Sizleri bölümle baş başa bırakarak keyifli okumalar diliyorum ❣️ Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Özdemir Erdoğan / Bana Ellerini Ver
"Ve düştü Özdemir Asaf'ın dilinden aşkın en güzel tarifi;
Sende gördüklerimi, görecekler diye ödüm kopuyor..."
Benden Sonra Mutluluk - Özdemir Asaf
(Ellerine sağlık aşkımm 💖)
⚫️
Pembe ve sarının sarmaladığı minik çiçekleri, göğsüme biraz daha bastırırken taşlı yoldan hızlı hızlı yürümeye çalışıyordum.
Saatlerdir koşmuş olmamdan dolayı, kalbim gereğinden fazla hızlı atarken, sık soluklarıma da kızaran yanaklarımın eşlik ettiğinden emindim.
"Evin, neredesin annem?"
Annemin duyduğum sesiyle birlikte yaramazlık yapmış olduğum gerçeği yüzüme vurmuştu, birbirine dolanan bacaklarıma inat daha hızlı yürüdüm.
"Annem kızmaz bana... hem.. hem çiçek topladım ben ona."
Sessiz fısıltımın ardından, gözlerimi karşıya çevirmiş, tamda tahmin ettiğim gibi telaşlı bir şekilde evimizin önünde elleri belinde olan annemi görmüştüm.
Tahmin ettiğimden biraz daha fazla korkmuştu sanırım.
"Kızım sen neden haber vermeden uzaklaşıyorsun?"
Sorusundan kaçmaya çalışırcasına hala göğsüme bastırdığım çiçekleri serbest bırakıp kollarımı öne uzattığımda, kendisinin de bakışları benim gibi çiçeklere kaymıştı.
"Evin?"
Dedi, konuşmamı isteyerek. Tatlı tatlı gülümseyip hafifçe tek ayağımın üzerine ağırlığımı verdiğimde, bakışları ellerimden ayaklarıma kaymıştı. Bende boşta bulunup bakışlarımı indirmiştim.
"Pasaklı kızım benim."
Kenarları fırfırlı olan beyaz çorabım ve siyah rugan ayakkabım kesinlikle evden çıktığım gibi durmuyordu. Her yerim çamur olmuş, etekleri uçuşan turuncu elbisem de bu halimden fazlasıyla nasibini almıştı.
"Anne."
Dedim, nazlı çıkan bir sesle. Kendisinin zaaflarını biliyor ve ona göre davranıyordum çoğu zaman.
"Hiç öyle anne falan deme, söyle bakayım neredeydin sen? Daha 6 yaşındasın, habersiz evden çıkıp gitmek ne demek?"
Sabah kahvaltıdan sonra iki yandan bağladığı saçımın bir tutamı çoktan yüzüme düşmüş, gözümün önünde uçuşuyordu. Öne uzattığım dudaklarımla üfledim.
"Evin?"
Dedi o sırada annem bir kez daha. Babam neredeydi acaba?
"Anne, bak sana topladım bunları."
Biraz daha kendisine yaklaşıp yeniden hafifçe sallanmaya başlamışken, dizlerinin üzerinde eğilerek boylarımızı eşitlemişti. Ellerim, ellerinin arasında küçük bir nokta gibi kalırken çiçeklere attığı bakışla, gülümsemesini de yakalamıştım. Yüzümdeki üflememe rağmen gitmeyen saç tutamını kulağımın arkasına iteledi.
"Annem, ben sana kızmıyorum sadece korktum. Neden haber vermedin ki?"
Omuzlarımı hafifçe sallarken dudağımı da istemsizce büzmüştüm.
"Bilmiyorum... korkacağını düşünemedim."
Kocaman açtığım yeşil gözlerime uzunca baktıktan sonra dudaklarını yanağıma bastırmış ardından da elimdeki çiçekleri almıştı.
"Gel suya koyalım bunları madem, solmasınlar."
"Ay koyalım hemen."
İnce sesimle heyecanlı çıkışım annemin de suratına kocaman bir gülümseme bırakırken, ayağa kalkıp elimi tutmuş, kendisiyle birlikte beni de yürütmeye başlamıştı.
Farkında olmadan çok yürüdüğüm için şimdi yorgun olduğumu hissediyordum.
"O ayakkabıları hemen çıkarıyorsun küçük hanım, çamur olmuş her yerin."
Ağırca salladığım başımla beraber ayakkabılarımı çıkartmak için eğilmiştim.
Masanın üzerindeki çiçeklerle gülümseyerek bakarken banyonun açılan kapısıyla birlikte zihnimdeki anı bulutu dağılmıştı.
Bazı anılarımda gerçekten de yaramaz bir çocuk gibi davrandığımı hatırlıyor, gülümsüyordum.
Gözlerimi ağırca arkamda hissettiğim hareketlilik ile geriye çevirdiğimde, belindeki havlu ile banyodan çıkan adama, kocama dönmüştüm.
Saatler öncesinde yaşadığımız anlar onunla her göz göze geldiğimde suratımı kızartmaya yetiyor, o saniyelerde yok olan utanç duygum, fazlasıyla ortaya çıkıyordu.
Kendisini sırtımda hissedebileceğim kadar yakınıma girdiğinde gözlerimi karşımızdaki cama çevirmiş ve oradaki yansımamıza bakmıştım.
Üzerimdeki ince askılı elbiseden ortaya çıkan boynuma dudaklarını bastırdığında, aldığı derin soluğun sesi odanın içinde yankılanmıştı.
"Neden kurutmadın saçlarını yavrum?"
Sıcak avuçları belimin kenarlarından karnıma uzandığında, çıplak tenimde bedeninin üzerinde duran su damlalarını hissediyordum.
"Öyle çiçekleri seviyordum, vakit olmadı."
Yanağını yanağıma yaslarken, tenimi gıdıklayan sakallarına gülümsemiştim.
"Yorgun musun, uyu istersen biraz."
Kafamı olumsuz anlamda sallarken, yüzünü görmek için kollarının arasında arkamı dönmüştüm. Kahve hareleri öylesine güzel bakıyordu ki, aldığım soluklar boğazımda tıkanıp kalıyor gibiydi.
Nereye koyacağımı bilemediğim elimi, göğsüne yaslarken tenindeki su damlaları da yakıcı bir hal almıştı.
"Uykum yok."
Derken, belimdeki parmaklarının dokunuşu da biraz sertleşmişti.
"Ne yapmak istersin o zaman?"
Canımız birazcık daha seninle oynamak istiyor sanırım...
İçimdeki sesi bastırmaya çalışırken, gözlerimi hızlı hızlı açıp kapatmıştım. Daha geleli ne kadar olmuştu ki buraya.
"Biraz yürüyüşe çıksak olur mu?"
Kafasını sallamış, sonrasında da birkaç milim ötemde olan yüzünü iyice yaklaştırarak dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırmıştı.
"Saçlarını kurutalım çıkarız."
Benden uzaklaşmasını bile doğru dürüst fark edemezken, kendisi için çıkardığım kıyafetleri giyinmek üzere yanımdan uzaklaşmıştı. Hala gözlerimle kendisini takip ederken, belindeki havluyu çıkarmasıyla bakışlarımı da kaçırmıştım.
Bastırmaya çalıştığım hisler miydi şu anda böyle hissetmemi sağlayan, bilemiyordum.
Karnımdaki garip kıpırtılarla birlikte banyoya girip, saç kurutma makinesini çalıştırmıştım. Aynadaki yansımama bakarken kurutmaya başladığım saçlarımın kontrolü bir süre sonra Yavuz'un ellerine geçerken, hissettiğim sıcak havayla iyiden iyiye mayışmaya da başlamıştım.
İyice kuruduğuna emin olduğu tutamlara attığı kısa bakışlarıyla makineyi kapatmış, yanımda getirdiğim tarağımı almıştı.
"Biraz dinlendikten sonra mı çıksak acaba?"
Sorumla birlikte dudakları kıvrılırken, saçımı da taramaya başlamıştı. Aynadaki yansımasını izlerken, seçtiğim beyaz tişörtün içinde gereğinden fazla iyi durduğu kanaatına varmıştım.
Saçlarım tamamen hallolduğunda, yeniden sırtımı göğsüne yaslayarak sıcaklığına sığınmıştım. Gözlerim kapanacak gibiydi.
"Kedi gibi sırnaşmandan anlamıştım zaten uykunun olduğunu Evin Hanım."
Ellerimi karnıma sardığı ellerinin üzerine sararken kafamı geriye yatırıp kirpiklerimin altından kendisine bakmıştım.
Benim gülümsememle dudaklarını burnuma bastırmış, sonrasında da banyodan çıkmamızı sağlamıştı. Önümden yürüyüp, beni de arkasından çekerken yanında durduğumuz yatağa uzanmamı sağlamıştı.
Elimi iki defa yatağın boş tarafına vururken, cebine koyduğu elleriyle üstten bana ukala bakışlar atmaya başlamıştı. Sanırım tepkilerimi bu kadar açık bir şekilde sergilemem onu da fazlasıyla şaşırtmıştı. Bu halim onu keyiflendiriyor bile olabilirdi.
"Ne yapmamı istersin yavrum, sesli duyayım?"
Başımın altındaki yastığı düzeltirken onun kinayeli sesiyle gözlerimi yeniden gözlerine çevirmiştim. Ben bunu yapmasını istemesem dahi, eninde sonunda yanıma gelmeyecek miydi?
Aynı onun gibi bende hafifçe gülümserken, yerimde kıpırdanarak daha rahat bir pozisyona girmiştim.
"Ne duymayı istiyorsun?"
Sesimdeki imayla birlikte, gülümsemesi biraz daha büyümüş, dilini alt dudağının üzerine hafifçe sürtmüştü.
"Duymayı istediğim şeyleri, az önce yeterince açık bir şekilde duyuyordum halbuki."
Kapattığım gözlerim sözleriyle birlikte hızlıca açılıp yeniden kahvelerini bulurken, doğru duyup duymadığımı anlamaya çalışmıştım.
Doğru duydun. Kendisiyle az önce gereğinden fazla yakındın ve sen oldukça arsız bir kadın olma yolunda ilerliyorsun... bizzat ondan bahsediyor.
"Nasıl laf onlar öyle?"
Kendisine memnuniyetsiz bir bakış atıp sırtımı döndüğümde, arkamda kalan boşluğa oturduğunu yatağın çökmesiyle hissetmiştim. Elinin tersini hafif bir baskıyla sırtımda gezdirmeye başladığında, tüm bedenim titremişti. Sıcak nefesi enseme sızıyordu, farkında olmadan dudağımı ısırmıştım.
Nefesi gibi kelimeleri de beni etkisi altına almıştı.
"Nasıl laflar mı... hmm bir hatırlayalım."
Boğuk ses tonuyla parmak uçlarıma kadar titrerken, elimin altındaki yastığı da farkında olmadan sıkıyordum.
Tam kulağımın arkasında duruyordu. Şimdi kendisini daha yakından duyacağım bir mesafeydi fakat onun sesinden daha şiddetli olan bir şey vardı ortada; kalp atışlarım.
Onun bile duyduğunu düşünüyordum.
"Hadi Yavuz..."
Kalın ses tonunu özellikle inceltmiş, beni taklit etmeye çalışmıştı resmen. Utançla yanan yüzümle gözlerimi kapattım.
"Yavuzz!!"
Dedim, sinirli çıkarmaya çalıştığım fakat onun tabiriyle bir kedinin mırıldanmasından ileriye gidemeyen ses tonumla.
"Aynı böyle sayıklıyordun adımı."
Hafifçe dönüp kendisini ittirmeye çalıştığımda, çoktan elleriyle sarmaladığı bedenimi etkisi altına almıştı.
"Bıraksana beni yaa, küstüm sana bırak!"
Kollarının arasında çırpınırken, boynumda boğuk kahkahası yankılanmıştı.
"Ne dedim de küstün ama güzel karım?"
Ellerimi kollarına koyup yeniden ittirirken, bir türlü güçlü tutuşunun arasından sıyrılamıyordum.
"Küstüm işte, sana ne! Bıraksana beni hem, kusarım bak üstüne!"
Kafasını kaldırıp yüz yüze gelmemizi sağladığında gördüğüm alaycı bakışları beni daha da sinirlendirmişti. Hala eğleniyordu.
"Tehditte ediliyorum, öyle mi?"
Gözlerimi devirdiğimde, boşta duran bacağımla kendimi geriye çekmeye çalışmıştım fakat bu hamlemden sonra o tek eliyle de bacağımı tutup, biraz daha üzerime eğilmişti. Hafif sakallarını yüzümün bir çok yerinde hissederken, gözleri girdap gibi yine gözlerimi kendisine çekiyordu.
"İmdat diye bağırırım, bıraksana beni sen."
Diye bir kez daha inlediğimde, aynı zamanda bırakmamasını da istiyordum. Fakat utançtan hangi renge büründüğünü bilmediğim yüzümle yüzüne bakmak çok zordu.
Ben inatla yüzüne bakamazken, burnumda hissettiğim acıyla gözlerim hemen önümde duran kahve harelerine tutunmuştu. Sivri dişlerinin arasına aldığı burnumdaki ufak sızının şokunu atlatamazken kapanmaması için direndiğim gözlerim ağırca kapanmıştı.
"Bağır yavrum."
Sözlerini bile algılamam uzun sürüyordu.
Yeşillerimle hala sarhoş olmuş gibi kendisini izlerken, ne dudaklarımı açacak, ne de konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Titreyen parmaklarımı omzuna çıkardığımda, zorlukla derin bir nefes aldım. Aynı zamanda kendimi geriye de çekmiştim hafifçe.
"Küsmek istiyor canım, tek yatacağım."
Hızlı bir şekilde bedenimi yatağın hafifçe ortasına kaydırarak, arkamdaki boşluğa yatmış, bedenimi göğsünü sırtımda fazlasıyla hissedeceğim kadar yakınına çekmişti.
Sıcak solukları hala nefesimi kesecek kadar şiddetliydi. Dilini damağına vurarak cıkladı. Boğuk sesi sinsice kulaklarıma sızdı.
"Olmaz. Tek yatmana izin vermiyorum."
Arkamda hissettiğim sıcaklığı kanımı kaynatacak raddedeydi. Karnımın üzerinden göğsümün tam altına kadar kayan elini elimle durdurduğumda, dudaklarımı aralamıştım.
"Bazen çok kaba bir adam oluyorsun."
Gülümsemesini işittim yeniden.
"Ben zaten kaba bir adamım yavrum, sadece senin yanında başka birisi oluyorum..."
Dudaklarını enseme bastırdı, devam etti.
"Gözlerinin etkisi çok büyük."
Ellerimin altında duran eli ilerlemek isterken, biraz daha sıkı tutmuştum. Kıvrılmak isteyen dudaklarımı durdurmakta oldukça zorluydu. Ciddi olmasına özen gösterdiğim ses tonuyla konuştum.
"Uykum var benim Yavuz Ağa."
Elinin üstündeki elimi, elinin arasına alıp parmaklarıyla sarmalamış ardından da, diğer eliyle omzumu okşamaya başlamıştı.
"Uyu güzelliğim..."
Ufak bir ara verdikten sonra kalp atışlarımı biraz daha hızlandırmayı göze alarak eklemişti.
"Bebeğimizde, sende yoruldun."
~
Yazardan:
Elindeki kahve bardağıyla birlikte odasında gergin bir tur daha attığında, gözleri sık sık kapıyı buluyordu. En son ne zaman böylesi çocuksu bir heyecanın içine düştüğünü bile kestiremiyorken, birazdan göreceği manzarayı düşündükçe kafayı yiyecek gibi hissediyordu. Odanın kapısı iki kez vurulurken, hızlıca arkasını dönerek komut vermişti.
"Gel."
Açılan kapıdan içeriye Yavuz abisinin sağ kolu, Akif girerken elinde olmadan suratı da asılmıştı.
"Hayırdır, başkasını mı bekliyordun?"
Uzun yıllardır kendileriyle çalışan bu adamın da abilerinden bir farkı yoktu onun gözünde. Kahve bardağını masasına bırakırken, üzerindeki ceketi de çıkarıp sandalyenin üzerine atmıştı.
"Bekliyorum beklemesine de, ne gelen var ne giden."
Akif masanın hemen önündeki koltuğa oturup arkasına yaslandığında, Boran da odada bir tur daha atmaktansa diğer koltuğa geçmeyi tercih etmişti.
Gözlerini bir süre kapalı tuttuktan sonra, yengesi dışında kimseyle paylaşmadığı bu gizli bilgiyi artık başka birisiyle daha paylaşmasının zamanının geldiğini düşünüyordu.
"Benan'ı bekliyorum."
Akif duyduğu isimle birlikte kısa bir süre bocalama yaşarken, zihnini de zorlamak zorunda kalmıştı.
"Benan? Geçen aylarda şirkete gelen kadın değil mi?"
Boran kafasını evet anlamında sallarken, Akif bir kez daha konuşmuştu. Fakat sorduğu soru oldukça tehlikeliydi.
"Nişanlı olan Benan?"
Boran kafasını bir kez daha sallarken, parmak uçlarını şakaklarına bastırmıştı.
Neredeyse 1 aydır kadınla konuşacakları bir anı yakalamaya çalışıyordu. Fakat hala kayda değer bilgilere ulaşamamıştı.
Tabii aralarında yaşanan ufak yakınlaşmaları saymazsa.
"Boran, ciddi misin sen?"
Akif'in ciddi ses tonu ortamdaki atmosferi birazcık daha boğarken, Boran aklındaki planları bir bir eliyordu.
"Kendi isteğiyle nişanlanmadığını düşünüyorum. Bir haltlar dönüyor ortada."
Dizlerinin üzerine yasladığı kollarıyla öne eğilirken, suratındaki gülümseme birazdan yapacakları şeyin tehlike çanlarını da çoktan çalmaya başlamıştı.
Şu anda Yavuz, adamıyla kardeşinin yine bir belaya bulaştıklarını öğrense, muhtemelen ikisine de okkalı bir çift laf söylerdi. Boran'ın gülümsemesi de bu yüzden Akif'i tedirgin ediyordu.
"Bir planım var."
Akif, yine mi dercesine avuç içini alnına vururken dudaklarının arasından bıkkınca bir soluk bırakmıştı. En son bir planım var dediğinde Boran, başlarına gelen şeyleri en ince detayına kadar hatırlıyordu hala daha...
"Boran, bak başımıza bela..."
"Var mısın, yok musun Akif?"
Akif bir eli burun kemerini sıkarken diğerini umursamazca havada sallamıştı.
"Hamdi Bey'imiz eksik ama olsun."
Boran duyduğu sözlerle birlikte kaşlarını anlamsızca çatarken, kendi espirine gülecek gibi olmuştu Akif.
"Tamam ulan varım, söyle ne yapacağız yine?"
Boran oturduğu yerden kalkıp, az önce çıkardığı ceketini üzerine giyinirken, Akif'te arkasından el mecbur ayaklanmıştı.
"Yolda anlatacağım, de hayde."
Odadan ard arda çıkan ikili otoparka doğru yol alırken, planın sadece bir adamı takip etmek olduğunu söylemişti Boran.
Benan'dan bir şeyler öğrenememiş olabilirdi ama çok sevgili nişanlısının peşine takılarak, belki güzel bir şeyler bulurdu.
Arabanın içine bindiklerinde Akif yanındaki adama kısa bir bakış atmıştı.
"Nerede bu adam, biliyor muyuz?"
Boran cevap vermek yerine az önce radyonun hemen kenarında duran aparata yerleştirdiği telefonundan bir kaç yere basmıştı.
Akif gelmese de zaten planı adamın peşine takılmaktı. Hazırlıklıydı.
"Güzel, her şey düşünülmüş."
Açtığı camın kenarına kolunu koymuştu Akif. Adı kadar emindi ki, Yavuz'un kulağına yedikleri halt bir şekilde ulaşacaktı.
Yarım saat kadar bir sürenin ardından arabayı küçük bir restoranın önünde durdurmuştu Boran. Kıstığı kahvelerini arabanın siyah camlarının ardında kalan restoran camına sabitlemiş, içerideki kalabalığı kestirmeye çalışıyordu.
"Mekanı mı basacağız?"
Akif'in sorusuyla gözlerini devirmişti.
"Hayır, karşılıklı kebap yiyeceğiz."
Ciddi olup olmadığını anlamasına fırsat vermeden araçtan inmiş, Akif'in de arkasından inmesini sağlamıştı. Sadece resimlerde gördüğü o adamı yakından tanımak istiyordu.
Mutlu olduklarına inanırsa eğer, kendisini geriye çekerdi. Lakin aksini düşündürecek bir hamlede, kendisini ortaya atmaya hazırdı.
İçeriye girdikleri restoran çok fazla kalabalık değildi ama keyifle yemek yiyen bir kaç kişi vardı.
Gözüne kestirdiği masaya oturduktan sonra, etrafı da süzmeye başlamıştı.
"Hoş geldiniz."
Masaya gelen 20'li yaşlarında olduğu belli olan kadının sesiyle gözlerini kaldırmıştı. Kendisine yukarıdan bakışlar atan genç kadının, gözlerini kendisinden çekmiyor oluşu rahatsız hissetmesini sağlarken, masadaki garip havayı Akif dağıtmıştı.
"Bize iki Adana, iki şalgam bacım."
Kadının gözleri Boran'dan Akif'e kaydığında, hemen not defterine yazmıştı.
"Başka bir arzunuz?"
Boran yeniden kadına bakmamak için gözlerini mekanın içinde dolaştırırken, kadının kendisine neden baktığını da anlamaya çalışıyordu.
"Yok."
Masadan uzaklaşan kadınla birlikte Akif karşısında duran adama çevirmişti bakışlarını.
"Niye böyle garip garip baktı bu kadın sana?"
Omuzlarını sallayarak tepkisiz kalmıştı Boran. Daha önce görüp görmediğinden bile şüpheliydi.
"Kasanın arkasında."
Boran'ın sözleriyle birlikte hemen çaprazlarına dönmüştü Akif'te. Aradıkları adamı artık daha net bir şekilde görebiliyordu.
"Sıradan birisi gibi."
Yine tepkisiz kalmıştı Boran.
Yemekleri gelene kadar sıradan konulardan konuşan ikilinin, servisini yine aynı kadın yapmıştı.
Restoranda dolaşan diğer çalışanların yanı sıra, bu kızıl kadından hala daha neden rahatsız olduğunu anlayamamıştı.
Mekanda yükselen telefon zil sesiyle birlikte bir kaç kişinin daha gözü kasayı bulurken, mekanın küçük ve sessiz olması da fazlasıyla işlerine geliyordu. Ekrana gülümseyerek bakan adamı görünce, tüm dikkatini oraya vermişti Boran.
"Benan, güzelim?"
Duyduğu isimle ve sözcükle birlikte, kaşları çatılmıştı. Geldiğinden beri adamın ters bir hareketine denk gelmemişti. Kendisine kızdı bir anlığına.
Şirkette kendisine kaçamak cevaplar verip, sürekli dibinde biten kadın aklına gelirken, hala inanmak istemiyordu. Özellikle de geçenlerde, kendisine adım atarak sarılan kadından sonra.
"Boran, emin misin sen? Bak adam güzelim diyor? Zorla nişanlansalar böyle konuşabilir mi?"
Boran cevap vermeyip hala adamı duymaya çalıştığında, sık sık gülümsediğini de görüyordu.
"Peki senin istediğin gibi olsun, ben restorandayım. Bekliyorum seni."
Önündeki bardağın içindeki şalgamı kafasına dikerken, başka bir an bu hareketiyle kesinlikle dalga geçeceğini biliyordu Akif'in.
"Birisi yalan konuşuyor ama hangisi?"
Akif hafifçe öne eğildi. Tüm iştahı kaçmıştı. Kebabı da beğenmemişti zaten.
"Nasıl yani?"
Bardağını önüne bırakan Boran, arkasına yaslanırken sessizce konuştu.
"Geçen gün odama geldiğinde çıkmadan bana yaklaştı, sarıldı. Hemde ortada bir sebep yokken. Kendisine nişanlandın mı gerçekten diye sorduğumda, önemi mi var dedi. Ne düşünmem gerekiyor?"
"O kadından uzak dur, nişanlı olup sana sarılacak kadar yakınlaşıyor, burada da adamla mı oynuyor?"
Bilmiyorum dercesine omzunu salladıktan sonra, masalarında hissettiği hareketlilikle gözlerini yeniden kaldırmıştı.
Aynı kadındı. Ve elinde bir meze tabağı tutuyordu.
"İkramımız."
Az önce kendisine bakan gözler şimdi bir kez bile kendisine kaymamıştı. Karışık olan kafası daha da karışırken, Benan gelene kadar buradan gitmemeye kararlıydı.
~
Mihrimah'tan:
Farkında olmadan sıkı sıkıya tuttuğum telefonum, heyecandan terleyen ellerimin arasında kayacak raddeye gelmişti. Suratımı buruşturdum. Yine hazırlanmıştım ve yine kalbim ağzımda Mirza'nın gelmesini bekliyordum.
Evdekilerden gizli saklı işler çeviriyor olmam, yavaş yavaş onların da dikkatini çekiyor olacak ki, evden çıkmadan önce annem tarafından uzunca bir sorguya çekilmiştim, devamı da gelecek gibiydi.
Tam dibimde duran arabanın camı ağırca açılırken, gözlerim bana yüzündeki ufak gülümseme ile bakan adamı bulmuştu. Günden güne birazcık daha aşık oluyordum sanırım, yoksa çenem düşecek kadar kendisine bakmamın bir açıklaması olamazdı.
"Atla."
Dedi sadece, başıyla ufak bir işaret verirken. Arabanın önünden ağır adımlarla yürüyerek, diğer tarafa geçmiştim. Açtığım kapıyla birlikte parfüm kokusu da burun deliklerime sızmıştı. Bu kokudan asla sıkılmayacaktım.
"Bekletttim mi?"
Sorusuyla birlikte kemeri takmıştım.
"Beklettin tabi ki, 10 dakikadır duruyorum yolun ortasında."
Ela gözleri kısılırken, gülüşü biraz daha büyümüştü. Nezaketen kusura bakma demesi gerekmiyor muydu? Gülmek ne demekti şimdi?
"Tüh, bir dahakine daha hızlı gelirim."
Keyifli sesiyle birlikte elimi hafifçe koluna vurmuştum.
Bari öpseydi, gönlümü alsaydı.
"Dalga mı geçiyorsun canım?"
Sorumla birlikte dudaklarını öyle mi yapıyorum gibisinden kıvırmıştı. Evet emindim, bu adamın her zamanki ciddi duruşunun arkasında apayrı birisi vardı. Arabayı çalıştırmadan önce bana kısa bir bakış atarak, tek gözünü açıp kapatmış, nefesimi kesecek bir hamlede bulunmuştu.
Araç hareket etmeye başlarken, şimdiden nereye gideceğimiz hakkında da sorular sormaya başlamıştım. Heyecanlıydım.
"Hala mı sürpriz gideceğimiz yer?"
"Az kaldı zaten, gidince göreceksin."
Kafamı sallayarak hafifçe kendisine döndüm. Son zamanlarda onu daha sık görmeyi istiyordum. Ben onu daha doğru dürüst yengelerim dışında kimseye anlatmamıştım ama acaba o başkalarına benden bahsetmiş miydi, merak etmiyor da değildim.
"Son zamanlarda evden fazla çıktığım annemin gözünden kaçmıyor."
Bakışları yoldan beni bulurken, elalarına saklanan parıltıların ne anlama geldiğini bilmeyi istiyordum. Bazı anlarda duygularını görmeme fırsat veriyordu fakat bu gibi anlarda nedense kendisine ulaşmamı engellemek işine geliyordu.
"Anne sonuçta, kaçmaz kolay kolay onlardan bir şey."
Kafamı sallamıştım onaylayarak.
"O yüzden bu kaçamaklara bir süreliğine ara vermemiz gerekiyor sanırım."
İmalı sesimle birlikte dudakları hafifçe kıvrıldığında, bacağımın üzerinde duran elime elini uzatmış, parmaklarıyla sarmalamıştı.
"O zaman işi ciddiye bindiririz?"
Elimin üstünde dolaşan parmaklarına gülümsedim.
"Bakarız."
Gülüşü biraz daha büyürken, ufak kahkahası arabanın içinde yankılanmıştı.
Çok güzel gülüyordu... çok.
"Bakacağız."
Hala yol altımızdan kayıp giderken, bir süre sonra etrafımızdaki kalabalık ve yapılar azalmıştı.
"Geldik mi?"
Biraz parkı, biraz ormanı anımsatan yere daha önce gelmemiştim ve tam olarak nerede olduğumuzu bilmiyordum. Ama tüm buna rağmen onunla sessiz sakin, vakit geçireceğimiz türde bir yer olması hoşuma gitmişti.
Arabayı durdurduktan sonra ufak bir hareketle benim de inmemi belirtmiş, ardından da aracının arkasına ilerleyerek bagajını açmıştı.
Karşımızdaki manzarayı izlerken, duyduğum sesle kafamı geriye çevirip ne yaptığına bakmıştım.
Arabanın arkasından elinde tuttuğu ahşap sepetle birlikte çıktığında, onun yaptığı planın tam olarak ne olduğunu da anlamıştım.
"Piknik demek?"
Sorumla başını hafifçe omzuna yatırırken, ellerini de kaldırıp öyle dercesine gülmüştü.
Önceden bu kadar sevimli olacağını düşünmezdim halbuki. Resmen küçük bir çocuk gibi geliyordu bana.
Yanıma geldiğinde biraz ilerimde duran zemine sepeti koyup, içinden aldığı kırmızı kareli örtüyü yere sermiş, ardından da araca yeniden giderek bagajdan bu sefer de bir kaç tane büyük minder çıkarmıştı.
Örtünün üstüne rastgele attığı minderlere bakarken, elini oturmam konusunda öne uzatmıştı.
Havanın fazla soğuk olmaması işimize gelmişti. Kabanımın kuşağını çözerken kendimi minderin üzerine bırakmıştım.
Bakışlarım tepemde bana bakan yüzünü bulurken, benim aksime soğuğa korunaklıymış gibi kabanını bir an bile düşünmeden çıkarmıştı. Yanımdaki yerini aldığında yüzümdeki gülümseme ile sepete uzanarak içine kısaca göz attım.
Bilerek mi seçmişti bilmiyordum ama şarap şişesi ve kadehler özellikle dikkatimi çekerken, ona yardım etmek için sırasıyla tüm malzemeleri çıkartıyordum.
Oldukça düzenli ve her çeşit yiyeceği bulunduran bir sepetti.
"Sen mi hazırladın sepeti?"
Sorumla birlikte elimden uzattığım şişeyi alarak, açmıştı.
"İçer misin?"
Cevap vermek yerine başka bir soru sormuştu. Kafamı salladım.
"İçerim."
Kadehlere yeteri kadar şarap doldururken o, meyve tabağından bir tane çilek almıştım.
"Başkası hazırlamış gibi mi duruyor?"
Ağzımdaki çileği çiğnerken yüzüne çevirmiştim kahvelerimi. Ben öyle mi demiştim?
"Bilmem, merak ettim sadece."
Kadehi almam için uzatırken, ellerinin sıcaklığını hissetmiştim. Kendi bardağını hafif bir açıyla bardağıma vurduğunda, aramızdaki mesafenin oturduğumuz ana göre daha yakın bir seviyeye düştüğünü farketmiştim.
"Benim hakkımda bilmediğin çokça şey var. Bu da onlardan bir tanesi."
Geriye çektiğim kadehten küçük bir yudum alırken, onun elaları dikkatle bana kilitlenmişti.
"Hmm.."
Diye mırıldandım.
"Tahmin ettiğimden daha fazla yeteneklisin o zaman Mirza Ab... ah pardon. Dil alışkanlığı işte. Arada olur."
Kaşları gözlerini gölgelerken, sol elini yere yaslamış, biraz daha yaklaşmıştı.
"Olmasın."
Demişti, tek solukta. Soluklarını yavaş yavaş yüzümde hissederken, kalbim her an göğsümden çıkıp gidecekmişçesine atıyordu.
"Başka şeylere alışmasını sağlarız, merak etme."
Nefesim kesilmiş gibi gözlerine bakarken, titreyen ellerimin arasından kadehi düşürecek olmaktan korkmuştum. Hemen kendimi kollarına atmamalıydım.
İki söze kanmadan önce, bana soğuk yaptığı günlerin acısını çıkartmalıydım.
Gözleri gözlerime sabitli bir şekilde yüzü her an biraz daha yaklaşırken, kendisine farkettirmeden, boşta duran elimi meyve tabağına uzatarak bir tane üzüm almıştım.
Hafif aralık olan dudakları birazdan hedefine ulaşmaya hazır duruyordu.
Havaya kalkan parmaklarımın arasında duran üzümü dudaklarına itelerken, yüzüne oturan şaşkınlık kaydedilmeye değecek türdendi.
"Cidden mi?"
Ağzındaki üzümü ısırmasıyla tek kaşımı kaldırarak onayladım sorusunu.
"Eeee, yemekleri servis etmeyecek misin?"
Elindeki kadehi kafasına şarabı bir seferde içecek şekilde diktiğinde, yerinde de doğrulmuştu.
"Edeyim. Ben en iyisi yemekleri servis edeyim."
Ağzının içindeki bir kaç homurtuyu anlayamazken, keyifli bir şekilde bende kadehten bir yudum daha almıştım.
Kiminle dans ettiğinin hala daha farkında değildi.
~
Evin'den:
Çıktığımız bir mağazanın ardından diğerine girdiğimizde, elimle karşımızdaki elbiseyi işaret etmiştim.
Dün akşam yemeğinden sonra bir kaç saat otelin bahçesinde yürüyüş yapmak beni yormaya fazlasıyla yetmişti.
Herne kadar uçak yolculuğumuz rahat geçmiş olsa da, üzerimde bıraktığı yorgunluk yüzünden neredeyse tüm gece boyunca uyumuştum.
Sabah yaptığımız dolu dolu geçen kahvaltının ardından da, biraz çevrede gezip mağazalara girmeye karar vermiştik.
"Zümrüt anneye çok yakışmaz mı?"
İşaret ettiğim haki yeşili, üzerinde el işçiliğinin fazla olduğu belli olan elbiseye dönmüştü Yavuz'un da hareleri.
"Yakışır güzelim, gel bakalım."
Az önceki girdiğimiz mağazalardan da bir sürü şey almıştık. Arkamızdan gelen korumalar paketlerin bir kısmını arabaya çoktan taşımıştı.
Yavuz gözlerimin değdiği her parçayı özellikle tutup kasaya göndertiyor gibi, hayır dememe fırsat vermiyordu.
Mihrimah ve Berivan'a da bir kaç parça bakmıştık. Kıyafetleri görür görmez zihnimde direkt onlar canlanmış gibiydi.
Elbisenin yakınına girdiğimizde gerçekten de Zümrüt anneye özel tasarlandığını düşünüyordum. Yanımıza gelen çalışan isteğimizle birlikte elbiseyi hazırlatırken, gözlerimi Yavuz'a çevirmiştim.
"Bir şeyler yemeye gitsek?"
Kafamı kaldırmış yüzüne bakarken, gözleri konuşmamla anında beni bulmuştu.
"Gidelim yavrum..."
Bir iki adımda daha çok yaklaşırken, tek elini belime diğerini de karnımın üzerine koymuştu.
"Acıktınız mı?"
Dudaklarındaki ufak gülümseme beni de gülümsetirken, kafamı sallamıştım.
Saçlarımın üzerine bir öpücük bıraktıktan sonra elimi bırakmadan birlikte kasaya gitmemizi sağlamıştı. Kısa sürede ödemeyi hallettikten sonra, mağazadan da ayrılmıştık.
Gözlerim etrafı incelerken, araba da binmemiz üzere yanımıza gelmişti.
Araçtaki yerimi alırken, iyiden iyiye karnımdaki açlık hissi de kendisini daha çok ortaya çıkarmıştı.
"Buyurun Yavuz Bey, isteğiniz."
Şoförün yanında oturan adam önündeki karton çantadan çıkardığı paketi arkaya uzattığında, gözlerim Yavuz'u bulmuştu.
"Eyvallah."
Kahveleri bana döndüğünde, ağzını açarak kutuyu kucağıma bırakmıştı. Gözlerim gördüklerimle birlikte kocaman açılırken, dudaklarım çoktan kıvrılmıştı.
"Restorana kadar idare eder seni, bir kaç lokma ye."
Paketin içi kekten, krakere bir sürü atıştırmalık çeşidiyle özenle hazırlanmıştı.
"Biraz daha dayanabilirdim aslında."
Krakeri açıp bir tanesini elime alarak ısırmıştım. Hamilelik böyle bir şey miydi bilmiyordum ama iştahım hiç olmadığı kadar açılmıştı sanki. 6. haftaya girmeme 2 gün vardı ve doktorun söylediğine göre vücudumdaki, özellikle de göğüslerimde hissettiğim hassaslık hissi biraz daha artacaktı. Normal zamana göre uyku düzenimde de fazlasıyla bir artış mevcuttu. Öyle ki şu anda bile başımı Yavuz'un omzuna yaslayabilirdim.
"Karnında bebeğimiz var fıstığım, yok öyle dayanırım falan. Karnın acıkınca ya da canın herhangi bir şey çekince anında haberim olacak."
Kafamı usulca sallarken, paketi uzattım alması için. Bakışları elime düşerken, dudağının sağ tarafı havalanmış, serseri bir gülümsemeye dönüşmüştü.
"Ben yemeyeceğim."
Bir krakeri daha elime alıp ısınırken, iyice arkama yaslanmıştım.
Yaklaşık olarak yarım saatin ardından şık görünümlü bir restorana gelmiş, masamıza yerleşmiştik.
Aldığım yemek kokuları açlığımı yeniden hissetmemi sağlarken, önümüze konulan menüye kısaca göz gezdirmiştim. Yemeklerin görselleri ve isimleri beni kendisine çekmezken, yardım istercesine bakışlarım elimdeki menünün ardında kalan Yavuz'u bulmuştu.
Sanki kendisine baktığımı hissetmiş gibi, onunda bakışları beni bulduğunda menüyü kapatıp kenara bırakmıştım.
"Karnım yeterince acıktı ama burada yazan şeyler hakkında zerre fikrim yok."
Benim gibi menüyü yanına bırakırken, kollarını masaya yaslayıp gözlerime bakmıştı.
"Bildiğimizden şaşmayalım, balık yeriz değil mi?"
Hafifçe gülümsemiştim.
"Olur."
Gelen garsona hızlıca siparişi verdikten sonra, gözlerimi mekanın içinde gezdirmiştim.
"Buradan sonra nereye gideceğiz?"
Kollarımı önümde bağlamıştım fakat göğsüme fazla temas ettirmiş olacağım ki, tenimin sızlamasını tüm bedenimde hissetmiştim.
Yüzüm hafifçe buruşurken, kollarımı şimdi masanın üzerine yaslamıştım. Yavuz'un gözleri de dikkatle beni takip ediyordu o sırada.
"Tarihi bir kaç yere uğrarız diye düşündüm ama yorulduysan başka bir şey de yapabiliriz."
Kafamı sağa sola salladım. Fazla yorulmuş sayılmazdım.
"Gidebiliriz, iyiyim ben."
Bakışları gözümden, dudaklarıma oradan da masanın üzerindeki ellerime kayarken, anlayışla gülümsemişti.
"Daha ne kadar sızlayacak vücudun böyle?"
Yeşillerim şaşkınca gözlerine bakarken, sağ elini uzatarak elimi avucunun içine almıştı. Parmakları tenimin üzerinde usul usul dolaşıyordu.
"Bakma öyle şaşkın şaşkın, araştırdım biraz."
Bebek benim karnımdaydı ama sanki hamile olan ikimiz gibiydik. Daha en başında olmama rağmen, elimi öylesine sıkı tutuyordu ki... Kendimi, korkma Yavuz arkanda derken buluyordum.
Dışarıdan göründüğünün çok daha fazlasıydı.
"Bir süre daha devam edecekmiş normalmiş ama hafif şeyler... iyiyim merak etme."
Hafifçe kaldırdığı elimin üstüne dudaklarını bastırıp, uzun sayılacak bir öpücük bırakmıştı.
Gözlerimi gözlerine sabitlemiş, yüzümdeki hafif tebessümle kendisini izlerken siparişlerimiz de gelmişti. Tabağın içindeki balığın kılçıklarını ayıklamak üzere Yavuz hemen işe el atarken, kısa sürede tabağımı daha yenilebilecek bir hale getirmişti.
Bir parçayı çatalıma takıp, ağzıma götürürken karşımdaki bakışları da sık sık beni buluyordu.
"Sevdin mi?"
Aldığım tatla birlikte gözlerim keyifle kapanırken, suyumdan bir yudum almıştım.
"Çok güzel."
Masanın üstündeki diğer tabakta duran şeyleri de yemem konusunda işarette bulunup, tabağımı doldururken, dakikalar içinde karnımdaki yeme şişkinliğiyle geriye yaslamıştım sırtımı.
Biten yemekle birlikte kahve ve çay siparişimiz de masaya gelmişti.
Masanın üzerindeki telefonumun bildirimi ekranı parlatırken, bakışlarımı indirmiştim. Ve benim bildirim sesimle eş zamanlı olarak Yavuz'un da telefonu titremişti.
Karadağlı Ahalisi adlı gruptan 4 yeni mesaj.
"Şu saate kadar sessiz kalmaları mucizeydi."
Yavuz'un kinayeli sesi beni gülümsetirken, sohbet kutucuğuna girmiştim.
4 mesajın 4'üde Mihrimah'tandı. Ve işin asıl komik kısmı attığı mesajların içeriğiydi.
Mihrimah: Bomba gibi bir haberle geldim.
Mihrimah: KAVGA VARR, KAOS VAR, ENTRİKA VAR. GELİN HEMEN.
"Yine ne oldu acaba?"
Yavuz'un söylenmeleriyle okumaya devam ettim.
Mihrimah: CANIM BABAM MÜMTAZ KARADAĞ, BORAN ABİMLE AKİF ABİYİ SIRAYA DİZDİİ 💅🏼
Mihrimah: AYY BAKIN ŞURAYA!!
Gülümseyerek ekrana bakarken, Berivan mesaj yazmıştı.
Berivan: Aras ile uğraşıyorum, hemen yaz ne oldu?
Miraç Abi: Sen yorma kendini bu konuyla karıcığım, Boran işte yemiştir yine bir halt.
Boran: Mihrimah, birazdan orada olacağım ben. Haberin olsun.
Yavuz Ağa yazıyor...
Ona Ağa demek hoşuma gidiyordu. Geçen gün değiştirdiğim ismi beni gülümsetmeye devam ederken, kısa sürede ekrana mesajı düşmüştü.
Yavuz Ağa: En son sizi karakoldan toplamıştım, şimdi ne yapmış olabilirsiniz?
Mihrimah: Neler yapmamışlar ki abiiiiiiii.
Mihrimah: Önce dün bir restoranda kavgaya karışmışlar, bugün haberimiz oldu bizim tabii. Sonra da kurşunlar havada uçuşmuş, o da bugün olmuş.
Siz: Nasıl yani?
Mihrimah: Ayy yengem tatil nasıl gidiyor?
Siz: Güzel ilerliyor her şeyy.
Araya sıkıştırdığı sorusuna gülümsedim.
Mihrimah: Şöyle ki, babam bugün dışarıydı. Şans eseri olaya da şahit olmuş, Akif abiyle abimi sorguya çekti. Döküldüler 🔪
Boran: Ulan, sussana kızım. Olmadı bir şey uzatma.
Yavuz Ağa: Ne kurşunu? Ne yaptınız adam akıllı anlat Boran.
Miraç Abi: İşi gücü bıraktım mesajları okuyorum, anlatın.
Berivan: Miraç, gelirken elma alsana. Kalmamış evde. Canım çekip duruyor.
Miraç Abi: Alayım hatun.
Mihrimah: Bize gelirken de baklava isterim abi, haberin olsun. Babam beyi çok sinirli de, bir Aras'ı getirin kendisine gelsin.
Miraç Abi: Çocuğumla oyuna mı getireceksin babamı sen cadı?
Mihrimah: İftira.
"Akif'i arayayım ben."
Sohbetten çıkıp, konuşan Yavuz'la gözlerimi ekrandan kaldırmıştım. Bende merak etmiştim.
"Tamam."
Yeniden mesaj düşmüştü gruba.
Berivan: Evinn, canımm.
Berivan: Bebiş nasılllll, sen nasılsın 🥹
Parmaklarımı ekranda gezdirirken, dudaklarımda büyük bir gülümseme mevcuttu.
Siz: İyiyiz, ikimizde. Daha çok küçük ama garip bir şekilde onu hissediyor gibiyim.
Siz: Sen nasılsın asıl, Aras nasıl?
Berivan: Aras birazcık huysuz. Diş çıkarıyor, ateşi var.
Berivan: Bende iyiyim, iki bebek yoruyor ama olsun.
Mihrimah: Benim tavşanım çok hızlı büyüyor, akşam kesin gelin. Çok özledim, biraz seveyim 🥺
Dikkatimi Yavuz'un konuşmasına vermiştim şimdi de.
"Karşı taraf kimdi, kurşun falan dedi Mihrimah."
~
Yazardan:
Restoranın kapısının üzerinde duran çan, açılan kapıyla çalarken Akif'le aynı anda bakışları kapıya dönmüştü Boran'ın.
Mimiksiz tutmaya çalıştığı suratını kontrol etmek fazlasıyla zorken, oturdukları masadan dolayı kendisinin görünmeyeceğinden rahattı.
Kasadaki adamın yerinden kalkıp kapıya dönmesi, onunla eş zamanlı olarak kapıdan giren kadının adama bakarak hızlı adımlarla koşması, şaşırması için yeterliydi.
"Benan, sevgilim."
Adamdan kısa olan boyuyla sarılması zor olmuştu kadının, ama suratındaki gülümsemeyle, nefes nefese konuşuyordu.
"Hayatım."
Parmaklarının arasındaki bardağı öfkeyle sıkmaya devam ederken, gözlerine çöken öfkeyle dikkatle izlemeye devam ediyordu. Kendisine adım atıp, sarılan bir kadındı Benan.
İkili oynuyor olmasını istemiyordu.
"Çok özledim seni."
İkilinin birbirine attığı kaçamak bakışlar fazlasıyla cüretkardı.
"Boran, anlattıklarına bakılırsa... kadın tarafında bir şeyler dönüyor."
Bir şey söylemedi. Çünkü bu durumda ne söylenir bilmiyordu. Kendisini böylesi bir duruma düşürdüğü için, kadına karşı fazlasıyla öfkeliydi.
Bu zamana kadar birçok kişiyle flört etmişti ve bir kadının sözlerinin altında yatan anlamları nasıl anlaması gerektiğini de biliyordu.
Her gün odasına gelip, kendisiyle açık açık flört eden Benan'dı. Ve aklında dahi yokken, kendisini zihnine sokan da yine Benan'dı.
Nişanlısı olan adama bile üzüldüğünü hissetti o an. Buraya gelmeden önce bir kaç şeyi umut etmişti ama şu anda bunları tamamen zihninden silmişti.
"Hoş geldiniz Benan Hanım."
Duyduğu bir başka ses, az önce siparişlerini alan genç kadınındı. Yüzünde ufak bir gülümseme ile bakıyordu Benan'a.
"Hoş buldum."
Diyerek kestirip atan Benan ise fazla boş bakıyordu. Karşısındaki kızıl saçlı kadına düşmanıymış gibi davranıyordu çoğu zaman, oysa bunu yapmasını gerektirecek bir sorunları da olmamıştı. Bozulduğunu saklama gereği duymadığı gibi, üstüne bir de gözlerini devirerek arkasını dönmüştü kızıl saçlı kadın. Yaptığı hareket Boran'ın dikkatini çekerken, hızlıca yüzünü düzelten kızın rotası yine kendi masalarıydı.
Oldukça uzun bir süredir burada duruyorlardı.
"İki künefe, iki kahve alalım biz."
Kızın bakışları Boran'a kısa bir bakış atarken, tabakları alarak yine yanlarından ayrılmıştı.
"Lan dürüm zaten tatsızdı, künefe niye yiyoruz?"
Akif'e sorun yok dercesine kafasını sallamıştı sadece. Hala kulağı konuşulan şeyleri duymak istiyorcasına, yan taraftaydı.
Restoranın kapısı bir kez daha açılırken, kalabalık bir arkadaş grubu gelmişti bu sefer. Sessiz mekanın havası bir anda değişirken, arka taraftan çıkan kızıl saçlı kadın, elindeki defterle masanın yanına gitmişti.
Uzun süredir çalıyordu burada ve nasıl kurallara sahip olduğuna da hakimdi. İş saatleri içinde yüzüne taktığı sert maskeyi, gerekmedikçe çıkarmıyor, insanlarla göz teması kurmaktan kaçınıyordu.
Daha mezun olmamıştı ve şu anlık para kazanmaya ihtiyacı vardı kendisinin. Bunun içinde iş seçme lüksüne sahip değildi. Elinden geldiğince çabalamaktı, hayat mottosu.
Hayat demişti ona babası. Güçlü bir şekilde ayaklarının üzerinde duracak gibi yetiştirmişti.
Kaşlarının altından gözlerini kaldırarak kalabalık masaya bakmıştı. Her zaman yaptığı şeyi yapacak ve aldığı siparişlerle masadan gidecekti. Ama bugün işler öyle olmamıştı.
Gereğinden fazla konuşmayan kızı zorla konuşturmaya çalışan bir grup, açlıkla kendisini izliyordu.
Hayat'ı herkesten ayıran şey, kusurlarıyla ortaya çıkardığı güzellikti ona göre. Yüzündeki ufak benlerden bir zamanlar nefret ediyor olmasına rağmen şimdi onlara sevgiyle bakıyordu.
"Sipariş dışında, telefon numaranı da alsam ben?"
Duyduğu sesle birlikte kaşlarını çatmıştı.
"Afiyet olsun."
Basit bir cümleydi, fakat küfür etmiş gibi sertçe dökülmüştü dudaklarının arasından. Hızlıca uzaklaştığı masayla birlikte mutfağa girmiş, öfkeli soluklarıyla kağıdı bırakmıştı.
Sakin kalmak zorundaydı, çünkü paraya ihtiyacı vardı.
~
Evin'den;
Gözlerim dikkatle Yavuz'un üzerinde dolaşırken, kulağındaki telefonu indirip kapatmıştı.
"Ne olmuş?"
Masaya koyduğu telefonla birlikte kahvesinden bir yudum almıştı önce.
"Restoranda kavga ettikleri grup, çalışanın birisine sataşmış. Zaten kız bağırmış, sonra da bunlar müdahale etmiş."
Kafamı salladım devam etmesi için.
"Aynı kişileri yakalamışlar bugün restoranın önünde, silahla gelmiş puştlar. Akıllarınca kızı korkutacaklar."
Kaşlarım çatılmıştı benim de elimde olmadan. Kadın olmak, birçok şeyle uğraşmak demekti. En çokta böylesine kendisini bilmeyen gerzeklerle.
"Yaralanmamışlar değil mi?"
Bir yudum almıştı kahvesinden.
"İyiler, sorun yokmuş."
"İyi bari."
"Neyse bırakalım bu konuyu, kalkalım mı?"
Sorusuyla birlikte kafamı sallarken, ödemeyi yapmış sonrasında mekandan ayrılmıştık.
Gezi turumuz bir camiyle başlamış, günün sonunda yürüyüş parkı olarak adlandırılan, plajın manzarasını izleyerek son bulmuştu.
Gezdiğimiz yerler veyahut şu anda olduğumuz ülke değildi beni mutlu eden şey. Tam yanımda, sol tarafımda duruyordu. Sıcak eli, bir an bile elimden uzaklaşmamıştı. Gözleri her an üzerimde ve varlığı zihnimdeydi.
Yanımdayken de aklım tamamen onunla bir bütün halindeydi.
Yan yana, dip dibe çekildiğimiz her bir kare, bizim yüzümüzdeki gülümsemeyi saklayacak, geriye dönüp baktığımızda bir anı olarak kendisini hatırlatacaktı...
~
5 gün sonra:
Odamızdaki balkondan Mardin'i izlerken, arkamdan adım seslerini duymuştum. 4 günlük tatilden sonra yakın zamanda kendi evimize geçtiğimiz gibi, Karadağ Konağı'na geri dönmüştük. Hamilelik boyunca sanırım burada kalmaya devam edecektik. Bu durum hoşuma giderken, odamızın kısa sürede alıştığım balkonundaydım yine.
Omuzlarındaki hırkaya biraz daha sarılırken, bedenimin etrafına kolları dolanmıştı. Başımın üzerine yasladığı çenesiyle birlikte o da benimle manzarayı seyretmeye başlayınca, karnımın altındaki miniğe gerçekten güzel bir aile olarak kucak açmayı istiyordum.
Hayallerime daha önceden uğramayan her sahne, şimdi dört bir yandan dolaşıyordu aklımda.
Her akşam eve gelen Yavuz'u heyecanla bekleyecek bir oğlumuz, ya da kızımız olacaktı... Elini sıkı sıkıya tutacaktık.
"Ne düşünüyorsun?"
Sorusuyla birlikte gözlerimi kapatıp çenesinin altındaki başımı, geriye omzuma doğru yasladım. Burun deliklerime sızan kokusu, her yerde üzerimde aynı etkiyi bırakıyor, nefesimi her defasında kesecek kadar etki ediyordu.
"Bebeğimizi."
Dedim, bir an bile duraksamadan. Onunla benden bir parça... hala daha varlığı hayal gibi geliyordu bana.
Tam tepemde güldüğünü hissettim, ufak bir mırıltı çıkarmıştı. Kollarımın üzerinde duran elinin tekini karnımın üzerine indirdiğinde, sırtımı iyice yaslamıştım göğsüne.
"Bebeğimiz."
Fısıltılı ve ahenkliydi sesinin tınısı.
"Öyle çok seviyorum ki..."
Kapalı olan gözlerim sözleriyle bir anda açılmıştı. Yutkundum.
"Seni çok seviyorum."
3 kelime, 1 cümle...
Kalbimin en derinlerinde hissetmiştim etkisini. Kafamı hafifçe geriye çevirip yüzüne baktığımda, başını eğmiş ve göz göze gelmiştik.
Sanki çektiğim tüm acının karşılığında bana verilen bir hediye gibiydi o...
Kendisine dönmek istediğimi anlayarak tutuşunu gevşettiğinde bedenimi çevirmiştim. İki yanımda duran ellerimi, ağırca kollarına uzatırken gözlerine nasıl baktığımdan bile emin değildim.
Sadece ona karşı içimde çok büyük bir şey vardı, onu görmesini istiyordum...
"Sürekli diyerek anlamını kaybetsin istemiyorum ama seni çok seviyorum be kadın."
Araladığım dudaklarım onun yeniden konuşmasıyla kapanırken, kalbim bir kuşun kanadını çırpması kadar hızlı atıyordu.
Zihnim geçmişe giderken, dudaklarıma hafif bir tebessüm yayılmıştı.
"Beni seviyor musun anne?"
Saçımda hareket eden tarağı durdurmuştu annem sorumla. Elleri omzuma yerleşirken, beni kendisini görmem için ayağa kaldırıp çevirmişti.
"Annem, seni seviyorum bebeğim. Bu nasıl soru öyle?"
Omuzlarımı hafifçe sallarken, gözlerimle odanın içindeki televizyonu işaret etmiştim.
"Hiç, oradaki kızın annesi seni kocaman seviyorum demişti, sen ne kadar seviyorsun?"
Elim saçımın taradığı tarafından bir tutama uzanıp, parmağımın ucuna dolarken, gözlerim merakla yüzünde dolaşıyordu.
Elleri ellerimi sıkıca kavradığında, dudaklarından o kelimeler dökülmüştü.
Ve şimdi de aynı kelimeler benim dilimden dökülüyordu.
"Yanında olmadığım anlarda bile, yüreğinde beni hissetmeni sağlayacak kadar çok..."
"Seviyorum kızım seni."
"Seviyorum, Yavuz Ağa..."
Ellerimin altındaki bedeni cayır cayır yanıyordu adeta.
Alnımı çenesine yaslarken, aramızda çok az bir mesafe vardı. Hayatımda kimse yok derken girmişti, değerli olmaz sanmıştım.
Büyük yanılmışım.
Hayatım olmuştu. Önem verdiğim çok şey olmuştu. Zihnimin her bir köşesinde hüküm sürecek kadar geleceğim olmuştu.
"Üşüyeceksin."
Sıcak avuçları yüzüme dokunurken, baş parmağı elmacık kemiğinin üzerinde ağır ağır dolaşmıştı. Bir adım atarak kendisine yaklaştım, göğsünden yüklesen ısı, beni fazlasıyla yakıyordu.
Üşümezdim. Dudaklarını bir kez dudaklarımın üzerine bastırdı, şehvetten uzak, bolca duygu yüklü bir dokunuş olmuştu. Ardından elimi tutarak içeriye girmemizi sağlamıştı. Üzerimdeki hırkayı omuzlarından alıp kenara bırakırken, beni yatağa yatırmasına ayak uyduruyordum.
Saniyeler içinde kendisi de yanımdaki yerini aldığında, beni göğsüne çekerek sarılmıştı.
Kulağımın altında hissettiğim kalp atışları, duyduğum en rahatlatıcı sesti... Onun sıcaklığında ısınırken, vücudumun soğukta üşüdüğünün yeni farkına varmıştım.
Karnımın tam üzerine indirmişti elini, parmakları usul usul tenimde dolaşıyordu şimdi yeniden.
"Bebekler her şeyi hissedermiş."
Daha gelişiminin çok başındaydık, bilmiyordum. Tecrübesizdim, toydum.
"Öyle mi?"
Sesim biraz heyecanlı, biraz tereddüte düşmüş gibi çıkmıştı. Kötü bir anne olacak olmak aklımı alıyordu.
"Hıhı."
Diyerek onaylamıştı beni. İlk günden beri, karnımda sık sık hissediyordum dokunuşlarını. Onun için bir alışkanlık haline gelmişti.
"Bir yerde okumuştum, annenin kahkahasını duymak bebekleri mutlu edermiş."
Dudaklarını saçlarımın üzerinde hissederken, derin bir soluk almıştı aynı zamanda. Karnımdaki parmakları ise tenimde dolaşmaya devam ediyordu.
"Karnının okşanması da kendisini mutlu ediyormuş."
Heyecanla karnımdaki elinin üzerine koymuştum elimi.
"Başka?"
Demiştim, merakla. Gülümsemişti.
"Annenin duymayı sevdiği seslerden de hoşlanırlarmış."
Yüzünü görmek için kafamı hafifçe kaldırırken, kahve harelerine denk gelmiştim.
"O zaman sürekli konuşman gerecek, bebeğimizin mutlu olmasını isteriz."
Serseri bir gülüş daha dudaklarından firar ederken, beyaz dişlerini de sunmuştu bana.
Bastırdığım her duygu, bir sonraki hamlemde daha büyükçe ortaya çıkıyor gibiydi. Yanaklarımın yavaşça kızardığını hissederken, başımı hızlıca yeniden göğsüne bırakmıştım.
"Hadi kapat gözlerini güzelliğim."
Ses tonunda hala gülümsemesinden arda kalan kırıntılar vardı, öylesine huzurlu hissettiriyordu ki.
"İyi geceler."
Mırıltıma karşılık, bir kez daha öptü saçlarımdan.
"İyi, geceler."
Her gece olduğu gibi karşılık verdi. Gözlerim bedenimde dolaşan parmaklarının beni mayıştırmasıyla ağır ağır kapanırken, kollarımı da sıkıca kendisine sarmıştım.
Gözlerim hissettiğim yanma hissiyle hızlıca açılırken, uzandığım yerden nasıl kalkmıştım hatırlamıyordum. Midemdeki his git gide daha da büyürken, saatin kaç olduğu hakkında bir fikrim yoktu.
Seri adımlarım banyoya ulaştığında, kendimi dizlerimin üzerinde eğilmiş bir halde klozetin önünde bulmuştum. Boş olan midem her hamlemde daha çok kasılıyordu ve titreyen ellerim buz gibiydi.
Gözümden akan bir damla yaşla birlikte, sırtımda Yavuz'un sıcak avcunu hissetmiştim. Midemdeki kasılmalar devam ederken titreyen elimin de bir tanesini sıkıca tutmuştu.
"Geçti fıstığım, geçti."
Sırtımdaki eli beni rahatlatmak için aşağı yukarı hareketlenirken, sifonu çekerek yerimden yardımıyla kalkmıştım. Bacaklarım pelte kıvamını almış gibiydi. Dermanım çekilmiş, ayakta duracak halim kalmamıştı. Önünde durduğum lavabonun suyunu açıp ellerimi yıkayıp ağzımı çalkalamış, ardından da soğuk suyu kendime gelecekmiş gibi bir kaç kere yüzüme çarpmıştım. Belimden sıkıca tutan Yavuz suyu kapattığım an kenardaki havluyu alarak yüzümü silmişti.
Banyodan çıkmak için adım atmışken, bana izin vermeden bedenimi kucağına almıştı tek hamlede. Hali kalmamış bedenim anında kucağına sığındığında, kafamı da omzuna yaslamıştım.
"Şimdi nasılsın?"
Midemdeki sızı ara ara yoklamaya devam ediyordu beni.
"Yorgun..."
Zorlukla konuşmuştum. Yatağa doğru yaklaştığımızda beni kucağından indirecek sanmıştım, fakat o indirmek yerine sırtını yatağa verecek şekilde oturmuştu. Hala kucağındaydım.
"Saat kaç?"
Mırıltımla birlikte kenarda duran telefonuna kısa bir bakış atmıştı. Tek eli hala sırtımda duruyordu fakat diğeri de karnımın üzerindeki yerine geçerek, hafifçe masaj yapıyordu.
"5:20."
Gözlerim ağlamış olmamdan dolayı yanıyordu.
"Rahat edemezsin böyle."
Zorlukla konuşmuştum yine. Uyuyacak gibi hissediyordum. Cıklamıştı.
"Rahatım ben, hadi uyu sen..."
Gözlerim hissettiğim sıcaklıkla kısa sürede yeniden uykunun derinliklerinde kaybolduğunda, burnumda hala efsunlu kokusu vardı...
~
"Kızım, iç şu ballı sütü hele. Tüm gece uyumamışsın miden bulanmış."
Zümrüt annenin uzattığı bardakta bulunan sütü içmek istemezken, mutfaktaki kokular da birbirine girmiş gibi hissediyordum.
Buruşan suratımla elimi ağzıma götürdüğümde, kolumdan tutarak mutfaktan çıkartmıştı Zümrüt anne beni. Gece boyunca sık sık yoklamıştı gerçekten de bulantılar. Zorlukla kahvaltıda bir kaç lokma yemişken, şimdi yine aynı kasılmaları ara ara hissediyordum.
Avluya çıkmamızla temiz hava ciğerlerime sızmıştı. Derin bir nefes alarak sedire oturdum. Zümrüt anne de yanıma oturmuştu, elinde hala süt bardağı duruyordu.
"Yavrum, bak içiver bir. Mideni hemen tutacak."
Anne şefkatiyle elimi tutarken, onu kırmamak için bardağa uzanmıştım. Kokusundan etkilenmemek için burnumu kapatmayı düşünsem de, ilk yudumda önce tadına bakmaya karar vermiştim. Ilık süt garip bir şekilde boğazımdan akıp giderken, bir kaç yudumda çoktan yarısına inmiştim.
"Güçten düşmemen için şart bunlar, içesin ki kendini toplayasın hemen."
Bir yudum daha almıştım.
"Ne kadar süre devam eder bulantılarım?"
Tebessüm ederek karnıma bakıyordu.
"4. ayına kadar devam edebilir."
Bardaktaki son yudum da biterken, masaya koymuştum bardağı. Karnımı okşadı yavaşça.
"Ne yapayım sana, canın bir şey ister mi? Güç olsun sana he."
Kafamı hayır anlamında sallarken, halsizliğime rağmen gülümsemiştim. Annemmiş gibi hissettiriyordu bana.
"Sağ ol Zümrüt anne. Yanımda olman, yetiyor bana."
Avlunun kapısı açılmıştı biz birbirimize bakarken. Saat tahminimce 4'e geliyordu. Gözlerim merakla kapıyı bulduğunda içeriye giren kişinin Mihrimah olduğunu görmüştüm.
Üzerinde kırmızı kabanı ve siyah çizmeleri vardı bugün. Uçlarını maşaladığı saçlarıyla harika görünüyordu.
"Mihrimah?"
Zümrüt annenin sesiyle birlikte Mihrimah'ın yüzündeki gülümse donmuş, bakışları karşıda duran bizi bulmuştu. Sanırım içeriye girince bizim burada olduğumuzu farketmemişti.
"An...anne?"
Ağır ağır yanımıza yürüdüğünde, gözlerimi Zümrüt anneye çevirmiştim. Şüpheli bakıyordu.
"Neredesin sen yine?"
Lafı dolandırmadan sormuştu. Mihrimah'ın kahve gözleri telaşla annesini bulduğunda bir süre cevap vermeyerek durmuştu.
"Nerede olacağım anne, Havin ile buluştum."
Bir annenin gözünden, gerçekler kaçmıyordu gerçekten de. Zümrüt anne oturduğu yerden kalkıp, Mihrimah'ın tam karşısına geçmişti.
"Havin evdeymiş, annesiyle konuştuk. Bana yalan söylemeyesin."
Avlunun ortasında garip bir gerilim oluşmuştu.
"Kaç haftadır çıkıp çıkıp gidiyorsun bir yerlere?"
Zümrüt annenin çatılı kaşlarının hedefi tamamen Mihrimah'tı. Bir cevap almakta kararlı görünüyordu.
"Anne, nereye gidebilirim?"
Gözlerim ikisinin arasında dolaşırken, midemde hissettiğim kasılmayla elimi ağzıma kapatarak, yerimden kalkmıştım. Konuşmanın merak ettiğim devamını dinleyemezken, hızlı adımlarım merdivenlere ulaşmıştı.
Saniyeler içinde geldiğim lavabodan yine halsiz bir şekilde çıkarken, adımlarımı yatağa çevirmiştim. Bu dönemlerde, dinlenmem konusunda özellikle beni uyaran doktorumu şimdi çok daha iyi anlıyordum. Uzandığım yatakla birlikte üzerimi örtmüştüm. Gözlerim tavanı bulurken, ellerimi karnıma çıkarmıştım. Kulaklarımda Yavuz'un dün geceki sözleri yankılanıyordu, dudaklarımdaki gülümsemeyle parmaklarımı hareket ettirmeye başlamıştım.
"Biliyor musun, çok heyecanlıyım."
6. haftam dolmuş, hatta 4 gün de ilerlemişti. Günden güne büyüdüğünü bilmek, beni mutlu ediyordu.
"Aylar sonra, kucağımızda olacaksın, ellerini tutacağız, o güzel kokunu uzun uzun içimize çekeceğiz bebeğim."
Yavuz'un kollarının arasında hayal ediyordum, minicik bedenini.
"Baban..."
Dilimin ucundan dökülüp giderken, kalbimi tekletmişti bu kelime.
"Dünyanın en şanslı bebeği olacaksın. Her an yanında olup, ellerini bir an bile bırakmayacak bir adam o. Senin için tüm dünyaya sırt çevirebilir..."
Parmak uçlarımı usul usul hareket ettirirken, hamlelerimin hepsinin ona ulaşmayacağını bilsem de bir an dahi durmuyordum. Dudaklarımdaki var olan gülümseme biraz daha büyüdü.
"Seni çok seveceğiz. Seni çok ama çok seveceğiz."
Yorgana biraz daha sığınırken, gözlerimi yavaş yavaş kapatmıştım...
~
Yazardan:
"Gel."
Yavuz'un komutuyla içeriye giren sekreter, kucağında duran dosyaları masasına bırakmıştı.
"Yavuz Bey, dosyaların hepsi burada. Ama anlaşmanın son halinin kopyası aralarında yok."
Bıkkın bir soluğu dudaklarının arasından bırakırken, yerinden kalkmıştı Yavuz. Eksik olan bir şey vardı, fakat saatlerdir kafa patlattığından gözünden kaçan detayı yakalayamıyordu. Parmak uçlarını şakaklarına bastırarak, masaya kısa bir bakış atmıştı.
"Abim odasında mı?"
Sekreter Yavuz'un sorusuyla birlikte kafasını sallamıştı hemen.
"Evet efendim, odasında."
"Buraya gelmesini söyle. Ardından da arşive bir kişiyi gönder, yeniden kontrol etsinler. O kopyayı bulunsun."
Kafasını bir kez daha sallayarak, hızlıca odadan çıkmıştı.
Masadan uzaklaşarak camın önüne yürümüştü Yavuz'da o sırada. Saatlerdir işle uğraşıyordu ve bu süreçte güzel karısını özlemişti. Eli masanın üzerinde duran telefonunu bulurken, hızlıca bulduğu numarasını tuşlamıştı. Tüm dikkati karşı taraftan alacağı sesken, bir türlü yanıt alamadığı arama kapanmıştı.
Bu seferde rehberden annesinin numarasını bulmuştu. Aramasına cevap alamadığı her an zihninden türlü türlü senaryo üretiyor, telaşlanıyordu. Normalde bu kadar düşünen, ya da telaşlanan bir adam değildi... Kendisi bile çoğu zaman bu haline şaşırıyordu.
"Yavuz, oğul?"
Zümrüt hanımın sesi duyulmuştu karşı taraftan.
"Anne, Evin nerede?"
Zümrüt hanım elinde olmadan gülümserken, az önce kızıyla yaşadığı anın gerginliğini bir anlığına unutmuştu.
"Odasına çıkmıştı, bakayım bekle hele."
Yavuz sessizce beklerken, annesi çoktan salondan çıkmış merdivenleri tırmanmaya başlamıştı.
"Ballı süt içirdim midesini tutsun diye de, hala bulantıları devam ediyor."
Annesinin sesiyle derin bir soluk alarak burun kemerini sıkmıştı Yavuz. Biliyordu ki her şeyin bir zorluğu vardı ama ona rağmen yine de nazlı karısını bu şekilde görmek kendisine oldukça zor geliyordu. Kıyamıyordu.
"Ayy..."
Annesinin sessiz mırıltısını duymuştu.
"Ne oldu?"
Derken, sesi de fazlasıyla gergindi. Elinde olmadan, duygularının esiri haline geliyordu.
"Uyumuş oğlum, yorgun düştü tabi. Çıkayım da odadan, uyanmasın."
Açtığı kapıyı aynı şekilde sessizce kapatarak odadan çıkmıştı Zümrüt Hanım.
"Sen arama Evin'i, beni ara uyuyorsa da uyanmasın yok yere yavrucak..."
Merdivenleri inmeye başlamıştı. Kafasını sallamıştı Yavuz karşılık olarak, annesi görecekmiş gibi.
"Tamam anne, sen yine kontrol et ara ara onu. Benim işim biraz uzun sürecek burada."
"Ederim oğul, hadi hayırlı işler sana."
Odasının kapısı açılmış, abisi de içeriye girmişti.
"Allah'a emanet."
Kapattığı telefonu masanın üzerine bırakırken, en az kendisi kadar abisinin de yorgun ve halsiz gözüktüğünün farkındaydı.
"Yorgunsun."
Derken, alacağı cevaptan da emindi aslında ama yine de sormuştu masasına adımlarken. Üzerindeki gömleğinin yakasından bir kaç düğme açmıştı Miraç.
"Aras diş çıkartıyor tüm gece ağladı, Berivan'ın da midesi kötüydü."
Abisinin durumunun kendisinden daha kötü olduğu kanatına varmıştı Yavuz.
"İstersen, çık sen. Hallederim ben buradaki işleri."
Odasına çağırma amacı başkaydı ama yine de abisini böyle görünce, yormak istememişti.
"Olmaz oğlum, seninde benden aşağıya kalır bir yanın yok. Halledelim işimizi, birlikte çıkarız."
"Eyvallah."
Masadaki dosyaları açıp, kısaca özetlerken, bulamadıkları kopyayı da söylemişti.
Uzun sayılabilecek bir münakaşanın ardından, eksik olan bilgilere ve aynı zamanda aradıkları kağıdın kopyasının şirkette olmadığı konusunda emin olmuşlardı. Yakın tarihte büyük bir anlaşmaya imza atacakken, kağıdın ortadan kaybolmasının belli başlı bir kaç sebebi olabilirdi.
"Sence kim?"
Miraç arkasına yaslanırken, elini havaya kaldırıp sallamıştı. Yıllardır birlikte çalıştığı insanların, hangisinden şüphelenmesi gerektiğini bilemiyordu. Bir süre daha sessiz kaldıktan sonra, odaya bir kaç güvendikleri çalışanı çağırıp küçük bir toplantı yapmışlardı.
Tüm bu işlerin olduğu esnada Yavuz'un zihni tamamıyla evdeki karısındaydı.
Ne yaparsa yapsın, ne düşünürse düşünsün, zihninin merkezinde sadece yeşil gözlü kadın bulunuyordu.
~
Evin'den;
Boran'ın önünde duran dolu kaseden bir avuç çekirdek daha alırken, gözlerim karşı koltukta oturup konuşan Akif'i bulmuştu.
"Sen bunun böyle dediğine bakma yenge."
Bir çekirdek havada uçup, Akif'in omzuna çarptığında bunu atan kişiye, Boran'a bakıyordum şimdi de.
"Ben onu bunu bilmem, kız resmen beni kandırdı. Planı neydi, ne yapmaya çalıştı bilmiyorum ama hiç hoşuma gitmedi."
Kafamı sallamıştım.
"Ama ilk zamanlarda gayet düzgün konuşmamış mıydı seninle, anlatmıştın?"
Sorumla derin bir iç çekti. Aşk acısı neydi bilmiyordum ama neredeyse 1 saattir aralıksız çekirdek yiyen Boran'ın depresyona girmesine çok az kalmış gibi duruyordu.
"Ulan... amacı neydi bu kadının?"
"Ben o kızı şirkette ilk görünce korkulur demiştim, kanmasaydın."
Akif'in hem çekirdek çitleyip hemde yaptığı ciddi yorum beni gülümsetirken, hafif rüzgarla yüzüme çarpan saçlarımı elimin tersiyle geriye iteledim.
"Madem öyle, niye restorana bir olup gittiniz?"
Sorumla birlikte Akif, omuzlarını sallamıştı.
"Bir bilsem... kebapları da beş para etmezdi."
Dudaklarımdaki gülümseme biraz daha büyümüştü.
"Lan sende kebap kebap diyip durdun. Kötüydü anladık."
Terasın kapısı sesli bir şekilde açıldığında, Akif ve Boran ellerindeki çekirdekleri bırakıp hızlıca yerlerinden kalkmışlardı. Gelen kişinin Mümtaz baba olduğunu görünce bende ayağa kalkacakken, oturmam için işarette bulunmuştu.
"Sen otur kızım, şu iki keratayı almaya geldim ben."
Bakışlarım sırayla hepsinin üzerinde dolaşırken, bir şey söylemeden terastan çıkmıştı Boran'la Akif.
"Bir de oturmuş çekirdek keyfi yapıyorlar, şunlardaki rahatlığa bak."
İkisinin arkasından söylenirken, gözleri beni bulmuştu yeniden. Tüm ciddiyetini kırıp gülümserken, bende gülümsemiştim.
"Canın bir şey ister mi kızım, aldırtalım çocuklara?"
Kafamı salladım.
"Hayır Mümtaz baba, canım bir şey istemiyor. Sağ ol."
Ellerini belinin arkasında bağlamıştı.
"Torunla canınız bir şey çekerse hemen haberim olsun."
İtiraz istemiyorum, der gibiydi ses tonu. Kafamı bir kez daha sallayıp onayladığımda kapıya dönmüştü.
"Sen keyfine bak, ben şu ikisiyle konuşayım."
Terasta yeniden tek başıma kalırken, çekirdek tabağını önümden ittirmiştim.
Az önceki sohbet miydi şunları yediren bilmiyordum ama şu anda canım yemek istemiyordu. Meyve suyu dolu olan bardakla, tabağı elime alıp terastan içeriye girmiştim.
İndiğim merdivenlerle birlikte elimdekileri mutfağa bırakıp, ellerimi yıkamıştım. Çalışanlar Zümrüt annenin her an bana canımın bir şeyler isteyip istemediğine dair sorduğu soruların aynılarını, soruyorlardı. Onlara gülümseyerek mutfaktan çıktığımda, konağın kapısı da açılmıştı.
"Eyvallah aslanım."
Kendisinden önce sesini duymuştum. Bakışlarımı çocuksu bir heyecanla kapıya kilitlerken, elinde tuttuğu ceketiyle içeriye girmişti.
Yorgun olduğunu belli eden bakışları, varlığımı anında hissedip yüzümü bulduğunda tüm yorgunluğuna rağmen dudaklarına yerleşen minik tebessümü, çok özel ve güzeldi.
"Güzelliğim."
Ses tonu içimi gıdıklarken, adımlarım bir an önce kollarının arasına girmem için devreye girerek, kendisine adımlamaya başlamıştı.
"Ne zaman uyandın?"
Sorusuyla birlikte kaşlarım hafifçe havalanmıştı.
"Uyuduğumu nereden biliyorsun?"
Aramızdaki mesafe kısalırken ellerini omuzlarıma koyarak beni kendisine çekip, saçlarıma uzun bir öpücük bırakmıştı.
"Bilirim ben."
Bakışları gözlerimden karnıma kaymıştı yavaş bir şekilde.
"Anneyi üzmedin umarım, küçüğüm? Üzdü mü yavrum?"
Kahveleri yeniden yeşillerimi bulduğunda, benim duymaktan en çok keyif aldığım ses, dün kendisine söylediğim gibi gerçekten de onun sesiydi.
İsmimi ondan duymak bile beni anlamını bilmediğim binlerce duygunun içine hapsediyordu.
"Üzmedi hiç..."
Dedim, fısıltılı çıkan sesimle.
Bebeğim beni üzmezdi, bende onu üzmek istemezdim... gülümsedim.
"Yorgun gözüküyorsun."
Havaya kalkan elimi yüzüne çıkardığımda, baş parmağımı gözlerinin altında gezdirmiştim.
Teni parmaklarımın altından kayıp giderken, sık kirpiklerinin arasından bana çevirdiği gözlerinden de bakışlarımı kaçırmıyordum. Bir çift göz, tüm bedenime neler yapıyordu.
"Şirkette işler karışık biraz."
Gün içinde aldığım çoğu koku midemi bulandırmıştı, lakin onun göğsünden yükselen - beni ilk andan itibaren etkileyen - ferah koku, midemi bulandırmak bir yana dursun, kendisine hevesle sığınmamı sağlıyordu.
Kafamı kaldırarak, alnımın hizasında duran çenesine dudaklarımı değdirmiştim. Sakalları dudaklarımın üzerine hafif bir baskı uygularken, yapmak istediğim şeyleri artık çokta düşünmemeyi tercih ederek, icraata döküyordum. Bu durumdan en çokta Yavuz'un memnun olduğunu ise, gözlerine yerleşen ifadeden anlıyordum.
"Çok yorgunum ya, bu az gelmiş, yetmemiş bana."
Kinayeli sesinin tınısıyla, gözlerimi kısarak hafifçe geriye çekildim. Yüzünü daha iyi görmek istiyordum.
"Öyle mi olmuş?"
Omzumdaki ellerini çekip, önümde hafifçe eğildiğinde ben ne yaptığını anlayamadan kucağına almıştı beni.
"Yorgunsun zaten, yürürdüm."
Tek kolumu omzuna koymuş, diğerini de boynuna sarmıştım. Kaşlarını kaldırarak, sözlerimi reddetti.
"Seninle dinleneceğim ben."
Merdivenleri ağır ağır çıkarken, karnımdaki minikle sohbet edip, bir şeyler anlatmaya başlaması beni ağız dolusu güldürüyordu, gözlerimi kapatıp başımı omzuna bırakmıştım.
Ben çok ama çok güzel bir masalın içindeydim sanki.
Bitmesini asla istemediğim, harika bir masalın...
~
2 Ay Sonra:
Aynadaki yansımamı uzun uzun izlerken, ellerim karnımın tam ortasındaki o büyüleyici çıkıntıdaydı. Günden güne büyüdüğünü görüp, varlığını daha çok hissediyordum. 4. ayımın tamamlamama 1 haftam kalmıştı.
Tüm bedenimde varlığını hissettirecek ölçüde aldığım hafif kiloyla, aylar önceki halimden eser yoktu artık. Gülümsedim. Anne olduğum gerçeği, şimdi biraz daha kuvvetliydi.
Aynada olan dikkatim telefonumun bildirim sesiyle dağılırken, elimi uzatarak almıştım.
Yavuz Ağa'dan 2 yeni mesaj.
Açtığım uygulamayla birlikte mesajlarını okumuştum.
Akif kapıda, seni eve getirecek.
Bekliyorum.
Ne olmuştu bilmiyordum ama elimde olmadan telaşlanmış, korkmuştum. Daha işe gideli bir kaç saat olmuştu çünkü.
Bir sorun mu var?
Her zaman olduğu gibi anında görmüştü mesajımı fakat yazdığı şeyler her zaman yazdığı şeylerden değildi.
Sorma Evin, gel.
Nefesim daralıyordu sanki.
Kötü bir şey olacakmış gibi hissetmeye başlamıştım elimde olmadan. Bir şey yazmadan, telefonu elime alıp odadan çıktığımda, ağır adımlarla yürümeye başlamıştım. Açtığım konağın kapısıyla birlikte gözlerim anında Akif'i bulmuştu. Kapısını açtığı arabaya binmemi bekliyordu. Bekletmeden bindim. Normal haline göre, fazla sessiz olması içimdeki garip hissi biraz daha körüklüyordu.
"Bir sorun mu var Akif? Yavuz'da bir şeyler söylemedi."
Dikiz aynasından beni bulmuştu gözleri ağırca.
"Bir şey söyleyemem yenge."
Ellerim uzun süredir alışkanlık haline geldiği için, anında karnımın üzerine yerleşirken, gözlerimi dışarıya çevirmiştim.
Sabah çıkmadan önce acil bir telefon almıştı ve kendisiyle fazla konuşma şansım olmamıştı.
Yol aracın altından akıp giderken, kısa sürede gelmiştik evimize. Duran arabayla birlikte Akif kapımı açmış, az önce olduğu gibi yine tek kelime konuşmadan yanımdan uzaklaşarak gitmişti.
Sarsak adımlarla birlikte önümdeki merdivenleri çıkarken, gözlerim elimde olmadan dolmaya başlamıştı.
Ona en ufak bir şeyde gönül koyuyordum sanki, attığı tek mesajla içime düşen korku, tüm bedenimi etkilemişti resmen.
Elimde duran telefonu açarak ekrana bakmıştım yeniden bir mesaj daha gelmiş mi diye, fakat yoktu.
Önümdeki kapıya ulaşmamla birlikte, zile basmıştım lakin kapı açılmamıştı. Kaşlarım daha çok çatılırken elimi kapıya uzattığımda, aralık olduğunu görmüştüm.
İttirdiğim kapı geriye gittiğinde, bende içeriye girerek yürümeye başlamıştım. Evin içinde en ufak bir ses dahi çıkmazken, adım seslerim de evin duvarlarına çarparak yankılanıyordu.
"Yavuz?"
Titreyen sesim dudaklarımın arasından firar ederken, mutfağın yanından geçerek salonun başında duran küçük merdivene yaklaşmıştım.
"Yavuz, neredesin?"
Ağzımda atan kalbimle, canım daha çok acımaya başladığında, benim adım seslerimi kesen şey evin içini kaplayan kısık fon müziğiydi.
Nefes almayı bırakmıştım sanki. Gözlerim karşıyı bulduğunda, fon müziğinin arkasından sözleri duyulmuştu.
Ben bal arısı gibiydim senden önce
Bak pervanelere döndüm seni görünce
Ne içindi şimdi bu?
Yana yana kül olsam her an, yine de senden ayrılamam
Yoluna adadım ömrümü ben sensiz olamam
Yana yana kül olsam her an, yine de senden ayrılamam
Bin yıl yaşasam yine sana doyamam
Ağır adımlarımla yürümeye devam ederken, yeşillerim dikkatle karşıdaydı.
Siyahlara bürünmüştü yine ve yine nefesimi kesecek kadar mükemmel gözüküyordu...
"Sana gönlümü verdim ey nazlı güzel...."
Sert sesinden, ahenkle dökülmüştü kelimeler. Kenara açtığı elleriyle, bende ona doğru yürümeye başlamıştım.
Odanın içi fazla abartılı olmayacak şekilde süslenmişti ve camın kenarındaki masanın üzerinde, bir pasta vardı. Tam ortada karşı karşıya geldiğimizde, kafamı kaldırarak yüzüne bakmıştım.
"Yavuz... tüm bunlar, ne için?"
Sessizce sormuştum merakla. Kıstığı gözlerinin arasından yeşillerimi bulan kahve hareleri, konuşmadan uzun uzun izlemişti önce.
"Hayatımın hep aynı şekilde devam edeceğini düşünüyordum."
Karnımdaki minik çıkıntı karnının biraz altına temas ediyordu. Yüzümdeki meraklı ifadeyle gülümsedim. O ise boşta duran elinin bir tanesini bel boşluğuma yerleştirmişti.
"Kimsenin, kalbimdeki yerini bilmediğim noktalara ulaşacağını, aklımın ucundan dahi geçirmezdim... Gözlerine baktığım her an, göğsüme öyle sert çarpıyor ki..."
Diğer elini sol göğsünün üzerine bastırırken, bir adım daha atmıştı.
"Ve ben üzerimde bıraktığın bu etkiyi seviyorum."
Dudakları kıvrılmıştı hafif bir açıyla. Yüzüme düşen ince saç tutamını kulağımın arkasına itelerken, burnu burnuma dokunmuştu.
"24'ünde karım oldun ve şimdi 25'inde bebeğimin annesi oluyorsun."
Zihnim bugünün tarihini yoklamıştı hızlıca.
14 Mart...
Doğum günüm. Yıllardır kutlamak bir yana dursun, hüzünle geçip giden gündü benim için.
Yıllar sonra birisi tarafından hatırlanmıştı.
Ben dahi unutmuşken hemde.
Ellerini iki yanda duran ellerime uzatarak, sıkıca tuttu ve yürümemizi sağladı.
Masanın üzerinde duran pastada üç tane mum yanıyordu. Bedenimi önüne alıp masanın önünde durduğumuzda, arkadan uzattığı elinin bir tanesini de karnıma koyup, diğeriyle de elimi yeniden tutmuştu.
"Bu, bizim ailecek kutladığımız ilk doğum günün fıstığım."
Kulağımın hemen arkasından hissettiğim sıcak nefesiyle birlikte, kendimi biraz daha kendisine yaslamıştım.
Gözlerim hissettiğim yoğun duygularla birlikte dolmuştu. Titrek bir nefesi dışarı bırakarak, parmaklarımın arasındaki eline sıkıca sarıldım.
"Ben... teşekkür ederim. Bugünü hatırlamamayı tercih ediyordum yıllardır, beklemiyordum."
Kafasını hafifçe yana eğerek, yüzünü yüzüme sürtmüştü. Ardından da dolgun dudaklarını boynuma bastırmıştı.
"Mumlar sönmeden üfle hadi."
Kafamı sallayarak, yanağımı hafifçe şişirip mumları üflemiştim. Bir şey dilememiştim, çünkü istediğim her şey tamda şu anda benimleydi.
Sönen mumlarla birlikte, masayla Yavuz'un arasındaki boşlukta döndüğümde yüz yüze gelmiştik. Geriye yatırdığım başımla gözlerine baktığımda, kalçamın arkasında hissettiğim masayla gülümsemiştim. Kollarımı çocuksu bir heyecanla yukarı kaldırırken, havalanan kaşımla da beni kaldırmasını istemiştim.
Saniyeler içinde kollarımın altından tutarak oturmamı sağlamıştı.
"Teşekkürler."
Şimdi yüzünü daha iyi görebiliyordum. Beklemediğim sürprizinin etkisindeyken bir şeyler konuşmak zordu. Doğru sözcükleri bulmaya çalışıyordum. Dudaklarımı araladım.
"Her an beni şaşırtacak bir şeyler yapıyorsun ve ben konuşmayı unutuyorum."
Kavisli kaşları ufak bir açıyla çatılırken, dudaklarına ukala bir gülümseme oturmuştu.
Yeşillerime kilitlenen kahveleriyle eli ensemi kavrarken, artık burunlarımız birbirine değiyordu.
Dudaklarımın bir kaç milim ötesinde duran pembelikleri kapanmak üzere olan gözlerimle izlerken, boşta duran ellerimle ceketinin yakasından kavramıştım sıkıca.
Ulaşmayı, hissetmeyi isteğim hisle kollarımı boynuna kaydırmıştım. Sıcak solukları dudaklarımın arasından geçip, ciğerlerime sızarken, ilk öpücüğümmüş gibi heyecanla titriyordum.
Tükenen soluklarımla birlikte kendisini hafifçe geriye çekerken fısıldamış, nemli dudaklarını yeniden nefes olmak istiyormuşçasına dudaklarımın üzerine kapatmıştı.
"İyi ki doğmuşsun, güzel sevgilim."
Hayır.
İyi ki beni bulmuştu...
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Kitabın en uzun bölümünü yazmış bulunmaktayım.
• Sona yaklaştığımız gerçeği bu bölümle daha çok vurdu yüzüme. Özellikle de son sahnedeki hamileliği ilerleyen Evin'i yazarken 🥺 tadında bırakmak istiyorum kurguyu ve final bölümü kadar final sahnesinin de kafamda hazır bir şekilde yazılmayı bekliyor ❤️🩹
• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hepinizi seviyorum 🫶🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
• Yavuzkkaradag (parodi)
• Evinşahmaran (parodi)
• Diğer karakterin parodi hesaplarına da bu hesapların takip ettikleri kısmından ulaşabilirsiniz.
14/03/2023
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.21k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |