Bölüme geçmeden kafanızın karışmaması için küçük bir detayı belirtmem gerekiyor. Bölüme son bölüm son sahneden devam etmeden önce, geçmiş olan zaman diliminin birazcık gerisine döndük.
Şimdi uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıp, keyifli okumalar diliyorum ❣️ Satır aralarında buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Dedublüman / Firuze
Cihan Mürtezaoğlu / Bir Beyaz Orkide
"Gözleriniz olmasa konuşamayacaktım
Hep böyle cana yakın mı bakarsınız
Hafif koyu kestane az yeşile çalıyor."
Elde Var Hüzün / Attila İlhan
⚫️
24 Harizan 2023:
Çantamın içinden çıkardığım küçük not defterini açarak, bir kez daha madde madde yazdığım malzemeleri okumuştum eksik var mı diye.
-Kabartma tozu
Arabanın içindeydi, üzerine bir çizik daha attım.
-Gıda boyası
Aynı şekilde bunun da üzerini çizdiğimde, diğerlerini de hızlıca kontrol etmiştim. Bugün benim için çok önemli bir gündü ve ben kocama çaktırmadan bu işin altından nasıl kalkarım diye düşünüyordum.
Kendisi evden çıkar çıkmaz Akif'e söyleyerek kendimi alışveriş merkezine getirtmiştim. İlk durağım market olurken, pasta yapmak için başlıca eksik olan birkaç malzemeyi alacaktım.
Bugün hayatıma girdiği için çokça mutlu olduğum adamın, Yavuz'un doğum günüydü.
Yıllar sonra birisinin doğum gününü çocuksu bir heyecanla kutlayacak olmanın sevinciyle geceden beri doğru dürüst uyuyamamıştım. Kendisine ne hediye almam gerektiğini de uzunca bir süre düşünmüştüm.
Hala daha net bir karar verdim sayılmazdı, o yüzden erkenden gelip rahatça gezmeyi planlamıştım.
Defteri yeniden çantama iliştirdikten sonra, rafların arasında ittirdiğim arabayla yürümeye başlamıştım. Kasaya gitmeden önce birkaç eksiği daha arabaya eklediğimde, artık marketteki işimde sonlanmıştı.
Rehberden bulduğum Akif'in numarasıyla arabanın içindeki poşetlerle kenara geçmiştim.
"Hallettin mi yenge?"
Gözlerim ağırca etrafta gezinirken yanıtlamıştım sorusunu.
"Evet Akif, marketin önünde bekliyorum seni."
"2 dakikaya oradayım."
Kapattığım telefonu yeniden çantama koyarken, poşetten aldığım iki çikolatadan bir tanesini açarak yemeye başlamıştım. Söylediği gibi gerçekten de 2 dakika içinde yanıma ulaşmıştı.
"Ben şunları koyup geleyim, burada mı beklersin yenge?"
Elimde duran açılmayan diğer çikolatayı kendisine uzatmıştım, bugün hediye seçme konusunda kendisinden yardım almam gerekiyordu.
"Evet burada bekliyorum, sonra üst kata çıkarız."
Çikolataya başta garip bir bakış attığında, sözlerimi duyup duymadığından emin olamamıştım. Gülümsedim.
"Akif alsana şunu, yiyelim diye aldım."
Paketi eline aldığında hafifçe gülmüştü.
"Yavuz Ağa görse şu halimi çok fena diline düşerdim."
Yavuz Ağa demesi beni de güldürdüğünde poşetleri eline almıştı çoktan. Ekledim.
"Bak sakın doğum gününden bahsetme Yavuz'a. Zaten bir şeylerden şüphelenir o, yine de öğrenmemesini sağlayalım."
Kafasını sallamıştı.
"Aslında bugün büyük bir anlaşmanın toplantısını yapacaklardı şirkette yenge, aklına geleceğini düşünmüyorum bu konunun."
Çikolatadan bir ısırık daha alırken kafamı memnunca sallamıştım.
Sürpriz yapacağımı anlasa dahi, farkına varmamış gibi davranmasını istiyordum.
Yanımdan ayrılan Akif'le bir süre oturduğum yerde beklemiştim.
Yanımdaki yerini almasıyla üst katlara çıkmış ve mağazaların arasında dolaşmaya başlamıştık. 1 ya da 2 saat sürenin ardından elimdeki hediye paketle tamamen alışveriş merkezinden ayrılmıştık.
Kalbim heyecanla ağzımda atarken, eve gidince yapacağım şeyleri de içimden tekrar ediyordum.
Araba kısa sürede eve ulaştığında, yolda Boran'la konuşan Akif tüm plan hakkında aynı dikkatle Boran'ı uyarmıştı. Bahçeye girdiğimizde park edilen aracı görünce hemen gülümsedim.
Bizden önce eve gelmiş olmalıydı Boran. Arabadan inerek eve yürürken ben, Akif bagajdaki paketleri halletmek üzere yanına iki adam çağırmıştı.
"Yenge ben bahçeyi hazırlamaya başlıyorum."
Kafamı usulca sallarken, evin kapısını çalmıştım.
"Eee planımız ne yengem?"
Boran'ın kapıyı açar açmaz sorduğu soru beni daha çok güldürürken, açık kapıdan içeriye girmiştim.
"Yavuz'a hiçbir şeyi çaktırmamak başlıca planımız."
Gülümsedi.
"Abim bir haltları çoktan anlamıştır ama neyse, yine de çabalamaya devam."
Ayakkabılarımı çıkartıp terlikleri giyindiğimde, merdivenlere dönmüştüm.
"Akif arka bahçede, bende gelirim birazdan yanınıza. Şunları yukarıya koyayım."
Kafasını sallayıp bahçeye çıkmak üzere mutfağa döndüğünde, bende merdivenleri tırmanmıştım. Girdiğim odayla birlikte elimdeki hediye paketini gardrobun içine saklamış, ardından da elimi yüzümü yıkayarak yeniden aşağıya inmiştim.
Bahçeden yükselen kahkaha sesleri beni de gülümsetirken, bakışlarımı çevirmemle gülümsemem büyük bir kahkahaya dönüşmüştü. Etrafı süslemek üzere aldığım türlü malzeme, iki adam tarafından ne işe yaradıklarını anlamak istercesine inceleniyordu.
"Yenge Hanımı dolandırmış şerefsizler, baksana bozuk bu."
Akif'in oldukça ciddi çıkan sesiyle hemen yanında durduğum kapıya yaslanıp, izlemeye devam etmiştim. Elinde tuttuğu balonlardaki bakışlarını kaldırmıştı Boran.
"Hadi lan oradan, beceremedim desene sen şuna."
Akif, hangi paketin içinden çıktığını anlamadığım ince bir çubuğu ağzına koyup Boran'ın yüzüne doğru gülerken üflediğinde etrafta tiz bir ses yankılanmıştı.
"Sen her gün mekan süslüyorsun da biz mi bilmiyoruz acaba?"
İnadına bir kez daha üflemişti. Boran ise gözlerini devirerek, arkasında duran masanın etrafındaki bir sandalyeyi çekerek oturmuştu. Paketlere hala daha bakıyordu. Olduğum yerden doğrularak yanlarına doğru yürümeye başladım.
Az önceki hallerini izlemiş olmamdan dolayı, suratımda hala daha varlığını koruyan bir gülümseme vardı.
"Eee ne yaptınız?"
Derken, masanın üstündeki paketleri bende incelemeye başlamıştım. Mağazada çok dikkatli bakmamış olmamdan dolayı, şu anda gözüme fazla gelmişlerdi.
"Boran Bey, konuşmayı bırakırsa bir şeyler yapabiliriz bence yenge."
Akif'in sözleriyle az önceki şeyden bu seferde ağzına alarak Boran üflemişti. Adı herneyse, çıkardığı ses oldukça komikti.
"Balonları şişirip masanın üzerine doğru asma şansımız var mı?"
Sorumla birlikte ikisinin de bakışı masanın etrafında dolaşırken, kafalarını sallamışlardı.
"Hallederiz onu, onun dışında şu olsun dediğin bir şey var mı?"
Boran'ın sesiyle gözlerim onu bulduğunda omuzlarımı sallamıştım. Yavuz'un bu kadar süsün ortasında ne kadar ciddi duracağı gerçeği bile güldürüyordu zaten beni, abartmaya hiç gerek yoktu.
"O zaman burası sizde, ben mutfağa geçiyorum."
Balon paketini açmışlardı beni onaylayarak. Arkamı dönerek mutfağa doğru yürümeye başladığımda, elimdeki telefonum çalmaya başlamıştı. Gözlerim ekranı bulduğunda gizli bir şey yaptığımdan olsa gerek, telaşla kısılmıştı. Yakalanmış mıydık hemen?
"Yavuz arıyor!"
Yüksek çıkan sesim ikisinin de bakışının beni bulmasını sağlarken, şu anki halleri bir anlık beni güldürecek gibi olmuştu. Ağızlarında tuttukları balonlar büyümüş, hava dolu olan yanakları da bir sincap gibi şişmişti.
"Açma bence!"
Ağzında duran balon yüzünden sesi anlaşılamayacak kadar garip çıkan Akif'e döndüğümde kafamı sağa sola doğru sallamıştım.
"Açmazsam eve gelir!"
Derin bir nefes alırken, boşta duran elimi havaya kaldırıp, işaret parmağımı dudağımın üzerine yaslamıştım. Gözlerim ikisinin arasında gidip gelirken, susmaları konusunda da ikazda bulunmuştum.
"Ses yapmıyorsunuz ve burada değilsiniz."
Kafalarını sallayıp yeniden balonları şişirmeye başladıklarında aramayı yanıtlamıştım.
"Evin, neden hemen açmadın güzelim?"
Stresten nereye koyacağımı bilemediğim elimi karnıma koymuştum. Heyecanla erken doğum yapma ihtimalim var mıydı?
"Şey... uyuyordum. Gözüm dalmış. Ondan açamadım."
Gece yarısından beri doğum gününü kutlamamak için üstün çaba harcıyordum ve bu sabırsız halimi ondan saklamak çok zordu.
"İyi misin, bir şey olmadı değil mi?"
Kafamı sağa sola sallarken, olduğum yerde bir ileri bir geri gidiyordum.
"İyiyim, öyle canım sıkılınca dizi açmıştım. İzlerken uyumuşum. Hamilelik işte, bu aralar hep bir uykum geliyor. Ve galiba birazdan da uyurum. Hala-"
Sözlerim Boran'ın patlattığı balonun sesiyle kesilirken, kocaman açılan gözlerim kendisini bulmuştu. Benim gibi onunda bakışları şaşkınca, avucunun arasında yok olan ya da artık olmayan balondaydı.
"O ses neydi?"
Yavuz'un sorusuyla bakışlarım yardım istercesine Akif'i bulduğunda, hepimizin birbirimizden daha beter olduğunun farkına o an daha çok varmıştım.
Acaba yol yakınken Yavuz'a söylesem, ben aramadan önce eve gelmese miydi?
"Lan, naptın?"
Akif'in fısıltı sesinin hedefi Boran'dı. Ben hala daha bir tepki veremezken, bakışlarım bu seferde o kadar lafı ettikten sonra kendi elindeki balonu patlatan Akif'i bulmuştu.
Bir balonda ben patlatabilirdim bence!
"Evin, neredesin sen? O sesler ne?"
Yavuz'cuğum acaba biraz sussan da, biz sana vereceğimiz cevabı mı düşünseydik?
"Şey... televizyon açık. Oradan geliyor."
Lütfen sorgulama, lütfen sorgulama, lütfen so...
"Bir sorun yok değil mi?"
Gözlerimi karşımdaki ikiliden çekip arkamı döndüğümde, mutfağa doğru yürümeye başlamıştım.
"Hayır elbette yok, karnımı doyurmam lazım şimdi benim. Kapatayım mı?"
Diye sorduğumda, aç oluşumu bilerek öne sürmüştüm. Emindim ki hemen yemek yememi söyleyip aramayı kapatacaktı.
"Kapat yavrum, meyve yemeyi de unutma."
"Kolay gelsin sana."
Dedikten sonra kapanan telefona kısaca bakmıştım. Resmen kendi kendimi ele verecektim az önce.
Mutfak masasının üzerine bırakarak telefonu kenardaki önlüğü takmıştım. Akşam yemeğine yapacağım şeyleri evden çıkmadan önce planladığım için, nereden başlayacağım kafamda hazırdı.
İlk olarak pastanın kekini yapmayla işe başlarken, bahçedeki hazırlığın da git gide sona ulaştığını görüyordum. Arada kahve içmek üzere ikili yanıma bile gelmişti.
"Sen kiminle konuşuyorsun, günlerdir kafan telefona gömülü sanki?"
Akif'in sorusuyla telefondaki bakışlarını kaldıran Boran, suç üstü yakalanmış gibi ikimize baktığında meyve suyumdan bir yudum alarak ağzıma kurabiye atmıştım.
"Haklı, kahveni içmedin bile."
Bardağına düşmüştü gözleri. Ve o sırada kendisine bir mesaj daha gelmişti.
"Size görümce geliyor yenge."
Akif'e güldüğümde, düzelttim.
"Elti geliyordur."
"Ha elti ha görümce, birisi geliyor mu geliyor işte."
Sözleri beni daha çok güldürürken, Boran mesaja cevap vermiş sonrasında da telefonu kapatarak kenara bırakmıştı. Bakışlarını bana çevirdi.
"Hayat'la konuşuyorum."
Ağzımdan kaçan şaşkınlık nidası pek kibar olmazken, şaşkınca kendisine bakıyordum.
"Ne? Nasıl Hayat'la konuşuyorsun?"
"Hayat, şu restorandaki kız mı lan?"
Akif'e bakıp onay verdikten sonra yeniden bana dönmüştü.
"Özür mesajı attım ben, sonra kimsin falan dedi bende kimin sence derken, kendimi kaptırdım. Kıza gizliden yürüyorum. Kim olduğumu bilmiyor daha."
Bardağımdan bir yudum daha alırken, ne diyeceğimi bilememiştim.
"Öğrenirse sen olduğunu?"
Akif doğru noktaya parmak basmıştı. Kafamı salladım cevabını merak ederek.
"Muhtemelen canıma okur... onu da o zaman göreceğiz işte."
Mırıldandım.
"Sen ne hissediyorsun kıza karşı Boran?"
Biraz sessiz kalmış sonrasında arkasına yaslanmıştı. Cevap verdi.
"Daha önce yaşamadığım bir şeyi yaşıyorum. Çok hoş bir kız, çok güçlü. Kendi başına nelerle uğraşmış. Amacım kesinlikle onu üzmek değil..."
Gülümsedim anlayışla.
"O zaman bunu ona inandır. İnandıktan sonra yazanın sen olduğunu öğrenmesi bir şeyleri değiştirmez."
Uzunca bir süre daha oradan oraya koştururken, sonunda yemekleri hazırlanmış, geriye sadece pastanın süslemelerini bırakmıştım.
"Yenge burası hazır."
Bahçeden duyduğum sesle birlikte üzerimdeki önlüğü çıkartıp masaya atmıştım. Adımlarım bahçeye ulaştığında hayal ettiğimden çok daha güzel bir sonuca ulaştığını görmüştüm ikilinin. Masanın dört tarafına nereden bulduklarını bilmediğim tahtalarla, ufak bir kafes oluşturmuşlardı. Led ışıkların akşamın karanlığında çok daha güzel görüneceğinden emin olurken, küçük süsler de çoktan yerini bulmuştu.
"Harika olmuş."
Derken, hala daha gözlerim heyecanla masayı inceliyordu. Beyaz tül halindeki örtüyü de benim için serdiklerinden, geriye sadece masaya gelmesi gereken tabaklar kalmıştı.
"Boran, Akif... çok teşekkür ederim. Tahmin ettiğimden çok daha güzel olmuş."
Çıkardıkları işten dolayı onlarda memnun gözüküyorlardı.
"Ne demek yenge, tüm iş yemeklerle sendeydi."
"Yaptık bir şeyler yengem, abartmaya gerek yok. İşimiz kalmadıysa biz şirkete gidelim, biraz daha oyalarız abimi."
Kafamı sallamıştım hemen. Son dokunuşlar için birazcık daha vakte ihtiyacım vardı.
Bahçenin önüne doğru yürürken onlar, bende yeniden içeriye girerek üst kata çıkmıştım. At kuyruğu yaptığım saçımdaki tokayı çıkartıp kenara bırakırken, elbiselerimi de hızlıca çıkartarak kendimi duşa atmıştım. Üzerimdeki yemek kokularından arınmalıydım ilk etapta.
Orta uzunlukta süren duştan saçımdaki havluyla çıkarken, dolabın en kenarlarında kalan ve benim daha giymeye fırsat bulamadığım siyah saten elbiseyi elime aldığımda bir süre boyunca sadece parmaklarımla kumaşa dokunmuştum.
Diğer günlere nazaran bu gece daha çok cesur olmayı ve Yavuz'a kendisi için bir şeyler yaptığımı göstermek istiyordum.
Ağzımda atan kalbimle, üzerimi giyindiğimde, aynaya dönerek kendime bakmıştım. Öncesinde omzularımdaki izlerin dahi görünmesini istemezken, artık bu durumu umursamıyordum.
Islak saçlarımı sırtıma attıktan sonra, aynadaki yansımamı izleyerek makyaj yapmaya başlamıştım. Sanki kendi sınırlarımı da zorlamaktı tüm amacım ve o yüzden sürdüğüm kırmızı ruju da bir süre emin olamayarak izlemek zorunda kalmıştım.
"Kendine izin vermelisin artık... sakinleş."
Aldığım heyecanlı solukların arasında aynı zamanda sakin olmam konusunda da kendime telkinler veriyordum. Saç kurutma makinesini alıp ıslak saçlarımı kurutmaya başladığımda, saçlarımı da nasıl yapmam konusunda bir karar vermiştim.
Yarım saati geride bıraktığımda, tamamen hazırdım. Bu gece için üstün bir çaba harcadığım fazlasıyla görünüyordu. Dudaklarım kenara kıvrılmış vaziyette karnıma sardığım ellerimle, aynanın karşısında bir tur dönmüştüm.
"Oldum gibi."
Makyaj masasının üzerindeki telefonuma gelen mesajın sesiyle bakışlarım oraya kaydığında hızlıca elime almıştım.
Boran;
Yengem, abim 10 dakikaya çıkıyor şirketten haberin olsun :)
Alt dudağımı usulca dişlerimin arasına alırken, hemen cevap vermek üzere parmaklarımı ekranın üzerinde gezdirmeye başlamıştım.
Teşekkür ederim her şey için Boran. Bundan sonrası bendee 🙃
Elimdeki telefonla odadan çıktığımda, suratımda da hala daha büyük bir gülümseme vardı.
Güneş çoktan batmış, hava hafiften de olsa kararmıştı. Mutfağa geçerek son eksikleri kontrol ettiğimde, artık heyacanımı da zapt etmekte zorlanıyordum.
Duvardaki saatin sesi odanın içinde yankılanırken sabahtan beri mesajlarına dönme fırsatımın olmadığı Berivan ve Mihrimah'la olduğumuz gruba girmiştim.
Berivan: Evin, çiçeğim hala bitmedi mi hazırlığın. Ayy çok merak ettim.
Mihriban: Ay deme yenge yaa, vallahi Boran abimde detay vermedi. Öyle üstünkörü kutlamış oldum bende abimin doğum gününü. Muhtemelen hala daha neden bir yerden pasta çıkmadı diye düşünüyordur 🤠
Berivan: Ama normalde pasta görünce kaşlarını çatıyordu 💅🏼💅🏼
Mihrimah: Evet habqıahqıa geçen yıl pastaya uzaylı muamelesi yapmıştı 💅🏼
Siz: Her şey halloldu, bir tek Yavuz eksik 🙃
Mihrimah: Etrafı süslenmişsiniz, foto bekleriz.
Berivan: Ay evet çok merak ediyoruz 😽
Siz: Tamammmm, hemen atıyorum.
Bahçeye doğru adımlayıp açılan ışıklarla birlikte havuzun hemen kenarında duran süslü masanın resmini çekmiştim. Hızlıca gruba girip, görselleri attığımda anında görmüşlerdi.
Siz:
Siz:
(Arkadaşlar anlattığım masa sunumuna bizzat benzeyen bir görsel bulamadım ama bunlardan yola çıkarak az çok hayal edilebilir bence.)
Berivan: Şaka mı!! Çok güzel gözüküyor 😍
Mihrimah: Abimle, Akif abiye biz dükkan mı açsak acaba ne yapsak? Baya harika yapmışlar sıwbapwka
Mihrimah: Ne yetenekleri varmışta bilememişiz resmen, çok hoş 🥹
Siz: Bende gördüğümde şaşırdım, aklımdaki halinden çok daha iyi oldu sayelerinde 🥹🥹
Berivan: Keyifli bir akşam geçirirsiniz umarım 🥹😽 Yavuz abiye de nice yaşlar diliyoruz hep birlikte, hep mutlu olursunuz İnşallah 🥹❤️ hamilelikten dolayı mı bilmiyorum ama ağlayacak gibi oldum bir an.
Siz: Yaa teşekkür ederim Berivan 🥹 hep beraber olalım
Mihrimah: Sakın ağlamayın he, susmuyorsunuz sonra aman. Hadi yengoşum sana keyifli sürprizler, diğer yengoşum sende Aras'ın fotosunu atsana bana. Özledim 🤤
Berivan: Arayayım mı görüntülü?
Mihrimah: Olur, bekliyorum.
Sohbetten çıktıktan sonra gözlerim duvardaki saati bulmuştu. Yavuz her an gelebilirdi derken, evin zili çalmıştı. Oturduğum yerden gülümseyerek kalkarken, ellerimle elbisemi düzeltmiştim hızlıca. Ayağımdaki düz babetlere de ufak bir bakış attıktan sonra, saniyeler içinde kollarının arasına girerek bulacağım huzurun keyfini tüm bedenimde hissediyordum.
Titreyen ellerimle kapının kulpunu tuttuğumda zihnim bir an isteme akşamına gitmişti.
Son anda içeriye giren bedeniyle yaşadığım şaşkınlık hala daha aklımdaydı. Kulpu usulca indirdiğimde, kapıyla birlikte geriye adımlamıştım.
"Hoş geldin."
Bastıramadığım heyecanımla karşısında kaldığımda, kahve gözleri hızlıca beni bulmuştu.
Bakışlarına yerleşen ilk duygu şaşkınlık olurken, keskin kahveleri ağırca gözlerimden kayarak yüzümde turlamış, oradan da saçlarımı ve elbisemi bulmuştu.
Diz kapağımın neredeyse 1,5 karış yukarısında bitiyordu boyu, normal zamanlarda giydiğim elbiselerin yanında gerçekten çok daha farklı kalıyordu.
İlk şaşkınlığı gittiğinde ise, gözlerine bir başka duygu yerleşmişti.
Beğeni...
Diğerlerinin ne düşündüğü umurumda değildi fakat onun tarafından beğenilmek, her defasında kalbimin gümbürdemesini sağlıyordu.
"Fazlasıyla hoş buldum."
Erkeksi sesi keyifli bir tınıyla kulaklarıma ulaştığında, içeriye girerek elimle tuttuğum kapıyı kapatmış, beni de kapıyla birlikte geriye çekmişti.
Şimdi kapıyı sırtımda hissediyordum. Diliyle alt dudağını yalarken, siyah takımıyla karşımda muazzam bir görüntü sunuyordu.
Sağ eli belime inip tuttuğunda, kafamı yüzünü daha rahat görebilmek için geriye yaslamıştım. Kalbim ağzımda atıyor gibiydi.
Üzerime eğilip kafasını boynuma yasladığında hissettiğim ferah nefesiyle tüm bedenim ürpermişti. Hemen ardından ise dolgun dudaklarını boynuma uzunca bastırarak derin bir soluk almıştı.
Kenarda duran ellerim koluna tutunduğunda, sakalları da boynuma tatlı işkenceler yapıyordu.
"Bu güzelliği görüp hoş olmamak mümkün mü hiç?"
Hırıltılı sesiyle yanaklarım tatlı tatlı ısınırken, kafamı hemen yanımda hissettiğim başına doğru yaslamış ve boynuna çıkardığım ellerimle sarılmıştım.
Emindim ki kapıdan girdiği ilk anda benim neden böylesine süslendiğimi anlamıştı. Umursamadım bu durumu.
"Sana bir süprizim var ve bunun için beni takip etmen gerekiyor."
Boynumda duran kafasını kaldırdığında yeniden göz göze gelmiştik. Kavisli kaşları havalanırken, burnumun biraz uzağında duran burnunu yanağıma sürtmüştü.
"Gün boyunca bununla uğraştın değil mi?"
Omuzlarımı hafifçe kaldırarak kendisine küçük bir çocuk gibi güldüğümde, belimde duran elinin tekini çeneme götürmüş, sonrasında dudaklarıma tüy kadar hafif bir öpücük bırakmıştı.
Bu büyülü öpücüğüyle ayaklarımı yerden kesmişti adeta. Dokunuşları, kelimeleri, her saniye beni birazcık daha etkiliyordu. Ve kahve hareleri kırmızı dudaklarıma çok yoğun bakıyordu.
"Hayır, uyuyordum ben."
Kaşlarını inanmadım dercesine havaya kaldırdığında, elimi omzuna iki defa hafifçe vurmuştum.
"Hadii."
Kolundan çektiğim elimi, iri avucunun arasına aldığında el ele mutfağa girmiştik. Yaptığım yemeklerin enfes kokusu, mutfağın her bir köşesine yerleşmişti. Ve kokuları duyumsadıkça, karnımdaki küçük cadının da acıktığını anlayabiliyordum. Kıvrılan dudaklarımla gözlerim hemen peşimden sürüklediğim adamın gözlerini bulduğunda, mutfakta dolaşmıştı hareleri. Ocağın üzerindeki tencereler ve fırının içinde gözüken tepsiyle dudaklarının arasından keyifli ve kısa bir gülümseme bırakmıştı. Açık olan mutfak kapısını işaret etmiştim.
Hava şimdi tamamen kararmıştı ve mumlarla, led ışıklar karanlık bahçeyi harika bir şekilde aydınlatıyordu.
Bıraktığım eliyle etrafı incelemesine izin verdiğimde, bende ellerimi arkamda birleştirmiş, tepkilerini yerimde sallanarak heyecanlı bir şekilde beklemeye başlamıştım.
İlk defa birisi için böylesine büyük bir hazırlık yapıyordum ve biraz onun, birazcıkta bu kişinin Yavuz olması faktörü, damarlarımda akan kanın bile kaynamasını sağlıyordu.
Hala daha bir tepki vermemesi beğenmedi mi acaba diye düşünmemi sağlarken, yanı başımda duran bedenini bana çevirmişti. Siyah gömleğinin sarmaladığı bedeni, üstten açık olan 2 düğmesiyle bana muazzam bir görüntü sunuyordu. Oraya kayan gözlerimi zorlukla zapt edip, gözlerine baktım.
"Beğenmed..."
Kırmızı dudaklarım heyecanla titrerken, bedenimi bir başka heyecan dalgasına itmişti dolgun dudakları.
Soluklarıma sızan soluklarıyla, sağ eli bel oyuntuma yerleştiğinde kafamı hafifçe yan eğdiğimin bile farkında değildim.
Uzun ve bol tutku bulunduran öpücüğünü sesli bir şekilde sonlandırdığında, alnını alnıma yaslamıştı.
"Senin yaptığın bir şeyi beğenmemem mümkün mü benim, söylesene güzel bebeğim?"
Erkeksi sesi içime ılık bir rüzgar gibi eserken, aşağıdan kendisini daha iyi görebilmem için kafamı geriye yatırmıştım.
"Değil mi?"
Diye sorduğumda, sesim elimde olmadan nazlı çıkmıştı. Dudağının kenarı serseri bir tebessüme ev sahipliği yaptığında, dilini damağına vurarak cıklamıştı.
"Değil. Sen ve senin olduğun her şey, dünyanın en mükemmel ve nadide parçaları."
Dolgun dudaklarına bulaşan hafif kırmızılığı, kendisine belli etmeden silmek için elimle hafifçe okşamıştım. Göğsüne yasladığım ellerimden güç alarak, masanın etrafını işaret ettim.
"Akif ve Boran yardımcı oldu bahçeyi süsleme konusunda, yemekler ve pasta da benden."
Kahveleri masanın etrafını bir kez daha süzdüğünde, Akif ve Boran'dan böylesine güzel bir dekorasyonu beklemediği bakışlarına yerleşmişti.
"Bizim Akif'le, Boran?"
Sorduğu soru beni yeniden gülümsettiğinde, kafamı sallamıştım. Patlayan balonların arasında kısa sürede halletmişlerdi gerçekten de. Ve bunu yaparken çokça kez münakaşaya girmişlerdi. O hallerini hatırladıkça gülesim geliyordu.
"Hadi otur şimdi masaya sen, ben yemekleri servis edeceğim."
"Hamilesin sen, yoruldun zaten gün boyu. Sen otur ben halledeyim."
Omuzlarıma yerleşen ellerine direnerek kaşlarımı yalancı bir kızgınlıkla çatmıştım.
Bu gece onun doğum günüydü ve geceyi ben yönetiyordum.
"Yavuz Bey, masaya alsak sizi?"
Öne uzattığım elime alayla baktığında, dudaklarını son kez alnıma bastırarak kafasını sallamıştı.
"İyi madem, oturuyorum."
Onun yerine yerleşmesiyle birlikte hemen mutfağa geçmiş ve yemekleri servis etmeye başlamıştım.
Saatler ardı ardına geçip giderken, ben karşısında daha da rahatlamış bir şekilde yemekleri yemesini izliyordum.
Yaptığım her yemeğe ayrı ayrı övgüler yağdırmış, bir daha bu kadar uğraşmamam konusunda da ufak ikazlarda bulunmuştu.
Yeniden mutfağa girdiğimde dolaptaki pastayı çıkartarak özenle aldığım mumları paketinden ayırmıştım.
İyi ki doğdun sevgilim...
Benden istediği adımları koşa koşa atıyordum resmen. Suratımdaki aşık gülümsemeyle mumları yaktığımda, masanın üzerine bıraktığım hediye paketini de almayı unutmamıştım. Mutfak kapısından yeniden bahçeye çıktığımda dudaklarımda da aynı şekilde mırıldanıyordum.
"İyi ki doğdun Yavuzz..."
İsminin son harfini hafif gülümseyerek hafif utançla uzatırken, arkasına yaslandığı sandalyeyle elini masanın üzerine koymuştu.
Kavisli kaşlarının süslediği gözleri, avına kilitlenen bir avcı gibi yeşillerimi hedef aldığında, dudağının köşesindeki gülümseme bana kesinlikle can verecek kadar özeldi.
Geriye yaslandığı için gerilen siyah gömleğinden, ışıkların aydınlattığı esmer teni bana göz kırptığında, hemen dibinde durdurmuştum adımlarımı. Önündeki boşluğa bıraktığım pastayı bulan gözleri, üzerindeki yazıyı okurken sandalyenin kenarında duran elini belime sararak beni kendisine çekmişti.
"Pastayıda mı sen yaptın yavrum?"
Attığı bakışlar oldukça sevimli gelirken kafamı hızlıca sallayıp, gülümsemiştim. Sandalyesini hafifçe geriye ittirerek ayağa kalkmıştı. Ve ayağa kalkmasıyla bedeninin yanında yeniden ufak kaldığımı hissetmiştim.
Yanında duran beni iyice önüne çektiğinde, sırtım tamamen sıcak göğsüyle kaplanmıştı. Çenesini omzuna yasladı.
"Gel bakalım beraber üfleyelim."
Karnıma uzanan diğer eliyle birlikte bu sefer beraberden kastının sadece ben olmadığımı anlamıştım. Kızımızı unutmamıştı.
Mumu üflememizle birlikte üzerinden yükselen dumanla kafamı ona çevirmiştim.
"Dilek tutmadın."
Kaşlarım havaya kalkmış bir halde unuttuğumuz detayı ona hatırlattığımda bedenimi kollarının arasında kendisine çevirmişti. Şimdi yüz yüze bakıyorduk.
"Benim dileğim çoktan kabul oldu, hep yanımda olun yeter bana bu."
Aldığım derin solukla birlikte omuzlarım havalandığında, hediyeyi de vermek için can atıyordum. Arkasındaki sandalyeye yeniden oturmuştu Yavuz. Ve bu sefer oturduktan sonra belimden yakalayıp, beni de dizine yerleştirmişti.
"O da benim mi?"
Elimde tuttuğum paketi işaret etmesiyle gözlerim yüzünü bulmuştu. Karnımdan dolayı yan bir şekilde oturmuştum ve bacaklarım bacaklarının üzerinde yan duruyordu.
Elbisemin ince askısı bu hareketimden dolayı aşağı düştüğünde Yavuz'un da gözleri omzumu bulmuştu. Eğildi ve sıcak dudaklarını omzuma bastırdı.
Burnundan aldığı derin solukla birlikte uzun sayılacak bir öpücüğü oraya bıraktığında, paketi kendisine uzatmıştım.
Vakit ilerledikçe, kendimi onun sularına doğru daha çok bırakıyor ve akıntısında kaybolduğumu fark ediyordum.
Özenle paketlediğim hediyeyi aynı özenle açtığında, gözlerimden kalp çıkarcasına yüzünü izliyordum.
Açtığı paketi masanın üzerine bıraktığında, artık küçük kutu tamamen ellerinin arasındaydı.
Gezerken gözüme çarpan bu kol düğmesi bana sebepsizce Yavuz'u anımsatmıştı. Elime alıp incelediğimde ise köşelerindeki ufak çizimleri de yakalamıştım.
Çiçeklerin her birinin kendine özel anlamı vardı ve bende o anlamlara hep çok inanmıştım. Orkide...
Güç, başarı demekti.
Sanki Yavuz'a yapmışlardı da benim onu almamı bekliyor gibiydi. Gülümseyerek gözlerimi düğmelerden kaldırıp gözlerine çevirdiğimde, efsunlu bir şekilde iç çekmişti.
Kutuyu da yavaşça masaya bırakıp, elini yüzüme çıkarmıştı.
"Seni alıp içime soksam, herkesten, her şeyden korusam... olmaz mı?"
Fısıltılı sesiyle yüzümü kendisine çektiğinde alınlarımız birbirine yapışmış, burunlarımız ise onun yavaş hareketleriyle birbirine sürtünüyordu.
"Bir tek ben baksam bu gözlere, bir tek ben koklasam bu efsunlu kokunu..."
Burnundan aldığı derin solukla tüm tüylerim ürpermişti adeta. Gözlerimi kapatarak yutkunduğumda, yüzümde duran eli göğsüme inmişti.
Parmaklarının sırtıyla göğsümü delmeyi istercesine atan kalbimin üzerini usulca sevdiğinde, burnu yanağıma kaymıştı. Gülümsedim.
"Heyecanlanınca titreyen bakışların ve kalbin... öylesine tatlısın ki. Bazen severken canını acıtacağım diye aklım çıkıyor, içimde keşfetmediğim özelliklerim varmış, sayende öğreniyorum."
O konuşmaya devam ederken ben tatlı tatlı gülümsemeye devam ediyordum. Elimi kaldırıp saçlarının arasına yerleştirdiğimde, yumuşak tutamları parmaklarımın arasından usulca kaymıştı.
Bende derin bir soluk aldım. Öyle hoş kokusu vardı ki, ciğerlerim sanki onsuz nefes almıyordu.
"Doğum günün kutlu olsun."
Derken, parmaklarım yüzüne ulaşmıştı. Kaşının hemen kenarındaki o izi ilk öptüğüm anı hatırlamıştım.
Nasıl da şaşırmıştı. Yine aynı şeyleri yaşayacağını bilerek kırmızı dudaklarımı o ize bastırdım. Geriye çekildiğimde orada kalan kırmızı ruja ise aynı tebessümle bakıyordum.
Benden bir iz bırakmıştım orada.
Kafamı omzuna yaslayıp iyice kendisine sarıldığımda, omzuma önce sakallarını sürtmüş sonrasında ıslak bir öpücük bırakmıştı. Hemen burnumun ucunda duran o gizli kuytuya biraz daha kendimi sürttüğümde, adem elması ahenkle hareket etmişti.
Çikolata kadar sıcak olan kahvelerini bana indirdiğinde, gözlerimi gözlerinden çekmeden kırmızı dudaklarımı bu seferde boynuna bastırmıştım. Yeniden yüz yüze geldiğimizde ise dudaklarımı yanaklarına, elmacık kemiklerine ve çenesine usulca değdirmiştim.
Benden geriye yüzünde kalan izler, öyle hoş duruyordu ki...
"Telefonunu uzatsana."
Dediğimde gözlerini benden çekmeden, masadaki telefonunu elime bırakmıştı. Ekran kilidini açıp, ekran aydınlandığında yeşil gözlerim koca ekranı kaplamış bir halde bana gülümsüyordu. Benim gözlerim bu hareketini hayran olmuşçasına izlerken, onun kahve gözlerinin hedefi bendim.
Açtığım kamerayı bize çevirdiğimde hala daha bakışları üzerimde geziniyordu. Kafasını başıma yaslayıp dudaklarını boynuma bastırdığında bir anda çekmiştim fotoğrafı.
"Gıdıklanıyorum."
Dudaklarımın arasından kaçan ufak kıkırtılar onun iyice kendisini bana sürtmesiyle büyükçe kahkahalara dönüştüğünde, elimdeki telefonu kendi eline alıp bir fotoğrafımızı da kendisi çekmişti.
Güldüğüm için kötü çıktığıma emin olurken ben, çektiği fotoğrafı gülümseyerek incelemişti ve gözleri yüzündeki kırmızılıkları o an farketmişti.
Bu duruma karşı nasıl bir tepki verecek diye merakla bekliyordum. Bakışları yavaşça gözlerime döndü. Ve oturduğu yerden kucağında olan benimle beraber ayağa kalktı. Şehvetten iyice koyulaşan kahveleri ve alnının tam ortasında şişen o ince damarla gözlerime bakarken, elimi ensesine sarmıştım. Parmaklarımın altındaki sıcak teni temasımı hissettiği an mümkünmüş gibi biraz daha kasıldığında, kafamı da omzuna koyarak diğer elimi göğsüne yaslamıştım.
Bir düğmesi daha açılan gömleğinden gördüğüm esmer teni tüm akşam zihnime gizli gizli sızarken, parmaklarımı o açıklıktan içeriye sokmuştum.
Sert göğsü aldığı derin solukla havalanırken, gözlerimi gözlerinden çekmeden, o sıcaklığa da dudaklarımı yaslamıştım.
"S**tir... kızım dur! Merdivenleri çıkana kadar sabret."
Genzinden kopup gelen boğuk sesiyle yeniden güldüğümde, adımları da hızlanmıştı, tenimi saran parmakları da tutuşunu sertleştirmişti.
"Duru bir su gibi,
Bazen volkan gibi,
Bazen bir deli rüzgar gibi..."
Sesini ilk defa duymuş gibi kalbim teklediğinde, tüm o yoğun hislerin arasında gözlerindeki şefkat bana el sallamıştı.
Daha erken karşıma çıkacağını bilseydim eğer, kendimi o arabanın altına daha öncesinde atardım işte...
~
12 Ağustos:
Kasıklarıma bastırdığım ellerim titrerken, gözlerim kalabalığın içindeki hiç kimseyi görmüyordu.
"Kızım."
Derken titreyen sesimle, dudaklarımın arasından kaçan hıçkırık, hemen önüme koşup gelen adamın omzunda kaybolmuştu. Elleri belimi sıkıca kavrarken, düşecek kadar bitik halde olan beni ayakta yakalamıştı.
"Yavuz... kanıyor.."
Titreyen sesimi duyduğunu biliyordum.
"Araba hazır!"
Arkadan duyduğumuz sesle beraber beni saniyeler içinde kucağına aldığında, elimi karnıma koymuştum korkarak.
"Gitmesin, lütfen gitmesin..."
Ağzımdan kaçan hıçkırıklar onun omzuna çarptığında, kahve hareleri bana dönmüştü.
Bedeni gibi yüzüde kaskatı bir haldeydi. Ağırca yutkunduğunda, kapısını kimin açtığını görmediğim arabaya binmişti kucağındaki benimle birlikte. Kasıklarımdaki ağrı her an biraz daha artarken, titreyen ellerime yer yer bulaşmış kan, zihnini tamamen bulandırmıştı.
"Bir şey olmayacak Allah'ın izniyle. Ne sana, ne kızımıza."
Titrek soluklarımla gözlerimden yaşlar akmaya devam ettiğinde, hissettiğim acıyla bir çığlık kaçmıştı ağzımdan.
"Çok acıyor..."
Eli kafamı bulduğunda, başımı omzuna çekmişti. Göğsü hiddetle inip kalkıyordu ve her şeye rağmen kendisini kontrol etmeye çalışıyordu.
"Nefes al güzelim, az kaldı. Çok az kaldı."
Yakarışlarım boynunda kaybolurken, bacağımın arasından hala daha aktığını hissediyordum sıcak sıvının.
"ŞU S**TİĞİMİN ARABASINI DAHA HIZLI SÜR AKİF!"
"Sakin olun abim, yetişeceğiz az kaldı."
Miraç abinin ne zaman arabaya bindiğini bile bilmiyordum. Önden gelen sesiyle yaşlarım daha da hızlanırken yeniden konuşmuştu.
"Evin, abim, korkma tamam mı? Prensesimizi birazdan kucağımıza alacağız Allah'ın izniyle."
Karnımda olan ellerim kasılmıştı. Alacaktık değil mi?
Sağlıkla kucağımıza alacaktık kızımızı değil mi...
"Korkuyorum..."
Bir hıçkırık daha ağzımdan kaçarken, gözlerim Yavuz'u bulmuştu.
Yaş dolan gözleriyle gözlerime bakarken, hangi ara karnıma koyduğunu bilmediğim elini hareket ettirmişti.
"Sen korkarsan Efnan'da korkar, unuttun mu yoksa?"
Sen öyle mükemmel bir anne olacaksın ki, kızımız çok şanslı.
Hiçbir şeyden korkmayacak, çünkü senin gibi çok güçlü bir annesi var.
Daha önceden söylediği sözler zihnimde tekrarladığında, tüm bedenim kasılmıştı.
Bir kez daha kaybetmeyi istemezdim ki ben. Hemde bu kadar çok alışmışken, nasıl ellerimden kayıp gitmesini isterdim.
"Korkmam... kötü bir şey olmasın, korkmam ki. Gitmesin ama."
Hissettiğim sıvı daha çok canımı yakarken, araba hızlıca durmuştu. Sanırım gelmiştik.
"Sedye gönderin."
Miraç abinin bağırmasıyla hastanenin açılan kapısında bir telaş oluşurken, hemen arkamızda aynı acı fren sesiyle 3 araç daha durmuştu.
"Abi!"
Mihrimah'ın sesini ayırt edebilmiştim. Gözlerimden akan yaşlarla beraber hastaneye girdiğimizde, her şey ışık hızında ilerlemişti.
Elime koluma takılan kablo ve iğnelerin arasında, karnımda gezinen doktorun eliyle hala daha ağlıyordum.
Söylediği tıbbı terimleri sadece yanındaki hemşireler anlarken, ağzımdan kaçan hıçkırıklarla gözlerine bakmıştım.
"İyi mi..."
Titreyen sesimle gözlerime anlayışla bakmıştı. Ve ardından da elimi tutmuştu. Nedense bir anne gibi bakıyordu gözlerime.
"Bebeğimiz yola çıkmış ve açılman var. Beklememiz ne sen, nede bebek için iyi olmaz. Şu an gayet iyisiniz ve ben bir an önce müdahale edeceğim."
Başımı arkamdaki yastığa biraz daha bastırırken, gözümden akan yaş şakaklarıma akmıştı.
"İyi olsun lütfen. Lütfen."
Yüzümdeki yaşı silip anlayışlı bir gülümseme göndermişti, rahatlamam için.
"Hazırlayın her şeyi çocuklar."
Demişti ilk önce yanındakilere sonra da bana dönmüştü yeniden.
"İsmine karar verdiniz mi?"
Kafamı usulca sallarken, elimi karnımda gezdirdiğimin farkında dahi değildim.
"Efnan... Efnan olacak kızımızın adı."
Hissettiğim sancıyla ağzımdan bir haykırış daha firar etmişti. Devam ettim.
"İsmi gibi güzel gözleri olacak..."
Aldığım nefes artık bana yetmeyecek hale gelirken bu sefer çığlığım daha da şiddetli olmuştu.
Ve sonrası ise bende doğru dürüst yoktu. Kararan gözlerimle bilincim kapanmadan önce, uğuldayan sesler ve kalbimde ise ettiğim en güzel dualar vardı.
~
Yazardan:
Duyduğu her çığlık bir öncekinden daha yüksek olurken, hemen yanında durduğu duvara alnını yaslamıştı adam. Omuzlarına tonlarca yük binmiş ve altında eziliyor gibiydi.
Biliyordu, hiçbir doğum sancısız olmazdı. Ama karısının kanamasının olmasının, normal olmamasından korkuyordu.
Kaybetme korkusu tüm bedenini sinsi bir yılan gibi sarmıştı ve kalbi aldığı her solukta sıkışıyordu.
Dakikalarca hepsinin beklediği odanın kapısı açıldığında, görüş açısına ilk olarak götürdükleri karısı girmişti. Rengi atan yüzü ve yastığa dağılan saçlarıyla, acı çektiği her halinden belli oluyordu. Ağladığı için yüzü yer yer kızarıktı.
Hemen arkasından gelen doktoru bulduğunda bakışları, en başından beri geldikleri ve artık kendilerini tanıyan kadın sakince gülümsemişti.
"Hastayı doğuma alıyoruz. Küçük hanım yola çıkmış. Siz sakin olun ve dua edin kafi."
Giden kadının arkasından hepsi öylece bakarken, Yavuz'da yürümeye başlamıştı.
Karısını orada tek bırakmayacaktı. Saniyeler içinde açılıp kapanan kapının ardında bir başına kaldığında arkasında duran duvara başını yaslamıştı.
Ne demişti doktor?
Küçük hanım yola çıkmış.
Dudaklarına buruk bir gülümseme otururken, sağ gözünden bir damla akıp gitmişti. Kızlarını birazdan güzel karısının kollarında göreceği anı hayal ediyordu.
Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldığında koridora yanına ailenin diğer üyeleri de gelmişti. Miraç, Yavuz'un yanındaki yerini alırken, Boran'da hemen yanlarına adımlamıştı.
"Bak iyilermiş çok şükür."
Karşısındaki kardeşine üzgünce bakarken kollarını etrafına sarmıştı Miraç.
Ne kadar büyürlerse büyüsünler, her zaman gözünde küçücüklerdi onun. Yavuz'u her bitik gördüğü an, düşüp abi diye ağladığı anları anımsıyordu.
Omzuna güç vermek istercesine hafif hafif vurdu.
"Küçük cadı hepimizin yüreğini ağzına getirdi."
Demişti. Yavuz'un duyduğu sözlerle birlikte dudakları yeniden kıvrıldığında tebessümü donmuş, omuzları düşmüştü.
Abisini iki doğum sırasında da görmüştü. Öyle heyecan yapıp korkuyordu ki, zapt edemiyorlardı resmen. Şimdi hissettiklerini çok daha iyi anlıyordu.
Garip bir andı. Ellerinden bir şey gelmediği için içleri sızlıyordu, aynı zamanda da az sonra duyacakları şeyi de dört gözle bekliyorlardı.
"Abi?"
Yanlarına gelen Mihrimah'la aklına başka bir detay gelmişti Yavuz'un. Kaşları çatıldı.
"Çanta, bebek çantası kaldı."
Mihrimah anlayışla gülümserken, elini abisinin koluna koymuştu.
"Annemle, Akif abi alıp geldi çantayı, verdik hemşirelere meraklanma."
Gözleri yeniden doğumhane yazısını bulduğunda, kendileri gibi koridorda bekleyen bir başka aileyi daha görmüşlerdi.
Kapattığı gözleriyle ve tüm kalbiyle mırıldandı.
"Allah'ım sen kızımı ve karımı koru."
~
Sancılı bekleyiş birkaç saatin sonunda doğumhanenin açılan kapısıyla sonlandığında, bir hemşire ve önünde ittiği küçük etrafı şeffaf beşik benzeri yatakla sonlanmıştı. Oturan herkes aniden ayağa kalktığında, hemşirenin suratında büyük bir gülümseme belirmişti. Kendisini bekleyen kalabalığın önünde durduğunda, beşiği işaret etmişti.
"Evin Hanım birazdan çıkar, bebeğimizi ilk testleri için götürüyoruz. Birazdan odaya getiririz."
Hemşirenin dediği şeyler birer uğultu gibi kulağına dolduğunda Yavuz'un, kahve hareleri tek bir yere odaklanmış şekilde izliyordu.
Çok küçük değil miydi?
Ağladığı için buruşan suratı ve çatılan kaşlarıyla karşısındaki bu şey, neredeyse eli kadardı.
Dokunmaya kıyamayacağı kadar farklıydı.
Yoğunlaşan dikkati, izlediği bebeğin, ince sesiyle attığı çığlık ve ağlayış sesiyle dağıldığında, telaşla hemşireye dönmüştü.
İlk doğduğu zamanlarda Aras'ı kucağına almakta çekinmişti. 1 ayını geçene kadar da pek atakta bulunduğu söylenemezdi. Gider gelir severdi ama ellerinin arasında o küçücük varlığı tutacak kadar hazır hissetmemişti hiç kendisini.
Kerem doğduğunda da aynı hisleri yaşamıştı. Neredeyse 1 ay olacaktı ama hala daha kucağına almamıştı onu da.
Şimdi kendi kızını, kollarına nasıl alırdı?
"Oğlum biz bebekle gidiyoruz, aklın kalmasın."
Annesine minnetle baktığında, Mihrimah ve Boran'la birlikte üçü peşinden gitmişti.
Mümtaz Ağa ve iki yanında oturan oğlu beklemeye devam ediyorlardı.
Karısının güzel saçlarını doyasıya öpecekti. Kokusunu iyice içine çekecek ve yeniden huzuru hissedecekti.
~
Evin'den:
Hissettiğim hafif acıyla yerimde kıpraştığımda, boğazım acı bağrışlarımdan olsa gerek sızlamıştı. Kapalı gözlerimle nerede olduğumu algılamaya çalışırken, doğumhaneyi anımsamıştım.
Doktorun her "Ikın Evin!" deyişinde dişlerimi parçalarcasına kendimi sıktığımı hatırlamıştım.
Ne kadar sürmüştü emin değildim ama en sonunda hissettiğim o rahatlık hissiyle artık doğumhanede ben değil bir başkası ağlamaya başlamıştı.
Doktorun ayaklarından ters çevirerek tuttuğu bebeğim, poposuna yediği hafif tokatla ağız dolusu yırtındığında, saniyeler içinde bir beze sarılıp, kollarıma uzatılmıştı.
Eli yüzü kan içindeyken bile, suratını ayırt etmek istercesine uzunca izlemiştim.
"Annesi şimdi bu prensesin tahlillerini yapalım biz, sonra odada buluşursunuz."
Doktor yanımdan almadan kızımı hemen dudaklarımın yanında olan alnından öpmüştüm.
Hayatımda bundan önce bu kadar yumuşak bir şeye dokunmadığımı farketmiştim o an.
Hatırladığım sahnelerle birlikte gözümü araladığımda, sessiz odada hemen dibimde oturan adamı görmüştüm.
Benim gözlerimi açmamla birlikte oturduğu yerden ayaklanıp, yanıma ulaştığında, eğilmiş alnımdan öpmüştü.
"Güzelliğim."
Gözlerim hissettiğim huzurla yeniden kapandığında, kenardaki elimi eline uzatmıştım. Aldığım ağır ve yorgun nefeslerle, kollarını canımı acıtmaktan korkarcasına bana sarmıştı.
"Efnan?"
Sorumla birlikte gözlerime döndüğünde, dudaklarına garip bir gülümseme oturmuştu.
"Kan alınacakmış güzelim? Annemler yanında."
Kafamı ağırca salladığımda hala daha neden böyle güldüğünü anlamamıştım.
"Ne oldu ben içerideyken?"
Sorumla beraber dudakları bu sefer biraz daha genişlediğinde, konuşmuştu.
"Küçücük duruyordu ama ağladığında görecektin, koridorda ince sesi nasıl yankılandı."
Benimde dudaklarım kıvrıldığında, kafamı koluna doğru yaslamıştım.
"Sen içeride görecektin, doktor poposuna vurdu diye çok sinirlendi."
Sessiz gülüşümüz büyükçe kahkahaya dönüştüğünde ikimizi de durduran yine bir ağlama sesi olmuştu. Odanın kapısı açılmadan önce kızımızın ince sesi ulaşmıştı.
⚫️ ⚫️ ⚫️
• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarlarsa çok mutlu olurum ✨
• Efnan, seni yerim ki 🥹🥹
• Ağlamasını yazmak bile öyle yumuş yumuş hissettirdi ki beni 🥹
• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
• Yavuzkkaradag (parodi)
• Evinşahmaran (parodi)
• Diğer karakterin parodi hesaplarına da bu hesapların takip ettikleri kısmından ulaşabilirsiniz.
30/06/2023
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.21k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |