Merhabalar 🫠
Bu yolculuğun sonuna gelmiş olmamızın garip hissini, burada sizlerle bir kez daha yaşıyorum 🥹 daha yan yana yürüyeceğimiz çok yolumuz olsun 🫶🏼
Keyifli okumalar dilerim ❣️ Satır aralarında SON KEZ buluşalım lütfen, sizleri orada bekliyorum 🕯
• • •
Bölüm Şarkıları: Gökhan Türkmen / Aşk
Teoman / Kupa Kızı Ve Sinek Valesi
Koray Avcı / Senin İçin Değer
Koray Avcı / Aşk Sana Benzer
(Buraya sizlerde bir kapanış şarkısı bırakmak isterseniz diye parantez açıyorum ❤️)
"Ve dövüşebilirim; doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum her şey ve herkes için..."
Nazım Hikmet
(Instagram'a da gelin lütfen. Bol bol resmini atıyorum çiftimizin 🫶🏼)
(Bir de bölümdeki sahnelerin arasında ufak zaman atlamaları olacak bilginize. Okurken garipsenmemesi için önceden belirtmek istedim.)
⚫️
Elimden kayıp giden şeylere engel olamamıştım, hayatın bir getirisiydi belki ama bu hissin ağırlığı yıllarca ezerek altına almıştı beni.
8 yaşındaki bir çocuğa göre, düşünmemem gereken çok şeyi düşünmek zorunda bırakılmış, omuzlarıma isteğim dışında tonlarca ağırlık yerleştirilmesine boyun eğerek izin vermiştim.
Çok konuşan ben, ailemin yokluğundan sonra susmaya mahkum edilmiştim.
Gülümsemelerim acımasızca elimden alınarak, yerini acı bir tebessüme bırakmıştı. Ve ben tüm bunların sorumlusu olduğumu sanarak, yıllarımı ardımda bırakmıştım.
Sonra birisi gelmişti.
Doğru gösterilen yalanların arasından, sıkıca elimi tutmuştu. Korkmuştum ondan da, diğer birçok şeyden korktuğum gibi ama kısa bir süre içinde de kendisini tanımaya başlamıştım.
İşte onu tanıdığımı anladığım ilk an kırmıştım zincirlerimi. Tereddütlerime rağmen adım atmıştım...
Onun kendisinden emin duruşunun yanında, ürkek tavırlarım bile değişmişti benim. Kendimi görmüş, duymuş ve tanımıştım. Hayatıma girdiği için hep iyi ki diyeceğim bir adam olmuştu o. Ve emindim ki keşkem olamayacak kadar mükemmeldi gözümde...
Aile kelimesi yeniden anlam bulmuştu benliğimde. Mutluluğu tüm kalbimde hissederek şükrederken, hayatıma onunla benim parçam olan kızımız girmişti.
Babası gibi kahverengi olan gözleriyle bana bakıp, gülümsediği her saniye, kalbim pır pır atıyordu. Benden mutlusu var mıydı şu dünyada bilmiyordum ama ben çok mutluydum.
"Evin, neredesin güzelim?"
Göğsümde bağladığım kollarımı çözüp, kafamı arkaya çevirdiğimde kucağındaki kızımızla balkona giren Yavuz'a dönmüştüm. Sanırım Efnan yine babasına nazlanıyordu.
"Uyumadı mı?"
Sorumla kaşlarını kaldırarak başını salladı. Tek eliyle kızımızı sıkıca kucağına almış, diğer eliyle de sırtını ovalıyordu.
"Uyumam hiç yok benim..."
Mırıltılı sesiyle dudaklarım iki yana kıvrılırken, gecenin sessizliğine ince bir esneme sesi düşmüştü.
"Tabi babacığım hiç yok senin uyuman, o gözler fıldır fıldır dolanıyor zaten etrafta."
Gülüşüm büyürken, Yavuz'a çevirdim bakışlarımı.
"Gülesim geliyor konuşma şöyle."
Muzip bir gülümsemeyle bana karşılık verdiğinde, Efnan bir kez daha esnemişti.
"Hadi bakalım hep beraber yatağa gidiyoruz."
İkisinin önüne geçip balkondan çıktığımda, itiraz etmeden peşime takılmışlardı.
"Ben yatmak istemiğyom anniş..."
Merdivenleri çıkarken kafamı hafifçe arkamdaki ikiliye çevirdim. Böyle diye diye sanırım ilk önce babasını uyutacaktı yaramaz kızım.
"Ama biz biraz yorulduk bugün bebeğim, hep birlikte yatsak olmaz mı?"
Kafasını hafifçe bana çevirdiğinde, yüzüne düşen saç tutamlarını havaya kaldırdığı eliyle geriye itelemişti. Sonrasında da havadaki elini gözüne kapatarak uykuya fazlasıyla ihtiyaç duyan gözlerini kaşımaya başlamıştı.
Odanın kapısını açıp ikisinin de geçmesi için kenara kaydığımda Yavuz, içeriye doğru bir adım atarak önce olduğu yerde durmuştu. Ben neden durduğunu anlamaya çalışırcasına bakışlarımı yüzüne çıkardığımda, bedenini eğerek aramızdaki mesafeyi kapatmış, hızlı bir şekilde dudaklarını şakağıma bastırmıştı. Kalbim ani hareketi karşısında heyecanla hızlanırken, elim öptüğü yeri bulmuştu.
"Yavuz..."
İsmi dudaklarımın arasından usulca dökülürken, serseri bir gülüşle odanın içine girmişti.
"Efendim yavrum?"
Onun tavrı benim de yüzüme şapşal bir gülümseme yerleştirmişti.
Turuncu düğmeli pijama takımının içinde neredeyse bir havuca benzeyen kızımızı yatağın üzerine bırakmasıyla Efnan az önce itiraz etmemiş gibi rahatça yerleşmişti.
"Uyumam yok."
Demişti yeniden, esnemesinin arasında. Dudaklarımdaki gülümsemeyle yanına gelecek şekilde yatağın üzerine oturdum. Elimi uzatarak saçlarını okşamaya başladım.
"Baba da geğsin."
Yanımızdaki boşluğa vurarak mırıldandığında Yavuz'da yanımızdaki yerini almıştı.
Koca yatağın üzerinde minicik kalan kızımız, ikimizin elini de sıkı sıkı tutmuştu.
"Gözleri kızardı uykusuzluktan."
Yavuz'un konuşmasıyla gözlerimi kendisine çevirdim. Eline yasladığı başıyla ikimizi de yukarıdan izliyordu ve şu anda bize sunduğu manzara fazla hoştu.
"Babası gibi inatçı biraz kendisi."
Sözlerimle tek kaşı havalandı.
"Öyle mi güzelim?"
Ağır ağır başımı sallayarak, boşta duran elimi koluna uzattım. Parmaklarım sıcak tenini bulur bulmaz ısınırken, gözlerini yavaşça kapatmıştı. İkimizin de sabrı sanırım ikimize kadardı.
"Devam edeceğine emin misin?"
Parmaklarımı kolunun şişmiş kaslarının üzerinde hareket ettirmeye devam ederken, dudaklarımı araladım. Her gün biraz daha varlığıyla sarmalanıyordum. Bir başka tarafımı ona gösteriyordum.
"Kocama istediğim gibi dokunabilirim bence."
Adem elması yutkunuşuyla hareket ettiğinde, kapalı gözlerini açarak aramızda yatan küçük bedene çevirmişti.
"Uyumuş."
Ses tonu içimi gıdıklarken, gülümsedim. Ben bu hayatta duygularımı en çok Yavuz'a açmak istiyordum. Bir tek ona karşı zayıf yanlarımı gösterebilirdim çünkü.
"Uyumam yok diyordu en son."
Gözlerimiz kesişince erkeksi bir tebessüm yüzüne yerleşmişti. Kolundan destek alarak yerinde doğruldu.
"Sen dur ben yatırırım yerine."
Yanımdaki Efnan'a yaklaşarak yanağına bir öpücük bırakmış ardından da Yavuz'un onu rahatça kucağına alması için kenara çekilmiştim.
Odadan ayrılan ikilinin arkasından bende oturduğum yerden kalkarak, odadan çıkmıştım. Saat daha erkendi ve ben Yavuz'la bu gece bir şeyler izleyerek vakit geçirmek istiyordum.
Mutfağa girmeden önce salondaki televizyonu açmayı da ihmal etmemiştim. Hızlıca birkaç atıştırmalığı tabaklarken, dolaptan aldığım bardaklara da içecek bir şeyler doldurmuştum.
"Güzelim?"
Elime aldığım tepsiyle kendisine dönmüştüm.
"Film seçmeye ne dersin?"
Sol elini geçmem için hafifçe öne uzattığında, iki yana kıvrılan dudaklarıyla karşılık vermişti.
"O iş bende derim."
Arkamdan gelen adımlarıyla yeniden salona ulaştığımızda, tepsiyi koltuğun hemen yanında duran sehpanın üzerine bırakmıştım.
Koltuğa güzelce yerleşip battaniyeyi dizlerime örttüğümde yanımdaki boşluk Yavuz tarafından doldurulmuştu. Yeteri kadar yakın değilmişiz gibi o ekrandan film seçerken ben biraz daha kendisine yaklaşarak battaniyeyi onun da üstüne örterek göğsüne yaslanmıştım.
"Üşümüyor musun?"
Havaya kaldırdığım başımla tepkilerini izlerken, o da başını eğerek bana bakmıştı. Boşta duran eli belime indi ve tenimin üzerinde varla yok arasında dolaşmaya başladı.
Konuşmadan önce dilini damağına vurarak cıkladı.
"Üşümüyorum yavrum."
Yüzümü göğsüne yaslayarak yeniden kendisine sarıldığımda ekrandaki bir filmde durarak özet kısmını okumuştu. Kafamı sallayarak onayladım. En sıkıcı filmi bile izleyebilirdim şu anda açıkçası. Filmden ziyade yanımdaki adamla izliyor olmak keyif veriyordu bana.
Odanın ışığını kumandadan kapatıp, filmi başlattığında bedenimi sıkı sıkı sarmalayan adama bırakmıştım bende kendimi.
"Yarın evdesin değil mi?"
Kulağımın hemen altındaki kalbinin atışlarını dinlerken, soruma da hemen cevap verdi.
"Evet güzelim yarın evdeyim."
Gözlerimi yeniden ekrana çevirerek sustuğumda filmi de izlemeye başlamıştık.
~
"Bu hamur neden tutmadı yaa."
Elime yapışan hamura biraz daha un ilave ederken, sıkıntıyla nefesimi dışarıya vermiştim. Kahvaltıya Mihrimah'la Mirza gelecekti fakat ben hala daha yapmak istediğim böreğin hamurunu yapamıyordum.
"Anniş?"
Mutfak kapısından içeriye sarsak adımlarla giren kızımı bulmuştu gözlerim. Neredeyse 1 saat önce uyanmıştı fakat ona rağmen salondaki koltukta uzanarak çizgi film keyfi yapıyordu. Şimdi ise tamamen ayılmış olacak ki, yanıma gelmişti.
"Efendim anneciğim?"
Kırmızı yanaklarıyla iyice yanıma geldiğinde tezgahın üzerinde ne yaptığımı anlamaya çalışıyor gibi bakıyordu. Elini havaya kaldırarak hamuru işaret etti.
"Hamuy mu o?"
Kafamı sallarken, hemen yanımdaki bezle elimin ununu sildim.
"Börek yapacağım."
Kahve gözleri heyecanla parıldarken, işaret parmağını dişlerinin arasına götürmüştü.
"Pattisli mi?"
Gülümseyerek kenardaki cam tabağa ezdiğim patateslerden küçük kaşıkla biraz aldım. 3 yaşında olmasına rağmen oldukça iştahlıydı. Meyve ve sebzelerle de arası şaşırılacak kadar iyiydi.
Olduğum yerde dizlerimin üzerinde eğilerek kaşığı ağzına uzattım.
"Evet, pattisli. Aç bakayım ağzını."
Dudaklarını aralayıp kaşığı uzatmam için yerinde zıplamaya başladığında gülerek patatesi yemesini sağladım. Gün içinde Yavuz işteyken, vaktimin nasıl geçtiğini anlayamıyordum. Efnan sayesinde oldukça keyifli geçiyordu her anım.
"Güşel oğmuş."
Sincap gibi şişen yanaklarının arasında konuşmaya çalışırken, burnuna dokundum gülümseyerek.
"Sen sevdiysen bence de güzel olmuştur."
Gülümsedi ve gülümsemesiyle gözleri kayboldu.
Evin, kızımız çok tatlı. Isırsak ya severken birazcık?
"Ben için mi yaptığn?"
Kafamı sallayarak, biraz uzağımızda duran mama sandalyesine uzandım. Yerdeki bedenini alıp sandalyeye oturttuğumda, artık tezgahın üzerindeki hamuru da daha net görüyor olmaktan mutlu olmuş gibiydi.
"Kızım patatesi çok seviyor diye patatesli yaptım tabiki."
Sandalyeyi biraz daha tezgaha doğru çekerken, yeniden hamura dönmüştüm.
"Bu neğ?"
Un kavanozuna uzanan parmağını ısırmak isteyen tarafımı zor durdururken, bir de yüzüme bakarak tatlı tatlı gülümsüyordu. Alıp içime saklasam ne olurdu ki...
"Un birtanem."
Sandalyeden aşağıya uzanan ayaklarını sallayarak beni onaylayan birkaç mırıltı çıkardı. Sanırım unun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Elime birazcık alarak kendisine uzattım. Dokunmadan önce yakından inceledi biraz.
"Hamur elime yapışmasın diye bunu kullanıyorum."
Parmağını una bandırdı, ardından da uzattığı diliyle tadına baktı.
"İyy..."
Ağzına giren dili aynı hızla dışarı çıktığında kenardaki suluğunu kendisine vermiştim.
"Siymedim hiç."
"Un böyle yenilmez ki bebeğim, şimdi bunu hamura ekleyeceğim sonra da pişireceğim. Ve yiyeceğiz. Öyle seversin."
Kafasını sallarken gözlerini de arka arkaya kırpıştırmıştı. Bazenleri karşımda büyümüşte küçülmüş gibi davranıyordu.
"Siğerim öyleğ."
"Günaydın, erkencisiniz?"
Birbirimizde olan gözlerimiz duyduğumuz sesle birlikte mutfak kapısını bulurken, üzerindeki kumaş pantolon ve gömlek kombineyle Yavuz aramıza katılmıştı. Günlerdir erken kalktığı için bugün uykusunu aldığı belli oluyordu bakışlarından.
"Günaydın."
Dedim, gülümseyerek. Bizim anne kız pijamalarımızın aksine kendisi yine oldukça tertipli ve şıktı. Bu durum komiğime gitti.
"Babaya günaydın yok mu?"
İşaret ve orta parmağını sandalyede oturan kızımızın yanağına uzatıp sevmeye başlamıştı.
"Gün ağmış baba."
Nazlı nazlı babasına gülümsemeye devam ederken, Yavuz Efnan'ın alnına bir öpücük bırakmıştı.
"Yine ne yapıyor benim karım?"
Attığı adımları tam arkamda durduğunda, ellerini belimden uzatarak karnımın üzerinde birleştirmişti. Çenesini de omzuma yaslamıştı.
"Börek yapmaya çalışıyorum ama hamur bir türlü olmuyor."
Biraz daha undan ilave ederken, dudaklarını yanağıma bastırdı. Bu sırada da gülümsemiş olacak ki tenimdeki dudakları iki yana kıvrıldı.
"Olmuyor demek, alayım ifadesini?"
Dalga geçerek söylediği şeyler beni de güldürdüğünde, görüş açımda duran yüzüne yaklaşarak bende bir öpücük bırakmıştım.
~
Yazardan;
Evlenmekten ziyade sevdiği adamla yuva kurmanın hayalini kurmuştu hep Mihrimah.
Sevgili olmayı bile beklemediği kişiyle hayalindeki gibi bir aile kurmuş olmanın hissi yaşayınca çok daha başka gelmişti bu yüzden. Her şey hayal gibiydi.
Balayından döndükten sonraki süreçte hamile olduğunu düşündüğü birkaç şüpheli an yaşamıştı fakat yaptığı testlerin sonucu her defasında negatif çıkmıştı.
Açıkçası çocuk için acele etmeyi istemiyordu, bu yüzden negatif çıkan sonuçlara da pek üzülmemişti.
Lakin şu anda bir klozet başında mide bulantısından gözleri kararırken sonucun yine negatif çıkıp çıkmayacağı hakkında şüpheleniyordu.
"Mihri, kapıyı niye kilitliyorsun be kızım? İyi misin ses ver."
Aldığı derin nefeslerle birlikte kapıyı yumruklayan adama ithafen konuşmuştu.
Şayet şu anda sessiz kalırsa kapıyı kıracağından da fazlasıyla emindi.
"İyiyim, midem kötü oldu sadece. Çıkacağım şimdi dur."
Sifona basıp yerden kalkmaya çalışırken, kapının arkasında hala daha söyleniyordu Mirza.
"Kapıyı neden kilitliyorsun ki zaten? Evliyiz biz, iyi günde kötü günde demedik mi?"
Duyduğu sinirli homurtulara ağzındaki iğrenç tada rağmen gülümserken, diş fırçasına sıktığı macunla dişlerini fırçalamaya başlamıştı. Küçüklükten beri sevmediği bir şeydi midesinin bulanması, o yüzden vücudu bir anda böyle halsizleşmişti.
Soğuk suyu arka arkaya yüzüne de çarptıktan sonra, havluyla kurulayarak kapının kilidini çevirmişti. Ve o çevirir çevirmez kapı Mirza tarafından anında açılmıştı.
Adamın elleri kadının omzunu bulurken, gözleriyle baştan aşağıya süzmüştü. Sanırım ne kadar kötü olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"İyiyim."
Dedi ikna etmek istercesine Mihrimah. Fakat Mirza'yı inandıramadı. Üstüne kaşlarını çatmasını sağladı.
"İyisin, çok iyisin belli. Gel şöyle odaya."
Beline sardığı eliyle kadını yönlendirirken, kadın onun bu telaşlı tavrına gülümsemişti sadece.
"Yaa gerçekten iyiyim ama hayatımın anlamı. Midemi üşüttüm sadece, hem banyoda olsaydın sen, daha kötü olurdum."
Sözlerini dinlemeden kendisini yatağın üzerine oturttuğunda, sağ elini alnına uzatmıştı. Ateşini kontrol ediyordu.
"Aaa iyiyim diyorum, yok ateşim falan."
"Madem iyisin ne diye mutfaktan bir anda koşarak geldin lavaboya. 10 dakikadır banyodasın, miden boşaldı farkındasın değil mi?"
Kahveleri elalarda dolaşırken, sözleri zihninde yeniden anlam kazanmaya başlamıştı. 10 dakikadır midesi kasılıyordu değil mi? Hemde uzun bir süredir mide bulantısı yaşamamış olmasına rağmen.
"Doktora gidelim, ya da eve çağırayım kalkma sen yeri- bir dakika?"
Olduğu yerden uzaklaşan adam bir anda durup arkasını dönerken, kadının kendisiyle benzer bakışlar attığını anlamıştı.
Zeki adamın hali de bir başka oluyormuş Mihri.
"Yediğin bir şey dokunmuş olabilir mi?"
Sorusu sorudan ziyade tespit yapmaya çalışıyor gibiydi. Kafasını iki yana salladı Mihrimah. Aslında cevabı ikiside biliyordu...
"Daha bir şey yemedim..."
Eli refleksle karnına uzandığında, hamile olabilme ihtimaliyle bir kez daha yüzleşmişti. İsterdi. Anne olmak, bir evlat sahibi olmak, bunlar tabiki de istediği şeylerdi. Fakat daha önce bunun konuşmasını aralarında geçirmedikleri için, yanlış bir şey yapmışlar hissine kapılmıştı.
Önceki testler negatif sonuçlandığı için Mirza'ya da bahsetmemişti zaten. Asıl şaşkınlığını şu anda yaşıyordu.
"Hamile olabilir misin?"
Mirza'nın ses tonu kadar tepkileri de kontrollüydü. Olduğu yerde toparlandı Mihrimah. Dudaklarını araladı.
"Bilmiyorum. Olmayabilirim... birkaç kere test yaptım geçen aylarda şüphelenip, değildim. Yine değilimdir. Üşütmüşümd..."
"Test yapmana rağmen bana söylemedin mi?"
Yarıda kalan sözleriyle gözlerini adamın yüzüne çevirmişti.
"Ben... negatifti zaten. Sadece şüphelendim. Hamile olup senden saklamadım ki Mirza."
Daha önce bu konuşmayı yapmadıkları için de kendisine kızıyordu içinden. Belki bir çocuğa hazır hissetmiyordu kendisini diye düşünmeye başlamıştı.
"Sen hamile olmamı istemez miydin? Niye böyle gerildin. Haklısın daha önce konuşmadık hiç, fakat hamile olup olmamam zaten bunu hesaplayarak yaşamadık mı bir şeyleri?"
Adam sustukça kadının stresi artıyor, kelimeleri boğazında takılıyordu. Gözleri elaların sahibine sabitlediğinde, ciddi ifadesi bir anda dağılmıştı.
"Çok sinirliyim sana."
Kulaklıkları uğulduyordu sanki. Kendisini adamın karşısında her an ağlayacakmış gibi hissediyordu.
"Ne... niye? Hamile olabilme ihtimalim için..."
"Ne ihtimali Mihri? Ben senden bir çocuğum olsun elbette isterim. Yaşadığımız her şeyi bile isteye yaşadık. Sence sinirli olduğum nokta bu mu?"
Titreyen elleriyle kafasını ne o zaman dercesine salladığında ayakta duran adam da sonunda yatağın kenarına oturmuştu.
"İyi ya da kötü niye bir şeyleri benimle paylaşmıyorsun? Birlikte yaşamamız gerekmiyor mu?"
"Basit şüphelerdi, yok yere yaygara çıkarmak istemedim."
Kaşları yeniden çatılmıştı kadının sözleriyle.
"Boş yere yaygara çıkar gerekirse ama haberim olsun. Seninle alakalı, benimle alakalı, bizimle alakalı her şeyden haberim olsun. Paylaş benimle, birlikte konuşalım fikir yürütelim... basit ya da zor. Anlatabildim mi?"
Kafasını salladı onaylayarak.
"Özür dilerim, böyle düşünmedim hiç. Haklısın."
Dediğinde gözleri karnını bulmuştu. Hamile miydi yani? Titreyen ellerini tuttu, adamın sıcak elleri. Güven vermek istercesine de sıktı hafifçe.
"Hastaneye gidelim, hamile misin değil misin öğrenelim olur mu?"
"Ya değilsem?"
Önceki testlerden kaynaklıydı kadının bu sorusu. İtiraf edemediği bir hüzün sarmış bile olabilirdi etrafını ve şu anda bununla yüzleşiyordu.
"Dünyanın sonu değil güzelim, bir daha deneriz."
Kadının gözleri hızlıca açılıp adamın yüzünü bulduğunda sıcak gülümsemesiyle karşılaşmıştı.
"Terbiyesiz.."
Omzuna hafifçe vurdu. Gülümsesini koruyarak, burnunu burnuna sürttü. Az önce kendisini korkutup aklını almıştı...
"Çok korktum."
Dedi dürüstçe. Niye diye sormasına fırsat vermeden de cümlesine devam etti.
"İstemezsin sandım, öyle sinirli konuştun ki, bir an zorla hamile kalmışım gibi hissettim. Yapma bir daha böyle şeyler. Neye kızdığını en başında söyle, yoksa kafamda başka şeyler kurarım görürsün."
Burnuna sürttüğü burnu duraksarken, erkeksi bir kahkaha atmıştı adam.
"Ruh hastası mıyım ulan ben, niye çocuk istemeyeyim senden? Oradan bakınca nasıl gözüküyorum?"
"Hmm, fena gözükmüyorsun. Giderin var gibi."
"Öyle mi Mihri?"
Kafasını öyle dercesine salladı.
"Ben göstereceğim sana nasıl fena olunurmuş ama önce şu hastaneye gidelim bir. Sonra alacak bir hesabım var."
Gözünü kırparak yataktan kalktığında sözlerinin altında yatan imayı anlamaya çalışan kadının zihni, bakışlarıyla iyice karışmıştı...
~
Masaya koyduğu bardaklarla beraber salonda oynayan oğullarına bir kez daha seslenmişti Berivan.
"Aras, kardeşini de al gel oğlum. Kahvaltı hazır."
Annesinin sesiyle birlikte televizyonda olan gözlerini ayırarak yavaşça koltuktan inmiş, ardından da yerdeki oyuncaklarıyla oynayan kardeşinin omzunu işaret parmağıyla dürtmüştü.
"Kerem, annem çağırıyor gel."
Tüm dikkati arabalarında olan çocuk abisini duymazlıktan gelirken, Aras'ın bir sonraki hamlesi gecikmeden gelmişti. Kardeşinin üzerindeki eşofman takımının arkasından yakaladığı kapüşonu tutarak, oturduğu yerden önce zorla kaldırmış, sonrada tüm itirazlarını duymazdan gelerek elinde gittiği her yere oyuncağını da sürüyerek götüren bir çocuk misali, kardeşini mutfağa sürüklemişti.
"Bıraksana beniğ!"
Girdiği mutfakla birlikte kapüşonu bırakılan Kerem, etrafına kısa bir göz atmıştı. Masanın etrafı aile üyeleri tarafından doldurulmuştu.
"Niye böyle birbirinize kaba davranıyorsunuz siz?"
Ellerini iki yandan beline yerleştirip mutfağın tam ortasında dikilerek oğullarına kısa bir bakış atmıştı Berivan.
"Gelmiyordu anne."
Diyerek masaya yürümeye başlamıştı Aras. Fakat onun arkasından çatık kaşlarla bakan bir Kerem vardı.
"Oyun oynoğdum beni ittirerek getirdi anne."
Kafasını iki yana sıkıntıyla sallayan kadınla Kerem'de yerine yerleşmişti. Masanın en başında oturan Heja daye kısaca süzdü çocukları. Aklına sürekli Miraç, Yavuz ve Boran geliyordu. Onlarda küçükken çok yaramazdı.
"Anneyi üzmeyin hele."
İki çocuk öylece bakarken, Miraç karısının ayakta duran bedenini elinden tutarak yanındaki sandalyeye çekmişti.
"Şiştt, stres yapma hatun. Düşe kalka büyüyecekler işte, erkek çocuklarının suyunda var bu."
Boşluğa otururken kocasına gülümsemişti kadın. Kendisini rahatlatmaya çalıştığını biliyordu.
"Öyle ama canları acıyor sonunda."
Önceden hazırladığı tabaklardan yemeye başlayan oğullarını izlerken, mırıldanmıştı.
"Ne olur onların acısından, Boran yüzünden az düşüp kalkmadık biz de. Bir şey olmaz sıkma canını."
"Abiğ, al senin sevdiğin."
Az önce itişerek mutfağa girmemişler gibi yanında oturan abisinin kolunu dürterek tabağındaki domatesleri abisine uzatıyordu Kerem.
"Sende bunları seviyorsun al."
Domateslere karşılık salatalıktı. Kerem'den aldığı domatesi keyifle yerken kardeşine gülüyordu Aras'ta.
"Ne dedim ben az önce, baksana unutuyorlar bir de kavgalarını."
Çayından keyifle bir yudum alırken, gözleri karısını bulmuştu. O da kendisi gibi karşıdaki ikiliyi izliyordu.
~
Cüppesini güzelce katlayarak çantasının kollarına doğru asmıştı genç kadın. İş hayatına girmesiyle birlikte aldığı ve altından da özenle kalktığı, ilk davasından çıkmıştı az önce.
Korkularıyla yüzleştiği bir dava olmuştu onun için, fakat yine de çıkardığı başarılı sonuçtan memnundu. Dudaklarındaki hafif tebessümle adliye koridorlarında yürürken, çantasının içindeki telefonu çalmaya başlamıştı. Arayan kişiyi ekrana bakmadan tahmin ediyordu.
"Alo?"
Topuklu ayakkabılarıyla yürüdüğü adliye koridorlarından geçerken, diğer taraftan da saniyeler içinde karşılık almıştı.
"Kızıl kraliçe? Davan bitti mi?"
Kafasını salladı. Ardından da dudaklarını araladı.
"Evet, az önce çıktım davadan."
Gözleri kısaca etrafta gezinirken merdivenleri inmeye başlamıştı.
"Nasıldı diye sormayacağım, davanın sende olduğunu biliyorum çünkü."
Kendisine babası dışında kimse güvenmezken eskiden, şimdi bir başkasından bunu duymak garip hissettirmişti.
"Kaybettim belki?"
Derken merdivenleri de inmişti tamamen.
"Öyle bir ihtimal yok, biliyorum."
Kapıdan çıktığı esnada direkt karşısında göreceğinden habersizdi Boran'ı Hayat. Dudaklarındaki gülümseme ile koridoru geçerek kapıya ulaşmıştı.
Kapıdan çıktı ve yüzüne vuran güneşle gözleri bir anlığına kısıldı.
"İşin bitmişken vaktini bana ayırırsın artık değil mi?"
Tam cevap vermek üzereyken birisi tarafından kolundan tutularak durdurulmuştu.
"Davadan kaçarak çıkacak mısın avukat?"
Az önce mahkeme salonunda gördüğü yüzü şu anda karşısında görmek kendisini korkutmuştu. Bu işe girmeden önce kafasında ölçüp biçtiği çok şey olmuştu fakat daha ilk davasında bir şeyler yaşayacağını düşünemezdi.
"Kolumu bırakın!"
Kendine çektiği koluyla adam bir iki adım gerilemişti fakat hala daha yakın sayılırlardı.
"Ne oldu içeride daha bir özgüvenliydin? Korktun mu yoksa?"
Korkusunu göstermemeye alışkındı. Sıktığı dişlerinin arasında gülümsedi. Şu anda etrafında bir sürü insan vardı ve bunların çoğunluğu güvenlik ve polisten oluşuyordu. Aksi bir durum çıkarsa güvende olacağını biliyordu.
"Senin gibi birisinden korkmak mı?"
Gözlerini kısarak gülmeye devam ettiğinde karşısındaki adamın damarına da bastığını anlamıştı.
"Korkmalısın Avukat. O davayı kazandınız fakat iş burada bitmedi. Vazgeçeceksiniz."
Öyle mi dercesine mırıldandığı sırada tüm o kalabalığa rağmen adam yeniden kadının koluna sarılmıştı. Tenine bastırılan parmaklar, kadının canını yakıyordu.
"Kolumu bıra..."
Kadının yüksek sesli ikazıyla görevlilerde dahil birçok kişinin gözlerinin hedefi onlar olurken, cümlesini de yarıda kesen bir şey olmuştu.
Az önce kendisini tehdit eden adam birisi tarafından tutularak sertçe yere fırlatılmıştı.
"Ecdadını s***yim! Puşt."
Kadının yaşadığı şokla birlikte eli ağzına kapandığında yerde yatan adamın inleyişlerine karışıyordu Boran'ın sesi. Sinirliydi. Ve bu siniri şu anda bedenine dolup taşıyordu.
"Benim de tutsana lan kolumu, hadi, sokayım bir yerlerine sonra o kolunu!"
İleriden koşarak yaklaşan iki polis Boran'ı yerdeki adamın üstünden almaya çalışırken, bir diğer poliste şokla kenarda duran kadına su şişesi uzatmıştı.
"İyi misiniz?"
Kafasını rastgele salladığında gözleri telaşla etrafı kontrol etti. Çok hızlı gelişmişti her şey.
"İ... iyiyim. Ve şikayetçiyim."
Yerde kıvranan adamı işaret ettiğinde polis memuru kafasını sallayarak diğerlerinin yanına geçmişti. Boran ise çekildiği köşede derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordu. Bir anda nevri dönmüştü sanki. Hatırlamıyordu o anları.
"Boran?"
Titreyen bacaklarıyla adamın yanına yaklaşmıştı Hayat. İki yanda yumruk haline gelen ellerine baktı tedirgince.
"Polis vardı, görevli vardı... niye sen kavga ediyorsun."
Bacakları gibi titreyen ellerini yavaşça havaya kaldırarak adamın eline uzandı. Eklemlerinin kızaran kısımlarına ürkerek dokundu. Canı acıyormuş gibi yüzü de buruşmuştu. Kimsenin kendisi için acı çekmesini istemiyordu.
"Yapma sakın bir daha bunu..."
Derken, hala daha gözleri adamın ellerindeydi.
"Hayat."
Kendisini duymuyordu kadın, bunun farkına vararak diğer eliyle çenesini tuttu. Kafasını hafifçe kaldırarak kendisine bakmasını sağladı. Şimdi göz gözeydiler. Fakat kadının bakışları bir başka alemde dolaşıyor gibiydi...
"Kim olursa olsun umurumda değil, o anda da değildi zaten. Söz konusu sensen hiç kimse umurumda değil benim."
Kafasını iki yana sallamıştı kadın. Böyle olsun istemiyordu. Annesi bile bu hayatta onun için bir şeyleri göze alamamışken, bunu hayatına girecek olan adamın yapmasını istemiyordu. Hele de işler azıcıkta olsa ciddi olmaya başlamışken.
"Hayır, umurunda olmalı. Sınırı olmalı Boran. Benim için bu kadar fedakarlık yapma. Canını düşün. Acıdığında benim de acı çekeceğimi düşün.... Bu kadar kolay söyleme bunları. Bak sevgi başka bu başka bi..."
Yarım kaldı.
Duygularının esiri olmuş halde dilinden dökülen kelimeleri dudaklarının üzerinde hissettiği baskıyla birlikte, yarım kaldı. Düşünceleri, fikirleri, savunduğu konular bile yarım kaldı. Unuttu hepsini bir anda.
İlk öpücüğünü sevdiği adama verdiği gerçeği vardı birde. Daha öncesinde acaba nasıl olur diye düşündüğü şeyi, şu anda yaşıyordu.
Gözleri kapandı, elleri düşmekten korkarcasına beline sıkıca sarılan adamın kollarına tutundu.
Ve o anın hazzıyla son cümle yeniden zihninde yankılandı.
Söz konusu sensen hiç kimse umurumda değil benim.
~
Birkaç gün sonra Evin'den;
Elbisemin sırtında bulunan fermuara bir türlü uzanamazken, olduğum yerde birkaç defa farklı şekle girmiştim.
"Saçlarım bozulacak böyle giderse."
Aynadaki yansımama bakarak, omuzlarından tutarak elbiseyi düzelttim. Siyah belime tamamen oturarak, aşağıya dökümlü bir şekilde iniyordu. Saten kumaşın yumuşak dokusunu parmaklarımın ucunda hissederken, kendimi son bir kez daha inceledim.
İri dalgalar halinde yapılan saçım omuzlarımdan sırtıma dökülüyordu, makyajım ise elbisemin siyahlığını ve gözlerimin yeşilini, daha çok vurgulamayı istiyormuş gibi yine bolca siyah içeriyordu. Tüm bu tonların yanında, nude renkli bir rujla makyajımı da tamamlamıştık.
Bu akşam Yavuz'un katılması gereken bir davet için hazırlanmıştık. Bizimle bu davete katılamayacak olan Efnan ise bize gelen Mümtaz baba ve Zümrüt anne ile bir akşam geçirecekti.
Kendisi bu durumdan fazlasıyla memnundu. Aşağıdan yükselen kahkaha seslerine ara ara bende gülümsüyordum.
"Hazır mısın güzelim?"
Odanın kapısı açıldığında aynada olan bakışlarımı çevirmiştim. Siyah takımının içine beyaz bir gömlek giyinmişti Yavuz. Ve o beyaz gömleğini daha da patlatmasını istiyormuş gibi kravat tercihini de siyahtan yana kullanmıştı. Geriye doğru yatırdığı saçları, her zaman aynı boyda kullandığı sakalları ve beni büyüleyen o kokusu, odayı ve beni dört bir yandan sarmalarken, elbisemin açık sırtını dahi unutmuştum.
Kendisine hayran olmuş halde bakarken, derin bir nefes almıştım.
"Tamam bu anı elbiseyi aldığımızda hayal ettim ama şu anda hayallerimin de ötesinde."
Duyduğum sözleriyle, onun kahvelerinde de benimkiyle benzer emareleri taşıdığını farketmiştim. Ben nasıl bir girdabın içine düştüysem, o da düşmüştü.
İkimizin de kalbi aynı hisle çarpıyordu işte.
"Fermuarını kapatayım gel buraya."
Arkamda duran aynaya kayan gözleriyle elini havaya kaldırmış, ardından da işaret ve orta parmağını hafifçe kıvırarak komut vermişti. Birkaç adımla yanına yaklaştım, kokusu biraz daha sızmıştı ciğerlerime.
"Yetişemedim."
Dedim, konuşmayı unutmuş gibi. Gözlerimi sıkıca kapattığımda bile odaya girdiği anki hali düşüyordu önüme. Nefesini sırtımda hissettim. Artık eskisi kadar canımı acıtmayan, varlığını bile unutacak hale geldiğim izlerime çarpıyordu nefesi. Göğsüm sıkıştı heyecanla. Kumaşın yumuşak dokusunu iyice toplayarak ezdim avucumda.
"Benden başka kimse görmesin şu güzelliğini."
Sol omzuma doğru toplayarak bıraktığı saçlarımla sırtım tamamen açılmıştı. Kafasını eğdi ve burnunu sağ kulağımın arkasına yasladı. İçim ürperdi.
"Sıradan bir elbise, senin üzerinde bu kadar büyüleyici durmamalı..."
Her kelimesinin ardından boynuma çarpıyordu nefesi. Yutkundum. Biraz daha konuşursa bayılacaktım. Her defasında kalbim yerinden oynuyordu sanki.
"Peri kızı olduğunu itiraf etmen gerekiyor artık?"
Kapalı gözlerim açılarak kendisini görmek istiyormuş gibi hafifçe arkayı bulurken, kendisini görmem için o da başını omzumun üzerine uzatmıştı.
Tepkimi yüzündeki sevecen ifade ile bekliyordu.
"Yavuz."
İsmini uzatarak söylerken, gözleri kapanmış dudakları memnun bir biçimde iki yana kıvrılmıştı.
"Yavrum?"
Hareket eden adem elmasına düşen bakışlarım yeniden yüzünü bulduğunda, dudaklarımı hemen yakınımda duran çenesine bastırmıştım. Dudaklarıma batan sakalları gülümsememi sağladı.
Bel boşluğumda duran fermuarı tutan eli dokunuşumla beraber yukarıya çıkarken, fermuarın her adımında sıcak parmakları sırtımı okşamıştı.
"Makyajını bozsam kızar mısın bana?"
Artık iki eliyle tuuyordu belimi. Kafamı geriye biraz daha çevirirken sırtım göğsüne çarptı. Dudaklarımı araladım.
"Kızarım... çok uğraştılar."
Yeşillerim, dudaklarından kahvelerine çıkarken, titreyen ellerimi yeniden ellerinin üzerine sarmıştım.
Ayakta duramayacak gibiydim.
"O zaman şimdiden kızmaya başla, çünkü ben yarım iş bırakmaktan hoşlanmam. Prensip meselesi."
Gözlerim onun komutunu bekliyormuş gibi kapanırken, nefesini yüzümde hissettim. Dudaklarımı yeniden araladım.
"Çok kızacağım."
Belimdeki elini sırtıma çıkartıp bedenimi ani bir şekilde çevirmişti. Şimdi göğsüm göğsündeydi. Elini boynuma yerleştirdi. Tenimi ağırca okşadı.
"Buna değer emin ol."
Serseri tebessümüyle elimi omuzlarına çıkardım bende. Dudaklarımızın arasında milimler vardı artık. Tam avına ulaşan aslan gibi üzerime atlayacak iken, odamızın olduğu katın koridorunda ikimizi de gerçek dünyaya döndüren bir ses yükselmişti.
"Anniş, sajıma bak. Anniş."
~
Patlayan flaşlar yüzünden gözlerim acırken, gülümseyerek birkaç poz daha vermeye çalıştım.
"Yeterli bu kadar, kolay gelsin sizlere."
Belimdeki elin sahibi tarafından koruma şeritlerinin arkasından kapıya ilerlerken, arkamızdan yükselen sorulara bir cevap vermemişti. İş dünyası hakkında pek bir bilgiyi sahip olmadığım için, bu geceki davetin amacına da yabancıydım. Sadece birçok iş insanının burada olduğunu ve kendi kulvarlarında oldukça adlarını duyurduklarını biliyordum.
Otelin salonuna doğru yürümeye devam ederken, gözlerimi de kısaca etrafta ve salona yürüyen insanlarda dolaştırıyordum.
"Çok kalabalık mıdır içerisi?"
Belime sarılı olan eliyle beni biraz daha kendisine yaslarken saçlarımın üzerine dudaklarını bastırmıştı.
"Muhtemelen evet."
Sessiz bir mırıltıyla anladığımı belirttim. Eskiye nazaran girdiğimiz kalabalık ortamlar beni rahatsız etmiyordu. Sanırım bunun en büyük faktörlerinden birisi de hayatımın değişmiş olması gerçeğiydi.
Kapıdan girmemizle birlikte, iki yanda duran çalışanlar tarafından karşılanmıştık. Ufak bir selamlaşmanın ardından, etrafa kısaca göz attım. Uzun masaların çevresinde ikişerli üçerli rastgele duran bir sürü şık insan bulunuyordu. Ve o insanlara içki ve atıştırmalık servisi yapan garsonlar seri bir şekilde koşturuyorlardı.
"Hoş geldiniz Yavuz Bey."
Attığımız adımlar karşıdan bize doğru gelen bir adamla durmuştu. Kim olduğunu bilmiyordum.
"Hoş bulduk Haldun Bey."
"Nasılsınız?"
Adamın bakışları bana da kayarken bu soruyu ikimize birlikte yönelttiğini anlamıştım. Yüzündeki samimi duran ifadeye bakarak bende hafifçe tebessüm ettim.
"Teşekkür ederiz, siz nasılsınız?"
Yavuz'un sorusuna o da kısaca cevap verdikten sonra ileride duran bir masayı işaret etmişti. Gösterdiği yerde ise önünde duran masaya ellerini yaslayarak olduğu yerde somurtan bir kadın vardı.
"İsterseniz bizim masaya geçelim. Benim hanımda sıkılıyordu zaten tek başına."
Yavuz'un gözleri beni bulup fikrimi sorarken kafamı salladım hızlıca. Sanırım bu akşam bir sohbet arkadaşı edinmeyi bende isterdim.
Önümüzden yürümeye başlayan adamla beraber bizde yeniden adım atmaya başlamıştık, bu sırada Yavuz birkaç kişiye ufak baş selamı vermişti.
"Haldun Bey iyidir, ortak birkaç projede yer aldık."
40'lı yaşlarının sonunda duruyordu adam.
"Hayatım, sana arkadaş getirdim."
Gülerek söylediği şeylerle karısının gözleri bizi bulmuştu. Az önceki sıkılmış ifadesi dağılırken, elini bana uzattı.
"Merhaba."
Bende gülümsedim hafifçe.
"Merhaba."
Haldun Bey girmişti araya, Yavuz'u ve benim kim olduğumu tanıtmış, karısıyla isim olarakta bizi tanıştırmıştı. Aradan geçen 10 dakikanın ardından erkekler diğer kişilerle konuşmak üzere yanımızdan ayrılmıştı. Bizde o süreçte genel hayattan kısaca konuşmuş, birbirimizi tanımaya çalışmıştık.
"Sevmiyorum bu davetleri."
Yeliz Hanım'ın sözleriyle etrafta dolaştırdım gözlerimi. Nedenini anlamaya çalışıyordum.
"Herkes birbirinin arkasından konuşup kuyusunu kazar ama böyle davetlerde canımlar cicimler havada uçuşur. Samimiyetsizlik."
Kaşlarım havalanırken gözlerimi kendisine çevirdim. Şaşkın halime gülümsedi.
"Bakma öyle şaşkın şaşkın, bak iki adam yanımızdan giderken birçok kişi onların yanında bizi de gördü. Fakat şu anda ilgi odakları tamamen ikilide..."
İşaret parmağını hafifçe kaldırdığında gözlerim gösterdiği yeri buldu. Yavuz'la Haldun Bey'in yanında tanımadığım bir adam daha bulunuyordu. Fakat asıl rahatsız edici nokta masanın karşısında dikilen 2 kadındı. Flörtüz bakışlarını aramızdaki mesafeye rağmen görebiliyordum.
"Sağdaki kırmızılı."
Diyip yeniden dikkatimi çektiğinde gözlerimi kırmızı elbiseli kadına çevirdim. Yeliz Hanım'da konuşmasını devam ettirdi.
"Gözlerini kocana dikmiş bir durumda saçlarıyla oynuyor... her davette bir adamın peşine takılıyor bu şekilde."
Gözlerim hırsla kısılırken, bir anda damarlarımda akan kan kaynamaya başlamıştı.
Kocamıza göz mi dikmiş bu kadın Evin?
Diktiyse şayet o gözlerini oyacaktım.
"Diğer kadın.."
Deyip yeniden konuşmaya başlayacakken kendimi bir anda masadan uzaklaşırken bulmuştum. Evli bir adama, üstelik bu adam benim kocamken, asılamazdı.
İzin vermezdim bir kere.
Kendimden emin attığım adımlarım zemine çarparken kısık müzik sesine rağmen etraftaki gürültülü sohbetleri kesik kesik duyabiliyordum.
"İyi akşamlar."
Adımlarımı, iki yanda duran elimin bir tanesini tutup, beni hafifçe çekerek durduran, tanımadığım bir adam olmuştu. Kıskançlığı tüm bedenimde hissederken, beni durduran kişiye de anlamsız bir kızgınlık duyuyordum içimde.
"Pardon?"
Derken bir iki adım gerilemiştim. Mavi bir takım elbise giyinmişti, Yavuz kadar olmasa da uzun boylu, kumral bir adamdı. Fakat hala tanımıyordum kendisini...
"Sinirli misin?"
Arkadaşmışız gibi sorduğu soruları kaşlarımı çatmamı sağlarken, gözlerimi arkaya çevirerek Yavuz'a baktım. Kadın hala kocamı izliyordu...
"Kimsiniz beyefendi? Tanışıyor muyuz, ondan mı durdurdunuz beni?"
Arka arkaya sorduğum sorularla gülümsemiş ardından da elini uzatmıştı.
"Hayır tanışmıyoruz ama tanışmalıyız. Yaklaşık olarak 10 dakikadır bu davetteyim, bu 10 dakikanın tamamını da sizi izleyerek geçirmiş olab..."
"Ne?"
Kocaman olan gözlerimle kendisine bakarken, kendimi ilk defa böylesine kontrol edilemez hissetmiştim. Yavuz'da kıskandığında böyle mi hissediyordu yani?
"Tanışalım."
Göz kırparak bana bir kez daha güldüğünde havada duran eline, kocaman gözlerimle bir bakış daha attım.
Kocamıza bakıyorlar Evin...
"Saçmalık."
Demiştim hırsla, havada olan elindeki bakışlarımı çekerek.
"Evli bir kadınım ben, haddinizi bilin. Çekilin şimdi."
Bir cevap vermesini beklemeden arkamı döndüğümde, attığım adım sekteye uğramıştı çarptığım sert şeyle.
Burnuma, ferah kokusu sızdı.
Kafamı hızlıca çarptığım göğüsten kaldırıp havaya doğru çevirdiğimde, gözlerim aşık olduğum adamın çehresini bulmuştu.
Kıstığı harelerinin etrafını sarmalayan kirpikleriyle, az önce beni durduran adama kitlenmişti. Çenesi sinirlendiğini belli edercesine kasılırken, sağ avucu bel boşluğuma inmişti. Tenim az önce öfkeden kasılırken, dokunuşu sayesinde rahatlamış gibiydim.
"Madem bu kadar çok istiyorsun, tanışırız."
Kaşları alayla havalanırken, kırptığı gözüyle adama gerekli cevabı da Yavuz vermiş olmuştu. Boşta duran ellerimi bende Yavuz'un beline yerleştirdim ceketinin altından. Gömleğinin kumaşına rağmen, teninin sıcaklığını parmak uçlarımda hissediyordum. Kendisine yeteri kadar yakın değilmişim gibi biraz daha yaklaşırken, içimdeki merak ve kıskançlık duygusuyla kafamı hafifçe yana eğerek arkasına baktım.
Gözlerim az önceki kadını ararken, aradığım yerde bulamamış olmanın şaşkınlığı ile kafamı bir de diğer tarafa eğerek kontrol etmiştim.
"Buldun mu?"
Kafamı iki yana sallarken buruşan suratımla omuzlarımı sallamıştım.
"Yok."
Ellerimi biraz daha tenine bastırıp sarılırken, gözlerim az önceki soru ve cevabı algılayarak Yavuz'un yüzünü bulmuştu.
Kenara kıvrılan dudağıyla serseri bir tebessüm sunmuştu bana.
"Bulamadın demek."
Kaşlarım çatıldı hafifçe. Pekala kendimi kontrol edebilirdim.
"Neyi bulamamışım ben."
Demiştim bir an bile kendisinden uzaklaşmadan. Dudaklarını aralamıştı fakat konuşmadı. Gözlerini benden çekerek yeniden karşıya çevirdi.
Bir anlığına öfkesini unutmuştu sanırım...
"Konuşacağız yavrum ama önce şu puştla ilgilenmem lazım."
Kollarımın arasından çıkıp ileriye doğru adımlayacakken, yeniden kendisine atılmıştım. Kavga çıkmamalıydı.
"Yavuz..."
Derken, kendisini tutmam oldukça zordu. İki elim ancak bir koluna yetiyordu.
"Kavga falan etmeyeceksin, bak bende sinirliyim ama kendimi kontrol etmeye çalışıyorum."
Kahve hareleri yüzümde dolaşırken, ellerimi tutarak kolundan çekmişti. Yüzünü eğerek gözlerimizi sabitledi.
"Tamam sadece konuşacağım, biraz bekle beni."
Sözleri hala daha beni ikna etmezken mecbur kalarak kafamı salladım. Yanımdan uzaklaşarak adamın yanına gittiğinde dudaklarının arasından çıkan her kelimenin, bir küfür içeriğine sahip olduğunu keskin ifadesinden anlayabiliyordum. Sıkıntılı bir soluğu ciğerlerime çektiğimde, gözlerim arka tarafı buldu. Az önce göremediğim kadın şu anda buradaydı. Hemde elindeki bardakta olan içkisini yudumlarken, hayran hayran kocamı dikizliyordu.
Nerede olduğumu kısa bir anlığına unuturken, kadının yanına doğru yürümeye başlamıştım. Beni görmesiyle elindeki şarap dolu olan bardağı masaya bıraktı. Gülümsedi. Sanırım hala daha kim olduğum hakkında bilgisi yoktu. Bende gülümsedim.
Sanki beni bir başkası yönetiyordu şu anda, duygularımı kontrol edemiyordum...
"Merhaba."
Dedim masanın tam önünde ellerimi yaslarken. Selam diyerek karşılık verdi. Ellerimi gözüne sokmak istercesine masanın üzerinde ufak ufak hareket ettirirken yüzüğümü de göstermeye çalışıyordum.
"Tanımıyorum seni, yeni mi başladın bu sektörde çalışmaya?"
Kafamı hafifçe omzuma yatırdım.
"Tanımadığını anladım zaten."
Sözlerimin altındaki anlamı anlayamamıştı muhtemelen, suratıma boş bir bakış atmıştı. Yeniden dudaklarımı araladım. Fakat kelimelerim benim kontrolümün dışında şekillendi.
"Yoksa beni tanısaydın gözümün önünde kocamı, böyle arsızca izleyemezdin."
Gözleri kocaman açıldı. Kısaca etrafı kontrol etti.
"Kocan mı? Kim senin kocan?"
Dudağımı yalayarak, kafamı arkaya doğru çevirdim. Kocam hala daha adamla konuşuyordu. Sanırım bu konuşmanın sonunda kavga edecekti... pardon düzeltiyordum. Adamı dövecekti.
"Kocam kim benim... dakikalardır kimi süzüyorsun sen. Saçlarınla oynayıp cilve yapmalar falan..."
Elimi havaya kaldırdım, gözleri yüzüğüme düştü. Gülümsedim.
"Evin Şahmaran Karadağ ben, memnun olmuşsundur umarım."
Gözleri mümkünmüş gibi biraz daha açılırken, masada duran bardağına uzanarak elime aldım. Ruj izi duruyordu kenarında.
"Ha bu arada bir daha gözlerini, herhangi bir yerde, herhangi bir şekilde, kocama bakarken yakalarsam...."
Bardağın içindeki sıvıyı hafifçe kokladım, suratım buruştu. Nasıl içiyorlardı ki bunu?
"... bu kadar kibar bir kadın olamam."
Bardağı yeniden masaya koyarken, uzaklaşmadan önce parmağımın ucuyla iteklemiştim. Masanın üzerinde devrilen bardağın içindeki tüm sıvı, şaraptan daha açık kırmızı olan elbisesine dökülürken, yanlışlıkla devirmişim gibi hafifçe ellerimi kaldırdım.
"Tüh, sakarlığım tuttu."
Arkamı dönüp yanından uzaklaşırken, beni bu gece, ikinci kez gözlerinin kahvesine düşüren adamla göz göze gelmiştim.
Yüzündeki ifadeye bakılırsa, az önceki konuşmamın büyük bir kısmına şahit olmuştu kendisi.
Cebine soktuğu sağ eli ve gülüşünü saklamaya çalışırcasına kaşına götürdüğü sol eliyle, fazla cüretkar duruyordu...
"Bence artık evimize gitmemiz gereken kısma geldik ne dersin?"
Yaramazlık yapan bir çocuk gibi arkada bağladığım ellerimle iki adım attığımda, kaşındaki elini indirerek çıkış kapısına doğru uzatmıştı.
"Emrin olur derim yavrum..."
Kinayeli sesiyle kendisine utançla bakarken, gösterdiği yere doğru yürümeye başladım. Böylesine hırçın değildim ben... az önce neler yapmıştım öyle?
Kadın kocamıza bakıyordu ama Evin, haklıydın.
Evet.
Haklıydım işte.
Adı üstünde benim kocamdı. Bakamazdı öyle.
~
"Ahh..."
Derken elimi utançtan artık yanan yanaklarıma bastırmıştım.
"Gülmeye devam mı edeceksin?"
Göğsümde bağladığım kollarıma dudaklarındaki tebessümle bakarken, ağırca kafasını sallamış, bakışlarını yeniden yola çevirmişti. Utançtan yanan yanaklarıma ellerimi bastırarak derin bir nefes aldım.
Davetten ayrılırken böylesine utanmamıştım halbuki, Yavuz'un imalı bakışları bir yerden sonra beni utanmam konusunda zorlamıştı.
"İyi."
Diyerek kafamı cama çevirdiğimde gözlerimi de kapamıştım. Gecenin sessizliği hakimdi etrafta, saat 12'ye geliyordu.
Bir süre daha öylece yolculuk yaptık. Arabanın hızı düşmeye başladığında kapalı gözlerimi aralamıştım. Gelmiştik evimize. Bahçenin açılan kapısından içeriye girmemizle Yavuz hızlıca, arabayı park etti.
Ben kızımı hem özleyip hemde merak ettiğimden dolayı kemerimi açıp araçtan hemen indiğimde, salonun ışığının da kapalı olduğunu görmüştüm. Sanırım küçük cadı evdekilerle birlikte uyumuştu.
"Kaçıyor musun sevgilim?"
Arkamda duyduğum sesle attığım adımlar sekteye uğramıştı. Dudaklarımı ısırdım.
"Yakalayacak mısın?"
Omzumun hizasında arkamdan gelen bedenine kısa bir bakış atarken, çoktan evin önündeki birkaç basamaklı merdivene gelmiştim. İmalı imalı konuşuyordum da eninde sonunda evin kapısını açması içi onun gelmesini beklemem gerekiyordu.
"Şüphen olmasın asla."
Hemen arkamda duran bedeninin tüm sıcaklığını sırtımda hissederken, omzumun hizasında uzattığı eliyle kapının deliğine anahtarı sokmuştu.
"Uyumuş herkes sanırım."
Yakınlığı kalbimi hızlandırırken, geriye doğru açılan kapıdan içeriye hızlı bir adım atmıştım. Ayakkabılığın önünde eğilerek topuklularımı çıkardım, çantamı da kenara bıraktım.
"Öyle görünüyor."
Kapıyı kapatarak üzerindeki ceketi çıkarmıştı Yavuz. Yerimde doğrularak salon kapısından içeriye baktım, kimse yoktu. Merdivenlere yöneldim. Bu gece misafirimiz olacaktı Zümrüt anneyle Mümtaz baba. O yüzden gitmeden misafir odasını da onlar için hazırlamıştım.
Efnan'ın da uyuma ihtimalini bildiğimden önce çocuk odasına girdim. Girer girmezde koltuğun üzerinde uyuyan Zümrüt anneyi ve onun kollarının arasında duran kızımla karşılaşmıştım.
Dudaklarım hafifçe iki yana kıvrılırken, parmak uçlarımda yanlarına yaklaştım. Efnan'a uzanarak kucağıma aldım, o sırada Zümrüt anne de gözlerini aralamıştı.
"Belin ağrımadı İnşallah o koltukta?"
Başından düşen şalını omzunun üstüne bırakırken eli belini bulmuştu. Suratı hafifçe buruştu.
"İyiyim kızım, yeni mi geldiniz siz?"
Beşiğine yatırdığım kızımın alnını öperken, üzerini de güzelce örtmüştüm. Kenardaki telsizini ayarladım.
"Evet yeni geldik, tahmin ettim burada olacağınızı. Direkt geldim."
Kafasını salladı. Oturduğu yerden yavaşça ayağa kalktı. Telsizin tekini elime alarak, kendisine döndüm.
"Çok teşekkür ederim Zümrüt anne... sayende içim her an rahattı. Yorduk seni de, dinlen güzelce."
Eline uzanıp öpmeyi planlarken, kollarımı bir anda kendisine sarmıştım. Bazı anlarda annemin yokluğu canımı çok yakıyordu, sanki karşımda duran bu kadına sarıldığımda o acı hafifleyecekti...
"Ne yorulması, taş gibiyim ben. Öyle iki torun bakmayla yorulmam hele."
Sırtımdaki elleri hafifçe sırtımı sıvazlerken, gülümseyerek ayrıldım.
"Allah rahatlık versin."
Kafasını sallamıştı.
"Size de kızım."
Odadan çıkmasıyla bende son kez odayı kontrol ederek çıktım. Ayaklarım bir süre giymiş olduğum ayakkabı yüzünden acırken, kendimi yatak odasına atmıştım.
Yavuz'un telefonunu yatağın üzerinde görürken, kendisinin banyoda olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Takılarımı çıkartıp, makyaj masasının üzerine bırakarak, giyinme odasına geçtim.
Yavuz'un yardımı olmadan üzerimdeki elbiseden de kurtulabilecek gibi durmuyordum.
Duşa gireceğim için kendime temiz iç çamaşırları çıkarırken, sebepsizce pijamalarımı es geçip Yavuz'un tişörtlerinden bir tanesine uzanmıştım. Sorduğunda makineyi çalıştırmayı unutmuşum derdim.
Kıyafetleri kenara bırakarak, havlumla beraber yeniden çıktım. Ayakta durmaktan yorulan bedenimi balkon kapısının önünde bulunan koltuğa bıraktığımda Yavuz'u bekliyordum. Elbise beni içinde fazla kaldığımdan olsa gerek, sıkmaya başlamıştı. Acil çıkarmamız gerekiyordu.
Arkaya yasladığım başımla gözlerimi kapattım. Uykum da gelmişti.
"Elbiseni çıkartmamışsın."
Gözlerim banyo kapısını bulduğunda, beline sardığı havluyla birlikte duran, Yavuz görüş açıma girmişti.
"Fermuara uzanamıyorum ki."
Oturduğum yerden kalkarak birkaç adımla kendisine yaklaştım ve arkamı döndüm.
Umarım akşam hakkında bir şey söylemez ve beni utandırmazdı.
Öylece önünde dururken ben, o fermuarı tutarak yavaşça indirmişti. Parmaklarını omzuma koydu, hafifçe okşadı.
"Hala utanıyor musun?"
Omzumdaki dokunuşları beni biraz daha sersemletirken, huysuzca homurdanarak kafamı çevirmiştim.
"Banyoya gireceğim bende."
Gülümseyerek ellerini çektiğinde banyoya girmek için yatağın üstüne koyduğum havluyu elime almıştım. Adımlarım banyo kapısını bulduğunda ise önümde dikilen bedenine aşağıdan yukarıya bir bakış atmak zorunda kalmıştım... Yutkundum. Karşımda böyle durup, kalbimi hızlandıran adam karşısında sadece yutkunabildim.
Neredeyse kapıyı kaplayan bedeninin bıraktığı incecik mesafeden girerken, bedenlerimiz de sertçe birbirine çarpmıştı. Kapıyı arkamdan kapatırken, sırtımı da o kapıya yasladım.
Zar zor kontrol altına aldığım heyecanımla birlikte kendimi sonunda sıcak suyun altına atmıştım. Yorulan bedenim suyla beraber her saniye biraz daha rahatlarken, 20 dakikalık bir sürede çıkarak havluyu etrafıma sarmıştım. Islak saçlarımı da küçük bir havluya sardıktan sonra banyonun açtığım kapısıyla odaya girdim.
Yatağa yasladığı sırtı ve elindeki telefonuyla uğraşır halde bulmuştum Yavuz'u. Ve tam o anda göz göze gelmiştik. Ekranda olan kahveleri ışık hızıyla yeşillerime tutundu. Bakışlarının altında yürümeye devam ettim.
Ben giyinme odasına girene kadar az önce kendisini nasıl süzdüysem, aynı şekilde -tek fark utanmadan, arsızca- süzdü. Ateş basan yanaklarımla beraber girdiğim giyinme odasında hızlıca iç çamaşırlarımı giyinip saçlarımı kuruttum, sonrasında da Yavuz'un bana elbise gibi uzun gelen beyaz tişörtlerinden bir tanesini üzerime geçirerek odadan çıktım. Kuruyan saçlarımı hafif bir şekilde ensemde topuz yaparak, yatağın kendi tarafıma adımladım.
Yorganı kaldırıp, soğuk çarşafın üzerine oturduğumda, bedenimi saran ürpermeyle, hızlıca üstümü örtmüştüm. O sırada Yavuz'da elinde olan telefonunu kapatarak hemen yanındaki komodinin üzerine bırakmıştı. Gözlerini bana çevirdi.
"Senin içinden ne vahşi bir şey çıktı orada."
Göğsüme kadar çektiğim yorganı birazdan kafama çıkaracakmışım gibi hissediyordum. Gözlerimi kaçırdım.
"Ne yaptım ki?"
Gülüşünü duyarken, yataktaki bedenimi kollarının arasına alarak kendisine çekti. Soğuk yatağın içindeki tüm sıcaklık bedeniydi sanırım. Hissettiğim ısıyla bende ellerimi etrafına sarmıştım hemen.
"O şerefsizin ağzını yüzünü dağıtmak vardı ama senin o halini görüp duyunca, dengem bozuldu."
Güldüğümü anlamasın diye kafamı göğsüne yasladım iyice.
"O kalabalığın ortasında gerçekten de kavga mı edecektin..."
Gözlerimi hafifçe yüzüne kaldırdığımda, kafasını salladı sorumla. İnkar da etmiyordu ki...
"Yavuz..."
Derken, gözlerini yeşillerime indirdi.
"Yalan mı konuşayım yavrum? Canım o puştu dövmek istedi dövecektim. Kimse de tek kelime edemezdi."
Elimi hafifçe koluna vurdum.
"Bak kızımız var bizim, ne görse onu yapıyor. Bundan sonra öyle döveceğim falan yok. Kimseyle kavga etmeyeceksin."
Dudakları hafifçe kıvrılırken havaya kaldırdığı eliyle yüzümün kenarına düşen ince saç tutamını kulağımın arkasına itelemişti.
"Neredeyse o kadını parçalara ayıracakmış gibi duran sen mi söylüyorsun bunu fıstığım?"
İmalı sesi yanaklarımın yeniden kızarmasını sağlarken, kafamı göğsüne yaslayarak gözlerimi kapatmıştım.
"Ben gayet sakindim bir kere."
Belimde duran elinin baskısı biraz daha artarken diğer elini de bacağıma uzatarak, tenimin tişörtten açıkta kalan kısmına sabitlemiş ve bacağımı kucağına doğru çekerek, aramızdaki mesafeyi biraz daha azaltmayı tercih etmişti.
"Sakinliğini yerim senin. Utanma şöyle tatlı tatlı."
Sıcak solukları saçlarımın arasından boynuma çarparken, ellerinin temasıyla gözlerimi bir anda yeniden yüzüne çevirmiştim.
Kahveleri özenle yüzümü izlerken, bakışları en sonunda dudaklarıma düşmüştü. Gülümsedim. Sabahtan beri ihtiyacım olan şeylerden bir tanesiydi sanırım...
Kafalarımız biraz daha birbirine yaklaştığında, burunlarımız çarpıştı.
Kalbim onun tek bir sözüyle duracakmış gibi şiddetli atarken, her bir zerremde ismi sayıklanıyordu. Sevgisi içime dolup taşıyordu.
Aşk'ta daha fazlasıydı bu.
Tüm ömrümü düşünmeden önüne serebilirdim.
Daha fazla ayrı kalmaya dayanamayarak dudaklarımı birkaç milim uzağımda duran dudaklarına bastırdığımda, ihtiyaç duyduğum dudakları tarafından kabul edilmiştim. Ellerimi boynuna çıkartarak sıkıca sarıldım, onun kokusuyla dört bir yandan kuşatıldım.
Dokunuşlarını zihnime kazımayı istercesine hissederken, nefeslenmek isteyen dudaklarımdan, çeneme kaymıştı dudakları. Beline sıkıca sardığım bacaklarımın arasında, yatakta yatan benim üzerimde, ağırlığının bir kısmını hissedeceğim şekilde uzanıyordu.
Boynunda duran ellerimi omzuna kaydırarak, tenini okşadım. Kasları kasılmıştı.
"Gitmeden önce..."
Dedim, nefes nefese kalmış bir şekilde. Yarım kalan şey herneyse devamını istediğimi belirtmekti amacım. Çenemdeki dudaklarını ayırarak kafasını hafifçe kaldırdı, yeşillerime baktı. Gülümsedim. Üzüm üzüme baka baka mıydı bilmiyordum ama ben Yavuz'a baka bakaydım... Anladı sözlerimi. Kahveleri tehlikeli bir şekilde parıldarken üzerimdeki bedenini hafifçe kaldırarak tişörtünü tek bir hamlede bedeninden çıkardı. Esmer teni gözlerimin önüne serildiğinde, ellerimde istekle yanmaya başlamıştı.
Sıcak teni yeniden üzerime eğildiğinde, parmaklarımı istediği sıcaklıkla buluşturarak kaslı kollarına yerleştirdim.
Bu en keyif aldığım anlardan bir tanesiydi... Yavuz'un kollarının arasındaydım.
~
Evin'den;
Dün akşam geç saatlerde dönmüştük eve, Zümrüt annelerden. Hep birlikte geçirdiğimiz keyifli bir akşamın ardından da Mihrimah, herkesi mutlu eden o haberi vermişti. Hamileydi.
Geçen günlerde bize hamile olduğundan şüphelendiğini söylediği o andan sonra, bir daha konusu açılmamıştı hiç. O yüzden bu haberi duyunca şaşırmıştık. Ve fazlasıyla da mutlu olmuştuk. Zümrüt anne kızının anne olacağını duyduğu an ağlamaya başlamıştı. Mümtaz babanın da gözleri mutluluk ve hüzünle parıldamış durmuştu tüm gece boyunca. Ve Yavuz... Mihrimah'a bakarken sanki karşısında hala daha o küçük kız çocuğunu görüyor gibiydi. Mutluluktan gözyaşı döktüğüm bir akşam olmuştu kısacası benim için.
Mirza'nın da akşamki heyecanı gelmişti gözümün önüne. Kesinlikle Mihrimah'ı nasıl mutlu etmesi gerektiğini biliyordu ve bu iyi bir şeydi.
Dün gece bizi mutlu eden tek haberde bu olmamıştı aslında. Boran'da sonunda Hayat'a evlenme teklifi ettiğini söylemişti. Gözlerinin içi gülüyordu bunu söylediğinde de. Gerçekten birbirlerini seviyorlardı.
Gözlerim aşinası olduğum sokakta biraz daha dolaşırken, hemen ileride duran tezgaha takılmıştı.
Her şeyin başladığı yerdi belki de...
Kucağımdaki Efnan'la beraber o tezgahın önüne doğru yürümeye başladığımda kadının bakışları da bizi bulmuştu.
En az benim kadar heyecanlı olan bakışları, fular ve bandanalarda dolaşıyordu meraklı kızımın.
"Tü bıxêr hati keça mın."
(Hoş geldin kızım.)
Gülümseyerek kendisine karşılık vererek, kırmızı fulara uzandım.
"Bunu alayım."
"Anniş?"
İşaret parmağını uzatarak, diğer kırmızılı fuları gösteriyordu Efnan'da. Onu da alacağımı belirterek çantamdan ödeme yapmak üzere cüzdanımı çıkardım.
Efnan ise kendisini bu süreçte yere indirdiğimden havaya kaldırdığı başıyla aşağıdan beni izliyordu.
"Kızım, takalım mı cicilerini?"
Kafasını sallayarak, gülümsediğinde, hafifçe eğilerek fuları saçlarının üzerine denk gelecek şekilde takmıştım kendisine.
"Cici oğdum."
Dişlerini göstererek kocaman gülümsediğinde yanaklarına da öpücük kondurmayı ihmal etmemiştim. Küçük eliyle fuları yokladı başında.
O sırada telefonum çaldı. Ekrandaki ismi görmemle birlikte bakışlarım yolun sonunu buldu. Kendisine attığım konuma gelmişti sanırım.
"Hadi bebeğim, baba gelmiş bekletmeyelim."
Kendisine uzattığım kollarımın arasına girdiğinde yeniden kucağıma aldım, seri adımlarım sokağın sonuna birkaç saniye içinde ulaşırken caddeye açılan kısma varmıştık.
Ve tamda aynı yerde duran tek bir araba vardı.
O arabanın önünde ise göğsünde bağladığı kollarıyla birlikte bizi bekleyen bir Yavuz bulunuyordu. O günkü gibiydi bakışları.
Yürüdüm. Aramızdaki mesafe sıfırlanana kadar durmadım.
Kahveleri boynumdaki fulara, oradan da Efnan'ın başındaki fulara kaydı.
"Baba, bak. Anniş ağdı. Güseğ mi?"
Kollarını uzatıp Yavuz'a gitmek istediğinde, Yavuz öne uzanarak Efnan'ı almıştı. Gülümsedi.
"Çok güzel güzelim, hem annene hemde sana, ikinize de çok güzel yakışmış."
İki yana kıvrılan dudaklarımla arabasını işaret ettim.
"Bu sefer yavaş sürmüşsündür umarım arabanı?"
Serseri bir tebessüm yerleşti dudaklarına. Onun da zihni o güne gitmişti aynı benim gibi.
Sağ kolunu kenara doğru açtı, havaya kaldırdığı kaşıyla yaklaşmamı belirtti.
İkiletmeden yanına adımlayarak göğsüne sindim. Bir tarafında kızımız, bir tarafında ben vardım artık.
"Bu fularına da el koymam gerekiyor sanırım?"
Sorduğu soruyla birlikte gözlerimi kaldırarak yüzüne baktım. Kafamı salladım hafifçe.
"Fuları sana kaptırmaya hiç niyetim yok bu sefer."
Dudaklarını burnumun ucuna bastırdı ve yeniden konuştu.
"Gün sonunda konuşalım bunu bir daha."
Ve günün sonunda fularım bende değil Yavuz'un ellerindeydi...
⚫️ ⚫️ ⚫️
bir devrin kapanışı 💌
• Yıldızı parlatmayı unutanlar son kez parlayalımm ✨
• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ VE AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYINIZ.
İnstagram:
• Simaarawattpad (duyuru hesabı)
19/02/2024
simaara
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
103.22k Okunma |
6.86k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |