Yeni bölümden hepinize kucak dolusu sevgiler gönderiyorum ve sizleri bölümle baş başa bırakarak keyifli okumalar diliyorum ❣️ Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Kayıp / Acem Kızı
"Kalbimin içerisinde sen varken her şeye katlanabilirim..."
Milena'ya Mektuplar - Franz Kafka
(İlk bölümlerdeki şu sahne ve hissedilen garip çekim>>)
⚫️
Gecenin gündüze, yazın kışa hasret kalışı gibi, asla kavuşamayacağımı bilerek özlüyordum.
Küçük bir fotoğraf karesine, yıllarca neler sığdırmıştım oysa ki...
Gülerken parmaklarımın ucundaydı, sevincimi onlarla paylaşıyordum. Üzgünken, kollarının arasına sığındığımı hayal ederek konuşuyordum.
Ben bir fotoğraf karesine 17 yılımı sıkıştırmıştım meğer. İçimde yarım kalan ne varsa, her birisini oraya saklamış, medet ummuştum. Ve yüreğimdeki o tarifi imkansız olan acı, hiçbir zaman dinmemişti.
"Çok özledim... o kadar çok özledim ki, boğuluyorum sanki."
Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımın üzerinde asla oradan gitmeyecek izler bırakırken, titreyen parmaklarımın arasındaki resmi dudaklarıma kaldırarak uzun bir öpücük bırakmıştım. Tam ikisinin ortasında, gülerek verdiğim poz öylesine masumdu ki, belki de o andan sonra bir daha öylesine masum olduğum bir anı hissetmemiştim. Çocukluğum, hayallerim ve anılarım hepsi orada son bulmuştu.
"Nasıl baş edeceğimi hala öğrenemedim."
Dudaklarımın arasından bir hıçkırık daha firar ederken, karnımın tam ortasında bir darbe hissettim. Tenim dışarıdan farkedilecek şekilde yükselirken, boşta duran elimi hızlıca üzerine kapatmamı sağlamıştı.
Kızım beni duyuyordu.
"Güzelim..."
Titreyen nefesimin arasında fısıldamıştım. Yalnız hissetmemem gerektiğini bana minicik bir hareketiyle göstermişti sanki. Biliyordum kızım ve Yavuz varken ben yalnız değildim. Lakin arada hissettiğim özlem, içimi dağlıyordu işte. Elimden de bir şey gelmiyordu hem.
Odanın içini bu seferde telefonumun bildirim sesi doldurmuştu. Oturduğum yatağın hemen üzerinde duran ekrana gözlerim kayarken, gözyaşlarımı silmiştim.
Yavuz Ağa;
Özledim.
Sanki şu anki duygularımı hissetmiş gibi, anında mesaj atmıştı. Durdurduğum yaşlarım yeniden yüzüme doğru yol alırken, fotoğrafı dizlerimin üzerine koyarak telefonu elime aldım. Ve ona duymak istediği, aynı zamanda benim de içimden geçen şeyleri yazdım.
Bizde özledik birazcık sanırım.
İşe gitmesinin üzerinden 3-4 saat geçmişti oysaki daha, kendisini her an yanımda görmeyi isteyen tarafıma şaşırıp kalıyordum.
Gelirken almamı istediğin bir şey var mı yavrum? Çıkacağım birazdan.
Dudaklarım huzurla kıvrılırken, akan burnumu sertçe çekmiştim. Yine dağılmış, kendimi kaybetmiştim resmen.
Hayır, sen gel yeter.
Buğulu bakışlarım dikkatle ekranda dolaşırken mesajı yeniden sohbet kutucuğuma düşmüştü.
Peki ya kızım, onun canı bir şey çekiyor mu?
Kızım...
Onun o erkeksi sesine öylesine çok yakışıyordu ki kızım demek. Bir kelimeye binlerce duygusunu sığdırarak söylüyordu sanki, mesajı dahi bana sesini anımsatmıştı.
Babasının sesini duymayı istiyormuş sadece.
Her gece uyumadan önce elini karnımın üzerine koyup, kızımızla ettiği sohbetin karşılığını, ufak tekmelerle alıyordu. Ve kızımız babasının her sözüne tepki vererek, kıpır kıpır karnımın içinde hareket ediyordu. Ufacık bir gülümseme emojisi atmıştı tepkime karşılık. Ekranını kapattığım telefonu yanıma bırakarak, yatağın üzerinden kalktım. Öncelikle elimdeki fotoğrafı dolabımın içinde duran kutunun içine koyarak ağzını kapatmıştım. Ardından da aynadaki yansımama kaymıştı bakışlarım. Yüzüm kızarmış, yeşil harelerimin etrafı şişmişti. Vaktim varken banyo yaparak kendime çekidüzen vermemin doğru olacağını düşünerek havlumla beraber banyoya girmiştim.
Saçımdaki tokayı rastgele çıkartıp kenara bıraktığımda, üzerimdeki kıyafetlerden de kurtulmuştum. Duşa kabinin şeffaf camına yansıyan karnıma ufak bir tebessümle bakarken, hızlıca kabinin içine girmiştim. Her gün biraz daha büyüyen karnım, ufaktan hareket alanımı da kısıtlıyordu artık. Yere eğilmek, hızlıca oturup kalkmak ve ani hareketler yapmak doktorumun sözlerine göre yasaktı.
Fıskiyeden çıkan ılık su saç diplerimden boynuma, oradan da vücuduma kayarken, gözlerimi kapatarak derin nefesler almaya başlamıştım.
Yeteri kadar ıslandığına emin olduğum saçlarımı kenarda duran şampuanla köpürttükten sonra aynı şekilde vücudumu da yıkamıştım. Tamamen hallettiğim işimin ardından havluya sardığım bedenimi -özellikle de karnımı- özenle kremlemeye başlamıştım. Az önceye nazaran daha iyi görünüyordum ama hala daha gözlerimdeki kızarıklıklar kendisini belli ediyordu.
Sıkıntılı bir soluğu dudaklarımın arasından verirken giyinme odasına geçerek üzerimi giyinmiştim. Yeşil diz kapağımın biraz aşağısında biten önü düğmeli olan elbiseyi giyinerek açık kahve tonlarındaki hırkamı da üzerine almıştım. Saçlarımı da aynı özenle kurutup taradıktan sonra Yavuz'un gelme vaktinin de yaklaştığını farkederek odadan ayrılmıştım.
İlk durağım salon olurken beni her zamanki köşesinde elindeki örgüyle uğraşıp, aynı zamanda da gözlerini karşısındaki televizyonda gezdiren Zümrüt anne karşılamıştı. İçeriye girişimi hissedip kafasını geriye çevirdiğinde, dudaklarına hafif bir tebessüm yerleşmişti.
"Gel hele kızım."
Ellerinin arasında duran pembe ip yumağını kenara bırakıp, şişin ucunda sallanan küçük hırkayı görmem için havaya kaldırdığında, dudaklarımın arasından kaçan mırıltılara engel olamamıştım.
"Hihh..."
O kadar küçüktü ki, suratımdaki garip ifadeyle oturduğu koltuğa adımlayarak yanına oturmamı sağlamıştı.
"Bu çok güzel."
Daha iyi görmem için ellerimin arasına uzattığında, yüzündeki gülümsemeyle incelemeye başladım. Ne zaman başlamıştı bilmiyordum ama büyükçe bir kısmını halletmiş gibi görünüyordu.
"Torunum giyince daha da güzel olacak annesi."
Gülümseyerek gözlerimi hırkadan kaldırarak yüzüne çıkardım.
"Ellerine sağlık Zümrüt anne."
Başının üzerinde duran mavi şalını hafifçe geriye iteleyerek, ip yumağının yanına koymuştu ördüğü kısmı. Sonrasında da bakışlarını bana çevirmişti.
"Niye ağladın de bakayım?"
Zorla duran yaşlarım bir anda yeniden ortaya çıkmayı istercesine, gözlerimi sızlatmıştı. Bakışlarımı kucağımdaki ellerime, oradan da bileğimde duran yıllardır yanımdan ayırmadığım bilekliğe düşürmüştüm. Annemden geriye sadece bu kalmıştı.
"Anne, babamı özledim."
Lafı uzatmadan direkt söylemiştim. Birileri ile bir şeyleri paylaşmam gerekiyordu şu anda, içimde her an biraz daha büyümesini istemiyordum. Dudaklarına buruk bir gülümseme yerleşmişti benim gibi, bakışlarındaki anne şefkati içimi dağlıyordu. Gözlerini bir kaç defa kırpıştırarak, derince nefes aldı.
"Özlenir... özlenmez mi hiç? Bak bana, yıllar geçti özlerim anamı."
Halıya düşmüştü yeşil gözleri. Bir soluk daha verirken aynı zamanda kucağımda duran elimi elinin arasına almıştı. Gülümsemeye çalıştı.
"Ama dayanmak zorundayız, hayat bu kızım."
Gözlerimiz yeniden kesişmişti. Hafifçe elini kaldırarak, başını salladı.
"Annene benzemem ama bende annen sayılırım, gel bakayım."
Açtığı kollarının arasına, karnımın izin verdiği müddetçe sarılırken, sırtımda hissetmiştim ellerini. Hafif hafif okşuyordu. Gözümden bir damla yaş yanağıma düştü.
"Ağlarsan üzersin onları, gül. Gül ki mutlu olsunlar?"
Başımı sallarken ağırca geriye çekilmiştim. Omzundan çektiği elinin teki karnıma uzanmıştı şimdide.
"Babaannem... güzel kızım."
Zümrüt anne karnımın altındaki ufak kıpırtıları hissediyor muydu bilmiyordum ama benim küçük kızım oldukça nazlı olacak gibiydi. Kendisiyle iletişim kurulduğunu hissettiği heran, yerinde bile duramıyordu.
"Hareket etmeye başladı."
Gülüşümün arasında konuşmuştum. Zümrüt anne de gülümsedi. Elini karnımda biraz daha gezdirdi.
"İsim düşündünüz mü, var mı aklınızda bir şeyler?"
Omzumu hafifçe sallarken, cıklamıştım. Konuyu değiştirerek, beni hüzünlü anımdan çıkarmaya çalışmıştı.
"Hayır, şu anlık aklımda bir şey yok. Yavuz'la da daha konuşmadık hiç isim konusunu."
Kafasını salladı hafifçe.
"Konuşursunuz daha var zamanınız."
Elini çekip yeniden örgüyü aldığında, oturduğum yerden kalkmıştım bende. Salondan çıkıp mutfağa girdiğimde, Gül ablayla kısaca muhabbet ederek masanın üzerindeki sürahiden kendime su koymuştum.
"Hanımım, Yavuz Ağam az önce geldi haberin olsun. Odada olduğunu söylememi istedi."
Başımı hemen salladıktan sonra bardağı bırakarak mutfaktan ayrılmıştım. Heyecanlı bir çocuk gibi, olabildiği kadar hızla merdiveni tırmanmaya başlamıştım.
Odanın kapısını açar açmaz beni boş oda ve banyodan gelen su sesi karşılamıştı. Yüzüme yerleşen gülümsemeyle birlikte giyinme odasına girerek kendisine kıyafet çıkarmaya başladım. Nedendi bilmiyordum ama benim kendisi için seçtiğim kıyafetleri giydiğini görmek bile çok güzel hissettiriyordu. Ortadaki yüksek çekmeceli rafın üzerine kıyafetleri bıraktıktan sonra, odanın içindeki balkona çıkmıştım.
Bir süre bakışlarım öylece dışarıda dolaşırken, açılan banyo kapısıyla kafamı içeriye çevirmiştim.
"Geldiğini duymadım."
Demiştim, aşağıdaki sohbete dalmıştım. Hafifçe gülümsedi, giyinme odasına doğru yürürken.
"Annemle konuşmanızı bölmek istemedim fıstığım."
İçeriye girerek balkon kapısını örtmüştüm. Annesini takip eden çocuk gibi giyinme odasına peşinden girdiğimde, bunu neden yaptığıma dair bir cevapta alamamıştım kendimden.
"Anladım..."
Omzumu yanımda duran kapının kenarına yaslayıp gözlerimi sırt kaslarında dolaştırdığımda, büyükçe yutkunmuştum. Esmer iri bedeninin üzerindeki su damlaları bir bir kayarak havlunun başladığı yerde kayboluyordu. Gözlerim arsızca üzerinde dolaşmaya devam ederken, saçlarının arasında gezdirdiği havlunun olduğu elini aşağıya indirmiş, aynada olan kahveleri yansımadan yeşillerimi bulmuştu.
Far görmüş tavşan gibi şaşkınca kendisine bakarken, kapıya yasladığım bedenimi zorlukla düzeltmiştim. Bedenini tamamen bana döndüğünde, dudaklarına yerleşen o çapkın gülümsemeyle karşılaşmıştım. Şu anda sanırım düştüğüm durumdan keyif alıyordu.
"Şey..."
Dedim, işaret parmağımı ortada bulunan rafı işaret etmek için öne uzatırken. Kafasını salladı, devam etmem için. Sol kaşı hafifçe yukarıya kalkmış, yoğun bakışlarıyla dikkatle beni izliyordu.
"Ney?"
Sesi içimi gıdıklayıp kulaklarıma ulaştığında, nereye koyacağımı bilemediğim ellerimi karnıma koymuştum.
"Kıyafet çıkarmıştım... onu demek için gelmiştim."
Üst dudağına göre bir tık daha dolgun olan dudağını diliyle yalayıp, serseri bir bakış eşliğinde damarlı olan elini üzerindeki havluya uzatmış ve ani bir hamleyle serbest bırakmıştı.
Gözlerinde olan gözlerim bir anda yönünü şaşırdığında, saniyeler içinde arkamı dönerek elimi ağzıma kapatmıştım.
Gülüyordu...
"Yavuz... ne yapıyorsun! Öyle pat diye havlu mu açılır hiç?"
Dilim damağım kurumuş gibiydi. Hızını arttıran kalbimin üzerine indirdiğim elimle, arkamda giyinmeye başladığını seslerden anlamıştım.
"Bir dahaki sefere öncesinde haber vererek açarım yavrum, olur mu?"
Sesindeki imalar ve eğlendiğini belli eden pırıltılarla, tüm bedenimin yandığını hissediyordum.
Çocuğunuz oluyor aslında Evin...
İçimdeki sese kulak asmazken, kapıdan uzaklaşarak odaya girip yatağa oturmuştum. Tek omuzumdan düşen hırkayı düzeltirken, saçlarımı geriye iterek, ellerimi yanan yanaklarıma bastırmıştım.
Bir kaç dakika içinde siyah kumaş pantolonu ve siyah ince kazağıyla kapıdan çıkarak yanıma gelmişti. Kendi kokusuyla bir bütün halinde olan parfümünün kokusu kendisinden önce bedenime sızarken, yeşillerimi açlıkla yüzüne çevirmiştim.
Hafif nemli olan saçlarını geriye itelediği için fazlasıyla ilgi çekici bir görüntüyü bana sunduğunun farkında mıydı emin değildim. Sert adımları oturduğum yatağın tam önünde dururken, kafamı yüzünü görmek için iyice geriye yatırmak zorunda kalmıştım.
Cebine soktuğu elleriyle kahvelerini aynı benim gibi dikkatle gözlerime çevirdiğinde, yüreğim yerinden hoplamıştı. Günden güne daha da yoğunlaşıyordu bu çekim...
Aldığım hızlı soluklar yüzünden göğsüm normale nazaran daha hızlı inip kalkıyordu ve onun kararmış bakışları, gözlerimden ayrıldığı her an oraya düşüyordu. Şu geçen zamanda açılan iştahım ve vitamin ilaçları sayesinde gözle görülecek kadar kilo almış, vücudumda ufak çaplı değişimler olmuştu. Farkındaydı. Ve bu durumdan memnun gibi davranıyordu.
"Güzel bebeğim."
Erkeksi sesi, damarımda akan kanın bile akışını değiştirmiş olabilirdi. Tüm bedenim titremeye başlamıştı şimdiden. Kafamı eğip gözlerimi kaçırdığımda, cebinde duran elinin tekini çıkartarak çeneme uzatmıştı.
İşaret ve orta parmağının ucuyla çenemden destek alıp başımı kaldırmasıyla, yeniden gözlerinin hapsine girmiştim.
"Mesajdaki sözlerini bir de sesli duyayım."
Aramızdaki mesafeyi azaltmak için sol bacağını kırıp yatağa yasladığında, geriye doğru ellerimin üzerinde hafifçe eğilmek zorunda kalmıştım. Benim bedenimle onun da bedeni üzerime eğildiğinde, az önce çenemin ucunda duran parmaklarını kaydırarak, avucunun sıcaklığını ensemde hissetmemi sağlamıştı. Aldığım her solukta onun kokusu doluyordu ciğerlerime, titreyen gözlerimi kapatıp açtım. Ne istediğimi biliyordu ama duyana kadar benimle oynuyordu...
"Hangi... mesajları."
Bir fısıltıdan ibaret gibiydi sesim. Dudakları, burnumla dudağımın tam arasında kalan noktaya değecek kadar yakınıma girmişti üzerime eğilen bedeniyle. Kahveleri yeşil harelerimden dudağıma düştü ve üst dişlerinin arasına aldığı alt dudağını tehlikeli bir gülümsemenin eşliğinde ısırdı.
"Duymadan istediğini sana veremem. Biliyorsun."
Saçlarımın arasında duran parmakları hafif bir baskı ile kafamı biraz daha geriye yatırdığında, açılan boynuma eğilerek sıcak ve uzun bir öpücük bırakmıştı tenime. Gözlerimi sıkıca kapatarak, derin bir nefes daha aldım.
"Benimle oynuyorsun."
Kendimi biraz daha geriye eğdiğimde amacım daha yakın olmamızı sağlamaktı. İstediğimi anında elde ederken, dudakları yeniden kıvrılmıştı serseri bir gülümsemeyle. Zeki bir adamdı ve yine hamlem gözünden kaçmamıştı. Dilini damağına vurarak cıkladı ve bunu yaparken bile içimde büyükçe bir yıkıma sebep oldu.
"Daha oynamaya başlamadım. Sözlerini duyduğumda, seve seve oynayacağım."
Gözlerimdeki şehvet yüklü bakışları çenesinden başlayıp yüzünün her bir köşesinde gezdirdikten sonra mırıldanmıştım.
"Özledim yazmıştım..."
Kenardan güç aldığım elimin tekini havaya kaldırarak, işaret parmağımı tam aramızda duracak şekilde ağırca sallamıştım.
"Ve sen... bazen çok terbiyesiz imalarda bulunuyorsun."
Göğsüme sertçe vuran kalbimle kelimeleri bir araya getirmek çok zordu. Kaşları havalanırken, attığı bakışın altında bana öyle mi dediğini anlayabiliyordum. Aramızda duran parmağıma düşen bakışlarının arasında, hızlıca havaya kalkan eliyle parmağımı yakalayıp dudaklarına yaklaştırmıştı. Kocaman açılan gözlerimle suratına bakmaya devam ederken, beyaz dişlerinin arasına almasını beklemiyordum.
Parmağımı mı ısırıyordu?
"Hihh..."
Hissettiğim ufak acıyla dudaklarımın arasından tiz bir şaşkınlık nidası kaçmıştı. Ve acıdan daha çok hissettiğim şey şehvetti hala...
"Kocaya terbiyesiz denmez."
Kendisine cevap vermeyi isteyerek araladığım dudaklarımın arasına verdiği soluklar daha çok sızarken, zihnim tamamen bulanarak elinin içinde duran elimi çekerek omzuna koymamı sağlamıştı. Şu anda öpmeliydi beni. Kendisine ihtiyacım vardı.
Kafamı kendisine kaldırdığımı gördüğünde bir kez daha gülümsemiş ardından da çok hızlı bir şekilde bedenimi arkadaki yatağa yaslamamı sağlayarak iyice üzerime eğilmişti. Dudakları saniyeler içinde dudaklarımın üzerine kapandığında, ağzımda atan kalbimle ellerimi ensesinde birleştirmiştim.
Sıcak bedenine her an biraz daha sokulurken ben, nefesim tükenene kadar benden uzaklaşmasına izin vermemiştim. Kendi sınırlarımı zorlayabildiğim kadar zorluyordum ve bundan da zerre pişmanlık duymuyordum. Kocamdı o benim.
Bedenimdeki arsız dokunuşlarına, aynı istekle karşılık verirken dudaklarımın arasından kaçan mırıltılar onun dudaklarının arasında kayboluyordu.
O bir girdap gibiydi, en ufak bir dokunuşumda beni içine çekip kendisiyle sarmalıyordu. Ve bende ona muhtaç bir şekilde karanlığına bırakıyordum kendimi. Şu anda da olduğu gibi.
Ben sevdiğim adamın kollarının arasında olmaktan mutluluk duyuyordum.
~
"Ne o, bir derdin mi var Vural Bey?"
Yavuz'un kinayeli sesiyle birlikte elimde duran bardağı çalışma masasının üzerine bırakarak, dikkatimi konuşmaya vermiştim. Çalışma odasında işi olduğunu söyleyen Yavuz'a yaptığım kahveyi götürürken, kendime de taze sıkılan meyve suyundan koymuştum. Ve odaya girdiğimde Vural'la görüntülü konuşan Yavuz'u bulmuştum.
"Ne derdim olacak lan, ne ima ediyorsun sen şimdi bana?"
Vural'ın kaçarcasına söylediği şeyler beni de gülümsetirken Yavuz önüne bıraktığım fincanı eline alarak bir yudum kahve içmişti.
"Ne ima edeceğim ben sana, karının elinden kahve içtiğin evreye tahmini ne zaman geçersin diye düşünüyorum sadece."
Vural ne tepki vermişti bilmiyorum ama Yavuz'un gülmesine bakılırsa, surat ifadesi hiçte hoş değildi. Kamerayı bana çevirdi, ekrandaki adamı gördüğümde elimi havaya kaldırarak salladım.
"Merhaba."
Ciddi bakışları aniden düzelirken, Yavuz'un az önce o bakışlara güldüğüne emin olmuştum.
"Merhaba yenge, nasılsın? İyisindir İnşallah."
Gülümseyerek kafamı salladım.
"İyiyim çok şükür. Sen nasılsın, Nehir teyzeyle Mahir amca nasıllar?"
Karakoldaydı sanırım, arkasında büyük bir Türk bayrağı bulunuyordu.
"Onlarda çok iyiler, arada soruyorlar sizi. Gelirsiniz artık bir daha bebek doğmadan."
Gözlerim Yavuz'u bulmuştu.
"Geleceğiz merak etme."
Dedi araya girerek Yavuz. Aklıma gelen şeyle birlikte gözlerim yeniden ekranı bulurken, sorup sormama konusunda ufacık bir tereddüte düşmüştüm.
"Şey... Nevra nasıl?"
Duyduğu isimle suratı yeniden garip bir ifadeye bürünürken, Yavuz bir defa daha gülmüştü. Bana çevirili olan kamerayı kendisine çevirerek, boşta duran eliyle yanına geçmem konusunda ufak bir işarette bulunmuştu.
Seri adımlarla yanındaki yerimi aldığımda, oturduğu sandalyenin kenarından elimi omzuna koyarak ekrana eğilmiştim hafifçe.
"Nevra... iyi. İyidir herhalde yani, bilmiyorum."
Havaya kaldırdığı eliyle kaşının kenarını rastgele kaşıdığında dudaklarını da yeniden aralamıştı. Fakat konuşamadan odasının kapısı tıklatılarak açılmıştı.
"Komiserim, getirdiler adamı. Sorgu odasında, sizi bekliyorlar."
Kafasını sallayarak ayağa kalktığında gözleri elindeki telefondan bizi buldu yeniden.
"Kusura bakmayın şimdi kapatmam gerekiyor. Yine konuşuruz, Allah'a emanet."
"Dikkat et kardeşim görüşürüz."
Yavuz'un kapattığı telefonla birlikte gözlerimi yanımdaki adama çevirmiştim.
"Nevra'yı duyunca biraz garip davrandı sanki?"
Kafasını sallamıştı Yavuz, gülümsemeyi de ihmal etmiyordu.
"Daha bu iyi günleri."
Meyve suyu bardağını önüne çekerek, sandalyesini kenara kaydırmıştı. Ayakta duran bedenimi itiraz etmeme fırsat vermeden dizlerinin üzerine oturttuğunda, bardağı yeniden eline alarak dudaklarıma götürmüştü.
"İç bakalım."
Sözlerini dinleyip bir kaç yudum aldıktan sonra, kendi bardağındaki kahvesinden içmişti. Gözleri her defasında olduğu gibi hissettiği kahvenin tadıyla kapanırken, sade kahveden bu kadar keyif almasına ne kadar şaşırdığımı bu sefer dışa vurmuştum.
"Nasıl içiyorsun o kahveyi, çok acı değil mi?"
Kalçamın üzerinde, bel boşluğumun biraz altında duran sıcak avucunu tenime hafifçe bastırmış, arasında çok az mesafe olan yüzlerimizi aynı hizaya getirmişti.
"Sen yaptın bu kahveyi. Acı olma ihtimali yok... baldan tatlı."
Gözlerinin içine bakarak yutkunmuştum. Kafese mahkum bırakılan bir kuşun özgürlüğüne kanat çırpması gibi hızlı hızlı atıyordu yüreğim.
Dudaklarını yeniden araladı. Kahvelerini gözlerime kilitlemişti. Daha önce onun sesinden türkü dinleyeceğimi tahmin dahi edemezken, şu anda bakışlarının yoğunluğunun altında dudaklarından dökülen nağmeleri dinliyordum. Ve her bir kelimeyle, bakışları benim üzerime düşüyordu.
"Seni seven, seven oğlan
Oğlan, neylesin malı..."
O oğlan kendisi gibi, sertti sözleri.
"Yumdukça gözünden döker mercanı...
Burnu fındık, ağzı kahve fincanı."
Gözlerime çıkmıştı gözleri. Düşen herbir gözyaşımı işaret ediyordu sanki. Sonra burnuma, oradan da dudaklarıma. Devam etti.
"Şeker mi? Şerbet mi?"
Kavisli kaşlarını çatarak sormuştu. Lakin cevabını biliyor gibiydi. Gülümseyerek ekledi.
"Bal Acem kızı..."
Ömrümün sonuna kadar hafızama kazınarak kalacaktı bu sahne. Gözlerimin içine baktığı her an, kalbimin en güzel köşesine girerek kendisine bir yer edinmişti.
Yüreğime dolup taşan duygularla beraber gözlerine hayran hayran bakıyordum. İçime sığmıyordu sanki hislerim. Boşta duran elini alt dudağımın üzerine dokunacağı şekilde yüzüme yaklaştırdığında, tenime uzunca dokunmuştu parmakları.
"Bal Acem kızı..."
Fısıltılı sesini duyarken, gözlerim kendiliğinden kapanmıştı. Tüm ilkleri onunla yaşıyordum. En beklemediğim anlarda, tüm benliğimi alt üst edecek inceliklerde bulunuyordu. Ve ben bu adama, kocama büyük bir hayranlık duyuyordum.
"Acem kızı..."
Dedi, dudağımda duran parmakları yanaklarıma kaymış, yüzümü avucunun arasına almıştı. Devam etti.
"Senin gibi beyaz tenli, çok güzel bir kadınmış."
Gözlerim merakla yeniden açılıp yüzünü bulduğunda, bir tutam saçımı kulağımın arkasına iliştirmişti. Gülümsedi.
"Benim için en güzeli sensin."
Dudaklarımın hafifçe kıvrıldığını gördüğünde devam etti.
"Her dinlediğimde hikayesi düşer zihnime, Ali'nin kavuşamadığı sevdasına zikrettiği sözler dolanır dilime... meğer yıllarca dinlediğim türkünün içinde sen gizlenip kalmışsın. Ali ulaşamadı ama ben ulaştım..."
Kaşlarım merakla çatıldı. Hikayeyi duymak istiyordum.
"Ali, ovaya çalışmaya gittiğinde görürmüş hep onu. Bir yandan işini yapar, bir yandan da sessizce ovanın ortasındaki kadını izler dururmuş. Ara sıra kendisine bakan Acem kızı, öyle bir gülermiş ki Ali'ye... dünyaya bedelmiş Ali için bu. Her gece göreceği kadının hayaliyle uyuyamazmış bile."
Sıcak dudaklarını şakağıma bastırdı uzunca.
"Bir gün cesaret ederek kızın karşısına çıkmış ve kendisini her gün izlediğini, kendisinin sevdası olmasını istediğini söylemiş. Gözünden akan bir damla yaşla kaçıp gitmiş Acem kızı. Ve o Ali'nin onu son görüşü olmuş... bir daha ne Acem kızı o ovaya gelmiş, ne de Ali onu görmüş. Sevdiği kadının yaşlı bir adama para karşılığı verildiğini öğrenmiş bir zaman sonra... Sevdası içinden taşmış, kelimelere dökülmüş."
Sağ gözümden akan bir damla yaş yanağıma doğru süzülürken neden böylesine içime oturduğunu bilmiyordum hikayenin. Gözyaşımı yakaladı, usulca sildi.
"Acem kızı gibi girdin hayatıma sende... seni gördüğüm ilk anda sanki zihnimde bu türkü dönüyordu."
Bir damla daha hızlıca diğerinin yanına ulaşırken, kollarımı hangi ara boynuna sararak kafamı omzuna yasladığımı bilmiyordum. Burnumu çektim, küçük bir çocuk gibi.
"Peki ya Ali... ona ne oldu?"
Dudaklarını hafifçe kıvırarak, bilinmez dercesine bir bakış atmıştı.
"Birçok türkünün de iç yakan kısmı bu değil mi zaten? Yarım kalan veyahut hiç yaşanmasına dahi izin verilmeyen sevdaların ağırlığı."
Kafamı hafifçe kaldırarak gözlerine baktım.
"Bir şeyler söylediğini bilmiyordum..."
Titrek bir soluğu dudaklarımın arasından dışarıya bırakmıştım. Sırtıma kaydırdı elini ve bedenimi biraz daha rahat edeceğim şekilde göğsüne yasladı. Diğer eli ise saçlarımın arasına karışmıştı.
"Çok kişi bilmez. Arada söylerim bir şeyler."
Elimi yanağına çıkardım ve avuç içine batan sakallarının karşısında tebessüm ettim. Ne güzel bir adamdı böyle.
"Hep söylemini isterim."
Alttan attığım bakışlarla beklentiyle bakıyordum kahvelerine. Sesindeki huzuru tatmışken, bundan mahrum kalmayı istemezdim.
Serseri bir şekilde gülümsedi, hafif dağınık saç tutamlarından her zamanki gibi asi olan bir tanesi alnının kenarına doğru düşmüştü. Yanağında duran elimi kaldırarak, o tutama uzattım ve nazikçe geriye iteledim.
Parmak uçlarım saçlarından alnına, oradan şakağına, oradan da yanağına doğru yol alırken, sakalları parmak uçlarımı karıncalandırıyordu.
"O zaman da söyler misin?"
Göğsü aldığı derin solukla havalanmıştı. Soruma bir cevap vermeden önce uzun uzun gözlerime bakmıştı.
"Canımı iste onu bile veririm, bir türkünün lafı mı olur güzelliğim. Senin istemen yeter."
Gülümseyerek, çenesine uzanarak dudaklarımı bastırmıştım. Dokunuşumu beklemediği şaşırdığını belli eden gözlerinden yeteri kadar anlaşılıyordu. Bir an düşünmüştüm sadece, acaba Yavuz elimden tutup beni bu yola sokmayı istemeseydi şimdi ne halde nerede olurdum. Ve kalbimi sevgiyle böylesine dolduran adamdan uzak, nasıl nefes alıp, yaşardım?
Kader... iyi ki bir araya getirmişti bizi. İyi ki yoluma çıkarmıştı onu, iyi ki sevdasının tohumlarını gönlüme ekerek, yüreğime girmesine izin vermişti. İyi ki vardı... hep olsundu.
~
Mihrimah'tan:
Heyecandan titreyen ellerimi elbisemin eteklerine bir kez daha sertçe silerken, yatağın üzerinde duran telefonumun çalmasıyla beraber dikkatimi toplamıştım. Birazdan evdekilere ufak bir konuşma yapacaktım ve daha şimdiden nefesim kesilmiş, göğsüm heyecanla atmaya başlamıştı.
Ekrandaki Mirza'nın ismini okurken, onu da bekletmemek üzere hızlıca aramayı yanıtlamıştım.
"Mirza!"
Gereğinden fazla yüksek çıkan sesimle karşı tarafta ufak çaplı bir şaşkınlık yaşadığını düşünüyordum.
"Mihri, iyi misin, bir şey mi oldu?"
Odanın içinde bir sağa bir sola doğru yürüyordum.
"Birazdan konuşacağım ya bizimkilerle... çok heyecanlıyım."
Dilimden dökülen kelimelerden sonra gülümsediğini işitmiştim. Benim aksime çok rahattı.
"Gülüyor musun?"
Sert sesimle konuşurken, hafifçe öksürerek sesini düzeltmişti.
"Hayır, gülmüyorum. Neden güleyim?"
Gözlerim aynayı bulurken, boşta duran elimi saçlarımın ucuna çıkartmıştım.
"İyi inanmadım ama neyse... şimdi daha önemli bir konu hakkında konuşmamız lazım."
Şu anda neredeydi tam olarak, bilmiyordum.
"İstersen bu konuşmayı ben yapayım. Kendini bu kadar strese sokma lütfen."
Görecekmiş gibi kafamı sağa sola doğru sallarken mırıldanmıştım.
"Hayır hayır... en başta bir şeyleri benden duysalar çok daha iyi olur. Hem, sizin de hep birlikte dönmeniz yakın, öyle demiştin. Herkesi şoka sokmak istemiyorum."
Aynadaki bakışlarım şimdide camdan dışarıyı bulmuş, etrafı izlemeye başlamıştı.
"Korktuğun kadar büyük tepki vermeyecekler, rahat ol."
Dudaklarım kıvrılmıştı ağırca. Yanılıyordu.
"Seni oğulları olarak seviyorlar evet ama damatları olarak aileye gireceğinden daha tam olarak haberleri yok... bence hemen sevinme."
Gülerek söylediğim sözlerden sonra oluşan sessizlikle, sözlerimi düşündüğünü biliyordum. Stresimi üzerimden atmaya çalışırken, kendisiyle uğraşıyordum resmen. Kesinlikle içimdeki küçük Mihri peşimi bırakmıyor, her yerde yaramazlık yapmaya çalışıyordu.
"İstemezler mi?"
Tereddüte düşmüş gibiydi sesi. Karşılık verdim.
"Bilemem artık... sonuçta öncesinde sözde abimdin."
Sıkıntılı bir soluk almıştı derince.
"Anasını satayım, asla unutmayacaksın değil mi?"
Dişlerimin arasında hayır dercesine mırıldanırken, gülümsemem kıkırtılara dönüşmüştü.
"Neyse ben ineyim artık aşağıya, bekletmeyeyim daha kimseyi."
"Haber bekliyorum senden, sakin ol."
Kafamı salladım onaylayarak.
"Kapatıyorum o zaman..."
Erkeksi gülüşü doldurmuştu kulaklarımı.
"Eeee kapat o zaman."
"Sen kapat."
Dudaklarımın arasından dökülen kelimelerime bir anlam yükleyemezken, kafam tamamen konuşmamıza kaymıştı.
"Sen kapat Mihri."
Kaşlarım havalanırken, dudaklarımı yeniden aralamıştım.
"Olmaz sen kapat."
Bir anda sonlanan aramayla birlikte gözlerim kocaman açılırken, şaşkınca ekrana bakıyordum. Kapat dedim diye kapatmış mıydı yani?
"Kapattı."
Dudaklarımın arasından dökülen şaşkın kelimelerimin arasında yeniden isminin üzerine dokunurken, kesinlikle küçük bir çocuktan farkım yoktu.
Saniyeler içinde aramamı yanıtlamıştı. Ve konuşmasına izin vermeyerek söze atladım.
"Kapat dedim diye kapatmak zorunda mıydın yaa! İnsan der hayır sen kapat. Al ben kapatıyorum, gör gününü!"
Bir cevap vermesini dahi beklemeden kapattığım telefonu yatağın üzerine bırakmıştım. Stresim artık daha da azdı bence, bir miktarını Mirza'yla uğraşarak harcamıştım çünkü nede olsa. Üzerime ve tipime aynadan bakarak ellerimle saçlarımı düzelttikten sonra oyalanmadan odadan çıkmak üzere kapıya dönmüştüm. Odadan çıkmadan önce telefonuma gelen mesaj bildirimi sesiyle, mesajın Mirza'dan geldiğinden emindim. Telefona bakmayı es geçerek odadan çıktığımda, salondan yükselen kahkaha sesleri beni karşılamıştı.
Tüm aile olarak bir aradaydık bu akşam ve ben bu haberi herkesin olduğu ortamda söylemeyi istemiştim. Bir kaç aydır gizli saklı konuşup, buluşmuş olsakta artık ciddi şekilde bir adım atmamız gerektiğinin fazlasıyla farkındaydık. Özellikle de annemle aramda yaşanan ufak olaydan sonra bunu yapmak zorundaydık.
İçeriye girer girmez, salonun ortasında ayakta kucağındaki Aras'ı havaya zıplatarak oyun oynayan Yavuz abimle karşılaşmıştım ilk olarak. Çiçeği burnunda hamile yengem ise tam karşısında kalan ikiliyi gözlerinden çıkan kalplerle izliyordu.
Diğer koltuğa baktım, Miraç abim omzuna yaslanan Berivan yengemin saçlarını yüzündeki gülümseme ile okşuyordu.
Yavuz abimin tam karşısında Aras'ın göz hizasında duran Boran abim ise küçük yeğenimin her havaya kalkışında, ellerine uzanarak türlü şebeklikler yaparak gülümsemesini sağlıyordu.
Babaannem yanında oturan annemin ördüğü hırkayı incelerken, babam oturduğu yerinde kahvesini keyifle yudumluyordu. Gülümseyerek kapının önünden içeriye geçerek, tam ortada duracak şekilde durmuştum.
"Bir karın ağrın varda, çıkar kokusu."
Boran abimin şüpheci bakışlarının açık açık hedefi olurken, Yavuz abim havada duran Aras'ı kollarının arasına alarak saçlarının üzerine bir öpücük bırakmıştı. Gözleri ağırca beni bulduğunda, söyleyeceğim şeyin konusunu anlayarak kafasını memnuniyetsize sallayarak, karısına dönmüştü.
Evin yengem, bir bana bir abime baktığında, sakin olması konusunda abime imalı bakışlar atmaya başlamıştı.
"Cidden Mihrimah, ne bu halin abim? Yemekten beri yerinde duramıyorsun?"
Miraç abime kayan bakışlarımla yerimde hafifçe sallanmıştım. Odaya mı sıcak basmıştı yoksa bana mı bilmiyordum, heyecandan ter döküyordum resmen.
"Sizle bir şey konuşmam lazım."
"Biliyordum ulan, bu cadı bir haltlar çeviriyor."
Boran abimi duymazlıktan gelerek, babama ardından da anneme ve babaanneme bakmıştım.
"Şimdi şöyle ki..."
Karnımın içindeki kelebekler neyin nesiydi? Bayılacaktım heyecandan.
"Nereden başlayacağım bilmiyorum."
Sessiz mırıldanışımla birlikte saçlarımı geriye itelerken, konuya hakim olan Yavuz abimden bir tepki almamış olmam içimi birazda olsa rahatlatmış gibiydi. Her abi gibi bizi gördüğünde öyle tepki vermesi çok normaldi, bana karşı sonrasında nasıl yaklaştığı önemliydi.
"Lafı dolandırmadan de kızım hele."
Babamın sesiyle yerde olan gözlerimi kaldırdığımda, saniyeler içinde dilimden içimdeki her şey bir bir dökülmüştü. Ve odanın içindekilerde nasıl bir etki bıraktığımın farkına dahi varmama fırsatım olmamıştı. Acaba biraz dolandırsa mıydım lafı, çok açık olmuştu sanki.
"Hayatımda birisi var, ciddi düşünüyoruz."
"Ne?"
Miraç abim bağırmıştı.
"Hadi lan oradan, dalga geçiyor!"
Sözlerimin ciddi olmamasını bu şekilde yüzüme vurarak, bağırmıştı.
"Ne dersin kızım sen?"
Ah babam...
"Mihrimah?!"
Annem terliğine uzanmıyordur İnşallah, öyleyse hemen kaçayım.
"Gözlerinden belliydi, de hele kim bu yiğit?"
Babaannem, dur ortam çok kritik.
~
Evin'den:
Salonun ortasındaki sessizlik çığ gibi her an biraz daha büyürken, Mihrimah'ın kendilerine olan bakışlarıyla teker teker ne kadar ciddi olduğunu anlamışlardı. Ve tüm bu süre boyunca sessiz kalan Yavuz, hepsinin dikkatini çekmişti.
"Yavuz abi sen niye susup, oturuyorsun?"
Boran'ın sorusuyla beraber kahve gözleri önce Mihrimah'ı bulmuştu Yavuz'un. Herne kadar tepkisiz durmaya çalışsa da, gözlerinde ufak bir uyarı vardı... Sıktığı çenesinin arasında konuşmuştu.
"Girme oralara, anlatsın bir."
Herkesin dikkati yeniden Mihrimah'ı bulmuştu, Yavuz'un sözleriyle.
"Taksit taksit konuşmasana kızım."
Boran'ın ikazıyla hafifçe geriye adımlamıştı. Fakat Boran'ı da durduran kişi tam olarak Mümtaz babaydı.
"Bağırma kardeşine Boran."
"Yabancı birisi değil, tanıyorsunuz. Bu yüzden de arkanızdan iş çevirmeyi istemedim, şu anda açık açık sizle paylaşmam daha doğru bunları."
Yutkunarak, yanı başımda oturan Yavuz'un elini tutmuştum. Sessiz durması hayra alamet değildi, bedeni her an biraz daha geriliyordu ve bu dışarıdan fazlasıyla belli oluyordu.
"Yabancıya gitmeyeceksin o zaman, ne güzel."
Heja dapirin yüzündeki gülümsemeyle sarfettiği sözleri bir an beni de güldürecek gibi olmuştu. Gözlerim karşımda oturan Berivan'ı bulurken, onunda gülmemek için direndiğini görmüştüm.
"Kim bu Mihrimah?"
Zümrüt anne sormuştu bunu. Annesine karşı hissettiği mahcubiyet duygusuyla gözleri halıya düşmüştü. Ve ardından da dudaklarının arasından o isim dökülmüştü.
"Mirza... Mirza Akduman."
Bununla birlikte bombanın pimini çekerek salonun tam ortasına atmıştı Mihrimah. Herkesin suratına yerleşen garip ifade, tam olarak ne hissettiklerini anlaşılmaz kılıyordu. Nefesimi tutmuş bir vaziyette gözlerimi hala herkesin üzerinde sırayla gezdirirken, Mümtaz baba boğazını temizlemişti.
"S*ktir!"
Boran'ın küfürüyle çatılan kaşlarını düzeltirken, fazla da tepki göstermemeye çalışıyor gibiydi.
"Mirza Akduman demek."
Kafasını sallayan Mihrimah, her an ağlayacakmış gibi derin bir soluk alırken, Berivan'la yeniden bakışlarımız kesişmişti.
"Mirza... ne zamandır bir şeyler var aranızda?"
Böyle konularda bir baba nasıl tepki verirdi, yaşamadığım için bilemiyordum. Ama buna rağmen yine de Mümtaz babanın öfkesini kontrol etmeye çalıştığını görebiliyordum.
"Bir süredir konuşuyoruz..."
Sözlerinin hemen ardından salonda yükselen ses yine Boran'a aitti. Neden bu kadar sinirlenmişti emin değildim ama Mirza'dan pek haz etmediğini varsayarsak tepkileri oldukça normal kaçabilirdi.
"Ne yani, siz bir süredir gizli gizli konuşuyor musunuz? Ulan bu adam kardeş ayağıyla yaklaşmıyor muydu sana, ne alaka şimdi?"
"Boran, dinle önce bir."
Miraç abiydi bu sefer araya giren kişi. Boğazını temizlemek istercesine öksürüğünde, kelimelerini seçmekte zorlanıyor gibiydi.
"Sadece hazırlıksız yakalandık bu duruma, bir de tanıdığımız birisinin çıkması garip geldi."
Dizlerinin üzerinde duran ellerine kısaca baktıktan sonra konuşmasına devam etmişti.
"Yetişkin bir kadınsın, kararlarına karışma hakkımız yok. Mutlu olacaksan eğer, kendi adıma konuşayım her zaman arkanda dururum."
Mihrimah daha fazla kendisini tutamayıp ağlamaya başlarken, hızlıca Miraç abinin yanına koşarak boynuna sarılmıştı. Bakışlarım Yavuz'a kaydı, ilk zamanlardaki öfkesi yoktu artık gözlerinde. Ve abisiyle kız kardeşine bakarken, bakışlarına ufakta bir hüzün yayılmıştı.
"Abin haklı. En azından geldin söyledin, bundan sonrası nasip kısmet."
Mümtaz babanın da gözlerine aynı hüzün yerleşirken, bende ağlayacağımı hissetmiştim.
"Mirza gözümüzün önünde büyüdü neredeyse, severim kendisini... mutlu olursunuz İnşallah."
Zümrüt anne de dudaklarını aralayıp konuşmasını sonlandırırken, abisinden ayrılan Mihrimah annesiyle babasının yanına geçerek onlara sarılmıştı.
Bu sefer konuşan kişi Heja dayeydi. Dudaklarının arasından kaçan kıkırtıların eşliğinde söylediği sözler, tüm duygusallığımıza rağmen dudaklarımızın içtenlikle kıvrılmasını sağlamıştı.
"Gözüme kestirmiştim zati... Kurê reş." (Kara oğlan.)
Mihrimah'a öpmesi için elini uzatırken, yanına yaklaşınca kulağına da bizim duyamayacağımız şekilde fısıldamıştı.
"Başta sinirlensem de sonrasında onay vermiştim zaten. Her kararına saygı duyuyorum."
Yavuz'a çevirmiştim yeşillerimi. 24 yaşındaki genç bir kadın değildi onun gördüğü... o hala karşısında küçük kız kardeşi Mihrimah'ı görüyordu. Dudaklarım buruk bir tebessümle kıvrıldığında, kucağımda duran elini parmaklarımla sarmaladım. Herne kadar dışarıdan öfkeli gözükse de, evin içinde bir başkası oluyordu...
Oda yeniden sessizliğe gömülürken, geriye konuşmayan tek kişi, Boran kalmıştı. Gözlerim kendisini bulurken, öfkeden ziyade onun da duygusal bir hale bürünerek kardeşine baktığını görmüştüm. Çoğu şeyi alaya alsada, fazla duygusal bir tavrı vardı. Oturduğu yerden ağırca kalkarak, derin bir soluk almıştı.
"O adam yüzünden bir kere bile ağladığını görürsem, herbir gözyaşı damlan için, onun ömründen çalarım..."
Açtığı kollarının arasına aldığı kardeşinin saçlarına dudaklarını bastırdığında, tam göğsümün altında o burukluğu yeniden hissetmiştim.
Sahipsiz olduğun zaman kimse senin için birilerini tehdit etmiyor, herne olursa olsun ben yanındayım demiyordu.
Şu anda Yavuz benim için hepsi olarak kol kanat geriyordu... ama o gelene kadar asla böyle olmamıştı ki.
Canım acıyor dediğimde, birazda ben acıtayım demişti hepsi...
Gözlerim yerdeki halının üzerinde ağırca dolaşırken, boğazıma bir çift el dolanmış gibi hissediyordum.
Ben çok kolay gözden çıkarılmıştım meğer.
"Geçmişte kaldı hepsi, şu anda yanımdasın."
Kulağıma sızan sıcak nefes ve fısıltılı sesle birlikte kafamı kaldırıp gözlerimi kendisine çevirdiğimde, dudaklarımın arasından titrek bir soluk almıştım.
Bir eli belimde, diğer eli ise az önce benim ellerini sarmaladığım ellerimdeydi. Etrafımızdaki tüm sesler silinmiş, sadece onun soluklarını duyuyordum. Kahve harelerini iki gözümde de ağır ağır gezdirirken, yüzünü biraz daha eğerek, burnunu saç diplerime yaslamıştı.
"Bakışlarına o hüzünün yerleştiği her an ölüyorum. Bunu bana yapma... lütfen."
Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp sertçe ısırdığımda, boğazımdaki eller yavaşça uzaklaşmış gibiydi. Göğsümü az önce yarım kalmışlığın hissiyle döven kalbim, şimdi gözlerimin içine bakan adam için sert sert vuruyordu.
"Elimde değil, istemsizce düşünüyorum. O kadar çok şeyden mahrum kalmışım ki... nefesim kesiliyor sanki."
Benden ziyade 8 yaşındaki küçük kızın sitemiydi bunlar. Sevilen birilerini görmek beni mutlu ediyordu elbette ama benden çalınan her anı düşündükçe, içimde büyükçe bir sızı oluşuyordu. Ve bunların hepsi bir hiç uğruna olmuştu, en acısı da buydu benim için.
Mümtaz baba kızının kararına saygı duyarken annemle babamın canını bir an bile düşünmeden alan kişi, annemin babası olmuştu. Geride kalan ben ise zerre umurlarında olmamıştım.
"Biliyorum..."
Demişti.
"Ama sen üzülünce, üzülen kişi tek ben olmuyorum."
Elim anında karnımı bulurken, gözlerimi kapatarak, kafamı omzuna yaslamıştım. Haklıydı.
"Bazen rüyada olduğumu düşünüyorum Yavuz... beni öylesine mutlu ediyorsun ki, gerçekliğin içinde kayboluyorum sanki."
Elini sıkıca elimle yeniden tuttuğumda, gözlerimi omzunun üzerinden yüzüne kaldırmıştım.
"Gitme. Herkes gitse bile sen hep yanımda kal... benim bir daha çaresizce kalmama izin verme."
Kıstığı gözleri özenle gözlerimde dolaşırken, dudaklarını alnıma bastırarak uzunca öpmüştü.
"Vermem. Bu can bu bedenden çıkmadıkça ben seni bir an bile bırakmam."
Kollarının arasına sığınmış halde gözlerimi sıkıca kapatarak, kendi sessizliğime sığınmıştım. Biliyordum, verdiği sözleri tutup beni bırakmayacağını çok iyi biliyordum.
~
10 gün sonra:
Hemen yanımda duran Yavuz'un elini gayriihtiyari bir şekilde daha çok sıkarken, güldüğünü işitmiştim.
"Rahat ol güzelim, gerileceğin bir durum yok."
Şirkette, her yıl aynı tarihte yapılan yemeğin bu yılki organizasyonundaydık. Tüm çalışanlarla ailelerinden bir sürü kişinin katıldığı bana göre kalabalık, Yavuz'a göre normal sayıdaki bir düzenlemeydi bu.
"Demesi kolay."
Derken, gözlerimi karşıya çevirmiştim. Az önce Boran'ın ve Mihrimah'ın bir yere gittiğini görmüştüm ama şu anda ortada yoklardı. Elimin arasındaki el kayıp giderken, Yavuz kalabalığı umursamadan, belimden tutarak aramızdaki mesafeyi azaltarak kendisine çekmişti beni.
"Yavuz..."
Ufak bir mırıltıyla kendine karşı koymaya çalışırken, aslında gerçekten de karşı koymaya mı çalışmıştım bilmiyordum. Kahve hareleri yüzümden açık saçlarıma, oradan da bedenime tamamen yapışan siyah elbiseye düşmüştü.
Serseri bakışları göğüslerimde bir tık daha fazla oyalanırken, havaya kaldırdığım elimi koluna vurmuştum.
"Yapmasana şöyle insan içinde!"
Bakışlarıyla tüm bedenim bir anda ısınmıştı sanki. Gülümsedi. Beyaz gömleğini tamamlayan siyah bir takım giyinmişti. Ve şu anki görüntüsü, ilk gördüğüm andan itibaren ağzımı sulandırıyordu.
"Tek engelimiz insan içinde olmamız mı yavrum, atayım seni odama."
Sağ gözünü kırparak, hafifçe salladığı kafasıyla benden bir cevap bekliyordu. Ciddi olup olmadığını anlayamazken, yalancı bir şekilde öksürerek dikkatimi toplamaya çalışmıştım.
"Karnım acıktı galiba benim, aşeriyor da olabilirim."
Kanım kaynıyordu karşısında ve ben şu anda üzerine atlayacak kıvamdaydım.
"Doyurmamı istersen, buradayım."
Kocaman açılan gözlerim anında kahvelerini bulurken, o bakışlarını benden çekerek masanın üzerindeki kadehi parmaklarının arasına alarak dudaklarına götürmüştü. Kehribar sıvı boğazına doğru yol alırken adem elması ahenkle hareket etmiş, suratına ise beni afallatmış olmanın keyfini süren bir ifade yayılmıştı.
"Aranıza giriyorum ama yengemi acil almam lazım."
Dikkatimizi dağıtan şey biraz telaşlı biraz heyecanlı şekilde gelen Mihrimah'tı. Kırmızı bir elbise giyinmişti bu akşama özel ve kendisine her zaman olduğu gibi yine oldukça yakışmıştı.
"Ne karıştırıyorsun?"
Yavuz'un şüpheci bakışlarını umursamadan tatlı tatlı gülümserken, çoktan koluma girip kendi tarafına çekmişti beni.
"Ne karıştıracağım Allah aşkına. Yengemi göresim geldi belki, olamaz mı?"
"10 dakika veriyorum."
Yavuz'un gözleri hala bizdeyken Mihrimah kafasını sallayarak onaylamış ardından da kendisiyle beraber yürümemi sağlamıştı. Az önce Boran ile gittiği tarafa doğru yürüyorduk şimdi.
"Nereye gidiyoruz?"
Ayağımdaki babetler yürümeme zorluk çıkarmazken, yine de temkinli davranıyorduk.
"Ayy yenge çok garip bir şey oluyor, görmen lazım."
Kafamı kendisine çevirdim.
"Garip derken?"
Etrafımızdaki kalabalık yavaş yavaş azalırken, uzun koridora çıkmıştık.
"Boran abim az önce garson kadınlardan bir tanesini tutup götürdü. Peşlerinden gitmeden önce de seni aldım."
Karşımızda duran kapı açılıp, bir kaç garson ellerindeki tepsi ile oradan çıkarken, Mihrimah önce sola sonrada sağa bakmıştı.
"Kimseye görünmesek iyi olur."
Kafamı sallayarak, yürümeye devam ettim. Koridorun sonundaki yol ayrımı bizi duraksatırken, nereye gideceğimizden emin olamamıştık.
"Nereye kayboldu bunlar iki dakik..."
"Ne demeye çalıştığınızı anlamıyorum."
Mihrimah'ın sesini bölen bir başka kadın sesiyle ikimizin de gözleri hemen solumuzda kalan tarafı bulmuştu. Sessiz bir şekilde ilerleyip yolu sonlandırdığımızda bomboş salonun duvar kenarındaki ikili görüş açımıza girmişti. Mihrimah'ın söylediği gibi Boran ve karşısında çalışan bir kadın duruyordu.
"Ne demeye çalıştığımı gayet iyi biliyorsun! Uzatma söyle."
Boran'ın yükselen sesiyle beraber karşısındaki kadınla birlikte bizde refleksle yerimizde sıçramıştık.
"Beyefendi işime engel oluyorsunuz benim farkında mısınız? Kimsiniz, sizinle ne gibi bir bağım olabilir benim? İşimi yapıyorum ve birkaç saat sonra buradan gideceğim bu kadar basit."
Mihrimah iyice kapıya yaklaşırken, konuşmuştu.
"Haklı bu arada, çalışıyordu kız niye engel oluyor ki abim şimdi? Koridora çıktığımızda gördü bunu, sonra görüş o görüş. Yapıştı koluna çekti."
Duyduklarım şaşırmam için yeterliydi. Dikkatimi karşıya çevirdim.
"Benan'ın yürütmeye çalıştığı dosyalardan sonra sırada sen mi varsın?"
Ellerini cebine sokarak alaycı bir tavırla konuşmuştu. Ve söylediği her kelimeden sonra kızın suratında hem öfke hemde kırılmışlık hissi yansıyordu.
"Sözlerinize dikkat edin, benim kimsenin yerinden bir şey aldığım yok. Alnımın akıyla çalışıyorum."
Kafasını hafifçe sallamıştı Boran. Bakışlarım yeniden kızı buldu. Buradan dahi bakışlarına yansıyan üzüntüyü görebiliyordum.
"Öyledir. Ne tesadüf ikidir karşıma çıkıyorsun."
Mihrimah'a döndüm telaşla.
"Ağır konuşuyor. Araya girmeli miyiz?"
"Bilmiyorum... ama kıza üzüldüm."
Konuşmayı bırakıp yeniden ikiliye baktığımızda, kız her şeye rağmen kafasını kaldırarak dimdik durarak konuşmuştu.
"Senin gereksiz tavrın yüzünden işimi kaybedemem ben. Sözlerime inanıp inanmaman zerre umurumda değil. Madem bu kadar kafana takıldı patronumla git konuş. Şimdi çekil önümden."
Boran'ı iteleyip önünü açtığında hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Fakat Boran onu durduracak sözleri son anda söylemeyi ihmal etmemişti. Ve sanırım bu bardağı taşıran son damlaydı.
"Dikkatimi çekmeyi başardın ama Benan bunu ilk seferde yapmıştı. Aranızdaki fark bu sanırım."
Boran yüzünü görmüyordu ama bizim yüzünü tam gördüğümüz kızın bakışlarına öfkesini bastıracak kadar güçlü bir hüzün yayılmıştı. Kirpikleri titrerken, gözünden bir damla yaş kayarak yanağına süzülmüştü.
"Ağlattı ya kızı aptal!"
Mihrimah'ın bağırmasıyla birlikte bende ağlayacak gibi olmuştum. Yanımızda nasıl birisi olduğunu bilmeme rağmen şu anki hali kafamı karıştırmıştı Boran'ın. Mihrimah kolumdan çıkıp içeriye bir adım attığında artık çoğu şey için geçti. Kız gördüğü yüzle birlikte şaşkın bir halde duran adımlarını hızlandırmıştı ve Mihrimah'ın dikkati de tam olarak Boran'daydı.
Kapıdan çıkan kız yanımdan geçip giderken, kendime engel olamadığım bir şekilde peşine takılıp seslenmiştim.
"Pardon, bekler misin?"
Karnımdan dolayı koşamazken, arkasında ağır ağır yürüyordum. Gözleri beni bulurken, az önceki halini kapatmaya çalışıyordu. Ve bakışlarında da fazlasıyla mahcubiyet bulunuyordu. Gülümsemeye çalıştım.
"Şey... üzerimize vazife değil belki ama birazcık konuşmaya kulak misafiri olmuş bulunduk biz."
Samimi olduğumu anlaması için gözlerine bakarken, kafasını sallamıştı.
"Sorun değil hanımefendi. Ben özür dilerim, benim yüzümden."
"Hayır, hayır."
Derken bir adım atmıştım ona doğru.
"Ben Evin Karadağ, Yavuz Karadağ'ın eşiyim, içerideki adamın, Boran'ın da yengesiyim."
Duyduğu isimle birlikte duruşunu yeniden düzeltirken, hala daha Boran'ın neden böyle fütursuzca konuştuğunu tahmin etmeye çalışıyordum.
"Ah kusura bakmayın Evin Hanım, peşimden koştunuz bir de."
Gülümsedim.
"Koşamadım merak etme, sorun değil."
Gözleri karnıma düştüğünde o da gülümsemişti.
"Aranızda geçen olay ne bilmiyorum ama Boran'ın söylediği sözler ağırdı. Üzüldüğünün farkındayım..."
Bakışları yere düşmüştü.
"Garsonluk yapıyorum boş zamanlarımda, düzenli olarakta çalıştığım bir restoran var. Orada gördüm kendisini, 1 ay falan oldu galiba. Bugün buraya gelen firma ile de neredeyse 1 yıldır çalışıyorum. Bu tarz davetlerde part-time garsonluk yapıp, günlük ödeme alıyoruz... inanın ben ima ettiği tarzda bir şey için gelmedim buraya."
Gülümsedim burukça. Benden küçük olduğu belliydi. Ve hayata karşı duruşu çok hoştu.
"İnanıyorum merak etme. Eminim ki kendisi de yaptığı hatanın farkına varacak. Lütfen kusura bakma..."
"Ne kusuru Evin Hanım. Olur mu hiç?"
Saçlarına kaymıştı gözlerim. Daha öncesinde bu kadar canlı kızıl saçlı birisini görmemiştim.
"Bu arada adını öğrenemedim."
Elimi uzattığımda hemen elimi tutmuştu.
"Hayat."
Şimdi ikimizde birbirimize gülümsüyorduk.
"Memnun oldum Hayat, bu arada söylemeden edemeyeceğim saçların harika."
Utançla gülümsemişti.
"Teşekkür ederim, genelde dikkat çektiği için kötü olduğunu söylerler."
Kaşlarım hafifçe çatılırken, kafamı sallamıştım. Söylediği şeyler tanıdık gibi hissettiriyordu.
"İnsanların senin hakkında ne düşündüğünü umursamadığında anlıyormuşsun hayatın ne kadar güzel olduğunu. Önemseme."
"Deneyeceğim. Şimdi izninizle işimin başına dönmem lazım."
Ellerimi karnıma koymuştum.
"Elbette. Benim de artık oturmam lazım, gitmeden önce bir daha karşılaşırız umarım."
Gülümseyip yanımdan ayrıldığında az önce yakınında olduğumuz salona girmiştim bende. Boran ve Mihrimah atışıyordu.
"Sen karışma bu işe Mihrimah, bilmediğin şeyler var."
Mihrimah, Boran'ın sözlerine göz devirerek karşılık verdiğinde benim de geldiğimi görmüşlerdi.
"Abi, sen kıza Benan ilkinde dikkatimi çekti sen çekemedin bile diyerek neyi ima ettin farkındasın değil mi? Allah aşkına sen hangi ara böyle konuşur oldun? Kız ne yaptı sana!"
Boran belindeki elleriyle geriye dönüp bir iki adım attığında sıkıntılı bir soluk almıştı.
"Geçen ay bizi zarara sokan anlaşmanın dosyasını Benan çalmış. Bu kızda o kadının nişanlısının restoranında çalışıyordu. Bugün burada olması tesadüf mü sanıyorsun?"
Karnımda duran ellerimle hafifçe öksürüğümde bakışları beni bulmuştu.
"Boran kapıda biraz konuştum Hayat'la, sözlerinde..."
"Hayat?"
Mihrimah havada duran elini elbisesinin üstünden bacağına vururken, al işte dercesine mırıldanmıştı.
"Kızın adı."
Diye belirttim. Ardından devam ettim.
"Sözlerinde samimi gibi, hem orada çalışıyor diye Benan'ın yaptığını yapacak değil ya... ağır şeyler söyledin."
Belinde duran elinin tekiyle burun kemerini sıktığında sıkıntılı bir soluk daha vermişti.
"Ya yalan konuşuyorsa yenge?"
Gülümsemeye çalıştım. Sanırım şu anda birazcıkta olsa mantıklı düşünmesi konusunda onu teşvik edebilmiştik.
"1 yıldır bu firma ile part-time davetlerde garsonluk yapıyormuş. Amacı burada bir şeye ulaşmak olsaydı daha farklı yollarla yapabilirdi... Benan'la aynı kefeye koydun kızı."
"Anasını satayım ya..."
Yeniden sırtını bize dönüp salonun ortasındaki büyük camla kaplı olan duvara adımladığında, gözlerini manzaraya sabitlemişti.
"Biz içeriye dönüyoruz."
Mihrimah söylemişti bunu. Şu andan itibaren Boran'ı kendisiyle baş başa bırakmamız gerekiyordu anlaşılan.
"Gel yenge."
Yan yana salondan çıktığımızda gözlerim Mihrimah'ı bulmuştu.
"Kız çok mu üzülmüş?"
Omuzlarımı sallarken, aramızda geçen konuşmaları anlatmıştım ona.
"Bence Boran'ın tahmin ettiği gibi birisi değil, konuşunca anlaşılıyor zaten."
Kafasını salladı.
"Bende aynısını söyledim içeride ona sen gelmeden. Bir kere onca lafa rağmen saygısını bile bozmadı, ben olsam abim demez küfür ederdim."
Büyük koridora çıkıp yeniden kalabalığa karışmıştık.
"20 dakika oldu seni kaçıralı, Yavuz abim beni mahvedecek."
Sözleri beni gülümsetirken bakışlarım masamızı bulmuştu. Fakat masada sadece Yavuz yoktu, karşısına kim olduğunu bilmediğim bir kadın oturmuştu. Ve bir şeyler anlatıyordu.
"O kadın kim?"
Sorumla beraber Mihrimah'ın da gözleri masayı bulmuştu.
"Bilmiyorum ki, tanımıyorum."
İkimizde iyice masaya yaklaşmışken kadının kahkahalarının arasından sesi daha net duyulmuştu.
"Haklısınız gerçekten Yavuz Bey, anlaşma yaparken bile dikkatli olmak gerekiyor. Sizin gibi değil herkes, güvenmemiz zaman alıyor."
Yavuz onun bu tavrına mesafeli bir tavırla teşekkür ederken, çoktan masadaki yerimizi almıştık. Sandalyeye oturmadan önce ellerimi tam arkasında durduğum Yavuz'un omzuna yerleştirmiştim.
Hayırdır Evin. Kıskanıyor musun kocanı?
Omzuna yerleştirdiğim ellerimi anında elleri ile tutarken, karnımdan dolayı eğilip sarılamamıştım. Gülümseyerek yanındaki, oturmam için çektiği sandalyeye oturdum.
"10 dakikayı geçti."
Dedi. Kafamı salladım ağırca.
"Dakikaları mı sayıyorsun yoksa?"
Elimde olmadan cilveli çıkan ses tonum karşımda kaşlarının havalanmasına sebep olmuştu. Elini belime atarak sandalyemi kendisine çekmişti. Boşta duran eliyle yüzümün kenarında duran saçımı kulağımın arkasına itelediğinde, sıcak soluklarını tüm bedenimde hissedeceğim kadar yaklaşarak kafasını eğmişti.
"Geç kaldığın için gönlümü almak istersen, üst kata çıkabiliriz."
Dudaklarım hafifçe kıvrılırken, gözlerimi karşımdaki kadına çevirmiştim. Garip bir ifadeyle bize bakıyordu. Umursamadım, kendisini ilk görünce beni rahatsız eden şey neydi bilmiyordum ama hala daha aynı hissediyordum.
"Evin Karadağ sizsiniz sanırım?"
"Evin Şahmaran Karadağ."
Bakışlarım, Yavuz'un üstüne bastıra bastıra söylediği şeyle birlikte kendisini bulurken, neredeyse gözlerimden kalpler çıkacaktı.
Daha ne kadar kendisine hayran bırakacaktı beni?
"Memnun oldum."
Demişti kadın yarım ağızla. Kafamı sallayarak karşılık verdim bende.
"Bende."
Ama zihnim tamamen az önceki andaydı. Böylesine ince düşünüp nasıl her an aklımı başımdan alabiliyordu...
"Size iyi akşamlar, ben diğer ortaklara da bir selam vereyim."
Masamızdan kalkan kadınla beraber, kafamı yanımda duran adamın omzuna yaslamıştım.
"Az önce..."
Demiştim. Bakışlarının beni bulduğunu hissederken.
"Bazı anlarda bana hissettirdiğin şeyleri ifade edecek doğru kelimeleri bulamıyorum."
Dudaklarım hafifçe kıvrılırken, boşta duran elimi masanın üstündeki elinin üzerine kapatmıştım. Nabzım hızlanmıştı. Onun ise boşta duran eli karnımın üzerine, ait olduğu yere inmişti. Tenimi usul usul okşadığında hareketlenmeler hissetmeye başlamıştım.
"Eğer teklifin hala geçerliyse, üst kata çıkabiliriz."
Yanaklarımın yavaş yavaş kızardığını hissederken söylemiştim bunları. Şu anda kendisine sıkıca sarılıp, soluklarında dinlenmem gerekiyordu. Kollarının arasına sığınarak, kokusunu derince içime çekmeliydim.
Gözlerini gözlerime çevirdiğinde ciddi olduğumu anlayarak oturduğu yerden kalkmış, ardından da kalkmam için bana elini uzatmıştı. Sıkıca tuttum ve yerimden kalktım. El ele, salonun ortasından geçip koridordan asansörlerin olduğu tarafa yürürken, ara sıra çalışanlara denk geliyorduk.
Kısa sürede gelen asansöre bindiğimizde yalnız olmamızı fırsat bilerek, heyecandan kasılan ellerimi omzuna çıkartıp parmak uçlarımda yükselmiştim. Sonrasında da yoğun bakışlarının altında dudaklarımı yanağıyla dudağının kenarına uzunca bastırmıştım.
Elleri anında belimi bulduğunda, kafasını kaydırarak dudaklarımın dudaklarıyla temas etmesini sağlamıştı. Şimdi ufak öpücüğüm tutkulu bir öpüşmeye dönmüştü.
Asansörün aynayla kaplı olan duvarına sırtım yaslanırken, babetlerim yüzünden aramızdaki boy farkı üzerime eğilmesini sağlıyordu.
Boynunda duran ellerimi omuzlarından kaydırarak ceketinin altından sırtına uzattığımda, parmaklarımı usul usul kaslarında gezdirmeye başlamıştım. Her hamlemle kasılan sırtı, parmaklarımın altından kayıp giderken, bel oyuntumda duran eli sıkılaşmıştı.
"Dayanamayacağım."
Dudaklarımın arasına hırıltılı sesiyle fısıldarken, tek elimi koluna çıkarmıştım.
Asansör geldiğini belli eden sesi çıkartıp kapılarını açtığında, elimden tutarak hızlıca asansörden çıkmamızı sağlamıştı. Önümden yürüyerek, beni de arkasından yönlendirirken çoktan odasına girmiştik.
Karanlık oda bizim girmemizle beraber aydınlanırken, durmadan kapattığı kapıya yaslamıştı beni. Dudakları yeniden dudaklarımı bulduğunda, tüm bedeninin kasıldığını hissedebiliyordum.
Dudaklarımdan çeneme kayan dudakları boynuma doğru yol aldığında, saniyeler içinde kucağına çıkmamı sağlamıştı. Bacaklarımı beline sararken, masasının önündeki koltuklardan bir tanesine oturmuştu. Ellerimi yüzüne yerleştirip, tenini okşarken, ikimizi de duraksatacak kadar şiddetli bir ses yankılanmıştı etrafta.
Kurşun sesi...
Tüm müzik sesini kesmeyi istercesine ardı ardına tekrarlanmıştı. Sonrasında da bir başka ses yükselmişti...
Çığlık sesleri...
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Uzun bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunuyoruzz.
• Öncelikle bölüm hakkında aklınıza takılan detaylar falan varsa, buraya yazarak belirtebilirsiniz. Onun dışında Boran cephesinde yaşanan olaylar birazcık daha açıklığa kavuşmuş oldu bu bölümde, Mihrimah olayı gibi...
• Ve gelelim her gün birazcık daha büyüyen bebeğimize 🥹 Evin'in hamilelik sahnelerini yazmak öyle keyifli geliyor ki bana... Yavuz'un sürekli karnını okşayıp, bir şeyler anlatması da aynı şekilde 🥹 çok güzellerr 🧿💖
• Daha fazla uzatmadan hepinize öpücükler yolluyorum. Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
• Yavuzkkaradag (parodi)
• Evinşahmaran (parodi)
• Diğer karakterin parodi hesaplarına da bu hesapların takip ettikleri kısmından ulaşabilirsiniz.
02/05/2023
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.22k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |