Yeni bölümden hepinize kucak dolusu sevgiler gönderiyorum ve sizleri bölümle baş başa bırakarak keyifli okumalar diliyorum ❣️ Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Mabel Matiz / Toy
"Benimle bir ömür geçer mi ki? dedim. Seninle geçirmeye ömür yeter mi? dedi. İşte bu bana bir ömür yetti."
Özdemir Asaf ve Şiirleri - Özdemir Asaf
(Eski bölümlerde pembe pasta kutusunu, siyah takım elbiseyle taşıyan Yavuz'dan bahsetmiştimm 🤭 görseli bulamazsak, bizde böyle birleştiririz iştee 💅🏼💅🏼 gerçek karizma karısı için pembe pasta kutusu taşıyan adama denir.)
(Öncelikle bu harika shop bana da sürpriz oldu ahqbaıqhaja gördüğüm anda şok oldum öyle diyeyim. Pastanın üzerindeki yazı özellikle Yavuz'dan Evin'e gönderme olabilir aıqbaoqnaıa. Shopu yapan aşkıma da teşekkür ediyorum buradan 💕 şimdi güldük eğlendik, bölüme geçebiliriz.)
⚫️
Yaşamın içinden binlerce parçaydı anılar. İyiydi, acıydı ve belki de hataydı. Zihnimin bir köşesinde sıkışıp kalan kötü anıları unutmamı istercesine, her saniye biraz daha çok gülümsemem için çabalıyordu karşımda duran adam.
Bu zamana kadar hayat gayem nefes alabilmekken, şu günlerde aslında hayatın olmayı istediğim yerinde olduğumun farkına varıyordum. Mutlu olmak zor değildi. Hayatın bana sunduğu güzelliklere büyük bir tebessümle karşılık vermek, çok güzeldi.
Benim bile kendimi düşünmediğim bir dünyanın ortasındaydım bir zamanlar...
Dünyam şimdilerde tamamen değişmişti. Kim olduğumu, nerede olduğumu ve en önemlisi yanımda kiminle olduğumun farkındaydım.
Kendisine yabancı olduğum tüm hislerin ilkini onunla yaşıyor olmak, aramızdaki bu hisleri daha da güçlendiriyordu.
Bir nefes uzağımda duran yüzünü izlerken, cebine soktuğu elini çıkartarak görebileceğim yüksekliğe kaldırmıştı. Yeşillerim bir küçük kutuya, bir gözlerine bakarken, yavaşça siyah kadife kutunun kapağını açmıştı.
Kutunun içindeki ince pırlantaların süslediği yüzüğü parmaklarının arasına aldığında, gözlerim yeniden yüzünü bulmuştu. Kahveleri daha koyu bir renge bürünmüş, yeşillerimi hapsine almıştı.
Sıcak dokunuşlarıyla bileğimi narince tuttuğunda, her hamlesinde hareket eden damarlarına kaymıştı bakışlarım.
"Bu çok değerli görünüyor."
Fısıltılı sesimle beraber yeniden bakışlarımız kesişmişti. Parmakları hala bileğimi tutmaya devam ediyordu ve tenimin üzerinde usulca geziniyordu.
"Benim için değerli kavramı çok daha başka."
Erkeksi sesi kalbimin teklemesi için başlıca bir sebep haline gelmişti artık. Bir adım attı, aramızdaki mesafeye tahammül edemiyormuş gibi. Göğsünden yükselen kokuyla masanın kenarında duran elimi koluna uzatmıştım. Yukarıdan attığı bakışlarla hareket etmesi bile nefessiz kalmamı sağlıyordu.
"Teşekkür ederim."
Hala parmaklarıyla tuttuğu bileğimi havaya kaldırıp dudaklarına götürdüğünde, tam nabzımın olduğu yere uzun sayılacak ıslak bir öpücük bırakmıştı. Tenimin üzerinden çıkan öpücük sesiyle birlikte karnımdaki kıpırtılar da kendisini belli etmeye başlamıştı.
"Kuru bir teşekkür mü edeceksin güzel karım?"
Dudaklarının arasından sızan sıcak solukları, elbisemin açık yakasından göğüslerime düşmüştü.
"Sen ne güzel bir şeysin öyle..."
Alınlarımız birbirine değerken, yanağıma çıkarmıştı elini. Kafamı hafifçe yana eğip, eline yaslanırken, dudaklarıma yerleşen gülümseme ile alttan alttan kendisine bakıyordum.
"Yavuz... gerçekten teşekkür ederim. İyi ki hayatıma girdin."
Sözlerimle beraber, göz bebeklerinin içinin güldüğünü görebiliyordum. Benim de ondan aşağı kalır bir yanım yoktu doğrusu. İçimdeki hisleri her an söyleyip, paylaşmayı istiyordum. Duygularımı kalbime sığdıramıyordum.
Burnunu burnuma sürterken, diğer elini de yüzüme çıkartıp, mesafemizi azaltmıştı.
Burnumdan kayan burnu, yanağımın üzerinde usulca dolaşırken, yanağımda hissettiğim sakallarının içimi gıdıklayan hissiyle beraber gözlerimi de kapatmıştım. Odanın içindeki hava her saniye birazcık daha yoğunlaşıyordu.
"Bir bakışınla beni ne hale getirdiğinin farkındasın değil mi?"
Burunlarımız yeniden birbirine değerken, dudaklarımın hemen dibindeydi dudakları. Gülümsedim ve dudaklarımı araladım.
"Pastadan yemeyecek miyiz?"
Kısılı gözleri tehlikeli bir şekilde parıldarken, oturduğum masanın biraz uzağında duran pasta tabağına üzerime eğilerek uzanıp, yanımıza çekmişti.
Hayır Evin, düşünme konağın mutfağındaki pasta yediğiniz anı.
Meraklı bir çocuk gibi gözlerim gözlerine tutunurken, havaya kalkan parmağındaki kremayı da yeni görüyordum...
"Yiyeceğiz tabi ki yavrum, yemeden olur mu hiç?"
Yaramaz bir gülümsemeyle dikkatini yeniden bana verdiğinde, dudaklarımın üzerine getirmişti parmağını. Ağzımı aralamam için hafif bir baskı uyguladığında, kremanın tadı hemen dilimin ucuna sürülmüş, dudaklarımın arasından ağzıma ilişmişti.
Kremanın çoğunluğunu bana verdikten sonra dudaklarımın üzerindeki parmağını çekerek, kendi dudaklarına götürüp yalamıştı. Ve ardından sıcak dudaklarının hedefi tamamen heyecandan titreyen dudaklarım olmuştu.
~
"Buralara tek gelmeme izin vermediğin için teşekkür ederim Nalin abla."
Kafamı yanımdaki kadına çevirirken, elini koluna sardığım elimin üzerine koyarak sıkıca tutmuştu. Gülümsedim.
"Güzel kızım benim, tabiki de seni buraya tek göndermeyecektim. Ben buraya gelmeni istemiyordum zaten ama yine de madem geldin, yalnız olmamalısın."
Önceki gelişimde Nurbanu ile sokağın ortasında ufak bir laf dalaşına girmiştim. Bakışlarımı yeniden sokağa çevirdim. Acılarımı hatırlamak için veyahut birilerinden laf yemek için burada değildim. Bugün burada herkesin gözünün içine bakacaktım sadece, hemde bir hanımağa olarak.
"Bir kaç kişi bakıyor."
Dudaklarımın arasından ufak bir mırıltıyla konuşurken ben, benim aksime bir çoğuna nefret dolu bakışlarla bakıyordu Nalin abla.
"Utanmazlar."
Söylenmesiyle beraber hafifçe gülümserken, hemen arkamızda yürüyen korumalara bakmıştım.
Yavuz dışarıya çıkacağımızdan haberdardı ama şu an burada oluşumuz, ona da sürpriz olacak gibi duruyordu.
Kenarda duran elimi hafif çıkıntılı karnıma koyarken, bakışlarımı amcamların eski evine çevirmiştim. Gittiklerinden beri, hiç kimse onlardan bir haber alamamış olacak ki, evlerinin etrafı hala bıraktıkları gibi duruyordu.
Evlerinin önünde oturan bir kaç kadınla gözlerim kesişirken, hafifçe kafalarını sallayıp selam vermişlerdi. Aynı şekilde bende onlara karşılık verdiğimde, attığım her adımda içimdeki güven duygusu daha da artıyordu.
Yavuz şu an yanımda yoktu fakat yanımdaymış gibi kendime inanmamı sağlıyordu.
"Niye buradalar yine?"
"Ne işleri var, mahallede?"
Bu ve bunun benzeri çokça fısıltı kulağıma ulaşırken, ben dudaklarımdaki hafif gülümseme ile kalabalığa dönmüştüm.
Meraklı oldukları için mi soruyorlardı, yoksa amaçları farklı mıydı anlamam gerekiyordu.
"Eski mahallemi görmek istedim, o yüzden buradayım."
Tek seferde dilimden dökülmüştü kelimeler.
"Geçen gelmiştin, yetmedi mi o?"
Karşı evin kapısından çıkan kadının sesiydi bu, Nurbanu'nun annesi Zülal teyzenin. Sözleriyle canımı acıtacağını düşünüyor gibi bakıyordu, lakin yanılıyordu.
Benim canımın acısı geçmişte kalmıştı, şimdi kimseden korkmadığım gibi geçmişte kalan bir kaç kişinin sözlerinin üzerimde de etkisi yoktu.
Kızını anımsatan gözleri yüzümden üzerimdeki kıyafetlere düşerek dikkatlice incelemiş, ardından da karnımdaki ufak çıkıntıda durmuştu. Artık ben sadece Evin değildim. Ben anneydim. Bebeğimize her an örnek olacaktım.
"Yetip yetmediğini keşke Nurbanu'ya sorsaydın Zülal teyze. Nede olsa kendisi yakından şahit olmuştu."
Dudaklarımdaki hafif tebessüm hala yerini korurken, yanımda duran Nalin ablanın da yandan gülümsediğini görmüştüm. Şu anki manzaradan fazlasıyla keyif alıyor gibi duruyordu.
"Az bile yapmışlar sana, terbiye..."
Kaşlarım çatılırken, bir bıçak kadar sertçe sözlerini kesmiştim. Onun yarım kalan konuşmasını benim sesim bastırdığında, suratına yansıyan ifade sonrasında kendisine gülmemi sağlayacak türdendi.
"Haddini bilerek konuş, karşında bir Hanımağa var. Saygısızlık etmek istemezsin."
Rengi atan suratıyla beraber, ellerini başındaki başörtüsüne götürerek düzeltmişti. Yeniden dudaklarını aralamak istediğinde ise, kendisini umursamadığımı açıkça belli eden bakışlarım susmasına yetmişti. Kalabalığa baktım yeniden. Dikkatle izliyorlardı. Hepsine hafif bir selam verirken, konuşmadan aynı ağırlıkla yoldan yürümeye devam etmiştik. Bu yaptığım şeyi neden yapmıştım tam olarak bilmiyordum ama rahatlamıştım ve mutluydum. Onlardan korkmadığımı ve çekinmediğimi bilmelerini istiyordum sadece.
"Pis mendebur, gelmiş atıp tutuyor orada. Kızı da bir işe yarasa bari."
Gözlerim Nalin ablayı buldu. Genelde naif bir kişiliği vardı ama sinirlendiğinde kendisini tutamıyordu.
"Ablam, sakin ol. Değmiyorlar."
Attığı adımları duraksamıştı. Gözleri şimdi gözlerime bakıyordu.
"Kız asıl sen biraz daha sinirli çıkışsaydın ya o kadına."
Dudaklarımın arasından kaçan ufak bir kıkırtıyla birlikte, elimi karnıma sarmıştım. Son günlerde ellerim sık sık bu hareketi yapıyordu.
"Bende pek hoşlanmıyorum onlardan ama uğraşmayı da istemiyorum. Kendisine yetti bence bu."
Kafasını sallamıştı.
"Şu Nurbanu'mu nedir, kızı o muydu?"
Sorusuyla birlikte yeniden yürümeye başladığımızda, memnuniyetsizce kafamı sallamıştım. Zamanında Yavuz konusunda bile yapmış olduğu şeyler, şimdi daha çok sinirimi bozuyordu.
"Evet, o."
Garip çıkan ses tonumla birlikte Nalin abla kolumu dürtmüştü.
"Canını mı sıktı?"
Kafamı salladım hemen.
"Sıktı, uzun zaman önce gerçekten canımı sıktı. Ama şu anda eminim ki onun canı sıkılıyordur, nede olsa hayalini kurduğu Karadağ'lıların gelini olamadı."
Kinayeli sesimle Nalin abla kocaman bir kahkaha atarken çoktan arabaların yanına gelmiştik.
"Zümrüt Hanım da gelinimiz ol diye kapısında yatıyordu zaten."
Tepkisine elimde olmadan bende gülümsemiştim.
"Ben yoruldum kızım, sen kocanın yanına git, bende eve geçeyim."
Üstelemeden onaylamıştım. Dün akşam gelmişti konağa ve geldiğinden beri kendisinde bir haller vardı.
"Tamam Nalin abla, evde görüşürüz akşam."
Sarılıp, beni öptükten sonra arabaya binerek korumanın tekiyle yola koyulmuştu. Bende kapısı açılan diğer arabaya binip arkama yaslandığımda kısa sürede yola çıkmıştık.
Camdan akıp giden yolu seyrederken, aynı zamanda karnımı okşuyordum. Bebeğimizde babasına gideceğimizi hissetmiş olacaktı ki, heyecanımı iki katına çıkartıyordu.
Kısa süre içinde araba şirketin otoparkına girerek durmuştu. Açılan kapımla birlikte dışarıya adımımı attığımda gözlerim karşıdan bize doğru yürüyen adamı bulmuştu.
Siyah ceketi attığı her adımda hafifçe havalanırken, ben hala tek ayağım içeride kalmış karşıdan gelişini hayranlıkla izliyordum. Aramızdaki mesafe iyice kısalırken, beni şaşırttığını şu anki pozisyonumdan anlayarak gülümsemişti.
Şirketin bodrum katında olan otopark fazlaca sessizken, onun adım sesleriyle kalbimin sesini duyuyordum bir tek.
"Güzelim."
Yüreğimi yerinden hoplatan sesiyle beraber kapının kenarında duran elimi çekerek, kendimi zorlukla dışarıya çıkarmıştım. Kocaman açtığım yeşil gözlerimle kendisini dikkatle izlerken ben, onun da gözleri biraz uzağımda durarak üzerimde dolaşmıştı.
Bedenimi saran beyaz bir elbise giyinmiştim evden çıkmadan, ve kabanın altında olmasına rağmen bedenime yapışan kumaşla orada duran o ufak çıkıntı, bize el sallıyordu.
Gözlerinin içi gülüyordu resmen uzun uzun bakarken. Kollarını kaldırıp iki yana açtığında, göğsüne sığınmamı belirten de bir bakış atmıştı. İtaatkar bir şekilde neredeyse koşarak aramızdaki mesafeyi sıfırlamış, kollarının arasına girmiştim. Göğüs hizasına denk gelen başımın üzerine yasladığı eliyle beni iyice kendisine bastırırken, diğer eli de belimdeki yerine ulaşmıştı.
Hafifçe yukarıya kaldırdığım yüzüme bakıp, alnıma dudaklarını bastırıp uzun bir öpücük bıraktı ve bende boyumun yettiği kadar ellerimi ceketinin altından uzatarak beline doladım.
"Geleceğimi biliyor muydun?"
Sorumla birlikte belimdeki eli hareketlenmişti.
"Biliyordum ve yolununuzu gözlüyordum."
Gülümseyerek kafamı iyice göğsüne yerleştirdim. Hissettiğim o odunsu koku öyle hoştu ki, tüm bedenim saniyeler içinde uyuşuyordu.
"Gel bakalım, odama çıkalım. Ayakta kalma."
Bir adım geriye gitmiştim, fakat elimi sıkıca tutan eliyle yine az önceki gibi yakın sayılacak bir şekilde durarak, yürümeye başlamamızı sağlamıştı.
Asansöre binip kendi katına çıkarken, yandan sürekli kaçamak bakışlar atıyordum. Doktorumun hormonlarımdaki oynamadan dolayı bazı duygularımda değişiklik olabileceğini belirttiği sözleri, her saniye zihnimde yankılanıyor gibiydi.
Ve işin garip tarafı ben istediğim her şeyi bunun arkasına saklanarak yapacak gibi duruyordum.
Elimin dışında parmakları usulca dolaşırken, asansör geldiğimizi belirten bir ses çıkartmıştı. Duran asansörle birlikte yan yana çıkarak, odasına doğru yürümeye başlamıştık.
İçeriye girmem için açtığı kapıya gülümseyerek bakarken, adımlarım masasının önünde duran koltukları bulmuştu. Üzerimdeki kabanı ateş basmış gibi çıkarıp bırakırken, hala kapının önünde durduğunu, kilitlediği kapının sesiyle anlamıştım.
Başımı ağırca geriye çevirdiğimde, parmaklarının arasında duran anahtarı sallayarak yüzüme bakıyordu. Dudaklarındaki tehlikeli gülümseme ise, içimdeki heyecanı arttırıyordu.
"Kapıyı neden kilitledin?"
Zorlukla sorduğum soruyla birlikte yavaş bir adım atmıştı üstüme. Aramızda fazlaca mesafe vardı fakat bakışları dibimdeymiş gibi hissetmemi sağlıyordu.
"Seni ufak bir sorguya çekmem lazım ve ben bu süreçte rahatsız edilmek istemiyorum."
Bedenimi tamamen kendisine çevirdiğimde, istemsizce geriye de bir adım atmıştım.
"Sorgu mu?"
Heyecandan titreyen sesimle birlikte gözlerim yüzünü bulduğunda, elinde duran anahtarı siyah, bacaklarını sarmalayan kumaş pantolonunun cebine atmıştı.
"Evet sorgu, güzel karım."
Saçlarımı geriye iteledim rastgele.
"Ne sorgusundan bahsediyoruz tam olarak?"
Anahtarın ardından elleri de pantolonunun cebindeki yerini aldığında, gömleğinin üstteki düğmeleri gerilerek, siyah kumaşın altından parlayan esmer tenini gözlerimin önüne sermişti.
Şu anda karşımda serseri bir gülüşle durması, kafamı karıştırmaktan başka bir şeye yaramıyordu.
"Mahalle baskınının sorgusu olabilir mesela."
Önemsiz bir konudan bahsediyormuş gibi kafasını omzuna yatırarak, dudaklarını büzmüştü.
Haklı olduğu nokta bugün orada bulunup kendisine haber vermememdi, fakat eninde sonunda oraya gideceğimi benden daha iyi biliyor bile olabilirdi.
"Olmasın bence, hiç gerek yok."
Gülümseyerek söylediğim sözlerle birlikte kendisi de gülümsemişti kısaca.
"Olsun olsun, gerek vardır."
Bir kaç adım daha attığında tam karşı karşıya kalmıştık. Gözlerimi yüzünü görebilmek için geriye yatırdığım kafamla izlemeye başladım.
"Sana haber vere..."
"Bana haber vermen değil konu."
Sözümü keserken, bakışları kısılmıştı.
"Bana 7/24 yaptığın şeylerin hesabını vermeni istemiyorum zaten, bilmemi istediğin kadarını bilsem kafi. Senin de bir özelin var, buna burnumu sokmak gibi bir derdim yok."
Her bir kelimesinin ardından sözlerinin gerçekten de arkasında durduğunu belirtiyordu. Devam etti.
"Benim sinirlendiğim nokta, senin yine orada olman."
Kafamı eğdim boşta bulunarak. Sözlerini bitirdikten sonra benden açıklamamı isteyeceğini de biliyordum. Cebindeki elini çıkartarak eğdiğim çenemi, işaret ve orta parmağını yaslayarak kaldırdı. Yeniden göz göze gelmemizi sağlamıştı.
"Kaçırma gözlerini, bak bakayım."
Kendisine yeniden baktığıma emin olduktan sonra yeniden konuşmuştu. Fakat bu sefer ses tonuna yansıyan endişe, içimi burkmuştu.
"Senin üzülmeni istemiyorum, sana zarar veren insanların arasında olmanı istemediğim gibi. Bugün orada sessiz kalmamışsın, bu fazlasıyla hoşuma gitti. Ama bir daha gitme oraya. Herne sebeple olursa olsun."
Kafamı salladım ağırca. Bir daha gitme gibi bir planım yoktu zaten.
"Nalin abla yanımdaydı, korumalar da öyle. Tek değildim o an ve..."
Duraksadığımı görünce son kelimemi tekrarlamıştı.
"Ve."
Yutkundum. Bir şeyleri itiraf edebiliyordum en azından artık. O yüzden bu detayı kendisiyle paylaşmamda bir sakınca görmüyordum.
"Onlara rağmen benim o an güvende hissetmemi sağlayan yine sendin... oraya gittim, giderken kimseyle konuşma gibi bir derdim yoktu. Sadece görmek istedim. Önceki gidişimde ki tavırlarımın belki de ne kadar işe yaradığını görmeyi istedim... bilmiyorum."
Az önce çeneme dokunan parmakları şimdiden yanağıma dokunuyordu. Elmacık kemiğimin üzerinden boynuma kayan parmaklarıyla, yanağımda artık sıcak avucunu daha iyi hissediyordum.
"Sadece üzülmeni istemiyorum, tüm derdim bu."
Kahvelerini yeşillerime dikerek gülümsemişti. Bende hafifçe tebessüm ettim.
"Buraya gelince anlatacaktım sana zaten her şeyi, arkandan iş çevirmeyecektim... Öyle düşünme."
Telaşlı sesimle gülümsemesi büyümüş, beyaz dişlerini de bana sunmuştu.
"Biliyorum yavrum, oraya gideceğini bildiğim gibi bunu da biliyorum."
Tahmin ettiğim gerçeği ondan duyunca suratıma büyük bir şaşkınlık duygusu yansımıştı. Ve o benim bu şaşkınlığımı fırsat bilerek tam arkamda duran koltuğa iri bedenini atıp, hemen önünde duran beni dizlerinin üzerine çekmişti.
"Nasıl biliyordun?"
Bir eli bel boşluğuma yerleşirken, diğerini karnımın üzerine koymuştu. Doktorun söylediğine göre birkaç hafta içinde cinsiyetini de öğrenebilecektik ve karnımın içindeki hareketleri, dışarıdan daha da hissedilebilir bir seviyeye ulaşacaktı.
Karnımın üzerindeki parmakları hafifçe hareket etmeye başlarken, bebeğimizin de çoktan babasının hakimiyeti altına girdiğini biliyordum.
"Bazen aklından geçenleri okuyabiliyorum."
Gülerek söylediği şeylerle, elimde olmadan bende gülmüştüm. Gerçekten de kendimi onun yanında fazla garip hissediyordum.
"Bir şeyler yemek ister misin?"
Sorusuyla beraber kafamı hemen sağ tarafımda kalan omzuna yaslarken, çoğu zaman onun yaptığı gibi cıklamıştım. Gözlerim burnuma sızan ferah kokuyla birlikte kapanmaya başladığında, dudaklarımı araladım.
"Acıkmadım daha."
Elini saçlarıma çıkartıp, omzundaki pozisyonumun daha rahat bir hale bürünmesini sağlarken, yeniden konuşmuştu. Fakat bu sefer sözlerinin muhattabı ben değildim.
"Sen nasılsın ufaklık?"
Kapalı gözlerimin arasında gülümsedim.
"Anneyi yordun mu bugün?"
"Hayır, her zamanki gibi yine çok usluydu."
Karnımı okşamaya devam ederken, dokunuşlarının altında sert bir darbe hissetmiştim. Karnımdaki hafif gerginlik, Yavuz'un omzuna yaslı olan başımı kaldırmamı sağlarken, bakışlarım önce karnımı sonra gözlerini bulmuştu.
"Tekme mi attı az önce?"
Kıstığı kahve hareleri, dikkatle anlamaya çalışırken konuşmuştu. Karnımdaki ufak gerginlik devam ederken, bir darbe daha almıştım. Ve bu minik darbe Yavuz'un avucunun içine sığınmıştı.
"Tekme attı."
Titreyen sesimle göz pınarımdan bir damla yaş süzülerek yanağıma düşmüştü. Bebeğimiz bizimle açık açık iletişim kuruyordu.
Hemen yakınımda duran Yavuz'un kafası, biraz aşağıya eğilirken, kaldırdığı elinin yerine bu sefer sıcak dudaklarını bastırmıştı uzunca. Ve bu süreç boyunca karnımdaki hareketlilik devam etmişti. Dudaklarını çekmeden bir süre bekledi.
"Aferin küçüğüme."
Karnıma yakın duran başına kaldırmıştım elimi. Parmaklarım saçlarının arasına girerken, her an ağlamam daha da artacakmış gibi hissediyordum.
Anne, baba demiş kadar mutlu etmişti bizi, çocuksu bir heyecanla karnımdaki varlığını izliyorduk.
Ellerimin arasında duran kafasını kaldırarak göz göze gelmemizi sağlamıştı. Titreyen dudağımla kendisine hem gülümseyip, hem ağlarken karşısında nasıl göründüğüm hakkında zerre fikrim yoktu.
"Ağlamak yoktu hani."
Kafamı az önceki gibi omzuna yaslayıp kendisine sarıldığımda, şimdi gözyaşlarımı omzuna akıtıyordum.
"Ama tekme attı."
Kafasını eğip dudaklarını boynuma bastırdığında, gülümsediğini gerilen dudaklarından hissetmiştim.
"Ağlama konusunda sana çekerse bebeğimiz yandık güzelim."
Haksız sayılmazdı. Özellikle de son günlerde ağlama isteğim birazcık daha artmış bile olabilirdi.
"Senin işin yok mu, kapıda hala kilitli duruyor."
Saçlarımı geriye iterken sormuştum. Konuyu değiştirmemiz gerekiyordu yoksa, yaşlarım durmayacaktı.
"Aslında bugünlük işim bitti, gel erkenden çıkalım."
Kafamı sallamamla beraber dudaklarını burnumu bastırarak dizinde oturan beni de kendisiyle ayağa kaldırmıştı.
Koltuğun üzerindeki kabanımı alıp giymem için arkama geçtiğinde hızlıca kollarımı sokarak, giyinmiştim. Çantamla birlikte ufak adımlarla kapıya yaklaşırken, masasının üzerindeki eşyalarını alarak kendisi de arkamdan gelmiş, kapıyı açarak çıkmamızı sağlamıştı.
Kısa sürede otoparka varmış, arabasındaki yerimizi almıştık.
"Bir şeyler yapmak ister misin?"
Sorusuyla beraber kendisine yandan bir bakış atarken aynı zamanda emniyet kemerimi takmıştım.
"Biraz yürüyüş yapsak?"
Kafasını sallayarak beni onayladıktan sonra, arabayı çalıştırarak yola çıkmıştı.
Gözlerim camdan akıp giden yolu izlerken, içimdeki huzuru da fazlasıyla hissediyor ve bu anım için şükrediyordum. Önceleri gitmek için dayak yediğim annemle babamın yanına bile artık her hafta Yavuz'la gidip, dua ediyorduk. Bu sadece yaşamış olduğum anların içindeki ufacık bir kısımdı. Derin bir soluk aldım.
"Karnının tok olduğu konusundaki fikrin hala aynı mı?"
Camdaki bakışlarımı çekerek kendisine bakmıştım.
"Aslında belki birazcık acıkmış olabilirim."
Baş ve işaret parmağımı birbirine yaklaştırıp gösterirken, dudağının kenarı serseri bir tebessümle yukarıya kıvrılmıştı.
"O zaman ilk önce yemek yiyelim."
Kısa süre içinde önceden geldiğimiz bir restorana gelmiştik yeniden. Yemekleri fazlasıyla iyiydi ve içeriye girdiğimiz anda aldığım kokularla beraber, canımın birçok şeyi çekmeye başladığını hissediyordum.
Masaya oturmamızla menüye öylesine göz atmıştım. Çünkü yemek istediğim şeye masaya oturana kadar çoktan karar vermiştim.
"Ben lahmacun istiyorum."
Benim heyecanlı sesim Yavuz'u güldürürken, garsonun gözleri Yavuz'u bulmuştu.
"Siz ne istersiniz Ağam?"
Menüyü bırakıp, oturduğu yerde arkasına yaslanmıştı.
"Sen masayı donat direkt."
Menüleri alıp yanımızdan uzaklaşmıştı garson. Ve saniyeler içinde ufak meze tabakları ve pidelerle yanımıza yeniden gelmişti.
Hamilelik sadece yemek yemekmiş gibi geliyordu bazı anlarda bana.... Bu anda onlardan bir tanesiydi.
"Bu gidişle 80 kilo olacağım ben."
Çatalıma aldığım mezenin tadıyla beraber gözlerim kapanırken, pideden de yemem gerektiğini kendime hatırlatmıştım.
Pideden bölüp ağzıma götürecekken, Yavuz'un çatalının bana doğru uzandığını görmüştüm.
"Bak bunun tadını da beğeneceğini düşünüyorum."
Birçok çeşit vardı ve kendi tarafında durandan uzatmıştı. İtiraz etmeden dudaklarımı araladığımda, o hala yüzündeki tebessüm ile beni izliyordu.
Etraftaki insanları ya da nerede olduğumuzu umursamadan, kendisinin bana attığı her adımı gülerek izliyordum bende.
Çünkü umurumda olan tek şey artık sadece bizdik.
~
Ertesi gün:
Konağın içindeki sessizlik garip bir hale bürünürken, salondan çıkarak Mihrimah'ın odasına doğru yürümeye başlamıştım.
Nalin abla, kahvaltıdan sonra geri dönmesi gerektiğini söyleyerek konaktan ayrılmıştı. Herne kadar ısrar etsem de bir sorun olmadığını tekrarlaması hala daha kuşkulanmamı engelleyemiyordu.
Önünde durduğum kapıyı iki defa tıklatıp, karşıdan Mihrimah'ın sesini duymamla içeriye girmiştim. Yatağın üzerine oturmuş, önündeki bilgisayardan bir şeyler izliyordu.
"Müsait miydin?"
Sorumla birlikte kafasını hızlıca sallarken, yanına oturmam için elini iki defa yatağa vurmuştu.
"Müsaitim tabi yengem gel, hatta geldiğin çok iyi oldu, baya sıkılmıştım."
Yanına oturdum yavaşça.
"Benim de canım sıkıldı."
Bilgisayarını kenara bırakarak, kollarını göğsünde bağlamıştı.
"Annem nerede, normalde odaya gelip beni de yoklardı sık sık. Biliyorsun son zamanlarda evden çıkarken sıkı denetimden geçiriyor beni."
"1 saat falan oldu çıkalı. Nereye gittiğini sormaya fırsatım olmadı, telaşlı duruyordu."
Kaşları hafifçe çatılmıştı.
"Telaşlı mı? Allah Allah nereye gitti acaba?"
Önümde duran yastığı kucağıma alırken omuzlarımı sallamıştım bende.
"Bir şey olmamıştır değil mi önemli?"
Sorumla birlikte bir süre düşünmüştü.
"Olmamıştır umarım."
Zümrüt annenin kendisini sorguya çektiği günün üzerinden oldukça fazla zaman geçmişti. Ve hala bir şeyler boşlukta gibiydi.
"Neyse asıl konumuza dönelim. Sen nasılsın Mihrimah?"
Kafasını omzuna eğerek dudaklarını büzmüştü. Yavuz, konunun bir çoğuna şahit olmuştu zaten yakından, ama sonrasında bu konuyu açmamayı tercih etmişti. Özellikle de Zümrüt anneden sonra.
O gün hayatında birisinin olduğunun farkındayım demişti, fakat o kişinin Mirza olduğu hakkında bir fikri olduğunu düşünmüyordum.
"İyiyim herhalde... bilemiyorum."
Gözleri karşımızda duran duvara kilitlenirken, geride kalan bu sürecin iki tarafa da zarar verdiğini görebiliyordum. Yeniden gözlerime bakmıştı, yüzündeki buruk gülümsemeyle.
"Mirza 1 aydır şehir dışında, babaannesi rahatsızlanmış. Durumu da biraz ağır... telefondan konuşuyoruz her gün, onu bir adım atma konusunda bu dönemde telaşa sokmak istemiyorum ben. Zaten kafası yeterince dolu, bir de ben onu zorlayamam."
Şehir dışında olduğunu şu anda öğrenmiştim bende.
"Peki genel olarak nasılsınız? Mutlu hissediyor musun?"
Buruk gülümsemesi, içten bir tebessüme dönüşürken sözleri beni de mutlu etmişti.
"Mutluyum. O kadar mutluyum ki... çok garip hissediyorum yanında, her saniye onunla olmak istiyorum sanki."
Her şeyin en iyisine layıktı bana göre o. Öyle ki buraya geldiğim ilk andan itibaren, bana da bir kardeş olmuştu. Elimden öyle sıkı tutmuştu ki, daha önce nasıl bir his olduğunu dahi bilmediğim kardeşlik duygusunu tattırmıştı bana. Biraz uzağımda duran ellerine uzandım.
"Hayırlısıyla yoluna girecek her şey, hiç merak etme."
Ellerimi aynı şekilde sıkıca tutmuştu o da. Yüzündeki gülümseme her saniye biraz daha büyürken, eski neşeli haline yeniden girmişti.
"İnşallah yengoşum."
Elimde duran elinin tekini çekip karnıma uzatmıştı.
"Küçük civcivim, sen nasılsın? Orada havalar nasıl?"
Sorusuyla beraber dudaklarım kıvrıldığında, kendisi de kıkır kıkır gülmeye başlamıştı. Gün içinde sık sık karnımdaki minikle bu konu hakkında ufak bir sohbetin içine giriyordu.
"Haklısın... kesinlikle haklısın."
Karnıma iyice yaklaşmış, konuşmaya devam ediyordu.
"Canı çikolata çekiyormuş, öyle söylüyor."
Gülümsemem duyduğum sözlerle beraber bir anda silinirken, ağzımda garip bir ekşilik hissetmiştim.
Gerçekten ekşilik...
"Salatalık turşusu."
Aşeriyor muydum şimdi? Veyahut aşerme böyle bir şey miydi?
"Canın turşu mu çekti yengoşum?"
Kafamı hızlıca sallarken, bir an önce turşu yemek istiyordum. Resmen ağzımın içi sulanmıştı.
"Evet, evet."
Oturduğum yerden hızlıca kalkmıştım.
"Canım çok fena turşu çekiyor... böyle hemen yemeliymişim gibi hissediyorum."
"Ayy gel mutfağa gidelim, olması lazımdı dolapta."
Mihrimah'ın da oturduğu yerden kalkmasıyla beraber, odadan çıkmış mutfağa doğru yürümeye başlamıştık.
Turşu yemeyi seven birisi sayılmazdım halbuki.
"Gül abla, salatalık turşusu var mı?"
Mihrimah'ın sesiyle gözleri bizi bulmuştu Gül ablanın.
"Yok, kuzum. Kalmadı aldıracaktım, iyi hatırlattın."
Gözlerim üzüntüyle Mihrimah'ı bulurken, hala daha ağzımdaki ekşi tadı hissedebiliyordum.
"Ben hemen halledeceğim yengeciğim, sen hiç üzülme."
Ben öylece mutfağın kapısında ayakta kalmışken, üzerindeki pantolonun arka cebinden telefonunu çıkartarak ekranda bir kaç şeye basmıştı.
Telefonunu kulağına çıkarmak yerine, hoparlörü açtığında saniyeler içinde, Yavuz'un sesini duymuştum.
"Mihrimah?"
"Abiciğim, müsait misin bir şey söylemem lazım."
Gözlerim heyecanla ekranı izlerken, Yavuz evet demişti.
"Yengoşum aşerdi sanırım, canı felaket salatalık turşusu çekiyor. Evde kalmamış şansına da, bu işe el atman lazım."
İşaret parmağımı iki dişimin arasına almış bir halde merakla gelecek olan tepkiyi bekliyordum.
"Evin aşerdi mi?"
Gülüyor gibi çıkmıştı ses tonu. Emin olamadım o an.
"Hemde ne aşerme, karşımda umutla bizi dinliyor. Birazdan gözlerinden turşu resmi falan çıkabilir."
Yeniden konuşmuştu Yavuz.
"Hemen turşu alıp geliyorum ben, ekşi bir şeyler ver karıma Mihrimah. Ben 20 dakikaya orada olacağım."
Aramayı kapatacağını anlamışken dudaklarımı aralamıştım. Şu anda hafif bir duygusallığıda hissetmeye başlamıştım.
"Dikkatli gel, hız yapma. Ben limonla idare ederim sen gelene kadar."
Mihrimah karşımda kıs kıs gülümsüyordu.
"Emrin olur yavrum."
Kapanan telefonun ardından, bakışlarımı Mihrimah'a çevirmiştim tekrardan. Ekşi şeyler lazımdı.
"Limon vardır değil mi?"
Kafasını sallamıştı.
"Sen geç masaya, ben alıp geleyim."
Arkasını dönüp mutfağa girdiğini görürken, seslenerek durmasını sağlamıştım. Sanırım canım sadece ekşi çekmiyordu.
"Mihrimah, acaba çikolatada mı getirsen?"
O şaşkınca tepkime gülerken, saniyeler içinde kendisini toparlayarak mutfağa girmişti. Bende tüm o süre boyunca Yavuz'un elindeki turşularla konağa gireceği anı hayal etmeye başlamıştım.
Mihrimah 5 dakika kadar bir sürenin ardından ince ince dilimlediği limonlarla, çikolataları dizdiği büyük bir tabakla yanıma doğru gelmeye başlamıştı.
"Nutellada getirdim."
Elim oturur oturmaz tabaktaki dilimli limonlardan bir tanesine uzanırken, aldığım dilimi hızlıca ısırmıştım. Hissettiğim ekşilik hoşuma gidiyordu. Susuz kalıp kana kana su içiyormuş gibiydi bu his.
"Ağzım sulandı resmen, nasıl yiyorsun öyle."
Mihrimah'ın garipseyen sesine bir tepki veremezken, nutellanın içinde duran tatlı kaşığındaki çikolatayı yeni aldığım limon parçasına sürmüştüm. İğrençleşiyordum sanırım.
"Ciddi misin yengem?"
Kafamı sallamıştım sadece. İçimden bir ses bu ikilinin gereğinden fazla güzel olacağını söylüyordu bana.
Isırmamla beraber hem tatlı tadı, hemde ekşi tadı aynı anda hissetmiştim.
"Mükemmel oluyor bu ikisi, denemelisin bence."
Buruşan suratıyla beni izliyordu karşımda. Elini havaya kaldırdı.
"Aslına bakarsan çokta şaşırmamalıyım sana, Berivan yengem yaş pastaya ketçap sıkıp yemişti aşerdim diye."
Kendi yediğim ikili mantıklı gibi duyduğum şey karşısında benim de suratım buruşurken, bir dilim daha bitmişti.
Hala daha içimdeki ekşi isteği tatmin olmamıştı ama.
Dakikalar ardı ardına birbirini devirirken, konağın kapısı açılmış ve içeriye az önce söylediğim gibi elindeki turşularla birlikte Yavuz girmişti.
Bir elimde limon, diğerinde çikolata kendisine bakarken, Mihrimah'ın suratında gördüğüm o garip ifadeden onun da yüzüne yansımıştı.
"O ikisini aynı anda yiyor olamazsın?"
Limondan bir ısırık daha alırken, biraz sonra ısrarla tadına kendisine de baktırmaya aklımın bir köşesine yazmıştım. Önyargılı olmamalıydı.
"İnan bana dakikalardır o ikisini aynı anda yiyor abi..."
Masanın yanına gelirken, poşeti mutfağa götürüp getirmesi için Mihrimah'a uzatmıştı. Avluda ikimiz yalnızdık şimdi.
"Yavrum, midene dokunmasın."
Bir dilimi daha elime aldığımda ısırması için kendisine uzatmıştım.
"Hayır, hayır. Ben yemem o ikisini."
Kaşlarımı hafifçe çatarken, aynı zamanda ciddi görünmeye çalışıyordum.
"Ne demek yemem Yavuz. Bari tadına bak ucundan, çok güzel oldu."
Reddetmek üzereyken ağzına iyice uzattığım limondaki bakışlarını yüzüme kaldırmıştı.
"Fıstığım, hastanelik olmayalım. Bak turşunu da getirdim, bırak hadi bunları."
Mutfaktan çıkarak yanımıza gelmişti yeniden Mihrimah. Tabağı önüme koyduğunda, Yavuz'un yememek için direndiği parçayı ona uzatmıştım bu seferde.
"Bakmazsanız tadına ağlarım."
Mihrimah'ın ağzına iyice itelerken, zorlukla ısırmak zorunda kalmıştı. Sıkıca kapattığı gözleri aldığı tatla birlikte açıldığında, memnun bir şekilde gülerek geriye çekilmiştim.
"Beğendin değil mi? Demiştim harika diye."
Yavuz'a bakmıştı hemen.
"Bu güzel olmamalıydı, saçmalık."
Az önce zorla yedirmemişim gibi limona bu seferde kendisi uzanmıştı. Yavuz'a döndüm yeniden.
"Ver anasını satayım ver, hastanelik olacaksam da senin elinden yediğim limonla olayım."
Mihrimah gibi onun da aldığı lezzetle şaşırmasını beklerken, tam tersi olmuştu.
"Sevdin mi abi?"
Yutmaya çalıştığı ufacık parçayla gözleri Mihrimah'ı bulmuştu.
"Bayıldım abiciğim, o kadar sevdim ki ben her gün yerim artık."
Gülümseyerek turşuya uzanmıştım. Sanırım artık bende sevmiyordum, yeteri kadar yemiştim. Canım biraz daha çekmiyordu. Turşudan ısırırken, Yavuz yanımdaki boşluğa oturarak, göz göze gelmemizi sağlamıştı. Bakışlarında gördüğüm pırıltılarla içim bir hoş oluyordu.
"Aşerdin demek sen... çok garip ve güzel hissettirdi telefonda bunu duymak."
Yeşillerim kahvelerine tutunurken, elimi indirmiştim. Ben gerçekten de aşermiştim... garip geliyordu.
"Alakasız bir anda, turşu yemek istedi canım. Garipti."
Oturduğumuz sedirin arkasına kolunu yaslayarak havaya kaldırdığı elini yüzüme düşen saç tutamına uzatmıştı. Parmakları canımı acıtmaktan korkarcasına saçlarıma dokunurken, yüzündeki ufak tebessümüyle sözlerimi dinliyordu.
O an kendimi yeniden 6 yaşındaki Evin gibi hissetmiştim.
Anne ve babamın karşısında nasıl dilim çözülüyor, nefes almadan konuşuyorsam, şimdide durmadan bir şeyler anlatıyordum.
Ve Yavuz...
Annemle, babamın gözlerinde gördüğüm ifadeyle bana bakıyor, sözlerimi dikkatle takip ediyordu.
Göğsümün altındaki organ, duygularımı ortaya serercesine tenimi dövüyordu yine.
"Güzel karım. Canım karım."
Nasıl bakıyordum kendisine bilmiyordum ama her sözünde yüreğim hopluyor, nefesim kesiliyordu.
Bir insan aynı anda bir insanın hem nefesini kesip hem nefes almasını nasıl sağlardı bilmiyordum ama Yavuz'un yanındayken her an böyle hissediyordum.
"Yavuz..."
Demiştim. Yüzümün utançtan kıpkırmızı olduğundan emindim. Bedenim yanmaya başlamıştı çünkü.
"Efendim fıstığım."
Boşta duran elimi dudaklarının üzerine bastırdığımda, önce sıcak dudaklarıyla yakıcı bir öpücük bırakmıştı tenime. Sonrasında da suratına yayılan o çapkın gülümsemeyle, gözlerime bakmaya başlamıştı. Herne kadar ciddi bakmaya çalışsam da onun gülümsemesi beni de gülümsetiyordu.
"Annem daha niye gelmedi yaa?"
Mihrimah'ın sesiyle beraber Yavuz'un ağzına kapattığım elimi çekmiştim. Benim de aklım Zümrüt annenin çıkarkenki haline gitmişti yeniden.
"Evde değil mi annem?"
Yavuz'un sorusuyla kafamızı sallamıştık. Dudaklarımı araladım.
"Baya oldu gideli, biraz telaşlı gibiydi. Nereye gittiğini de bilmiyoruz zaten."
Elini ceketinin içindeki cebine sokarak telefonunu çıkartmıştı. Bakışları ekrandayken de sormuştu.
"Babam nerede?"
Mihrimah'ın gözleri beni bulmuştu. Bilmiyorum dercesine omuzlarımı salladım.
"Sanırım o da evde yok."
Telefonu kulağına götüren Yavuz'la birlikte tüm dikkatimizi bizde kendisine vermiştik.
"Baba neredesin?"
Karşıyı dinlemişti ilk önce.
"Tamam, annem yanında mı?"
Yeniden Mümtaz babayı dinlemiş ve ardından da durumdan bahsetmeden telefonu kapatmıştı.
"Haberi yok."
Yine ekrandan birisinin numarasını tuşladığında, daha kısa bir görüşme yaparak Akif'i içeriye çağırmıştı. Saniyeler içinde içeriye giren Akif hepimize selam verdikten sonra Yavuz'un karşısında durmuştu.
"Buyur abi."
"Annemin nereye gittiğinden haberiniz var mı?"
Akif'in bakışlarını kaçırması kendisini anında ele verirken, Yavuz biliyordum dercesine elini sallamıştı.
"Tek seferde dökül Akif."
Kafasını sağa sola sallarken, Zümrüt anne her an konağın içinden çıkacakmış gibi tedirgin duruyordu.
"Zümrüt anneye söz verdim abi, beni mahveder konuşursam."
Yavuz oturduğu yerden tek hamlede kalkarken, bir anda gözümde de büyükçe görünmüştü. Akif'e doğru iki adım attı, istediği cevabı her türlü alacağından da emin gibi duruyordu.
"Yavuz Karadağ olarak emrediyorum Akif'ciğim. Zümrüt annen için bana karşı mı geleceksin?"
Akif hafifçe kenara kayıp, Yavuz'un biraz uzağında duran bize bakmıştı.
"Yengelerin yengesi, bir yardım etsen... Mihrimah?"
İkimizde aynı anda elimizden bir şey gelmez dercesine kafamızı salladığımızda, gözleri Yavuz'u bulmuştu yeniden.
"Abi yemin ederim benim canıma okur, biliyorsun tersi pistir... şey pis değil fenadır."
"Akif!"
Kafasını hafifçe öne eğmişti.
"Benden duymadınız, ben söylemedim, benim bu konuyla uzaktan yakından alakam da yok."
Yavuz kendisine doğru bir adım daha attığında onunla aynı anda geriye gitmişti Akif.
"Adamları topladı gitti, baskın var dedi. Dahasını bil..."
"Lan illa tehdit mi edeyim? Anlat şunu!"
Yavuz'un avluda yankılanan sesiyle Akif bu sefer tamamen detaylarına kadar dökülmüştü.
"Behram'ın konağına gideceğini söyledi sadece."
Mihrimah hızlıca oturduğu yerden kalkmıştı.
"Dayımların konağını basmaya mı gitti, doğru mu duydum ben?"
Akif'in sade bir baş sallamasının ardından Yavuz konuşmuştu.
"Avukatları içerden çıkarmaya çalışıyormuş şerefsizi! Hay anasını avradını ya! Neden haber vermiyorsunuz oğlum siz bana, kadını yollamadan önce aklınız neredeydi sizin?"
Demek ki evden çıkarken o yüzden telaşlıydı.
"Abi Zümrüt anneyi benden daha iyi tanıyorsun, aklına bir şeyi koyduğunda gözü kimseyi görmüyor. Konuşursanız hepinizi kurşuna dizerim dedi, aldı adamları gitti."
Gözlerim sırayla her birinin üzerinde dolaşırken, Yavuz arkasını dönerek bize bakmıştı.
"Ben gidiyorum annemi de alıp geleceğim. Ben gelene kadar evden çıkmak kesinlikle yok. Akif sende kapıdaki adamları tembihle, bizimkiler dışında kimseyi almasınlar konağa. Hadi!"
Bir soru sormamıza ya da konuşmamıza fırsat vermeden konaktan çıktığında onlar, Mihrimah yarım ağız gülümsemişti.
"Canım anam, şimdi nasılda hepsinin içinden geçecek. Keşke bende görebilseydim o anları."
~
Yazardan:
Tekerler yolun üzerindeki toprağı havaya kaldırıp, acı bir yakarışla durduğunda, tüm kapılar aynı anda açılarak kapanmıştı.
Herkes birbiriyle uyumlu ilerliyor, dikkatlerinin dağılmasına izin vermiyordu. Üzerindeki ceketi ilikleyerek tek açılmayan kapı olan arka koltuğun kapısını açmıştı korumalardan bir tanesi.
Üzerindeki zümrüt yeşili elbise ve şalıyla, dikkatle inmişti araçtan Zümrüt Hanım. Adının hakkını veren gözlerini, bir kuzgun gibi kısmış, karşısındaki kalabalığa bakıyordu.
Konağa gitmeye diye çıkmıştı evden, fakat yol onu buraya getirmişti. Kardeş demeye dahi utandığı adama yüzündeki soğuk ifade ile bakarken, kendisiyle birlikte her adımda arkasındaki adamlar da peşinden geliyordu.
Gelininin ve oğlunun vurulduğu o malum geceden sonra bir daha kendileriyle muhattap olmamıştı halbuki. Son günlerde duyduğu dedikoduların üzerine de, iplerin gevşediğini farkederek devreye girmişti.
Hiçbir zaman yer edinemediği o konakta yaşayan herkesten nefret ediyordu tüm kanıyla. Bir de evlatlarının yeniden yoluna çıkacaklarını düşündükçe, sinirleri tepesine çıkıyordu.
Behram'dan bir büyüğü Baver duruyordu karşısında. Hafifçe gülümseyerek tam karşısında durdu. Suratındaki gülümsemenin anlamını karşısındaki kişi çok iyi biliyordu.
"Yolculuk nereye Baver?"
Kafasını sallayarak sormuştu. Üzerindeki ceketin cebine ellerini sokarak yerinde dikleşmişti Baver. Zihninde tek bir cümle yankılanıyordu, o da babalarına aitti. Kadın dediğin haddini bilecek, dizini kırıp oturacak... Kıstığı gözleriyle konuştu.
"Sana ne Zümrüt. Kocanın yerine sen mi yürüteceksin artık işleri?"
Kinayeli sesi Zümrüt Hanımı öfkelendirmek bir yana dursun rahatsız dahi etmemişti. Kocasıyla arasında gizli saklı hiçbir şeyin olmadığını bilmemesi de onun ayıbıydı ona göre.
"Bu sefer ben yürüteyim dedim, sonuçta bir mazimiz var."
Konuyu uzatmak istemiyordu Baver.
"Kanını dökmemi istemiyorsan, de git gözümün önünden! İşim gücüm var, burada seninle uğraşamam."
Zümrüt Hanım, suratındaki gülümsemeyle kafasını sallamıştı. Dudaklarını araladığında ise arkasında duran ve karşısındakilerin neredeyse iki katı olan adamlar bellerindeki silahı çıkartıp karşıya doğrultmuşlardı.
"Haddini bilesin! Bilmezsen de seve seve bizzat ben bildiririm. Karaktersiz."
Üzerine doğru adım atmak üzereyken hemen yan tarafında duran adam silahın namlusunu alnına yaslamıştı.
"Niye durdum Baver, korktun yoksa?"
Zümrütlerini kısmış, hala gülümsüyordu yaşlı kadın. Ailesi söz konusuyken kendisi dişi bir aslandı.
"Ne sizi, ne de köpeklerinizi bir daha ailemin etrafında görmeyeceğim. Görürsem canınıza okurum, yemin ederim sizi ölmekten beter ederim."
Baver bir adım geriye gittiğinde adamları da silahlarını indirmek zorunda kalmışlardı. Az önce Zümrüt Hanım tarafından durdurularak indikleri araçlara hızla binip aynı şekilde uzaklaştıklarında, arkalarından gülerek izliyordu Zümrüt Hanım.
"Zümrüt anne, Yavuz Ağam arıyor."
Önüne uzatılan telefonu alırken, adama da gülümsemişti. Yıllardır oğullarından ayırmamıştı hiçbirini. Ekrandaki tuşa basıp aramayı yanıtladığında duyduğu ses, oğlunun öfkeden kuduran sesiydi.
"Anne, beni çıldırtacak mısın sen?"
Gülümsüyordu hala. Keyfi fazlasıyla yerindeydi çünkü. Özellikle de geri dönüp giden adamın suratındaki o korku dolu ifadeye, uzunca bir süre gülebilirdi.
"Sen çıldırmaya yer arıyorsun yine."
Kendisi için kapısı açılan arabaya binerken, oğlunun sessiz kalmasından ağzını bozduğunu biliyordu.
"Neredesiniz! Konağın önündeyiz yoksunuz."
Gözlerini açtığı cama çevirmişti.
"Eve geliyoruz, sizde geçin. Yok bir şey, ufak bir ziyarete gittim."
Arka plandaki sesleri yarım yamalak duyabilmişti. Ekledi.
"Kapatıyorum."
Oğlunun yeniden konuşmasını beklemeden kapattığı telefonla birlikte, kafasını arkaya yaslamıştı. Uzunca bir süredir aklında dolaşan şeyi bugün yaptığı için mutluydu.
Aynı zamanda diğer tarafta öfkeden deliye dönen Yavuz'a, haberi sonradan öğrenen Miraç ve Boran eklenmişti. Hepsi de telaşla annelerinin ne karıştırdığını anlamaya çalışıyorlardı. Tek kişi hariç. Mümtaz Ağa.
Kaç yıllık kocasıydı sonuçta. Biliyordu ki bir şey yaptıysa hem kendine güveniyordu, hemde arkasında büyükçe bir sebep vardı.
~
Evin'den:
Berivan'ın bana göre daha büyük olan karnına tebessümle bakarken, annesinin kucağında olan Aras bana seslenmeye çalışmıştı. 1 yaşını dolduralı birkaç ay olmuştu ve hareketleri de günden güne artıyordu.
Zümrüt annenin habersiz gidişinin ardından kısa sürede tüm ev halkı konakta toplanmış, kendisinin gelmesini beklemeye başlamışlardı. Saatlerce süren uzun konuşma serüveni, Mümtaz babanın araya girmesiyle son bulduğunda, kimse daha fazlasını sormayarak kenara çekilmişti. Şimdi de az önce yenilen yemeğin ardından, küçük salonda oturmuş sohbet ediyorduk.
"Ne yani Boran, kadın ajan mı çıktı?"
Berivan'ın sorusuyla kafasını sallayarak suratını buruşturmuştu, olayın üzerinden hatrı sayılır bir zaman geçmişti fakat şu anda konusu dahi açılınca rahatsız oluyordu.
"Aman be abi, sen daha iyilerine layıksın. Bırak ağlasın şimdi seni üzdü diye."
Boran hemen yanında oturan Mihrimah'ın saçlarını karıştırıp göğsüne çekerken, sıcak bir kardeş sarılması yapmışlardı. Kafamı salladım.
"Gerçekten de öyle Boran, ilk anlattığında kıza masum gözüyle bakmıştım ama planı çok farklıymış. Hem hayırlısı da değilmiş demek ki."
Berivan'da aynı şekilde bizi onayladığında, Aras'ta mırıldanmıştı. Anne ve baba kelimelerini artık daha anlaşılır bir şekilde telaffuz ediyordu, onun yanı sıra bazı kelimeleri de söylemeye çalışıyordu.
"Küçük tavşanım, gelsene buraya."
Mihrimah kendisine ellerini uzatmış seslenirken, heyecanla oturduğu yerden ellerini sallayarak sallanmaya başlamıştı Aras. Büyüme aşamasının bir çoğuna şahit olmuştum resmen ve her yeni hareketinde fazlasıyla mutlu oluyordum.
Bu süreçte öğrendiğimiz bir diğer şeyde Berivan'ın karnındaki bebeğinin cinsiyeti olmuştu. Aras'a kendisi gibi erkek olan bir kardeş daha geliyordu.
Ve geride bıraktığımız 2 ayda çoğu şey değişmişti ama benim hissettiğim huzur ve mutluluk hala aynı tazeliğiyle duruyordu.
~
3 hafta sonra:
Heyecanla ultrason ekranında dolaşıyordu yeşillerim.
Anne olacağımı ilk öğrendiğim an çok garip hissederken, bir süre doğruluğundan emin olamamıştım halbuki. Ama şimdi karnımdaki küçücük umudumuzun, cinsiyetini bize göstermesini meraklı gözlerle Yavuz'la birlikte bekliyorduk.
Zamanın su gibi geçtiği hissiyatı artık daha çok yerleşmişti zihnime. 18 Mart'ta 1. yılımızı doldurmuştuk evliliğimizin ve bu 1 yıldan sonra bu hastane odasında, evimizin yeni üyesini tanımadaki ilk adımımızı atacaktık.
"Hazır mısınız?"
Doktorumun sözleriyle beraber kafamı sallamış, hemen yanımda elimi sıkı sıkıya tutan Yavuz'a dönmüştüm.
"Evet, hazırız."
Karnımdaki jelin üzerinde dolaştırdığı aleti durdurup, ekrandaki bir noktaya baktıktan sonra yüzündeki aynı gülümsemeyle bize dönmüştü.
"Erkek olduğundan şüpheleniyordum son kontrollerde..."
Erkek... oğlumuz mu olacaktı?
"Özellikle arkasını dönüp, hareket etmesi de durumu onaylamamı zorlaştırdı çoğu muayenede."
"Erkek mi yani?"
Sabırsız sesimle gülümsemesi daha da büyürken, parmağıyla bir noktayı işaret etmişti. Anlamıyor olmama rağmen dikkatimi oraya verdim.
"Şu gördüğünüz ufacık çıkıntı herne kadar erkek sandırsa da, kimliğini gizlemeye çalışan bir de utangaç olan bir kız kendisi."
Kız....
Doktorun sözleri zihnimde tekrarlanıyordu.
"Ultrasona her aldığımızda sizi, arkasını dönüp eliyle kendisini gizliyor küçük hanım... Ve yeniden tebrik ediyorum. Sağlıcakla kucağınıza alırsınız İnşallah."
Dolu dolu gözlerimle kafamı yukarıya kaldırdığımda, Yavuz'un da dolan kahveleriyle karşılaşmıştım.
Dikkati ekrandaydı.
Ve dudaklarından tek bir cümle dökülmüştü.
"Hoş geldin kızım..."
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Bana son sahnede bir ağlama geldi... Yavuz... sen nasıl güzel bir kız babası olacaksın öyle 🥹 Ve Evin... kendi çocukluğundan çalınan her anı, kızı için kendi elleriyle inşa edecek her saniye 💖
• Bazı detaylara uzun uzun girip konudan sapmayı istemediğim bir bölüm olmasını istemiştim en başında ve öyle de oldu. Kurgunun ilk bölümünde nasıl Evin ve Yavuz'la çıkmışsak bu yola, kapanışı da aynı şekilde yapmayı istiyorumm 🫶🏼
• Ve gelelim bebeğimize 🥹 Uzunca bir süredir cinsiyeti benim için hazırdı aslında. Aynı isminin hazır olduğu gibi 🫠 eski alıntılara denk geldikçe, vayy be neler neler olmuş diyorum kendimce. Şu anda burada olmaları bile, çok beklenmedikti bir zamanlar çünkü ❤️🩹
• Daha fazla uzatmadan hepinize öpücükler yolluyorum. Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
• Yavuzkkaradag (parodi)
• Evinşahmaran (parodi)
• Diğer karakterin parodi hesaplarına da bu hesapların takip ettikleri kısmından ulaşabilirsiniz.
30/03/2023
Simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.21k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |