Yeni Üyelik
34.
Bölüm

34. Bölüm

@simurganka45

Keyifli Okumalar🩵🎊🥹

 

Ahu Nazlı Anlatımıyla

 

Dün bizim yaptığımız şovdan sonra üstümüzü değiştirip yaptığım bisküvi pastasını çay ve hoş sohbet eşliğinde yemiştik. Arada benle dalga geçmeleri abimlerin beni savunmasıyla geri savuşturulmuştu. Hayatımın en keyifli günlerinden biriydi. Şimdi arabada İstanbul'a meseleyi halletmek için yola çıkmış gidiyorduk. Dün herkesle vedalaştık. Tabi onlar asıl amacımızı bilmediği için git tabi kafan dağılsın demişlerdi. Savaş da çok kalma özletme deyip sarılmış Çınar'ın beni aceleyle eve götürmesiyle sonlanmıştı.

 

Dün çantamı hazırlarken Mert gelip asıl gitme amacımı en azından Savaş'a söylemem gerektiğini eğer kendisi böyle bir durumla karşılaşsa iyi hissetmeyeceği konusunda beni uyarmıştı. Ben ise Merte Savaşın bize bir şey demese de polis olduğunu ve böyle illegal olaylardan uzak durmasını onu sürekli zor durumda bırakmak istemediğimden bahsetmiştim. Başına bizim yüzümüzden bir şey gelmesini istemiyorum. Mert beni onaylamasa da sen bilirsin demiş gitmişti. Benim de için rahat değildi Savaş'ın bize bir şey demesinden ya da durdurmasından değil ama gerçekten bunca zaman severek yaptığı mesleğine benim yüzümden zarar gelmesini istemiyordum. Ayrıca o pisliğe bulaşmasını da istemiyorum.

 

İstanbul trafiğinden nihayet çıkmış ve abimlerin evinin olduğu sokağa giriş yapmıştık. Ben yol boyunca düşünmüştüm. Abimler bu durumu gerginlik sanmış olucaklar ki hala dönebiliriz yapmak zorunda değilsin bize bırak sen biz halledelim gibi şeyler söylemişti. Onları net bir şekilde bunu benim halledeceğime inandırmıştım.

 

Sonunda beyaz kapının önüne geldiğimizde kapı açılıp eve araçla giriş yaptık. Onları araştırdığım için böyle bir evleri olduğunu biliyordum ama burda değil normal bir rezidansta yaşadıklarını da biliyordum. Buraya gelmemize şaşırmıştım açıkçası. Masayı ağırlayacağımız için geldiğimizi düşünsem de içten içe neden buraya geldiğimizi aslında çok iyi biliyorum.

 

Araçtan indiğimizde oturmaktan uyuşan ayaklarımı rahatlatmak için açma kapama hareketleri yaparken bir yandan da önümdeki yalıya baktım. Evet ev demiştim ama yalıydı geldiğimiz yer bahçe tarafından giriş yapsak da evin diğer tarafı denize bakıyordu. Burdan görünen bir de havuzu olan iki katlı beyaz bir yalıydı.

 

 

 

 

 

Ev temsili

 

Derin bir nefes aldığımda bizimkilere baktım. Hepsi hevesle bana bakıyorlardı. Mert daha önce buraya gelmiş olucak ki şaşkın değildi o da abim gibi merakla benim vereceğim tepkiyi bekliyordu. Bir şey söylemeden önüme döndüm. Abimin yanına gelen evin bahçe tarafındaki korumalar bagajdaki çantaları alırken Toprak abim anahtarla kapıyı sonuna kadar açıp bana baktı. Ben hala olduğum yerde tepkisiz bekledim. Mertin belimden ilerletmesiyle kapıya geldik.

 

'Evinize hoşgeldiniz' abime gülümsedim. Ayakkabılarımı çıkardığımda abim portmantodan tavşanlı beyaz yumuşak bir terlik bıraktı hevesle önüme. (Arkadaşlar yalıda olsa ayakkabıyla evin içinde gezilmesini etik bulmuyorum. Gün içinde nerelere basıyoruz. Benim fakirlik seviyesi dkddkd)

 

Terlikleri giydiğimde diğerleri de marka terlikleriyle arkamda benim bir yere ilerlememi bekliyordu. 'Evi gezdirmemi ister misin Bal çiçeğim' Çınarın sorusuna kafa salladım. Mert'in yerini o alırken belimden girişin sağına yönlendirdi. Burası havuz tarafına bakan güzel döşenmiş bir salondu. Sırayla mutfak denize bakan taraflar misafir odaları derken ilk katı bitirmiştik.

 

Üst kata çıktığımızda sırasıyla kendi odalarını gösterdi. İki katlı olmasına rağmen büyük bir ev olduğundan çok oda olmasına rağmen odalar genişti. Diğerleri de ördek gibi peşimizde bizi takip ediyor. Yüzüme hevesle baktıkları için bir iki yorum yapıp gülümsüyordum.

 

Deniz'e bakıcak olan tarafta bir kapının dikkatimi çekmesi sonucu oraya yürüdüm. Kapı süsünü görmemle gözlerim doldu. Disney prenseslerinin küçük figürleri olan kapı süsünün ortasında Abilerinin prensesinin odası yazıyordu. Başka zaman olsa götümle güleceğim olay gözlerimin dolmasına neden oldu. Bu benim tepkim değildi bu içimdeki büyüyememiş o küçük kızın göz yaşlarıydı. İnşallah içerisi de prenses yatak tarzı değildir diye dua ederek titreyen ellerimle kapıyı açtım. Kapının karşısında boydan boya cam ve küçük bir balkon vardı ilk gözüme çarpan orası olmuştu. Sol tarafımdaki pencerenin önüne yerleştirilmiş iki kişilik güzel bir yatak. Yatağın üstünde açık mavi nevresim takımı ve mavinin her tonu olan yastıklar vardı. Bu küçükken hiç görmediği denize hayran olan abileriyle ilk deniz gezisinden sonra denize aşık olan eğer bir gün odam olursa deniz gibi olucak diyen kızın hayaliydi. Sadece daha genç odası olucak şekilde dekore edilmişti. Bir kaç adım daha atıp odanın tamamını görücek şekilde etrafıma dikkat kesildim.

 

Oda boğmadan deniz esintisi vericek şekilde döşenmişti. Her yer mas mavi değildi. Hatta ağırlıklı olarak beyaz olması zaten büyük olan odayı daha da ferah göstermiş. Deniz esintisi veren şeyler ise ustalıkla serpiştirilmiş detaylardı. Mesela yatağın hemen altına gelen küçük halı denize iniyormuşçasına dalga efekti veriyordu.

 

 

 

Ya da duvardaki beyaz boyanın üstüne değişik mavilerde hafif dalga desenleri ya da duvarlardaki küçük farklı deniz resimleri. Beyaz büyük bir gardrop vardı. Oraya gittiğimde merakla kapağını açtığımda tekrardan şoka girdim. Eşyayla doluydu. Tek şaşırdığım bu değildi arada küçük çocuk için kıyafetler olmasıydı. İlk acaba birinin mi diye düşünsem de bunların zamanında beğenip onlara anlattığım benim yok diye yurtlarda ağladığım elbiselerin birebir aynısıydı. Etiket olmamasından özel dikim olduğu belliydi. Gözlerimdeki yaşlar kesilmezken okuma köşesi gibi ayarlanmış sedire ilerledim. Aynı yatak gibi kırık beyaz olsa da mavi detaylarla ve dalga detayıyla o deniz havası verilmişti burda da. Arkasında ağ asılmış üstünde benim ve diğerlerinin küçüklüğü benim instagramda paylaştığım fotoğraflar paloroid şeklinde çıkartılmış asılmıştı. Tek tek hepsini inceledim. Çalışma masasına baktığımda orası da benim için özenle bölümle ilgili kitaplarımın yerleştirildiğini gördüm. Tek yapabildiğim ağlayarak onlara sarılmak oldu.

 

(Yazar iç ses: al ulan bir donum kaldı onu da al dnjddj)

 

Duygusallalaşan ve ilerleyen saattenden dolayı herkesi akşamki büyük yemeğimize hazırlanmak için odalarına yolladım. Odadaki banyoya girip hızlı bir duş aldım. Hızlı duş almak zor olmuştu çünkü duş aldığım kısım denize bakan özel boydan camdan oluşuyordu. Bilge burayı görünce beni de evlat alın diye yalvaracak kesin djdkd. Duştan sonra saçlarımı kurutup sıkı bir at kuyruğu yapıp ön kısmı waxla iyice yapıştırdım. Yüzüme getirdiğim ürünle hafif bir makyaj yapıp kırmızı bir ruj sürdüm. Kıyafet olarak beyaz kalp yaka bir büstiyer altıma da onun takımı olan beyaz kumaş pantolonu giydim. Kalp yaka straplez olmasından dolayı yara izim belliydi benim de istediğim buydu zaten. Parfüm sıkıp çekmecedeki saatlerden uygun olanı alıp taktım. Özellikle başka takı kullanmadım. Telefonuma bakıp bizimkilerin mesajlarına kısa bir cevap verip akşama misafir olduğu için müsait olamayacağımı merak etmemelerini yazdım.

 

Aşağı inmeden dolaptaki ayakkabı bölümünden yeni alınmış ince sivri topuk stilettolettoları da giyerek aşağı inmeye başladım. Benden önce topuklu sesini duymuş olucaklarki salona girmemle takım elbiseleriyle jilet gibi olmuş dörtlüyle göz göze geldim. Son kez birbirimizi övüp misafirlerin gelmesiyle dışardaki havuzun yanına konulmuş masaya geçtiğimizde herkes şaşırarak bana bakıyordu. Yuvarlak masada abimin yanına oturdum. Tek tek tanışırken göz devirmeden yapmacık gülmekten ebem sikilmişti.

 

Bu yemeğin toplantı için olduğunu sanan herkes şaşkındı özellikle de Ünal Kaplan... Abimlerin isteği üzerine sadece şu an masada olanlar değil onların işi bırakan büyükleri ve ondan sonra yerlerine geçicek olanlar da masadaydı. Alparslanla el sıkışırken oldukça gergindi. Masada da sürekli endişeli bakışları beni buluyordu.

 

'Kardeşini bunca zaman saklamışken burda görünce ne yalan söyleyeyim şaşırdım Toprak bey' diyen adamın sözleriyle abim masanın üstündeki elimi tutup öptü. Herkes ne olduğunu anlayamadığı için bir tık gergindi. Tabi bunda abimin özellikle korumalarınız bu eve giremez sadece sizler demesininde etkisi vardı. Masanın etrafında servis için yardımcı olucak insanlar ve abimin burdaki korumaları vardı. Özellikle girişte üstleri aranıp silahları da dışarda bırakılmıştı. Yani şu an hepsini öldürebilirdik istesek.

 

'Kızımızı tanımanız gerek diye düşündük. Bilin ki hepiniz ona göre davranın' abimin buz gibi sert sesiyle herkes oturuşunu düzeltirken ben önümdeki suyu keyifle içtim.

 

'Ne zamandır masaya çoluk çocuğu oturtur olduk reis' son kelimeyi kinayeyle söyleyen Ünal şerefsizi benim karşımda oturuyordu. Abimlerin ve Mertin masanın üzerindeki eli yumruk olurken Ünal bundan keyif alıyordu. Orospu... Bugün görücekti çoluk çocuğu.

 

'Aslında abimlerden ben rica ettim.' Benim konuşmamla herkesin bakışları bana döndü. 'Belki biliyorsunuzdur demeyeceğim bildiğinizi biliyorum ki vuruldum hatta ölüyordum. Siz ne diyorsunuz buna' derken düşünüyormuş gibi yaptım. 'Heh suikast öyleydi di mi?' Mert kafa salladığında gülümseyerek sanki önemsiz bir şeyden bahsediyor gibi devam ettim. Özellikle hepsine tek tek bakıyordum. Kimisi gözlerini kaçırırken kimisi gözlerimin içine bakmayı sürdürüyordu.

 

'Duyunlarıma göre masadakilerin aileleri sizin sorumluluğunuzda oluyormuş. Hepiniz kendi alanlarınızın en iyisisiniz. Peki beni vuran hala neden bulunmadı. Bu benim aklıma farklı şeyler getiriyor.' Herkes birbirine kaçamak bakışlar atarak benim dediğimden sonra şüpheyle birbirlerini süzüyordu. Abimler biraz olsun onların bu tedirgin halinden aldıkları keyifle rahatlamıştı.

 

'Ne demek istiyorsun Küçük Sefir' diyen Alparslanın amcasıydı. Ya haberi vardı ya da ne yapmak istediğimi anlamış gibi keyifle gülümseyerek bana bakıyordu.

 

'Herkesin anladığını düşünüyorum eee yok mu söyleyecek bir şeyi olan?' Dedikten sonra birden ayağa kalktım gülümseyerek bugün iyice askı takılmış gibiydim anasını satim. Korumalardan birinin getirdiği dosyalarla birlikte masanın etrafında gezerken hepsinin kendisine hazırlanmış suç dosyalarını önüne bıraktım. Şok olmuşlardı.

 

'Menü yerine daha ilgi çekiceğini düşündüm. Nasıl beğendiniz mi?' Biraz önce çocuk dedikleri kızın yaptıklarına bozulmuş hepsi önlerindeki dosyalara üstün körü bakarken ben de yerime oturdum. Bu sırada yemekler de servis ediliyordu. Kimse yemeğe bakmazken ben keyifle etimi yedim. Baya da lezzetliydi. Hatta arada kestiğim etlerden bizimkilere de ikram etmiştim. Şoku atlatanlar bir de bizim bu halimize şaşırıyordu. Kimse bir şey söylemezken biten yemeğimle servisler toplandı.

 

Bu sefer özellikle söylediğim helvalar gelirken tekrar servis için ayaklanarak dağıtmaya başladım. 'Bunu da biliyorsunuzdur biri bana sahte cenaze düzenledi. Ona göre bugün üçüm eee helvamımı da yeriz diye düşündüm.' Servis bitince tekrar yerime oturdum. Yine kimse yemiyordu.

 

'Bu arada bana bunu aranızdan birinin yaptığına dair bir mesaj aldım. Kurallarınıza göre bugün onun ölümünü oylayacaksınız. Yani aranızda biri kendi helvasını yiyecek bir taş da iki kuş.' Dediğimde başlanan helvalarla bana baktılar sonra sırayla abimlere. 'Yesenize korkmayın zehirle öldürecek biri değilim. Genelde daha vicdansızımdır.' Dediğimde birileri ağzındaki helvaları zorla yutup bana tebessüm etti.

 

'Yeter ama bizi şu kadarcık kız bizle eğlensin diye mi toplandınız' diyen adamla aranan kanlardan biri bulundu. Demekki bunun da Ünaldan haberi var.

 

'Şahsen ben gayet eğleniyorum. Hatta en keyif aldığım toplantı.' Diyen bir başka mafyaya gülümsedim.

 

'Mehmet eğer benim kızımın canı eğlenmek isterse eğlenecek. Bir sorunun mu var?' Derken tehdit edici bir ses tonu vardı. Tehdit edici ses tonu olurmuş onu da öğrenmiş olduk.

 

Tekrar ayağa kalktığımda bugüne özel aldığım silahı çıkarmamla herkes ayaklanacak gibi olsa da korumaların harekete geçmesiyle yerlerine oturdular. Sigaramı ağzıma koyup masanın etrafında silahla dolaşmaya başladım. Arada silahı onlara doğru doğrultup eğleniyordum. Ünal kaplan'ın çaprazındayken yüksek sesle şarkıyı söylemeye başladım. Gözlerim ona değil karşımızdaki abime bakıyordu bu aynı zamanda işaretti aramızda gözlerimi açıp kapattım.

 

Başka yerde arama

Bak, göğsümde izin var

Uzaklarda duramam ki

İçimde bir deli kan var

 

Göğsümde izin var kısmını özellikle bastırmıştım. Ünal kaplanın bakışları bana dönünce silahı ona doğrulttum. Sonra gülerek ağzımdaki sigaraya götürüp tetiğe bastım. Çıkan ateşle sigaramı yakarken herkes bir nefes almıştı. Gülerek yerime oturdum tekrar. Evet bir silahın mekanizmasını ayarlatıp çakmak yaptırmıştık. Aşırı iyi olaydı.

 

'Çakmak ya çakmak.' Derken hönkürerek gülmemek için kendimi zor tutarak sigaramı içerken bir yandan şarkının ilk iki dizisini söylemeye devam ettim. Ta ki masamıza yaklaşan Ünalın korumasına kadar.

 

'Patron bizim malların olduğu depolara polis baskın yapmış.' Dediğinde Ünalı gözle görülür bir endişe aldı.

 

'Nasıl lan, kim yapar böyle bir şey?'

 

'Abi bilmiyoruz. Ama bir yazı varmış deponun kapısında. Başka yerde arama bak göğsümde izin var' dediğinde herkesin bakışları bana dönmüştü. Tam bu sırada korumaların bir kısmı yerine geçen sivil polisler ellerindeki silahla hem korumanın hem de ünalın yanına geldi.

 

'Sen sen nasıl lan?' Ünal kaplan bunu söylerken bir yandan kafası bastırılmış elleri arkadan kelepçelenmişti. Diğerleri de olayın şokundayken ben sigaramı söndürüp ayağa kalktım.

 

'Eee ne demişler Ünalım, ters düşene ters takarlar.' Derken diğer polisler de gelmiş Ünalı götürmüşlerdi. Diğerlerini de sorgu için birazdan alıcaklardı. 'Bu arada sizin bundan sonrasında yapmanız gereken beni ve çevremdeki herkesi korumak. Tırnakları kırılsa Ünala yaptıklarımı mumla ararsınız' dediğimde hepsi kendini zor tutuyordu. Onları da çapraz sorgu için aldıklarında abimler de ben de rahatlamıştım. Bulduğumuz dosyalar ve vatana ihanet suçundan Ünal ve sülalesi güneşe hasret ölücekti.

 

Masa ayağa kalkın büyüğünüz geldi dkdkdk

 

*

*

*

 

Herkesin ayrılması üzerine odama geçip tekrar duş alış eşofmanlarımla denize bakan tarafta çay içmeye geçtik Mertle. Saat bire geliyordu abimler de diğerlerinden sonra gerisi bizde diyerek arabaya atlayıp arkalarından emniyete geçmişti. Zaten Muğladayken emniyet müdürüyle bizzat görüşüp planı anlatmıştık. O da sağ olsun zaten bundan şüphelendiklerini tam elimize bir ipucu geçti dediklerinde bir şekilde sıyrıldığından bahsettiğinde emniyette de adamları olduğunu anlamıştık. Bu yüzden aadece onun haberi vardı bir de burdaki emniyet müdürü olan devresine haber vermişti gizli kodla. O da özellikle güvendiği adamlarla destek olmuştu bize.

 

Kapının çalmasıyla abimlerdir belki diye Mert yanımdan kalkıp kapıyı açmaya giderken ben de peşinden gittim. Kapıda gördüğümüz polislerle birbirimize baktık.

 

'Ahu hanım kusura bakmayın bu saatte rahatsız ettik ama emniyete gelmeniz gerek.' Dediğinde ister istemez gerilmiştim. Acaba abimlere mi sıkıntı çıkmıştı.

 

'Hayırdır memur bey sorun ne?' Mert benden önce davrandığında ikimizde merakla karşımızdaki memura baktık.

 

'Ünal Kaplan sadece size anlayacağını söyledi. Adnan amirim sizi çağırıyor.' Dediğinde Mert itiraz edicekken ben spor ayakkabılarımı ve ilk elime gelen ceketi alıp giymeye başladım. Bu hareketimle Mertte beni taklit etti. İkimiz de korumalara haber verip onlarla araca geçtik.

 

*

*

*

 

Abimlerin yoğun vazgeçirme çabası boşa çıkmış. Adnan müdürün de güvence vermesiyle sorgu odasının camında şu an bana gevşekçe gülen Ünal Kaplan'ın karşısında oturuyorum. Onun bileklerinden masaya bağlı olması biraz olsun rahatlatıyor. Bir de öldürür falan ikimiz bir odanın içindeyiz sonuçta. Ayrıca aklındaki neyse masadaki hali gitmişti aklında bir şey vardı yine orospunun.

 

'Güzel plandı etkilendim.' Sonunda aramızdaki sessiz bakışmaya son vermişti. Nerdeyse on dakikadır hint dizilerindeki gibi bakışıyorduk. 'Şimdi gerçekleri öğrenme vakti ha ne dersin küçük Soykan' dediğinde gülen yüzüm kısa bir anlık bozguna uğradı. Bu konuyla ne alakaydı şimdi biyolojik ailem. Yüz ifademle daha da artırdı gülümsemesini.

 

'Aynı annene benziyorsun. Yusuf ne yaptı seni görünce düşüp bayıldı mı?' Dediğinde dizimin üstündeki titreyen ellerim yumruk oldu. 'Aaa doğru ya istememişti di mi seni ilk unutmuşum. Üzüldün mü çok.' Derin bir nefes alsam da aldığım nefes yetmedi.

 

'Kızımın senin yerine geçirmem en az seninki kadar iyi plandı sence?' Dediğinde ilk kez maskem düştü. Şaşkınlığımı gizleyemedim.

 

'Ne diyorsun sen?' Zar zor çıkmıştı ağzımdan laflar. Her şey tam çözüldü dediğim an arap saçına dönüyordu.

 

Yüksek sesli bir kahkaha attı. 'Doğru duydun Nilay yani Lalin benim kızım. Ne sanıyordun o ihale için karıştırıldığını mı? Sen hep küçük resme odaklandın büyük resimden haberin yoktu.' Derken tırnaklarım çoktan avcuma geçmeye dişlerim birbirini sıkmaya başlamıştı.

 

Tüm anlattıkları bittiğinde ben de bitmiştim. Hala dik dursam da yıkılmıştım. Ünal Kaplan Lalinin öz babasıydı. Zamanında anneme olan aşkından babama ceza vermek için bizi değiştirmişti. Kendi kızı mutlu bir hayat sürerken beni yetimhaneye bıraktırmıştı. Bunu kendi yaptığı anlaşılmasın diye Seyit'in babasını kullanarak bunu sanki ihale için yapıldığı izlenimi vererek bizi gerçeklerden uzak tutmuştu. Mert'in hayatı sadece dikkat çekmemek için kaymıştı. Ben olmasam o ailesiyle yaşayacaktı. Seyitin babasının yaptıklarının tüm arka planında o vardı. Hatta Toprak abimin masaya oturması bile onun planıydı. Böylelikle bizden uzak tutmuşlardı onları. Verildikleri aileler çektikleri çektiklerim herkesin hepsinin suçu bendim. Benim anneme bir psikopatın aşık olması ve başka biriyle evlenmesi onu hiç görmemesi. Hayır bu aşk değildi bu bam başka bir olaydı bu çok adiceydi. Zamanla anneme olan benzerliğimden kaynaklı bu olayı iyice büyütmesi bizi hiç rahat bırakmaması bundandı...

 

'Aynı annen gibisin'

 

'Tüm yaşanan şeyler o babanın suçu'

 

'Amacım sendin'

 

'Annen ölünce tek işim sendin'

 

'Bir gözüm üstündeydi ama seni fazla hafife almışım'

 

'Lalin benim kızım. Ama ben hep sen benim kızım ol istedim.'

 

O adamın sözleri sürekli kulağımda dönerken başka bir şey duyamadım. Sarsılıyordum ama bir tepki veremiyordum. Odadan çıkıp daha aydınlık bir yere çıktığımızı abimlerin ve Mertin hatta emniyettekilerin bana seslendiğini duysam da kafamdaki ses konuşmamı engellemek istercesine beynimi ele geçirmişti.

 

Susması için kafamı ellerimin arasına alarak dizlerimi kendime çektim. Birisi ellerimi tutup çekiştirince birden kendime geldim. Kafamdaki o ses sustu. Karşımda gözü yaşlı Merti gördüm. Dağılmış duruyordu ona baktığımda yine de güven vererek güldü.

 

'Be been oo' derken devamını getiremedim. Birinin su uzatmasıyla ağzıma biri suyu yaklaştırdı. Kafamı çevirdiğimde Ateşin kıpkırmızı suratına rağmen Mert gibi gülümsediğini gördüm. Hepsinin hayatının suçlusu bendim.

 

'Hiçbir şey senin suçun değil güzel kızım. Sen bu hikayenin masumusun' Toprak abimin sesiyle onun kucağında olduğumu fark ettim. Sanki içimdekileri biliyor gibiydi. Gerçi o hep böyleydi.

 

'Doktor geldi' denmesinden sonra kolumda ufak bir acı hissettim sonrası karanlık...

 

*

*

*

 

Gözümü açtığımda dün baktığım abimin siyah ağırlıklı odasında olduğumu bir kaç dakika sonrasında komidinin üzerindeki hepimizin küçüklük fotoğrafını görünce anladım. Aklıma dünkü olaylar yavaş yavaş gelirken vücudum tekrar kasıldı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Yastığa kafamı koyup hıçkırarak ağlamaya başladım. Ben bunları hakedecek ne yapmıştım. Ben bunca veballe nasıl devam edicektim.

 

Hıçkırıklarım arasında saçlarımda bir el hissetsem de kafamı kaldırmadım. Kapının açıldığını duymadım ama gelmişti demekki birileri.

 

'Şşşttt ağla rahatla kor alevim' diyenle saçımdaki eller devam etti. Bu ses ayakta olan Ateşse saçımı seven hangisiydi.

 

'Güzelim hadi dön bize' elin sahibinin Mert olduğunu anladım böylelikle.

 

'Bal çiçeği hadi bak bize. Kaldır kafanı nolur' Çınar da burdaydı. Tekrar bir kapı sesi duyunca adım sesi gelmesiyle ekip tamamlanmış oldu. Birden kucaklanmamla olduğum kişiye daha da sığındım. Toprak abim benimle birlikte yatağa oturduğunda ağlamama kucağında devam ettim.

 

'Özür dilerim hepiniz benim' devam etmemi engelleyen şey Toprak abimin kollarını sıkılaştırıp beni susturmasıydı. Biraz daha kafam göğsüne gömüldüğü için nefessiz kalmıştım ki çok geçmeden biraz olsun gevşetti ellerini.

 

'Sana bir hikaye anlatayım mı?' Diyen Toprak abime bir dizi sahnesinde olsak arabın derdi kırmızı pabuç derdim ama ne yazık ki biz sürekli kaos olan bir dizide değildik. Susmamı kabul sayarak devam etti.

 

'Levh-i Mahfuz ne biliyor musun?' Demesiyle biraz düşündüm. Kafamı hayır anlamında iki yana sallarken bir yandan da kafamı kaldırdım. Abim kaldırdığım kafamla yüzüme bakıp derin bir nefes alarak alnımı öptü. Kafamı kaldırdığımda diğerlerinin de yatağın yanına yere oturup bana baktıklarında onlara tebessüm etmeye çalıştım. Toprak abim saçımı düzeltip devam etti.

 

'Kader kitabı demek. İnsanın kaderi bu kitapta yazılıdır. İnsan ne zaman doğacak, neler yapıcak, kimlerle neler yaşayacak, kimi sevicek, kim kazanacak, kim kaybedecek, kiminle evlenecek' dikkatle onu dinlerken burnuma ufacık vurunca gülümsedim bu sefer gerçekten gülümsedim. Toprak abim saçlarımdan derin bir nefes alarak devam etti. 'Ne zaman öleceğin hepsi yazılıdır. Herkes kaderinde olanı yaşar Ahu Nazlı. Bunlar senin ya da başkasının suçu değil. Yaşanması gerekiyordu ki biz sizi bulalım. Birbirimize aile olalım birbirimizin değerini anlayalım. Biz hiçbirimiz seni suçlamıyoruz o yüzden sen de kendini üzüp bizi kahretme. Tamam mı bebeğim?' Dediğinde burnumu çekip kafamı salladım.

 

'Aferin benim bebeğime' dediğinde diğerleri yalancı şikayetlerine başlamıştı.

 

'Varsa yoksa kızın zaten. Bu oğlanlar taş kökü yesin' diyen Mertle nispet yaparak kollarımı abime doladım.

 

'Ağlayarak günlüğünüze yazabilirsiniz?' Dediğimde saçım önce hafifçe çekilip sonra okşandı.

 

'Abbiiii Ateş saçımı çekti' dediğimde Toprak abim kaşlarını çatarak Ateşe bakınca bir iki adım geri attı hemen yanımdan.

 

'Benim ocakta yemeğim vardı' diyerek çıktığında diğerlerini de şikayet etmem sonucu hepsi çıkmıştı. Abim beni kendi odama bırakıp duş al gel kahvaltı hazır dediğinde tekrar duş aldım. Üstüme rahat bir keten kahverengi şort üstüme ekru bir gömlek giydim. Saçlarımı tarayıp kıstırmalı tokayla tutturdum. Telefonuma bakındığımda bulamadım.

 

Aşağı indiğimde abimlerin denize bakan kısma masa kurduklarını görmemle hepsini sırayla öperek denize bakan tarafa oturdum. Kendimi Yıldız Argun gibi hissettim. Aklıma telefonum gelmesiyle abime döndüm.

 

'Abi benim telefonum nerde, gördünüz mü?' Dediğinde abim kalkıp içeri gitti. Biraz sonra elindeki telefonumu uzattığında açma yerine bastığımda karşılaştığım bildirimlerle sıçtığımı anladım.

 

'Dün burda unutmuşsunuz telefonu, koruma sabah gelince verdi.' Dediğinde hemen dudağımı ısırarak beni yüzlerce kez arayıp bir ton mesaj atan Savaş'ı aradım. Saat neredeyse öğlene geliyordu işteydi. Açmadı bir kere daha aradım yine yok. Bir kere daha şansımı denedim. Arıyoruz böyle ardı ardına ama adam operasyonda olsa boku yeriz. Gerçi adam operasyonda telefonu kapatmıyorlarsa suç benim mi yani? Son aramamım meşgule düşmesiyle kaşlarımı çattım.

 

'Savaşla konuşan var mı?' Dediğimde hepsi bakışlarını kaçırmaya başladı. Bok kokusu...

 

'Dün hepimizi aramış ama olaylardan dolayı hiçbirimiz açamadık.' Çınar'ın konuşmasıyla gözlerim şüpheyle onu süzdü. Söyledikleri doğruydu ama sanki eksikti. Söylerken rahat olsa da bitirmesiyle rahatsızca kıpırdanıp diğerlerine bakmıştı.

 

'Ben sana söyleyelim demiştim' diyen Mertle kokunun kaynağını bulmuş olduk. Ulan biraz huzur be çok şey istemiyorum

 

*

*

*

 

Mertin sözlerinden sonra kahvaltı masasından kalkıp Muğlaya gideceğimi söylemem sonucu hep birlikte aceleyle kalkmış arabalara atlayıp yola çıkmıştık. Yol boyunca düşünmem sonucu beynim isyan bayrağını çekmek üzereydi. Abimlerin bütün gün aç aç olmaz demesine rağmen bir an önce Savaşla konuşmam gerektiği için reddetmiştim. Biraz sonra arabanın durması sonucu mahalleye gelmiştik. Hiç durmamamıza rağmen gelmemiz akşamı bulmuştu. Yol boyunca Savaşı bir daha aramamıştım Bilgeye kısa bir mesaj atıp akşam hepsinin onlarda olacağını öğrenmem sonucu adımlarım hızla onların evini buldu. Abimlerin peşimden seslenmelerini durdurmaya çalışmalarını umursamadan kapıyı sertçe çaldım. Hemen açılmayınca zile elimi çekmeden bastım.

 

Bir kaç dakikalık zaman bana yıl gibi gelirken Barış'ın homurdanmalarını umursamadan onu itip içeri geçtim. Salona girdiğimde boş olduğunu gördüm. Delirmiştim en sonunda.

 

'Terastayız ama sakin ol' devamını dinlemeden hızla merdivenleri üçer ikişer düşe kalka çıktım. Nefes nefese teras kapısını açmamla herkes bana baksa da ben sadece Savaş'a baktım. Bir an bana baksa da sonra gözlerini benden çekti.

 

'Savaş' deyip yanına gittiğimde sandalyesinden hızla kalktı. Elini tutmak istedim ama elini çekti. Gözlerim sulansa da direndim ağlamamak için. 'Savaş beni dinle' dediğimde abimler beni çekiştirmeye çalışırken ellerinden kurtuldum.

 

'Ben seni dinlemek istemiyorum.' Sesi buz gibiydi tıpkı hiç tanımadığı insanlara kullandığı ses tonuydu bu.

 

'Savaş bak anlatıcam, lütfen dinle' gururu falan bir kenara atmıştım artık. Umrumda değildi. Beni yanlış anlamıştı ve kendimi ona anlatmak zorundaydım. En son dayanamadım. 'BENİ DİNLEMEK ZORUNDASIN' yükselen sesimle herkes sustu. Savaş boş bakışlarla bana baktı.

 

'Ben seni dinlemek zorunda değilim. Nasıl olsa sonra birilerinden öğrenirim.' Dediğinde elindeki görünmez bıçağı kalbime eli titremeden batırdı. Sustum derin bir nefes aldım haklıydı.

 

'Ben' dediğimde tekrar elini kaldırdı.

 

'Seni de bahanelerini de duymak istemiyorum.' Batırdığı bıçağı döndürmeye başladı. Öfkesi kızgınlığı kırgınlığı o kadar çoktu ki gözlerimdeki acıyı göremedi.

 

'Bak haklısın' dedim ama yine susturdu.

 

'Tüm herkesi haklı çıkardın. Biz birbirimize göre değilmişiz. Ne kadar uğraşsak da birbirimizi yıpratıyoruz Ahu' dediğinde son darbesini de vurmuştu. Duyduğum onun hiç kullanmadığı ismimle adımlarım bir iki adım geri gitti. Gözlerimden firar eden yaşları elimin tersiyle hızla sildim.

 

'Bu kadar kolay mı?' Derken sesim o kadar kısıktı ki herkes susmuş olmasa kimse duyamazdı.

 

'Tamam sonra konuşursunuz. Muhabbet saçma yerlere gidicek.' Diyen Mertle kafamı iki yana salladım.

 

'Ne demek istiyorsun?' Dedim yanlış anladığımı düşünmeye çalışarak.

 

'Gayet açık konuştuğumu düşünüyorum.'

 

'Haklısın. Madem yoruyoruz birbirimizi' derken sesim az öncekilere rağmen oldukça sakin ve normaldi.

 

'Ahu pişman olucaksın' Bilgenin sözleri de durduramadı. Hepsi tahmin ettiği için lafımın devamını abimler beni diğerleri Savaşı götürmeye çalıştı.

 

'Ne diyordum madem yoruldun benden daha fazla tutmayayım seni. Bitsin o zaman Efe komiser' dediğimde bugün ilk kez bir duygu gördüm onda gözleri tıpkı onun bana ikinci ismiyle seslendiği gibi oldu. Hafif sarsıldı yüzü kasıldı. Hemen toparladı kendini.

 

'Bitirmek istiyorsan seni yanında zorla tutmam. Hem sen seversin ilk seferde arkanı dönüp gitmeyi.' Acımıyordu beni geçmişte yaptıklarımdan vuruyordu. Kafamı salladım. Burdan geri dönmezdi biraz önce kenara attığım gururumu kuşandım. Çenemi diktim sırtımdaki kambura rağmen duruşumu dikleştirdim.

 

'Aynen öyle. İyi akşamlar sizi de rahatsız ettim' diyerek geldiğim gibi hızla ayrıldım terastan. Eve girene kadar duruşumu bozmadım. Titreyen elime lanet ederek kapıya anahtarı takmaya çalıştım ama yapamadım. Mert benim yerime yapınca koşar adım odama ilerleyip kapımı kilitledim. Ağlamayacaktım ne unutucaktım bu sözlerini ne de onun söylediği gibi çekip gidicektim. Her şeye rağmen bu odadan dik bir şekilde çıkıcaktım.

 

 

Bölüm Sonu🎊🥹

 

Uzun süre çiftleri ayırmazsam hasta olurmuşum dndjdk

 

Gelsin bakalım birbirine meydan okumalar dndj

Loading...
0%