@simurganka45
|
Keyifli okumalar❤️🌸
Ahu Nazlı Anlatımıyla
Meyhaneden geldikten sonra Mertle odalarımıza çekildik. Yatakta sağa sola döndüm ama uyuyamadım. İçime giren sıkıntı yüzünden battaniyemi sırtıma alıp balkona çıktım. Telefonumdan şarkı açıp kulaklıklarımı takıp gözlerimi kapattım.
Ben bir göçmen kızı gördüm tuna boyunda Elinde bir besli kuzu hem kucağında Elinde bir besli kuzu hem kucağında
Doğru söyle göçmen kızı annen var mıdır Ne annen var ne babam var kalmışım öksüz Ne annen var ne babam var kalmışım öksüz
Şarkının sözleriyle gözlerimdeki yaşlar yanaklarımda yol almaya başladı. Göçmen kızı değildim ama ne annem vardı ne babam... Yurtta başlayıp nerde biteceği belli olmayan bir hayattı bizimki.
Öyle birini düşününki sadece anası babasını değil ne doğduğu günü ne memleketi belli olan. İşin sadece kötü yanı sadece bunlar değildi Mertle benim hayatımda. İki küçük bebek ülkede evlat edinmek isteyen onlarca insan varken kimse tarafından evlat yerine konmayandık biz. İnsanlara bile göstermezlerdi belli süre sonra, büyüdüğümüzde arkadaşlarımız ellerinden tutup yeni ailesine giderken biz soğuk duvarlar arkasından izledik hep onları. Zor bir hayat demek bile az gelirdi bizimkine. İki bebek iki köksüz çocuk sığındık birbirimize iki kimsesiz kimse olmaya çalıştık. Düştük kalktık, yaralarımızı sardık her şeye rağmen biz de varız diye bas bas bağırdık herkese kimse duymadı. Kulak tıkamak kolaylarına geldi herkesin. Çevremiz oldu isterseniz araştıralım sizinkileri dediler her ne kadar bizi bırakan insanlara ihtiyacımız yok artık desekte vardı işte. Biri bizim de saçımızı okşasın, biz de şımaralım birilerine biz de bilelim aile nedir yuva diye neye denir? Gizli de olsa araştırdı bizimkiler ama sonuç koca bir hiç. İkimiz için de ne bir hastahane kaydı ne dnası uyan bir ölü beden. Bizim bağrışımızı o susturdu bizden daha yüksek bir ses yoksunuz diyordu bize istediğiniz kadar varız desenizde ipi kopmuş iki uçurtmasınız ne nerden geldiğiniz belli ne nereye çakılacağınız. Bizim sonumuz belli nerde ne zaman olursa olsun tabutu taşıyacak iki üç arkadaş mezarımızın olacağı Kimsesizler mezarlığı...
Aslında tek ailem Mert desem de öyle değildi. Biz 5 kişiydik beş günahsız kimsesiz birbirine kök olmaya çalışan köksüz beş çocuk.
En büyüğümüz en babacanımız Toprak'dı. Hepimizin hem abisi hem babasıydı. Sevgisiz ailesi tarafından bırakılmış bir çocuktu bizden 7 yaş büyüktü bize sahip çıkmış, arkamızı toplamıştı. Duygusuz derdi diğer çocuklar ona ama bize öyle değildi görmediği sevgiyi beslerdi sadece göstermeyi bilmezdi. Onun suçu değildi öğretmemişti kimse bize nasıl sevgi gösterilir. Hepimizi severdi ama en kıymetlisi bendim. Belki de tek kızım diyeydi. Herkesi kışkırtır peşimden koşturur sonra ona sığınırdım. Küçücüktü ama kocamandı. Dağ gibiydi o, küçük bir çocukken bile heybetliydi hepimizden. Beni üzdüğünü düşündüğü için onları haşlar beni saçımı okşayarak uyuturdu. Sonra kıyamaz diğerlerine bakmaya giderdi geceleri, üstlerini örter hastalanırlarsa başında beklerdi.
Çınar vardı. Çınar en sevgi dolumuzdu. Sevmeyi sevilmeyi ondan öğrendik hepimiz. Belki de ailesi olduğu içindi. Ailesini trafik kazasında kaybedince gelmişti bizim yurda. Sonradan girmişti aramıza ama hepimiz ilk gördüğümüzde ona karşı bir şeyler hissettik. Kendisi sevgi konusunda bonkör olunca benim ilk ve çocukluk aşkım oldu tabi. Bir gün ona söylediğimde bana gülmüştü. Konuşmadım sonra onunla kaç hafta peşimden koştu. Benden iki yaş büyüktü. Grubun zekisiydi aynı zamanda. Onunla vakit geçirmek için okumayı bile beş yaşında öğrenmiştim.
Sonuncumuz Ateş. O da Çınarla yaşıttı. Bizden farkı ise gayrimeşru evli bir babanın tek gecelik ilişkisinin meyvesi olmak. Gerçi belki biz de öyleydik bilmiyorum. Annesi babasına o dört yaşındayken söylemiş istemeyince onun gözünün önünde intihar etmişti. Geldiği zamanı biz hatırlamıyoruz ama bizden büyüklerin söylediğine göre kimseyle konuşmuyor hep yalnız takılıyormuş. Bir gün görevli ablalar Mert'i susturamamış ne yaptıysa Ateş yanına gelince korkmuşlar bir şey yaparsa diye çünkü Ateş adının hakkını verir cinsten etrafına kimseyi yaklaştırmamak için yakar kül ederdi ne varsa. Neyse görevliler ne tepki vericeğini bilemediği zaman o küçük bedeniyle almış Mert'i kucağına bizimki dünden razı zaten susmuş. O günden sonra o ilgilenmiş çoğunlukla Mertle e beni de ondan hiç ayırmadıkları için zamanla benimle de ilgilenmeye başlamış. Geldiği günden beri hiç konuşmayan psikologlara bir şey demeyen çocuk iki küçük çocuğa bir şeyler anlatınca izin vermişler bizle ilgilenmesine. İkimizle çok ilgilense de onun her zaman önceliği Mert oldu bundan da hiç şikayetçi olmadım. O da Mert'in rol modeliydi.
Bir gün yaşadığımız kötü bir olay beşimizi bir araya getirdi. O zaman 4 yaşında falanız 10 yaşına kadar aile olduk birbirimize. Birimiz hepimiz hepimiz birimiz içindi. Onlar yurttan alınana kadar mutlu günlerimiz geçti. Sonra onları evlat edindi anlaşmış gibi aynı günde üç ayrı aile. Geriye yine Mertle ikimiz kaldık. Üçünün de ayrı güzel hayatları aileleri oldu. Bizi de almak için hepsi ayrı yalvardılar ailelerine ama biz kadersiz doğmuştuk Mertle üç başvuru da iptal oldu kaldık yine yurt denen ama memleketsiz kimsesizler olduğu o yerde
Çocuk aklı kıskandık onları biz orda kaldık diye konuşmadık sonra onlarla. Ziyaretimize geldiklerinde ceza alıcağımızı bile bile kilitledik kendimizi odalara. Üçü de 18 olduğunda ayrı ayrı almak istediler yine bizi ama artık büyümüştük. Yine tekrar terk edilmemek için istemedik. Biz istediğimiz zaman da Toprak kabul etmedi. Üzüldük o zamanlar ama Mertle birbirimize sarıldık ikimiz oluruz kimseye ihtiyacımız yok dedik. O günden sonra da onlar ne kadar konuşmak için arada bize ulaşsa da o günleri yaşamamış gibi davrandık Merle sanki o üç muhteşem çocuk hayatlarımıza hiç girmemiş gibi.
Uzun lafın kısası bir Mert kaldı bir ben herkesi barındıran şu koca memleket iki kimsesizi sığdıramadı hiçbir yere.
Şarkı tekrar modundaydı o yüzden kaç kere bitip başladı bilmiyorum düşüncelerim arasında sözlerine tekrar odaklandım düşüncelerim boğduğunu hissedince
Sen bir öksüz ben bir garip alayım seni Alayımda kollarımda sarayım seni Alayımda kollarımda sarayım seni
Şarkı kesilince telefonu elime aldım. Mesaj gelmişti.
Savaş: Naz hasta olmaya mı çalışıyorsun bu soğukta balkonda. İçeri geç.
Savaş: Naz ağlıyor musun sen?
Savaş: Kapıyı aç geliyorum.
Arka arkaya atılmış mesajları okuyup aşağı baktım. Savaş kaşlarını çatarak bizim bahçe kapısını açıp çenesiyle aşağı kapıyı işaret etti. İstemeye istemeye çıktım balkondan. Battaniyemle birlikte aşağıya indim. Kilidi açtığımda Savaş baştan aşağıya süzdü beni. Geçmesi için salona geçtim. Adım seslerinden anladığım kadarıyla peşimden geliyordu. Duvardaki saate baktığımda ikiyi geçtiğini gördüm. Yarın iş yoktu ya dağıtmış paşamız.
Üçlü koltuğa oturduğumda başka yer yok gibi biraz mesafe koyup koltuğun diğer tarafına oturdu. Gözleri gözlerimle buluşunca kaşlarını çattı tekrar. Erken kırışır bu böyle giderse. Sıcak yere girince üşüdüğümü hissedip daha sıkı sarıldım battaniyeme. Savaş derin bir nefes alıp bana yaklaştı. Gelme üstüme katil demek istesem de aramızdaki bu güzel sessizliği bozmak istemedim.
Dizlerimiz birbirine değdiğinde titrek bir nefes çektim içime. Şu an ona karşı koyacak kadar kafamı toplayamamıştım daha. Çektiğim nefesle alıştığım o güzel kokusuna alkol kokusu sinmişti. Biraz daha üzerime gelince istemsiz geri gittim. Dudağı yukarı doğru kıvrılırken ben arkamdaki koltuk başına yapıştım. Üzerime doğru gelince ikimiz de birbirimizin gözlerine kitlendik. Beynim işlevini yitirmişçesine ittiremiyor ya da ağzımı açıp bir şey söyleyemiyordum.
En son bir nefes vermem sonucu gözleri dudağıma kaydı. Çok çıkık olmayan adem elması inip kalktı. Dudakları alnımı buldu. Boşuna atraksiyon yaratmışız ateşime bakıyor. Dudakları bir alnımda durdu. Daha sonra dudakları yanağıma indi. Öpmeden dudaklarını gözlerimin altına getirip durdu. Ağlamamın izlerine dudaklarının izini bıraktı. En son burnu kulağımın yanından saçımı buldu. Derin bir nefes alıp üzerimden çekildi. Ben de battaniyeme sarılıp az önce beni etkisi altına almasından sıyrılmaya çalıştım.
'Mutfağı kullanmamda sakınca var mı?' Sorusuyla kafamı salladım. Konuşma yetimi kaybettim galiba. Yerinden kalkıp mutfağa gitti. Ben de battaniye içinde öylece bekledim. Düşüncelerim ağırlığı altında eziliyordum. Nefes alsam da yetmiyor gibiydi. Elimi boğazıma götürüp derin bir nefes çektim içime.
Savaş biraz sonra elinde iki kupayla gelip eski yerine oturdu. Bardağın birini yanındaki sehpaya koyup birini bana uzattı. Bitki çayıydı onda da kokusundan anladığım kadarıyla kahve vardı. Mutfağa kahve köşesi yaptığımızdan dolayı çok zorlanmamış olsa gerek. Bir yudum çayımdan alınca içimin ısınmasıyla iyi hissettim
(Şöyle bir şey işte bitki çayı için gerekli şeyler falan da kavanozlarda yoksa çocuk nerden bulsun eliyle koymuş gibid kdkd)
Benim çayım onun da kahvesi bitene kadar aramızdaki sessizlik devam etti. Mutfağa boşları bırakıp geldiğinde beni bilmiyorum ama Savaş daha iyi görünüyordu.
'Biraz sarılabilir miyim Naz?' Biraz önce benden izinsiz yüzümü dudağıyla keşfe çıkan o değilmiş gibi sarılmak için izin almasına şaşırdım. Kendinin de ihtiyacı var mıydı bilmiyorum ama benim şu an birine sarılmaya ihtiyacım vardı o yüzden aramızdaki mesafeyi kapatıp yanına geldim. Kolunun biri omzumun üstünden beni kendine çektiğinde göğsündeydim. Ben de kollarımı ona doladım. Üstümdeki battaniyeyi ikimizi güzelce örtüp iyice yerleştirdi beni koynuna. Sessiz odadaki tek şey ikimizin nefesleriydi.
'Lütfen konuş Naz' ondan böylesine nazik istekler bugün beni şaşırtsa da içimden bir yer bana acıdığını söylüyor o yüzden bir şey demedim.
'Ne olursa olsun, bir şeyler çıksın ağzından. İstersen bağır çağır söv bana ama sesini duymaya ihtiyacım var' bunu öyle bir tonla söylemişti ki şu an odadaki seslere kalp atış sesimde eklenmiş olabilirdi. Ne yapmaya çalışıyor bilmiyorum ama saçma şeyler düşünmeye başlıyorum.
'Kafamı karıştırıyorsun. Neden burdasın? Neden bana böyle davranıyorsun?' Dilim bir açılmış pir açılmıştı. Kafamı hafif kaldırdığımda dudakları hafif kıvrılmış gözleri kapanmış huzurlu duran bir Savaş beklemedim diyemem ama bekledim de. Gerçekten bu adamın bi polar halleri benim devreleri yakmıştı.
'Ne yapmaya çalışıyorsun?' Sesim bir fısıltıdan farksızdı.
'Özür dilerim, içimden geçenleri anlatacak kadar iyi değil edebiyatım' açıklamayacağını anlayıp düşünmemeye çalıştım. Ne onun anlatacak kelimesi vardı bugün ne de benim anlayabilecek bir kafam tek bildiğim kollarında olmanın beni rahatlatması çektikçe boğazıma batan oksijen şimdi hiç zorluk çıkarmadan geçiyor yolunu. Kokusu beni sakinleştirince uyku beni içine çekmeye başladı. Şu an burdan kalkıp yatağıma gitmek için harcayacak enerjim kalmadı.
Uykuya dalmak üzereyken sarsılmayla gözlerimi kısıkça açtığımda beynim algılayamadı bir kaç dakika 'Uyu güzelim' bunu duymayı bekliyor gibi kapattım gözlerimi tekrar sırtımın yumuşak yatağımla buluşmasıyla iyice yerleştim yerime. Uykuyla uyanıklık arasında birinin mırıldanmasını duydum. Tam emin olmasam da sana söyleyemediğim gerisini duyamadan uyuya kaldım.
Halbuki biraz daha dayansa duyabilecekti
sana söyleyemediğim her hissimi bağıra çağıra haykıran kalbim şahit olsun ki tüm eksiklerin yerine de seveceğim seni. Seni seviyorum küçük Nazlı kızım...
Sabah telefonumun alarm sesiyle uyanıp yataktan zorla kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp banyodaki işlerimi hızlıca hallettim. Hafta sonu dinlenmeme bile izin vermeyen Savaş'a söverek üzerimi giyinip saçımı at kuyruğu yaptım.
Montumu üzerime geçirip kahvaltı yapmadan kafeye doğru söylenerek yürümeye başladım. Dua etsin borçlu kalmayı sevmeyen bir yapım var. Yoksa asla çalışmazdım orda. Kafeye geldiğimde kapısı açıktı içeri girdim. Çalışanlar benden önce gelmişti büyük ihtimalle. Montumu ve çantamı personel odasına bırakıp çıktım. Bir masanın üzerinde kahvaltılıklar gördüğümde kimin geldiğini görmek için mutfağa girdim. Savaş'ı bile görsem şaşırmazdım ama Ali abilerini elinde çaydanlıkla görmeyi beklemiyordum.
'Günaydın' dedim istemeye istemeye
'Gelmezsin sanıyorduk.' İnanır mısınız ben de 'Kahvaltı yapalım yumurtayı al gel hadi' ulan bu adamların hepsi mi bi polar napıyorlar çeşme sularından ilaç mı akıtıyorlar bu mahalleye bir tane kafası normal insan yok. Dün suratsız suratsız duruyordu şimdi kahvaltı yapalım diyor. 'Hadi Nazlı, soğutma' içerden bağırınca sabır çekerek yumurtayı alıp içeri geçtim. Biraz önceki hazırlanmış kahvaltı olan masaya oturmuş servis açmıştı. Yumurtayı boş nihaleye koyup karşısına oturdum. Ne demiş atalarımız yemek buldun ye dayak buldun kaç.
İkimize de çay koyunca ben de azar azar kahvaltılıklardan aldım tabağıma. Benim bakışlarım tabağımdakilerdeyken onunkilerin bende olduğunu hissetsem de kafamı kaldırmadım.
'Harbi kızsın sevdim seni Nazlı' istemeye istemeye kafamı kaldırdığım da o tahmin ettiğim gibi çoktan bana bakıyordu.
'Duygularımız karşılıklı demek istesem de üzgünüm mahalle abilerinden hoşlanmıyorum' çayımdan bir yudum aldım sözlerimi bitirince ne tepki vereceğini görmek için bakışlarımı yüzünde tuttum. Onun dudakları yukarı kıvrıldı başını iki yana salladı. Onun bu hali bana birini hatırlattı ona benziyordu Toprak abime...
'Söylediler' dedi o da bakışlarıyla yüzümü tararken. Mahalle abilerinin dedikodumu yapması mı konuşun da namımız yürüsün be.
'Tanıdığım birine benziyorsun' ikimizin eş zamanlı olarak söylediği şeyle şaşırmıştım. Önceki hayatımızda beni öldürmüş falan olabilir mi acaba?
'Eski bir tanıdığa' ikimizin de yine aynı şeyleri söylemesiyle güldüm. O da beni şaşırtarak güldü. Çaylarımız bittiği için kalkıp yeniledim. Doymuştum ama kime benzettiğini merak ettiğim için kalkmadım yerimden.
'O kadar benziyorsun ki ona ama görünüş olarak, tavırları senin tam tersindi. Keşke senin gibi olsaydı' iyice beni meraklandırdı inşallah beni göt gibi bırakmaz şu an. Meraklı bakışlarla bakarak çayımdan içmeye devam ettim.
'Huy olarak bana benziyorsun biliyor musun?' Bu adam huyumu nerden biliyor. Ulan gevşek ağızlılar
'Benim gibisin sinirin yakıp yıkıp yok ediyor. Ama en çok zararı da kendine veriyorsun. Benim gibi biri kalbine haksızlık etti diye gözünün önünü görmüyorsun. Yarım bir sevdanın yasının altına sığınıyorsun. Gururun eskiye dönmeyecek kadar büyük, kalbin yeni bir yıkımı kabul etmeyecek kadar korkak' sessizce dinledim haklıydı. Ama bunu söylemek istemedim.
'Herkese söyledim sana da açıklıyim. Eski bir sevda bitti gitti. Yası da bitti artık.' Dedim dayanamayarak.
'Niye ona da tetik düşürttün.' Ay eskiye dönebilsem de ikisinin birbirini vurmasını izleseydim.
'Orda onu söyleme amacımın ne olduğunu sadece üç kişi anlayabilir. Ben, o, Mert' beni biliyorsa Mert'i de biliyordur sonuçta. Bu sefer boşalan çaylarımızı o doldurdu.
'Bana da söyler misin?' Toprak abime benzettiğim için mi bilmiyorum ama ona söylemek istiyorum sanki ona anlatırsam beni anlar bu durumda beni savunur. O yüzden devam ettim. İlk ve son kez açıkladım kendimi isminden başka bir şey bilmediğim adama.
'Yavuz'dan gittiğim gün onu öldürdüğüme dair mesaj gönderdim. Yavuz bilir ölsem de ölmüş birine bir şey söylemem. Yani orda ortaya da söylesem tek kişiden istedim. Onun silahı ben ordayken patlamazdı zaten. İndirmesi gereken tek kişi vardı o da indirdi.' Gülümsedi açıklamam onu ikna etmişti galiba.
'Eyvallah' dedi bir yandan masayı toplamak için kalkarken.
'Eyvallah bizden' dedim onun peşinden boşları mutfağa götürürken bana bakıp güldü ben de güldüm. Sanki bir yük kalkmış gibiydi.
* * * 'Sevdiğim bir kız vardı.' Bir yandan kirlileri sudan geçirirken bir yandan anlatmaya başladı. Yanına geçip dinlerken elindekileri makineye yerleştirdim. 'Çok seviyoruz dillere destan mahallede. Herkes evleneceğimiz günü bekliyor. Neyse bir gün dedim olmaz böyle. Aldım bir yüzük sürpriz yapıcam evlenelim yeter artık diye. Aradım telefonu kapalı. Evdedir diye evine gittim. Sürpriz yapıcam ya artık annesinin dükkana uğradım önce anahtarı aldım. Eve gittim bir elimde çiçek cebimde yüzük sırıta sırıta yürüyorum mahallede. Sen de biliyorsun az çok mahalle abisinin böyle davranması normal değildir. Bana alışkındı mahalleli gören gülüp geçiyor. Neyse işte gittim açtım kapıyı sessizce salona bir girdim. Kuzenim dediği lavukla dudak dudağa. Dünyam yıkıldı. Dayamadım gittim mahalleden. Sonra öğrendim evlenmiş onunla gitmiş başka bir yere ben de geri döndüm.' Anlattıklarıyla gözlerimden yaşlar ardı ardına aktı. Bulaşıklar bitince o tezgaha yaslandı ben de ellerimi yüzümü yıkayıp karşına geçtim. Göz yaşlarım ise durmadı. Yerdeki kafasını kaldırınca onun da gözlerinin kırmızı olduğunu gördüm. Çok düşünmeden yanına gidip beline sardım kollarımı o da karşılık verdi.
'Kız ağla diye anlatmadım. Allah kurtarmış. Hem bir yar gider bin yar gelir' beni güldürmek için söyledikleriyle ayrıldım ondan boylarımızı eşitlemek için biraz eğilip parmaklarıyla gözlerimi sildi.
'Kızıcam ama abicim' kafamı salladım. Gerçekten Toprak abime benziyordu. Kolunu omzuma attığında mutfaktan çıkıcakken kapısında bir bana bir Ali abiye merakla bakan kollarını bağlamış Savaş görmeyi beklemiyordum. Savaş'a bakıp kulağıma eğildi. 'Bunu da süründür. Ben arkandayım abim' deyip Savaş'ın yanından içeri geçti.
Savaş yanıma geldi. 'Yine niye ağlıyorsun Naz.' Dediğinde omuz silkip ben de dışarı çıktım. Elimi yüzümü yıkayıp yeni gelen müşterilerle ilgilenmek için oraya gittim.
Bölüm sonu🎉🎉 |
0% |