9. Bölüm

9. BÖLÜM “Â F İ T Â B”

sim
simaara

Kitap hakkındaki duyuruları ve alıntıları İnstagram "Simaarawattpad" adlı hesaptan takip edebilirsiniz ✨

 

Sizleri bölümle baş başa bırakıyor, keyifli okumalar diliyorum. Satır aralarında buluşalım lütfen 🕯

 

 

 

• • •

 

 

 

Bölüm Şarkısı: Kahraman Deniz / Son Durağın

 

 

 

"Siz istiyorsunuz ki çöllerin ortasında susuz bıraktığınız insanlar, size gül bahçesi sunsun.

 

#KÜÇÜK PRENS"

 

 

Antoine de Saint-Exupery

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

⚫️

 

 

 

 

 

Hayatta yaptığımız şeyler kadar yapmadığımız şeylerden de sorumluyduk. Birçok şeye geç kalmamız gibi mesela. Ben tam olarak hangisinden sorumluydum emin değildim. Yapmadığım, daha doğrusu yapamadığım çokça şey vardı.

 

Pişmanlığım ne yazık ki bir işe yaramıyordu, mecbur kaldığım şeylere karşı çıkma fırsatı verilmemişti bana. Hayatta benim ne istediğim değil onların ne istediği önemliydi.

 

Bazı anlar vardır mesela mecbur kaldığınız için girdiğiniz ve insanlardan deli gibi korktuğunuz. Şu anda tam olarak öyle bir ortamdaydım. Kocaman salonun duvarları üzerime üzerime geliyordu. Konuşulan şeyler ise bir süreden sonra büyük bir vızırtı halini alıyordu.

 

"Gel mutfağa geçelim."

 

Yanımda oturan Berivan'ın sesiyle dikkatim dağılırken, çok fazla göze batmamak için yerimden kalkmış, salonun kapısından çıkar çıkmaz biraz da olsa sakince nefes alabilmiştim.

 

"İyi görünmüyordun içeride?"

 

Kafamı sallarken, yandan bir bakış attım. Üzerime çevrilen her göz sanki benden nefret ediyor gibiydi.

 

"Sadece kalabalığa pek alışkın değilim."

 

Mutfağa ulaşamadan arkamızdan koşarak Mihrimah gelmişti. Kolunun bir tanesini Berivan'ın koluna geçirirken, diğerini bana uzatmıştı.

 

"Yengoşlarım neden beni de almadınız yanınıza, ne yapayım ben o ortamda?"

 

Sahte bir alınganlık ile omuz sallarken o, Berivan gülmeye başlamıştı.

 

"Hemen geldin ama bak."

 

Gözlerini kısan Mihrimah, ciddi olmaya çalışıyor gibiydi.

 

"Görümcelik mooduna gireyim mi Berivan bûke?"

 

Mutfağın kapısından girer girmez çalışanlar bizi karşılamıştı. Büyük bir özenle yemeklerin sunumlarını hazırlıyorlardı.

 

"En güzel görümce."

 

Berivan'la Mihrimah birbirleriyle uğraşmaya devam ederken, susadığımı hissederek tezgahın önündeki orta yaşlı olan kadının yanına geçmiştim.

 

"Kolay gelsin."

 

Gözleri beni bulurken, hemen gülümseyerek teşekkür etmişti.

 

"Bardaklar nerede, su alacaktımda."

 

Hemen yan tarafımızda kalan dolabı açarak içinden bir bardak çıkartarak kenardaki sürahiye dönmüştü. Ondan önce davranarak sürahiyi elime aldım.

 

"Teşekkürler."

 

Doldurduğum suyu içerken, gözlerim masadaki boş sandalyelere oturan ikiliyi bulmuştu.

 

"Evin, senden bir şey isteyebilir miyim?"

 

Bardağı kenara koyarken, masadaki boş olan bir yere oturdum bende. Kafamı salladım, Berivan'a bakarak.

 

"Aras, Yavuz'daydı en son. Zahmet olmazsa getirir misin, acıkmıştır emzireyim."

 

Geldiğimizden beri görmemiştim Aras'ı, hafifçe gülümsedim.

 

"Ne zahmeti, lafı bile olmaz. Getireyim hemen."

 

Ben ayağa kalkarken, Mihrimah attığı kısık bakışlarıyla beni süzüyordu.

 

"Aras bahane, Yavuz Ağam şahane diyorsun yani yenge."

 

Sözleriyle gözlerim şaşkınlıkla açılırken, bakışlarımı arkamda çalışan kadınlara çevirmiştim.

 

"Mihrimah, yanlış anlayacaklar saçmalama!"

 

Ciddi olmak isterken onun tarafından pek ciddiye alınmamıştım. Hızlıca mutfaktan çıkarak merdiveni tırmanmaya başladım. Kadınların oturduğu salonun çaprazındaki salondaydı erkekler.

 

İçeriye girmekle girmemek arasında gidip gelirken, kapıya dönük olan Yavuz geldiğimi hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirmişti.

 

Kucağında tuttuğu bebekle ayağa kalkarak ağırca yürümeye başlaması ile kapının önünden kenara çekilmiştim.

 

"Bir sorun mu var?"

 

Kafamı olumsuz anlamda sallarken gözlerim kucağındaki küçük bedene kaymıştı. Çoktan uyuklama mooduna girmişti.

 

"Hayır, sorun yok. Sadece Aras'ı almaya gelmiştim."

 

Onun da bakışları kucağındaki bebeğe kayarken, kollarının arasında keyifle duran ufaklığı bana uzatmıştı. Karnı gerçekten acıkmış olmalıydı ki, ağzındaki emziği hırsla emiyordu.

 

"Sen acıktın mı?"

 

Hırsına, kendince mırıldanmaları da eklenince, Yavuz araya girmişti.

 

"Bu sinir neresinden çıkıyor merak etmiyor değilim."

 

Gülümsemeye çalışan tarafımı kontrol altına alarak daha fazla uzatmamak için, Yavuz'a bakarak konuşmuştum.

 

"Ben götüreyim annesine, aç aç durmasın."

 

Ellerini cebine koyup kafasını sallarken, ben çoktan yürümeye başlamıştım. Az önce çıktığım merdivenleri geri inerken mutfağa girmiştik.

 

"Çok acıkmış Berivan..."

 

Gülerek söylediğim sözlerin sonunda kollarına bırakmıştım Aras'ı. Annesini hissettiği gibi ağlamaya başlayan Aras'la, Mihrimah ayağa kalkarak mutfak kapısını kapatmıştı.

 

"Tamam oğlum, anne süt verecek hemen sana."

 

Her kelimesinin sonunda sesler çıkaran Aras sütü içmeye başladığında sessizleşmişti. Bu hali bizi daha çok güldürürken, Mihrimah konuşmaya başlamıştı.

 

"Miraç abim gelmeyecek mi yenge?"

 

Gözlerini kucağındaki bebeğinden kaldırmıştı Berivan, şimdi bakışları bizdeydi.

 

"Yoldaymış az önce mesaj attı."

 

"Senin provan nasıl geçti yeni yengem, bir sorun olmadı değil mi?"

 

Bu meraklı hali artık bana samimi geliyordu, hafifçe gülümsedim.

 

"Hayır bir sorun olmadı, son ölçüleri aldılar iki güne hazır olacakmış."

 

Benden daha çok heyecanlıydı.

 

"Mardin seni konuşacak, Yavuz Karadağ durdu ama turnayı da gözünden vurdu nede olsa."

 

Muzip ses tonu utanmam için beni zorluyor gibiydi, kafamı hafifçe eğerek dudaklarımı ısırdım.

 

"Mihrimah... acaba kapatsak mı bu konuyu?"

 

Tatlı tatlı gülerken, olumsuz anlamda kafasını sallamıştı.

 

"Yok, kapatmayalım biz bu konuyu. Bana yeni yenge geliyor, konağa yeni torunlar da gelir."

 

Gözlerimi gözlerinden kaçırırken, işin aslında çok ciddi bir boyutta olduğunu bir kez daha anlamıştım.

 

Evlenmeyi geçtim, çocuk fikri zihnimin kilitli odalarındaydı benim. Kendi yaşadığım şeyleri çocuklarımın da yaşayacak olmasını düşünmek, bu hayattaki en büyük korkularımdan birisi olmuştu. Ruhum yaralı bir çocukken, nasıl olurda bir çocuğa annelik yapabilirdim ben...

 

"Evin, iyi misin canım?"

 

Berivan ve Mihrimah bir sorun olduğunu anlayarak telaşla bana bakarken, hemen kendimi toparlamıştım. İyi değildim, sadece iyiymiş gibi görünmeye çalışıyordum. Ve bu durum artık katlanılmaz bir yorgunluk veriyordu bana.

 

Yemeklerin hazır olması ile çalışanlar avludaki masayı hazırlamaya başlamıştılar. Boş durmaktan sıkılarak elime hazır olan tabaklardan bir tanesini alarak bende mutfaktan çıktım. Tüm büyükler yerine oturmuştu ve masanın baş köşesi Heja daye için ayrılmıştı.

 

Ağır ağır yere vurduğu bastonunun sesi duyulurken, yanındaki uzun boylu adamla avluya gelmişti. Kim olduğunu bilmiyordum ama tahminimce Berivan'ın eşi Miraç abiydi.

 

Elimdeki tabağı masanın üzerine koyarak kenara geçtim, Yavuz'da arkalarından gelmişti. Miraç abinin bakışları önce beni sonra Yavuz'u bulmuştu. Elini omzuna koyarak bir şeyler demiş, ardından da olduğum tarafa doğru yürümeye başlamıştılar.

 

"Tanıştığımıza memnun oldum, Evin. Miraç ben."

 

Uzattığı elini sıkarken kafamı salladım hafifçe. Güleryüzlü birisine benziyordu.

 

"Bende Miraç abi."

 

Gülerek, bakışlarını avludakilerde gezdirmişti.

 

"Benim hatun nerede?"

 

Sözleri beni şaşırtmaya yeterken, bir yandan sevgilerine de hayran olmamış değildim. Anne ve babamdan sonra birbirini seven insanların kalmadığını düşünmüştüm hep, garip geliyordu.

 

"Aras'ı uyutmaya çalışıyordu yukarıda."

 

Kafasını salladı ve boş olan bir sandalyeye oturdu. Herkes yavaş yavaş yerine geçerken, Mihrimah'ın yanına oturmuştum bende.

 

Yemekler yenilmeye başlanırken, masadaki gergin konuşmada kaldığı yerden devam ediyordu. Sık sık üzerime döndüğünü hissettiğim gözler ise rahatsız olmam için yeterliydi.

 

"Yenge, yesene bir şeyler."

 

Yanımdaki Mihrimah'ın kısık sesiyle zorla tabağımdaki yemekten bir kaşık almıştım.

 

"Şirkete uğramamışsın bugün Yavuz?"

 

Mümtaz ağanın sesi her zamanki gibi otoriterdi, fakat sözlerini kızmak için söylemediği de oldukça belliydi.

 

"İşim vardı baba."

 

Gözlerimi önümden kaldırarak karşı çaprazımda kalan Yavuz'a baktım, kısa cevabı yeterli olmuş gibiydi.

 

Herkes yemeğini yedikten sonra erkekler büyük balkona, kadınlar da yeniden salona geçmişlerdi.

 

"Bûke xanim, bir kahveni içelim mi?"

 

Mihrimah'a gülümseyerek, ocağın başına geçmiştim. Kalabalık olduğu için en büyük cezvede yapacaktım kahveleri.

 

Sohbet eşliğinde kahveleri yapmaya devam ettiğim sırada mutfağa giren kişi ile suratım asılmıştı. Çatık kaşları ağır ağır hepimizin üzerinde gezinmişti Lerzan'ın.

 

"Ewar baş jinan." (İyi akşamlar kadınlar.)

 

"Ewar baş."

 

Siyah saçları attığı her adımda sallanırken, gözlerini gözlerimden çekmeden masanın etrafındaki boş sandalyeyi çekerek oturmuştu.

 

"Hayırdır Lerzan, nereden akşam akşam?"

 

Berivan'ın sorusuyla güldüğünü işittim.

 

"İşim vardı Berivan."

 

Kendinden emin sesi bir an ona imrenmemi sağlamıştı, ne yazık ki burada herkes onun kadar şanslı olamıyordu.

 

Annemle babam yaşasaydı çok daha farklı bir hayatımın olacağını biliyordum.

 

Güçsüz değildim ama gücümü göstermekten korkuyordum çoğu zaman.

 

"Annesine gidecekmiş, başımıza bela mı olacaksın kız sen?!"

 

Yüzüme patlayan tokat küçük bedenimi yere sererken, dışarıdaki yağmura aldanmadan gecenin bir vaktinde kapının önüne atmıştı yengem beni. Öyle çok ağlamıştım ki... kendimden başka kimseye duyuramamıştım o gece sesimi ben. 10 yaşındaydım ve sadece annemin mezarına gitmek istemiştim.

 

Derin bir iç çekerek, gözlerimi yeniden cezveye çevirmiştim. Hala aralarında konuşmaya devam ediyorlardı.

 

"Siz zahmet etmeyin isterseniz ben götüreyim tepsiyi?"

 

Yanımdaki çalışanın sözleri ile kafamı salladım hafifçe.

 

"Sen kalanını yap ben bunu götürüp gelirim."

 

Tepsiyi elime almadan önce üç tane kahveyi masanın üzerine koymuştum.

 

"Ellerine sağlık yenge."

 

"Afiyet olsun."

 

Onlar kahvesini içmeye başlarken, ben tepsiyi alarak mutfaktan çıkmıştım. Büyük merdivenleri çıkarak üst kattaki balkona doğru ilerlemeye başladım. Stresimi dışarıya yansıtmamaya çalışmak, şu anda beni zorluyordu.

 

Balkona adımımı attığım an tüm Midyat gözlerimin önüne serilmişti adeta. Yüzüme vuran ılık rüzgar, usulca tenimi okşuyordu. Bu his içimdeki stresi büyük bir mutluluğa çevirirken, elimdeki tepsiyi hatırlatmıştım kendime.

 

Baş köşede oturan Mümtaz Ağanın yanına gitmiştim ilk olarak. Kahveyi alırken, ağırca kafasını sallamayı unutmamıştı.

 

"Eline sağlık kızım."

 

Kızım kelimesi içimi garip bir duyguyla kaplarken, afiyet olsun diyerek amcama uzatmıştım tepsiyi. Her zamanki gibi gözlerini bile yüzüme çevirmemişti. Bu duruma çok fazla takılmadan diğer sedirde oturan Miraç abiye kahvesini vermiştim. Kafasını sallayarak teşekkür etmişti o da.

 

Tepside kalan son kahvenin sahibi Yavuz'du. Arkamı dönerek ona adımladım. Tepsiyi ona uzatırken, yüzüne bakmamıştım.

 

Almadı.

 

Kaşlarım yavaşça çatılırken, tepside olan gözlerimi gözlerine kaldırmıştım. Keyifle bakan kahveleri beni karşılarken, elini uzatarak fincanı almıştı.

 

"Eyvallah."

 

Bu hallerini artık garipsemiyordum, yerimde doğrularak tepsiyle birlikte balkondan çıktım. Planım mutfağa gitmek için merdivenlerden inmekti ama daha merdivenleri inemeden karşıdan gelen adamla durmak zorunda kalmıştım.

 

"Şew baş."

 

Ferzan'ın nasıl birisi olduğunu bilmiyordum, lakin onun da bu konukta sevilmediğini az çok anlamıştım.

 

"Sana da."

 

Merdivenden bir adım daha inerken, yeniden konuşmuştu.

 

"Evin, konuşabilir miyiz?"

 

Kararsız bir şekilde kafamı kaldırmıştım. Ne konuşacağını merak etmiştim ama birisi de görürse yanlış anlaşılacağını biliyordum.

 

"Ne hakkında?"

 

Korkumu anlamış gibi anlayışla kafasını sallamıştı, bir süre bekledi. Kelimelerini seçmeye çalışır gibi bir hali vardı.

 

"Biz... bizi konuşacağız."

 

Söylediği şeylerle kaşlarım çatılmıştı. Hangi bizden bahsediyordu?

 

"Düğün gecesi gördüm seni, halamla konuştuk haber gönderdik."

 

Ellerimde tuttuğum tepsiyi her an biraz daha sıkarken, o büyük bir ciddiyetle konuşmasını devam ettiriyordu.

 

"Kafanı bir kere dahi kaldırıp etrafına bakmadın o gece, ilgimi çekti bu durum."

 

Ferzan'ın söylediği her söz beni biraz daha şaşırtırken, sussun istiyordum.

 

"Yavuz'un amacı ne bilmiyorum ama o gece yaptığı şeyin hesabını soracağım."

 

Hafifçe öksürerek yerimde kıpırdandım. Duymak istediğim şeyler değildi bunlar. Ne olursa olsun nişanlı bir kadındım.

 

"Bittiyse diyeceklerin, mutfağa geçmem lazım."

 

Hafifçe gülümsemişti, sinirli gibi duruyordu. Tam inecekken, elimi yakaladı. Ani dokunuşu ile irkilerek elimi hızlıca elinden çekmiştim. Öfkeyle yüzüne bakıyordum.

 

"Yavuz neden böyle bir şey yaptı sorguladın mı hiç? Ona güveniyor musun?"

 

Güvenmiyordum.

 

Ben bu hayatta kimseye güvenememiştim. Ne Yavuz'a ne de bir başkasına, güvenemezdim. Bir intikam için hayatıma girmeyi göze almış biriydi o?

 

"Neden yaptı?"

 

Diye sordum. Ferzan'a da güvenmiyordum fakat bu konu hakkında büyük bir öfkesi vardı.

 

"Bir intikam uğruna seni üzmesine izin vermeyeceğim."

 

Duyduklarımın ağırlığı nefesimi keserken, kendinden emin bir şekilde yeniden konuşmuştu.

 

"Bana, bir sebep verir misin Evin?"

 

Ferzan'ın son söylediği şeyden ziyade Yavuz'un amacını anlamaya çalışıyordum. Kırıcı olmamaya çalışarak düz tuttuğum sesimle konuştum.

 

"Hayır, her ne olursa olsun bir söz verdik biz."

 

Biten sözlerimin ardından yeniden ağzımı açmıştım fakat bir başka ses bana engel olmuştu.

 

"Uzak dur lan nişanlımdan."

 

Yavuz'un sert adımları merdivenin ortasında duran bizim yanımıza ulaşırken, ikisinin de öfkeli olduğunu anlayabiliyordum. Kuzenden daha çok düşman gibi bakıyorlardı birbirlerine.

 

"Benden çaldığın nişanlın."

 

Ferzan'ın söylediği cümleyle birlikte gözlerim hızlıca Yavuz'u bulurken, işler hiçte iyiye gitmiyordu.

 

Yavuz bu sözlerden sonra kafasını alay eder gibi hafifçe eğerek gülmüş ardından da ne olduğunu dahi anlayamadığım bir kaç saniye içinde Ferzan'ın yakasına yapışmıştı.

 

"Lafını bil konuş! Sabrımla oynama benim it!"

 

Konaktakilerin, sesleri duymasından korkarak elimi Yavuz'un koluna koymuştum. Dikkatini çekmek için hafifçe elimin altındaki tenini sıktım.

 

"Dur, sakin ol. Şimdi herkes duyacak."

 

Bakışları elime kayarken, bu sefer az öncekinden daha kısık bir sesle Ferzan'ın kulağına bir şeyler söylemişti. Duydukları hoşuna gitmeyen Ferzan, ikimizde gezdirdiği bakışlardan sonra öfkeyle merdivenlerden inerek konaktan çıkmıştı.

 

Stresle terleyen ellerimi sıkarken, çekinerek Yavuz'a baktım. Konuşulan şeylerin ne kadarını duyduğunu bilmiyordum, ve yanlış anlaşılmakta istemiyordum.

 

"Ne söyledi o şerefsiz?"

 

Bakışları hiç bir tepkisini belli etmiyordu.

 

"Bir şey söylemedi, sorun yok."

 

Alt dudağını yaladıktan sonra sakin kalmaya çalışır gibi gözlerini bir kaç saniye konağın içinde gezdirmişti. Merdivenin ortasında dikiliyorduk hala.

 

Tek kelime etmeden kolumu tutarak, yarısını indiğim merdiveni geri çıkarttırmıştı.

 

"Yine nereye?"

 

Beni bir yerlere sürüklemeye alışmıştı. Elinden kurtulmaya çalıştım, ama tutuşundan her zamanki gibi kurtulamamıştım.

 

"Konuşacağız Evin."

 

Başka şansın yok der gibiydi ses tonu.

 

"Düzgünce konuşacağız desen olmuyor muydu?"

 

Kafasını omzunun hizasında çevirerek kısa bir bakış attı, hala elimde sıkı sıkıya tuttuğum bir tepsi vardı.

 

"Ulan ağız tadıyla bir kahve içirtmediniz."

 

Kahveye olan düşkünlüğü bir yana, benim yüzümden içememiş gibi davranması kaşlarımı çatmama sebep olmuştu.

 

"İçseydin ağam, önünden almadım ya kahveni."

 

İçimde büyük bir sinir olmasına rağmen ses tonum oldukça sevecen çıkmıştı. Ters ters bakmakla yetindi. Geldiğimiz koridorun sonundaki odanın kapısını açarak içeriye sokmuştu beni.

 

Gözlerimi kısaca etrafta gezdirdim, çalışma odasıydı burası.

 

"Ne söyledi Ferzan sana?"

 

Gözlerime diktiği kahvelerinden kaçırmamıştım harelerimi bu sefer.

 

"Bir şey söylemediğini aşağıda da söyledim zaten sana."

 

Uzun boyu yüzünden kafamı kaldırmak zorunda kalıyordum.

 

"Yalan konuştuğunu anlayabiliyorum Evin, uzatmadan söyle."

 

Söylememi istediği şeyden haberdar olduğu aşikardı. Neden yaptım bilmiyordum ama içimdeki sesin haklı haykırışına kulak astım.

 

Bir adım attım ona doğru. Ben Avşin Şahmaran'ın kızıydım, her düştüğümde yeniden ayağa kalkmak zorundaydım. Acı çeksem de pes etme lüksüm yoktu asla.

 

"Ne duymak istiyorsun, bana ne diyebilir ki Ferzan?"

 

Tek kaşı havaya kalkarken, başımı sağ omzuma doğru usulca yatırmıştım.

 

"Neyi duymamdan korkuyorsun?"

 

Benden duymayı beklediği şey bunlar değildi, bakışları bunu fazlasıyla ele veriyordu.

 

Evlenmeyi istemediğimi de yeteri kadar biliyordu, hayatıma bir anda girmesinden şüpheleneceğimi bildiği gibi. Kendini kendisi ele vermese de çevresindekiler sürekli karşımıza çıkıyordu.

 

"Konuşmayacak mısın Yavuz Karadağ?"

 

Eliyle burun kemerini sıktı ve arkasını dönerek odanın içine doğru bir kaç adım attı. Galiba doğru yerden girmiştim.

 

"Konuşmayacağım."

 

Bıçak gibi keskindi ses tonu. İtiraf etmeye yakın, inkar etmeye uzak gibiydi. Hışımla yüzünü yeniden bana çevirdi.

 

"Fazla düşünüyorsun Evin. Alt tarafı sana ne dediğini bana söyleyeceksin."

 

Bilerek söylemedim, çünkü şu anda bunu onun yüzüne vurmam gerçeği öğrenmemi sağlamayacaktı. En kötü inkar edip kendine inandıracak ve o mükemmel intikam oyununa kaldığı yerden daha dikkatli bir şekilde devam edecekti. Veyahut ortada büyük bir yanlış anlama vardı, bilemiyordum.

 

Lerzan'dan sonra aynı kelimeyi Ferzan'dan duymak aklımı daha da karıştırmıştı. İkisinin de Yavuz'a karşı bunu dillendiriyor olması tesadüf olamazdı.

 

Bir kez daha birilerine boyun eğip, inanıp ortada kalmak istemiyordum ben. Kaybedecek hiç bir şeyim kalmamıştı.

 

 

~

 

 

Araba evin önünde dururken hep birlikte inmiştik, amcam ve yengem yol boyunca saçma sapan konuşmuşlardı. Dışarıdan bakıldığında bana karşı ilgili gibi duruyorlardı, fakat gerçek yüzleriyle yüzleşen kişi olup bunu dışarıya belli edememek en çokta bana zarar veriyordu.

 

"Sağ olasın Yavuz Ağa."

 

Kafasını sallamıştı sadece amcama, boş konuşmaları sevmiyordu o da.

 

"Yarın akşam kız istemeye gideceğiz, hazırlan 7'de gelir alırım seni."

 

Sürekli bir yerlere gidiyor olmamız, evdekileri hiç memnun etmiyordu. Öyle ki, Yavuz'a karşı her ne kadar sorun yok diyor olsalarda, bana karşı aynı hassasiyeti göstermiyorlardı.

 

"Şey... evdekilerin izin vereceğini sanmıyorum."

 

Önümüzden giden ikiliye baktı bir süre.

 

"Onlarla değil seninle konuşuyorum. Bir şey derlerse haberim olsun."

 

Kafamı salladım sadece ama söyleyemeyeceğimi en az benim kadar kendisi de biliyordu.

 

"Evin herkes yerini ve haddini bilecek. Aksi takdirde karşılarında beni bulurlar."

 

Kapıyı açık bırakarak eve girmişti amcamla yengem.

 

"Şimdi git dinlen, yoruldun bugün."

 

"İyi geceler."

 

Diyerek arkamı dönmüş ve eve doğru adımlamıştım bende.

 

Attığım her adımda birazdan yaşanacak olan stresi hissediyordum. Kapıyı titreyen ellerimle kapattım.

 

"Eve gelmez oldunuz Evin Hanım."

 

Yengem başındaki şalını omuzlarına atarak karşıma dikilmişti. Saatlerdir bu anı beklemiş gibi duruyordu.

 

"Milletin ağzına laf söz mü olmak istiyorsun söyle hele bi!"

 

Ellerimi üzerimdeki elbiseyle birlikte sıkarken, derin bir nefes almıştım. Söylemek istediğim çok şey vardı ama her hamlemde olduğu gibi bu sefer de canım acır diye nasıl gireceğimi bilemiyordum.

 

"Yenge ben ayıp bir şey yapmıyorum ki. Kimse namusuma iftira atamaz benim!"

 

Sanki sesimi duymak öfkelendirmişti onu, bir iki adımda yanımda bitmişti. Gözlerime bakan gözleri nefretini içime akıtıyordu.

 

Belki istesem ona gücüm yeterdi ama bunu yapamıyordum. Çocukluğumu çalan bu insanlardan korkuyordum ben. Yapacakları şeylerin bir sınırı yoktu, öfkelerinin de öyle.

 

"İki insan gördün diye, kendine güveneyim deme! Kemiklerini kırarım ona göre."

 

Gözlerini çekip hızlıca yanımdan gitti, giderken de amcama ithafen konuşmayı ihmal etmedi.

 

"Alim'i arasana sen bir. Bakmadı benim telefonuma."

 

İşler iyice birbirine girmişti, neyi nasıl yapacağımı bilemiyordum.

 

"Allah'ım yardım et..."

 

 

~

 

 

"Ne zaman gelirsin oğlum?"

 

Yengemin duyduğum sesiyle, dikkatimi hazırladığım yemeklerden çekmiştim.

 

"Nasıl belli değil?"

 

Memnun olmadığı oldukça belli oluyordu, yüzünü buruşturdu.

 

"İyi madem öyle diyorsan... dikkat et kendine."

 

Aramayı sonlandırarak hazırladığım yemekleri kısaca süzmüştü. 7'ye bir saat kalmıştı ve tüm işler yeni bitiyordu. Mutfaktan çıkmasıyla bende odama geçtim. Giyeceğim kıyafetleri hazırladım ilk önce, sonrada havlumla birlikte hepsini yanıma alarak banyoya girdim. Üzerime yemek kokusu sinmişti ve rahatsız ediyordu.

 

Temiz kıyafetleri kenara koyarak hızlıca üzerimi çıkardım ve kendimi ılık suyun altına attım. Yaklaşık 10 dakikalık bir sürenin ardından havluya sardığım bedenime yeni kıyafetleri geçirmiştim.

 

Saçımın ıslağını kuruttuktan sonra, yeniden odama geçtim. Bordo bir elbise giyinmiştim, pek bir açık yeri yoktu. Kuruduğu için hafifçe kabaran saçlarımı tarayarak, sıkıca bağladım. Yüzüme ve ellerime krem sürerek, banyoya girmeden önce çıkardığım yüzükleri taktım.

 

Hazırdım.

 

Çantamı hazırlarken telefon mesaj bildirimi ile titremişti.

 

Yavuz Karadağ:

Kapıdayım.

 

Çantayı elime alarak hızlıca odadan çıktım ve salona geçtim.

 

"Yenge, çıkıyorum ben."

 

Oturduğu koltuktan kafasını bana çevirmişti.

 

"Geç kalma!"

 

Kafamı sallayarak ayakkabılarımı giyindim ve evden çıktım. Arabada bekliyordu. Bir kaç komşu dikkatle bakıyordu bize.

 

Arabaya bindiğimde yine aynı koku karşılamıştı beni, sanırım her şeyden önce bu parfüm kokusuna alışmıştım ben.

 

"Bir sorun çıkarmadılar değil mi?"

 

"Hayır."

 

Arabayı çalıştırıp yola koyulmuştu. Bir süre öylece yolu izledim.

 

"Alim ile konuştu yengem bugün."

 

Kafasını öyle mi dercesine eğdi, dalga geçiyordu.

 

"Bak biliyorum öfkelisin ama evdekiler inanmıyor bu duruma, şüpheleniyorlar."

 

Radyoyu açmak istedi ama fark ederek yeniden konuştum.

 

"Zor durumda kalıyorum, bana zarar vermiş olsa da aynı karşılığı veremiyorum! Verirsem onlardan ne farkım kalır benim, söylesene?"

 

Belki de aynı şeyleri konuşmaktan sıkılmıştı ama üstünü bir kez daha kapatamazdı. Her şey böylesine karışmışken olmazdı.

 

"Bu konuyu kapatmamış mıydık?"

 

İsteksizdi.

 

"Hayır, sadece sen kapattın."

 

Her gece kabusum oluyordu hepsi. Arabayı bir sokağın başında durdurdu, gözleri etrafı kontrol etmişti.

 

"Akif gelecek şimdi, bu konuyu daha sonra konuşuruz."

 

Yeniden konuyu kapatmaya çalıştığını hissederek itiraz etmek istedim ama fırsat vermedi.

 

"Zaten sen yine açacaksın bu konuyu, unutturmuyorsun."

 

Karşılık vermeden bakışlarımı bende dışarıya çevirdim. Bir adam elinde tuttuğu çikolata ve çiçekle arabaya doğru geliyordu.

 

"İyi akşamlar ağam."

 

Demişti ilk önce, Yavuz'da karşılık vermişti.

 

"İyi akşamlar Akif."

 

Sonrasında kurduğu cümle ise kesinlikle duymayı beklediğim bir şey değildi.

 

"Sana da iyi akşamlar hanımağam."

 

Şaşırmış bir şekilde kafamı arkaya çevirdim.

 

"Hanımağam mı?"

 

Sesimdeki saf merak Akif'i de şaşırtırken, Yavuz'un güldüğünü işitmiştim.

 

"Evet hanımağam."

 

Bir kez daha üstüne bastıra bastıra hanımağam demesiyle bakışlarımı dışarıya çevirmiştim. Ne kadar inkar edecek olsam da içten içe hoşuma gitmişti sanki bu.

 

Saygı duyulmak ve saygı duyulduğunu hissetmek güzeldi.

 

Araba yola koyulmuşken, Akif adresi tarif etmişti. Kısa bir süre sonra, iki katlı bir evin önünde durmuştuk.

 

"Ağam, ya vermezlerse?"

 

Yol boyunca tarif dışında konuşmayan Akif'in sesi fazlasıyla heyecanlıydı. Yavuz ise onun bu halinden keyif alıyordu.

 

"Kaçırırsın oğlum."

 

Söylediği şeylerle hemen ona dönmüştüm. Bazı şeyleri fazla basite alıyordu. Akif arabadan inince, bende kemeri çıkardım.

 

"Hayırdır Evin Hanım, duyduklarınız hoşunuza gitmedi mi?"

 

Az önceki bakışlarımı farketmişti demek ki, dik dik suratına baktım yeniden.

 

"Zorba bir adam olduğunu düşünmeye başladım."

 

Anahtarı eline alırken, alaycı bir gülüş atmıştı.

 

"Bu zamana kadar düşünmemiş olman hataydı."

 

Hadi in dercesine kafasını sallayarak arabadan inmişti, arkasından attığım bakışlara son vererek bende indim.

 

Akif'in kapıyı çalmasıyla, kapı açılmış genç bir kız bizi karşılamıştı.

 

"Hoş geldiniz."

 

Açılan kapıdan önce ben sonra Yavuz ve en sonda Akif girmişti. Ayakta duran aile büyükleri tahminimce anne ve babasıydı.

 

"Hoş gelmişsiniz ağam, şerefler verdiniz."

 

Yavuz onlarla selamlaşırken, bende selamlaşmıştım hepsiyle. Gösterilen salona girdiğimizde ufak bir kız çocuğu çıkmıştı karşımıza. Koltuğun kenarında oturarak bize bakıyordu.

 

"Misafirlerimize hoş geldiniz desene kızım."

 

Annesinin sesiyle yerinden kalkan küçük kız içeriye yeni giren Yavuz'la benim önümde durana kadar yürümüştü. Kısa boyu yüzünden kafasını oldukça havaya kaldırmak zorunda kalıyordu.

 

"Hoş geldiniz."

 

Çekingen bir şekilde söylediği sözleri beni gülümsetirken, Yavuz eliyle başını okşayarak hoş bulduk diyip koltuklardan birine oturmuştu. Bende aynı şekilde kıza karşılık verdim. Nereye oturacağımı kestiremezken, Yavuz'un yanındaki boşluğu işaret etmesiyle oraya oturmuştum.

 

Kısa bir tanışma faslının sonunda, sohbet iyiden iyiye ilerlemişti. Herkes üzerindeki stresi atmış gibiydi.

 

"Sebebi ziyaretimiz belli, Şeref Bey."

 

Yavuz biten kahvesini önündeki sehpaya bırakırken, konuya girmişti.

 

"Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istiyoruz."

 

Lafı dolandırmadan direkt söylemişti. Onun susmasıyla birlikte odayı bir sessizlik hakimiyeti altına almıştı.

 

"Açık konuşmak gerekirse pek sıcak bakmıyordum bu işe..."

 

Şeref beyin söylediği her kelimeden sonra Akif'in suratı biraz daha kızarıyordu.

 

"Ama evimize kadar gelmişsiniz, hayır demek olmaz. Verdim gitti."

 

Akif anlık heyecanla bir anda yerinden kalkarken, hızlıca kayınbabasının elini tutarak öpmüştü. Bu hamlesi hepimizi güldürmeye yeterken, sonrasında da Yavuz'un elini öpmeye çalışması asıl olay olmuştu.

 

"Abi çok sağ ol.."

 

Yavuz elini kurtarmaya çalışıyordu Akif'in elinden.

 

"Akif tamam aslanım dur."

 

Kısık sesi bile durduramamıştı Akif'i. Kendini kaptırdığı için hızını alamayıp bana dönünce Yavuz elini önüme uzatmıştı.

 

"Yavaş lan!"

 

Akif uyarı ikazını alarak geri adım atarken, konuşmayı da ihmal etmemişti. Şaka gibiydiler.

 

"Pardon yenge."

 

Kısa bir anlığına Yavuz'la göz göze gelmiştik yeniden, sinirimi bozuyordu.

 

 

~

 

 

 

1 gün sonra:

 

 

 

 

Katladığım çamaşırları yerine yerleştirdiğim esnada evin çalan ziliyle işimi yarım bırakmak zorunda kalmıştım.

 

"Evin, kapıya bak kız!"

 

Hızlı adımlarım ile kapıya ulaştım. Karşımda gördüğüm kişiye anlamsız bakışlar atarken o benim neden burada olduğunu sormama fırsat vermeden konuşmuştu.

 

"Evin yenge, rahatsız ettim kusura bakma ama bir sorun var."

 

Bakışlarındaki ciddiyetine bir anlam vermeye çalışıyordum fakat pek başarılı olamamıştım.

 

"Hayırdır ne oldu?"

 

Arabayı işaret etmişti.

 

"Hazırlanırsan iyi olur, ağam bizi bekliyor."

 

Kafamı sallayarak kapıyı örterek içeriye girdim. Sorun ciddiye benziyordu. Salonda televizyon izleyen yengemin yanına geçtim.

 

"Yenge gelinlikte bir sorun çıkmış, Yavuz Ağa adamını göndermiş beni alması için. Gidebilir miyim?"

 

Ayağa kalkarak bir kaç adımda pencereye yaklaşarak, kapının önündeki arabaya bakmıştı.

 

"Geç kalma."

 

Onu onaylayarak odama girdim. Üzerime hemen bir şeyler giyinerek fazla bekletmemek için aceleci bir şekilde evden çıkmıştım.

 

Arabaya bindim.

 

"Sorun ne söyler misin Akif?"

 

Arabayı çalıştırdı. Stresliydi, hemde fazlasıyla.

 

"Yenge gidene kadar bir şey demesem daha doğru olur."

 

Israrlarıma rağmen tek kelime etmedi. En az Karadağ'lı konağı kadar büyük olan bir konağın önünde durdurmuştu arabayı Akif.

 

"Neresi burası?"

 

Arabadan inerek kapımı açtı, ve sorumu cevapladı.

 

"Aşiret ağaları toplandı, Lerzan hanımın babası Nazım Ağanın konağı burasıda."

 

Bu konunun benimle olan alakasını çözememiştim daha. Kafamın karıştığını anlayan Akif kapıyı işaret etti.

 

"Gel yenge daha fazla bekletmeyelim."

 

Korumaların kapıyı açmasıyla avlu ve avludaki büyük masanın etrafında oturan adamları görmüştüm. Masanın başında Yavuz vardı.

 

Hepsinin bakışları bana döndü.

 

"Gelmiş gelin xanim."

 

Masanın diğer ucunda oturan adam söylemişti bunu. Attığım anlamsız bakışlarla birlikte Yavuz oturduğu yerden kalkmıştı.

 

"Buyurun konuşun bakalım, neymiş derdiniz dinleyelim."

 

Masadan bir kaç homurtu yükselirken, hala ne döndüğünü anlayamamıştım.

 

"Yavuz Karadağ, evleneceğin kadının ne haltlar yediğini bilmeden ağalara saygısızlık etmekte ne demektir?"

 

Kaşlarım çatılırken, gözlerimi hızlıca konuşan kişiye çevirdim.

 

"Haddini bil Behram Ağa, yoksa bildiririm. Benim nişanlımın namusunu sorgulamak kimsenin haddine değil!"

 

Sesi avluyu inletirken, büyük avcu sağ elimi yakalamıştı. Kalbim korkuyla ağzımda atıyordu.

 

Elimi sıkıca tutan elden güç almak ister gibi başımı yana çevirdim. Gözleri karşıladı beni, sakin ol der gibi başını salladı.

 

"Yakışmıyor Yavuz, önce kızımın namusuyla oynaman, sonra da milletle kırıştıran şu kız yüzünden ağalara karşı gelmek yakışmıyor."

 

"Ne?"

 

Tepkimi hepsi duyarken kimse tek kelime etmedi. Sözlerim yine kendi zihnimde yankılandı.

 

Kızımın namusuyla oynaman.

 

Lerzan.

 

Elimi tutan elinden elimi çekmek istedim, bırakmadı. Gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu ve canım çok acıyordu.

 

Yorulmuştum, ve ruhum büyük bir enkazdı...

 

 

 

 

⚫️ ⚫️ ⚫️

 

 

 

• Yıldızı parlatmayı unutanlar en alt köşeye tıklarsa çok mutlu olurum ✨

 

• Düşüncelerinizi merakla beklediğimi unutmayın lütfen 💖

 

• Yeni bölümdeki güzelliklerde görüşene kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın 🫶🏼

 

• SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN TAKİP ETMEYİ, AKLINIZA TAKILAN ŞEYLERİ DE SORMAYI UNUTMAYIN.

 

İnstagram:

• Simaarawattpad (duyuru hesabı)

 

22/02/2022

simaara 🖋

Bölüm : 22.10.2024 20:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...