapacağım. Daha iyi misin sen?"

 

Kafamı sallayarak, bir iki adımda ben attım kendisine doğru. Kedilerin sahiplerine karşı sırnaştığı anlardan bir tanesinde gibiydim sanki. Tek elini belime sararak göğsüne doğru çekti beni, başımı yaslayıp gözlerimi kapattım. Kalp atışları kulağıma usul usul sızıyordu.

 

"Gel ayakta kalma daha fazla, oturtalım seni."

 

Masanın etrafındaki sandalyelerden bir tanesine zorla oturmamı sağladıktan sonra yeniden işinin başına dönerek dikkatle yemeği pişirmeye devam etmişti.

 

Yarım saat kadar bir sürenin ardından hazır olan makarnanın kokusu, karnımın acıktığını bana daha çok hissettiriyordu.

 

"Harika kokuyor."

 

Bardakları da doldurup masaya bıraktıktan sonra karşımdaki yerine oturmuştu.

 

"Hepsi bitecek fıstığım."

 

Kafamı salladım. Kesinlikle bitecek gibi duruyordu.

 

Çatalımın etrafına sardığım makarnayı soğuması için üfledikten sonra, merak ettiğim tadını almak için hemen ağzıma atmıştım. Başarılı bir iş adamı olmasaydı eğer, emindim ki kendisi yetenekli bir aşçı olurdu. Bakışlarımı yüzüne çıkardım.

 

"Mutfakta benden daha yetenekli olduğunu düşünüyorum artık."

 

Benim aksime daha tabağındaki makarnasından yememişti. Masanın üzerine koyduğu kollarıyla hafifçe öne eğildiğinde, kahve hareleri de dikkatle gözlerime tırmanmıştı.

 

"Yeteneklerimi mutfakla sınırlandırmak istemezsin bence."

 

Havaya kalkan kaşıyla beraber munzur bir gülümseme sunmuştu bana. Gözlerimi kaçırdım.

 

Sessiz bir şekilde tabağımdaki makarnayı bitirip arkama yaslandığımda, artık konuşmamız gereken ana da geldiğimizin farkındaydım.

 

Bakışlarımı yeniden kendisine çevirdim, elinde tuttuğu bardakla sessiz bir şekilde bekliyordu.

 

"Uçuruma gittim."

 

Sözlerimle beraber ışık hızıyla gözlerimi bulmuştu gözleri. Ciddiyetle bakıyordu.

 

"Ne demek uçuruma gittim?"

 

Bakışlarım sık sık mutfağın için dolaşırken, titreyen sesimi de kontrol altına almaya çalışıyordum.

 

"Geçmişte kendime haksızlık ettiğim çok konu oldu ve ben bugün çocukluğumdan özür dilemek için oraya gitmem gerektiğini hissettim."

 

Dikkatle tepkilerimi izliyor, sözlerimi dinliyordu.

 

"Haber veremedim, çünkü bir anda doğru olan şeyin bu olduğunu düşündüm. Akıl edemedim o an, özür dilerim meraklandırdım seni."

 

Derin bir soluk alarak göğsünün şişmesine izin verdiğinde, bir şeyler söylemesini bekliyordum. Tüm öfkesine rağmen sakin kalmaya çalıştığını saatlerdir görüyordum zaten ama yine de bir şeyler söylemeliydi.

 

"Evet meraklandırdın ama özür dileme."

 

Yeşillerimi kahvelerine çevirdim. Devam etti.

 

"Kendin için yaptığın bir şey için, kimseden özür dileme."

 

Tüm konumuz buymuş gibi ciddiyetle söylemişti. Dudaklarımı araladım.

 

"Zamanında bir adım öteye geçip, kendimi aşağıya bırakmayı istemiştim... belki bu hataya düşseydim şu anki sahip olduğum tüm güzel şeylerden mahrum kalacaktım."

 

Kendisiyle paylaştığım gerçekler belki bana acı veriyordu ama konuşursam hafifleyeceğine inanıyordum. Devam ettim.

 

"Görmezden geldiğim şeylerin hayatımı nasıl mahvettiğini bugün daha iyi anlıyorum. Seninle tanışana kadar kimse bana düşüncelerimin, fikirlerimin önemli olduğunu söylememişti. Bana zarar vermelerine izin vermişim öylece... özür dilemeliydim."

 

Kafasını ağırca sallayıp gözlerimin ta içine baktığında dudakları da aralanmıştı.

 

"Kendini daha iyi hissediyorsan sorun yok."

 

Gülümsedim burukça.

 

"Evet... önümüzde Allah'ın izniyle upuzun yollar var. Ve ben gerçekten mutlu olduğumu hissediyorum."

 

Gülümsememe karşılık olarak gülümsemişti kendisi de. Herne kadar meraka düşürmüş olsam da kendisini, olaya benim açımdan yaklaşmayı tercih etmişti. Oturduğum yerden kalktım. Yoksa her an yeniden ağlayabilirdim.

 

"Sen hazırladın, ben de toplayayım."

 

Yavuz'da yerinden kalkmış, ve benim almama müsaade vermeden iki tabağı da alarak tezgaha ilerlemişti.

 

"Sen içeriye geçerek uzanıyorsun, ben de buraları topluyorum güzelim."

 

Sözünü dinleyip mutfaktan çıkarken, kısa sürede kendimi salondaki koltuğun üzerine atmıştım.

 

Tavanda dolaşan bakışlarımı, farkında olmadan salladığım bacağım takip ederken, Yavuz'un içeriye gelmesini bekliyordum.

 

Bir kaç dakikanın ardından gözlerim kapanmayla kapanmama arasında gidip gelirken, mutfak kapısından çıkan bedeni salona girmişti.

 

Adım sesleriyle beraber kendimi uzandığım yerden kaldırırken, dizlerimin üzerine oturmuştum.

 

"Yavuz sana bir şey söylemem gerekiyor."

 

Adımları salona inen bir kaç basamağın önünde dururken, bakışları aramızdaki mesafeye rağmen gözlerimdeydi. Biraz daha yerimde kıpırdanarak ellerimi karnıma koyduğumda, dilimden dökülen kelimelere de engel olmayı istememiştim.

 

"Hamileyim."

 

Surat ifadesi donarken, gözlerini hafifçe kısmış duyduğu şeyin doğru olup olmadığını anlamaya çalışırcasına bana bakıyordu. Gülümsemeye çalıştım, dikkatini çekmek için. Fakat bir tepki alamamıştım.

 

"Hamileyiz?"

 

Duyduğum sesiyle beraber ağzım refleksle açılırken, hafif tebessümüm büyük bir gülüşe dönüşmüştü.

 

Alıştıra alıştıra demen gerekiyordu Evin.

 

Ne yapalım demiştim artık, alıştırması kalmamıştı.

 

"Hayır ben hamileyim, sen değilsin."

 

Ufak bir kahkaha dudaklarımın arasından firar ederken, kahve hareleriyle hala girdiği şoktan çıkamamış gözüküyordu.

 

"Yavuz... tepki verir misin? Korkuyorum."

 

İki adımda merdiveni indiğinde, gözleri dikkatle yüzüme tırmanmıştı.

 

Saniyeler ardı ardına geçerken evin içinde yankılanan sevinç nidalarıyla beraber, kollarının arasındaki yerimi de almıştım.

 

"Allah.... Baba oluyorum."

 

Belimdeki elleri sıkıca beni tutarken, yüzüme yapışan saçlarımı itelemeye çalışıyordum.

 

"Yeni yemek yedik, dönmeyelim daha fazla..."

 

Dudakları yüzümün neredeyse her yerine öpücük kondururken, sözlerimi dinleyerek döndürmeyi bırakmıştı ve az önce uzandığım koltuğa, beni kucağına alarak oturmuştu.

 

"Doktora gittin mi?"

 

Telaşlı sorusuyla birlikte gülümserken, kafamı omzuna yaslayarak kucağındaki yerime iyice yerleşmiştim.

 

"Hastanede bayılmışım bu..."

 

Sözlerimi yarıda kesen şey, Yavuz'un araya girip yükselmesi olmuştu.

 

"Bayıldım derken? Niye haberim olmuyor?!"

 

Omzundaki kafamı hafifçe kaldırıp yüzüne bakmaya çalışmamla, yeniden dudaklarımı aralamıştım. Araya girmesine izin veremezdim.

 

"Bir anda oldu her şey, zaten sonra öğrendim. Gerisini biliyorsun."

 

Bıkkın bir nefesi bıraktığında, bugün yeteri kadar sabrını sınadığımın farkındaydım.

 

"Bak iyiyim zaten şimdi."

 

Kahvelerini yeşillerime çevirip dikkatle yüzümü incelediğinde, ciddiyetle konuşmuştu.

 

"Levent'le konuşup yarına iyi bir doktor ayarlamasını söyleyeceğim."

 

Kafamı sallayıp onayladım. Benim de aklımdaydı zaten bu konu. Bugün nedenini bilmediğim bir şekilde yeniden o odaya girmek istememiştim.

 

"Şimdi sakinleşebilir misin..."

 

Fısıltılı sesimle birlikte çatık kaşları düzelmiş, suratına ufak bir gülümseme yerlermişti.

 

"Ne zamandır karnındaymış biliyor musun?"

 

Sorusuyla beraber omzuna koyduğum elimi kaldırarak, belimi saran eline götürmüş, ardından da ikimizin de hissedeceği şekilde karnıma koymuştum.

 

"5 haftalıkmış doktor öyle söyledi... bir süredir bizimleymiş ama kendisini saklıyormuş."

 

Usulca hareketlenen sıcak parmakları, tişörtümün içinden çıplak tenime dokunduğunda, dokunuşları saf masumiyetten oluşuyordu.

 

Karnımdan ziyade, bebeğini seviyormuş gibiydi.

 

"Bundan sonra daha da dikkatli olmalıyız."

 

Sesi ciddi bir tona bürünürken, ellerimizde olan gözlerimi yüzüne çevirmiştim.

 

"Ayakta çok kalmamalısın, öğünlerini de aksatmaman lazım. Stresten ve tempodan uzak durmalısın."

 

Kafamı öyle mi dercesine sallarken, kendisini kaptırıp konuşmaya başlamasını gülümseyerek izliyordum. Her an bunları listeleyip bir kağıda yazacak gibi duruyordu.

 

"Ben işteyken evde tek kalamazsın, gözüm arkada kalır yoksa."

 

Dikkatini bana vermesi için hafifçe kolundan dürterken, bastırmaya çalıştığım gülümsememe de engel olamıyordum.

 

"Yavuz, acaba birazcık abartmıyor musun?"

 

İşaret ve baş parmağımı birbirine yaklaştırıp havaya kaldırırken, bakışları yüzümle, elim arasında gidip gelmişti bir kaç kez.

 

"Hayır."

 

Oldukça net bir şekilde verdiği cevapla kafamı yeniden omzuna yaslamıştım.

 

"Doğuma kadar konakta mı kalsak acaba?"

 

Sessiz gülüşlerim bana sorduğu yeni soruyla birlikte büyük bir kahkahaya dönüştüğünde, artık kendimi durdurmaya da çalışmıyordum.

 

İstediği oyuncağı elde eden küçük bir çocuğun heyecanı gibi, yerinde duramıyordu. Onun bu masum halleri gözüme öylesine tatlı geliyordu ki, sözlerine mantıksız dahi olsa itiraz edemememi sağlıyordu.

 

Kafamı hafifçe yukarı kaldırarak, burnumu birkaç santim uzağımda olan boynuna sürttüğümde, duyumsadığım kokusuyla gözlerimi kapatmıştım.

 

Tek eli belimde, diğer eli de bacaklarımın üzerindeyken, kucağında daha rahat yatmamı sağlıyordu. İyice yerime sinerken, bastıran uykuya çoktan kendimi bırakmıştım.

 

Korktuğumu sandığım gerçek, bizi daha ilk saniyeden böylesine mutlu etmiş, yeniden bir başlangıç şansı vermişti.

 

Bana yabancı hislerin içinden elini uzatmıştı sanki. Minicikti... lakin buna rağmen çok güçlüydü. Sıkı sıkı sarmalamıştı parmaklarımı, söz veriyor gibiydi. Yanımda olacağına dair... yanımızda olacağına dair. Küçük bir günışığıydı... bizimdi.

 

 

~

 

 

Mihrimah'tan:

 

 

 

İndiğim taksiyle birlikte, karşımdaki eve kısa bir bakış atmıştım.

 

Dünkü yaşadığımız aile aksiyonlarının aksine bugünün iyi geçeceğine dair hisler vardı içimde.

 

Sabahın erken saatinde evden çıktığımda, özellikle kimseye yakalanmamaya özen göstermiştim. Sanki bana nereye gidiyorsun diye bir soru yöneltseler hemen aksini iddia edip yerimi itiraf edecektim.

 

Taksi iyice gözden kaybolmuşken, çevrede bu evden başka ev olmaması da işime gelmişti. Herhangi birisi tarafından bu saatte Mirza Akduman'ın evinin önünde gözükmem, benim için hiç iyi olmazdı.

 

Gözlerimi kapının hemen yanında duran küçük kulübeye çevirdiğimde, orta yaşlarda iri yapılı bir adam beni karşılamıştı.

 

"Kime bakmıştın bacım?"

 

Mirza'nın evinde kime bakabilirdim ki...

 

"Mirza'ya baktım ben, evde mi?"

 

Sakince cevap vermeye çalışmıştım. Bende duran bakışlarını çeken adam, masanın üzerindeki telefondan birisini arayıp, kulağına götürmüştü.

 

"Bir kadın geldi, Mirza Bey'e bakmış."

 

Ben yanında yokmuşum gibi konuşurken, gözleri yeniden beni bulmuştu. Kısaca üzerime baktı.

 

"Cırtlak yeşil bir elbise giyinmiştir."

 

"Elbisemin rengine cırtlak mı dedin sen?"

 

Beni tınlamayıp telefonu kapattığında, hala çatık kaşlarımla kendisine bakıyordum.

 

"Sana diyorum!"

 

Önünde bir düğmeye basarak tam yanımdaki demir kapının açılmasını sağladığında, benimle daha konuşmayacağını da anlamış olmuştum.

 

"Cırtlak sensin!"

 

Topuklu ayakkabılarım zemini döverken, hızlı adımlarla eve uzanan yolu yürüyerek kapıya ulaşmaya çalışıyordum. Sabahın erken saatlerinde buraya gelmiş olmam yetmemiş gibi, bir de geceden kendime elbise ayarlamıştım.

 

Resmen Mirza için hazırlanırken ben, kapının önündeki ne olduğu belirsiz bir adam elbisemin yeşiline cırtlak demişti.

 

Çatık kaşlarımla önünde durduğum eve bir de yakından bakarken, evin giriş kapısı da ben ulaşamadan açılmış, hazır bir halde beni bekliyordu.

 

Unuttuğum heyecanı yeniden tüm hücrelerimde hissederken, açık kapının kenarında bekleyen kadına kaymıştı gözlerim. Konaklarda çalışan onca kadına denk gelmiştim, fakat böylesine bakımlı ve alımlısını ilk defa görüyordum...

 

"Hoş geldiniz."

 

Ses tonu ve düzgün diksiyonu nedensizce bana buranın yerlisi olmadığını düşündürtürken, gülümsemeye çalışarak açtığı kapıdan girmiştim.

 

"Hoş buldum."

 

Dedim. Eliyle nereye yürümem konusunda bana işaret verirken, bizim evden çok daha farklı bir dizayna sahip olduğunu da görüyordum.

 

Daha moderndi öncelikle. Hem eşyaları hem de tasarımı, genel olarak buraya ait değil gibiydi.

 

"Mirza Bey birazdan burada olur, bir şey içmek ister misiniz?"

 

Çantamı ve kabanımı koltuğa koyarken, kafamı sallamıştım. Şu anlık bir şey içebileceğimi sanmıyordum.

 

"Hayır, teşekkürler."

 

Kadın yanımdan uzaklaşıp salondan çıkarken, bir süre arkasından bakmıştım.

 

Evdeki çalışanların iş esnasında rahat edebilmesi için daha klasik kıyafetler giyinmesi gerekmez miydi... Bu kadın neden siyah dar bir elbise giyinmişti?

 

Televizyon ünitesinin hemen yanında bulunan, neredeyse duvarı kaplayan kitaplığı incelerken, fotoğraflar gözüme çarpmıştı. Ailesiyle olan anlarına dair ufak kareler vardı.

 

Dudaklarım kıvrılacak gibi olduğunda hissettiğim kıskançlıkla beraber kendimi durdurmuştum.

 

"Mihri?"

 

Arkamdan duyduğum sesle beraber gözlerim kendisini bulurken, neredeyse göğsüne kadar düğmelerini açtığı salaş bej gömleğiyle beni karşılamıştı.

 

Evde olduğu içindi sanırım, daha bir sportifti.

 

"Mirza?"

 

Bende onun gibi adını söylerken, yaklaşmasıyla birlikte yüzündeki kızarıklığı da görmüştüm. 2 gündür buluşmaktan deli gibi kaçınıyordu ve bugün burada olmamı beklemediği bakışlarına yansıyan şaşkınlıktan belli oluyordu.

 

"Haber vermedin geleceğini."

 

Kafamı sallarken, kollarımı göğsümde birleştirmiştim. Sakindim.

 

"Geri gideyim o zaman?"

 

Sağ elini havaya kaldırıp saçlarını geriye yatırdığında, şu anda karşımda gerçekten de çok öpülesi durduğunu bir kez daha farketmiştim.

 

Düşüncelerim onun yanındayken yoldan çıkıyordu... ama çıkmamalıydı.

 

"Hayır öyle demek istemedim, sadece sürpriz oldu."

 

Yeniden kafamı salladığımda gözlerimi de şüpheyle kızaran yüzünde gezdirmiştim.

 

"Bana da sürpriz oldu merak etme."

 

"Anlamadım?"

 

Elimi aman boşver dercesine havaya kaldırdığımda, artık aramızdaki mesafe az önceye nazaran daha azdı. Mesajlarda başka birisi, normalde başka birisiydi sanki.

 

"Yüzüne bir şey mi oldu?"

 

Eli sözlerimle beraber sol yanağına ulaşırken, bakışlarını da gözlerimden kaçıracak gibi olmuştu.

 

Emindim ki çarşıda yaşadıkları kavgayla bir alakası vardı bu durumun. 2 gündür her konusunu açtığımda kaçıyor, ne görüntülü aramaya, nede buluşmaya sıcak bakmıyordu.

 

"Ufak bir kaza."

 

Dedi, gerçekten de ufakmış gibi. Duyduğu şeyi kabul etmeyen bir çocuk gibi dilimi damağıma vurup cıklamıştım. Buraya konuşmak için gelmiştim sonuçta, anlatmalıydı.

 

"Mirza..."

 

Son harfini uzatarak söylediğim ismiyle birlikte, az önce kendi elini koyduğu yanağına elimi uzatmıştım. Varla yok arasında tenine dokunurken, saniyeler içinde kendisinden istediğim cevapları da alacağımdan emindim.

 

"Bu sanki kavgadan olmuş gibi."

 

Elalarını benden kaçırıp evin içinde gezdirdiğinde, bir adım daha atarak kendisine yaklaşmıştım.

 

Abimler tarafından basılmayacağımıza emin olduğum için, hareketlerim konusunda çekinmiyordum.

 

"Sen sokak ortasında kavga edecek adam değilsin, ne oldu?"

 

Bakışları kahve harelerimi bulurken, sinirlendiğini gerilen çene kaslarından anlamıştım.

 

Kendisine soru sormam mı, yoksa gardını düşürmesini sağlamam mıydı böyle bakmasının sebebi bilmiyordum.

 

"Gözüme battı, bende dövdüm itin birini."

 

Ciddi çıkan ses tonu beni gülümsetirken, 3 abiyle büyümüş olmanın avantajlarından da yararlanıyordum.

 

Ben bir şey istedim mi mutlak surette alırım Mirza Efendi...

 

"Haklı bir sebep olabilir, fakat yemedim."

 

Bakışları saliselik olarak dudaklarıma düştüğünde karnıma yumruk yemiş gibi hissetmiştim. Tüm bedenim anlamadığım bir hızda kasılırken, kalp atışlarım hızlanmıştı.

 

"Kızım bu kadar yolu kavgaya olan merakından mı geldin?"

 

Tam olarak öyle sayılmazdı aslında...

 

"Soruma cevap alırsam eğer, bende sorunu cevaplayabilirim."

 

Başını sağa çevirip burun kemerini sıktığında, verdiği nefesi hissetmiştim. Elaları yeniden gözlerimi buldu.

 

"Puştun teki senin hakkında konuşuyordu, duydum ve dayanamadım. Oldu mu?"

 

"Oldu!"

 

Kısa boylu değildim fakat uzun boyuma rağmen onunlayken kendimi küçük hissediyordum.

 

"Sıra sende."

 

Dudaklarım kıvrılırken, biraz uzağımda duran bedenini baştan aşağıya alıcı gözle süzmüştüm.

 

Ya ben kendisinin yanında git gide daha da arsız bir kadın oluyordum, ya da o benim böyle hissetmem için bir şeyler yapıyordu.

 

"Belki sadece kavgaya meraklı değilimdir, ondan gelmişimdir."

 

Kavisli kaşları alayla çatılırken, bu seferde benim gözlerim dudaklarına düşmüştü.

 

Öpmek istemem normal miydi?

 

"Kapıda atışmışsın güvenlikle?"

 

Gözünü kırparak sormuştu. Omuzlarımı salladım, demek ki her bir detaydan haberi oluyordu abilerim gibi. Elbisemi işaret ettim.

 

"Nasıl olmuşum?"

 

Konudan konuya atlamış olmamı yadırgamadan, ciddiyetle üzerimi incelemesiyle birlikte, daha iyi görmesi için bir turda etrafımda dönmüştüm.

 

Dizlerimin üzerinde bitiyordu ve düşük omuzlu yakasının ardından sıkıca kollarımı ve bedenimi sarıyordu.

 

"Çok güzel olmuşsun."

 

Güvenliğe olan tüm öfkem duyduğum sözleriyle beraber dinerken, 32 diş sırıtmaya başlamıştım.

 

"Biliyordum. Kendisi elbiseme laf etti."

 

Dudakları gülüp gülmeme arasında gidip gelirken, oturmamız için bir işarette bulunmuştu.

 

"Kahvaltı yaptın mı?"

 

Hayır anlamında kafamı sallarken, sabahın daha 10'unda neden buraya geldiğimi ciddi anlamda sorgulamaya başlamıştım.

 

"Güzel, o zaman birlikte yapabiliriz."

 

İtiraz edemezdim. Özellikle de karşımda böyle dururken, tok dahi olsam yeniden yerdim.

 

Yanımda oturan yüzünü dikkatle incelerken, aynı zamanda azıcıkta olsa utanmam gerektiği gerçeğini kendime hatırlatıyordum.

 

"Yanağın yüzünden mi iki gündür görüşmekten kaçıyorsun?"

 

Arkasına yaslanıp bedenini hafifçe bana döndürdüğünde sol kolunu da koltuğun sırt kısmına uzatmıştı.

 

"Evet."

 

Dedi, lafı dolandırmadan. Bende aynı onun gibi hafif bir açıyla kendisine döndüm, elbisemin el verdiği kadar. Abim bizi gördüğünden beri zaten doğru düzgün yüzüne bakamamışken, şu anda uzunca izleyebilirdim.

 

"Böyle bahanelerin arkasına gizlenme bir daha, koskoca ağasın sen. Yakışmıyor."

 

Koltuğun arkasında duran koluna elimi uzatırken, benim değilde onun bir şeyler yapmasını istiyordum. Gözleri elimi takip ederken, keyfi gayet yerinde bir halde gülümsüyordu.

 

"Bahanelerin canı cehenneme. Artık gece gündüz demeden, dibinde biteceğimden emin olabilirsin."

 

Tüm hamlelerime rağmen duyduğum sözleriyle birlikte yüzümde ufak bir yankı hissetmiştim.

 

Sonunda utandın...

 

Dudaklarımı gülümsememek için dişlerken, iki defadır öptüğü tenimin şu anda ihtiyaçla sızladığını da hissediyordum.

 

"Abilerim seni vurur."

 

Gülerek söylediğim sözler onu da gülümsetmişti.

 

"Kardeşleri de vurdu, sorun olmaz."

 

Kelimelerim boğazımda düğümlenirken, gözlerimi elalarına çevirdiğimde, bana yaklaştığını görmüştüm. Kolunun üzerinde duran elimi omzuna kaydırmıştım. Boşta duran eli çeneme uzandığında, dudaklarının saniyeler içinde dudaklarımla buluşacağından da emindim.

 

Kafası biraz daha yakınıma gelirken, nefesini daha yakınımda hissediyordum.

 

"Kahvaltı hazır Mirza Bey."

 

Duyduğumuz sesle birlikte kendimi hızlıca geriye çekerken, az önce neredeyse beni öpeceği gerçeğiyle yüzleşmiştim.

 

Sanki sen öpmeyecektin...

 

Gerçekten de bana ne oluyordu?

 

Yüzümün kızardığını anlarken, oturduğum yerden kalkarak saçımı düzeltiliyor gibi arkamı dönmüştüm. Dudaklarımı aralarsam yanlış bir şey söyleyecek olmaktan korkuyordum çünkü. Benim arkamdan Mirza'da oturduğu yerden kalkmış, yalancı bir öksürükle boğazını temizlemişti.

 

Dikkatimi toplayıp kendisine döndüğümde, önden yürümem için ufak bir harekette bulunmuştu. Onaylayarak salondan çıktığımda, daha önce gelmediğim evinde nereye gideceğimi bilemediğimden, yavaşlamıştım.

 

Benim yavaşlamamı beklemediği için, göğsü bir anda sırtıma çarparken, saniyelerdir kendime verdiğim sakin ol komutları, etkisini çoktan kaybetmişti.

 

Deli gibi atıyordu kalbim yeniden...

 

Ellerini omzuna koyup, mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere döndürürken beni, ne bir adım geriye çekilmiş, ne de bir adım ileriye gitmeme izin vermişti. Birlikte yürümeye başladığımızda, adımlarımın birbirine dolanmasından da korkuyordum.

 

Çayları servis eden kadının bakışları bizi bulduğunda gözlerimi bende kendisine çevirmiştim.

 

"Afiyet olsun efendim."

 

Mirza oturmam için sandalyeyi işaret ettiğinde, kendisi de yerine yerleşmişti.

 

"Sağ ol Ezgi."

 

Mutfakta yeniden ikimiz kalırken, giden kızın arkasından gözlerimi çekerek Mirza'ya bakmıştım. Bence sormam bir sorun teşkil etmezdi.

 

"Ne zamandır burada çalışıyor Ebru."

 

Çayımla ilgileniyormuş gibi davranırken, vereceği cevabı bekliyordum.

 

"Ezgi mi?"

 

Bardakta olan gözlerim hızlıca elalarını bulurken, bu sefer masaya verdiği dikkatle tabağını doldurmaya başladığını görmüştüm.

 

"Ha Ebru, ha Ezgi ne fark eder?"

 

Ortadaki sigara böreğinden kendi tabağına koyduğu gibi benim tabağıma da bırakmıştı.

 

"3 yıl falan oldu herhalde."

 

Kafamı sallarken, uzattığı böreği elime alarak ısırmıştım. O kadar uzun süredir çalışıyorsa, işini gerçekten de iyi yapıyor olmalıydı.

 

"Güzel olmuş."

 

Dedim, börekte olan bakışlarımı kaldırmadan.

 

Şu an karnımı mı doyurmalıydım, yoksa sohbet mi etmeliydim karar veremiyordum.

 

"Kendi evinde gibi rahat eder misin Mihri, ne gerek var böyle gerilmeye?"

 

Kendi evin gibi mi demişti?

 

Hayır gülmemeliydim, kendimi ağırdan almalıydım. Yengelerime akıl verirken, kendimi bu kadar kolay kendisine teslim edemezdim.

 

"Rahatım ben, sadece karnım acıktı."

 

Sözlerimle birlikte daha bir şeyler koymadığım tabağıma, masadaki her şeyden koyarak önüme uzatmıştı.

 

Kısa konuşmalar dışında karnımı doyururken, günün tam olarak yeni başladığını düşünüyordum...

 

 

~

 

 

 

Evin'den:

 

 

 

 

 

Yüzüme vuran havayı derin derin solurken, gözlerimle karşımdaki çocukları izliyordum.

 

Yavuz'un dün arkadaşını arayıp randevu alması üzerine erkenden geldiğimiz hastanede işimiz bitmiş, biraz hava almak üzere ben bulduğumuz ilk banka otururken, kendisi de doktorun söylediği ilaçları almak üzere yakında gördüğü bir eczaneye uğramıştı.

 

Sabahtan beri bulandığını hissettiğim midemin aslında çok normal olduğunu doktorun sözleriyle öğrenmiş olmuştum. Bolca vitamin yapacak şeyler yemem konusunda özellikle uyardığında, Yavuz'da çoktan devreye girmişti.

 

Ve asıl unutulmaz anımız ise, ekranda gördüğümüz o minicik noktanın, bizde uyandırdığı hisler ve duygulardı.

 

Bu dönemde yapmam ve dikkat etmem gereken herbir şeyi dikkatle dinleyip zihnime kazımıştım.

 

Çocukların sevinç çığlıklarına kahkahaları karışırken, küçük oğlunu salıncakta sallayan kadına kaymıştı bakışlarım.

 

Her ittirişinde gülümseyerek annesine şımarıyor, küçük ellerini havada sallayarak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ve tahminimce Aras'tan biraz daha büyüktü. Benim de dudaklarım kıvrılırken, ellerimi kucağımda birleştirdim.

 

O sırada yanımdaki boşluk dolarken, gelen kişinin Yavuz olduğunu hemen anlamıştım. Ellerine baktım ama görünürde poşet yoktu.

 

"İlaç almaya gitmemiş miydin?"

 

Kolunu oturduğum yerin arkasına yaslayıp, beni göğsüne çektiğinde itiraz etmeden hemen yaklaşmıştım.

 

"Arabada fıstığım."

 

Kafamı sallayarak, yeniden karşıyı izlemeye başladım.

 

"Akşam konağa gitsek olur mu?"

 

Sözlerimle beraber gözleri göğsünde yatan beni bulurken, ufak bir hareketle onaylamıştı. Artık herkese teker teker diyebilirdik.

 

"Ama konaktan önce bir yere daha uğramamız lazım."

 

Nereye diye sormamıştı, çünkü şu an nerede olmak istediğimi biliyordu. Dudaklarını saçlarımın üzerine bastırarak, oturduğu yerden kalktı ve benimde kalkmam için elini uzattı.

 

Elini tutup ayağa kalktığımda, birazdan anne ve babamla kavuşup, ikisine de heyecanla vereceğim haberin mutluluğunu yaşıyordum.

 

Keşke şu anda yanımda olsalardı da, ben bu haberi yüzlerine karşı verebilseydim.

 

Buruk bir tebessümle yürümeye başladığımda, parmaklarımın arasına sızarak elimi sıkıca tutmaya başlamıştı eli.

 

O kadar hızlı ilerliyordu ki her şey, bazı anlarda hızına yetişemiyormuş gibi hissediyordum...

 

Arabaya binip yola çıktığımızda her seferinde olduğu gibi yol üzerinde bir çiçekçide durup özenle çiçek seçmiş ve elimizdeki buketlerle beraber geldiğimiz mezarlığa girmiştik.

 

Kulaklarımda sadece kuşların cıvıltılarını duyarken, rüzgar tenimin üzerinden geçip gidiyordu. Adımlarım ezbere bildiğim yere doğru ilerlerken, hala elimi tutan elinden güç almaya çalışıyordum.

 

Tüm güçlü duruşlarıma rağmen buraya her gelişimde, bağırarak ağlayıp, özlemimi haykırmak istiyordum. Her gün biraz daha unuttuğum kokuları ve yüzleri beni daha çok üzüyordu.

 

Adımlarımı durdururken, gözlerimle ikisinin de mezar taşına bakmıştım.

 

Başka şartlarda olsaydık belki şu anda ikisinin de kollarının arasına girerek, anne oluyorum diye sevinçle bağırabilirdim. Dudaklarımdaki buruk gülümseme yok olurken, gözlerimden akmaya başlayan yaşlarla, ellerimdeki çiçekleri önce annemin, sonrasında da babamın mezarına koymuştum.

 

"Biz geldik."

 

Dedim, titreyen sesimle. Tam mezarın kenarına dizlerimin üzerine çömelerek, elimi toprağa uzatmıştım.

 

"Ama bu sefer sadece ikimiz tek değiliz..."

 

Diğer elimi de karnıma koyarken, gülümsemeye çalışıyordum. Beni gördüklerini de, duyduklarını da biliyordum.

 

"Sizi çok özledim, keşke şu anda burada olsaydınız da ben size bu haberi sarılarak verseydim..."

 

Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırıkları gözyaşlarım takip ederken, Yavuz'un omzuma koyduğu elini hissetmiştim. Başımı eline yaslarken, titreyen dudaklarımı aralamıştım yeniden.

 

"Bebeğinizin, bebeği olacak."

 

Anılarımda duyduğum sesleriydi belki de, beni umutla hayata bağlayan.

 

"Güzel gözlü kızım benim."

 

Babamın incitmekten korkarcasına öptüğü saçlarıma, o gittikten sonra acımadan kıymışlardı...

 

Şimdi babam kadar dikkatle öpüyordu o saçları Yavuz.

 

"Annesinin canının içi."

 

Her an düşmemden korkarcasına ellerimi tutan annem vardı, o gittikten sonra değil tutmak ellerime acı çektirip, izler bırakmıştılar...

 

Artık elimi bırakmayacakmış gibi sıkıca tutuyordu Yavuz.

 

Geçmiş geçmiş miydi bilmiyordum ama artık bana geçmişi unuttururacak güzellikler sunulmuştu.

 

"Bizim bir bebeğimiz olacakmış."

 

Kafamı kaldırıp Yavuz'a baktığımda, şefkatle beni izlediğini görmüştüm.

 

"İkimizin bebeği."

 

Titreyen sesimle birlikte bir damla daha gözümden akıp yüzümde süzülürken, omzumda duran elini yüzüme çıkararak hafifçe öne eğilmişti.

 

Parmakları yaşların üzerinde dolaşıp, silmeye çalışırken, kahvelerini yeşillerime sabitleyerek sözlerimi yinelemişti.

 

"İkimizin bebeği."

 

Fısıltılı olmasına rağmen, sözleri zihnimin en ücra köşelerine bile sızmıştı.

 

Tüm kalbimle inanıyordum...

 

~

 

Girdiğim ahşap kapıdan konağın avlusuna bakarken, ilk girdiğim an düşmüştü zihnime.

 

Deli gibi korkuyordum o an, buradan.

 

Ama şimdi öyle değildi.

 

Konakla beraber, içindeki her bir insanın kalbimde yeri çok başkaydı. Bana kol kanat gerip ailelerinden birisi olarak bakmaya başlamışlardı.

 

Salon kapısından avluya çıkan Zümrüt anne ufak bir gülümseme ile bizi karşılarken, gözlerimi yanımdaki Yavuz'a çevirmiştim.

 

Bir anda söyleyecektim sanırım yine.

 

"Zümrüt anne?"

 

Yeşil birer zümrüt parçasına benzeyen hareleri beni bulmuştu.

 

"Ben hamileyim."

 

Bakışlarına yerleşen pırıltılarla birlikte, eli şaşkınlıkla açılan ağzına kapanmıştı.

 

"Şükürler olsun Allah'ım."

 

Bir kaç adımda yanıma gelirken, kollarını sarmıştı etrafıma. Arkamızda duran Yavuz'un yüzündeki gülümsemeyle buraya baktığını görmeden de hissedebiliyorken, bu sefer Zümrüt annenin sesi daha da yüksek çıkmıştı.

 

"Bir bebemiz daha oluyor."

 

Bizim avluda yankılanan seslerimizle birlikte yanımıza Mümtaz baba gelmişti.

 

"Hayırdır ne oluyor?"

 

Zümrüt annenin kollarından çıkmışken, gözlerim Yavuz'a kaymıştı. Cebine soktuğu elleriyle ve tamda tahmin ettiğim bakışlarıyla bizi izliyordu.

 

"Dede oluyorsun Mümtaz Ağa."

 

Yaşlı adamın gözleri Yavuz'un sesiyle beni bulduğunda, doğru olup olmadığını anlamaya çalışıyor gibiydi.

 

Gözümden akan yaşlarla beraber zorlukla gülümserken, kenara açtığı kollarıyla Yavuz'a bakıyordu.

 

"Gel hele buraya kerata."

 

İkisinin de gülüşü birbirine karışırken, Zümrüt anne elini karnıma koyarak, gözlerini yeniden gözlerime çıkarmıştı.

 

"Annenle, babana gittin mi kızım?"

 

Sorusuyla birlikte kafamı ağırca sallarken, gözümdeki yaşları silmişti bu seferde. Karnımdaki elini hareket ettirdi.

 

"Ağlamayasın, hisseder beben de."

 

Mümtaz babadan ayrılan Yavuz'la birlikte yanına ilerleyerek elini öpmüş, alnıma koymuştum bende.

 

Yüzündeki nadir gülümsemelerinden bir tanesiyle bana bakarken, az önce Yavuz'a yaptığı gibi kollarını açmıştı sarılmam için. Bekletmeden kollarının arasındaki yerimi aldığımda, konağın kapısı yeniden açılmıştı.

 

"Aaaa abimle yengem gelmiş."

 

Mihrimah'ın sesiyle birlikte hepimizin bakışları kapıyı bulurken Yavuz annesine sardığı koluyla gülümsüyordu.

 

"Tek gelmedik."

 

Mihrimah'ın gözleri anlamsızca bizde dolaşırken, arkamızda duran oturma köşesine de bakmıştı başka birisinin olup olmadığını anlamak için.

 

"Miraç abimlerde mi geldi?"

 

Gözleri beni bulmuştu bu seferde. Hepimizin yüzündeki o heyecanlı ama buruk gülümseme kaşlarının çatılmasını sağladığında, Zümrüt anne konuşmuştu.

 

"Hayır, bizde daha yeni tanıştık."

 

Mihrimah'ın kahve gözleri annesinden ayrılıp, beni bulduğunda saniyeler içinde ince sesiyle çığlık atmıştı.

 

"Ayy, ayy bebek mi geliyor?"

 

Gözümden akan bir yaş daha yanağıma doğru yol alırken, koşarak yanıma gelip sıkı sıkı bana sarılmıştı.

 

Kardeş neydi bilmiyordum halbuki. Ama bu duyguyu artık hissedebiliyordum.

 

"Yengem... anne mi olacaksın sen?"

 

Benimle birlikte onun da gözleri dolarken, kafamı sallayıp mırıldanmıştım.

 

"Evet... anne olacakmışım."

 

Elleri ellerime uzanarak, sarmaladığında yanağına doğru bir damla düşmüştü. Hem gülüyorduk, hemde ağlıyorduk.

 

"Çok güzel bir anne olacaksın..."

 

Yeniden sarıldığımızda kafamı omzuna yaslamıştım. Konuşamayacak kadar titriyordu soluklarım.

 

"Abim..."

 

Biz ayrıldığımızda Yavuz'un yanına yürümüştü. Aynı neşeyle ona da sıkıca sarıldığında, elimle gözümü silmiştim. Kendimi durduramıyor gibiydim. Zümrüt anne yeniden omzuma dokunarak hafifçe sıkmıştı.

 

"Hadi kalmayasın ayakta, içeri geçelim."

 

Zümrüt anne ve Mümtaz baba içeriye girerken, Mihrimah'ta geleceğini söyleyerek üst kata çıktığında Yavuz yanıma gelmişti. Büyük ellerini yanaklarıma yaslayıp, kafamı kendisine bakmam için yukarıya kaldırmıştı.

 

"Ağlamayı yasaklıyorum sana."

 

Fısıltılı sesi beni gülümsetirken, refleksle burnumu çekmiştim. Bu sefer kendisi de gülmüştü. Alnıma uzun soluklu bir öpücük bıraktı, aynı zamanda derinde bir nefes aldı.

 

"Ömrüm boyunca hiç bir haber beni bunun kadar mutlu etmemişti."

 

Gözlerimi kapatıp, kafamı biraz daha kaldırdığımda artık alınlarımız birbirine yaslı bir halde duruyordu.

 

"Bana bu duyguyu yaşattığın için sana ne kadar teşekkür etsem az kalır."

 

Burnunu burnuma sürtmeye başladığında, ellerimi yüzümde duran ellerine çıkarmıştım.

 

"Rüyada gibiyim."

 

Sessiz bir mırıltıyla dudaklarımın arasından dökülmüştü kelimeler. Dudaklarımız her an birbirine dokunacak kadar yakındı belki de.

 

"Rüya olamayacak kadar güzelsin, canım karım."

 

Kapalı olan gözlerimi sözleriyle beraber açtığımda, hedefim direkt kahve hareleri olmuştu.

 

En umutsuz anda umudun burada diye bağıracak gibi bakıyordu.

 

Sen yorulursan, ben her zaman buradayım, sırtını yasla der gibi bakıyordu.

 

El ele bir yola çıktık, asla ellerimiz ayrılmasın der gibi bakıyordu.

 

Susarken bile bakışlarıyla bana binlerce şey anlatıyordu.

 

Kırıklarla dolu olan kalbimi benden alıp, sarıp sarmalayarak, kendi kalbinin yanına koymuştu...

 

Vardı'm...

 

 

 

~

 

 

 

Hafta sonu:

 

 

 

 

İçinde bulunduğumuz uçak iniş yapmışken, bende camdan dışarıya göz atıyordum. Tüm aileye verdiğimiz güzel haber ve çarşıda dağıtılan yemeğin üzerinden 3 gün geçmişti. Gece 3 gibi bindiğimiz uçak neredeyse 4:30 saatin sonunda iniş yapmıştı. Öğrendiğim kadarıyla şu anda burada saat 8:30'du.

 

Başta şehir dışına çıkacağımızı düşünürken, ülke dışına çıkacağımızı söylemesi üzerine gerçek bir şaşkınlık yaşamıştım.

 

Daha önce tecrübe etmediğim bir şey olacağından, oldukça heyecanlıydım.

 

Uçaktaki çalışanların komutuyla beraber bizde yavaş yavaş oturduğumuz yerden kalkarken, bizimle beraber gelen korumalar çoktan en önden yürümeye başlamıştı.

 

Uçağın kapısına açtıkları merdiveni ağır ağır inerken, Mardin'deki soğuğa rağmen oldukça sıcak olan hava bizi karşılamıştı.

 

An itibari ile Abu Dhabi'deydik.

 

Tam olarak burada ne kadar kalacağımıza dair bir şey söylememişti Yavuz, fakat gerçek anlamda uzun süreceğini tahmin edebiliyordum.

 

Biraz uzağımızdaki arka arkaya sıralanan siyah lüks araçlara kayarken gözüm, en az araçlar kadar lüks giyinimli kadın ve erkek grubu bize doğru yürümeye başlamıştı.

 

"Ahlan wasahlan bikum."

(Hoş geldiniz.)

 

"Ahlaan bik."

(Hoş bulduk.)

 

Sadece gülümseyen kadına aynı şekilde başımı sallayarak selam verdiğimde, bu sefer aralarından bir tanesi Türkçe konuşmuştu.

 

"Her şey istediğiniz gibi efendim, isterseniz hemen yola çıkabiliriz."

 

Yavuz memnun bir şekilde onaylarken, elini belime koyduğunda yürümeye başlamıştık. Önüne geldiğimiz aracın kapısını benim için açtıktan sonra diğer taraftan kendisine açılan kapıdan binmişti.

 

Aracı resmi kıyafetli bir adam kullanırken, bakışlarım sık sık Yavuz'a kayıyordu. Daha öncesinde buraya gelmiş miydi merak ediyordum.

 

Etraftaki yapılar her an biraz daha devasa bir hal alırken, neredeyse gördüğüm her detay dikkatimi çekiyordu.

 

"Otelden önce uğramak istediğiniz bir yer var mıydı?"

 

Gözündeki gözlüğü çıkarıp öndeki adama bakarak kafasını sallamıştı Yavuz.

 

"Hayır, otele geçelim."

 

Gözleri bu sefer beni bulduğunda, heyecanımı görüp rahatlamam konusunda gülümsemişti.

 

Üzerinde daha sportif duran bir takım elbise vardı ve yine kendisine oldukça yakışmıştı. Bense daha rahat olabilme adına, eşofman takımı giyinmeyi tercih etmiştim.

 

Araç bir süre daha yolu takip ederken, otele geldiğimizi hızının düşmesiyle anlamıştım.

 

Valizleri ve çantaları arkamızdan gelen adamlar alırken, ben indiğim araçla karşımda duran büyük oteli inceliyordum.

 

Tahmin ettiğimden çok daha büyük ve gösterişli duruyordu. Ve sanki yolda gördüğümüz tüm yapılardan daha dikkat çekiciydi.

 

Altın varaklı kolonlar her bir köşede göze batarken, arka planda çalan kısık sesli Arapça şarkı şu an kendimi başka bir yerde hissetmemi sağlıyordu.

 

Etraftaki kadınlar gereğinden fazla şık ve güzelken, erkeklerin genelinin kendilerine özgü kıyafeti giyindiğini farketmiştim.

 

"Marhaban bikum fi Emirates Palace."

(Emirates Palace oteline hoş geldiniz.)

 

Heryer parıldıyordu sanki. Anlamadığım dillerine bir karşılık veremezken, sadece konuşmalarına ufak bir tebessüm sunuyordum.

 

Lobide durup Yavuz işlemlerle uğraşırken de hala gözlerim etrafta dolaşıyordu. Gerçek anlamda buranın pahalı olduğundan da emin olurken, kısa süre içerisinde önceden ayırtılan odamızın kartını vermişlerdi.

 

"Gel güzelim."

 

Yavuz'un eli elimi tuttuğunda yan yana yürümeye başlamıştık. Bize dönen birkaç bakışı yakalarken, gözlerimi çaktırmadan yüzüne çıkarmıştım.

 

"Daha önce gelmiş miydin?"

 

Kahve tutamlarının ince bir parçası alnına düşmüştü ve gözüme bir başka hoş geliyordu.

 

"Bir kere gelmiştim, iş yaptığımız bir şirket davet etmişti."

 

Girdiğimiz asansöre bizimle beraber bir kaç kişi daha bindiğinde, sessizce çıkmayı bekliyordum.

 

Yol istemeden de olsa yormuştu beni ve midemde yine garip yanmaları hissediyordum. Yavuz'un işaretiyle birlikte asansörden indiğimizde, etrafı incelemeye devam ediyordum.

 

Kat araları da gerçekten dikkat çekici bir şekilde tasarlanmıştı.

 

Yavuz'un bir kapıya kartı okutmasıyla içeriye girerken arkamızdan gelen görevliler valizleri bırakmışlardı. Onun dışında bizimle beraber gelen çalışanlarda kendi odalarına çekilerek, lobide bizden ayrılmıştı.

 

Yavuz cebinden çıkardığı bir miktar parayı adamlara verip odadan gönderdikten sonra, çantamı bir köşeye bırakıp kendi etrafımda dönmüştüm.

 

Kesinlikle saraya gelmiş olmalıydık, yoksa bunun başka bir açıklaması olamazdı.

 

Büyükçe olan balkon tamamen deniz manzarasını bize sunarken, giriş kısmından yatak odası olduğunu tahmin ettiğim kısma girmiştim. Duvarlar aynı aşağıdaki gibi altın varak detaylarla süslenmişti.

 

"İstersen 1-2 saat uyu güzelim, yol yormuştur seni."

 

Duyduğum sesiyle arkamı dönmüştüm.

 

"Uykum yok ama uzanırım belki."

 

Uçakta her an ağzıma bir şeyler tıktığı için karnım hala toktu. Ve bir süre daha acıkacağımı düşünmüyordum.

 

Önünde durduğum camdan dışarıda bakarken, tam arkama geçerek sırtıma göğsünü yaslamıştı. Önce kollarıma oradan da bel boşluğuma inen elleri, usulca karnıma dolandığında, bende ellerimi her zaman olduğu gibi ellerinin üzerine kapatmıştım.

 

"İstersen başka şeyler de yapabiliriz."

 

Muzip sesi beni gülümsetirken, önünde durduğumuz cama yansıyan yansımamızı izliyordum. Sanırım şu anda bir adım atarsa kendimi kollarının arasına bırakmam an meselesi olurdu.

 

Başımı kenara eğdiğim için ortaya çıkan boynumla dudaklarını buluşturduğunda gözlerim de otomatikman kapanmıştı.

 

Buranın atmosferi miydi bir anda içimi gıdıklayan emin olamamıştım.

 

Dudaklarım kendiliğinden kıvrılırken, hızlıca arkamı dönerek göz göze gelmemizi sağlamıştım. Üzerimdeki eşofman takımının fermuarını gözlerinin içine bakarak açtığımda, ince askılı siyah badimle karşısında kalmıştım. Hormonlar bu kadar hızlı devreye girebilir miydi? Yoksa ben şu anda tam olarak bunun arkasına mı saklanacaktım?

 

Kaşları öyle mi dercesine havalanırken, kafamı evet gibisinden sallamıştım.

 

"Uzanmayacaksın anladığım kadarıyla."

 

Özellikle de böyle anlarda beni zorlamayı çok seviyor ve bundan keyif alıyordu. En az onun kadar imalı olduğunu düşündüğüm bir gülümsemeyi kendisine sunarken, bir kaç santim gerimde kalan cama sırtımı yasladığımda, üzerime doğru gelmişti.

 

Bedenlerimiz tamamen birbirine sürterken, önce parmakları parmak uçlarıma değmişti. Yavaş bir şekilde ellerimin üzerinde dolaşan parmaklarıyla gözlerimi kapatmamak için direniyordum.

 

Dokunuşlarıyla birlikte dikkatim tamamen kendisine kaymışken, sol eliyle iki elimi de tutup tam başımın üzerinde, cama yaslayarak sabitlemişti.

 

Gözlerim kocaman açılıp kahvelerini bulurken, yüzümü de görmek için hafifçe eğilmişti.

 

"Acelemiz yok sonuçta. Doya doya dinlenebiliriz."

 

Gözleri gözlerimden dudaklarıma, oradan açıkta kalan boynuma ve en sonda ince askılım ve duruşum yüzünden tamamen gözlerinin önüne sunduğum göğüslerime düşmüştü. Biraz daha eğildi, ve nefesini tam göğsümde hissedebileceğim kadar yakınıma girdi.

 

"Bu sefer kolayca elimden kaçamazsın canım karım."

 

Kaçmak isteyen kimdi?

 

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Veeee herkes evin yeni üyesini öğrenmiş olduu 🥹

 

• Evin'in her bölüm birazcık daha kendisini aştığını yazmak öylesine keyifli oluyor ki benim için... bir de anne olacak artık 🥹💖

 

• Mirza ve Mihrimah sahneleri var bir de... Kendilerini bundan sonra daha sık göreceğiz hikayede.

 

• Hepinizi seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve hoşçakalın 👋🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

• Yavuzkkaradag (parodi)

• Evinşahmaran (parodi)

• Diğer karakterin parodi hesaplarına da bu hesapların takip ettikleri kısmından ulaşabilirsiniz.

 

31/01/2023

simaara

Bölüm : 09.12.2024 22:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...