Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. BÖLÜM “D İ L H U N”

@simaara

Benim güzel okurlarım... öncelikle yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz 🤍 Sizleri bölümle baş başa bırakıyorum, lütfen satır aralarında buluşalım, keyifli okumalar 🕯

• • •

Bölüm Şarkısı: Cem Adrian ve Mark Eliyahu / Kül

"Acı çekmekten mutlu olduğumu söyleyemem ama cesaret kazanmak ve mutlu olmak için acı çekmem gerektiğine inanıyorum."

Carol Burne

 

⚫️

 

Bir insan tanımadığı birisi hakkında rahatlıkla kesin hüküm sürebilir miydi bilmiyordum.

Kendimde belki bunu yapmıştım, bencilce de olabilirdi hatta ama bana da aynısı yapılmıştı. Amacım sadece etrafımdaki kabuğu güçlendirip, gelecek olan herhangi bir darbeye karşılık kendimi korumaya çalışamamdı.

Sevilmemiştim, sevileceğime dair olan umutlarım da günden güne azalıyordu zaten.

Peki sevebilir miydim?

Sanırım yapamazdım, kimseye daha önce derdimi bile anlatamamışken, yaraların sarmaladığı kalbimi açıp, birilerini oraya yerleştiremezdim.

"Sen ne yersin yenge?"

Mihrimah'ın sesi ile irkilirken gözlerim refleksle karşımda oturan adamı bulmuştu. Kafamın içinde dönen şeyleri merak ediyormuş gibi çatık kaşları ile bana bakıyordu. Alışverişin sonunu bir restoranda tamamlamıştık ve başımızda duran garson benim konuşmamı bekliyor gibiydi.

"Ben... farketmez."

Dedim, dilim damağım kurumuştu. Garip bir şekilde karşımdaki gözler beni telaşlandırıyor, ondan da diğerlerinden olduğu gibi korkmamı sağlıyordu.

"Sen ortaya karışık bir şeyler getir."

Yavuz'un sesi ile garson kafasını sallayarak konuşmuş ve yanımızdan ayrılmıştı.

"Hemen ağam."

Masadaki konuşmaları duyuyor ama, duymazlıktan geliyordum. Zümrüt Hanım gelinliğe dair bir şeyler söylüyor, yengemse onun her sözünün ardına sabahtan beri övgüler yağdırıyordu.

"Hanımlar gelinlik alışverişine haftaya ben giderim yengemle. Siz yorulmayın bir daha."

Mihrimah yandan yandan annesine bakarken, koluna çarpan dirseği görmüştüm. En çokta Zümrüt Hanımdan korkuyordum ya.

"Gelinliği gelinin seçtiği nerede görülmüş."

Sert sesiyle gözlerime bakarak sarfettiği sözler, bakışlarımı ondan çekerek oturduğum taraftaki cama çevirmeme sebebiyet vermişti. Burada olmam büyük bir hataydı.

"Sen karışma ana hallederler ikisi."

Yavuz'un sesi ile dışarıda olan gözlerim hızlıca onu bulurken, o bana değilde annesine bakıyordu.

"Ağa karısı olacak, yakışı kalmaz!"

Masaya gelen garsonla konuşma bir süreliğine kesilirken, Yavuz bardağındaki suyundan bir yudum almıştı, ve yeniden konuşacak gibi duruyordu. Annesi ile arasına girmek istemediğim için ondan önce dudaklarımı araladım.

"Zümrüt Hanım haklı, birlikte gitmemiz daha doğru olur."

Kısık sesimle Zümrüt Hanımın keskin bakışları aniden beni bulmuştu. Konuşmamı bile istemiyormuş gibiydi hareketleri, bu durum içten içe sinirimi bozarken hepimizi susturan Yavuz'un sesi olmuştu.

"Yakışı kalıp kalmaması kimseyi ilgilendirmiyor, konu kapandı."

Gözlerimde olan kahve harelerini çekmeden önce önümdeki tabağı işaret etmişti havaya kaldırdığı kaşıyla, yemeğini ye demek istiyordu. Elime aldığım çatal ile ağzıma zorla bir kaç lokma attım ama yediğim şeyler boğazıma diziliyor, canım hiç bir şey istemiyordu.

"Yarın müsaitsen eğer sende bizimle bebek görmeye gelir misin yenge?"

Masadaki sessizliği yeniden Mihrimah'ın sesi dağıtırken sorusu ile gözlerimi tabağımdan kaldırmıştım.

"Ne bebeği?"

O soruma cevap vermeden önce, annesi ağzında bir şeyler homurdanmıştı ama kısık sesinden dolayı anlayamamıştım.

"Miraç abimin bebeği, Berivan yengem doğum yaptı. Yarın da Karadağ'lı kadınları olarak görmeye gideceğiz, sende bu ailenin gelinisin artık, gelmelisin."

Kaç kardeş olduklarını bile bilmiyordum ve kısa bir süre sonra gelinleri olacaktım. Gözlerimi üzgünce yüzüne çevirerek, kafamı salladım, gitmek istemiyordum.

"Mihrimah teşekkür ederim ama uygun kaçmaz."

Dedim, çok fazla dikkat çekmemek adına ama bu onun için yeterli gelmişe benzemiyordu pek. Israrla yeniden konuştu.

"Neden uygun kaçmasın, abim getirir seni. Değil mi abi?"

Gözleri umutla Yavuz'a dönerken, tatlı tatlı gülümsemeyi de ihmal etmiyordu.

"Hem daha iyi tanımış oluruz seni, lütfen gel."

Zümrüt Hanımın sert bakışlarının altında teklifi kesinlikle kabul etmek istemiyordum ama Mihrimah'ın ricasını da umursamıyormuş gibi davranamazdım.

"Gelir gelir merak etme kızım."

Ben daha konuşamadan yengem konuşmuş, benim yerime teklifi kabul etmişti. Gözlerimi devirmemek için direniyordum ve o esnada Yavuz'un sesini duymuştum yeniden.

"2'de almaya gelirim seni."

Şu anda onu reddedeceğim bir ortamda değildim, o yüzden cevap vermeden su dolu olan bardağı elime aldım ve dudaklarıma götürdüm. Gitmek istemediğimi ona söyleyecektim. İçtiğim soğuk su bile içimdeki yangını söndüremezken, bıkkınlıkla kollarımı önümde bağlayıp arkama yaslanmıştım, fikrimi alsalar hiçte fena olmazdı.

~

Zümrüt Hanımlarla birlikte yengem de ayağa kalkarken Yavuz'un sözleri üzerine, ben beklemek zorunda kalarak masadan kalkmamıştım. Sıkılmış bir şekilde camdan dışarıya bakmaya devam ederken, eliyle garsona ufak bir işaret verdi.

"Kahveyi nasıl içersin?"

Kahve içen birisi değildim ve açıkçası hoşlanmazdım da. Bekletmeden cevap verdim.

"Ben sevmiyorum."

Masaya gelen garsona dönmüştü bakışları.

"Bir sade kahve, bir çay gönder."

Garson yanımızdan uzaklaşırken, arkasına yaslanarak kısa bir bakış atmıştı bana. Kaşları her zamanki gibi çatık dursa da ses tonu sinirliymiş gibi değildi.

"Neden bizde gitmedik?"

Diyerek içimdeki meraka yenik düşerek sormuştum, şu an burada onunla durup sohbet etmek istediğim bir seçenek değildi. Sorduğum sorudan hoşlanmadığını bakışları ile belli ederken, konuşmasıyla da desteklemişti.

"Evin farkında mısın bilmiyorum ama evleneceğiz."

Ellerimi göğsümde bağlayıp, umursamazca kafamı sallarken, atladığı ufak detayı yüzüne vurmayı tercih etmiştim.

"Zorla."

Bakışları sertleşirken gözlerinden gözlerimi kaçırmamıştım, benim istemediğimi görmesi gerekiyordu.

"Zorla? Ne yani o itle isteyerek mi evlenecektin!"

Hafif yükselen sesi ile gözlerimi restoranın içerisinde gezdirdim, ağa olması insanların gözlerinin bu tarafa dönmesini engelliyordu.

"Ne saçmalıyorsun sen her defasında ya! Sanki o adam kuzenin değilmiş gibi sürekli hakaret etmeni de görmezden geliyorum ama oradan bakılınca gerçekten evlilik meraklısı birisine mi benziyorum?"

Masaya yaklaşan garsonla masanın üstündeki parmakları ritim tutmaya başlamıştı. Öfkesi dolup taşıyordu ve dizginlemeye çalışıyordu. Garson gitti, dudaklarını araladı.

"Lafı çarpıtma!"

Sinirle dudağımı ısırarak sert bir soluk almıştım, onunla belki de ilk defa böylesine açık konuşuyordum.

"Lafı çarpıtmıyorum ben. Bir anda evimize geliyorsunuz ve herkesin içinde beni sözde kendine istiyorsun. Çok istiyorum evlenmeyi sorma!"

Özellikle vurguladığım kısımlarla hareleri alev alev yanmaya başlarken, konuşmasına yine fırsat vermemiştim. Madem söz hakkı bendeydi, susmayacaktım.

"Seni tanımıyorum, aileni tanımıyorum. Saçma iki tesadüfün dışında seni görmedim bile, sende öyle. Mantıklı geliyor mu?"

Üzeri bol köpüklü olan fincanı iki parmağı kavrarken, ağzına götürerek bir yudum almıştı. İsteme gününde de yaptığı gibi yine ortalık karışmışken, Yavuz kahvesini içiyordu.

"Bu bilmen gereken bir şey değil, Ferzan ile evlenemezdin o kadar. Konuşmamız gereken başka şeyler var."

Oflayarak elimi hafifçe salladım, asıl konuşmamız gereken konudan bilmemem gereken bir detay olarak bahsetmesi sinirimi bozmuştu.

"Konuş bakalım ağam, neymiş konuşmamız gereken şeyler?"

Sesimdeki ima ona ulaşmış, sinirle dudaklarının gerilmesini sağlamıştı. Masanın üzerinde olan elinin parmakları hala masanın üzerine ufak ufak vuruyordu.

"Sabrımı zorlama benim kadın, şurada konuşup gideceğiz."

Bir süre durmuş, kahvesini yudumlayarak sinirinin yatışmasını beklemişti.

"Evdekiler hakkında anlatmak istediğin bir şey var mı?"

Kulaklarımı dolduran sorusuyla vücudumdaki izler sızlarken, ne diyeceğimi bilememiştim. Sormaması gereken şeyleri soruyordu...

"Hayır."

"Yalan konuşuyorsun, konuşma."

Yutkunarak gözlerimi kaçırdım ondan. Belki güvenilir olabilirdi ama ben ona bu kadar kolay güvenemezdim ki. Hayatımda kimse bana o güveni vermemişti, güvenmemiştim. Daha önce kimse tarafından değerli görülüp önemsenmemiştim...

Ona da güvenemezdim.

"Yalan konuşmaktan hoşlanmam merak etme."

Dedim inatla sözlerime inanmış gibi durmuyordu, en azından şu anda yalan konuştuğumdan emin gibiydi. İçimdeki fırtına başını alıp gitmişken, onun benim hakkımda ne düşündüğü doğrusunu söylemem gerekirse pekte umurumda değildi. Tanınmadan yargılanmaya alışmıştım, bir kişinin daha beni yargılayacak olması en fazla biraz daha canımı yakardı, alışkındım sonuçta.

"Çok düşünüyorsun."

Düşüncelerim onun sesiyle bir toz bulutu gibi dağılırken, onun gibi birisinin neden benimle evlenmek istediğini anlamaya çalışıyordum. O Mardin'in en büyük aşiretlerinden biri olan Karadağ'lıların saygı duyulup, kararları sorgulanmayan ağasıydı... Aramızda uçurumdan ziyade yerle gök kadar mesafe vardı. Ben onun hayatını bilmezdim, o benimkini.

Burada evlilik çocuk oyuncağı değildi, gelinliğinle girdiğin evden kefeninle çıkabilirdin sadece. Töreler vardı, kurallar vardı, hele de kadınsan sesini kimse duymazdı. Dayak yerdin susardın, haksızlığa uğrardın susardın, her şeye boyun eğmeyi öğretirdi hayat sana.

Aile kavramı benden uzaklaşalı öylesine çok olmuştu ki evlenecek olmama dahi inanamıyordum.

"Konuş benimle Evin, bir derdin var belli. Susarak olmaz."

Gözlerim içten içe sızlarken, zorla dudaklarımı aralamıştım.

"Yıllarca susturuldum ben, şimdi konuşmamın bir lüzumu yok."

Kahve harelerini sarmalayan karanlık, öylesine güçlü duruyordu ki korkarak bakışlarımı bir kez daha kaçırmıştım. Bende böyleydim işte, sözler dilimin ucuna gelirdi dayanamaz konuşurdum ama ailem yada geçmişim hakkında bir soru duyduğum zamanda dilim lal olur sözcükler boğazımda düğümlenirdi. Yavuz cebinden çıkardığı cüzdandan, bir kaç iki yüzlüğü masanın üzerine bırakarak ayağa kalkmıştı, onunla beraber bende sandalyeden kalktım.

Bugünün aksine arabada dönerken tek kelime etmemişti, oldukça sessizdi. Araba bizim sokağa girerken, hızını düşürmüş yavaşça durdurmuştu.

"Yarın 2'de gelirim."

Yemekte söyleyemediğim şeyi şimdi söylemek daha doğru gelmişti bana, oraya gitmem uygun olmazdı.

"Ben gelmek istemiyorum, ailecek gidilmesi daha doğru olur."

Sabır çeker gibi gözlerini bir süre dışarıya çevirdi, damarlı elleri sakallı çenesini sıvazlamıştı.

"Ulan, alttan aldıkça bir şey çıkartıyorsun. Doğru olsun olmasın kime ne, karım olacaksın orada olman kadar normal bir şey yok."

"Zümrüt Hanı..."

Sözüme daha devam edemeden kesmişti, çatık kaşları her zamanki yerinde duruyordu.

"Başlatma Zümrüt Hanımına, yarın 2'de hazır ol yeter."

Arabanın kapısını açarak dışarıya indim, kapıyı geri örtmeden önce ise gözlerimi son kez ona çevirdim. İki saniye önce bağırıp kızan, kendisi değilmiş gibi normal ses tonuyla konuşmuştu.

"Dikkat et kendine, bir sorun olursa da beni ara."

Numarası vardı sanki? Hadi numarayı da geçtim, gerçekten onu arayacağımı mı düşünmüştü. Cevap vermeden kapıyı örterek eve adımladım, mahalleli sanki benim geldiğimin haberini almış gibi camlara çıkmış meraklı meraklı bir arabaya bir de bana bakıyorlardı.

"Neler aldırdın Evin?"

Karşı binanın üst katından duyduğum Nurbanu'nun sesiyle kafamı hızlıca çevirirken, bu kadar rahat tavırla konuşuyor olması sinirimi bozuyordu. Arkamda hala varlığını koruyan bir araç vardı ve konuşmayı net bir şekilde duyduğuna emindim.

"Seni ilgilendirmeyen konulara burnunu sokmamalısın Nurbanu."

Kaşlarını çatıp cevap vermeye hazırlanan kızı beklemeden içeriye girmiştim. Yengemin sesi girdiğim an beni karşılarken, ardı arkası kesilmeyen emirlerini çoktan sıralamaya başlamıştı bile.

"Zülal'lere geçeceğim ben, dolaptaki yemekleri ısıt Alim işten gelir birazdan."

Başına taktığı şalı düzeltip evden çıkması ile ayakkabılarımı kenara koydum, cidden yorulmuştum. Ve yorulan bedenimden daha çok ruhumdu. Bu kadar basit olmamalıydı her şey. Çantamı odama bırakıp hızlıca üzerimi değiştirip elimi yüzümü yıkamış, ardından da hemen mutfağa geçmiştim. Dolaptaki tencereleri bir bir çıkartırken, aynı zamanda da bugün olanları düşünüyordum.

Zümrüt Hanımın benden haz etmediğini isteme akşamında anlamıştım zaten, haksızda sayılmazdı aslında. Sonuçta kendisi ağa kızı olarak ağayla evlenmişti, oğlunu da ağa olduğu için tahminimce ağa kızı ile evlendirmeyi planlıyordu. Yeğenine layık gördüğü beni, oğluna alacakları fikri en az onun kadar beni de korkutuyordu.

Sonra Mihrimah geldi gözümün önüne, kimse ne düşündüğümü önemsemezken onun sürekli bana bir şeyler sormasını anımsadım. Ona da güvenebilmem için çok erkendi hatta güvenir miydim orası da ayrı konuydu elbette ama yine de iyi birisine benziyordu.

"Hayırdır, müstakbel kocanı mı düşünüyorsun kara kara?"

Yakınımdan duyduğum ses ile irkilip, hızlıca arkamı dönerken ne ara geldiğini dahi duymadığım Alim abi ile karşılaşmıştım.

Bakışları uzun uzun üzerimde gezindikten sonra küçük masanın yanındaki sandalyeyi çekerek oturmuştu.

"Anam nerde?"

Tenceredeki yemeklerden tabağa koyarken, arkamı dönmeden sorusuna kısaca cevap verdim.

"Zülal teyzeye gitti."

Elindeki tesbihi parmakları arasında çevirirken tabakları önüne koymamı bekliyordu, hızlıca beklediği şeyi yaptım. Onunla iletişime girmek istemediğim için hemen mutfaktan çıkmıştım. Bu sefer kendisi de beni durdurmamıştı zaten. Yaklaşık olarak on dakikanın sonunda Alim abi mutfaktan bana seslenmişti.

Odamdan çıkarak mutfağa girdim, arkasına yaslanmış rahat bir şekilde yerinde oturuyordu.

"Kahve yap."

Önündeki tabakları aldıktan sonra çıkardığım cezveye kahve koydum, o sırada mutfaktan çıkan Alim abi bir kaç dakikanın ardından dönmüştü. Pişen cezveyi elime alıp seri bir şekilde bardağa koyarken, iri bedeniyle yanıma gelmişti. Cezvenin sıcak kulpu elimi yakarken, elini elimin üzerine sarmalamıştı. Sıcaklığı daha çok avuç içime yayılırken, gözlerimi acıyla sıkıca kapattım.

"Elim yanıyor."

Sadece gülmüştü ve gülüşü bile midemi bulandırıyordu.

"O şerefsiz getirmiş seni eve, öptü mü?"

Söylediği şeylere inanamazken, elimi çekmeye çalıştım. Parmak uçlarım da avucumdaki acıyı hissediyordu.

"Ne diyorsun sen abi! Bırak lütfen, elim yanıyor."

Elimi bırakmadan kendisine döndürmüştü beni, öfkeli bakışları üzerimde geziniyordu.

"Hayır daha yanmıyor ama yanacak. Canını sürekli yakacağım Evin unutma!"

Elimden çektiği eliyle mutfaktan çıkıp gitmişti, cezveyi tezgaha atarken ağlayarak avcumu açtım. Kızarmış, yanıyordu...

Soğuk suyla birleştirdiğim tenim içtin içe sızlarken, kalbim korkuyla hızlanmıştı. Bedenimdeki kaçıncı izdi bu bilmiyordum ama canım alışmama rağmen her defasında acıyordu.

Kalbim öylesine kırıktı ki, insanlar görmüyordu.

~

"Hareketlerine dikkat et orada!"

Yengemin aşağılayıcı sesi ile attığım adımım havada kalırken, kafamı omzumun hizasında çevirmiştim.

"Yenge, yeter."

Arabanın içinde bekleyen Yavuz ağanın bir şeyler anlamaması için gülümserken, aynı zamanda söylenmeyi ihmal etmiyordu.

"Yavuz Ağaya güvenme, kırarım bacaklarını."

Evden uzaklaşırken kapının önündeki arabaya bindim, içerisi parfüm, sigara birazda Yavuz kokuyordu. Koltuğa yerleştikten sonra, acıyan elime rağmen emniyet kemerini takmıştım.

"Rahat ol Evin."

Yavuz'un sesi ile gözlerimi ona çevirmiştim, stresli oluşum demek ki bu kadar belli oluyordu.

"Rahatım."

Dedim inatla, kafasını hafifçe sallamış ve keyifle bakışlarını yola çevirerek arabayı çalıştırmıştı.

"Öyle olsun bakalım."

Araba çarşıda dururken, neden buraya geldiğimizi anlamaya çalışıyordum.

"Geleceğim ben bekle."

Kafamı sallayarak, Yavuz'un nereye gittiğini izlemeye başladım, dünkü kuyumcuydu burası. Kısa bir sürenin ardından girdiği kuyumcudan çıkmıştı. Uzun boyu ve sert adımları ile yürüyen Yavuz'a çarşıdaki herkes selam veriyor, saygıyla önlerini ilikliyorlardı. Rüzgar saçlarını hafifçe dağıtırken, arabaya gelmiş ve binmişti. Gözlerini bana çevirmeden önce ceketinin iç cebinden bir kutu çıkarmıştı.

Açtığı kutunun içerisindeki alyansları ve tektaşı eline alırken, uzun parmakları ile kucağımda duran sol elimi kavramıştı. Yanan tenim tutuşu ile sızlarken, bunu farketmemesi için dişlerimi sıkmıştım. Zarif ama gösterişli olan tektaşı yüzük parmağıma takmış, ardından da ince alyansı geçirmişti. Bir süre gözleri taktığı yüzüklerin üzerinde dolaşmıştı. Sonrasında ise hala elinde olan elimi diğer elinde tuttuğu alyansı koymak için çevirmişti.

"NE OLDU ELİNE!"

Yüksek sesini beklemediğim için bir anda irkilirken, elimi çekmek istemiştim, ama izin vermemişti.

"Dün yaktım yanlışlıkla."

Burnundan aldığı sert soluklar kulaklarımı doldururken, çatık kaşlarının gölgelediği hareleri yüzüme tırmanmıştı.

"Yanlışlıkla, hep bir yerlerine bir şey mi yaparsın sen?"

Sözleri ile boğazım düğümlenmişti.

"Kahve yaparken oldu."

Dedim yeniden inanmasını umarak, ama sert bakışları inanacak gibi durmuyordu.

"Gözlerini kaçırıyorsun."

Elinde duran diğer yüzüğe uzandım, havada kalan elinin parmağına taktım hızlıca.

"Yalan konuşmandan hoşlanmıyorum. Ve bu konu burada kapanmadı."

Demişti arabayı yeniden çalıştırırken, gözlerimi yola çevirirken karşılık verdim.

"Yalan konuşmuyorum.. açılacak bir konu yok."

Yarıda bıraktığım cümlemi ise içimden tamamlamıştım.

Mecburum sadece...

Gözlerim parmağıma taktığı tektaşın üzerinde dolaşırken, istemsizce parmaklarımda taşa dokunmuştum. Bir Karadağ'lı olacaktım.

~

Oldukça iyi görünümlü bir konağın önünde durdurmuştu arabayı Yavuz, elim emniyet kemerine giderken sesiyle duraksamak zorunda kalmıştım.

"İçeride aile büyükleri de var, rahat davran."

Anladığım kadarıyla abisi onlarla aynı konakta kalmıyordu, kafamı sallayarak kemeri yerinden çıkardım. Benimle beraber o da arabadan indi. Kapının önünde duran iki adam saygıyla kafasını eğerlerken, büyük demir kapıyı da çoktan aralamışlardı.

Benim geçmemle o da kapıdan içeriye girdi, konağın merdivenleri karşılamıştı bizi direkt. Yürümem için işaret vermesi ile gösterdiği taraftan yürümeye başladım.

Yürüdükçe konuşma sesleri kulağımızı doldurmaya başlamıştı, bir diğer kapıdan da geçince iki genç kız çıkmıştı karşımıza.

"Hoş geldiniz ağam."

Yavuz'daki bakışları beni bulurken, çoktan büyük salona girmiştik. Bir kaç kadının olduğu odadaki sesler bizim girmemizle kesilmişti.

"Tu bixêr hatî kurê min." (Hoş geldiniz oğul)

Salonun baş köşesindeki tekli koltukta oturan yaşlı kadının sert sesiyle yanımdaki adamın adımları orayı bulmuştu.

"Hoş buldum Heja daye." (Büyükanne anlamında)

Tuttuğu eli öpüp alnına koyduktan sonra bakışları beni bulmuştu Yavuz'un, bir kaç adımda bende yanlarına giderek elini tutarak öpmüştüm kadının.

"Bizim buke budur?"

Yavuz'un yüzünde gezinen sürmeli gözleri sorusunun cevabını alarak bana dönmüştü.

"Budur."

Yaşlı kadın bir süre beni incelemişti, tedirgin bir şekilde bakışlarına karşılık verdim.

"Adın nedir senin?"

Sert sesiyle içim titrerken, zorlukla dudaklarımı aralamıştım.

"Evin."

"Kimlerdensin?"

Annemle babam, zihnime düşerken gözlerimi yerden kaldırmış, titrek sesimle konuşmuştum.

"Ciwan Şahmaran'la Avşin Şahmaran'ın kızıyım."

Onların kızı olmak benim için çok değerliydi. Kadının gözlerinde bir şeyler oynamıştı, bir süre düşünür gibi durdu ve ardından da yeniden dudaklarını araladı.

"Avşin'in kızısın?"

Kafamı salladım, annemi doğru dürüst hatırlamıyordum bile. Anılarımız, yaşadıklarımız çok azdı.

"Avşin'in kızıyım."

Dedim bir kez daha boğazıma düğümlenen kelimelerden kurtulmaya çalışarak, yan tarafında kalan koltuğu işaret etmişti bana.

"Otur bakalım."

Gözlerim Yavuz'a dönerken gözlerini bir kere açıp kapatmıştı o, oturdum. Yanımdaki boşluğa da Yavuz oturmuştu, odadaki diğer herkes belki de onlarla selamlaşmadığım için bana garip garip bakıyorlardı ama yaşlı kadının emri hepsini korkutuyor olacak ki bir şey diyememiştiler.

Huzursuz bir şekilde yerimde kıpırdanırken, yaşlı kadınla göz göze gelmiştim, bakışları ilk geldiğimdekine göre daha ılımlı duruyordu. Kaşıyla karşı koltukta oturan kadınları işaret etti. Oturduğum yerden kalkarak ellerini öpmek için en başta Zümrüt hanımın yanına gitmiştim, zorla uzattığı elini hemen geri çekmesiyle bozuntuya vermeden diğer kadınlara döndüm.

5 dakikalık oturmanın ardından hepsinin kim olduğunu öğrenmiştim. Yaşlı olan kadın Yavuz'un babaannesi Heja Hanımdı, Zümrüt Hanımın yanında oturan kadın ise Yavuz'un halası Sultan Hanımdı. Karşı koltukta oturan Berivan'da, Mihrimah gibi güleryüzle karşılamıştı beni. Bir süre düğün tarihi hakkında konuşuldu, öylece dinledim.

"Evin yenge, gelsene bir."

Salonun kapısından kafasını uzatan Mihrimah ile ayağa kalktım, ve üzerimdeki bakışların altında yürümeye başladım.

"Gel bebek odasına gidelim, sana minik bebeği göstereceğim."

Onun peşine takılarak, kapısı kapalı bir odaya gelene kadar yürümüştük. Kapının kulpunu yavaşça indirmişti, kenara kayarak bana yol verdi. Odayı sarmalayan hoş bebek kokusu içime dolarken, adımlarım beşiğe kadar devam etmişti. Yeşillerim, minik kahvelerle buluşurken istemsizce mırıldanmıştım.

"Sen gerçek misin?"

Açıp kapattığı gözleri merakla etrafa bakarken, minik dili sesler çıkartıyordu. Uzun zaman olmuştu bebek görmeyeli, sıkılana kadar izlemek istemiştim bu yüzden.

"Kucağına alabilirsin."

Berivan'ın sesiyle kısa süreliğine arkamı dönerken, emin olamamıştım.

"Canını acıtmayayım?"

Gülümseyerek omzunu sallamış, yanıma gelerek küçük bebeği beşiğinden almıştı. Öylesine küçüktü ki, kollarının arasında kaybolmuş gibiydi.

"Acıtmazsın, otur istersen koltuğa daha rahat alırsın."

Köşede duran koltuğa otururken Berivan yavaşça kucağıma vermişti bebeği.

"İsmi ne?"

Dedim merakla.

"Aras."

Kollarımın arasındaki bedenin nefes alışverişleri içime farklı bir huzur salmıştı.

"Evin, sen buradasın zaten biz Mihrimah'la mutfağı halletsek olur mu?"

Kucağımdaki bebekte olan bakışlarımı kaldırarak, Berivan'a dönmüştüm.

"Olur keyfine bak sen, ben bakarım ona."

Gülerek odadan çıkmışlardı. Sol elimle sarmaladığım bebeğin, sağ elimle küçük eline uzanırken minik parmakları işaret parmağımı sıkıca tutmuştu.

"Sen ne kadar güzel bir bebeksin böyle..."

Dili ağzının etrafında geziniyor, bir kedi gibi mırıldanıyordu.

"Bahtın da yüzün gibi güzel olur İnşallah."

Dudaklarım uzun zaman sonra ilk defa huzurla kenara kıvrılmıştı. Öylesine güzel bir bebekti ki, bakışlarımı yakalayan gözleri beni güldürmeye yetmişti. Odanın kapısı açılırken, bakışlarımı hızlıca kapıya çevirmiştim. Yavuz'u görmeyi beklemediğim için şaşırırken, kısa sürede kendimi toparlayarak yeniden Aras'a dönmüştüm. Adımları yanımızda son bulurken, tam tepemizde dikilerek, yukarıdan bakışlar atmaya başlamıştı. Hala parmağımı tutan minik eli okşuyordum yüzümdeki ufak tebessüm ile.

"Amcasının aslanı."

Diyerek yanımdaki boşluğa oturup, damarlı elleriyle Aras'ın yanağını okşamıştı. Sanki sevildiğini hissettiği içindi emin değildim ama biraz daha hareket etmeye başlamıştı kollarımın arasında Aras. Bu haline daha çok gülümsedim ama yanımda oturan Yavuz'u hatırlamamla hızlıca gülmemi durdurmuştum. Hafifçe ona dönerek bebeği gösterdim.

"Al sende kalsın birazda."

Benim aksime daha rahat bir şekilde kollarını uzatmıştı, ellerime dokunarak aldığı bebek ile geriye çekilmiştim hızlıca. Koltuktan ayağa kalktı usulca.

"Cebimdeki kutuyu versene."

Sesiyle gözlerim gözlerini bulurken, anlamamış gibi yapmıştım.

"Ne kutusu?"

Havaya kalkan kaşıyla üzerindeki ceketin cebini işaret etmişti, elimi dediği yere sokarak dediği kutuyu aldım.

"Çıkar bakalım içindekini."

Kutunun kapağını açtım, gözlerim küçük künyeyi bulurken üzerindeki Aras yazısını görmüştüm. Yavuz yeniden koltuğa oturmuştu.

"Çok güzel bu."

Demiştim istemsizce. Suratındaki keyifli ifade ile bana bakarken, odanın kapısı yeniden açılmış Mihrimah'tan önce sesi yanımıza gelmişti.

"Aras ağlamadıysa bilki sana da aşık oldu yenge."

Kendisi de görüş açımıza girerken, gülümseyen yüzü abisinin radarına takılmıştı. Sevimli sevimli gözlerini kırpıştırdı ve yanıma yaklaştı. Ellerimin arasındaki açık kutuyu farketmişti.

"Ay çok güzel bu, hanginiz seçtiniz?"

Ben abisinin seçtiğini söyleyecekken, Yavuz sıradan bir şeyden bahsediyor gibi konuşmuştu.

"Yengen seçti."

Sözlerine karşılık vermek isterken, gözlerime attığı bakışlar yüzünden susmak zorunda kalmıştım.

"Hadi salona geçelim."

Mihrimah, Aras'ın beşiğindeki battaniyeyi alarak abisine dönmüştü. Yavuz'da oturduğu yerden kalkmış, kucağındaki bebeği bana uzatmıştı. Dikkatlice aldım, battaniyeyi de üzerine örtmüştük. Hep birlikte odadan çıkarken, Yavuz telefonunun çalması ile yanımızdan ayrılmıştı. Umursamadan salona doğru yürümeye devam ettim.

Masayı güzelce kurmuşlardı, Berivan elindeki çay bardaklarının tepsisini masaya bıraktıktan sonra yanıma gelmişti.

"Yordu mu seni çok?"

Kafamı sağa sola sallayarak, hafifçe gülümsedim.

"Hayır, tam tersine uzun zaman sonra ilk defa bu kadar mutlu oldum."

Aras'ı alması için ona uzatırken, elimde tuttuğum küçük kutuyu da vermiştim.

"Yavuz Ağanın hediyesi."

Diyerekten belirtmiştim, gülerek teşekkür etmişti. Büyükler masaya oturduğu an, Heja hanım bana ithafen konuşmuştu.

"Yavuz'u çağırıp gelesin Evin."

Kafamı sallayarak, gözlerimi kaçırdım. Onunla konuşmak istemedikçe, zorunda kalıyordum her defasında. Oflayarak çıktığım koridordan nereye gideceğimi bilememiştim.

"Bir şey mi lazımdı gelin hanım?"

Orta yaşlı, yardımcı kadının bana seslenmesi ile adımlarımı durdurmuştum.

"Yavuz Ağayı gördünüz mü?"

Eliyle teras olduğunu tahmin ettiğim kapalı büyük kapıyı işaret etmişti. Tuttuğum kapı kulpunu indirirken kulağıma konuşma sesleri gelmişti, sessizliğimi koruyarak, biraz içeriye girdim. Balkonun diğer tarafına dönen kısmından geliyordu sesler, yavaş adımlarla yaklaştım.

"Konuşmayacak mısın Yavuz?"

İşittiğim kadın sesi ile kaşlarım çatılırken biraz eğilerek balkonun diğer tarafına bakmaya çalıştım. Yavuz'un yönü dışarıya bakarken, yanında duran uzun boylu kadının gözleri ondaydı.

"Susma artık, seni seviyorum diyorum neden anlamıyorsun? Tamam zamanında bir takım tatsız şeyler yaşadık ama beni bırakıp başkası ile evlenemezsin sen."

Ses çıkartmamaya dikkat ederek dinlemeye devam ettim.

"Seni sevdiğim falan yok, boş boş konuşup benim canımı sıkma."

Sadece bunları söylemişti Yavuz, ama kadın durmamıştı. Duyacağım şeylerin beni bu kadar yıpratacağını bilseydim, orada bir dakika bile durmazdım ama artık çok geçti.

Bir kez daha gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmıştım.

Ben sevilmemeye alışmıştım.

"Salak değilim intikam uğruna o kadınla evlenmeyi kabul ettiğini görebiliyorum."

Nefesim daraldı...

"Sadece yatağına girecek, kalbinde ben varım bunu en iyi sen biliyorsun. Bakışların, sözlerin yalan değildi hiç biri."

Gözlerim dolarken, sarsak adımlarla balkondan çıkmıştım.

Bazı gerçekler vardı değişmeyen sadece acı çektiren...

Yavuz benim güvenimi kazanamadan kaybetmişti, nasıl bir hayatın içinde olduğumu gördüğü halde yaptığı şeyi aklım almıyordu. Kırık kalbim acıyla sızlarken hiç bir şey olmamış gibi mutfağa adımlamıştım.

O da aynıydı...

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarsa çok mutlu olurum.

• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ, AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYIN.

Instagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

simaara 🤍

Loading...
0%