Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. BÖLÜM “SÜVEYDA”

@simaara

Keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen 🕯

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkısı: Volkan Konak / Ayletme Beni

 

 

 

"İlk yalanı söyledikten sonra bir daha konuşmamalı insan. #TUTUNAMAYANLAR"

 

 

Oğuz Atay

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

İki hece, altı harf.

 

Nefret...

 

Kalbimde var olan, fakat daha önce farkına varamadığım duygu, bedenimi dört bir yandan sarmalamış, büyük bir boşluk açmıştı.

 

Acımasız bir insana dönüşmeye başlayan ruhuma engel olamıyordum. Korkuyordum.

 

Hayalle gerçeği ayırt edemeyen benliğim deli gibi korkutuyordu beni. Yaptığım şey, yüzleşeceğim tepkiler... Ben değildim bu!

 

Elimden attığım bıçağı en çokta kendime saplamıştım ben.

 

Sadece elimden damlayan kanlara bakıyordum, hangi ara böyle olmuştu her şey? Gözüm o kadar mı kararmıştı da, yaptığım şeyi düşünememiştim?

 

"EVİN, BANA BAK!"

 

Omzumdaki iki el beni sarsarken, yerdeki bakışlarımı zorlukla çekebilmiştim. Gözlerine bakarken, çok çaresizdim.

 

"İstemeden oldu, düşünemedim..."

 

Aynı şeyler dökülmüştü yine dudaklarımdan. Omzumdaki ellerini yanaklarıma koyarak, yüzümü sıkıca tutmuştu. Gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmiyordu.

 

"Ne yaptı o it sana? Söyle hadi."

 

Gözlerimden boşalan yaşlar elleriyle buluşurken, hıçkırıklarım odada yankılanıyordu.

 

"Belasını s******im onun! Konuş güzelim, korkma."

 

Yutkunmaya çalıştım, fakat boğazımdaki kocaman olmuş olan o yumrudan bir türlü kurtulamıyordum.

 

"Özür dilerim..."

 

"DİLEME, ÖZÜR DİLEME BENDEN! ÖLDÜRECEĞİM O İTİ!"

 

Kükreyişi ile ağlamam daha da hızlanırken, öldüğünün düşüncesi zihnime sızmıştı. Hangi ara onun kadar vicdansız olmuştum ben?

 

Yavuz'un eli kafamı tutarak göğsüne yaslarken, aynı zamanda diğer eliyle de cebinden telefonunu çıkartmıştı. Öfkeli soluklarıyla inip kalkan göğsü yaşlarımla ıslanırken, o elindeki telefonu ile konuşuyordu.

 

"Akif, adamları toplayıp Şahmaran'ların evine gelin!"

 

Karşı tarafın sesini duyamıyordum ama az çok tahmin edebiliyordum söylediklerini.

 

"Çok soru sorma aslanım!"

 

Kapattığı telefonu cebine koyduktan sonra benden uzaklaşmıştı. Öylece olduğum yerde durup, ellerime bakıyordum. Büyük adımlarıyla Alim'in yanına giderek, eğilmişti Yavuz.Yumruk yaptığı elini gevşeterek, iki parmağını nabızı hissetmek için boynuna bastırdı.

 

"Güzel, yaşıyor."

 

İçim bir nebzede olsa rahatlarken, devam ettirdiği sözleri tereddüte düşmemi sağlamıştı.

 

"Kendi ellerim ile alacağım canını!"

 

Alim'e dönük olan kafasını bir anda bana çevirmiş, gözlerini gözlerime dikmişti. Yavaşça yerinden doğruldu, attığı ağır adımlar sertçe yere vuruyordu. Durdu, tam önüme gelince adım atmayı bıraktı. Eli bileğimi tutarken, lavaboya doğru yürümemizi sağlamıştı.

 

Ellerimin ikisini de eline alarak açtığı suyun altına tuttu, parmakları kan lekelerinin üzerini ovuşturuyordu.

 

"Ağlama Evin, yaşıyor it oğlu it!"

 

Ağlama deyince durmuyordu yaşlarım, beni ne kadar anlardı onu da bilmiyordum zaten. Düşmüş olduğum çaresizlik içimi yakıyordu. Yıllarca gördüğüm eziyete boyun eğmişken, bana zarar verecek olmasına rağmen nasıl bir insanı öldürmeyi göze aldığımı bilmiyordum?

 

Ellerimdeki kanlar tamamıyla suya karışırken, bileklerimden tutarak bedenimi kendine çevirmişti. Koyu hareleri alev alevdi.

 

"Bir kez daha soruyorum, sana ne yaptı?"

 

Gözleri yırtık yakama değmişti bir an yeniden, havaya kalkan eli dağıldığı için boynumu kapatan saçlarımı tutarak arkaya ittirmişti. Açıkta kalan boynuma baktı, sanırım tenim kızarmıştı.

 

"Yemin olsun ki, tüm sülalesiyle birlikte öldürürüm onu! Konuş, söyle ne yaptığını."

 

Bu çok ağırdı, nasıl derdim beni taciz etmeye çalıştığını? Aldığı sert solukları, her verişinde göğsü hiddetle inip kalkıyordu. Küfür etti bir kez daha, öfkesi elle tutulacak hale gelmişti.

 

"Ben..."

 

Hırsla kapattığı gözlerini yeniden açtı, konuşmam için kafasını salladı bir kez. Sabrını daha fazla zorlamadan kısık çıkan sesimle konuşmaya çalıştım.

 

"Kendimi korudum, istediğim şey bu değildi."

 

İnatla dudaklarımın arasından çıkacak olan kelimeleri bekledi, ama o kelimeler dudaklarımın arasından dökülmedi. Bana dokunmak istediğini söyleyemedim, gücüm yetmedi fakat Yavuz anladı. Gözlerimdeki gözlerini hızlıca çekerek, bir anda lavabodan çıktı. Onun ani tepkisi ile şaşırırken, adımlarım peşine takılmıştı korkuyla.

 

"Uyandığına pişman edeceğim o şerefsizi!"

 

Tiksinti ve öfkeyle başında dikiliyordu Alim'in. Evin zili çaldı, içindeki korku yeniden baş göstermişti.

 

"Ya yengemse?"

 

Telaşlı sesim ne kadar kısık çıkmış olsa da Yavuz duymuştu, cama yaklaşarak bahçe tarafına baktı. Beklediği kişiler gelmişti sanırım. Kapının önünde dikilen bedenimi omuzlarımdan tutarak boş odaya soktu önce, sonra da odadan çıkarak gelen kişilere kapıyı açmaya gitti. Sesleri duymak için kapıya yaklaşarak, hafifçe kafamı uzattım.

 

"Akif, içeride yatan iti alıp bağ evine götürün, doktor çağırın."

 

"Emredersiniz ağam."

 

En önde duran adam diğer adamı da yanına alarak mutfağa girmişti. Yavuz ise hala ondan komut bekleyen ikiliye dönmüştü bu sefer.

 

"Ortada dikkat çeken bir şey kalmasın, bıçağı da yok edin."

 

Onaylayarak onlar da girmişti mutfağa. Ağlamaktan acıyan gözlerimle onları izlemeyi bırakarak yatağın üzerine oturdum, yengemlere ne diyecektim ben şimdi?

 

"Düşünme artık."

 

Odaya girdiğini görmemiştim. Düşüncelerime bir türlü engel olamıyor, zihnimi kontrol edemiyordum.

 

"Akşam, ne olacak?"

 

Cebine koyduğu elleri ile tam karşımda durarak, kafasını sallamıştı.

 

"Hiç bir şey olmayacak."

 

Neden bu kadar basit bir şeyden konuşuyormuş gibi davrandığını anlayamıyordum.

 

"Nasıl olmayacak, ne diyeceğim onlara? Oğullarını öldürecektim az kalsın."

 

Sesimdeki çaresiz vaveyla öylece süzülüp gitmişti boğazımdan. Verecekleri tepkiden, sözlerden hepsi korkutuyordu beni.

 

"Sen yapman gerekeni yaptın. Bundan sonrası bende."

 

"Hayır, öldürmeyeceksin onu."

 

Sesim çatlarken, bakışları alay eder gibi beni bulmuş, havaya kalkan kaşları ile kafasını bir kez sallamıştı.

 

"Nedenmiş o?"

 

Oturduğum yerden kalkmamla bir an gözlerim kararmıştı, yutkunarak ayakta kalmaya çalıştım. Birisini öldürecek olması düşüncesi çok uzak geliyordu bana, yapamazdı. Yapmamalıydı.

 

"Ben onun gibi değilim, göz yumamam. Yapma..."

 

Sözlerimle az önceki bakışlarından eser kalmazken sabrını zorluyormuşum gibi duruyordu.

 

"Bu işe karışmayacaksın Evin."

 

Saatlerdir ağlamam yetmemiş gibi yaşlar hala gözlerimden akıyordu.

 

"O şerefsiz için ağlama!"

 

Tüm kelimeleri sertçe zihnime sızarken, attığım çığlığa ben bile şaşırmıştım. Elim boğazımı tutarken, susmak istememiş, tamamını görmesine izin vermediğim acımın bir kısmını görmesine müsaade etmiştim.

 

"Onun için ağlamıyorum ben, ne çektiğimi bilmek bir yana dursun tahmin bile edemezsin! Her şeye rağmen doğrudan şaşmadım, anlamıyorsun beni! Sadece yargılıyorsun sende!"

 

Parmaklarım tenime bastırırken canımın acısını hissetmiyordum, elini uzatmak istediğinde geri adım attım.

 

"Ben daha küçücük bir çocukken, bu evde kendimi nasıl korurum onu öğrendim! Kolay mı sanıyorsun, hepsini öldüremeyeceğimi mi düşündün gerçekten?"

 

Gözyaşlarım yüzünden görüş açım bulanıklaşırken, kalbim çoktan alev almıştı. Elleri bileklerimi bu sefer yakalamıştı.

 

"Tamam sakin ol, zarar vermeyeceğim oldu mu?"

 

Beni sakinleştirmeye çalışıyordu fakat kendi öfkesi sesinden anlaşılıyordu. Bileklerimi çekmeye çalışırken aynı zamanda da içimde biriken öfkem dışarıya sızıyordu.

 

"Bırak beni!"

 

Ellerinde tuttuğu bileklerimi kendine çekti, aramızdaki mesafe biraz daha azaldı. Baktığım bakışları yabancıydı sadece bana.

 

Bu şehirden gitmeyi istedim, yeniden bir hayata başlamanın hayalini kurdum, imkansız olacağını bile bile bunu yapabilmeyi diledim. Gözlerimin içine bakan gözlerinden kaçırmadım bakışlarımı.

 

"İstemiyorum..."

 

Aldığı hırıltılı nefesi aramıza sızarken, cıklamış, neyi istemiyorum dediğimi sormadan hayır demişti.

 

"Olmaz."

 

Yeniden aralanan dudaklarım adamlarının seslenmesi ile kapanmış, benden uzaklaşarak odadan çıkmıştı. Yatağın üzerine çöken bedenim hala titriyordu. Ellerimdeki kan gitmiş olsa da hala yerinde duruyor gibi iğreniyordum.

 

Avucumun içindeki yara izi sızladı. Parmak uçlarım üzerinde gezindi yavaşça.

 

"Özür dilerim, istemeden kırdım Alim abi."

 

Gözlerime baktı bir süre, inanacak gibi olmuştu, ama yengemin sesi bakışlarındaki tüm düşünceleri silip götürmeye yetmişti.

 

"Hala konuşuyor musun sen?!"

 

Annesinin dik bakışları üzerine elinde tuttuğu daha yarısını içtiği sigarayı, bir anda yakaladığı elimin içine bastırmıştı. Duyduğum acı ile dudaklarımdan acı dolu bir çığlık koparken, ben daha 14 yaşındaydım.

 

Kırdığım bir tabak yüzünden elimin içinde yıllardır taşıyordum bu izi ve dahasını...

 

Küçük bir çocuktum ben ruhumu bedenimden kopardıklarında. Neden şimdi üzülüyordum, ya da üzülüyor muydum? Vicdanım neden sızlıyordu?

 

Boğazım düğüm düğüm olurken, duvarda asılı olan küçük aynaya baktım. Fakat gözlerim yüzüme bir türlü değmiyordu, görmeye hazır değildim yıkılışımı. Elbisenin yırtılan yakası, kızaran tenim, kabaran saçlarım... ben değildim.

 

Dolabın içindeki hırkamı alarak üzerime geçirip önünü kapattım. Gözlerim bu süre zarfında sık sık kapalı olan kapıyı bulurken, bu tedirginliği kolayca aşabileceğimi sanmıyordum.

 

Düşüncelerimle savaştığım bir kaç dakikanın ardından Yavuz yeniden odaya gelmişti.

 

"Kalk hadi gidiyoruz."

 

Acıyan gözlerimi ellerimden çekerek yüzüne kaldırmıştım.

 

"Nereye?"

 

O ruhsuz bakışlarını yeniden takınmıştı yüzüne, umursamadım.

 

"Anneannenin yanına, seni görmek istiyormuş."

 

Ciddi olup olmadığını anlamaya çalışmıştım kısa bir an, ama o dediği şeyler konusunda hep ciddi olmuştu. Sızlayan gözümden bir damla yaş daha süzülürken, ağlamaya devam ediyor olmamdan memnun görünmüyordu. Yerimden kalkarken, üzerimi değiştirmem için odadan çıkmıştı Yavuz. Çok hızlı bir şekilde üzerimi değiştirerek peşinden çıktım bende. Gözlerim koridordan geçerken mutfağa kaymıştı, ne yerdeki kan lekeleri vardı nede başka bir şey... Kötü bir kabus olmasını istediğim anın gerçekliğini zihnimdeki görüntüler güzelce vurmuştu bir kez daha yüzüme.

 

Yaşadıklarımdan kaçamıyordum.

  

Ayakkabılarımı giyinerek kapının önündeki Yavuz'un yanına gittim, arabasını işaret ederek binmemi söylemişti. Dediğini yaptım.

 

"Ağlama artık."

 

Emniyet kemerini takarken duyduğum sesi ile kafamı koltuğa yaslamıştım. Kafam çok doluydu, nasıl ağlamazdım ki?

 

Herkesin görmekten kaçındığı, umursamadığı en büyük detay, ruhumdu. Konuşmayı sevmezdim, çünkü konuşacağım her an acımı haykırmaktan korkmuştum ben. Kendimden nefret ediyordum, susturamadığım zihnim beni günden güne öldürüyordu çünkü.

 

Acıyan gözlerimi kapatırken, zihnimdeki seslere bir kez daha engel olmaya çalışmıştım ama yine başarılı olamamıştım. Bastırdığım her bir düşünce farklı bir şekilde yeniden karşıma çıkıyordu. Sıkışıp kaldığım labirentin içinde ölüyordum ben, ruhum özgür olmak istiyordu...

 

"Olacaktı, ve ruhumun özgür olduğu o an ben mutluluğa ulaşacaktım..."

 

 

~

 

 

Hastane koridorlarında attığım hızlı adımlar, hemen kollarının arasına sığınmak içindi. Yavuz'un adımlarını durdurması ile önümüzdeki kapıya baktım.

 

"Gir hadi içeriye."

 

Tuttuğum kapı kulpunu aşağıya indirerek, odaya girdim. Beyazların sarmaladığı odanın içindeki yatakta halsizce yatıyordu. Onu böyle görmek çok ağır geliyordu bana.

 

Korkarak bir kaç adım daha attım yanına. Yarı kapalı olan gözlerini ağırca açarak, bakışlarıyla beni bulmuştu.

 

"Evin..."

 

Ağlamamak için dişlerimle ısırdığım dudağımı serbest bırakarak, konuşmaya çalıştım. Fakat ne dudaklarım aralanmış, ne de sesim çıkmıştı. Boğazımdaki kocaman yumru engel oluyordu bana.

 

"Hıı..."

 

Nefesim sıklaşırken, hiç bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordum. Bu haldeyken üzülmesini istemiyordum.

 

"Gel."

 

Yanındaki boşluğa otururken, ellerimle elini tuttum sıkıca. Yorgun bakışları yüzümde dolaşmaya başlamış, kaşları çatılmıştı ağırca.

 

"Bir... şey olmuş?"

 

Kafamı reddederek salladım hemen, gülümsemeye çalıştım elimden geldiği kadar.

 

"Allah korusun anneannem, bir şey olmadı. Sadece seni çok özledim, duygusallaştım biraz."

 

Eline dudaklarımı bastırırken, mavi hareleri üzülerek üzerimde geziniyordu.

 

"Olmuş, gözlerin yanıyor yavrum."

 

İnkar etmek isterken, bana izin vermedi. Dudaklarının arasından dökülen kelimeler, içimdeki duyguları yerle yeksan etmiş, beni büyükçe bir yangının içine atmıştı.

 

"Sen beni affetsen de, ben kendimi affetmeyeceğim."

 

Bakışlarındaki acı içimi yakarken, susmak çok zor geliyordu.

 

"Belki zamanında engel olabilseydim, şimdi böyle olmazdık."

 

Ağlamamak için kastığım bedenimle, oturduğum yerden kalkmıştım. Tek kelime daha duyabilecek halde değildim, konuşursam şayet sözleri söyleyen ben değil içimdeki çocuğun ruhu olacaktı.

 

"Dinlen şimdi sen güzelce, ben yine geleceğim."

 

Dudaklarımı bastırdığım alnından çekerek seri bir şekilde odadan çıktım. Gerçekten bu şekilde mi devam edecekti her şey, içimdeki yangın böyle yanmaya devam mı edecekti?

 

Karşı duvara yaslanmış olan Yavuz beni görünce yerinden doğrulmuştu. Net bir ses tonuyla söyledim.

 

"Doktoru ile görüşmek istiyorum."

 

Kafasını sallayarak yürümem için işaret verdi, onunla konuşamayacak kadar dağınıktım şu anda. Durduğumuz kapıyı çaldıktan sonra içeriye girdik. Kısa bir selamlaşmanın ardından, masasının karşısındaki koltuğa oturmuştuk.

 

"Sizinle açık konuşacağım."

 

Gözlerimi doktordan ayırmadan kafamı salladım, iyi şeyler demeyeceğini anlamıştım ama buna rağmen sarsıldım.

 

"Organları iflas eşiğinde, ilaçlar sadece ağrılarını dindirebiliyor. Geç kalınmış tedaviye, üzgünüm."

 

Tepki vermeden bakmaya devam ettim, ne soracağım bir şey kalmıştı nede duyacağım... yolun sonuna hep birlikte gelmiştik. Oturduğum yerden kalktım ve onları umursamadan odadan çıktım. Sıktığım avuç içime yayılan ince sızıyı ılık kırmızı sıvı takip etmişti. Ruhsuz bakışlarım, sadece karşıya bakarken ne koridordaki insanların bakışlarını nede arkamdan bağıran Yavuz'u umursuyordum.

 

Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken boğulacağımı düşünmüştüm, her anımda, her saniyemde yakarışlarım vardı. Yarım kalmaya o kadar çok alışmıştım ki...

 

"EVİN!"

 

Çaresizliği bir kez daha en dibine kadar yaşamıştım, müdahale edemiyordum. Hastanenin kapısından çıkmamla, temiz havayı içime çekmiştim, yorgundum.

 

"Evin, bana bak."

 

Kolumdan tutarak durdurmuştu beni, gözleri tepkisizliğimi anlamaya çalışıyordu. Görmesini istemedim.

 

"Kasma kendini."

 

Ağlamayacaktım, gözlerinin önünde bir kez daha ağlayamazdım.

 

"Eve gitmek istiyorum."

 

Emin olmak ister gibi suratıma bakarken, tepkisiz kalmak çok zor olmuştu. Arabasına binerken nasıl sustuysam, yol boyunca da konuşmamıştım. Öyle ki içimdeki kargaşa beni susturmaya yetiyordu.

 

Araba evin önünde durduğunda ikimizde indik.

 

"O iti sana sorduklarında, bilmediğini söyle."

 

Kafamı salladım ve üzerimdeki kazağın kollarını biraz daha sıktım parmaklarımla.

 

"Bir sorun olursa da ara."

 

"Tamam."

 

Arkamı dönerek evin bahçesine girdim, çaldığım kapı bir kaç saniye içinde yengem tarafından açılmıştı. Gözleri anında beni bulurken, kızacağını surat ifadesinden anlamıştım ama kızmadı. Arkamdan ilerleyen adamı görmesi ona engel oldu.

 

"Hoş geldin, Yavuz oğlum."

 

Sert bakışları yengeme dönerken karşılık vermemişti.

 

"Yarın gelinlik provası için almaya gelirim seni."

 

Yengem onun az önceki hareketini umursamazken, tüm dikkatiyle konuyu dinliyordu. Aralık kapıdan içeriye girmeden önce kısa bir cevap verdim ona.

 

"Olur."

 

Yavuz'un uzaklaşmasıyla yengem de içeriye girmişti.

 

"Nereden böyle?"

 

Meraklı ve kinayeli sesine rağmen, sorusunu cevapladım.

 

"Hastaneden, anneannemin yanından."

 

Kaşları yukarı kalkarken, kollarını önünde bağlamış, dudaklarını alayla kıvırmayı ihmal etmemişti.

 

"Sadece hastaneden mi?"

 

İçimdeki karmaşadan haberi dahi yoktu, bir de üstüne hesap soruyordu.

 

"Sadece hastaneden yenge."

 

Kafasını salladı.

 

"Neyse malzemeleri çıkardım, gözleme yap akşama aslan oğlum çok sever."

 

Beni bir başıma koridorda bırakmasıyla, hızlıca odama girmiş, ellerimin içinde kuruyan kana bakmaya başlamıştım. Bir kaç saat öncesinde başkasının kanı vardı oysa.

 

Sus gönlüm. Bütün bu susmalarına karşılık her şeyin hayırlısının olacağına inanarak sus.

 

 

~

 

 

 

Yazardan:

 

 

 

En beklenmedik anda yaşanan karşılaşmalarda kaderin bir oyunuydu Yavuz'a göre.

 

Birisine yardım etmesi için o kişiyi tanımasına gerek yoktu, yapısı gereği haksızlığın her türlüsüne karşıydı. Şimdi karşı karşıya kaldığı durumda normal şartlarda yapacağı şey çok belliydi, fakat Evin'e söylediği sözden sonra yapıp yapamayacağından pek emin değildi. En azından elinden geldiğinde sabırlı olmayı deneyecek, süre verecekti.

 

İçindeki öfke git gide büyürken, bağ evine bu kadar hızlı gelmiş olmasına şaşırmıyordu. Kapının önünde duran adamları, ellerini saygıyla bağlarken kafalarını eğmiştiler.

 

"Akif!"

 

Açık kapıdan Yavuz'un sesini duyan Akif koşarak yanına gelmişti.

 

"Hoş gelmişsin ağam."

 

Kafasını sallayarak, evi işaret etti.

 

"Durumu ne o şerefsizin?"

 

Önünde bağladığı elleri ile doktorun söylediği şeyleri anlatmaya başlamıştı.

 

"Ağam, karın boşluğuna denk gelmiş bıçak. Durumu iyi, bir kaç saate uyanırmış."

 

"Uyansın, uyandığına pişman edeceğim onu."

 

Cebindeki telefon titremeye başlarken, ekrandaki ismin kendisini az çok neden aradığını biliyordu.

 

"Akif, burası sana emanet. Uyandığında annesini arayıp bir bahane bulsun, kafasına daya silahı gerekirse ters bir şey söylemesin."

 

"Tamamdır ağam, sen hiç merak etmeyesin."

 

"Yemek, su yok ona. Geleceğim ben sonra."

 

 

~

 

 

Konağın kapısının önündeki adam Yavuz'dan önce arabasının kapısını açmıştı, anahtarı adamın eline vererek, konağın büyük kapısından içeriye girdi. Kendisini avluda kitap okuyan kız kardeşi Mihrimah karşılamıştı.

 

"Hoş geldin abilerin en karizmatiği."

 

Dudakları alayla kıvrılırken, kardeşine kısa bir karşılık vermişti.

 

"Yine hangi işin düştü bana söyle bakayım?"

 

Mihrimah abisinin onunla uğraşmasına alışkındı, ama her defasında karşılık veriyordu.

 

"Bak, yine günahımı alıyorsun. Gönlümü almak istersen, kartını ödünç verebilirsin. Biliyorsun annem izin vermiyor."

 

Yavuz cebindeki cüzdanı çıkartarak, bir kaç gün önce çıkarttığı kartı eline almıştı. Mihrimah sevinçle oturduğu yerden kalkarken, eline uzatılan kartın abisine ait olacağını düşünüyordu.

 

"Şifren 8091."

 

"Şifrem?"

 

Merakla kartın üstüne baktığında onu Mihrimah Karadağ yazısı karşılamıştı.

 

"Abii..."

 

Kollarını sıkıca abisine sararken Yavuz, onun bu çocuksu sevincine gülümsemişti.

 

"Zümrüt sultanın haberi yok ona göre."

 

Annesi bazı kurallara sahipti ve kız kardeşi de bu durumdan fazlasıyla nasibini alıyordu. Bu kart mevzusu aralarında ufak bir sırdı.

 

Adımları merdivenleri bulurken, suratı ifadesiz haline yeniden bürünmüştü. Aklı tamamıyla başka bir konudaydı.

 

"Sonunda gelebildiniz Yavuz Bey."

 

Annesinin sesi tüm hoşnutsuzluğunu ortaya sererken, Yavuz her zamanki maskesini takınmıştı.

 

"Geldim ana, geldim."

 

Baş köşede oturan babaannesi Heja hanım ise torununun haylaz bakışlarını keyifle seyrediyordu.

 

"Neredeydin?"

 

"Hayırdır Zümrüt Sultan, neye sinirlendin böyle?"

 

Zümrüt Hanın, oğlunun sorusu ile lafı dolandırmadan söylemeyi tercih etmişti. Yeteri kadar soru işareti vardı kafasında zaten.

 

"Hastaneye gitmişsin."

 

Yavuz elini dizlerinin üzerine koyarak kafasını sallamıştı, yaptığı her şeyi annesine yetiştiren birisi vardı.

 

"Anlaşılan adamlarla sıkı bir konuşma yapacağım."

 

Babaannesi elinde tuttuğu bastonla hafifçe dizinden dürtmüştü, cevap vermediği her an annesi daha da sinirleniyordu çünkü.

 

"Evet gittim, Evin'in anneannesi orada."

 

Zümrüt Hanımın duyduğu isimle başına ağrılar girmeye başlamıştı.

 

"Yine mi o kız? Oğlum, Mardin'in ağasısın sen. Sana layık değil o, olmaz."

 

İsteme gecesinden beri annesi aynı sözleri kaçıncı kez demişti artık saymıyordu.

 

"O dediğin kız benim nişanlım, bir kaç hafta sonra da karım olacak. Laf edecek olan herkes bizzat karşısında beni bulur."

 

"Yavuz, bir Lerzan'a bak bir de o kıza! Elaleme rezil olacağız."

 

Lerzan mevzusunun açılması bastırmaya çalıştığı öfkesini yeniden ortaya çıkarmıştı. Oturduğu koltuktan sıkıntıyla kalktı.

 

"Size iyi oturmalar ben şirkete geçiyorum."

 

Daha fazla soru sormalarına izin vermeden, salondan çıkmıştı. Sinirden başı ağrımaya başlamıştı.

 

"Anasını satayım, rahat bırakmıyorlar bir."

 

"Hayırdır Yavuz, nereye?"

 

Sözlerini bitirir bitirmez kendisini avluda yakalayan Ferzan'a sessizce küfür etmişti.

 

"Bir sen eksiktin gel."

 

Ferzan dediğini anlayamazken, sormuştu.

 

"Ne dedin?"

 

Alaylı bakışları üzerine yapışmış gibiydi, ya dövecekti ya da sövecekti.

 

"Şirkete gidiyorum dedim, malum iş güç sahibiyim."

 

Kısa ve iğneleyici cevapları yeterli olmuştu Ferzan'a. Daha fazla sorun çıkmaması için az önce geldiği konaktan şirkete gitmek üzere ayrılmıştı Yavuz. Sabırlı ve sakin bir adam olamamıştı o hiç, lakin bu aralar fazlasıyla bir çok şeye sabır gösteriyordu ve kendiside biliyordu ki, fena patlayacaktı.

 

 

 

~

 

 

 

Evin'den:

 

 

 

Kestiğim hamurları açarken gözlerim sık sık yeri buluyordu. Her ne kadar kan izi kalmamış olsa da yerde zihnim tedirgin etmeye yetiyordu beni.

 

"Oğlum, ne zaman gelirsin?"

 

Telefonla konuşarak mutfağa giren yengemle hamuru açan ellerim hareketini kesmişti.

 

"Nereden çıktı şimdi bu?"

 

Yaptığım gözlemeleri kontrol ederken aynı anda da karşı tarafı dinliyordu.

 

"İyi madem, Allah'a emanet ol."

 

Kapattığı telefonu masaya bıraktı.

 

"Fazla olmuş bunlar, buzluğa koy birazını."

 

Onu onaylayarak dediğini yapmaya başladım, nasıl konuşmuştu Alim ile bilmiyordum. Aklım öylesine karışıktı ki, neyi düşüneceğimi şaşırmıştım.

 

Aile saydığım son kişi de beni bırakıyordu, kaçıncı kez tacize uğramıştım, birisini bıçaklamıştım... kontrol edemiyordum.

 

"Allah'ım yardım et bana... yalvarırım."

 

Dikkatimi yeniden işime verdikten sonra kısa bir süre içinde sofrayı hazırlamış, klasik akşam yemeği vakti sonlanırken de odama geçmiştim.

 

Bedenimi artık ayakta tutamıyordum gücüm kalmamıştı. Gözlerimi her kapattığımda, kanlar içinde yatan bedeni, her açtığımda da acıyla yanan kendimi görüyor, düşüncelerime ve duygularıma engel olamıyordum.

 

Yaşlarım bir bir yanaklarımdan süzülürken, çoktan ruhum can çekişmeye başlamıştı. Bugün en çokta içimde kalan çocuğa zarar vermiştim ben.

 

"Anne... çok acıyor."

 

Küçükken gökyüzünden beni izledikleri yalanına inanmıştım ben hep, şimdi de kafamı büyük bir ihtiyaçla cama çevirdim. Derdimi bir tek onlar anlardı. Hem konuştum, hem ağladım...

 

Ağlayarak kapanan gözlerim duyduğum seslerle, bir anda açılırken gördüğüm manzara irkilerek sıçramamı sağlamıştı. Yatağımın başında dikilen yengem, nefret dolu bakışlarını yine üzerime dikmişti.

 

"Yenge?"

 

Sesime dahi tahammülü yoktu onun.

 

"Sen ne yaptın?"

 

Sert sesiyle yerimden doğrulmak istedim, ama izin vermedi. Arkasında duran ellerini öne uzattı, ve görüş açıma giren elleriyle gözlerim kocaman açılmıştı.

 

Bıçak?

 

Gözlerimde geziniyordu gözleri.

 

"Haberim olmayacak mı sandın, küçük yılan!"

 

Korkuyla yüzüne bakarken, bedenim şoktan bir tepki veremiyordu. Bıçağın soğuk sivri ucunu boynuma yaklaştırdı.

 

"Oğlum ölmedi, ama sen öleceksin!"

 

 

 

 

    

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarsa çok sevinirim ✨

 

• Düşüncelerinizi merakla beklediğimi unutmayın lütfen 💖

 

• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ, AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYIN.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

25/01/2022

simaara 🖋

Loading...
0%