37. Bölüm

37. BÖLÜM “G Ö K Y Ü Z Ü”

sim
simaara

Merhabalarr 💖

✨ Bölüme geçmeden ufak bir konu hakkında konuşacağım. Yorumlarınızı okuyorum arkadaşlar ama uygulamanın verdiği hatalar yüzünden çok tepki veremiyorum. Onun dışında wattpad'de varolduğu haliyle direkt kopyala yapıştır yaptığımdan güncel herhangi bir şey eklemiyorum bölümlere 🫂 zaman aşımından dolayı da bazı açıklamalardaki konular ya da eklenmeyen görseller gözümden kaçabiliyor 🫠✨

Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakarak keyifli okumalar diliyorum ❣️ Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯

 

 

• • •

 

 

Bölüm Şarkıları: Ziynet Sali / Deli Divanenim

 

 

 

"Tüm insanların, kendilerine baktıkları için değil, sevgi sayesinde yaşadıklarını öğrendim."

 

 

İnsan Neyle Yaşar? - Lev Nikolayeviç Tolstoy

 

 

 

 

 

(Yeni kapağımızı da şöyle ekleyeyimm 🧿❤️‍🔥)

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

Kulaklarım uğulduyor, kalbim iki avucumun arasındaymışçasına hunharca atıyordu. Ve tüm iliklerimde hissettiğim tek duygu tam olarak korkuydu.

 

Nefesim boğazıma tıkanmış gibi dudaklarımı araladığımda, kocaman açtığım gözlerimi kapıdan çekerek hala kucağında oturduğum adamın kahvelerine çevirmiştim. Duyduğumuz kurşun sesleri benim kadar onun da şaşırıp, kaşlarını çatmasını sağlamıştı. Tek fark gözlerinin içinde korkudan ziyade büyükçe bir, öfkesinin ateşi yanıyordu.

 

"O ses... neydi?"

 

Doğru kelimeleri bulamazken, Yavuz kollarımdan tutarak bedenimi nazikçe kucağından kaldırıp, kendisi de koltuktan kalkmıştı. Şimdi bedenlerimiz karşı karşıyaydı ve gözlerinin hedefi gözlerimdi.

 

"Burada kalıp, beni bekliyorsun güzelim."

 

Kafamı hayır dercesine iki tarafa sallarken, titreyen ellerimi kollarımı tutan ellerine çıkarmıştım.

 

"Hayır... hayır. Gitme. Bir şeyler ters gidiyor, lütfen gitme."

 

Birbirine dolanan kelimelerimle, gözümden bir damla yaş çoktan akmıştı.

 

Yüzüme uzatmıştı şimdide avucunu. Yanağıma yaslayıp gözyaşımı silmişti ilk olarak. Ardından da, tüm öfkesine rağmen kendimi güvende hissettirecek şekilde gülümsemişti.

 

"Ağlamıyorsun. Sadece inip bakacağım ve kısa bir süre içinde yanına geleceğim."

 

Hala daha içim rahat etmezken beni bırakıp önünde durduğumuz masanın arkasına geçmişti. Ne yaptığını anlayamaz gözlerle kendisini izlerken, yere eğilip düğmelere bastığını duymuştum. Kısa sürede mekanik bir ses odanın içinde yankılanırken, olduğu yerden elinde tuttuğu iki silahla kalkmıştı.

 

Kocaman açılan gözlerim yüzünü bulduğunda, olduğu yerden yeniden yanıma gelmişti. Konuşmama dahi fırsat vermeden ellerimin arasına bırakmıştı bir tanesini.

 

"Ben odadan çıktıktan sonra kapıyı kilitliyor ve burada duruyorsun. Buraya kimse gelemez ama diyelim ki bir şeyler yolunda gitmedi, elindeki silahın emniyetini açıp kullanıyorsun."

 

"Yavu..."

 

Konuşmama izin vermeden kesmişti sözümü. Gözlerime diktiği kahveleri, ciddiydi.

 

"Aşağısı daha tehlikeli, seni yanımda götürme riskini alamam. Bu odaya da benden başkası giremez. Sadece ufak bir tedbir bu, bakma gözlerime şöyle hüzünlü. Seni tehlikeye atacak bir şey yapmam ben, unutma."

 

Kendi silahını beline yerleştirip ellerini yeniden yüzüme çıkarmıştı. Gözlerimin hala daha içine baktığı gözleriyle alnıma bastırdığında dudaklarını, güven veren bir öpücük kondurmuştu. Kafamı salladım zorlukla, ardından da dudaklarımı araladım.

 

"Dikkat et kendine..."

 

Arkasını dönüp odadan çıkmadan önce, kapının hemen yanında duran küçük ekrandaki birkaç düğmeye basmıştı. Kafasını geriye çevirip yeniden bana baktı.

 

"Sen arkadan kapıyı açmadan dışarıdan hiçbir şekilde açılmayacak kapı. Camdan uzaklaş, içerideki odaya geç."

 

Açtığı kapıdan çıkmasıyla beraber, titreyen dizlerimle yanımda duran masaya tutunmuştum hızlıca. Aşağıdaki sesler gürültü halinde geliyordu buraya ve tam olarak orada ne döndüğü hakkında bir fikrim yoktu.

 

Parmaklarımın arasındaki soğuk metal içimi daha çok titretirken, Yavuz'un odadan çıkmadan önce söylediği şeyleri dinleyerek odasını hemen arkasına denk gelen küçük kapıyı açarak oraya girmiştim.

 

Kendi odasına nazaran burası daha küçük kalırken, koltuklardan bir tanesine oturmuştum hemen. Stresten neredeyse tüm bedenim kasılmıştı ve dizlerimin dermanı tamamen çekilmişti. Kendimi iyi hissetmiyordum.

 

 

 

~

 

 

 

Yazardan:

 

 

 

 

 

Yüksek müzik sesini kesip kendi hakimiyetini sürmeye başlamıştı kurşunun acı sesleri. İlk saniyelerde sadece karşı taraftan gelen hamleler, kısa sürede kapının önündeki korumalar tarafından geri püskürtülmüştü. Lakin insanların yaşadığı korku sonrasında ortalığı ayağa kaldırmıştı.

 

Çıktığı odada kalbini bırakıp kalırken, aynı zamanda aşağıda ailesinin olduğu gerçeği, kalbinin sertçe göğsünü dövmesini sağlıyordu adamın. Asansörü bekleyemeden hızlıca indiği merdiven ilk defa kendisine böylesine uzun gelmişti ve indiği her katta duyduğu sesler daha çok yükseliyordu.

 

Yangın merdiveninden çıkıp koridora ulaştığında telaşla oradan oraya koşan insanlar girmişti görüş açısına. Keskin gözleri hızlıca etrafı tararken bu akşam anne babasıyla, abisiyle yengesinin davete katılmadığı için mutlu olmuştu. En azından daha az kişiyi düşünecekti. Kokteyli masalarının hemen solunda kalan Boran'ı gördüğünde adımlarını oraya çevirmişti.

 

"Boran, ne oluyor?"

 

Elindeki telefonla telaşlı bir şekilde konuşan Boran, abisinin sesiyle kendisine dönmüştü.

 

"Plakalarını aldınız değil mi?"

 

Yavuz onun konuşmasını beklerken aynı zamanda da kalabalıkta Mihrimah'ı bulmaya çalışıyordu.

 

"Tamam, abim yanımda şimdi. Geliyoruz."

 

Kapattığı telefonla hemen konuşmaya başlamıştı.

 

"Kim olduklarını şu anlık bilmiyoruz ama plakalarını almışlar ve 3 araç peşine takılmış. Zaten kurşunu tek araçtan sıktılar, sadece mühimmatlı gelmiş şerefsiz oğlu şerefsizler!"

 

"Mihrimah nerede?"

 

Şakaklarına bastırdığı eliyle son bir kez daha salonu turlamıştı gözleri. Öfkeden kasılıp kavruluyordu bedeni.

 

"Az önce yanımdaydı, lavaboya gitti sanırım."

 

Kendisi de abisi gibi etrafı incelerken, kardeşinin saniyeler içinde nereye gittiğini anlamaya çalışıyordu.

 

"Mihrimah'ı bulup Evin'in yanına odama çıkar, kapıya da 4-5 adam dik her ihtimale karşı. Kapı kilitli kendisine seslenmeden açmaz Evin, korkmasın dikkat et. Benim önce şu insanları halletmem lazım, sonrasında sorulacak bir hesabım var."

 

Boran aldığı komutla kafasını sallayıp tam gidecekken Yavuz kolundan tutarak onu durdurmuştu. Bir şey sormadan eliyle, üzerinde duran ceketi hafifçe kenara iterek gözlerini kardeşinin beline çevirmişti. Amacı silahının olup olmadığını kontrol edip, tedbir almasını sağlamaktı. Kafasını salladı onay vererek ve ardından da mekanın tam ortasına kurulan yüksek sahneye doğru kendisinden emin hareketlerle yürümeye başlamıştı.

 

Şaşkın ve telaşlı bakışlar, hoparlörden duydukları aşinası oldukları sesle sahneyi bulmuştu.

 

"Yaralanan yok değil mi?"

 

Herkes hayır dercesine mırıldanırken, yinede yüksekte olmasının avantajını kullanarak etrafı taramıştı bir kez daha.

 

"Fazla söylenecek bir şey yok ortada, sadece evinize gidin ve bu anı yaşanmamış sayıp dinlenin. Yarın için herkes izinli, her kim yaptıysa bunu gerekli mecralarla görüşerek çözeceğiz."

 

Kimse itiraz etmezken, Yavuz'un sözlerinden aldıkları güveni çoktan tüm hücrelerinde hissetmeye başlamışlardı.

 

Yavuz ise çıktığı sahneden aynı hızla inip, koridora çıkmıştı. Boran'ın Mihrimah'ı bulup odaya çıkardığını duymayı istiyordu, cebinden çıkardığı telefondan bulduğu numarayı aradı hemen. Kendisini şu ana verebilmesi için öncelikle dikkatini toplaması gerekiyordu.

 

"Boran, hallettin mi?"

 

Durup, alacağı cevabı beklerken biraz uzakta yükselen seslerle yeniden yürümeye de başlamıştı.

 

"Hallettim abi, aşağıya iniyorum. Sen neredesin?"

 

Ufak bir topluluk halinde duran insanların sesleri yaklaştıkça netleşirken yanıtladı kardeşinin sorusunu.

 

"Giriş kapısının oradayım."

 

Kapattığı telefonu cebine koymuştu.

 

"Hastaneye gitsen iyi olur."

 

Aldığı derin soluk sıkıntılı bir şekilde ciğerlerine dolarken, iyice yaklaştığı kalabalığa ithafen konuşmuştu.

 

"Sorun ne?"

 

Yavuz'un sesini duyunca oluşturdukları çemberi bozup kenara çekilen insanların bazıları davetli, bazıları da bu akşamki davette görev alan çalışanlardı.

 

"Bir arkadaş bayılmış Yavuz Bey."

 

Kahve gözleri endişeyle gösterdikleri yeri bulduğunda, oturduğu yerden hızlıca kalkan bir kadın görmeyi beklemiyordu.

 

"İyiyim ben, sadece bir anlık kendimi kaybettim. Lütfen izin verin işimi halledeyim."

 

Telaşla konuşan kadının iyi olup olmadığını anlamaya çalışarak konuşmuştu Yavuz.

 

"İyi olduğunuza emin misiniz?"

 

Kadın kafasını hızlıca sallamıştı bir an bile tereddüt etmeden. Tek isteği sadece buradan uzaklaşmaktı.

 

"Abi?"

 

Yavuz'un yanındaki yerini almıştı Boran ve gözleri abisiyle beraber etraftaki birkaç kişinin baktığı kızıl saçlı kadını bulmuştu.

 

Neredeyse yarım saat kadar önce karşı karşıya kalıp, sözlerini bir an bile tereddüte düşmeden söyleyerek canını yaktığı kadından başkası değildi bu.

 

"Ne oluyor?"

 

Abisine sormuştu bunu. Yavuz ise kadının yere çevirdiği gözlerine anlamsızca bakarken konuşmuştu.

 

"Bayılmış hanımefendi."

 

Duyduğu şeylerle Yavuz'da olan gözleri tam karşılarında duran kadını bulduğunda kendisine bir an bile kalkmadığını farketmişti o gözlerin.

 

"İyi misin?"

 

Mesafeli sesinin muhattabı hala daha kendisine bakma zahmetine girmezken, sorusu havada asılı kalmıştı.

 

"İşimin başına dönebilir miyim efendim?"

 

Yavuz'a bakarak sormuştu. İkilemde kalan Yavuz ise beklemeden karşılık vermişti.

 

"Herhangi bir durumda kapıda adamlarımız var, onlara durumu bildirin. Sizlerde dağılabilirsiniz."

 

Herkes aldığı komutla bir bir uzaklaşırken, duvarın kenarına yaslanan kadın yalnız kalmamın rahatlığıyla derince bir nefes almıştı. Akşam zaten yeteri kadar kötü geçiyordu kendisi için, birde yeniden kendisini yoklamaya başlayan bu baş dönmeleri fazlasıyla canını sıkmıştı.

 

Adamlarının yanına giden Yavuz'u kısa süreli yalnız bırakmıştı Boran. Nedendi bilmiyordu ama yine de kadının iyi olup olmadığını merak ediyordu.

 

Uzaklaştığı yolu yeniden yürüdüğünde, tam olarak nasıl söze gireceğinden de emin değildi. Sadece saatler öncesinde söylediği sözlerin ağırlığını şu anda hissediyordu.

 

"İyi olduğuna emin misin?"

 

Sıkıca kapattığı gözleri Boran'ın sesiyle açılmıştı genç kadının. Öyleki aralarında geçen saçma konuşmadan sonra bu kibirli adamla bir daha yüz yüze gelmeyi dahi kesinlikle istemiyorken, karşısında görmek suratını buruşturmasına neden olmuştu.

 

"Pardonda, size ne?"

 

Kaşlarını kaldırıp bakışlarını hızlıca etrafta gezdirerek derin bir soluk almıştı Boran.

 

"Şu anda bizim gözetimimiz altında sayılırsınız tüm çalışanlar olarak, şimdi uzatmada söyle. İyi misin, değil misin?"

 

Sırtını duvardan ayırıp duruşunu düzeltmişti Hayat. Dudakları hafifçe kıvrıldığında ise hala daha kulaklarında duyduğu sözler yankılanıyordu.

 

Dikkatimi çekmeyi başardın...

 

Benan bunu ilk seferde yapmıştı...

 

Aranızdaki fark bu sanırım...

 

"Sizi görene kadar gayet iyiydim. Daha fazla kötü olmamak içinde şu an burayı terkediyorum."

 

Arkasında yediği laflarla afallayan bir adam bırakmanın keyfiyle yeniden şirketin içine girmişti. Herne kadar gece planlanılan konseptin dışına çıksa da, firma olarak gelip hazırladıkları şeyleri toplamaları gerekiyordu. Ve kendinin şu anda bu adamdan çok daha önemli bir işi vardı... servisleri toplamak.

 

Etrafındaki adamlar tüm detayları Yavuz'a iletmişken biraz uzakta duran Akif hızlı adımlarla yanına yürümeye başlamıştı.

 

"Abi bakar mısın bir?"

 

Yavuz kısaca adamları dikkatli olmaları konusunda bir kez daha uyardıktan sonra Akif'in kendisini beklediği köşeye yürümüştü.

 

"Dinliyorum."

 

Cebinden çıkardığı telefonda birkaç yere bastıktan sonra ekrandaki iki adamın resmini göstermişti, ardından da eklemişti.

 

"Abi davetten önce söylediğin gibi gelişti her şey. Kurşun yağdırmalar en başında, sonrasında adamlar peşlerinden gitti zaten. Şu anda depoda seni bekliyorlar. Son katıldığın ihaleyi kaybeden firmaymış tüm sorumlu."

 

Tam belinin hizasında arkada bağlamıştı ellerini Yavuz. Bu akşam bir şeyler olacağından emindi en başından beri, güvenlik önlemleri de her zamankinin aksine iki kat daha güçlüydü. Kimsenin yaralanmasına izin vermemişti.

 

"Geleceğim ama önce şurayı sakinleştirip, Evin'e bakmalıyım."

 

"Burası bende abi, sen çık yengenin yanına aklın kalmasın."

 

Yavuz kafasını sallayıp hızlıca onay verirken yanlarına gelen Boran'da Akif'le burada kalacağını söylemişti.

 

Çağırdığı asansör kısa sürede gelirken, saniyeler içinde odasının bulunduğu kata ulaşmıştı. Planı karısıyla uzunca ilgilenmekti şimdi.

 

Kapının önündeki küçük ekrana şifresini girmeden önce korumaları aşağıya göndermişti. Kilit şifreyle açılmış, geriye giderek içeriyi görmesini sağlamıştı. Tedirgin bakışları hızlıca odanın içinde dolaşırken, koltukların üzerinde suspus bir halde oturan kardeşiyle karısını görmüştü.

 

 

 

~

 

 

 

Evin'den;

 

 

 

 

"Abi."

 

"Yavuz."

 

Açılan kapının hemen önündeki Yavuz'u görmemizle birlikte Mihrimah'la aynı anda yerimizden kalkmıştık. Hızlı adımlarla yanımıza gelip, ikimize de aynı anda sarıldığında istemsizce gözlerimden yaşlar yeniden akmaya başlamıştı.

 

Korkmuştum.

 

Deli gibi korkmuştum ona bir şey olacak diye, kendisini bu kadar kolay bir şekilde silahların arasına atması, içimde büyükçe bir yıkım oluşturmuştu.

 

"Şiştt, Evin. Ağlamasana güzelim."

 

Saçlarımın üzerindeki eli hareket etmeyi bırakırken, sırtıma da Mihrimah elini koymuştu.

 

"Mahvoldu ağlamaktan."

 

Bana nazaran korkusunu daha kolay kontrol altına alabilmişti o ve burada geçirdiğimiz süre boyunca da sakinleşmem konusunda oldukça yardımcı olmuştu. Ama yine de kendime engel olamamıştım. Omuzlarımı salladım, çocuk gibi. Yüzüne bakarsam şu anda ağlamam daha da şiddetlenecekti biliyordum.

 

"Kontrolümüz altındaydı her şey, kimse zarar görmedi. Bak bakayım bir bana."

 

Elini saçımdan çekerek yüzüme uzatmış, parmaklarını çeneme sarmıştı. Kafamı kaldırdı, bu seferde ben gözlerimi sıkıca kapattım.

 

"Yavrum, bakmayacak mısın?"

 

Kafamı sağa sola sallarken, dudaklarımın arasından titrek bir soluk kaçmıştı. Kalbim hala daha ağzımda atıyor gibiydi.

 

"Yenge, hadi bak sakinleş biraz. Sen böyle yaparsan, küçük hanımda üzülür."

 

Sözleriyle beraber elim anında karnıma gitmiş, dudaklarımın üzgünce büzülmesine sebep olmuştu. Haklıydı, üzüyordum kızımı.

 

"Tamam böyle olmayacak, hadi bakalım kalkın gidiyoruz."

 

Bir şey söylemeden öylece dururken, Yavuz'un gözü gitmeden önce elime zorla tutuşturduğu silahı aramak istercesine odanın içinde gezinmeye başlamıştı.

 

"Orada aradığın."

 

Memnun olmadığımı ses tonumla fazlasıyla belli ederken, elimle gösterdiğim masanın üzerini bulmuştu kahveleri. Bir kaç saniye içinde silahı yeniden yerine koymuş, ardından da odadan çıkmamızı bekleyerek peşimize takılmıştı.

 

Tüm bedenimde yorgunluk hissini büyükçe hissederken, yanımda yürüyen Mihrimah'ın koluna girmiştim hemen.

 

"İyi misin yengem?"

 

Yavuz duymasın diye sessiz sormuştu. Kendisine döndüm.

 

"Bilmiyorum, sanki tüm bedenim kasılmış gibi hissediyorum."

 

Aldığım derin solukla beraber açılan asansör kapısından içeriye girmiştik. Oysa bu asansörle yukarıya çıkarken planımız çok daha başkaydı...

 

Gözlerim elimde olmadan Yavuz'u bulduğunda onun da gözleri tam olarak bendeydi. Benim düşündüğüm şeyler onunda zihninden geçmiş olacak ki, havaya kalkan tek kaşıyla asansörün içine kısa bir bakış attı. Sonrasında da yeniden yeşillerime döndü. Gözdağı mı veriyordu bana?

 

"Eve gidiyoruz değil mi abi?"

 

Mihrimah'ın sesiyle bakışlarını çekerken, dilini damağına vurarak cıklamıştı. Nereye gidiyorduk?

 

"Ne demek cık, nereye gidiyoruz?"

 

Benim gibi Mihrimah'ta merak ederken, sormuştu. Dikkatimi başka bir şeye vermişim gibi asansörün düğmelerini incelerken Yavuz yeniden konuşmuştu.

 

"Gidince görürsünüz, yürüyün bakalım."

 

Arka arkaya kapının önünde bizim için hazırlanan araca binerken, gözlerimde tedirgin bir şekilde etrafı izliyordu. Daha öncesinde korumaları bu kadar kalabalık haliyle görmediğim için şu anki şaşkınlığımı engellemek zordu.

 

Yavuz'un da yerini almasıyla birlikte araba yola koyulduğunda arkamızdan başka araçlarında geldiğini görüyordum. Bir süre boyunca sessizce ilerlemişti araba boş yolda.

 

"Pişt."

 

Sol tarafımdan gelen sesle birlikte gözlerim Yavuz'u bulduğunda, suratında sevimli bir gülümsemeyle bana baktığını farketmiştim.

 

"Konuşmayacak mısın hala daha fıstığım?"

 

Gözlerimi yüzünden çekip yola çevirdiğimde, o da yola bakmıştı.

 

"Allah aşkına sen niye sürekli kendini tehlikenin ortasına atıyorsun? Sakin kalmak istiyorum ama kalamıyorum, o odada aklımız gitti haberin var mı senin?"

 

Boğazıma oturan yumru yüzünden sesim titrerken, gözlerim yeniden dolmuş, görüş açımı bulanıklaştırmıştı.

 

"Ya... ya bir şey olsaydı sana! Neden hiç düşünmüyorsun ki..."

 

Omuzlarım şiddetle sallandığında, yüzüme kapattığım ellerimle yeniden ağlamaya başlamıştım. Berbat haldeydim.

 

Hızını düşürüp, tamamen durdurduğu arabayla birlikte açılan kapısının sesini duymuştum ama dönüp bakmadım. Saniyeler içinde benim tarafımın da kapısı açıldığında, bedenim kollarının arasına girip, göğsüne sığınmıştı.

 

Kendimden ziyade sadece onu düşündüğüm dakikalar geçirmiştim o odada...

 

"Özür dilerim güzelim, bir daha yapmam böyle şeyler söz veriyorum, ağlama lütfen daha fazla."

 

Sözleri kulaklarıma sızıp, zihnime düştüğünde yüzüme kapattığım ellerimi çözerek boynuna sarmıştım. Uzun bedenini arabanın içindeki bana sarılabilmek için eğmek zorunda kalmıştı.

 

"Söz verdin bak."

 

Demiştim, titreyen sesimle. Oyunbozan bir çocuk gibi olası durumda kaçmasından korkuyordum.

 

"Evet verdim yavrum, ağlama hadi daha fazla."

 

Elimde olmadan burnumu çektiğimde arabanın içinde garip bir ses yankılanmıştı. Suratımı buruşturdum.

 

"Durmuyorlar..."

 

Kendimi geriye çekip gözlerine baktığımda gerilen dudaklarıyla güldüğünü görmüştüm. Havaya kaldırdığı ellerini yüzüme koyarak, yaşlarımı sildi yavaş yavaş. Fakat her sildiği yaşın ardından bir damla daha akıp gidiyordu. Gerçekten de duramıyordum.

 

"Evin kapatsana çeşmelerini kızım, akmaya devam edecekler mi böyle?"

 

Az önce ağlamaktan titreyen dudaklarım şimdi tepkisine gülerek karşılık verdiğinde, mırıldanmıştım.

 

"Peçete var mı?"

 

Hemen önümde duran torpidoya uzanarak içinden küçük bir peçete çıkarmıştı. Ambalajı açıp bana uzattığında bir tanesini alarak önce gözlerimin altını sonra da burnumu silmiştim. Makyajım şu anda ne haldeydi düşünmek dahi istemiyordum.

 

Ben kendimi toplamaya çalışırken, arka koltukta oturan Mihrimah bir su şişesi uzatmıştı aradaki boşluktan.

 

"Bir kaç yudum iç yenge, kendine gelirsin."

 

Şişeyi benden önce Yavuz alırken kapağını açıp içmem için dudaklarıma uzatmıştı. Hızlıca bir kaç yudum içmiştim. Kendimi az önceye nazaran biraz daha iyi hissederken, oturduğum yerde arkama yaslanarak, gözleri bende olan adama döndüm.

 

"Devam edebiliriz."

 

Havaya kalkan kaşımla yolu işaret etmem, suratındaki gülümsemeyi biraz daha büyütmüştü. Kafasını öyle olsun dercesine sallayarak kapıyı kapatmış, ardından da kendi tarafına yürüyerek arabaya binmişti.

 

Yolun zaten büyük bir kısmını gittiğimiz için, kısa sürede gideceğimiz yere varmıştık. Daha öncesinde de geldiğimiz bir restorandı burası, oyalanmadan cam kenarındaki boş masalardan bir tanesine oturmuştuk. Zaten saatten dolayı da etraf sakindi.

 

"Hoş geldiniz ağam. Ne alırdınız?"

 

Gözlerimi menüde gezdirirken, canımın lahmacun yemek istediği kanaatına varmıştım. Mihrimah'ta benim gibi tercihini lahmacundan yana kullanırken Yavuz'da kendisine kebap söylemişti.

 

Çantanın içine ne olur ne olmaz diye koyduğum tokayı çıkartıp, açık saçlarımı gevşek bir şekilde at kuyruğu yaparken, gözlerimi de kısaca etrafta gezdirmiştim.

 

"Daha iyi misin yengem?"

 

Yanımda oturan Mihrimah'a dönerek kafamı salladım. Sanırım yemek yiyecek olmamızdı keyfimi yerine getiren.

 

"Çok garip gelecek ama şu anda aşırı iyiyim."

 

Gülümsedi, o sırada az önce giden garson elindeki tepside bulunan çeşit çeşit mezeyle geri dönmüştü. Ve en önemlisi de turşu vardı...

 

"Başladı bizim mesai."

 

Heyecanla ısırdığım turşuya bakarak söylemişti Yavuz bunu. Gecenin bir vakti uyanıp, mutfağa gidip turşu yemelerime gönderme yapıyordu sanırım.

 

"Ben değil kızımız istiyor."

 

Derken, Mihrimah rahat uzanmam için tabağı iyice önüme yaklaştırmıştı. Minnetle gülümsedim ona.

 

"Abi şaka bir yana ciddi bir şey yok değil mi?"

 

Yavuz'un bakışları Mihrimah'ı bulmuştu. Gözlerini açıp kapatarak güven veren bir bakış attı.

 

"Yok güzelim, unutun orada yaşanan şeyleri."

 

O da benim gibi el mecbur kafasını sallarken, masanın üzerinde duran telefonu çalmıştı. Ekrandaki benimki yazısı gülümsememi sağlarken, o abisi görmesin diye hızlıca olduğu yerden kaldırmıştı telefonu.

 

"Ben geliyorum hemen."

 

Hızlıca yanımızdan ayrılmasıyla, gözlerimi karşımda oturan Yavuz'a çevirmiştim. Kimin aradığının farkında olarak, gözlerini hafifçe kısmıştı.

 

"Bakmasana şöyle kıza, hem yabancıyla konuşmuyor sonuçta."

 

Turşudan bir ısırık daha alırken konuşmuştum. Kahveleri yeşillerime kaydı.

 

"Bu saatte aranır mı hiç?"

 

Omuzlarımı sallarken, kafamı hafifçe yana yatırmıştım. Sanırım geçmişi unutuyordu.

 

"Bilmem, sana soralım. Aranır mı?"

 

Dudaklarım yavaş yavaş kıvrılırken, önümde duran tabaktan bir turşuya uzanmıştı.

 

"Karıma ne yaptın güzelim, bu sinirli haline alışkın değilim."

 

Dudaklarına büyük bir gülümseme yerleştirerek söylemişti bunu. Sözleri beni de gülümsetirken, az önce aldığı turşuyu dudaklarıma uzatmıştı.

 

"Kendi evimize gidelim mi bu gece?"

 

Kısılan kahvelerinin altında yatan parıltılar, içime akarken, kollarıma yasladığım bedenimi geriye iteleyerek arkama yaslanmıştım. Sanırım cevabım gayet açıktı.

 

"Bilmem, farketmez."

 

Dikkatim tamamen önümüzdeki mezelerdeymiş gibi çatalımı bir tabağa uzatmıştım.

 

"En son odamda güzel şeyler yapacaktık. Yarım kalsın istemem."

 

Sağ eli çenesini kaşırken, dudakları hafifçe gerilmişti. Silah seslerine kadar neler oluyordu değil mi...

 

"Bunun tarifini istesek verirler mi acaba?"

 

Tadını alamadığım mezeden bir çatal daha alırken, ufaktan sıcakladığımı hissediyordum.

 

"Kucağımda oturuyordun, hemde hiç masum bir şekilde değil."

 

"Biberde var sanırım içinde."

 

Çatalı tutmakta zorlanırken, masaya yasladığı elleriyle öne eğilmişti.

 

"Ellerim, vücudunda arsızca dolaşıyordu."

 

"Tuzu fazla olmuş birazcık ama."

 

Susmalıydı. Devam ederse diyecek sözüm kalmazdı ki.

 

"Dudakların..."

 

Aldığı derin nefesin ardından da eklemişti.

 

"...dudaklarımın arasındaydı."

 

Büyükçe yutkunurken, parmaklarımın arasında duran çatal tabağın üzerine düşmüştü gürültüyle. Bakışlarım hala daha yüzüne ulaşamazken, masanın üzerinden uzattığı eliyle elimi tutmuştu. Ve dokunuşları masumane hissettirmiyordu.

 

"Sussana be adam, konuşma şöyle."

 

Erkeksi gülüşü kulaklarımı doldururken, yeniden konuşmasını engelleyen şey masaya tepsiyle gelen garson olmuştu. Siparişleri hızlıca bıraktıktan sonra yanımızdan ayrılmasıyla, az önceki konuşma yaşanmamış gibi dikkatimi önümdeki yemeğe vermiştim.

 

Telefon konuşmasını bitiren Mihrimah'ta az önceye nazaran yüzündeki hafif tebessümle yanımızdaki yerini almıştı. Sessizce fısıldadım.

 

"Mirza mıydı arayan?"

 

Gözleri gözlerimi bulurken, bakışlarından neredeyse kalp çıkacaktı. Bu haline gülümsedim. İşler ciddiye binmeye başlarken, Mihrimah açısından da çokça şey yoluna girmiş gibi gözüküyordu.

 

"Hafta sonu ailesiyle birlikte yemeğe gelmek istediklerini söyledi."

 

Heyecanlı sesiyle, karşılık vermiştim.

 

"Çok güzel bir haber bu."

 

Kafasını salladı onaylayıcı şekilde. Konuşmamız sonlanırken üçümüzde sessizce karnımızı doyurmaya başlamıştık. Ve sonrasında da mekandan ayrılarak önce Mihrimah'ı konağa bırakmış ardından da kendi evimize geçmiştik.

 

Yavuz'un duşa girmesini fırsat bilip, bahçede temiz hava alırken, gözlerimi de sık sık gökyüzündeki yıldızlarda gezdiriyordum. Harika bir görüntüydü bu ve izledikçe izlettiriyordu.

 

Ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama duyduğum adım sesleriyle Yavuz'un geldiğini anlamıştım. Kafamı çevirmeden, oturduğum koltuğa biraz daha yerleşmiştim. Tam arkama düşen gölgesi, kısa sürede kendisini yanımdaki boşluğa bıraktığında, bedeninden yükselen kokuyu da keyifle solumuştum.

 

"Gel bakalım şöyle."

 

Açtığı koluyla göğsünü işaret ederken, hafif uzanır şekilde kendimi geriye doğru göğsüne yaslamıştım. Etrafıma sardığı eli, tam karnımın üzerine denk geliyordu böyle. Ve karnımdaki ufaklık babasının dokunuşlarını hissetmeyi çok seviyordu.

 

"Kızım."

 

Demişti, karnımdaki çıkıntıda hareket eden eliyle. Ve karşılığında da ufak bir tekme almıştı. Az önceki yemekten sonra, keyfim fazlasıyla yerine gelmişti. Gülümsedim, gözlerimi kapatarak.

 

"Hava çok güzel bu gece."

 

Aldığım derin nefesle omuzlarım hareket ederken, sözlerimin ardından kafasını geriye yatırıp gökyüzüne baktığını hissettim. Kapalı olan gözlerimi aralayarak, gecenin ışığında bana sunduğu eşsiz görüntüsünü izlerken, hangi manzaranın daha mükemmel olduğuna çoktan karar vermiştim. Hafifçe yan döndüm oturduğum yerde.

 

"Yavuz..."

 

Gözleri hızlıca yüzüme düşerken, boşta duran elini de yanağıma yaslayarak okşamaya başlamıştı.

 

"Efendim güzelim."

 

Kırpıştırdığım gözlerimle kendisine aşık aşık bakarken, konudan sapmamak içinde büyükçe bir çaba gösteriyordum.

 

"6. ayımı doldurmak üzereyim ama hala daha isim konusunda konuşmadık."

 

Yanağımdan şakaklarıma doğru hareket ederken baş parmağı, alnıma sıcak bir öpücük kondurmuştu.

 

"Var mı aklında bir şeyler senin?"

 

Dudaklarımı büzerken kafamı sallamıştım. İsim konusu hakkında daha önce düşünmemiştim bile.

 

"Sen düşündün mü?"

 

Sorumla birlikte dudakları hafifçe kıvrılırken kaşları havalanmıştı.

 

"Düşünmek değil de, gözlerine baktıkça tek bir isim yankılanıyor zihnimde. Kızımızın da gözlerinin nedense sana benzeyeceğini söylüyor içimden bir ses."

 

Dudaklarımın arasından ufak bir kıkırtı kaçarken, heyecanla havaya kalkan elimi omzuna koyarak dürtmüştüm.

 

"Söylesene, hangi isim?"

 

Dilini damağına vurup cıklamasıyla yüzümdeki gülümseme bir anlığına donup kalmıştı.

 

"Söylemeyecek misin yani?"

 

Alttan attığım bakışlarla beraber, yüzümdeki elini burnuma uzatarak tam ucuna hafifçe parmağını vurmuştu.

 

"Beni ikna etmen lazım, belki öyle söylerim."

 

Saatler öncesini ima ettiğini ses tonundan anlarken, oturduğum yerden kalkmıştım hemen. Hala daha benimle uğraşıyordu.

 

"Uykum geldi benim."

 

Arkamdan büyüyen gülüşünü işitirken dönüp bakmamak için direniyordum. Kalbim göğsüme sığmıyordu sanki.

 

Girdiğim odayla birlikte kendimi kısa sürede banyoya atarak duşa girmiştim. Yorgunluğu tüm bedenimde hissederken, planım kocamın kollarının arasında sıcak ve uzun bir uyku çekmekti...

 

 

 

 

~

 

 

 

5 gün sonra:

 

 

 

 

 

Elimi uzattığım her şeyden benimle birlikte Berivan'ı da uzaklaştırırlarken sıkıntıyla koltuğa oturmuştum. Akşam Mirza ve ailesi yemeğe gelecekti ve konakta bundan dolayı, büyükçe bir hazırlık vardı.

 

Ufakta olsa bir şeylerin ucundan tutmak istiyordum fakat Zümrüt annenin yaptığı ikazdan sonra elimizi uzattığımız her şeyi alıyorlardı.

 

"Bari yemeklere yardım etseydik."

 

Sözlerimle Berivan'da kafasını sallarken, konağın dışından Aras'ın ağlama sesi yankılanmıştı. Geldikleri an Boran'ı görüp kollarına atlayan Aras, sanırım annesini özlemişti.

 

Açık kapının arkasından ağlayan Aras ve kucağındaki Aras'a gülen Boran gözüktüğünde, onların bu haline Berivan'la bende gülmeye başlamıştık.

 

"Ben çikolata alıp yedireyim, bu çocuk annesini özleyip ağlasın."

 

Kollarının altından tutup Berivan'a uzatmıştı Aras'ı.

 

"Ulan Aras, çok fenasın sen."

 

Bozulan gömleğinin yakasını da hızlıca düzelttiğinde, annesine sırnaşan Aras, ağlamayı bırakmış gülümsüyordu.

 

"Boran, yengem otur hele bir. Konuşalım."

 

Boran'ın meraklı bakışları bir bana bir Berivan'a kayarken, çoktan boş sedire oturmuştu.

 

"Senin gözler yine parlıyor yenge, ne öğrendin acaba?"

 

Gülümsemişti Berivan. Ardından da konuşmuştu.

 

"Mihrimah bir şeyler anlattı, kutlama gecesi bir kızla mı ne konuşmuşsun. Anlatsan ya bir."

 

Büyükçe bir kahkaha atmıştı Boran ilk, sonrasında da bu konudan memnun olmadığını belli edercesine suratını buruşturmuştu.

 

"Sıradan bir kız işte, nasıl haber dağıldı böyle?"

 

Berivan'ın inatçı bakışları Boran'ı köşeye sıkıştırmaya devam ederken, Boran konuşmuştu.

 

"Rastgele denk geldik bir yerde, o gece de orada görünce, Benan'la iş birliği içinde sandım. Bu kadar zaten olay, daha da bir şey olmadı."

 

Sözleriyle gözlerim yüzünü bulduğunda mırıldandım.

 

"İş birliği yapmıyorlarmış yani, öyle mi?"

 

Kafasını sallamıştı mahçup bir şekilde. O geceki konuşmalarımız sanırım bir şeyleri araştırmasına vesile olmuştu. Gülümsedim. En azından hatasını farketmişti.

 

"Üzerime vazife değil ama konuştun mu Hayat'la Boran?"

 

Az önce konudan kaçmak isteyen tarafı, sorduğum soruyla yok olmuş gibi oturduğu yerde dikleşmişti. Ellerini masanın üzerinde birleştirerek derin bir nefes aldığında, gözleri sadece masanın üzerine bakıyordu.

 

"Siz üst kattayken aşağıda denk geldik, o son görüşmemizdi zaten... özür dileyemedim."

 

Düşünceli haliyle hemen araya girme ihtiyacı hissetmiştim. Herne kadar o an saçma davransa da, özünde ne kadar iyi birisi olduğunu az çok biliyordum.

 

"Eğer yeniden görüşmeyi düşünüyorsan..."

 

Masadaki gözleri gözlerimi bulmuştu başladığım cümleyle. Devam ettim.

 

"O akşamki şirketle düzenli olarak işe gittiğini söylemişti. Aklında bulunsun."

 

Gülerek söylediğim sözlerden sonra kendisi de yavaşça gülümsemeye başlamıştı. Sanırım bir şeyleri yoluna sokmayı gerçekten istiyordu.

 

"Bende tanışır mıyım bu şanslı kızla?"

 

Berivan'ın sözleriyle gülümsemesi eşliğinde oturduğu yerden kalkmıştı.

 

"Ben gideyim de bir şeylerle uğraşayım."

 

Arkasını dönüp gitmesiyle Berivan'la göz göze gelmiştik.

 

"Bu sefer olacak sanırım?"

 

Gülerek omuzlarımı salladım. Ben Hayat'ı sevmiştim, bir özürü hakettiği konusunda da fikrim sabitti.

 

Geriye kalan zaman gereğinden hızlı bir şekilde geçip giderken, misafirlerde vaktinde gelmişlerdi. Başta havadan sudan başlayan sohbet ilerleyen zamanlarda evlilik yoluna girmişti.

 

Gözlemlediğim kadarıyla Mirza'nın anne babası da Zümrüt anneyle Mümtaz baba gibilerdi. Gayet sevecen duruyorlardı, sohbet ettikçe bu düşüncemde haklı olduğumu fark ediyordum.

 

Tek çocuk olduğu ve babasını kaybettiği için annesinin dışında, onlarla birlikte Mirza'nın kendisinden büyük kuzeni olduğunu öğrendiğimiz, bir başka kadın daha gelmişti. Kendi öz kardeşi gibi sahip çıktığı için de, bu özel günde burada olmasını çok normal karşılamıştık. Tüm aile gibi o da fazla sıcakkanlı ve güler yüzlüydü.

 

Diğer tarafta Zümrüt annenin üzerindeki hafif durgunluk gün boyunca dikkatimi çekip durmuştu. Mirza ve ailesinden yana gönlü rahattı fakat kızı hala daha gözünde küçücüktü... bu ara sıra Mihrimah'a kayan bakışlarından fazlasıyla anlaşılıyordu.

 

Mümtaz baba içinde Mirza her anlamda olumlu bakacağı bir damat gibi görünüyordu. Arada soruları ile köşeye sıkıştırmaya çalışsa da çocukluğunun ve gençliğinin büyük bir kısmına hakim olduğundan gönlü ferahtı.

 

Bir de üç kardeş vardı. Herne kadar Mirza ile bir samimiyete sahip olsalar da tüm akşam boyunca, Mihrimah'ı üzmemesi konusunda alttan alttan tonlarca laf sokmuşlardı.

 

Ve planlandığı gibi oldukça keyifli sonlanmıştı bizim için yemek. Gecenin geç saatlerinde konaktaki koşturma son bulurken, misafirlerin hemen ardından bizde hepsiyle vedalaşarak evimize gitmek üzere yola koyulmuştuk.

 

Gün içinde çok fazla konuşamadığım Yavuz'u özlediğimi, kendi yuvamıza girdiğimiz anda daha çok hissetmeye başlarken, arabada söylediği sözleri anımsamıştım yeniden.

 

"Yarın kızımızın odasını boyamaya ne dersin fıstığım?"

 

Sadece yeri belli olan odanın dışında hiçbir hazırlık yapmamıştık ve sanırım artık başlamamızın zamanı gelmişti.

 

Mis gibi kokusuyla sarmaladığı odayı hayal ettikçe dahi, içim kıpır kıpır oluyordu.

 

"Ben duşa giriyorum güzelim."

 

Yanımdan ayrılıp merdivenleri tırmanan Yavuz'a gülümserken, kendimi son birkaç gündür bende alışkanlık haline gelen bahçeye atmıştım. İlk geldiğimiz zamanlarda gördüğüm çiçekler, şimdilerde biraz daha büyüklerdi, ve etrafın gece gündüz demeden harika kokmasını sağlıyorlardı.

 

Kenarda duran salıncağa bedenimi uzanacağım şekilde atarken, tüylü yumuşak terlikleri çıkartarak ayaklarımı da rahat edeceğim şekilde uzattığımda, ellerimi de karnımın üzerine koyup usul usul okşamaya başlamıştım, şimdi kızımla sohbet etme vaktiydi.

 

"Prensesim... uyudun mu?"

 

İlk duyduğumda oldukça şaşırsam da karnımda gününün büyük bir kısmını uyuyarak geçirdiğini söylemişti doktorum. Parmaklarım ağır ağır hareket ederken, tepkilerime bir karşılık alıp alamayacağımı merakla bekliyordum.

 

"Bendeki de soru ya, saat kaç olmuş. Kesin uyudun."

 

Dokunuşlarıma karşılık sadece ufak bir hareketlenme hissederken, uykusunu bölmemek için durmaya karar vermiştim. Yemek yediğim esnalarda fazlasıyla hareketleniyordu zaten, şimdi kendisini rahat bırakmam çok daha doğru olurdu. Kaç dakika boyunca salıncakta ağır ağır sallanmıştım emin değildim.

 

"Hava esiyor yavrum, içeriye gel."

 

Yavuz'un sesiyle gözlerimi salıncağın ardından geriye çevirmiştim. Altında herne kadar gri bir eşofman olsa da üst bedeni tamamen çıplaktı ve karşımda şu an bu şekilde durması, hormonlarım açısından hiç ama hiç iyi değildi. Adımları salıncağın önünde durduğunda elimi tutarak yerimden kaldırmıştı beni, itiraz dahi edemiyordum. Parmak uçlarımdan avuç içime kayan sıcak dokunuşları bileğime doğru yol alırken, tüm bedenim gecenin serinliğine rağmen cayır cayır yanmaya başlamıştı.

 

Yeşillerim ihtiyaçla kahvelerine çıktığında, yanağıma minik bir buse kondurmuş ardından da yanağımdan süzülerek usulca çeneme ulaşmıştı. Kalbim göğsüme her saniye biraz daha hızlı çarpıyordu, dilim damağım kurumuştu.

 

Boşta duran ellerini ağırca belime sardığında, parmaklarının altındaki tenim ihtiyaçla sızlamaya başlamıştı. Her saniye onun dokunuşlarını hissetmek istiyordum bedenimde...

 

"Yavuz..."

 

Titrek sesim soğuk havaya karışıp aramıza girdiğinde, çenemdeki dudakları gerilmişti. Gülümsüyordu.

 

"Sevgilim..."

 

Hiddetle inip kalkan göğsüm canımı yakarken, ayaklarımın üzerinde duramayacak kadar gücüm çekilmişti. Dudaklarını aralayıp dişlerinin arasına aldığında çenemi, saniyeler içinde sıcak dilinin dokunuşunu da aynı yerde hissetmiştim.

 

Göz kapaklarım yeşillerimin üzerine kapandığında, kasıklarımda çoktan yaramaz kıpırdanışlar başlamıştı. Kollarına sıkı sıkıya sardığım ellerimin altındaki teni git gide kasılıyordu. Dilini çekmeden dudaklarını yukarıya, tam dudaklarımın üzerine çıkarmıştı şimdi de.

 

Bayılacaktım, hissediyordum.

 

Serseri bakışlarının altında dilini dudağımın üzerinde gezdirdiğinde, dudaklarımın arasından kısık sesle inlemiştim. Bel oyuntumda duran parmakları tenimdeki baskısını arttırdığında o saniyeden sonra kendiside hoyratlaşmıştı. Dudaklarımın üzerinde hüküm süren dudakları, canımı yakarken, aynı zamanda da tarifi olmayan bir haz veriyordu bana.

 

Kollarından boynuna çıkardığım ellerimi ensesinde sıkıca birleştirdiğimde, daha da koyulaşan hareleriyle karşılaşmıştım. İkimizde içmemiştik ama ikimizde sarhoş gibiydik.

 

Belimdeki elinin tekini bacaklarıma indirdiğinde saniyeler içinde kucağına almıştı bedenimi. İkimizin de sıklaşan solukları, birbirimizde kayboluyordu.

 

Bahçe kapısından içeriye girer girmez ufak bir duraksama yaşamış, merdivenleri tırmanmaktan vazgeçerek adımlarını salona çevirmişti. Kendi evimizde olduğumuz için, vakit kaybetmeyi istemiyordu, anlamıştım.

 

Geniş koltuğa yavaşça bırakmıştı bedenimi, gözleri kısa bir anlığına karnıma kayarken, yaşadığımız yoğun şehvete rağmen eğilip sıcak dudaklarını tenimle buluşturmayı da ihmal etmemişti. Gülümsedim bu davranışına. Eğdiği bedenini kaldırıp harelerini bu seferde yukarıdan bana çevirdiğinde, kocaman açtığım gözlerimle karşılık vermeye başlamıştım.

 

Kabaran saçlarım ve dağılan rujla kendisine nasıl bir görüntü sunuyordum emin değildim.

 

"Çok mu berbat haldeyim?"

 

Yarı güler halde sorduğum soruyla birlikte kafasını sol omzuna doğru hafifçe yatırarak cıklamıştı. Dudaklarına yerleşen gülümseme ise çok masumane duruyordu.

 

"Öyle harika ve eşsiz görünüyorsun ki... sabaha kadar gözümü kırpmadan izleyebilirim."

 

Utanç duygusu kendisini bana yeniden hatırlatırken, havaya kalkan ellerimi yüzüme kapatmıştım.

 

"Şöyle şeyler demesene."

 

Kısık sesimi bastıracak kadar sesli gülmüştü. Harika gülüyordu.

 

"Demediğim şeyleri duysan keşke bir de."

 

Kırdığı dizini koltuğa yaslarken, bedeniyle kıskacı altına almıştı beni, ellerimi yüzümden çekti.

 

Yanaklarım yanıyordu hala daha.

 

Burnunu burnuma değdirdiğinde, seslice soluklanmıştım.

 

"Sakinleş, gecemiz daha yeni başlıyor."

 

Başımın hemen yanına yasladığı kolundan güç alırken, eğdiği başının hedefi boynum olmuştu. Önce sıcak solukları, sonra dudakları ve en sonunda da dili ve dişleri sıralamayı tamamlarken, altında her saniye biraz daha kasılıyor, kıvranıyordum.

 

Kafamı geriye atıp aramızdaki mesafeye tahammül edemiyormuş gibi ellerimle kendisini biraz daha kendime bastırırken, iki bacağımın arasında duran bacağına, kedi gibi yapışmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

"Doyamıyorum sana."

 

Hırıltılı sesi yüreğimi ağzıma getirirken, boynunda duran ellerimi yüzüne çıkartarak kendisini öpmek istediğimi belirtmiştim. Dudaklarına yerleşen serseri ifadeyle birlikte yeniden dudaklarımız birleştiğinde, sırtına dolaşmıştım ellerimi.

 

Esmer tenini izlemek kadar, dokunmakta bana fazlasıyla keyif veriyordu... utanç duygum yok olduğunda elbette.

 

Nefes nefese kalmış bir halde ısırarak bıraktığı dudağımla, dizinin üzerine yükselerek yukarıdan bedenime bir bakış atmıştı. Düşünceli bir ifade vardı suratında.

 

"Yırtsam şunu acır mı canın?"

 

"Ha?"

 

Refleksle ağzımdan fırlayan kelimelerin ardından, üzerimdeki elbiseyi çok sevmiş olmamı bile zihnimden silmiştim.

 

Bana ne oluyordu? Nasıl her an birazcık daha kendimi kaydediliyordum...

 

Sorusuna bir karşılık almayı istercesine gözlerime bakarken, dudaklarımın arasından çıkan kelimelerle sabah dalga geçeceğini çok iyi biliyordum.

 

"Acımaz bence... yırt sen bir.

 

 

 

~

 

 

 

"Ben yapabilirdim aslında."

 

Tam arkamda hissettiğim Yavuz'un göğsüne fırsattan istifade bende biraz yaklaşırken, elimin üzerine sardığı elleriyle boya rulosunu duvarda kaydırıyorduk.

 

Odanın duvarlarını açık ve ferah bir renkten yana boyamayı tercih ederken, sadece bir kısmına toz pembe eklemeye karar vermiştik. Birkaç gün içinde de mobilya alışverişine çıkarak, odanın büyük bir kısmını halletmeyi planlıyorduk.

 

Dün geceyi oldukça ilerleyen vakitlerinde sonlandırırken, uyuyabilmem neredeyse güneşin doğuşuna denk gelmişti. Ondan dolayı kalktığımızda saat öğleni çoktan geçiyordu.

 

Yaptığımız ufak kahvaltının ardından planladığımız gibi odaya girişirken, Yavuz yorulmamam konusunda çeşitli ikazlarda bulunuyordu.

 

"Birlikte yapmak varken mi?"

 

Kulağımın hemen arkasına üflediği nefesiyle tüm bedenim titremişti, dirseğimi kıvırarak karnına vurdum. Halletmemiz gereken işler vardı. Fırçada olan elinin tekini yanağıma getirerek iki parmağının arasına alıp, hafifçe sıkmıştı tepkime karşılık.

 

"Kocaya vurulmaz."

 

Ciddi ciddi gülümseyip beni fırçayla yalnız bıraktığında diğer duvardaki az önce yarım kalan yeri boyamaya başlamıştı.

 

Uzun sopayı tutan kaslı kolları her hamlesinde kasılıp şişerken, ince beyaz tişörtünün altındaki sırtını yandan attığım bakışlarla inceliyordum.

 

Birkaç saat ardı ardına geçip giderken, ben çoktan kendimi yere atıp, açık açık Yavuz'u izlemeye başlamıştım. Benim aksime asla yorulmamış, tüm odayı özenle kendi başına boyamıştı. Bu esnada bana takılmayı da ihmal etmiyordu.

 

"İzlemelere doyamadın."

 

Munzur sesiyle beraber yeşillerim yüzüne ulaşırken, uzattığım ayaklarımı sallıyordum.

 

"Kocam değil misin, izleyemez miyim?"

 

Kendisi gibi karşılık verirken sorusuna, son kısmı da hallederek elindeki fırçayı bırakmıştı. Gülümsedi.

 

"Boya kokusunda kalma daha fazla bitti zaten, gel bakalım."

 

Yere oturan beni, ellerimden sıkıca tutup kaldırırken, odadan çıkmadan önce son defa etrafa dikkatlice bakmıştım. Gerçekten de çok temiz ve güzel boyamıştı, eşyalarla birlikte daha da güzel görünecekti.

 

Üzerimize bulaşan boyadan kurtulmak için ikimizde banyoya girerken, benden daha önce işini bitiren Yavuz hazırladığı meyvesuyuyla salonda karşılamıştı beni.

 

Ağırca indiğim merdivenle beraber, koltukta yanına kıvrılırken, eline aldığı bardağı dudaklarıma yaslamıştı. Her gün taze taze sıktığı meyveleri içmem konusunda oldukça ciddiydi, sevdiğim tatla birlikte dudaklarımı aralayarak içmeye başladım.

 

Kucağına doğru çektiği bacaklarıma masaj yaparken, gülmüştü bu halime. Aylar öncesinde güzel vakitler geçireceğimizi söylediği evimizde, gerçekten de özel anılar biriktiriyorduk şimdilerde. Sırtımı yasladığım koltuğun kenarında hafifçe kıpırdandım.

 

Tek elini karnıma çıkarıp, usul usul tenimi okşadığında, bende biten meyve suyuyla başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapatmıştım.

 

Ve kapalı olan gözlerimi, yine onun sayesinde heyecanla açmıştım.

 

"Efnan Karadağ..."

 

Dudaklarından ahenkle dökülmüştü isim...

 

Ve hemen ardından iri avucuna küçük bir tekmeyle karşılık almıştı.

 

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Çok fazla detaya girmeyi istemediğim kısımları üstünkörü anlattım ama aklınıza bir şeylerin takılmasını istemediğim içinde kısaca açıklamak istiyorum.

 

• Öncelikle Mihrimah ve Mirza cephesinde işler yolunda ilerliyor. Aileler tanışıyorlardı zaten geçmişten, fakat şimdi yeniden dünür olarak tanışmış bulundular. Söz veyahut nişan gibi bir şey olmadı, en kısa zamanda o da olacak.

 

• Boran konusunda Havin'le olmayacak mıydı yorumları alıyorum ara ara. Onun içinde ufak bir açıklama yapmam lazım. Havin konusunda olacaklarına dair bir mesaj vermedim hiç, sadece Boran abilerine nazaran birazcık daha flörtöz. Bundan dolayı da ilişkileri hiç ciddi şekilde ilerlemiyordu. Hayat cephesinde yaşanacak çok şeyi var kendisinin. En beklenmedik anda gelen aşkın daha güzel olduğu düşüncesine inanıyorumm 🫠

 

• Berivan'ın hamileliği de Evin'den birazcık daha ileride. Oğlu olacağını söylemiştim zaten, şu anlık isim konusunda bir gelişme yok onlarda. Olunca zaten onu da öğrenirizz ✨

 

• Ve gelelim minik bebeğimiz, güzel kızımız Efnan Karadağ'a... aylar öncesinde en ummadığım anda karşıma çıkmıştı bu isim ve ben sizlerle bölüm adıyla birlikte bunun spoilerini vermiştimm 🥹 şimdi sonunda sizlerle de resmî olarak paylaşmış bulundum. Yavuz'dan gelen bu isim fikrini, küçük hanımda beğenmiş olacak ki minik bir jest yaptıı 😻

 

• İlerleyen zamanlarda ailenin ciddi anlamda prensesi olacağını bilmek beni duygulandırıyor 🥹

 

• Hepinize öpücükler yolluyorum. Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

• Yavuzkkaradag (parodi)

• Evinşahmaran (parodi)

• Diğer karakterin parodi hesaplarına da bu hesapların takip ettikleri kısmından ulaşabilirsiniz.

 

18/05/2023

simaara

Bölüm : 15.12.2024 00:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...