Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. BÖLÜM “V Â V E Y L A”

@simaara

Öncelikle merhabalar ✨

Nasılsınız, keyifleriniz yerindedir İnşallah 💖

Wattpad üzerinden bölümleri direkt kopyalayıp buraya attığımda satırlarda kayma oluyor. Bu sefer oynama yapmadan paylaşıyorum. Okurken rahatsız eden bir görüntü sunuyorsa eğer size, bana bildirebilirsiniz.

Şimdi daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakıyorum, lütfen satır aralarında buluşalım, keyifli okumalar 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkısı: Cihan Mürtezaoğlu / Bir Beyaz Orkide

 

 

 

"Neyi mi bekliyorum? Sadece birinin gelip sarılmasını...."

 

 

Gustave Flaubert

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

Sevgi neydi, nasıl olurdu unutalı çok olmuştu... İçim uzun zamandır kan ağlıyordu, öyle ki çoğu zaman attığım çığlıklar yine zehirli bir sarmaşık gibi kendi boynuma dolanmıştı.

 

Kelimelerim yetmiyor, nefesim kesiliyordu her yakınışımda. Reddettiğim mağlubiyet, aslında büyük bir mecburiyetten başka bir şey değildi. Ben istememiştim yaşadığım şeyleri, sadece şartlar bunu gerektirmişti.

 

Konuştukça susturulmuş, küçücük yaşımda korkularımla yüzleştirilmek zorunda kalmıştım. Yaşadıklarım kadar, susuşlarımda benim elimde değildi ne yazık ki...

 

Buram buram özlem kokan bir sarılışla sarmalamıştı anneannem beni. Göğsüne yasladığım yüzümü gözlerimden akan yaşlar usul usul ıslatıyordu. Hasret kalmıştım ona da ufak bir sevgi kırıntısına da...

 

"Yavrumun yavrusu..."

 

Sesi bir fısıltıdan ibaretti. Yutkunmaya çalıştım elimden geldiğince ama başaramamıştım, boğazımda büyük bir yumru vardı. Sıkıca sarmıştı dört yandan beni...

 

"Konuş keça min."

 

Saçlarımda yıllar sonra sevgiyle bir dokunuş hissetmiştim, bunun tarifi yoktu.

 

"Çok şey yaptılar, eskisi gibi değilim artık."

 

Dudaklarımın arasından dökülen sözlerimdeki sitem birazcıkta onaydı aslında. Mecbur kaldığını biliyordum, ama yine de yıllarca bir umut onu beklediğimi inkar edemiyordum.

 

"Özür dilerim. Sustuğum için özür dilerim yavrum."

 

İçli sesini göz yaşları takip etmişti, içimdeki sızı biraz daha büyüdü.

 

"Ağlama, lütfen."

 

Eli yüzümde gezinirken, gözlerindeki yorgunluğu görmüştüm. O da tükenmişti...

 

"Keça min a bedew (benim güzel kızım.)"

 

Bir süre baktı öylece, masmavi gözlerinden akan yaşlar yavaş yavaş süzülüp gitti yanaklarına.

 

"Ben ölüyorum, senin mutlu olduğunu göremeden, sana sahip çıkmayı beceremeden ölüyorum."

 

Sol göğsüme hançer kadar sert bir şey saplanmıştı, duyduğum şeyler duymayı istemeyeceğim türdendi. Ağırlığı altında eziliyordum, reddettim. Küçük bir çocuğun feryadı döküldü kalbimin dudaklarından.

 

"Hayır! Sende beni bırakmayacaksın, ben çok mutluyum hem. Sen varsın neden mutlu olmayayım?"

 

O konuştukça, kendimi daha kötü hissediyordum. Uzağımda da olsa sevdiğim vardı, bir kayıp vermeye daha hazır değildim. Yaşadığını bilmekten bile mutlu olduğum birinden kolay kolay vazgeçemezdim.

 

"Evin..."

 

Müsaade etmedim konuşmasına, söyleyeceği şeyler beni teselli etmeyecek, içimi rahatlatmayacaktı. İçimde yanan yangın sönmeyecek, yaralarım iyileşmeyecekti.

 

"SUS LÜTFEN, SEN DE GİTMEYECEKSİN!"

 

Benim hırçınlığıma rağmen o yüzündeki minik tebessümü ile gözlerime bakıyordu. Öyle masumdu ki bakışları, acıyı tüm ruhumda hissedebiliyordum.

 

"Seni çok sevdim, seveceğim de güzel kızım."

 

Hafifçe doğruldum, içimdeki korku git gide büyüyordu.

 

"Konuşma böyle, yalvarırım yapma..."

 

Elimi yakaladı eliyle sonrada parmaklarıyla sarmaladı etrafını.

 

"Vaktim doldu bu dünyadaki, Allah'ıma şükürler olsun ki gözlerimi kapatmadan seni gördüm. Avşin'ime de doyamadım sana da."

 

Hızlanan göz yaşlarım ile bedenimi yataktan kaldırdım, kalbim öylesine hızlı atıyordu ki nefes dahi alamıyordum. Ağzıma kapattığım elim ile odadan çıkmıştım. Düşen omuzlarımı sarsak adımlarım takip ediyordu.

 

Boşta kalan elimi duvara yaslarken, ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım. Elimden bir bir kayıyordu her şey ve ben sadece izliyordum. Yıllarca yaşadığım evde beni diri diri yakmışlardı, hayatımı içindekilerle çalmıştı onlar. Nasıl olurda onlardan nefret etmezdim?

 

Bu nefret öylesine büyüktü ki, kontrol edemiyor, sonunda yine ben zarar görüyordum.

 

Koridorun sonundaki Nalin abla koşarak yanıma gelmiş ve yere düşmek üzere olan bedenimi kollarıyla sarmalamıştı. İçimdeki burukluğu kelimelere dökmeye zorlanarak konuştum.

 

"Abla, o da gidiyor..."

 

Ağlamamın arasından çıkan kısık sesimle sırtımdaki elini hareket ettirmişti.

 

"Evin?"

 

Hiç bir açıklama mantıklı gelmiyordu şu anda bana, elimden kayıp giden şeyler hayallerim değildi benim. Zaten kurduğum tek hayalim küçük bir çocukken gelmeyeceklerini bildiğim halde annemle babamı beklemekti. Elimden kayan hayatımdı, olmayan umudumdu.

 

"Beni bırakacakmış, gideceğim diyor. Gitmesin abla, gitmesin."

 

Benimle birlikte dizleri üzerine çökmüştü o da, nefesim kesiliyordu. Ve Nalin abla ilk defa beni teselli edemiyor bir şey diyemiyordu.

 

Haklıydı söylenecek hiç bir söz kalmamıştı.

 

"Yoruldum... ölüyorum."

 

Yaşadığım her an ölümü daha çok hissetmiştim, kanadı kırık ruhumda. Duyulmayan çığlıklarım boynuma dolanıyordu.

 

"Evin'im güzel kızım, bak bakayım bana, yapma böyle."

 

Omzuna daha çok yasladım başımı, sanki her şey teker teker yok oluyordu.

 

"Yeniden kimsesiz kalacağım."

 

Haykırışlarım şimdi sessiz değildi, bağırdım. İçimin yandığını gizlemedim. Yangınımın benimle birlikte yanmasına izin verdim.

 

Nalin ablanın boynuna sardığım kollarımın üzerine daha büyük bir el tutunmuştu, önce kollarımı çözdü ardından yüzümü görmek için eğildi.

 

Tutuşundan kaçmak istedim fakat gücüm yetmedi. Nalin ablaya dönen kara hareleri sanki ne olduğunu anlamış gibiydi.

 

Bedenimi sıkıca tutarak ayağa kaldırdı, öylesine bitiktim ki geri adım atamadım. Hemen yanımızdaki odanın kapısını açarak içeriye girmemizi sağlamış, kapıyı arkamızdan örtmüştü. Kolumu bırakmasını fırsat bilerek bir kaç adım geriye giderek kapattığı kapının kulpunu tuttum.

 

Daha ben kapıyı açamadan büyük eli tam omzumun hizasından kapının üzerine kapanmıştı. Durdurmaya çalıştığım hıçkırıklarım boğazıma dizilmişti. Bedenim titriyor, her yerim kasılıyordu.

 

"Evin bana bak."

 

Emirden ziyade rica edercesine çıkmıştı sesi, kafamı salladım hayır dercesine. Kapıdan çektiği elini omzuma koydu ve ufak bir hamlede kendisine çevirdi beni. Titreyen gözlerim gözlerine bakamıyordu.

 

"Ağla, sıkma kendini."

 

Duymak istediğim şey sanki buymuş gibi kendimi kasmayı bırakarak hıçkırmıştım, omuzlarım sarsılırken tutuşundan kaçmak için sırtımı kapıya yaslayarak ellerimi yüzüme kapattım.

 

Bu sefer elleri dirseklerimin biraz üzerinden tutarak bedenimi göğsüne çekmişti, sarılıyordu.

 

Ağlamamın arasından zorla çıkardığım sesimle konuştum.

 

"Bırak beni."

 

Kollarını çekmedi, eli saçlarımı buldu. Dilini damağına vurarak cıklamıştı.

 

İntikam.

 

Daha da öfkelenmiştim, bana bunu neden yaptığını bile bilemiyorken dokunuşlarına, acımasına boyun eğemezdim. Az önceye göre daha sert çıkmıştı sesim, kendimi çektim geriye.

 

"Bırak, dokunma!"

 

Çatılan kaşları ile yüzümde gezinmişti hareleri, kolumdaki elini çekmiyordu.

 

"Evin, sorun ne? Daha tanımıyorsun bile beni, nasıl bu kadar öfkeli olabiliyorsun?"

 

Ayakta durmakta zorlanan bedenimle hafifçe sendeledim, kolumdaki eliyle köşedeki koltuğa yöneltti beni. Dizlerini kırarak önümde çömeldi.

 

"Konuş, susma artık!"

 

Tutamadığım bir hıçkırık onun bağırmasıyla dudaklarımın arasından firar ederken, susamamıştım.

 

"Gidiyor, o da beni bırakıyor."

 

İki avucunun içine almıştı ellerimi, güç vermek istercesine de sıkmıştı.

 

"İyi olacak, gitmeyecek."

 

İnanmak istedim ama beceremedim.

 

"Gitmesin, gücüm kalmadı benim."

 

Az öncekine nazaran daha sıkı sarmıştı kolları beni. Ağladım.

 

İçimi dökene kadar onun göğsünde ağladım. Soru sormadı, yorum yapmadı, üstelemedi.

 

Kendime kızdım bu seferde. Uzak durmam gereken kişinin kollarının arasında ağlıyordum...

 

İntikam uğruna hayatıma giren birisine yenik düşüyordum.

 

 

~

 

 

Saatlerdir oturduğum çardak, artık bana soğuğu hissettirmeye başlamıştı.

 

"Avşin'de böyle saatlerce oturur, üşüdüğünü hissetmezdi."

 

Nalin abla elinde tuttuğu hırka ile yanıma gelmişti. Omuzlarıma bıraktı güzelce, sonrasında ise saçlarıma bir öpücük kondurdu.

 

"Güzelliğin de aynı kardeşim gibi."

 

Gözlerim büyük bir hızla gözlerini bulurken, sertçe yutkundum. Aynı anneme benziyordum, fakat onun gibi haksızlıklara karşı çıkacak güce sahip değildim.

 

"Abla, annemi anlatsana bana."

 

Yanıma oturduktan sonra bir süre yüzündeki tebessümle karşıyı izledi.

 

"Evin, annen çok iyiydi kızım. O kadar iyiydi ki, Mardin'e kendisinden önce namı gitmişti."

 

Gülümsedim hafifçe, yönümü tamamıyla Nalin ablaya çevirdim.

 

"Biliyor musun, annen her zaman bir kızı olmasını istemişti. Sen onun güneşiydin."

 

Göz yaşlarım akmaya hazırlanırken, titreyen sesimle karşılık vermiştim.

 

"Abla, ben annem gibi güçlü olamadım. Halime baksana, zavallının tekiyim."

 

Gözleri öyle güç verircesine bakmıştı ki, sözlerimden emin olamamıştım.

 

"Biz kadınların burada söz hakkı yoktur, kabul etmek zorunda kalırız birçok şeyi. Sen güçsüz değilsin, sadece mecbur kaldın kızım. Hala hiç bir şey için geç değil fakat..."

 

Doğru kelimeyi seçmeye çalışıyor gibiydi.

 

"Bak, uzatmadan soracağım. Bu evlilik olayına rızan var mı senin?"

 

Kafamı sağa sola sallarken bir damla çoktan firar etmişti gözümden.

 

"Yok, yine kimse sormadı bana."

 

Dudaklarımı ağlamamak için ısırırken, evin kapısının olduğu tarafa baktım, Yavuz'un bu konuşmaları duymasını istemiyordum.

 

"Karadağ'lılar hakkında ne biliyorsun abla?"

 

Kaşları merakla çatıldı.

 

"Ne oldu yavrum, anlat."

 

Bir süre tereddüt etsem de bu konuyu konuşacağım en güvenilir insan kendisiydi.

 

"İntikam için benimle evlenmek istiyor."

 

Büyük bir şaşkınlık ile açılan gözleri dikkatle yüzümde geziniyordu.

 

"İntikam? Emin misin?"

 

Kafamı sallarken, arabasıyla bana çarpmasını anlattım. Emindim ki o olay bir tesadüftü lakin sonrasında olan şeylerden bir anlam çıkartamıyordum.

 

"Lerzan ile olan konuşmaları, bana karşı davranışı ve aslında beni Ferzan'a isteyecek olmaları, ben neyin içine düştüğümü bilmiyorum."

 

Sıkıntıyla gözlerini karanlık bahçede gezdirmişti, belki de çoktan sözün bittiği yere gelmiştik.

 

"Ne yapacaksın?"

 

Bunu da bilmiyordum, evlenmekten başka şansım yoktu.

 

"Belki de evden kurtulmak için tek şansım budur."

 

Benimle birlikte ağlamaya başlamıştı, acıyla baktı yüzüme.

 

"Alim, o hala seni rahatsız ediyor mu?"

 

Boğazıma bir çift el sarılmıştı ve o kadar çok sıkıyordu ki, ne tek kelime konuşabiliyor ne de yutkunabiliyordum.

 

"Eski benden eser kalmadı ki..."

 

Ağzına kapandı eli, daha fazla bakamadı gözlerimin içine. Sessizce ağladı yanımda.

 

"Sana sahip çıkamadık, izin vermediler bana. Özür dilerim, çok özür dilerim. Sen o evde günden güne erirken biz hiç bir şey yapamadık."

 

Söylediği her cümlede biraz daha sarsılıyordum. O öz teyzem değildi fakat çok çabalamıştı. Beni yanına alamadığı için gözlerimin önünde tokat bile yemişti.

 

"Hayır, sen herkesin aksine beni korumak istedin. İyi ki varsın Nalin abla."

 

Mahçup bakışlarıyla kollarının arasına almıştı beni. Küçüklüğümden aklımda kalan bir kaç güzel anıda Nalin abla da vardı. Annemle öylesine yakınlarda ki, gerçekten teyzem olduğunu düşündüğüm zamanlar olmuştu.

 

Tüm güzel anılar bir trafik kazası ile sonlanmıştı, toz pembe gökyüzüm kapkara bulutlara esir düşmüştü. Gülüşlerimin yerini göz yaşlarım almıştı. Hala neden amcamların inatla beni evlerinde tuttuklarını anlamış değildim.

 

"Sen merhameti hak etmiyorsun!"

 

"İşe yaramazın tekisin."

 

"Cezalısın, yemek yok sana. Sabaha kadar karanlıkta kalda aklın başına gelsin."

 

"Anası kılıklı, beceriksiz."

 

"Büyüyorsun Evin, ele avuca gelmeye başladın."

 

"Seni nasıl karım yapacağım gör bak!"

 

Zihnime düşen her anı, bende kabus etkisi oluştururken, son cümleyle elimin içindeki ize bakmıştım.

 

"Bu ize baktığın her an ben geleceğim aklına!"

 

Oturduğum yerden kalkarak zorla bir kaç kelime söyledim.

 

"İyi geceler abla."

 

Göğsümde şiddetli bir ağrı vardı. Sarsak adımlarımla evin içine girmiştim. Salonun kapısına yaklaşırken diğer taraftan Yavuz çıkmıştı. Çatılan kaşları ile bir süre bakmıştı yüzüme.

 

Elindeki ceketine baktım, gidiyor gibiydi.

 

"Bir sorun mu var?"

 

Hiddetli sesiyle irkildim bir an.

 

"Var, büyük bir sorun var."

 

Anlamadığımı belli edercesine kafamı salladım.

 

"Neden ağladın?"

 

Gözlerine bakamazken çatlayan sesimle karşılık vermiştim, ağlamam konumuz değildi.

 

"Önemli bir şey değil, ne oldu sorun ne?"

 

Eli burun kemerini sıkarken, hırıltılı bir nefes almıştı.

 

"Sorun seni her görüşümde ağlamış olman!"

 

Gözlerine bakamayan bana inat gözlerime bakıyordu.

 

"Sorun konuşmaman, sürekli susman!"

 

Ne demem gerektiğini bilemeyerek susmayı tercih etmiştim bir kez daha. Konuşursam eğer söylememem gereken şeyler çıkardı ağzımdan. Sakinleşmek ister gibi soluk aldı.

 

"Mardin'de ufak bir sorun çıkmış, yarın seni almaya gelirim."

 

Kafamı sallayarak geçmesi için kenara kaydım, gitmedi. Yeniden konuştu.

 

"Bir şey olursa beni ara, aradığım zaman da aç."

 

Ceketi üzerine geçirerek kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Peşinden gitmek yerine karşımdaki odaya doğru ilerlemeyi tercih ettim. Şu anda anneannemin yanında olmalıydım. Ona ihtiyacım vardı.

 

Kapıyı açmamla kısık sesi bana ulaşmıştı.

 

"Evin?"

 

Kapıyı örterek iyice yaklaştım yanına.

 

"Benim anneanne."

 

Elini yanındaki boşluğa vururken yorgunca öksürmüştü.

 

"Gel keça min."

 

Gösterdiği yere oturdum ve kenarda duran elini elimin arasına alarak okşamaya başladım. Mavi gözleri üzgün üzgün bakıyordu bana. Yüzündeki o ifadeden kurtulması için konuşmam gerektiğini fark ederek, hafifçe gülümsedim.

 

"Düğünüme geleceksin değil mi?"

 

İnce dudakları yavaşça kıvrılırken, karşılık vermişti.

 

"Yavuz Karadağ, seviyor musun onu?"

 

Hayır.

 

Onu sevmiyordum.

 

"Evet, seviyorum."

 

Sözlerim onu mutlu etmeye yetmişti.

  

"O seni seviyor mu, üzmüyor değil mi?"

 

İntikam!

 

"Seviyor, üzmüyor. Çok mutlu ediyor."

 

Derin bir nefes almıştı, az önceki üzgün hali düzeliyordu.

 

"Gözüm arkada kalmayacak."

 

Ah anneanne, bilseydin gerçekleri o zaman da böyle diyebilir miydin acaba? Sustum ve zorla gülümsedim, asıl önemli olan şey onun mutlu olmasıydı. Ben yine başa çıkardım.

 

 

~

 

 

"Evin telefonun çalıyor kızım."

 

Yumurtanın piştiği tavanın ateşini kısarken, Nalin ablanın uzattığı telefonu elime almıştım. Yavuz arıyordu.

 

"Abla, sana zahmet bakar mısın tavaya."

 

"Bakarım tabi, hallet sen işini."

 

Hızlıca mutfaktan çıkarken aramayı yanıtladım.

 

"Efendim?"

 

"Günaydın Evin."

 

Adımlarım bahçeye dönerken, gözlerimi etrafta gezdiriyordum.

 

"Günaydın."

 

Ne için aradığını merak ediyordum, fakat sormadım.

 

"Bir sorun yok değil mi?"

 

"Hayır, yok."

 

Derin bir nefes aldığını işittim, yeniden konuştu.

 

"Yaklaştım sayılır, hazırlanman için aradım."

 

Anneannemi burada bırakmak içime sinmiyordu. Sıkıntıyla oflarken, ondan ilk defa bir şey rica edecektim.

 

"Bir kaç gün daha burada kalmayı istiyordum aslında."

 

Benim aksime o konuşurken çok rahattı.

 

"Bunu gelince konuşuruz, dikkatli ol."

 

Kapanan telefona baktım bir süre. İçeriye girdiğimde Nalin abla çoktan sofrayı kurmuştu. Bana koyduğu bardaktaki sıcak çaya şeker attıktan sonra, sıcak olmasını umursamadan dudaklarımla buluşturmuştum.

 

"Bir sorun mu var Evin?"

 

Nalin ablanın sorusu ile omuzlarımı sallarken, üzgünce gözlerimi kırpmıştım.

 

Anlam veremediğim şeylerin karşısında tepki dahi veremiyordum, ki ben buradaki susturulan kadınlardan sadece bir tanesiydim.

 

Zorla yediğim bir kaç lokmanın ardından Nalin ablayla sofrayı kaldırıp bulaşıkları yıkamıştık. Tam o esnada evin kapısı çalmıştı.

 

Elimdeki havluyu yerine koyarken, hızlı adımlarla kapının yanına gittim. Gelen tahmin ettiğim gibi Yavuz'du. Kapıdaki aralıktan içeriye girerken de en az telefondaki kadar rahattı. Onunla karşılaştığım zaman diliminde gözlemlediğim şeylerin en başında sert duruşu geliyordu. Öyle ki her an, üzerinde hüküm süren bir öfke vardı. O bu zamana kadar karşı karşıya kaldığım insanlardan farklıydı, ama bunun sebebi tam olarak neydi bilmiyordum.

 

Belki de o sert, sarsılmaz duruşu intikam masalının bir parçasıydı... bilemiyordum.

 

"Hazır mısın?"

 

Duyduğum sesiyle düşüncelerim bir anda dağılırken, sorduğu soruyu yanıtlamıştım.

 

"Gidecek miyiz hemen?"

 

Ellerini bir ağa edasıyla belinin arkasında bağlarken, aramızda çok az bir mesafe olduğunu farketmiştim, bir iki adım geriledim. Kaşları ufakça hareketlendi, alay ediyor gibiydi.

 

"Evet."

 

Direkt kestirip atması içimi burkmuştu, bakışlarımı ondan kaçırdım. Gözlerim kısa bir anlığına anneannemin odasının kapısını buldu. Bir şey demeden kafamı salladım sadece, çantamı toplamak için arkamı döndüm. Ama daha adım atamamışken, iri eli kolumu yakalamış ve bedenimi kendisine doğru döndürmüştü. Koyu harelerinin gözlerimde uzun uzun dolaşması beni rahatsız etmeye başlarken dudakları aralanmış, bariton sesini duymuştum.

 

"Anneanneni de hazırla, birazdan ambulans gelip Mardin'e getirecek onu da."

 

Duyduklarımla suratıma yansıyan şaşkınlığımı ondan gizleyememiştim, az önce hayal kırıklığıyla düşen omuzlarım yeniden dikleşmişti. Dudaklarım istemesizce kıvrılırken ufak bir tebessümle gözlerinin içine bakıyordum.

 

"Gerçekten mi?"

 

Heyecanlı sesimi duyan çatık kaşları hareketlendi. Kafasını sallayarak onayladı sadece beni.

 

İntikamını unuttum o saniye.

 

Kendimi ona karşı borçlu hissettim.

 

Uzun zaman olmuştu, birilerinin benim için bir şeyler yapmayışıyla. Garip hissettirmişti.

 

"Çok teşekkür ederim."

 

Gözlerini kapatıp hafifçe yan eğdi başını, eyvallah der gibiydi. Kendimi hazırlamadan önce anneannemin odasına doğru koşmuştum. Uyuyordu.

 

Ses yapmadan küçük bir valiz hazırladım, sonrasında durumu Nalin ablaya söyleyerek hazırlanmak için odama girdim.

 

Kısa sürede üstüme başıma çeki düzen vermiştim. Çantayı alarak odadan çıktım, Yavuz bahçedeki çardakta oturuyordu. Kapının önünde beni bekleyen Nalin abla ile çantayı yere bıraktım. Açtığı kollarıyla karşımda duruyordu.

 

"Güzel kızım, dikkat et kendine olur mu?"

 

Kollarının arasına girdim hemen. Sıkıca sarıldım.

 

"Ederim ablam, sende dikkat et."

 

Kafasını salladı, iç çekmişti hüzünle. Ağlarsa bende ağlardım bunu bildiği için direndi.

 

"Rabbim karşına iyi insanlar çıkartsın, hep gülsün güzel yüzün."

 

Yutkunarak ellerimin arasındaki elini sıktım güç almak istercesine.

 

"Anneni çok özledim, Mardin'e geleceğim en kısa zamanda. Senin nasıl güzel bir gelin olduğunu da görmeliyim."

 

Burukça gülümsedim, omzuma koydu elini.

 

"Yavuz Karadağ'lıyı bekletmeyelim istersen daha, acelesi var gibi."

 

Kafamı sallayarak çantayı elime aldım, çardaktan kalkmıştı. Bir kaç adımda yanıma geldi, elimdeki çantayı aldı ve arabanın açtığı kapısından arka koltuğa bıraktı. Saat daha erkendi, ve tahmin ettiğim kadarıyla işimiz vardı.

 

Nalin ablaya el sallayarak arabaya bindim, kemeri taktım. O da kemerini takmış, arabayı çalıştırmıştı. Gözlerim bir süre camdan dışarıyı seyretti, anneannem hiç yoktan yakınımda olacaktı ve bunu düşünmek içime garip bir huzur salmıştı.

 

"Bu iyiliğini unutmam."

 

Bakışlarım önümüzdeki yolu takip ederken, dudaklarımdan dökülen kelimelere engel olamamıştım. Ne olursa olsun bu yaptığı şey çok özeldi, anlamı en azından benim için çok büyüktü.

 

"Büyütülecek bir şey yapmadım Evin, rahat ol."

 

Kafamı arkama yaslarken, derin bir nefes almıştım.

 

Bir müddet sadece radyonun sesi doldurmuştu arabayı, tüm gece uykusuz kalan bedenimle uyumamak için direndiğim sırada Yavuz'un telefonu çalmıştı.

 

Radyoyu kıstıktan sonra, hoparlöre bağlı olan telefonundan aramayı yanıtlamıştı.

 

"Söyle Mihrimah."

 

Dikkatim konuşmaya kayarken arabanın içinde Mihrimah'ın sesi duyulmuştu.

 

"Abi, ne zaman gelirsiniz? Ona göre çarşıya geçeceğim."

 

Yavuz gözleri yolda iken kardeşine karşılık vermişti.

 

"1 saate orada oluruz."

 

Arama hızlıca sonlanırken, sormak istediğim soruyu sormadan Yavuz'dan bir yanıt almıştım.

 

"Gelinlik bakacaksınız bugün."

 

Bakışlarım yüzünü buldu bir an, tepki vermemi bekliyor gibiydi. Ama istediği şeyi yapamadım, bir tepki veremedim. Belki saçma gelecekti ama bu davranışlarıma mecbur bırakılmıştım ben. Çocukluğumu cezalarla süslemişlerdi, adı dışında bir şey bilmediğim bir adama nasıl güvenirdim ki? En yakınlarım öğretmişti bana bunu.

 

Öyle bir anda olması mümkün değildi, aslında hiç bir zaman da olacak gibi durmuyordu.

 

Benim suskunluğum onun yine kaşlarını çatmasını sağlamıştı. Kafamı cama çevirdim, gelinliğin kefenim değil, mutluluğum olmasını istiyordum...

 

 

~

 

 

"Abi, tamam bir şey olursa ararız seni. Gider misin artık!"

 

Mihrimah'ın yakarışlarıyla Yavuz arabasına binerek yanımızdan uzaklaşmıştı. Elini koluma sararak bana dönen kız çok enerjik duruyordu.

 

"Abimin bir şeyleri kontrol etmeye çalışması deli ediyor beni."

 

Gülümseyerek yürümeye başladı.

 

"Nasılsın yenge, yorgun gözüküyorsun abim söyledi bu arada çok geçmiş olsun."

 

Hafifçe kafamı salladım.

 

"Sağ ol, iyi gibiyim sadece uyuyamadım gece."

 

Üzgün bir bakış atmıştı bana. Hala tam olarak güveniyor değildim ona da, elimden bir şey gelmiyordu. Ve istemeden kırıcı olmaktan korkuyordum.

 

Çarşının ortasındaki lüks gelinlikçiden içeriye girmiştik. Gözlerim beyaz gelinliklerin üzerinde öylece gezinirken, Mihrimah büyük bir heyecanla kumaşlara dokunuyor, modelleri yakından inceliyordu. Görevli bir kadın yanımıza gelmişti, bakışları Mihrimah'taydı.

 

"Hoş geldiniz Mihrimah Hanım."

 

Gülümseyerek kadına karşılık vermiş, ardından da beni tanıtmıştı. Kadın beden ölçümü öğrendikten sonra, özel tasarım olan gelinlikleri çıkartmak üzere diğer iki çalışanı da yanına alarak uzaklaşmıştı.

 

"Özel tasarıma ne gerek vardı?"

 

Sorumla kumaştaki eli duraksamış gözleri beni bulmuştu Mihrimah'ın.

 

"Hanımağa olacaksın yenge, ne gerek vardı olur mu hiç?"

 

Bedenimi ortada bulunan büyük koltuğun üzerine bırakırken kaşlarımla gelinlikleri işaret etmiştim. Hiç rahat değildim.

 

"Çok fazla bunlar Mihrimah, anla lütfen."

 

Dudaklarına ufak bir tebessüm yerleşirken, yanımdaki boşluğa oturup bana dönmüştü tamamıyla.

 

"Sen hangisinin içinde rahat edeceksen onu alırız, özel olup olmaması önemli değil. Senin mutlu olman yeter."

 

Modelleri işaret etmişti konuşmasının arasında.

 

"Nasıl bir gelinlik istersin?"

 

Sorusuyla birlikte bakışlarım donuk bir şekilde modelleri bulmuştu. Nasıl bir gelinlik istediğimi bilmiyordum, doğrusu evlenmeyi de istemiyordum ama bir şeyler de yapamıyordum.

 

Hayalini kurmadığım şeyler yolumu kesiyordu bir anda, evlilik gibi büyük bir sorumluluk ile karşı karşıya kalmıştım.

 

"Düşünmedim hiç."

 

Öylesine net çıkmıştı ki kelimeler dudaklarımdan, bazı şeylerle yeniden yüzleşmemi sağlamaktan başka bir şeye yaramamıştı bu.

 

"Hiç mi?"

 

Kafamı salladım yeniden, hiç düşünmemiştim. Çünkü hayattan bir beklentim yoktu benim, ölümle yaşam arasında sıkışıp kalmıştım.

 

Suratımdaki sarsılan ifadeyi farketmesiyle birlikte elimden tutarak kaldırmıştı beni.

 

"Biliyor musun, aslında hep gelinlik seçen birisine yardım etmek istemiştim, yardım edeyim mi sana?"

 

Kafamı sallarken içten içe kendime kızıyordum, öylesine dağılmıştım ki toparlanamıyordum bir türlü, aklım anneannemde iken konsantre olmam çok zordu.

 

"Olur."

 

Dedim kısaca, bir kaç modeli çoktan gözüne kestirmişti Mihrimah.

 

"Bu nasıl?"

 

Prenses model, kolları dantel detaylı sıradan bir modeldi.

 

"Güzel gibi."

 

Biraz daha baktı ve içine sinmemiş olacak ki diğer modele döndü. O sırada ellerindeki modellerle çalışanlar yanımıza gelmişti.

 

"Kilolu gösterir bu seni olmaz."

 

Demişti, az önceki modeli işaret ederek. Kafamı sallayarak önümüze getirdikleri cansız mankenlerin üzerindeki gelinliklere baktım.

 

Hepsi çok açıktı, bedenimdeki izlerden dolayı giymem imkansızdı.

 

"Yenge, bu çok güzel değil mi? Omuzları düşük baksana."

 

Beğenmemiş gibi kafamı sağa sola salladım, en kapalı olan modeli seçmeyi planlıyordum.

 

"Şuna bakabilir miyim?"

 

Çalışan kadın gösterdiğim gelinliğin mankenini yanıma ittirdi, yakından baktım kumaşına. Bedenimi ten rengi kumaşıyla tamamen kapatacak gibiydi.

 

"Denemek ister misiniz?"

 

Mihrimah'ta beğenmiş olmalıydı ki, gülümseyerek modele bakıyordu.

 

"Evet, istiyorum."

 

Gelinlik deneme odasına götürülürken, Mihrimah koltuğa oturmuştu.

 

Çalışanın beni çağırmasıyla yanlarına gittim, büyük perdeyi örterek üzerimi çıkarmaya başladım. Aynadaki yansımam hiç iç açıcı değildi. İzler tenime öylesine kazınmıştı ki, nasıl kapanırdı bilmiyordum.

 

Üzerime geçirdiğim balık model gelinlik bedenimi sarmalamıştı, kollarıma uzanan dantele dokundum yavaşça.

 

"Yardım lazım mı Evin Hanın?"

 

Kapının önünden gelen sesle sırtımdaki fermuara bakmıştım, çekilecek gibi durmuyordu.

 

"Çok iyi olur."

 

Sesimi duyan genç kız içeriye girmişti, gülerek aynadaki yansımama bakmıştı ilk önce.

 

"Model sizin için dikilmiş gibi, çok güzel olmuşsunuz."

 

"Teşekkür ederim."

 

Diyerek gülümsemeye çalıştım bende, kızın fermuarı çekmek için uzattığı eli bir süre havada kalmıştı, aynadan suratına baktığımda karşılaştığım ifade her şeyi açıklamıştı bana.

 

Öksürdüm, dikkatini çekmek için. Yutkunmuştu. Hızlıca kendini toplayarak fermuarı çekti. Kuyruk kısmını düzeltti gelinliğin.

 

"Ufak tadilatlardan sonra kenardaki potluklar düzelir."

 

Kafamı salladım sözlerine karşılık sadece. Böyle anlarda bedenimdeki yaralar kendisini hatırlatmak için deli gibi sızlıyordu. Ellerim sıkıca gelinliği tutarken, açtığı perde ile kabinden çıktım. Ayakta duracak halim kalmamıştı.

 

"Bu harika olmuş!"

 

Mihrimah oturduğu koltuktan hızlıca kalkarak yanıma gelmiş, iki tur etrafımda dönmüştü.

 

"Çok yakışmış."

 

Karşımızdaki büyük aynaya çevirmiştim bakışlarımı, beğenmiştim beğenmesine ama içimde hiç bir kıpırtı yoktu. Evlenecek olmam gözümde o kadar büyümüştü ki.

 

"Alıyoruz o zaman bunu?"

 

Bedenimdeki izleri saklayabilmem için en iyi model buydu.

 

"Evet, beğendim."

 

Yeniden kabine dönerek üzerimi giyindim hızlıca. Bedenimin ölçüsü alınmış ödeme yapılmıştı.

 

Mağazadan çıktık Mihrimah'la birlikte. Eli telefonunu buldu.

 

"Abime haber vereyim."

 

Kısa süren konuşmasının ardından, Yavuz'u beklemek için bir kafeye oturmuştuk. Önüme bırakılan çaydan bir yudum aldım.

 

"Ee yenge, biraz kendinden bahsetsene. Nelerden hoşlanırsın, neleri sevmezsin?"

 

Heyecanlı sesiyle gözlerimin içine bakıyordu. Bardağı masaya koyarak, düşündüm. Tam olarak nelerden hoşlandığımı bende bilmiyordum. Eskilere döndüm bir anlığına.

 

"Ata binmeyi çok severim aslında."

 

Kısa bir beklemenin ardından sözlerime devam ettim. Konu konu açmıştı ve kendime dair bazı şeyleri söylemiştim.

 

"Sevmediğim şeylere gelirsek, kiraza alerjim var."

 

Suratımı buruşturdum hafifçe, küçükken hastanelik olmuştum bu yüzden.

 

"Daha küçüktüm, iki tabak dolu dolu kiraz yemiştim. Her yerim kızararak kaşınmaya başlamıştı, sonrası zaten serum, iğne."

 

Merakla kaşları havalanırken aklına takılan noktayı sormuştu.

 

"Mesela farkında olmadan yesen yine mi öyle olur?"

 

Kafamı salladım.

 

"Evet, zaten bu tür alerjilerde doğru ve acil bir şekilde müdahale edilmezse ölüme kadar gidebiliyor."

 

"Bu çok riskli, daha önce yakınımda alerjisi olan birisi olmadı hiç. Bir bilgim de yoktu o yüzden, bundan sonra evde dikkat etmelerini söyleyeceğim."

 

Yabancı olmama rağmen benim için bir şeyler düşünüp yapacağını söylemesi garip geliyordu. Dudağım hafifçe kıvrıldı. Mutlu hissettirmek bu kadar basitti aslında, bir bakış bir söz, insanın kalbine dokunuyordu.

 

Konuşmayı oldukça çok seven Mihrimah, konuyu aile üyelerine getirmişti bu seferde. Askerde olan abisini anlattı, kuzenlerinden bahsetti, sevmediği akrabalarını da dahil etmişti bu sohbete.

 

Bizim bu sohbetimiz Yavuz'un gelmesiyle son bulmuştu. Oturmak için karşımdaki sandalyeyi çekerken, gözlerime bakmıştı kısaca.

 

"Hallettiniz mi?"

 

Benim yerime Mihrimah'ın konuşması işime gelmişti.

 

"Evet hallettik, çok güzel bir gelinlik aldık yengeme. Görmen lazımdı!"

 

Sevinçli sesi ortama neşe saçarken abarttığını düşünüyordum. Sıradan bir gelinlikti.

 

"Görürüz."

 

Yavuz'un sesi keyifli gibiydi, fakat suratındaki ifadeden nasıl hissettiği belli olmuyordu. Koyu harelerinden çekmiştim yeşillerimi, her bakışmamızda öfkemi dışa vurmaktan korkuyordum.

 

Zihnim bana intikamsın unutma diyordu.

 

Kaybeden, yaralanan kişi olmaktan korkuyordum.

 

 

~

 

 

Gelinlik alışverişinin üzerinden iki gün geçmişti ve işler kaldığı yerden devam ediyordu.

 

Makinadan çıkardığım yıkanmış çamaşırların hepsini astıktan sonra, evi süpürmek için salona geçmiştim. Yengem komşuda, amcam kahvede, Alim abi de dışarıdaydı. Fişe taktığım süpürgeyi çalıştırarak, güzelce her yeri süpürmeye başladım.

 

Her ne kadar iş yapıyor olsam da aklım anneannemdeydi. Yanına gitmeme izin vermemişti yengem. Bazen onun nasıl bu kadar kötü olduğunu düşünmüyor değildim. Vicdanı nasıl olurdu da sızlamazdı hiç? Kalbi öylesine kararmıştı ki, ondan korkmama sebebiyet veriyordu.

 

Süpürgenin sesinin bir anda kesilmesi ile irkilerek arkama döndüm. Alim abi çıkardığı fişi yere atmadan önce yanındaki kapıya yaslanmıştı. Gözleriyle üzerimi inceledi bir süre. Bakışları rahatsız ediyordu.

 

"Kolay gelsin, Evin axin. (hanım)"

 

Süpürgeyi kenara çektim, konuşmadım onunla, konuşacak bir şeyimiz yoktu. Yaslandığı yerden doğruldu, adımları üzerime geliyordu. Yana kaydım biraz, planım kenara geçerek odadan çıkmaktı.

 

"Hadi ama, sen böyle kaçacak mısın hep?"

 

Keyifli sesi midemi bulandırırken, attığı her adımda alkolün kokusunu alıyordum. Peşimden geldiğini bilerek hızlı adımlarla yürümeye başladım, yakınımda sadece mutfak vardı. Daha kapısını örtmeme fırsat tanımadan elini koyarak engel olmuş, geriye ittirmişti.

 

"Alim abi, sarhoşsun kendine gel!"

 

Alayla gülmeye devam ederken ellerini cebine koydu, bakışlarını kaçırmıyordu.

 

"Sarhoş değilim."

 

Ondan olabildiğince uzaklaştım, kalbim yaşadığım korkuyla sertçe göğsümü dövüyordu. Üzerime attığı her adımdan kaçarken, sonunda sırtım tezgaha çarpmış, eli kolumu yakalamıştı.

 

"Şiştt, kaçma."

 

Yanağıma değen bir tutam saçı parmaklarıyla geriye ittirmişti. Kendimi çektim ama tutuşu uzaklaşmama izin vermedi.

 

"Alim abi, lütfen dur!"

 

Çenemi tutarak kafamı kaldırdı. Gözleride kendisi gibiydi.

 

Korkuyla titriyordu bedenim. Nasıl kaçacağımı bilemiyordum. Eli ağırca çenemden boynuma kaydı. Dayanamadım, sonucu ne olacak diye düşünmedim, acıyla bağırdım.

 

"BIRAK, DOKUNMA!"

 

Daha da yaklaştı, sürekli tekrarlanan bu şeylere karşı gücüm kalmamıştı artık benim. Bedenimden iğreniyordum... Dudakları dokundu tenime, aynı zamanda içimde de bir şeyler parçalanmıştı.

 

"ALLAH BELANI VERSİN, DOKUNMA BANA!"

 

Güldü sadece, göz yaşlarım bir bir suratıma dökülürken avazımın çıktığı kadar çığlık atıyordum. Çığlıklarımı kesmek için saçımı çekmiş hemen ardından da susmam için tokat atmıştı. Yüzüm attığı tokatın etkisiyle sızlarken yine de susmadım.

 

Hareketleri artık canımı yakacak kadar sertti. Parmakları kolumda bir izini daha bırakmak istiyor gibiydi.

 

"Sadece ben dokunacağım sana!"

 

Attığım çığlıklar boğazımı acıtırken, üzerimdeki elbisenin yakasını tutarak bir anda yırtmıştı. Ellerimle vurmaya çalıştım, fayda etmedi. İçimdeki korku her an daha çok büyürken, bacağımla bacağına vurmuştum. Sendeleyen bedenini fırsat bilerek elim daha az önce yıkadığım bulaşıkların yanındaki bıçağa uzanmıştı.

 

Bir çiçeğin bile koparılmasına üzülürken, asla birisine tereddüt etmeden zarar verebileceğimi düşünmezdim. Sıkı sıkıya tuttuğum bıçağı Alim'in karnına sapladıktan sonra gözlerinde gördüğüm ifadeyle ne yaptığımı kavramıştım.

 

Bedeni yere yığılırken, şok olmuş bir şekilde elimden akan kana bakıyordum.

 

"Ne yaptım ben!"

 

Üzerindeki mavi gömlek yavaş yavaş kan ile kaplanıyordu.

 

"Allah'ım ben ne yaptım?"

 

Elimde tuttuğum bıçak ile birlikte, öylece duruyordum. Kalbim ağzımda atıyordu.

 

Zil çaldı, tepki veremedim ona da, gözlerim hala yerde yatan bedendeydi. Bir kez daha çaldı.

 

"Evin?"

 

Duyduğum tanıdık ses ile elimdeki bıçağı yere atarak, kapıya koşmuştum. Hıçkırıklarım nefesimi kesiyordu. Kapıyı açtığım an gözlerim korkuyla Yavuz'un gözlerini buldu.

 

Çatılan kaşları ile hızlıca ellerimi tutmuş, ayakta durmakta zorlanan bedenime destek olmuştu.

 

"NE OLDU?!"

 

Ağlamam yüzünden konuşamazken, mutfağı işaret etmiştim.

 

"Ben.. ben bö..yle o..olmasını istemedim."

 

İçeriye girerek kapıyı örtmüştü hemen, yırtılan yakama baktı önce, sonrada yüzüme. Kanlı ellerimi çektim elinden.

 

"Ben zarar vermek istemedim."

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Alim kendine gel bir kez de Yavuz seni bayıltsın 💅🏼

 

• Düşüncelerinizi merakla beklediğimi unutmayın lütfen 💖

 

• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ, AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYIN.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

simaara 🖋 - düzenlendi -

Loading...
0%