Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm / Berdel

@simsiyahgece_14

 

 

Anadolu’nun kadim köylerinden birinde, yer yer dağlarla çevrili, huzurlu ve sakin bir köyde yaşayan iki aile vardı: Karadumanlar ve Demircanlar. Bu iki aile, köyün ileri gelen, saygın ailelerinden biriydi ve yıllardır süregelen, toprak meseleleri yüzünden aralarında büyük bir husumet vardı. Toprak, bu köyde kutsaldı; köylü için hem kimlik hem de hayattı. Tarlalar, ekinler, hayvanlar; hepsi bu topraklar üzerinde var olur, bu topraklar üzerinde büyürdü.

 

Karadumanların reisi, köyün en güçlü ve en zengin adamlarından biri olan Hüseyin Ağa idi. İri yapılı, keskin bakışlı ve sert mizaçlı bir adamdı. Elinde tuttuğu topraklar, köyün neredeyse yarısını kapsıyordu ve köyde neredeyse herkes, bir şekilde ona bağımlıydı. Kendi oğlu Mustafa, Hüseyin Ağa’nın tek gurur kaynağıydı. Mustafa, babası gibi güçlü, çalışkan ve inatçı bir delikanlıydı. Hüseyin Ağa, oğlunun da kendisi gibi güçlü bir ağa olmasını istiyordu.

 

Öte yanda ise Demircan ailesi vardı. Ahmet Demircan, uzun zamandır Karadumanlar ile aralarındaki sınır toprakları yüzünden husumet içindeydi. Hüseyin Ağa ile zamanında defalarca tartışmış, defalarca uzlaşmak istemiş ama her defasında bir duvar gibi karşısına dikilen Hüseyin Ağa’yı aşamamıştı. Ahmet Demircan’ın iki kızı vardı; biri 20 yaşına yeni basmış olan Lina, diğeri ise 18 yaşındaki Elif’ti. Ahmet Demircan’ın en büyük korkusu, iki kızının da geleceğinin bu toprak anlaşmazlığı yüzünden kararmasıydı.

 

Bir yaz günü, köy meydanında yine bir kavga patlak verdi. Bu sefer kavganın fitilini ateşleyen, Karadumanların işçisinin Demircanların tarlasına yanlışlıkla girmesiydi. İş, önce küçük bir tartışma gibi başladıysa da, geçmişteki tüm kin ve nefretin üzerine eklenmesiyle kısa sürede büyüdü. Köyün diğer ileri gelenleri, araya girip tarafları güçlükle ayırabildi. Her iki taraf da hırslanmış, daha da bilenmişti. İşin kötü yanı, bu tartışma yalnızca iki ailenin değil, köyün diğer insanlarının da arasını açıyordu. Köyde bir huzursuzluk vardı ve bu huzursuzluk gün geçtikçe büyüyordu.

 

Köyün en yaşlısı ve en bilgesi olan Dede Mehmet, bu durumu daha fazla izlemek istemedi. Yaşadığı uzun ömrü boyunca nice kavgalar, nice barışlar görmüş ve sonunda şu karara varmıştı: En büyük sorunlar, ancak büyük fedakarlıklarla çözülebilirdi.

 

Dede Mehmet, köyün diğer yaşlılarını yanına alarak iki aileyi köy odasında bir araya getirdi. Sözün ve aklın hakim olduğu bu odada, Dede Mehmet’in tavsiyesi kutsaldı. İki aile reisini karşısına alıp, uzun süre sustuktan sonra derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı:

 

“Yıllardır birbirinizle didişip duruyorsunuz. Bu didişme, ne size ne köyümüze fayda sağladı. Olan, hep sizin çocuklarınıza ve köylümüze oldu. Bunu daha fazla sürdüremezsiniz. Artık bir yol bulup, bu husumeti bitirmenin vakti geldi. Yoksa bu işin sonu, sadece felaket olur.”

 

İki adam da Dede Mehmet’in gözlerinin içine baktı. Hüseyin Ağa’nın yüzü gerilmişti, Ahmet Demircan ise endişeli ve kararsızdı. Hüseyin Ağa, hiddetle konuşmaya başladı:

 

“Biz barışmak isteriz elbet, ama Demircanlar sınırımıza göz dikmiş. Toprağımıza el koymak isteyenlerle nasıl barışırız?”

 

Ahmet Demircan ise başını iki yana sallayarak karşılık verdi:

 

“Bizim göz diktiğimiz falan yok. İstediğimiz tek şey, hakça bir paylaşım. Zaten paylaşılamayacak kadar büyük değil o topraklar. Bir araya gelsek, konuşsak bir yol buluruz belki.”

 

Dede Mehmet, ellerini havaya kaldırarak iki tarafı susturdu. Gözlerini kapatıp kısa bir süre düşündükten sonra derin bir nefes aldı ve sözlerine devam etti:

 

“Belki de haklısınız. Belki toprak, paylaşılmayacak kadar değerli. Ama bu köyde, topraktan daha değerli bir şey daha var: Kan bağları, akrabalık. Sizleri bu husumetten kurtaracak tek şey, kan bağını kurmaktır. Bu yüzden önerim şu: Berdel yapın. Birbirinizin çocuklarını evlendirin, iki aileyi akraba yapın. O zaman, paylaşılması gereken bir şey kalmaz; çünkü hepsi bir olur.”

 

Bu sözler, köy odasında yankılanırken, herkes derin bir sessizliğe büründü. Berdel… Bu, iki tarafın da pek sıcak bakmadığı bir yöntemdi. Ancak köydeki geleneklerin en derinlerinden biriydi; kan bağını kurarak husumeti bitirmek. Berdel, iki aileyi akraba yapar, ortak çıkarları birbirine bağlardı.

 

Ahmet Demircan, şaşkınlıkla Dede Mehmet’e bakarken, Hüseyin Ağa sertçe gözlerini kıstı. Uzun süre sessizlik hüküm sürdü odada. Sonunda, Hüseyin Ağa elini masaya vurdu:

 

“Peki!” dedi, “Madem bu işin başka yolu yok, kabul ediyorum. Oğlum Mustafa’yı, Demircanların kızı Lina ile evlendirelim. Ama bir şartım var: Demircanlar da, bizim kızımız Ayşe’yi oğulları Murat’a versin.”

 

Ahmet Demircan, bu öneriyi duyduğunda irkildi. Kendi kızının böyle bir anlaşmanın parçası olması fikri, ona oldukça ağır gelmişti. Ancak köydeki huzursuzluk, iki aile arasındaki gerginlik ve köylünün de artık bu durumu daha fazla taşımak istememesi, onu kararsız bir noktaya sürüklemişti. Bir süre düşündü, etrafındaki diğer köy büyüklerine baktı. Hepsi başlarıyla onay verircesine ona bakıyordu. Sonunda iç geçirdi ve ağır adımlarla Hüseyin Ağa’nın gözlerinin içine bakarak başını eğdi:

 

“Kabul ediyorum. Kızım Lina'yı oğlun Mustafa’ya vereceğim. Ama kızın Ayşe’yi de oğlum Murat’a alırım. Bu iş böyle olur.”

 

Böylece, iki aile arasında berdel kararı alındı. Herkes bu kararla birlikte biraz rahatlamıştı; yıllardır süregelen husumetin sona ereceğine dair bir umut belirmişti. Ancak bu karar, yalnızca iki aile reisinin dudaklarından çıkmış bir cümleyle bitmeyecek, bu işin gerçek sahipleri olan çocukların hayatlarını değiştirecekti.

Yeni Bir Hayat

Berdel kararı köyde hızla yayıldı. Herkes, bu ani karardan haberdar oldu. Kimi köy sakinleri bu karara sevinirken, kimi ise bu eski geleneğin tekrar canlandırılmasına pek hoş bakmadı. Ancak köyde alınan kararlar, köyün ortak yaşam kuralları kadar kuvvetliydi ve bu yüzden kimse çıkıp açıkça itiraz edemedi. Hüseyin Ağa ve Ahmet Demircan, oğullarını ve kızlarını karşılarına alarak durumu açıkladılar.

 

Mustafa, bu kararı duyduğunda yüzünde bir ifade belirmedi. Babasının kararlarına itaat etmekle büyümüştü ve bu da onlardan sadece biriydi. Ancak içten içe, Lina'yı sadece birkaç kez uzaktan gördüğünü, ona dair hiçbir şey bilmediğini düşünüyordu. Ona göre evlilik, yalnızca bir görevden ibaretti ve babası bu görevi nasıl tanımlıyorsa, o da öyle yapacaktı.

 

Öte yandan Lina, bu kararı öğrendiğinde gözleri doldu. Bu, onun hayal ettiği bir evlilik değildi. Evlilik onun için, sevmek ve sevilmek demekti. Ama şimdi, bu kararla tüm hayalleri yerle bir olmuştu. Babasının kararını sorgulayamayacağını biliyordu. Annesi, onu odasına çekip sakinleştirmeye çalıştı, ama Lina’nın içinde kopan fırtınayı dindirmek imkansızdı.Lina, başını ellerinin arasına almış, sessizce ağlıyordu. Bu, onun hayalini kurduğu hayat değildi. İçindeki umut, geleceğe dair beslediği tüm güzel düşler bir anda yok olmuştu. Annesi yanına oturup omzuna dokunduğunda Lina, içinde tuttuğu acının dalgalarını serbest bırakmak istercesine ağlamaya başladı.

 

"Anne," dedi boğuk bir sesle, "neden? Neden benim hayatım böyle değişmek zorunda? Ben sevmeden, bilmeden birine nasıl eş olurum?"

 

Annesi, kızına çaresizce baktı. Lina'nın haklı olduğunu biliyordu. Ama bu köyde, ailelerin kararları değiştirilemezdi. Köyün gelenekleri, kişisel isteklerin önüne geçerdi. İç çekerek, yumuşak bir sesle konuştu:

 

"Kızım, ben de isterdim senin sevdiğin biriyle, mutlu bir evlilik yapmanı. Ama bu, bizim elimizde değil. İki aile arasındaki bu husumetin bitmesi için bu evliliğin olması şart. Berdel, bu işin çözümü… Belki, zamanla birbirinizi seversiniz. Belki de bu evlilik, sana beklediğinden daha iyi bir hayat sunar."

 

Lina, başını öne eğdi. Annesinin sözleri, ona bir nebze de olsa umut veriyordu ama içinde hâlâ büyük bir korku vardı. Korkusunu ve hayal kırıklığını bastırmaya çalışarak ayağa kalktı. Kaderine razı olmak zorunda olduğunu hissediyordu.

 

Diğer yanda, Mustafa ise babasının kararını sessizce kabullenmişti. Babasının sözleri, onun için emirden öteydi. Ancak yine de içten içe huzursuzdu. Kafasında, Lina'ya dair hiçbir şey yoktu; onun nasıl bir insan olduğunu, neyi sevip sevmediğini bilmiyordu. Bu evlilik, aslında onun için de büyük bir belirsizlikti. Bir akşam, köy meydanında Lina'yı kısa bir süreliğine görmüştü. Zeynep, ona soğuk ve uzak görünüyordu. Ama Mustafa, ne olursa olsun bu evliliği sürdüreceğine dair kendi kendine söz verdi. “Babamın hatırına…” diye düşündü.

 

Elif ise ablası Lina’nın evlenecek olmasından dolayı içten içe üzüntü duyuyordu. Ablası, Elif için bir sırdaş, bir dost, bazen de bir anne gibiydi. Şimdi ise onun zorla evlendirilecek olması, Elif’in kalbinde büyük bir sızı bırakıyordu. Ama bu işin içinde kendi de vardı; Elif de Ayşe ile birlikte Murat’ın eşi olacaktı. Elif, ablasına kıyasla daha sakin kalmaya çalışıyor, kaderine boyun eğmenin tek çare olduğunu düşünüyordu.

 

Berdel için hazırlıklar hızla başladı. Köydeki kadınlar, Lina ve Elif’in çeyizini hazırlamak için hummalı bir çalışmaya girişti. Sandıklar açıldı, yıllardır saklanan işlemeli yorganlar, çeyiz bezleri ortaya çıkarıldı. Lina ve Elif, her ne kadar gönülsüz olsa da bu hazırlıkların içinde olmak zorundaydı. Elif, sessizce ablasına yardım ederken, Lina ise bir gölge gibi oradan oraya dolaşıyordu. Kadınlar, aralarındaki konuşmalarda bu evlilikleri tartışıyor, kimi “Gelenektir, ne olacak?” derken, kimi ise “Zavallı kızlar, zorla evlendiriliyorlar,” diyordu. Ancak hiçbiri, bu durumun gidişatını değiştirecek kadar cesur değildi.

Loading...
0%