38. Bölüm

38. BÖLÜM “G E L İ Y O R”

sim
simaara

Sizleri bölümle baş başa bırakıp, keyifli okumalar diliyorum ❣️ Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯

 

 

• • •

 

 

Bölüm Şarkıları: Cem Adrian / Kanarım

 

 

 

"Her felaketin iki ilacı vardır; zaman ve sessizlik.."

 

 

 

Le Comte de Monte-Cristo / Alexandre Dumas

 

 

 

 

 

(Bu güzel kapak tasarımı için @nuitlady aşkıma çok teşekkür ediyorum 💖)

 

 

 

 

(İnstagram hesabı olmayıp, shopları göremeyenler için bir de buraya atıyorum bu güzellikleri ❤️‍🔥)

 

 

 

(Hamiş bir Evin 🥹🥹)

 

 

 

(Veeee 🥹 ağlarım ki şuna bakın 🧚🏼‍♀️🍓🍃🌞)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

Çenem gülmekten olsa gerek sızlamaya başlarken, sırtımı yasladığım sert göğüse gücüm kalmamışçasına bedenimi bırakmıştım. Daha öncesinde gözlerimden akan yaşların sebebi ağlamak olurken, son zamanlarda gülerken ağlayacak raddeye geliyordum. Ve beni bu kadar mutlu edip güldüren şeyde yanımda olduğunu her an bana hissettiren kocamdan başkası değildi.

 

Karnıma sarılan eliyle beni biraz daha kendisine çekerken, ellerimi mutfak tezgahının üzerine bastırmıştım. 6. ayımın son haftasındaydım ve sabahın erken saatlerinde doktor kontrolüne giderek, muayene olmuştum. Ve bu muayene sonucunda bebeğimizin gelişimi hakkında da yeni bilgiler edinmiştik. Günden güne içimde biraz daha büyüyen kızımız, artık dışarıdan da kolayca görülebiliyordu.

 

Daha öncesinde kuramadığım hayaller tam da şu anda kendisini bana hatırlatıyordu işte... garip ama güzeldi.

 

Kime benzeyeceği, huylarını kimden alacağı bunlar başlıca aklımda dolaşan şeylerdi. Ve ben heyecanla kızımızı kucağımıza alacağımız günün hayalini kuruyordum. Düzeltiyordum. Ve biz heyecanla kızımızı kucağımıza alacağımız günün hayalini kuruyorduk.

 

Geçen günkü oda boyamamızın ardından mobilyaları da kısa sürede seçmiş, birkaç gün içinde genel olarak dizaynını yapmıştık.

 

"Aç bakayım ağzını."

 

Tezgahın üzerindeki beyaz sepetin içinde duran çilekler, bahçeden yeni toplanmıştı ve mis gibi kokuyordu. Dudaklarımın hemen ucunda duran çileği bekletmeden ağzıma alırken, kafamı hafifçe yana çevirerek gülen gözlerle yüzüme bakan adama dönmüştüm.

 

Karşısında nasılda mutlu oluyordum, görüyor muydu ki...

 

"Güzelliğim benim."

 

Sert sesinden böylesine güzel şeyler duymak hala daha duyduğumda yüreğimi hoplatan şeylerdi. Gülümserken, dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı hızlıca.

 

"Fazla ayakta kaldın bugün, sen geç otur ben halledeyim geri kalan şeyleri."

 

Kafamı sağa sola sallarken, her şeyi hazır tabakları göstermiştim.

 

"Yorulmadım ki, hem hazır her şey. Birlikte geçelim."

 

Gözlerini kapatıp açarak beni onaylamış, ardından da iki tabağı da eline alarak masaya adımlamıştı. Bende onun arkasından bardakları aldığımda oturmam için çektiği sandalyeye oturmuştum hemen.

 

Bardağı eline alıp içindeki suyu yudumlarken, karşımda öylesine muazzam duruyordu ki... gülümsedim usulca. Çatalıma taktığım salatalığı ağzıma atarken, merakla gözlerimi yüzünde gezdiriyordum.

 

"Yarın toplantın yok muydu, sorun olmasın?"

 

Kafasını hafifçe omzuna yatırıp karşısındaki meraklı halime ufak bir tebessüm hediye ettiğinde, dudaklarını aralamıştı.

 

"Karımla vakit geçirmek istiyor canım, toplantı sonraki güne bırakılabilir."

 

Yanaklarım tatlı tatlı yanmaya başlarken, gözlerimi hemen önümdeki tabağa indirmiştim.

 

"Alışverişten sonra bir şeyler yapmak ister misin yarın?"

 

Sorusuyla birlikte bakışlarım yenidem gözlerini bulduğunda, düşünmeye başlamıştım. Özellikle yapmayı istediğim bir şey yoktu, çünkü genelde Yavuz'la yaptığımız her aktiviteden keyif alıyordum. O yüzden tercihi kendisine bırakmayı tercih edecektim.

 

"Benim için farketmez aslında, aklında bir şeyler varsa onu yapabiliriz."

 

Oturduğu yerde arkaya yaslanırken, tek kaşı usulca havaya kalkmış, dudağı çapkın bir gülümsemeyle kenara kıvrılmıştı. Masanın üzerinde ahenkle hareket etmeye başlayan parmaklarının sesi, bir bir kulaklarıma sızarken, dudaklarının arasından çıkacak olan kelimeleri beklemeye başlamıştım.

 

"Aklımda olan şeyleri yaparsak, muhtemelen gün boyu evde otururuz. Kararı bana bırakma konusunda emin misin yavrum?"

 

Dudaklarım muzip bir gülümseye ev sahipliği yapmaya çalışırken, alt dudağımı farkında olmadan dişlerimin arasına alarak ısırmıştım. Hormonlarımdaki bu üst düzey değişikliklerden en çok keyif alan kişi kesinlikle Yavuz'du. Gün içinde bir kedi misali sürekli kendisine sırnaşmam, onu zerre rahatsız etmiyordu. Öyle ki kendisinden uzakta durduğum her an hemen yanıma yaklaşıyor, zihnimi kurcalıyordu.

 

"Bence dışarıda yapabileceğimiz bir şeyler bulabilirsin sen."

 

Çatalı bir kez daha salatalığa bastırdığımda bu sefer kendi ağzıma değil, hemen yakınımda duran Yavuz'un ağzına uzatmıştım. Bence artık susup, bir şeyler yemesinin zamanıydı. Dudaklarını usulca açıp çataldaki salatalığı aldığında, harelerimi huzurla yüzünde gezdirmeye devam ediyordum.

 

Zaman bize ne getirirdi bilmiyordum ama şu anda gelen her şey kalbimin en nadide köşelerine yerleşip, kendilerine çoktan bir yer edinmişlerdi.

 

Aile olmayı yeniden hissetmiştim.

 

Yuva kelimesinin, dört duvardan değil, yanında olan insanlardan ibaret olduğunu bir kez daha anımsamıştım.

 

Küçükken heyecanla ellerime bırakılan ve benim özenle koklayıp suya bıraktığım çiçeklere, yıllar sonra yeniden kavuşmuştum işte.

 

Zaman benden çok şey çalmış, çok şeyi hafızamdan silmişti değil mi...

 

Şimdide giden herbir sahneye inat, daha güzellerini veriyor gibiydi.

 

Çatalı tutan elimin üzerine kapanan eliyle birlikte, hareket etmeyi bıraktığımı hissetmiştim. Yeşillerimi birkaç defa kırpıştırıp kahvelerine çevirdiğimde, iyi ki demiştim yeniden. Nerede olursak olalım, sadece yanımda olsun bana yeterdi. Çünkü ben bir kez daha birisinden ayrılmayı kaldıracak güce sahip değildim.

 

 

 

~

 

 

 

Yazardan:

 

 

 

 

 

Elindeki telefona kararsızca bakarken, dudaklarının arasından verdiği solukla oturduğu yerde bedenini dikleştirmişti Boran.

 

Günlerdir aklı tamamen Hayat denen kadındayken planı tamamen özür dilemek ve birazcıkta olsa içindeki sıkıntıyı ferahlatmaktı. Sebebini bilmediği hisin tamamen yaptığı yanlıştan olduğunu düşünüyordu fakat öyle olmadığı aşikardı.

 

Verdiği küçük emirle saniyeler içinde masasının üzerine konulmuştu numara ve ek olarakta kız hakkında merak ettiği birkaç ufak detay, kızın izni dışında kendisine eriştirilmişti.

 

Bu duruma çok takılmadı ve daha da düşünmeden telefonun ekranındaki numaranın üzerine tıklayarak yazmaya başladı.

 

Siz: Özür dilerim, kaba davrandım.

 

Doğru bir giriş mi yapmıştı emin değildi. Ekranda olan bakışlarını birkaç dakika boyunca ekrandan çekemezken, karşı taraftan da yanıt gelmişti.

 

Özür mü dilersin? Ali, sen misin?

 

Çatılan kaşlarıyla mesajı emin olmak için bir defa daha okuduğunda parmakları da çoktan ekranda dolaşmaya başlamıştı.

 

Siz: Ali değilim. Ama anladığım kadarıyla birçok kişi tarafından kaba davranışlara maruz kalıyorsun?

 

Mesajı anında görüldüğünde alacağı cevabı da merakla beklemeye başlamıştı.

 

Nil, sen misin yoksa?

 

Siz: Biliyor musun, Nil'le uzaktan yakından alakam yok. Üzgünüm o da değilim.

 

Kimsin, dalga mı geçiyorsun benimle?

 

Siz: Hayır, dalga geçmiyorum. Ve oldukça ciddiyim. Üzgünüm, biraz kaba davrandım. Söylememem gereken şeyler söyledim.

 

Kim olduğunu söylersen, cevap verebilirim sanırım.

 

Siz: Kim olabilirim sence? Böyle bilinmeden yazmak fena değilmiş.

 

Engelleyebilirim!

 

Siz: Fakat kim olduğumu merak ediyorsun ;)

 

Belki birazcık. Ama yine de engellerim, hiç şüphen olmasın.

 

Siz: Anladım Hayat, en çok sen engellersin. Ama yine de kim olduğumu söylememeyi tercih ediyorum, en azından bir süre. Konuşsak böyle fena olmaz mı? Arkadaşça?

 

Yeteri kadar arkadaşım var benim, bir sorayım kendime bir tanesine daha gerek var mıymış diye...

Sordum.

 

Yokmuş, şansına küs :)

 

Siz: Senden özür dileyecek kadar seni kıran arkadaşlar mı?

 

Onlardan birisi olduğun için bu kadar takılmış olabilir misin özür dilenmesine?

 

Siz: Bende pek özür dilemem normalde, özür dilenecek şeyler yapmam. Ama bir şeyler oldu işte arada, yaptık bir hata.

 

Özür dilediğine göre kesin fena bir şey yaptın. Son zamanlarda işlerim yoğun olduğu için kim olduğunu da tahmin edemiyorum.

 

Siz: Bence kötü niyetle yapmamışımdır, sinirli bir anıma denk gelmişsindir :)

 

Mesaj alındı, üzgünüm ama kolay kolay unutmam bir şeyleri. Kim olduğunu öğrenmeden önceki son konuşmalarımız bunlarda muhtemelen :) bilmen lazım.

 

Siz: Hava da ne güzel bugün değil mi Hayat? Baksana cama.

 

Evet hava çok güzel. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor :) sana iyi güneşi izlemeler, benim çalışmam gerekiyor.

 

Son mesajı okuduktan sonra ekrana bir süre bakakalmıştı Boran. Garip bir şekilde mesajlaşırken güldüğünü de konuşma sonlanınca fark edebilmişti.

 

Ne hissettiğine karar veremeyecek kadar zihni bulanmıştı. Ufak tefek flörtleşmelerin dışında, ciddi bir ilişkiye daha öncesinde adım atmayı istememişti. Genelde de adım attığı kişilerden anında karşılık almaya alışkındı. Belki de ciddi düşünmeme sebebi bu olmuştu her defasında.

 

Kendisine ters cevap veren bir kadına gönlünü vermeyeceğinden ise oldukça emindi. Lakin bilmediği bir detay vardı, o da aşkın en beklenmedik anda gelip gönlüne yerleştiğiydi.

 

Bir yanda Boran kafa karışıklığı ile kendisini sorgularken diğer tarafta onu için her daim küçük kız kardeşi olarak kalacak olan Mihrimah, aşık olduğu adamın yanında keyifli vakitler geçiriyordu.

 

Ailelerin geçen haftalarda bir araya gelip, ufak ve samimi bir yemekle konuşmaları her ikisi içinde güzel sonuçlara sebebiyet vermişti.

 

Mirza'nın annesinin yıllardır içinden geçirdiği gelin adayının Mihrimah olduğunu da söylediği o akşamda, şaşırmayan tek kişi Zümrüt hanım olmuştu. Belki de iki anne olarak evlatlarından önce hissedip, anlamışlardı duygularını. Özellikle kızının daha gençliğinin baharında, aşık olup uzun uzun seyrettiği adamı görmemesi saçmalık olurdu doğrusu...

 

Dudaklarındaki gülümseme hala daha varlığını korurken, oturduğu bankta birazcık kayarak, Mirza'yla arasında kalan o ufacık boşluğu kapatmıştı Mihrimah.

 

"Kollarıma girmek istediğini açık açık söyleseydin, seni uğraştırmazdım ufaklık."

 

Mirza'nın gülerek söylediği sözlere bir tepki vermezken, hemen oturduğu bankın arkasına uzanan kolla iyice kendisini aşık olduğu adamın göğsüne yaslamıştı.

 

Bir zamanlar sadece izlemekle yetindiği adamın şimdi hemen yanıbaşında duruyor olmak, bazı anlarda kendisini garip hissetmesini sağlıyordu. Bozulmasını istemediği bir rüyadaydı sanki.

 

"Keyfim oldukça yerinde ve beni sinir edemezsin."

 

Alttan yukarıya attığı bakışlar Mirza'nın ela gözlerinin kısılmasını sağlarken, boşta duran elini havaya kaldırıp, işaret parmağıyla kendisine imalı bakışlar atan kızın burnunun ucuna hafifçe vurmuştu.

 

"Sen böyle sakin kalınca tadı çıkmıyor ki kızım, biraz cırlasana sen. Önceden Mihri desem, üzerime atlamadığın kalırdı!"

 

Mirza'ın ciddi sözleriyle beraber kafasını kaldırıp gözlerini yüzüne sabitlemişti ve saniyeler içinde dudaklarının arasından büyükçe bir kahkaha firar etmişti.

 

Demek ki önceden yaptığı her hareketi aklına kazımıştı...

 

"İlgi alanının dışında kaldığımı sanıyordum. Öylesine verdiğim tepkiler aklında kalmış sanırım... hmm?"

 

Havaya kalkan kaşlarıyla uzun uzun izlemişti Mirza'yı ve attığı bakışlara aynı şekilde de karşılık almıştı.

 

"Öyle sanmanı gerektirecek bir harekette bulunmamıştım oysaki önceden."

 

Göğsüne yaslı bir vaziyette kendisine bakan kadının yüzüne uzattığı eliyle, usulca yanağını okşamıştı.

 

Gençliğinin ortalarında sadece öylesine bir hoşlantı diye kendisini geriye çekmişti hep, sonra Mihrimah'ın günden güne daha çok dikkatini çekmesiyle, Yavuz'u ortaya atmıştı beyni.

 

Arkadaşının kardeşi, onunda kardeşi olurdu gerekirse...

 

Bir süre bu düşüncenin etrafında debelenip durmuştu, fakat Yavuz'un düğününde yeniden karşı karşıya kaldığı kadın zihnindeki o düşünceyi ufacıkta olsa zedelemeyi başarabilmişti.

 

Herkesin Mihrimah dediği kadına Mihri demekten bir an bile vazgeçmemişti.

 

Hakkıymış gibi yanında gördüğü her erkekten, kıskanmaya başlamıştı. Ve tüm o süre boyunca da kalbine inatla kulak asmayıp, ben onun sadece abisiyim demiş, kendisini kandırmaya devam etmişti. Ve tüm bu çabalarını bir çöp misali atan şey, kendisine kocaman kahve gözleriyle bakan kadın olmuştu.

 

Kendisinden çok daha cesurdu. Ve söylemeye cesaret edemediği tüm duyguları, yüzüne yüzüne haykırmıştı.

 

"Karşı karşıya gelince beni boğacak gibi bakıyordun Mirza, kiminle konuşsam göz deviriyordun."

 

Kaşları havaya kalkarken, dudaklarını hafifçe büzmüştü. Koskocaman adam, sevdiği kadının karşısında küçük bir çocuk gibi sevimli sevimli hareketlerde bulunuyordu.

 

"Öyle mi yapıyordum, hiç farkında değildim."

 

Mihrimah kendisine nazlanan adamla neye uğradığını kısa süreliğine şaşırmıştı.

 

"Kıskanıyordun değil mi..."

 

Demişti, imayla. Cevaptan oldukça emindi ama bir defa da kendisinden duymayı istiyordu.

 

"Seven adam kıskanır kızım, neden kıskanmayayım."

 

Aldığı cevapla yüz ifadesini herne kadar sabit tutmaya çalışsa da dudakları buna izin vermeyerek usulca kıvrılmaya başlamıştı.

 

Kahve gözlerini hızlıca etrafta dolaştırmıştı, geldikleri nehrin başında kendilerinden ve etrafta dolaşan birkaç kediden başka hiç kimse yoktu. Karnında hissettiği kıpırtılar kanını kaynatırken, karşısındaki adama şimdi daha dikkatli bakıyordu.

 

İsteği oldukça açıktı ve Mirza kendisine sunduğu bu fırsatı geri çevirmeyecek kadar uyanıktı.

 

Serseri bir tebessümle kıvrılan dudaklarıyla, Mihrimah'ın yüzünde duran elini saçlarının arasına kaydırmıştı. Aralarındaki mesafe yavaş yavaş kapanırken, karşısındaki kadının kapanan göz kapaklarını görmüştü.

 

Ellerinin arasında heyecandan titriyordu ve bu fazlasıyla hoşuna gidiyordu.

 

Daha öncesinde düşlerine dahi girmesinden korktuğu o sahnenin, şimdi ortasındalardı, ve tüm kontrol kendisindeydi.

 

Oturduğu yerden hafifçe doğrulup iyice kendisini Mihrimah'a yaklaştırdığında, dudaklarını, hafif pembe rujla boyamış kızın dudaklarına bastırmıştı.

 

Ve ikisi içinde dünya dönmeyi bırakmıştı.

 

Bir tarafta yıllarca duygularını bastırarak inkar eden, delicesine aşık olan bir adam vardı.

 

Diğer tarafta ise yıllarca abisinin arkadaşına olan aşkını cesurca haykıran bir kadın vardı.

 

Bu ikisinin kavuşmasıydı ve birlikte attıkları büyük adımın imzasıydı.

 

 

 

 

~

 

 

 

Evin'den:

 

 

 

 

 

"Bunlar çok küçük..."

 

Ellerimin arasındaki beyaz kumaş parçasına neredeyse ağlayacakmış gibi bakarken, Yavuz'un sesini işitmiştim.

 

"Harbi, küçücük bu."

 

İki köşesinden tutarak hafifçe havaya kaldırmıştı, tulumu. Kızımız da bu kadar küçük olacaktı...

 

"Bunu da alalım mı?"

 

Sorduğum soruyla birlikte Yavuz'un gözleri beni bulmuştu. Bir sürü kıyafet almıştık Efnan için ve hala daha istemsizce elim bir şeylere gidiyordu.

 

"Yavrum ne dedim ben en başında, beğendiğin her şey alınacak. İlerle bak şurada farklı modeller de var."

 

Kafamı sallayıp önünden sallana sallana giderken mağazanın içindeki çocuk sesleri de içimi huzurla kaplamıştı.

 

"Yavuz..."

 

Son harfini istemsizce uzatıp heyecanlanırken, pembe tüllü küçücük eteği askısıyla elime almıştım. Öyle güzel duruyordu ki... oyuncak bebeklerin elbisesi gibiydi.

 

Beklentiyle kendisini bulmuştu gözlerim. Siyah bir gömlek vardı üzerinde ve onun siyahlığının yanında capcanlı duruyordu tuttuğum etek, gözleri şaşkınca askıyı buldu. Dudakları aralandı ama konuşamadı. Zihnimin içinde tek bir görüntü vardı ve o da bu etekle beraber Yavuz'un kollarının arasında kaybolan küçük bir kız çocuğu...

 

"Bunu da alalım."

 

Elimdeki askı Yavuz tarafından alındığında, sözleriyle yeniden gülümsemiştim. Çokça kıyafet almıştık ve sanırım bu kadarı şu anlık yeterliydi.

 

"Bakım bölüme geçelim."

 

Elini belime yerleştirip yürümeye başladığında, kısa sürede mağazanın bebek bakım bölümüne geçmiştik. Şampuan, bebek bezi, ıslak mendil, krem birçok şey vardı almamız gereken. Bu yüzden dün gece ufak bir araştırma yaparak neyin ne işe yaradığını öğrenmiştim. Hemen yanımızda duran kızın yönlendirmesiyle de beraber bana sunduğu seçenekleri inceliyordum.

 

"Doğumunuza birazcık daha var gibi görünüyor ama son zamanlarda erken doğum çok normal bilirsiniz. O yüzden isterseniz bir pakette prematüre bebek bezi alın."

 

Kafamı sallayıp onaylarken, bebek pudrası ve pişik kremini de bakmam için elime uzatmıştı.

 

"Bunların dışında unuttuğum bir şey var mı?"

 

Rafları gösterdi.

 

"Hayır hepsinden aldınız, eksikleriniz yok. Sadece biberon, emzik almadınız. Kasa tarafında onlar, oradan bakabiliriz."

 

"Teşekkürler."

 

Ağzına kadar dolu market arabası şeklindeki sepet paketlenmek üzere yanımızdan alınırken, kasanın yanındaki emzik ve biberonları incelemeye başlamıştım.

 

Desenleri, renkleri öyle şeker gözüküyorlardı ki, bir süre sadece izlemiştim. Üzerindeki numaralara bakıp, 0-6 aylık olanların hoşuma gidenlerini kenara ayırmıştım.

 

Ne olur ne olmaz diye iki tane alarak bir tanesini bebek çantasında muhafaza etmeyi düşünüyordum.

 

"Nasıl bunlar?"

 

Bir tanesi pembe kalplerle süslü olan kenarlarında ufak delikli modeldi, diğeri de onun aksine birazcık daha yuvarlaktı.

 

Gösterdiğim modeller Yavuz'u gülümsetirken, beğendiğini söylemesiyle onları da almış, ardından iki tanede biberon seçerek alışverişi sonlandırmıştık.

 

Kasada ödeme sırasında bebek emzirme sürecinde kullanmam için satıcının önerdiği birkaç ürünü de orada poşetimize eklettirmiştik. Berivan'ın verdiği ufak tüyolar ve okumuş olduğum anne bebek kitaplarında da bahsinin geçtiğini hatırlamıştım o an.

 

Hazır olan poşetleri Yavuz eline aldığında bende peşinden mağazadan çıkmıştım.

 

Çarşının sıcak havası anında beni ele geçirdiğinde Yavuz'un arabasının arkasındaki arabayla bizi bekleyen Akif'i görmüştüm.

 

Yavuz'un elindeki poşetleri alıp kendi arabasına koyarken, başıyla ufak bir selam vermişti bana da.

 

"Abi istediğini koydum arabaya. Bunları da söylediğin gibi eve bırakıyorum."

 

"Çok önemli bir şey çıkmadıkça beni arama, hallet sen."

 

Akif kafasını yeniden sallamıştı.

 

"Merak etme abi, bende her şey."

 

"Eyvallah."

 

Arabanın kapısını açıp binmem için ufak bir işarette bulununca Yavuz hemen koltuğa oturmuştum. Saniyeler içinde kendisi de yanımdaki yerine yerleşmişti.

 

"Ne getirdi ki Akif?"

 

Sorumla gözleri beni bulurken, ne zaman eline aldığını bilmediğim bir poşeti kucağıma bırakmıştı.

 

"Al hadi gidene kadar bir şeyler iç, hava sıcak."

 

Karton poşetin içindeki bardağı çıkardığımda içinde limonata olduğunu görmüştüm. Paketlemesi aşırı güzeldi ve üzerindeki yapışkanlı kağıtta, taze el sıkımı olduğu yazıyordu.

 

Pipeti de içinden alıp bardağa soktuğumda, hemen bir yudum içmiştim. Poşetin içindeki diğer paketi de açıp, ne olduğunu görmek istediğimde bir sandviçle karşılaşmıştım.

 

"Gideceğimiz yere kadar biraz tutar mideni, bayadır bir şeyler yemedin."

 

Sözleriyle birlikte gözlerim hemen yüzüne tırmanmıştı. Gülümsedim. Her detayı düşünmesi beni mümkünmüş gibi kendisine birazcık daha hayran bıraktırıyordu.

 

Arabanın açık camları tamamen yola çıkmamızla birlikte içeriye hafif rüzgarlar halinde girerken, oturduğum yere iyice yerleşmiştim.

 

"İster misin?"

 

Sandviçten bir ısırık daha alacakken hemen yan tarafa dönerek sormuştum.

 

"Yok güzelim, sen ye."

 

Kafamı sallayıp yeniden önüme dönerek yemeye başlamıştım.

 

Söylediği gibi yediklerim bittiğinde bile gideceğimiz yere varmamıştık daha. Ve yorgunluk hissiyle sallanan araba uyumam konusunda zihnime mesajlar gönderiyordu.

 

"Daha var mı gideceğimiz yere?"

 

"Az kaldı güzelim."

 

Kafamı sallayarak yolu izlemeye devam ettim.

 

Bir süre sonra arabasının hızı düştüğünde geldiğimiz yerin burası olduğunu anlamıştım.

 

Yavuz'un işaretiyle arabadan indiğimizde akan suyun sesi kulaklarımı doldurmuştu.

 

Sanırım bir yerlerde şelale vardı.

 

"Gel bakalım güzelim."

 

Belime yerleştirdiği eliyle birlikte yürümeye başlarken, gözlerim etrafı inceliyordu. Ortada akıp giden suyun etrafına yapılan masalarda birkaç kişi yemek yiyordu. Çok kalabalık değildi ve bu yüzden suyun sesi de oldukça rahat bir şekilde duyuluyordu.

 

"Aslında başka planlarım vardı ama bugün ki alışveriş seni çok yordu. O yüzden sakince yemek yiyip, çiftliğe geçelim diyorum. Ne dersin?"

 

Çiftliğe gidecek olmamız bir anda atları gözümün önüne getirdiğinde heyecanla kafamı sallamıştım. Uzun bir süredir gidememiştik oraya, en azından birazcıkta olsa gidip hava almak güzel olabilirdi.

 

"Peki orada mı kalacağız."

 

Kafasını bana çevirerek göz göze gelmemizi sağladı. Kahveleri nasılda ilgili bakıyordu öyle.

 

"Kalacak kadar hazırlık yaptırmadım fıstığım, istersen sonraki günler için haber veririm yeniden."

 

Kafamı sallamıştım sağa sola doğru. Son günlerde sürekli işle alakalı şeylerini aksatıyor gibiydi, birazcık daha uzaklaşmasını istememiştim.

 

"Hayır hayır, sadece merak ettim. Hem kalmak için hep beraber kalabalık gitmek daha iyi oluyor."

 

Yeniden bir şey söyleyeceksen karşımızdan bir adam hızlı adımlarla yanımıza gelmişti.

 

Gülerek yüzümüze bakıyordu.

 

"Hoş geldiniz Ağam, buyurun."

 

"Hoş bulduk."

 

Diye karşılık verip bizi yönlendirmesiyle peşine takıldığımızda suyun hemen kenarındaki masalardan bir tanesine yerleşmiştik.

 

Az önceki sıcak havanın aksine, burası oldukça ferahtı. İyice yerime yerleştim. O sırada önümüze de menüler konulmuştu.

 

"Kebap alabilirim."

 

Demiştim sonunda karar verip, yanına da ayran isterken, Yavuz birkaç çeşitten daha getirmelerini söyleyerek garsonu göndermişti.

 

Hamileliğim boyunca bendeki en büyük değişikliklerden bir tanesi de kesinlikle yemek düzenim olmuştu. Sürekli bir şeyler yiyordum gün içinde ve her defasında da aynı açlık hissi baş gösteriyordu. Aldığım kilolar fazlasıyla ortadaydı bu yüzden. Az önce yediğim sandviçi unutmuştum bile resmen.

 

"Çok güzelmiş burası."

 

Gözlerimi kısaca etrafta gezdirirken söylemiştim bunu.

 

Ve bakışlarım bir cevap vermeyen Yavuz'u bulduğunda elinde tuttuğu telefonla az önceki halimi çektiğini farketmiştim. Dudaklarına yerleşen ufak tebessüm ve çatık duran kaşlarıyla öyle güzel bakıyordu ki, az önce ne söylediğimi bile unutturmuştu bana.

 

"Buradan daha güzel olan bir şey var."

 

Demişti, söylediğimi hatırlatmak istercesine. Masanın üzerine yasladığım kollarımdan destek alarak yüzümü elime yaslamıştım. Ve araladığım dudaklarımla, karşımdaki ifadesini şaşkınlığa uğratacak şeyi de ben söylemiştim.

 

"Bir şeyler olmalı o... çünkü şu anda bende güzel bir adamı izliyorum."

 

Oluşan ufak sessizlik yine onun tarafından bozulmuştu. Dudaklarındaki ufak tebessüm büyükçe bir gülümsemeye dönüştüğünde, hayran hayran onu izlemeye devam ediyordum. Az önce onun yaptığı gibi hızlıca masanın üzerindeki telefonumdan bir kaç resmini çekmiş sonrasında da etrafta dolaşan garsonların bir tanesinden rica ederek birkaç resmimizi uzaktan çekmesini istemiştim.

 

Utanç duygumu bastırmak istercesine konuyu değiştirmeye çalışırken ben, hala daha yoğun bakışlarını üzerimde hissediyordum.

 

Garsonun masamıza tepsiyle beraber gelmesiyle az önceki utanç duygumu geri plana atıp, tabakları incelemeye başlamıştım bu seferde.

 

Tabağıma yiyeceğim şeylerden koyduktan sonra arka plandaki suyun sesiyle karnımızı doyurmaya başlamıştık.

 

 

~

 

 

Bir süredir gelmediğimiz çiftlik evini özlediğimi tam olarak bahçesine adım attığımızda farketmiştim. Etraftaki kuşların cıvıltıları, mis gibi kokan çiçeklerin rengarenk duruşu, her zaman seveceğim bir görüntüydü kesinlikle.

 

"Safir ve Kuzgun'un yanına gidelim mi?"

 

Çimenlerin üzerinde bir ileri bir geri adım atarken, mırıldanmıştım. Elleri cebinde benim gibi etrafı izleyen Yavuz'un bakışları beni bulurken, onaylayan bir şekilde başını sallamıştı.

 

"Bayadır görmedik ikisini, gel gidelim."

 

Yan yana ağır ağır attığımız adımlar, ahırın önüne bizi götürdüğünde önceki gelişlerimizde de gördüğüm orta yaşlı adamla karşılaşmıştık.

 

"Kolay gelsin Mustafa amca."

 

"Kolay gelsin."

 

"Sağ olasınız, hoş geldiniz."

 

Gülümseyerek karşılık verdiğimde içeriden atların sesini de duymaya başlamıştık.

 

"Bir sorun mu var içeride?"

 

Mustafa amca omuzlarını kaldırıp elindeki kovayla önümüzden yürümeye başlarken konuşmuştu.

 

"Kuzgun'u öğlen yürüyüşe çıkarttık geldiğinden beri böyle. Ayağına da basmıyor tam, bir şeyler battı kesin."

 

Yavuz'un keskin bakışları yerini ezbere bildiği Kuzgun'u bulduğunda, sahibini görmüş olmanın heyecanıyla sanki biraz daha yüksek sesle kişnemişti.

 

"Oğlum?"

 

Koyu kahve tüylerinin üzerine yasladığı eliyle, boynunu hafif hafif okşuyordu.

 

"Dışarıya alalım orada daha rahat bakarız."

 

Mustafa amcanın yardımıyla birlikte Kuzgun'u dışarıya çıkardığımızda, bu hali içimi acıtmıştı.

 

Yüzünden acı çektiği belli oluyordu fazlasıyla. Tahta çitlerin etrafında durduğumuzda Yavuz, Kuzgun'un ayağını kaldırarak daha rahat bakması gerektiğini söylemişti. Hemen önünde durduğum Kuzgun'un yüzüne uzatmıştım elimi.

 

"Nasılsın bakalım... özledin mi bizi?"

 

Sorumu anlamış gibi kafasını elimin içinde hareket ettirdiğinde aynı zamanda Yavuz'u görmeye çalışıyordum.

 

"Küçük tahta parçası batmış."

 

Demişti. Mustafa amcanın kendisine uzattığı bir aleti eline alarak, bakışlarını bana çevirdi.

 

"Güzelim, canı acırsa refleksle hareket edebilir. Uzaklaş biraz."

 

İstemeye istemeye bir adım geriye gitmiştim ama hala daha gözlerim gözlerindeydi, dudaklarımı araladım.

 

"Safir, biz yokken sana emanet biliyorsun değil mi?"

 

Gözlerini kaçırmadan uzun uzun baktığında, Yavuz çoktan parçayı çıkarmış, yerinden ağırca doğrulmuştu. Ve Kuzgun ise o süreçte hareket etmemişti.

 

"Oğlum, iyi misin?"

 

Hemen yanıma gelip yeniden tüylerini okşadığında, az önceki haline nazaran yüzü biraz daha açılmıştı.

 

"İlaç sürelim, mikrop kapmasın Mustafa amca."

 

"Getiriyorum hemen."

 

Yanımızdan ayrılan yaşlı adamla birlikte öne doğru adım atarak Yavuz'un hemen yanına yaklaşmıştım ve koluna girmiştim.

 

"Az önceki gibi bakmıyor, sanırım biraz daha iyi."

 

Kafasını bana doğru çevirip, kolunu kaldırdığında artık göğsüne yaslı bir haldeydim. Sırtıma doğru uzattığı koluyla sıkı sıkıya sarmalarken beni, aynı onun gibi bende Kuzgun'u sevmeye başlamıştım. Sessizce geçen bir kaç saniyenin ardından Mustafa amca elinde tuttuğu ilaçla yanımıza gelmişti. Kuzgun'un ayağını yeniden kaldırıp ilaçladıktan sonra da Safir'i istersem getirebileceğini belirtmişti.

 

Hamileyken ata binmeyi göze alamazdım ama ona rağmen kendisini görüp, sevmek bile bana yeterdi. Söylediği gibi kısa sürede elinde tuttuğu dizginle yanımızda yerini almıştı. Bakışlarım hevesle Safir'i bulduğunda hemen sarılmıştım. Bana küçüklüğümün en güzel zamanlarını hatırlatıyordu kendisi.

 

"Yavuz?"

 

Demiştim heyecanla. Gözleri beni bulduğunda hala daha Safir'i seviyordum ve o, bu halimi gülümseyerek izliyordu.

 

"Söyle güzelim."

 

Kafamı Safir'in yaslamış olduğum boynundan kaldırmıştım.

 

"Efnan büyüyünce, ona da ata binmeyi öğretir miyiz?"

 

Çok isterdim bunu. Ve bunu kızımıza benimle birlikte Yavuz'un öğretmesini daha çok isterdim. Gözlerim merakla vereceği tepkiyi beklerken, aramızdaki kısa mesafeyi birkaç adımda kısaltmıştı. Havaya kalkan eli yüzümün hemen kenarında duran saçımı geriye iteledikten sonra yanağıma uzanmış, tenimi usulca okşamıştı.

 

"Öğretiriz güzelliğim, eminim annesi kadar cesur bir şekilde ata biner."

 

Dudaklarım hafifçe kıvrıldığında yüzümü eline yaslamıştım.

 

İlk kez ata bindiğimiz günü anımsıyordum. Benden böylesine bir şey beklemediği, son hareketimden sonra yüzüne yayılan ifadeden öylesine çok belli oluyordu ki... hala daha aklıma gelince gülesim geliyordu.

 

"Yoruldun mu?"

 

Sorusuyla kafamı elimde olmadan sallarken, karnıma kaymıştı gözleri. Sabahtan beri pek oturduğum söylenemezdi.

 

"O zaman gidelim fıstığım, dinlenmelisin artık."

 

Yanımızda duran atları bir kez daha sevdikten sonra Mustafa amcaya yeniden ahıra götürmesinde yardım etmiştik. Sonrasında da yola koyulmuştuk. Açık camdan içeriye sızarak, yüzüme çarpan ferah hava yorgunluğumu daha da hissettirirken, gözlerimde de çoktan kapanmıştı.

 

 

 

~

 

 

 

 

Birkaç gün sonra:

 

 

 

 

 

Sırtımı arkamda hissettiğim taşa biraz daha yaslarken, ılık suyun içinde vücudumu daha rahat hissetmeye başlamıştım.

 

Eve Yavuz'un zoruyla gelen yardımcı ablanın hazırladığı kahvaltıyı yedikten sonra, kendimi havuza atmıştım. Son zamanlardaki yorgunluğumu özellikle suyla daha iyi atabiliyormuşum gibi hissediyordum.

 

Kenarda duran telefonuma uzandım. Bugün diğer günlere nazaran daha erken gitmişti Yavuz işe. Önemli bir toplantısı vardı ve sabahtan beri kendisiyle yalnızca 1 kez konuşabilmiştik. Mesajlaşma uygulamasına girdikten hemen sonra parmaklarım klavyede dolaşmaya başlamıştı.

 

Siz: Toplantın bitti mi??

 

Bakışlarım ekranda dolaşırken her zaman olduğu gibi anında görmüştü mesajımı. Hiçbir anında beni bekletmiyordu ve bu oldukça çok hoşuma gidiyordu.

 

Yavuz Ağa: Evet yavrum, bitti :) Beni mi özledin?

 

Dudaklarıma munzur bir gülümseme oturduğunda açık sözlülüğüne cıkcıklamıştım.

 

Siz: Merak ettim sorayım dedim :)

 

Yavuz Ağa: Öyle olsun madem, ne yapıyorsun?

 

Kamerayı açıp, karşımdaki havuzun fotoğrafını çektiğimde, hemen kendisine göndermiştim.

 

Yavuz Ağa: Güzel yüzünüde çek at bakayım :) karımı özledim de ben.

 

Bende özlemiştim. Gülümsedim. Ve sonrasında da açtığım kameradan üzerimdeki mayonun da gözükmesini sağlayacak açıyla bir fotoğraf çekerek kendisine atmıştım.

 

Siz: Bende özledim, keşke burada olsaydın.

 

Mesajı kendisine attıktan sonra onu nasıl zor durumda bırakacağımı az çok tahmin edebiliyordum. Ne zaman aramızda mesafe olsa, kendisine koşa koşa adım atıyordum. Birkaç saniye ardı ardına geçip giderken üstteki yazıyor ibresi defalarca gidip gelmişti, sanırım bu sefer biraz fazla üstüne gitmiştim.

 

Yavuz Ağa: Ulan! Kızım ben yanındayken giyinsene böyle, nasıl güzel yakışmış, görüyorum ama dokunamıyorum resmen!!

 

Tepkisi dudaklarımdaki gülümseyi büyütürken, hala daha yazıyordu.

 

Yavuz Ağa: Sen kaşındın güzel karım, şimdi çıkıyorum ben. Birazdan yanında olurum, birde yakından bakarım nasıl olmuşsun diye :)

 

Ne yazacağımı bilemeyecek kadar şaşırmış halde yazdıklarını yeniden okuduğumda gerçekten de dediğini yapıp geleceğini anlamıştım. Kapattığım telefonu kenara bırakıp merdivenlerden çıktığımda, havluyu alarak ıslak vücuduma sarmıştım. Madem geliyordu öncesinde kendisiyle ufacık oynayabilirdim bence.

 

Suratımdaki gülümseme ile çıktığım bahçe kısmından, evin merdivenlerini çıkmıştım. Yatak odasına geldiğimde de hızlıca duşa girerek kısa sürede işimi halletmiştim. Gardroptan çıkardığım şortlu pijama takımlarından bir tanesini üzerime giyinip, saçımın ıslaklığını aldıktan sonra da kendimi yorgunca yatağın üzerine atmıştım. Dudaklarımdaki hafif gülümsemeyle gözlerimi kapattığımda, çok kısa bir süre içinde eve varacağından da emindim.

 

Yüzümdeki dokunuşlarla birlikte kaşlarım hafifçe çatıldığında, kendimi hissettiğim sıcaklığa yaklaştırmıştım.

 

"Kedi gibi hemen sırnaşıyorsun."

 

Aşinası olduğum ses kulaklarımı doldururken, umursamadan burnumun hemen ucundaki sertlikteki kokuyu derince solumuştum.

 

Çok güzel bir kokuydu.

 

"Şimdi ısıracağım o burnunu, kendimi dizginlemeye çalıştıkça daha da zorluyorsun beni."

 

Şortun açık bıraktığı bacağımın hemen üzerine, büyükçe bir sıcaklık dokunduğunda, tenimin üzerinde dolaşan dokunuşları uykumu çoktan geri plana atmıştı. Ve sanırım ben onu oyuna getirmek isterken, tam tersi olacaktı.

 

Kapalı gözlerimi inatla açmazken, sıcak parmakları tenimin üzerine kapanmış, hafifçe sıkmıştı. Birbirine bastırdığım dudaklarımla sesimi çıkartmamaya çalışıyordum.

 

"Şiştt... uyandığını biliyorum güzelim, gözlerini aç."

 

Burnumu biraz daha göğsüne bastırıp alnımı da yasladığımda, bacağımdan başlayarak omzuma kadar sürtmüştü sıcak avucunu. Soluklarım tıkanıyor, göğsüm hiddetle inip kalkıyordu. Ve tüm bunlar olurken sessiz kalmak çok zordu.

 

Omzumun üstünden boynuma dökülen saçlarımı yavaşça kaldırıp geriye itelediğinde, eli enseme kaymıştı. Hemen ardında da üzerime eğdiği başıyla, dudaklarını bastırmıştı.

 

Sıcak nefesi tüm bedenimi ürpertirken, sakalları tenime tatlı bir işkence uyguluyordu.

 

"Güzel kokulum."

 

İnsanı mest edecek kadar hoştu ses tonu. Titreyen kirpiklerimle gözlerimi araladım. Geniş göğüsü görüş açımdaydı.

 

"Kocanı ne halde bıraktığını düşünmeden uyudun mu gerçekten?"

 

Sesindeki eğlenen tını gülmem için beni gaza getirirken konuşmasını devam ettirmişti.

 

"Oysa ne umutlarla gelmiştim eve, siyah bir çift kumaş parçasını karımın üzerinde görmek, sonrasında belki de çıkartmak istiyordum."

 

Aldığım derin solukla omuzlarım sallandığında, kafasını kaldırarak yüz yüze gelmemizi sağlamıştı. Yeşillerimle tam üzerimde duran kendisine alttan bakışlar atıyordum.

 

"Biraz yorulmuştum, uyuyakalmışım. Yoksa planım o değildi."

 

Sağ kaşı havalandığında diliyle alt dudağını yalamıştı.

 

"Öyle mi?"

 

Kinayeli sorusuyla mırıldanarak kafamı salladım.

 

"Karnım da acıktı biraz galiba, sonrasında havuza yeniden girebiliriz... tabi istersen?"

 

Cümlemi bitirene kadar birkaç defa gözlerimi gözlerinden kaçırmış olsamda, vermek istediğim mesajı fazlasıyla almıştı. Gülümsedi.

 

"O zaman seni ve içindeki küçük canavarı doyuralım bir an önce."

 

Üzerimden kalkması için beklerken o bir hamlede bulunmamıştı sözlerinin aksine.

 

"Kalkmayacak mısın?"

 

Bir süre bekledikten sonra sormuştum bunu. Çünkü dikkatlice yukarıdan bana bakması, yanaklarımın utançla yanmasına sebep oluyordu.

 

Dilini damağına vurarak cıkladı. Sonrasında da ekledi.

 

"Kalkacağım, kalkacağım ama öncesinde benim de doymam gerekiyor."

 

Dolgun dudakları hafif aralık olan dudaklarımın üzerine kapandığında, ağzımın içine sızan soluklarıyla her zaman kendinde olan kontrolü çoktan eline almıştı.

 

Tenlerimiz ahenkle birbirine karışırken, az önce dokunduğunda neredeyse titrediğim bacağıma yeniden ulaşmıştı eli. Sıcak dokunuşları tenimi yakıp yıkarken, zihnim soluklarıma kendi soluklarını katan adamla bulanmıştı.

 

Doktorun uyarısından dolayı çok fazla ileriye gitmemiz bu zamanlardan sonra yasaktı ama şu anki yakınlığı tüm özlemimi de unutturacak kadar keskindi.

 

Ellerimi ensesine uzatarak sıkıca sardım ve parmaklarımın arasındaki saçlarını hafifçe çektim, aynı zamanlarda benim bacağımda da ufak bir baskı oluşmuştu.

 

Neredeyse birer ateş parçası gibi hissetmemi sağlayan parmakları, yumuşak tenime gömülmüş, elinin altında duran bedenimi sıkıyordu.

 

Dudaklarımdan çeneme doğru nefes nefese kayan ağzıyla, derin bir soluk almıştım. Hiddetle inip kalkan göğsüm, eğdiği başıyla her an çenesine çarpabilirdi.

 

"Başka bir zamanda olsaydık, elimden şu saniyelerden sonra asla kurtulamazdın."

 

Haklıydı sanırım. Çünkü benim kadar o da bundan sonraki süreçte nasıl davranması gerektiğinin bilincindeydi ve ondan dolayı da hareketlerini kısıtlıyordu.

 

"Çok ileriye gitmeden..."

 

Diyip durmuştum. Eğdiği başı hızlıca kalkarken, kahve hareleri devam etmemi istercesine bakışlarıma tutunmuştu. Yutkundum. Heyecandan kuruyan boğazımla kelimeleri bir araya getirmek sanki daha zordu.

 

"Çok ileriye gitmeden devam etsek diyorum..."

 

Az önce konuştuğumda da anladığından emindim sadece beni uğraştırmak hoşuna gidiyor olabilirdi.

 

Kendisine attığım görselden sonra planım tamamen yorgunmuş gibi davranıp gün sonunda istediğini yaparak havuzda bulunmak olacaktı. Ama planım yine benim kontrolümün dışında ilerlemişti.

 

Şu anda yatağın ortasında gözlerimden çıkan kalplerle kocamın kollarının arasına girmiştim ve bu da yetmiyormuş gibi kendisine istekle arsızca yaklaşmıştım... üzüm üzüme baka bakaydı gerçekten.

 

  

 

~

 

 

 

1,5 ay sonra, 6 Temmuz;

 

 

 

"Anne, acaba nişanı 1-2 aya yapsak mı?"

 

Mihrimah'ın sorusuyla birlikte benimde Berivan'ın da gözleri hızlıca Zümrüt anneyi bulmuştu. Daha Mirza'yı yeni damat olarak kabul etmişken, nişan için kızından bir tarih duymak kendisini garip hissettirmeye yetmişti.

 

"Kız, aceleniz ne? Konuşulur aileler buluşunca bu tarih işleri."

 

Mihrimah'ın bakışları annesinden ayrılırken Heja dapir konuşmuştu şimdi de.

 

"Siz 1 yıl içinde evlendiniz ya Zümrüt'üm."

 

Zümrüt annenin bakışları kayınvalidesine kayınca, gülmemek için direndiğini görmüştük. Mümtaz babayla severek evlendiklerini daha önceden sohbet arasında duymuştum ama nasıl tanıştıklarını bilmiyordum.

 

"Anne, bizim zamanımızda farklıydı işler. Şimdi kızlar daha sağlam basmalı yere, ilerde bir gün pişman olmasınlar diye iyice düşünsünler."

 

Haksız sayılmazdı. Kızı için en doğru olanı yapmak istiyordu sadece ve onun içinde acele etmemesini istiyordu. Mirza herne kadar gözlerinin önünde büyümüş olsada dediği gibi yuva kurmak çok daha başkaydı.

 

"Yenge, Aras uyudu. Abim üst kata çıkarsın mı onu, burada kalın bu gece?"

 

Salonun kapısından içeriye giren Boran'la elindeki çay bardağını bırakmıştı Berivan. Diğer günlere nazaran bugün biraz daha farklı gözüküyordu.

 

"Olur Boran, kenarlara yastıkta koyun ama. Düşmesin."

 

"Tamamdır."

 

Diyerek odadan çıkmıştı Boran. Gözlerim yeniden Berivan'ı buldu.

 

"İyi misin sen?"

 

Elini derin bir nefes alıp karnının üzerine koyduğunda, gözlerini kapatmıştı.

 

"Son günlere yakın kasılmalar hep olur aslında. Bugün de birkaç kez yokladı beni."

 

Dudaklarının arasından verdiği solukla üzgünce dudaklarımı büzmüştüm. Doğum sancısı anlattığına göre çok ağrılıydı ve şu anda bile canının acısı bakışlarından belli oluyordu.

 

"İstersen uzan biraz, iyi gelir mi?"

 

Kafasını salladı sağa sola doğru.

 

"Yatamıyorum daha çok ağrıyor öyle."

 

Çayı çok sevmesine rağmen az önce bıraktığı bardağı yeniden eline almamıştı. Bizim isim haberimizden kısa bir süre sonra onlarda bebekleri için koyacakları isme karar vermişlerdi.

 

Aras'ın ismiyle de uyumlu olmasını isteyerek oğullarına Kerem adını vermeyi kararlaştırmışlardı. Ve bu süreçte daha da büyüyüp neredeyse 2 yaşına basacak olan Aras annesinin karnında kendisinin kardeşini taşıdığını az çok anlamaya başlamıştı.

 

Ara sıra oyun oynarken annesine bebekte oynasın diyerek birkaç oyuncak verip geri gidiyordu. O zamanlardaki suratındaki masum ifade, izlenmeye değerdi. Benimde karnımdaki şişkinlik dikkatinden kaçmamıştı elbette onun. Bebek mi var burada, diyerek çokça kez soru sormuştu bana da. Evet dediğimde ise ben ona çikolatalarımdan veririm demişti.

 

Daha evin ufakları doğmadan, onlara bir abi edasıyla yaklaşıyordu resmen. Ve emindim ki doğumdan sonra da bu davranışını devam ettirip, gerçekten onların yanında olacaktı.

 

"Yenge pat diye doğuracaksın diye korkuyorum şu an senden, bugün daha bir fenasın."

 

Mihrimah'ın sözleriyle yorgunca gülmüştü Berivan. Önceki doğumunun, doktorun verdiği tarihte olduğunu söylemişti. Şu anki sancıları onu da geriyor olmalıydı ki, rengi git gide atıyordu.

 

Birkaç dakika sonra Mihrimah'ın konuşmaya başlamasıyla konu yeniden değişmiş, sonrasında da avluda oturan erkekler salona yanımıza gelmişlerdi.

 

Saat herne kadar geç olsada ailecek yapılan sohbetler insanı fazlasıyla mutlu ediyor, uykusunun kaçmasını sağlıyordu. Hemen yanımda oturan Yavuz'un Miraç abiyle yaptığı yaramazlıkları Zümrüt anneden dinlerken gülmekten artık karnımın acıdığını hissediyordum.

 

"Birde bana fırlama diyordu bunlar küçükken, bir evi yıkmadığınız kalmış yazık."

 

Boran'ın kendisini savunmasıyla lafa Mihrimah atlamıştı.

 

"Bu evin en uslu çocuğu bendim, nokta."

 

Bu sefer ona üç erkek birlikte gülmüştü. Ailenin en küçük çocuğu olduğu gibi tek kız olması da fazla nazlı büyümesini sağlamıştı onun, bunu çokça önceden farketmiştim. Abileri gerçekten de onun için her şeyi yapmaya hazırlardı ve bu çok özeldi.

 

"Geldi..."

 

Berivan'ın sesiyle hepimizin bakışı anlamsızca kendisine döndüğünde, Miraç abinin yüzünde hala daha varlığını koruyan bir gülümseme vardı.

 

"Ne geldi hayatım?"

 

Elini karnına koyup oturduğu yerde sırtını geriye yaslarken, yutkunarak bakışlarını aşağıya indirmişti Berivan. Açık yeşil bol pantolonunun rengi, belirli bir yerden sonra koyulaşmıştı.

 

Suyu mu gelmişti?

 

Karnındaki eliyle şaşkınca bakıyordu. Ve herkesin şaşkınlığını sonlandıran en düzgün tepki Zümrüt anneden gelmişti.

 

"Arabayı hazırlayın, bebek geliyor."

 

Herkes hızlıca yerinden kalktığında Miraç abi derin nefesler alıp veren Berivan'ı tek hamlede kucağına almıştı.

 

"Anne Aras size emanet."

 

Kapıdan çıkmadan önce bunları söylerken Yavuz'la birlikte bizde arkalarından çıkarak arabaya binmiştik.

 

Kalbim ağzımda atıyordu resmen. Daha öncesinde böyle bir ana şahit olmamıştım, Aras'a kadar yakınımda küçük bir çocukta olmamıştı zaten. Bu yüzden yaşadığım her olayı çocuksu bir saflıkla yaşayıp, heyecanımı tüm kalbimde hissediyordum.

 

"Sakin ol güzelim, her şey çok güzel olacak."

 

Karnımın üzerine dokunan elle karman çorman olmuş düşüncelerim dağılmış, bakışlarım tek eliyle tuttuğu direksiyonu rahatlıkta çeviren Yavuz'u bulmuştu. Bana nazaran acil durum anlarında, heyacanını ve stresini oldukça iyi kontrol altına alıyordu.

 

"Çok garip geliyor."

 

Demiştim, alt dudağımı ısırarak. Sanki birazcık daha gaza gelsem bende karnımdaki bebeği doğuracak gibi hissediyordum. Ve bu hiç iyi bir his değildi... derin bir soluk aldım.

 

"Kerem sağlıkla doğacak ve kucağımıza alacağız. Berivan'da şu anda bunu düşündüğü için güçlü duruyor."

 

Kafamı salladım usulca.

 

"Haklısın."

 

Dedim. Karnımın üzerindeki eli beni rahatlatmak için usul usul hareket ederken geldiğimiz hastaneyle arabasını hemen durdurmuştu. Önümüzdeki arabadan hızlıca inen Miraç abi Berivan'ı yeniden kucağına aldığında girdiği hastaneyle hemşireler sedye getirmişti.

 

"Doktorunu aradık yolda, 5-10 dakikaya burada olacağına dair mesaj attı az önce."

 

Mihrimah'ın verdiği bilgiyle girdikleri odanın kapısında durmak zorunda kalmıştık işlerine engel olmamak için. Yapılan rutin kontroller ardı ardına devam ederken, odadan Berivan'ın sesi yükselmeye başlamıştı.

 

"Canım acıyor...!"

 

Buruşan suratımla oturduğum yerde rahatsızca kıpırdanırken, koridorda telaşla yürüyen Miraç abiyi Yavuz'la Boran zapt edemiyordu.

 

"Başlayacağım ama böyle işe, karım içeride acı çekiyor ben burada yardımcı olamıyorum!"

 

Yanımdaki boşluğa oturmuştu ve dizimin üzerinde duran elimi tutmuştu Mihrimah.

 

"Yengem, rengin attı. Bir yüzünü yıkayalım mı?"

 

Ne kadar stres yaptıysam dışarıdan da belli oluyordu anlaşılan. Kafamı salladım zorlukla. İçeriden yükselen çığlıklar beni hem korkutmuş, hemde ne kadar büyük bir mucizenin varoluşunu hissettirmişti.

 

"Sadece çok garip geliyor, birazcıkta gözüm korktu sanırım elimde olmadan."

 

Anlayışla gülümsemeye çalışıp, güç vermek istercesine elimi sıktı. Ve ekledi.

 

"Doktoru gelmiş zaten yengemin, açılması da var diye direkt doğumhaneye alırlar. Sonrası çorap söküğü gibi gelir hiç merak etme, Allah'ım güç versin ikisine de."

 

"Amin."

 

Demiştim hemen. Az önce içeriye giren doktor dışarı çıktığında Mihrimah'ın dediği gibi açılması olduğunu ve direkt doğuma alacaklarını belirtmişti.

 

Yapılan son kontrollerle birlikte yarım saat içinde tamamen yanımızdan giden Berivan'ı şimdide doğumhanenin önündeki koltuklarda bekliyorduk.

 

Bu sırada Zümrüt anneyle Mümtaz baba da hastaneye gelmişti. Evden biz çıkmadan önce Mümtaz baba uyumak için odasına çıkmıştı, Zümrüt annenin dediğine göre hemen kalkmış, Aras'ı da Heja dapir ve Gül ablaya bırakarak hastanenin yolunu tutmuşlardı. Onların ardından da Berivan'ın kendi anne babası ve kardeşleri gelmişti. Dar koridorda bir sürü kişi beklerken, önüme uzatılan su şişesini alarak birkaç yudum içtim.

 

"Güzelim, götüreyim mi eve seni?"

 

Yavuz'un sorusuyla başımı hemen yanımda duran omzuna yaslamıştım.

 

"Biraz daha duralım, doğumdan çıksınlar sonra gideriz."

 

Kafasını sallayarak koluna sardığım elimi tutmuş, sonrasında daha rahat yaslanmam için beni göğsüne çekmişti. Sırtımın arkasından koluma uzanan eli hafif hafif tenimi okşarken, gözlerim her an kapanacak gibi hissediyordum.

 

Saatler peş peşe ilerlerken, doğumhanenin kapısı 3,5 saatin sonunda açılmıştı. Kafasındaki bandanayı çıkartan doktor tam yanımızda durduğunda en az onun da suratında bizimkisi kadar bir yorgunluk görünüyordu.

 

"Doğum gayet güzel sonuçlandı, küçük beyimizi de birazdan tahliller için götürecekler. Annenin de bebeğin de durumu oldukça iyi. Yeniden geçmiş olsun ve tebrikler."

 

Miraç abinin yüzü mutlulukla parlarken dolan gözleriyle hemen yanındaki Mihrimah'ın kendisine sarılmasıyla sarılmıştı. Herkes bekledikleri sürenin ardından aldıkları güzel haberle kocaman gülümserken doktorun dediği gibi hemen ardında küçük bir beşik benzeri yatakla bebek çıkarılmıştı.

 

Küçücüktü.

 

Hemen önümüzden geçerken benim de gözlerim dolduğunda kendimi ağlayacak gibi hissediyordum.

 

Çok küçüktü, minicikti. Ve bir o kadar da güzeldi.

 

"Abim, hadi gözün aydın."

 

Yavuz'un Miraç abiye sarılmasıyla bende hala daha dolu gözlerle ikisine bakmıştım.

 

"Eyvallah kardeşim, darısı sizin başınıza."

 

"Amin."

 

Gözümden akmak için zorlayan yaşa direnirken dudaklarımı araladım.

 

"Abi..."

 

Demiştim ve sesimle Miraç abinin gözleri beni bulmuştu.

 

"Hayırlı olsun."

 

Derken çoktan gözümden akan yaş yanağıma doğru yol almıştı. Karşısında küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladığımda, abi edasıyla sarılmıştı bana.

 

"Evin, abim ağlamasana."

 

Demişti. Ama duymuyor gibiydim sözlerini.

 

"Çok güzeldi... minicik ama çok güzel."

 

Bebekten bahsettiğimi anlarken gülecek gibi olmuştu bir an ama kendisini durdurdu. Kollarımdan tutup tam gözlerime baktığında hemen yanımızda duran Yavuz'da benim bu halimi dikkatle izliyordu.

 

"Benim yeğenim de çok güzel olacak, ağlarsan üzersin onu abim. Ağlama olur mu?"

 

Burnumu çekip kafamı salladığımda kendimi Yavuz'un kollarına atmıştım. Beline sardığım ellerimle kafamı yasladığım göğsü hareketlenmişti. Güldüğünü anladım. Dudakları da saniyeler içinde saçlarımın üzerine kapandı.

 

"Biz eve geçiyoruz abi, bir şeye ihtiyacınız olursa ara."

 

"Eyvallah abim, siz Aras'a göz kulak olun yeter. Daha da oyalanmayın kız perişan oldu saatlerdir yatıp uyusun."

 

Diğerleriyle de vedalaştıktan sonra belime koyduğu eliyle yürümeye başlamıştık. Attığım ağır adımlar peşi peşine sıralanırken, bir anda kendimi Yavuz'un kucağında bulmuştum. Saat gecenin 5'i olduğu için etraf biraz sakin gibiydi, gören insanların da bakmasını umursamadım.

 

Hala daha da çok garip hissediyordum. Minicik bir can dünyaya gelmişti...

 

"Şöyle ağlayacak gibi bakmasana yavrum."

 

Gözlerim Yavuz'u bulurken, omuzlarımı sallamıştım.

 

"Aras annesiyle babasını yanında göremeyip üzülmez değil mi?"

 

Birazcık daha küçük olduğu dönemlerde uyku aralarında annesi olmayınca farketmiyordu ama şu anda çoğu şeyi anlayabiliyor, tepkilerini gayet net ifade ediyordu.

 

Önüne geldiğimiz arabayla beni yavaşça yere indirmiş, sonrasında kapıyı açarak binmemi sağlamıştı.

 

"Uyuyordur muhtemelen hala, gittiğimizde göreceğiz."

 

Kafamı sallamıştım. Yanımdaki yerine oturduktan sonra da hemen yola çıkmıştık.

 

Boş olan yollarla kısa sürede konağa vardığımızda kapının önündeki adamlardan bir tanesine arabayı park etmek için anahtarı vermişti Yavuz. Avludaki masanın etrafında toplanıp oturmuş Gül ablayla, Heja dapiri görmüştük ilk olarak. Uykusuzluktan gözleri kızarmıştı.

 

"Aramıştık hastanede, yatsaydınız ya sizde."

 

Demişti Yavuz. İkiside kafasını sallayarak konuşmuştu.

 

"Berivan iyidir oğul?"

 

Heja dapirin sorusuyla kafamızı sallamıştık.

 

"İkisi de çok iyi."

 

Gülerek söylemiştim bunu. Gül abla da oturduğu yerden çok şükür diyerek ayaklanmıştı.

 

"Güzel kızım, süt ısıtayım mı sana?"

 

Yanımızdan ayrılmadan sormuştu bunu Gül abla. Uğraşmasını istemiyordum bu saatte.

 

"Zahmet etme Gül abla, ben kendim hallederim olmadı sonradan."

 

Kafasını sağa sola sallayarak bana bekle demiş ve ardından da hızlıca mutfağa girmişti. Yavuz ise üzerini değiştirmek için üst kata çıkmıştı. Heja dapirin yanındaki boşluğa oturdum. Yorgunluk hissini şimdi daha çok hissediyordum.

 

"Aras uyuyor hala, odalarında. Alırsınız siz."

 

Hemen onayladım.

 

"Yavuz birazdan alır yanımıza geldiğinde... Heja dapir bebek minicikti."

 

Demiştim heyecanla gözlerine baktığımda. Gülümsedi, gözlerine garip bir hüzün çökmüştü ek olarak.

 

"Göz açıp kapayıncaya kadar büyür o da... Rabbim hayırlı ömür nasip etsin hepinize."

 

"Amin."

 

Elindeki tesbihi çekerken kendisi, Gül abla içi süt dolu bardakla mutfaktan çıkıp gelmişti. Hemen önüme bıraktı.

 

"Sıcak sıcak içini rahatlatır."

 

Gülümsedim.

 

"Teşekkür ederim Gül abla."

 

Yavaş yavaş içtiğim sütün sonuna gelirken Yavuz'da merdivenlerden inmişti. Üzerinde eşofmanla, tişört vardı.

 

"Yavuz, Aras'ı alasın odalarından oğlum. Evin'de yoruldu, dinlensin kızcağız. Hadi Allah rahatlık versin hepinize."

 

Diyip yanımızdan ayrıldığında bende kalkmıştım.

 

"Odamıza geç yavrum sen, ben Aras'ı alıp geliyorum."

 

Kafamı sallayarak verdiğim onaydan sonra yavaş yavaş merdivenleri tırmanmaya başlamıştım. Geldiğim odayla kendimi önce banyoya atmıştım. Üzerimdeki elbiseleri çıkartıp pijamalarımı da giyinince, odaya da yeniden girmiştim.

 

O gece yorgunluktan direkt uyurken ben, gece boyunca Aras'la Yavuz ilgilenmişti.

 

Ertesi gün doktorun anneyle bebeği çıkartabileceklerini söylemesiyle biz direkt evlerine geçmiştik. Aras ise bu süreçte annesi konusunda mızmızlanmıştı. Ağlamaması için türlü şebeklikler yaparken, Boran birkaç defa kendisini dolaştırmaya çıkarmıştı.

 

Hazırlanan odaya Berivan'ı ziyaret etmek için girdiğimizde, bebeği de yakından görmüş olmuştuk. İkiside dinlenmeliydi o yüzden başlarında uzun uzun durup, sıkıntı çıkartmak saçma olurdu.

 

Ertesi günler ardı arkasına ilerlerken, Yavuz daha önce Aras'a da yaptırdığı gibi özel tasarım bir bileklik yaptırmıştı Kerem'e.

 

Aile günden güne büyüyordu ve bunun verdiği his çok özeldi.

 

 

 

~

 

 

12 Ağustos:

 

 

 

 

O gün başıma geleceklerden habersizdim. Yaşanan tüm özel ve güzel anlara rağmen, o gün içimde büyükçe bir sıkıntı yer ediniyordu.

 

Sabahın erken saatinde kalktığım için Yavuz'a annemle, babamı ziyaret etmek istediğimi söylemiştim. Beni bekletmeden hemen yanlarına götürmüştü.

 

Birkaç saat oturtmuştum herhalde o betonun üzerinde. Konuştukça konuşuyordum.

 

Öğleden sonra bebek kuranı olacaktı Kerem'in. Ve onun için bir mekan tutulmuştu. Oraya da geç kalmamak için anne, babamla vedalaşmıştım.

 

Eve geldiğimizde ise hızlıca hazırlanarak aşağıda bekleyenlerin yanına geçmiştim.

 

38. Haftama girmiştim artık. Ve doğumumun böyle devam ederse 1 haftaya olacağını söylemişti doktorum.

 

İçimde bunun da korkusu vardı istemsizce. Aldığım derin nefesle omuzlarımın üzerinde duran şalı saçlarıma örttüm.

 

Son eksiklerin de hallolmasıyla arabalara binerek yola koyulmuştuk.

 

Yavuz'un gözleri sık sık beni bulurken, bu halde ayakta durmamam için birçok kez uyarmıştı beni. Artık yürürken bile oldukça çok zorlanıyordum. Bir yerden yardım almadan kalkamıyor, yatamıyordum.

 

İndiğim merdivenin sonunda belimde, bacaklarımda ve kasıklarımda keskin bir acı hissetmiştim.

 

Şaşkın ve anlamsız bakışlarımla, kafamı aşağıya eğdiğimde, bacaklarıma doğru da sıcak bir sıvının aktığını hissetmiştim.

 

Etrafta duyduğum sesler sadece uğultu halindeyken, nabzım kulaklarımda atıyordu.

 

Kan!

 

Bacaklarımdan akarak yere damlayan şey, koyu kırmızı kandı.

 

"Yavuz!"

 

Dudaklarımın arasından çıkan haykırışla beraber etraftaki bakışlar beni bulmuştu.

 

Kanıyordum.

 

"Bebeğim."

 

 

 

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Bölüm sonu canavarı gibi nasılda 2 saniyede ortalığı karıştırdım ama 💅🏼

 

• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

• Yavuzkkaradag (parodi)

• Evinşahmaran (parodi)

• Diğer karakterin parodi hesaplarına da bu hesapların takip ettikleri kısmından ulaşabilirsiniz.

 

21/06/2023

simaara

Bölüm : 19.12.2024 01:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...