Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29.ÖLÜM EMRİ

@sinemm2611

 

~~>Kurguda geçen olay ve karakterlerin gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür... <~~

 

 

 

 

 

~~Keyifli okumalar dilerim..~~

 

 

Oy sınırımız 1 K oy ve 2. 5K yorum...

 

 

 

 

🖤

 

 

~ NEVA ~

 

 

 

~~29.ÖLÜM EMRİ ~~

 

 

 

 

 

 

2 Saat Önce.

 

"Niye topladın bizi buruya?" dedi hakan.

 

Hasan beyin sert ve keskin bakışları masadakilerin hepsinin üzerinde gezindi ve elini kaldırıp arkadaki korumaya işaret yaptı.

 

Toplandı odasında ekran açıldı ve masadaki herkes ekrana bakıyordu. Ekranda Murat Kandemir ve Akif Sancar vardı.

 

Akif'in silahı bir anda patladı ve herkes şok olmuş halde ekrana bakıp kaldı.

 

En çok şaşıran kişi ise Hakan'dı.

 

Gözlerini açarak Hasan beye baktı. "Bu_ bu ne demek?" dediğin de bile sesindeki şaşkınlık ifadesi bariz bir şekilde belli etmişti.

 

 

Hasan beyin dudakları kıvrıldı ve Hakan dik dik baktığın da hakan bu bakışlardan ve sırıtmadan hiç hoşlanmamıştı.

 

"Tekrar bakun," dediğin de masadaki herkes ekrana bakınca şaşkınlıktan dudakları aralanmıştı.

 

"Bu.. Bu kuzgunun eşi değil mi?" dedi Eşref.

 

"Alex, o değil mi?" diye ekledi.

 

Alex başını sallayarak bunu onayladı.

 

"O. Ama?" dediğin de sesin de soru işaretleri vardı. Kuzgundan habersiz toplantıya katıldığı için içi rahat değildi. Bu toplantıyı düzenleyen üstelik de dedesi Hasan Kandemir'di.

 

Alex'in içi hiç rahat değildi ve öylece Hasan Kandemir'e bakıyordu.

 

 

Bu durumdan en çok mutlu olan kişi Hakan'dı.

 

Gülümseyen yüzü ile Hasan'a bakması masada ki herkesin dikkatinden kaçmamıştı.

 

 

"Amasi nedur Alex siğa?" dedi Hasan Kandemir.

 

Bakışları sert ve keskindi.

 

"Neden burada toplandık?" diye sordu Alex.

 

Hasan Kandemir güldü ve, "çok basut ula, ha bu kizun ölüm emrini isteyim," dediği an ortam da büyük bir sessizlik oluştu.

 

"N_e ne demek istiyorsun?" diye kekeledi Eşref.

 

"Sen bizi Timur ile," demişti ki Hasan Kandemir sözünü kesti Eşref'in.

 

 

"Timur yok, ula burada hadun kim getireyi bağa bu kizın ölüsüni?" dedi gayet rahat ve gülümseyen yüzü ile.

 

"Ben," dedi Hakan.

 

Hemen lafa atlaması masadakilerin tepkisini çekmiş ve hepsi de şu an da ona sert bir şekilde bakıyordu.

 

 

"Aferun ula sağa, adammışsun," dedi Hasan Kandemir.

 

"Ne diyorsun lan sen!" diyerek Ayağa kalktı Alex.

 

"Sen bizi Timur ile karşı karşıya mı bırakacaksın, ben yokum bu işte!" diyerek Masadan kalktı Alex.

 

"Ha otur oraya bakayum, daha izleyeceklerimuz bitmedi," dedi ve güldü Hasan Kandemir.

 

 

Alex sinirden elini yumruk yapmıştı. Ekrana bakmak istemiyordu, ne olursa olsun Kuzgun ihaneti affetmezdi. Bunu kesinlikle göze almak istemiyordu Alex.

 

 

 

"Sende bak ula seni de ilgilendiriyi," diyen Hasan Kandemir'e çevrildi tüm bakışlar.

 

 

"Am bu" diyen kişi Enver'di.

 

Sinirden deliren Alex öylece ekranı izlemeyi bırakıp Hasan Kandemir'e çevirdi bakışlarını.

 

 

"Bizi tehdit ederek mi bunu yaptıracaksın?" dedi Civan sinirli bir sesle.

 

"Tabi ula, ha değilse siz yapar musunuz?" diye sordu Hasan Kandemir.

 

"Yapmayız," dediler hep bir ağızdan. Tabi hakan yine sessiz kalmıştı. Hakan bu işe zaten gönüllüydü.

 

 

"He bende bunu bildiğum den her şeyi bilerek getirdim," dedi ve gülümsedi Hasan Kandemir.

 

 

"Ben yokum," dedi Alex.

 

Masadan kalktı ve yürümeye başladı, Timur'a haber verecekti, hem de bir an önce.

 

"Olduğun yerde duraymisun yoksa ha bu ekranda ki kizu da mı öldürteyim," dedi Hasan Kandemir.

 

Alex neyden bahsettiğini anlamadığı için ekrana baktığın da kendi kızını görünce donup kaldı.

 

Bunu nereden biliyordu lan bu adam?

 

Birde beni kızımla mı tehdit ediyordu?

 

"Seni öldürürüm!" diyerek Hasan Kandemir'in üzerine atladı Alex.

 

Eşref ve Civan Alex'i tutuyordu.

 

"Hoşt ula ne saldıraysun, oyunu kuraline göre oynayim," dedi ve güldü.

 

Hakan ise gülerek olan biteni izliyordu.

 

"Yapamazsın lan bunu? Sen nasıl dedesin ulan!" diye bağırdı Alex.

 

"Lan kızıma acımıyorsun bari gelinine acı ulan, gelinin kan senin o gelinin." dedi Alex.

 

"Gelinum falan değildir o benim, katilun kizi benim gelinim falan olamaz," dedi kesin ve net çıkan sesiyle.

 

"Neyse konumuza döneyruk, hepinizun zayuf noktasını buldum, beni yormayın ve sessizce olan biteni izleyin," diye ekledi Hasan Kandemir.

 

Hakan başını salladı, "Tamam o iş bende bunların hiç biri buna cesaret edemez ama ben ederim," dediğin de Hasan Kandemir'in dudakları kıvrıldı.

 

"Bellidur," dedi Hasan Kandemir.

 

"Timur neden yok ben tam olarak onu anlamadım?" diye sordu Hakan.

 

"İşi varmiş,"

 

"Ne işi?" diye sordu Civan.

 

Alex sessizce olan biteni izliyor ve sadece olduğu yerde Eşref'in yanın da dikeliyordu. Başka yapabileceği bir şeyde kalmamıştı.

Çaresizdi, ya dediği gibi kızını öldürürse.

 

Eşinden ona kalan tek güzel şey kızıydı Alex'in.

 

Ama kuzgunu da karşısına almak demek ölüm fermanını imzalamak gibi bir şey oluyordu.

 

 

"Sağa ne ula? Ne işiyse işi benum konum onun işi değil benim konum bu kız," dediğin de ekranı işaret etmişti.

 

Ekranda tekrar Neva'nın fotoğrafı belirdi.

 

"Tamam ben gideyim de alayım kızı," dedi Hakan.

 

"Nerede peki? Ve eminim ki Timur koruma bırakmıştır yanın da," dedi Hakan.

 

"Bu sefer yok, zaten en önemli adamlarını yanunda götürdü, o yüzden bu tam fırsat anladın mi?" dediğin de Hakan başını salladı.

 

"Nerede kız?" diye sordu Hakan.

 

"Katilun evinde," dediğin de ına bir kağıt uzattı.

 

Hakan önüne baktığın da bunun ev adresi olduğunu anladı.

 

"Tamam ben gideyim," dediğin de masadan kalktı ve yürümeye başladı.

 

Çok heyacanlıydı, Kuzgunun bitişini izlemek istiyordu Hakan. Neva'nın ölümü demek Kuzgunun bitişi demek..

 

"Bekle ula, kizu nereye getireceğunu sana söyleceğim bir tek bekle beni," dedi ve masadan kalktı Hasan Kandemir.

 

 

"Çenenizi kapali tutun ki zarar görmeyin," dedi ve göz kırpıp masadan tamamen ayrıldı.

 

Bir kaç adımda Hakan'ın yanına varmıştı.

 

Odadan ikisi bir çıktığın da Alex sandalyeye oturdu.

 

"Bu hepimizin ölümü demek biliyorsunuz değil mi?" dediğin de diğerleri de bunu bakışlarıyla onaylamıştı.

 

"Ama elimizden ne gelir ki? Adam resmen bizi ailelerimizle tehdit etti," dedi Eşref.

 

"Eşref'e katılıyorum," dedi Enver.

 

"Bende öyle," dedi Civan.

 

"Biliyorum ama bir yolu olmalı bu adamı durdurmanın bir yolu olmalı?" dedi Alex.

 

Ne yapabilir diye düşündü ama aklına hiç bir şey gelmiyordu. Üstelik Timur'un da burda olmayacağını söylemişti. Hatta direk yok demişti.

 

 

 

"Kuzgunun gelmesini bekleyeceğiz " diye bir fikir sundu Civan.

 

 

"Karısı öldükten sonra dönmesinin bir anlamı yok, Timur'a ulaşmanun bir yolunu bulacağım," dei Alex.

 

"Bunu yapma, yaparsan senin yüzünden biz de zarar göreceğiz," dedi Enver.

 

"Asıl yapmazsam zarar göreceksiniz," diye diretti Alex

 

"Ailem yaşasın da varsın ben öleyim," dedi Civan.

 

"Yeter!" dedi Alex.

 

"Siz burada oturun tamam mı? Ben Timur'a ulaşacağım," dedi Alex.

 

"Bırak ne hali varsa görsün o kız, görmedin mi adam lideri öldürmüş bir intikamı hak ediyordu, ona en büyük acıyı da evladı alarak yaşatmak lazım, yani evladını öldürerek," dedi Civan.

 

"Özür dilerim ama ben buna katılmıyorum onun ne suçu var ki? Alex haklı bir şeyler yapmalıyız," dedi Enver.

 

 

"Hiç bir şey yapamazsınız görmediniz mi ya adamı? Bizi ne ile tehdit ediyor? Adam bizi öldürmekle değil Ailelerimize zarar vermekle tehdit ediyor."

 

Civan'ın sözlerinde haklılık payı vardı bunu odada ki herkes biliyordu ama ne yapacaklardı şimdi?

 

Ailesini mi seçeceklerdi?

 

Yoksa Neva'yı mı?...

 

 

 

*

*

*

 

 

 

 

 

Neva.

Ensemde hissettiğim acı yüzünden hala kendime gelmiştim.

 

"Uyanmadı mu hala bu?" diyen kalın erkek sesi kulaklarımı tırmalamıştı.

 

"Ne bileyim ben, araba da onu vuran sensin, nasıl vurduysan artık iki saat oldu hala ayılmadı," dedi bir diğer erkek sesi.

 

 

"Bu Gökhan nerde kaldı amk" dedi kalın erkek sesi.

 

"Söyledi ya lan! Gecikeceğim diye düşmüş yüzü gözü mordu," dedi diğer erkek sesi.

 

Acaba onlara atıldığımı söylese miydim?

 

Gökhan kimdi ya?

 

Allah'ım en son ne olmuştu?

 

Yokla hafızanı Neva.

 

Aklıma gelen görüntüler ile birden gözümü açtım.

 

"Lan birden ne diye gözünü açıyorsun!" dedi tam karşımda duran adam.

 

"Ne zamandır ayıldın sen?" diye sordu şüpheyle.

 

Tek kelime dahi etmeden onları izliyordum.

 

"Konuşsana lan!" diye kükredi.

 

"Arif, çekil kısın başından patronu duydun kıza dokunmayın dedi," diyerek konuştu diğer adamda.

 

Demek adi Arif.

 

"Sikeceğim böyle işi," diyerek yanımdan ayrıldı Arif denen adam.

 

"Çıkalım biraz hava alalım yoksa ben burada delireceğim," diye ekledi.

 

Diğer adam başını salladı ve beni tek başıma bırakıp depodan ayrıldılar.

 

Onlar gittiğin de gözümün önüne gelen görüntüler ile birlikte gözlerim dolmaya başlamış ve ağlamaya başladım.

 

 

Neden ben?

 

Beden yine ben kaçırıldım?

 

 

 

Cihat.

 

Timur'un bana attığı mesajı son anda görmüştüm. Benim de gelmemi bana ihtiyacı olduğunu yazmıştı.

 

Önden gideceğini söylemişti ve şu an da gitmiş olmalı da.

 

Bir kaç parça eşya alıp evden çıkmıştım. Arabayla Timur'un benim için hazırladığı uçağın olduğu yere doğru gütmek üzereydim ki arabanın içine telefon sesim duyuldu.

 

 

Ekrana baktığım da arabayı sağa çektim. Servet arıyordu.

 

Neden şimdi beni arıyordu bu?

 

Telefonu açıp kulağıma götürdüm, "Servet bey?" dediğim de telaşlı bir şekilde çıkan nefes alıp verme sesleri kulağıma gelmişti.

 

"Neler oluyor servet bey? Siz iyi misiniz?" diye sordum.

 

"Cihat, hemen neredeysen geri dön," dedi telaşlı bir şekilde.

 

"Neler oluyor Servet bey? Benim acilen gitmem gerekiyor?" dedim.

 

"Biliyorum Timur'un yanına gidiyorsun ama burada durumlar karışmış," dediği an durdum kaldım.

 

Neyden bahsediyordu?

 

"Ne demek," demiştim ki Servet beyin sesi sözümü kesmişti.

 

"Neva hanım tehlike de," dediği an gözlerim açıldı.

 

"Ne demek tehlike de?" diye sordum telaşla.

 

"Barlas beni aradı ve Neva'yı kaçırdıklarını söyledi," dedi telaşlı bir şekilde.

 

"Barlas sizi mi aradı?" diye sordum.

 

"Bunun sırası değil, hemen buluşmalıyız, bu işin altında dedeniz var Cihat," dediği an başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.

 

"Dedem mi?" diye sordum şaşkınca.

 

Yoksa yine?

 

 

Dede, dede..

 

 

"Tamam siz neredesiniz şimdi?" diye sordum.

 

"Hastaneden çıktım şimdi sizin nerede buluşalım," dedi Servet.

 

"Be hastanesi?" demiş bulundum.

 

"Barlas'ı çok dövmüşler yoğun bakıma alındı şu an," dediğin de olan biteni anlamakta zorlanıyordum.

 

Barlas Neva'nın yanında mıydı?

 

Ah doğru ya.

 

Allah kahretsin tek başına Neva'yı koruyordu Timur bana da arada kontrol edersin demişti ama sonra fikri değişmiş ve benim de onunla gelmemi istediğini yazmıştı.

 

"Tamam hemen buluşalım," dediğim de Servet'in onaylayan sesi kulağıma geldi.

 

Telefonu kapatıp arabayı döndürdüm ve gittiğim istikametin tam tersi yöne doğru arabayı sürdüm.

 

Bu sefer Timur beni öldürür.

 

O duymadan Neva'yı bulmalıyım hem de hemen..

 

*

*

 

 

 

Serveti tam karşımda görünce arabayı durdurdum ve arabadan kendimi direk dışarı attım.

 

 

"Servet bey," dediğim de onun da bakışları beni buldu.

 

"Cihat," diyerek bir kaç adım attı ve tam karşımda durdu.

 

"Siz nerden öğrendiniz?" diye sordum tekrar. Bu kadar şeyi bizden önce öğrenmesi sinirlerimi bozuyordu artık.

 

"Barlas beni aradı demiştim," dediğin de ona şüpheyle baktım.

 

"Tamam onu anladım, ama neden siz?" diye sordum.

 

Bir kaç saniye yüzüme öylece baktı ve en sonunda konuşmaya başladı.

 

"Bakın konumuz bu değil, şu an konumuz Neva hanım" dediği an sinirlerim yine gerilmişti.

 

"Getir oğlum," dedi arkadaki kurumasına.

 

Koruma elindeki tablet ile yanımıza doğru gelmeye başladı.

 

 

"Buyurun Servet bey," dedi ve elindeki tableti Servet'e uzattı.

 

Servet tableti açtı ve benim de görebileceğim bir şekilde yanımda durdu.

 

Ekranda Barlas'ın dövüldüğü an vardı.

 

"Bunlar kim?" dediğim de Servet, "izle," demişti.

 

Ekrana bakmaya devam ettiğim aradan beş dakika geçtikten sonra binadan çıkan Neva'ya gözüm takıldı. Kötü görüyordu.

 

Korkmuştu gemde baya korkmuştu.

 

Gözlerim binada çıkan sın kişiye kaydığın da gözlerim fal taşı gibi açıldı.

 

"Lan!" dediğim de Servet ile göz göze geldik.

 

"Evet Hakan da bu işin içinde," diye ekledi Servet.

 

"Ulan bu canına mı susamış," dediğim de ekrana bakıyordum.

 

Ekranda Neva'yı arabaya zorla bindirmişlerdi. Sinirden ellerimi yumruk yapmıştım.

 

"Bunu Timur öğrenirse kesinlikle hepsini öldürür," dedim sinirli bir sesle.

 

"Evet o yüzden öğrenmeyecek biz halledeceğiz," dediğin de ona baktım.

 

"Ne demek öğrenmeyecek?" diye sordum.

 

"Duyduğunuz gibi öğrenmeyecek." dedi kesin bir dille.

 

"Buna siz karar veremezsiniz Timur bunu öğrenecek arayacağım," diyerek cebimden telefonu çıkardım.

 

Ekranı açtığım da sesiyle durdum.

 

"Oğlum şu an da yoğun bakımda ve yeğinimin de ölmesine izin veremem," dedi.

 

Oğlu?

 

Yeğeni?

 

Şaşkın bir şekilde ona bakıyordum.

 

"Yeğen?" diye sordum endişeyle aklıma gelen kişi değil mi?

 

 

"Evet yeğenim, Neva benim öz yeğenim," dediği an telefon elimden kayıp gitti.

 

 

Neva onun öz yeğeni mi?

 

"Sen?" dediğim de konuşamamıştım.

 

"Dayısıyım onun ben, Annesinin kardeşi," dediği an bir şok daha yaşadım.

 

Dayısı mı?

 

Allah'ım neler oluyordu burada?

 

"O yüzden aban sen kimsin de karışıyorsun deme! Neva'ya zarar vermesine izin veremem hem dedenizin hem de Hakan'ın," dedi.

 

Ben hala şoktan kımıldayamıyordum.

 

"Ve oğlum da benim yüzümden Kuzeni için sizin yanınıza girmeyi kabul etti," dediğin de ikinci bir şokla donup kaldım.

 

 

Barlas Servet'in oğlu mu?

 

Neva ve Barlas kuzen mi?

 

 

Neler oluyor bu siktiğimin yerinde!

 

"Ne söylüyorsunuz siz be? Ne dayısı ne kuzeni?" diye bağırdım.

 

Söylediği şeyleri kaldıramıyordum.

 

 

"Sakin ol Cihat, bunları bu şekilde öğrenmeni istemezdim ama artık zamanı gelmişti çünkü oğlum her geçen gün daha da zarar görüyordu Neva'yı koruyayım derken, ona bunu yaşatmaya hakkım yoktu," dediğin de sesi üzgün ve çaresiz çıkmıştı.

 

 

 

"Üstelik benim için de Neva'ya uzaktan bakmak azap gibi geliyoru," diye ekledi.

 

Düşünceler için başını sağa sola salladı ve bana baktı.

 

"Bunları şimdilik sen bil, ben Timur'a söyleyeceğim zaten bunları ama ilk önce Neva'yı kurtaralım, bu sefer dedeni Timur'un elinden kurtaramazsın," dediğin de ona düşünceyle baktım.

 

Demek ki her şeyden haberi vardı, dedim Neva'yı kovduğundan vs diğerlerinden.

 

Doğru mu söylüyordu?

 

Neva'nın dayısı mıydı gerçekten Servet?

 

Hem de öz dayısı..

 

 

 

Arabada ilerliyorduk üstelik nereye gittiğimi bile bilmeden.

 

 

Ona inanmıştım.

 

Servet'e inanmıştım.

 

Doğru söyleyip söylemediğine bakmayacaktım şimdi ama Timur bunu öğrenirse dedemi yaşatmazdı.

 

Timur dedemin Neva'yı kaçırdığını öğrenirse Asla durmazdı..

 

Bu sefer Hakan'ı da elinden alamazdım.

 

"Ne düşünüyorsun?" diyen Servet'in sesiyle daldığım yerden başımı kaldırıp ona baktım.

 

 

"Ne düşüneceğimi bilmiyorum?" dediğim de başını salladı.

 

"Şu an onları değil dedenin Neva'yı nereye götürdüğünü düşün, Hakan'ın yerlerine baktım yok çünkü," dediğin de ona baktım.

 

"Zaten bunu dedem planladıysa o saklıyordur Neva'yı," dediğim de beni başını sallayarak onayladı.

 

"Öyle görünüyor," dedi düşünceli çıkan bir sesle.

 

"Nasıl bulacağız onu?" diye sordu.

 

"Bilmiyorum?" dediğim de önüne döndü.

 

Dedikleri doğru ise Neva için endişelenmesi çok normaldi.

 

Endişeliydi üstelik Barlas'ı da düşündüğüne emindim. Barlas oğlum demişti değil mi yanlış hatırlamıyorsam.

 

"Barlas oğlun mu gerçekten?" diye sorduğum da bakışlarını bana dikti.

 

Başını salladı, "Evet oğlum," dediğin ona bakmaya devam ettim.

 

"Neden koruma? Yani neden koruma olarak aramıza girdi?" Ddiye sordum.

 

"Üstelik ben Barlas'ı babamın yanında gördüm?" dediğim de Servet bana bakmıştı.

 

 

"Onları sana anlatamam, Timur'a anlatmak gerekiyor," dediğin de kızmıştım.

 

"O neden?" diye sorduğum da kaşlarımı çatmıştım.

 

"Öyle gerekiyor eğer o isterse açıklar ama ben bir tek ona anlatırım," dediğin de başımı sağa sola sallayıp önüme döndüm.

 

"Tamam," diyerek ona bakmayı bıraktım.

 

"Nereye gideceğiz?" diyen sesini duydum.

 

"Deden nereye götürmüş olabilir yeğenimi?" diye sordu.

 

"Bilmiyorum, şu an gerçekten bilmiyorum," dediğim de kafam allak bullak olmuştu.

 

Gerçekten nereye götürmüş olabileceği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.

 

 

Düşünceli bir şekilde yanımdan geçen arabaları sayıyordum.

 

"Timur'a ihanet eden biri var," diyen Servet'in sesiyle başımı ona çevirdim.

 

"Anlamadım?" dediğim de yüzüne bakmaya devam ettim.

 

İhanet eden mi?

 

"Evet, çünkü Timur'un gideceğini kim biliyordu sayılı kişiler, deden bunu nasıl öğrendi?" dediği an beynime dank etti.

 

Haklıydı, bunu bir kaç kişi dışında kimse bilmiyordu ki?

 

"Kim?" dediğim de şaşkındım.

 

"Emin değilim ama.." dediğin de düşünceliydi.

 

"Ama?" dediğim de sanki nasıl söyleyeceğini bilmiyordu.

 

"Barlas bana Engin'den şüphelendiğini söylemişti," dediği an durdum kaldım.

 

"Nasıl lan? Bu imkansız" dediğim de düşüyordum.

 

"İmkansız değil bu dünyada herkes ihanet edebilir," dediğin de haklıydı ihanetin kişisi olmazdı.

 

"Ne yani Engin dedeme çalışıyor öyle mi?" dediğim de başını salladı.

 

"Yüksek bir ihtimalle öyle" dediğin de bu söylediğinden neredeyse emin gibiydi.

 

"Peki ya yanılıyorsan?" dediğim de bakışlarını bana çevirdi.

 

"Barlas'tan duyduğumu söyleyerek bunun kesin olduğuna inanıyorum, çünkü uzun zamandır takip ediyor," dediği an durdum.

 

"Engini mi takip ediyor?" dediğim de başını salladı.

 

"Evet takip ediyor uzun zamandır, ve iş çıkışında tuhaf davrandığını söylüyor," dedi ve ben olan biteni anlamakta zorlanıyordum.

 

"Nasıl tuhaf davranıyor?" diye sordum.

 

"Barlas uyanınca konuşalım bunu," dedi sakince.

 

"Önceliğimiz Neva olsun," dedi kesin bir dille.

 

Şimdiden Neva'yı sahipleniyordu.

 

"Ona şimdiden sahiplenmen doğru değil özelliklede bunu Timur'un yanın da yapmanız sizin için iyi olmaz," diye açıkladım.

 

Ki gerçekten de iyi olmazdı.

 

"Farkındayım Evlat, Timur'u gayet iyi tanıyorum," dediğin de gülümsemişti.

 

"Gözü dönünce neler yapabileceğini de biliyorum ve o yüzden onun haberi olmadan Neva'yı bulmalıyız," diye ekledi.

 

Haklıydı Neva'yı hemen bulmalıydık. Eğer dedem bir şeyi kafasına koyduysa yapar. Neva'nın ölmesini istiyorsa çoktan öldürmek üzeredir..

 

"Babama soralım, belki o biliyordur bir şeyler," dediğim de Servet başını salladı.

 

"Umarım bir şeyler biliyordur," dediğin de şüpheli bir şekilde söylemesi gözümden kaçmamıştı.

 

"Umarım," dedim sakince.

 

Babamın bir şey bilip bilmediğinden o da emin değildi, üstelik bende emin değildim bir ümit işte.

 

 

Telefonu elime alıp aramaya başladım.

 

"Alo, baba?"

 

"Efendim oğlum?" diyen ince çıkan sesini duydum.

 

"Baba dedem, Neva'yı kaçırtmış," dediğim de bir süre ses gelmedi.

 

"Ne yapmuş ne yapmuş?" dediğin de şaşkınlıktan ağzı kaymıştı.

 

"Neva'yı kaçırmış, bu sefer öldürecek baba," dedim.

 

"Saçmala oğlum babam niye öldürsün suçsuz kızı," dediğin de o bile şu an duyduğuna inanmıyordu.

 

Haklıydı da bende inanamıyordum dedemin bu yaptıklarına.

 

 

"Baba, inan bende bilmiyorum ama kafaya koymuş işte," dediğim de derin bir nefes verdi.

 

"Tamam ben bir onu arayayım bakayım," dedi.

 

"Tamam baba haber bekliyorum," dedim sakince.

 

"Tamam oğlum," dediğin de telefonu kapatmıştı.

 

"Onu arayacak," dediğim de Servet bana bakıyordu.

 

"Söylemez ki, söyler mi?" diye sordu.

 

"Bilemiyorum?" dediğim de gerçekten de bilmiyordum.

 

Söylemez gibime geliyordu ama inşallah söyler diye ümit ediyorum..

 

"Nereye gideceğiz?" diye sordum.

 

"Benim evime, yani bir şey bulana kadar," dediğin de başımı salladım.

 

Şu an için mantıklı olanı buydu.

 

Şu an için elimizden hiç bir şey gelmiyordu.

 

 

Neva'nın ne durumda olduğunu da bilmiyordum. Timur' da artık neredeyse varmak üzeredir umarım beni aramazdı.

 

Ararsa yalan söyleyemezdim de bana çok kızardı.

 

Ne yapabilirim şu an için onu da bilmiyordum.

 

Çaresiz bir şekilde düşünmeye başladım.

 

Ne yapacağım bilmiyordum yukarı tükürsem bıyık aşağı tükürsem sakal.

 

 

Nereden tutsam elimde kalacaktı. Bir yanda dedem bir yanda Timur.

 

Bu sefer gerçekten dedemi affetmeyecekti, biliyordum. Bu sefer onu kim durduracaktı?...

 

 

 

 

 

 

Neva.

 

Uykumun ne ara geldiğini bile anlamamıştım. Yavaş bir şekilde gözlerimi açıp başımı kaldırdım ve içeriye iki kişinin girdiğini gördüm.

 

Bir dakika ne?

 

Onun burada ne işi vardı?

 

 

"Sen.." dediğim de elini ağzına götürdü ve sus işareti yaptı.

 

Onun burada ne işi vardı. Neden diğer adamlar ile birlikte buraya gelmişti?

 

Yoksa o da mı hain?

 

"Gökhan hadi oğlum, patron kızmasın?" Diyen adam.

Gencay'ın tam yanında duruyordu.

 

Gencay'a Gökhan mı dedi o?

 

Gencay bakışlarını benden çekti ve o sakallı adama baktı.

 

"Tamam geliyorum," dediğin de bana baktı ve göz kırpıp arkasını dönerek yanındaki uzun boylu adamla birlikte depodan çıkıp gittiler.

 

Arkasından öylece bakıp kaldım, buraya onların arasına başka biri olarak sızmıştı.

 

Peki ama neden?

 

Neden buraya geldi?

 

 

Üstelik az önce girdiler içeri ve hemen geri çıktılar nedenini de merak etmiştim.

 

 

Gencay beni kontrol etmek için gelmiş olabilir miydi?..

 

 

Evet olabilirdi.

 

Depoda ellerim bağlı bir şekildi sandalyede otuyordum yine..

 

Yine kaçırılmıştım üstelik bu sefer Timur'un konuştuğu bir adam tarafından.

 

 

Neden her şey beni buluyordu.

 

Timur'un kuzgun olması yüzünden mi bu haldeydim acaba ben?

 

Düşünmeye başladığım da bu ihtimali de değerlendirmeliydim..

 

Ne kadar bir süre bekledim bilmiyorum, kapının açılma sesini duyunca kendimi toparladım ve gelenlere baktım.

 

Gencay girmişti üstelik yüzü de kapalıydı.

 

Neden yüzünü gizliyordu ki?

 

İçeri giden adamı hatırlamıştım. Neydi adı?

 

Heh Arif.

 

 

Konuşurlarken duymuştum.

 

İçeri sırıtarak girmesi de gözümden kaçmamıştı. Gencay da tam arkasından girmişti.

 

"Uyanmış prenses beyler," diyerek dalga geçti Arif denen adam.

Diğerleri de bu sözüyle gülmüştü.

 

 

"Ölmeden önce uyuması güzel bir şey en azından uykusuz gitmez," diyerek sırıttı.

 

"Emir ne zaman gelecek abi ben beklemekten sıkıldım," dedi Gencay'ın tam yanında ki adam.

 

"Ne emri?" diye salak saçma bir soru sormuş bulundum.

 

Arif sırıtıyordu.

 

Bu adamdan nefret etmiştim.

 

 

 

Gencay'ın bakışlarında ki sinir ve öfkeyi fark etmemem imkansızdı.

 

Onlardan değildi.

 

Onlar için gelmiyordu, benim için gelmişti.

 

Benim burada olduğumu öğrenmiş ve tek başına mı gelmişti?

 

Saçmalık!

 

Arif denen adam bir kaç adım attı ve tam karşım da durdu, "Seninle biraz eğlensek mi? Timur'un karısı da pek güzelmiş," dedi Arif.

 

Pis bir şekilde sırıtması midemi bulandırmıştı.

 

Elini yanağıma uzattığın da kendimi geri çektim.

 

 

"Bırak beni şerefsiz," dedim.

 

Ona şerefsiz dememden hoşlanmamıştı. Yüzünde ki ifade kesinlikle beni öldürmek ister gibi bakıyordu.

 

"Kes lan sesini!" Diye yüzüme kükrediğin de hiç korkmadan ona baktım.

 

Gencay tam karşımdaydı tetikte bekliyordu, üstelik onca kişinin arasında tek başınaydı.

 

"Timur gelince, göreceksiniz hepiniz siz," dediğim de gülümsemiştim.

 

Tam karşımda duran Arif yüzüme doğru eğildi ve, "Gelmeyecek, ama sen öleceksin sürtük," dediği an kan beynime sıçramıştı.

 

"Sensin sürtük orospu çocuğu" dediğim an tokadı yemem bir oldu.

 

Ağzıma gelen kan tadıyla midem bulanmıştı. Başımı çevirdiğim de dolu gözlerimle beni izleyen Gencay'a baktım.

 

Elini yumruk yapıp bana tokat adan adama bakıyordu.

 

Tek bir yanlış hareketinde ikimiz de ölürdük.

 

Sol gözümden bir damla yaş düştü ve içimden bir ses Timur'un geri dönmesinden başka hiç bir çaremiz olmadığını söylüyordu.

 

Üstelik onun hiç şakası yoktu sadece gelecek emri bekliyorlardı.

 

Çaresiz bir şekilde Timur'un gelmesini bekliyordum.

 

Peki ya gelmezse?!

 

Ya hiç gelmezse Timur?!

 

 

Gencay kendini zor tutuyordu. Benim hal ve hareketlerim onu zor duruma dokuyordu.

 

Ağzımda ki kan lekesi galiba dudağımdan geliyordu. Dudağım kanıyor olmalı ki Gencay'ın bakışları dudaklarıma kaymıştı.

 

Arif yüzüme doğru eğildi, "Kan bir insana bu kadar mı güzel yakışır?" dedi ve sırıttı.

 

Diğer adam güldü, ama Gencay gülmüyordu. Her an burada tek başına olduğunu umursamayıp Arif'in üzerine atlayabilirdi.

 

 

Yüzü tam görünmüyordu ama ben buradan bile sinirden kendini zor tuttuğunu anlıyordum.

 

"Eee prenses.. beydi lan bunun adı?" dedi ve diğerlerine baktı.

 

"Neva abi," dedi biri.

 

"Hım demek Neva," dedi ve biraz daha eğildi.

 

"Geri çekil pislik, midemi bulandırıyorsun," dediğim de kahkaha atmıştı.

 

"Demek mideni bulandırıyorum, e kocanla yatarken iyiydi ya bizi görünce mi miden bulanıyor?" dediğin de midem gerçekten bulanmaya başlamıştı.

 

"Abi, geri çekil Hakan abi duyarsa bir şey yaptığına canını okur," dedi içlerinden biri.

 

"Kes lan sesini!" diye bağırdı.

 

"Bir şey yapmayacağım eğleneceğim sadece," dedi ve elini uzattığın da kendimi geri çekmeye çalıştım. Tabi çokta başarılı olamadım.

 

Çünkü gidecek bir yerim yoktu hatta kımıldayamıyordum bile.

 

Ellerinde ki saçlarımı görünce ona sert bir şekilde baktım. Kafamı geri çeksem saçlarım acıyacaktı. Çekmezsem de bu şerefsizin elindeydi.

 

Gözlerim sinirden dolmaya başlamıştı artık. Karşısında güçsüz de görünmek istemiyordum. Ama istemsizce ağlayasım geliyordu...

 

 

 

 

 

Timur.

 

İngiltere.

 

Uçaktan inmemize çok az kalmıştı. Telefonları uçak moduna aldığımız için Neva'ya yazamamıştım.

 

Ama inince mutlaka yazacaktım.

 

"Gelmek üzereyiz abi," diyen Polat'ın sesiyle ona döndüm.

 

 

"Tamam direk Rauf amca ile buluşuyoruz değil mi?" diye sorduğum da başımı sallamıştı.

 

"Evet abi Veysel ile öyle konuşmuştuk," dediğin de başımı salladım.

 

Uçağın sallanmasıyla inmek üzere olduğumuzu anladım.

 

Uçak tamamen durduğun da kemeri açıp ayağa kalktım. Engin ve Polat'ta aynı şekilde ayaklandılar.

 

Ben önden ilerlemeye başladığım da onlar da arkamdan geliyordu.

 

Uçakta hostes falan istememiştim. Sadece pilot ve yardımcısı vardı o kadar. Gerek duymuyordum böyle şeylere.

 

 

Telefonu aldığım da uçaktan tamamen inmiştim.

 

Yazmakla falan uğraşmayacaktım. Direk arama yerine girip Neva'yı aramaya başladım.

 

Çalıyor..

 

Çalıyor..

 

Telefon çalmaya devam etti ve kendiliğinden kapandı. Neden açmıyordu şimdi telefonumu.

 

"Arabaya binelim abi," dedi Polat.

 

Arabaya doğru ilerlediğim de Barlas'ı aramaya karar verdim.

 

"Aradığınız kişiye şu an da ulaşılamıyor lüt_" dediğin de telefonu direk kapattım.

 

Onun niye telefonu kapalıydı?

 

 

Bir şey mi olmuştu?

 

"Polat bizden kim vardı Barlas'a eşlik eden?" diye sordum.

 

"Alp de yanına gidecekti abi ama," dediğin de başımı salladım.

 

"Tamam onu ara bakalım bi, Barlas ve Neva'ya ulaşamıyorum," dediğim de Engin arabayı çalıştırmıştı.

 

Polat eline telefonu aldı. Bende onu izliyordum.

 

Aklıma Cihat geldi, ona da gelmesini söylemiştim ama eminim ki o daha gelmemiştir.

 

Telefonu açıp Cihat'ı aramaya başladım.

 

Telefon çalmaya başladığın da bir süre çalmaya devam etti ve kapandı.

 

"Bu niye açmıyor siktiğimin telefonunu" diye yüksek sesle küfür ettim.

 

 

"Abi Alp'e ulaşamıyorum," dedi Polat.

 

"Hepsine ulaşamamamız normal değil tekrar ara, evdekilerden birine ulaş gitsin baksın neler oluyor," dediğim de Polat başını salladı.

 

Telefonumu uçak modundan çıkardığımdan beri hiç bildirim de düşmemişti.

 

Bu işte bir gariplik vardı.

 

"Engin pilot 'a söyle dönüş yapmasın beklesin bizi yarın değil bugün döneceğim," dediğim de Engin başını salladı.

 

Arabayı durduğun da eline telefonunu almıştı. Polat'ta telefon da birini yazmış olmalı ki bana baktı.

 

"Tamam abi, Ali şimdi bakacak," dedi Polat.

 

Arabadan indiğim de toplantı olacak olan binaya doğru ilerliyordum. Bu kafayla ben bu adamlarla nasıl iş yapacaktım bilmiyorum..

 

 

Üst kata çıktığımız da Asansörden indim ve beni Rauf amca karşıladı.

 

"Hoş geldin Evlat," dediğin de gülümsemiştim.

 

"Hoş buldum Rauf amca," dedim sakince.

 

"Toplantı hazır oğlum senin iniş yapmanı bekliyorlardı," dediğin de başımı salladım.

 

"Gidelim o zaman?" dediğim de telefonumu sessize almıştım.

Ama aklım Neva da olduğu için telefonumu masada tutacaktım.

 

 

Rauf amca ile birlikte toplantı yapılacak olan salonun önüne geldiğimiz de derin bir nefes verdim. Bu iş benim için çok önemliydi.

 

Burayla bağlantılarım güçlenecekti ve bir aksilik çıkmasını istemiyordum.

 

"Merak etme her şey yolunda sen sakin ol, eminim vereceğimiz meblağı duyunca kesinlikle kabul edecekler," dedi Rauf amca.

 

"Umarım," dediğim de başını sallamıştı.

 

Kapıyı benim için açtı ve benim geçmemi bekledi.

 

Ben içeri girer girmez, masada herkes ayağa kalkmıştı. Bir kaç adımda onların tam karşısında ki sandalyeye uzandım ve başımı eğip oturmalarını sağladım.

 

Bende yavaş bir şekilde oturdum ve telefonu cebimden çıkarıp masaya koydum.

 

Bu onlara karşı biraz saygısızlık olacak ama yapabileceğim bir şeyde de yoktu. Neva'dan haber geleceği için bunu yapmam gerekiyordu.

 

"Hoş geldiniz," dediğim de hepsi birden gülümsemişti. İngilizce konuşmuştum.

 

Sırayla hepsi kendini tanışmıştı.

 

Ben zaten hepsini biliyordum ki, sadece nezaket gereği onların tanıtmasını beklemiştim.

 

Rauf amca da bana gururla bakıyordu. Rauf amca olmasa ne yapardım bilmiyorum hala benim için koşturuyordu.

 

Tam konuşmak için ağzımı aralıyordum ki masamda ki telefon titremeye başladı v ekran da "Alex" yazıyla bakıştım bir süre.

 

Önemli değildir diyerek yan taraftan kapatmıştım.

 

"Evet öncelikle buraya iş için değil gönül için de toplandığımızı unutmayalım," dediğim de hepsinin yüzünde gülümse oluşmuştu.

 

Rauf amca da nereden vuracağımı anlatınca gülümseyerek beni izlemişti.

 

Konuşmak için tekrar ağzımı aralıyordum ki Alex'ten mesaj gelince ekrana baktım.

 

"Timur çok Acil aç şu telefonu," diye yazıyordu.

 

Rauf amca da ekrana bakmış ve bakışlarını bana çıkarmıştı.

 

Özür dileyerek telefona bakmam gerektiğini söyledim ve ayağa kalkıp salondan çıktım. Bir anda toplantıdan çıkmam onları biraz sinirlendirmişti yüz ifadelerinden anlamıştım ama yapabileceğim hiç bir şey yoktu.

 

Polat'ı kapıda beklerken gördüğüm de bakışları beni buldu.

 

"Haber var mı?" dediğim de başını sağa sola salladı.

 

Toplantı salonun kapısı açıldı ve Rauf amca da yanıma geldi.

 

"Neymiş derdi onun? Toplantıyı bölüyor bizim burada," diye sinirlendi Rauf amca.

 

"Bilmiyorum ar_" demiştim ki Alex'in aramasıyla telefona baktım.

 

"Efendim Alex" diyerek telefonu açtım.

 

"Timur neden telefonlarımı açmıyorsun?"

 

"Açtım işte," dediğim de derin bir soluk vermişti.

 

"Ne oldu?" diye sordum.

 

"Deden?" dediğin de anlamamıştım.

 

"Dedem ne alaka Alex?" dediğim de bir kaç saniye sesi çıkmadı.

 

"Deden toplantı ayarlamış ve hepimizi oraya topladı," dediğin de kaşlarımı çatmıştım.

 

Ne yapıyorsun dede yine?

 

"Neden toplamış sizi?" diye sordum sakince.

 

"Şey.. ben daha fazla buna dayanamadım Timur çok özür dilerim beni kızımla tehdit etti," diyerek ardı, ardı konuştu.

 

Neden tehdit etmişti?

 

"Neden tehdit_" dediğim de cümlem sesiyle yarıda kalmıştı.

 

"Eşini öldürme emri verdi," dediği an gözlerim açıldı.

 

"Ne dedin sen!" diye sert bir şekilde sordum.

 

"Ne demek şan ölüm emri?" diye kükredim.

 

"Timur vaktin yok deden karalı bizi de sana söylememiz için ailelerimizle tehdit etti, ben daha fazla dayanamazdım hakan buna gönüllü oldu, ikisi birlikte şu an," dediğin de susmuştu.

 

"Şu an ne lan? Şu an be?" diye kükredim.

 

"Polat uçağı hazırla," diye bağırdım Polat'a.

 

"Neler oluyor Timur toplantı?" dedi Rauf amca.

 

"Şu an ikisi birlikte Neva'yı nasıl öldürmeliyim diye baktıklarına eminim, çünkü bu toplandı olalı 2 saat oldu Timur," dedi.

 

"Sikerim lan hepinizi biriniz bile engel olmadı lan!" Diye kükredim.

 

Dede? 

 

Hakan?

 

Bu sefer ikinizi birden öldürmeyen ne olsun!.

 

 

 

"Timur tehdit edildik diyorum," dediğin sinirlenmiştim.

 

"Sikerim tehdidini de geri kalanı da söyle o Hakan'a ecdadını sikmeye geliyormuş kuzgun de."

 

Telefonu suratına kapattım.

 

 

"Geri zekalılar!" diye kükredim.

 

"Timur ne oluyor?" diyen Rauf Amcaydı.

 

"Dedem Neva'nın ölüm emrini vermiş toplantıda," dediğim de donup kaldı.

 

"Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi Timur?" dediğin de başımı salladım.

 

"Biliyorum ama bu Asla olmayacak, olursa hepsi ölür masa falan umurum da değil gerekirse dedemi de öldürürüm ama Neva'ya zarar gelemeyecek!" dedim kesin ve net çıkan bir sesle.

 

Rauf amcaya bakmadan Asansöre doğru koştum..

 

Binadan çıktığım da toplantı bile umurum da değildi.

 

Dedemin verdiği emir hiç umurumda değildi.

 

Telefonu elime aldım, ve Cihat'ı aramaya başladım.

 

"Aç şu siktiğimin telefonunu," diye küfrettim.

 

"Neler oluyor abi?" dedi Engin.

Ona bile bakmadım.

 

"Çalıştır şu arabayı," diye kükredim.

 

Açmadı şu telefonu açmadı!

 

"Abi Alp'e ulaştım," diyen Polat'a baktım.

 

"Ne olmuş?" dediğim de bana bakıyordu.

 

"Barlas hastanedeymiş, yengeyi de kaçırmışlar," dedi.

 

"Siktiğimin aklı ne diye koruma yığmazsın ki kapısının önüne!" diyerek kendime kızıyordum.

 

"Hızlı sür şunu!" diye bağırdım Engin'e.

 

"Tamam abi sürüyorum," dediğin de arabayı son hıza almıştı.

 

"Uçak hazır mı?" dedim Polat'a bakarak.

 

"Evet abi," dedi.

 

Bir şey demeden arabanın içinde dört dönüyordum neredeyse.

 

Umarım bir şey olmaz.

 

İnşallah geç kalmam.

 

"Benden önce kim dedeme ulaşabilir," diye kendi kendime söylediydim.

 

"Amcanız?" diyen Polat'a baktım.

 

Doğru Amcam ulaşabilirdi.

 

Telefonu elime almıştım ki ekranda Cihat'ın armasını görünce direk açtım.

 

"Sikeceğim yapacağın işi şu siktiğimin telefonunu yanında taşımıyor musun lan sen!" Diye kükredim resmen.

 

"Timur sakin ol açtım?" dedi.

 

"Neredesin ulan! Haberin var demi olanlardan?" diye bağırdım.

 

Telefonumu açmamasının ve buraya gelmemesinin nedeninin bu olduğuna adım kadar emindim.

 

"Timur.." dediğin de ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi.

 

"Ne Timur lan ne Timur!" diye bağırdım.

 

"Bana Neva'yı bulduğunu söyle!" dedim sert bir şekilde.

 

"Bulmaya çalışıyoruz?" dedi.

 

"Kimle?" diye sordum. Çoğul konuşması gözümden kaçmamıştı.

 

"Servet de yanımda ve sana bir şey söyleyecek," dedi.

 

"Ver telefonu," dedim sert bir şekilde.

 

"Timur," diyen Servet'in sesini duydum.

 

"Nereden duydun demeyeceğim artık sıçsam haberin oluyor," dedim sert bir şekilde.

 

Gülmüştü, "Sorma gelince anlatırım ama Enginden şüpheleniyorum dedene o ötmüş olabilir Barlas'ta ondan şüphelendiğini söylemişti," dediğin de bakışlarım Engin'e kaydı.

 

Dedeme mi ötüyor?

 

Engin dedeme mi çalışıyor?

 

"Emin misin bundan?" dedim.

 

"Eminim Timur," dediğin de elimi sıkmıştım.

 

Engin!!

 

"Tamam ben geleceğim şimdi benden önce bulursanız karıma zarar gelmedin," dediğim de Servet sesli bir şekilde derin nefes vermişti.

 

"Bende bunun için çabalıyorum," dediğin de üzüntü sezmiştim sesinden.

 

 

"Tamam haber bekliyorum sizden?" dediğim de sesini duyamadım.

 

"Tamam evlat," dediğin de telefonu kapatmıştım.

 

Bu sıralar da herkes bana evlat diyordu.

 

Bakışlarımı Engin'e sabitledim.

 

Demek dedeme öten sensin?

 

"Geldik abi?" dedi Engin ve bakışları beni buldu.

 

"İnin," dedim keskin çıkan bir sesle.

 

Polat ve Engin ikisi de arabadan indi bende inmiştim.

 

Burada ki adamlara arabayı işaret etmiştim.

 

Hızlı bir şekilde uçağa doğru ilerledim.

 

Pilotun olduğu yere doğru yürümeye başladım.

 

"Abi biraz sakin ol yetişeceğiz," diyen Polat'ın sesini duydum.

 

"Kes sesini!" diye bağırdım.

 

Zaten sinirliydim.

 

"Timur bey," dedi Pilot.

 

"Bu uçağı İstanbul'a en hızlı bir şekilde yetiştireceksin!" dedim kesin bir dille.

 

"Ama Timur bey bu imkansız zaten yeni iniş yaptık sayılır," dediğin onu dinlemiyordum.

 

"Bu benim sorunum değil gerekirse uçağı ışınla oraya," dediğim de Pilot ciddi misin der gibi bakmıştı.

 

"Ciddiyim, hızlı ol hadi!" dediğim de arkamı döndüm ve kabine girdim.

 

Polat ve Engin yerlerine oturmuştu.

 

Bakışlarım Engin'e kaydı ve, "Telefonunu ver!" dedim sert bir şekilde.

 

"Ne oluyor abi?" dediğin de sesin de korku ve merak sezmiştim.

 

 

"Engin beni çileden çıkarma ver şu siktiğimin telefonunu!" diye bağırdım.

 

"Ta_ tamam abi," diyerek kekeledi.

 

Uçak çalışmaya başlayacağını anladığım yerime oturdum.

 

Elimdeki telefonu çekip aldım.

 

Ekrana kilit koyamamıştı.

 

Son aramalara baktığım da herhangi bir şey göremedim ve mesajlara bakmaya karar verdim.

 

Aşağılara doğru inmeye başladığım da bir mesaj dikkatimi çekti ve okumaya başladım.

 

 

"Ne zaman gideceksiniz?"

 

 

 

 

"Yarın gideceğiz"

 

"Tam olarak saat söyle patron soruyor?"

 

"Timur bey yanımda şu an bana yazma,"

 

"Tamam haber ver abana mutlaka,"

 

"Tamam."

 

 

 

 

 

Mesajları okuduğum da ayağa kalktım ve Engin'e yumruğu geçirdim.

 

"Piç lan sen yediğin kaba mı pisliyorsun!" diye bağırdım.

 

"Abi ne oluyor?" dedi Polat.

 

"Konuş lan! Konuş dedeme mi ötüyorsun lan sen!" diyerek iki yakasından tuttum ve bir yumruk daha attım.

 

"Abi.." dedi ama dinlemedim.

 

"Abini sikerim lan senin! Şerefsiz!" diye bir kez daha atıldım üstüne ve bu sefer Polat beni tuttu.

 

"Nerde lan dedem? Konuş lan karımı nereye götürdünüz?!" diye sesli bir şekilde bağırdım.

 

Öyle çok bağırmıştım ki Pilot'un yardımcısı bile yanımıza gelmişti.

 

"Sen git," dedi Polat.

 

"Bırak lan beni!" diyerek Polat'ı da ittim.

 

"Konuşsana lan!" dediğim de belimde ki silahı çıkardım ve kafasına dayadım.

 

"Konuş dedim lan!" diye bağırdım.

 

"Bilmiyorum ab_,"

 

"Hala abi diyor bana sektirtme bana belanı!" diye bağırdım.

 

Silahı da başına bastırdım.

 

"Konuş lan nereye götürdü dedem karımı?" diye bağırdım.

 

"Yemin ederim bilmiyorum abi," dediğin de ağzından kanlar geliyordu.

 

Burnundan da geliyordu.

 

Silahı kafasından çekip, "Sikerim böyle işi!" diye kükredim.

 

"Lan dedeme nasıl çalışırsın!" dedim büyük bir hayal kırıklığı ile.

 

Ulan ben en çok bu adamıma güveniyordum lan!

 

"Abi.." dediğin de sinirle atıldım.

 

"Abi deme lan!" diye bağırdım.

 

"Abi sakin ol ne çalışması?" dedi Polat.

 

"Bu şerefsiz dedeme ötüyormuş!" dediğim de Polat anında başını engine çevirdi.

 

"Ne!" dediğin de şaşkınlıktan dili tutulmuştu.

 

"Kaç para veriyor lan sana? Kaça sattın lan beni!" diye kükredim.

 

Pilotun yardımcısı tekrar gelince ona baktım.

 

"Çalıştırın şu siktiğimin uçağını!" diye bağırdım.

 

"Efendim bende onun için geldim kemerler," dediğin de sinirli bir şekilde yerime geçtim.

 

Sinirden kemeri bile bağlayamadım. Elimin üstünde küçük yara oluşmuştu.

 

Umursamadım..

 

 

*

*

 

"Kaç dakika kaldı lan inmemize?" dediğim de Polat bana bakıyordu.

 

"Az kalmış olmalı abi," dediğin de sinirden duramıyordum.

 

Kemeri bile söküp atmıştım.

 

Engin ise En uçta otuyordu sinirden delirecektim nasıl ona çalışır? Nasıl?!

 

Elimi anlıma koydum ve sıvazladım. Sinirden başıma da ağrı girmişti. Toplantı öylesine kalmıştı.

 

Diğerlerinin yaptığı toplantıdan haberim bile olmadı.

 

 

İpleri hepsinin eline verdim ondan oluyor bu, benden habersiz toplantıya gitmek nedir lan?

 

 

"Benden habersiz toplantı düzenlemiş?" dediğim de Polat anında bana baktı.

 

"Kim?" dedi şaşkınca.

 

"Dedem olacak adam," dediğim de gözleri açılmıştı.

 

"Nasıl? Biliyor mu?" dedi şaşkınca.

 

Başımı salladım, "Biliyordu," dediğim de öylece yüzüme baktı.

 

"Babamla ilgili her şeyi öğrendiğini zaten biliyordum, onu öğrendiyse beni de öğrenmesi normaldir," dedim sakince.

 

"Hiç belli etmedi ama?" diye sordu Polat.

 

Haklıydı hiç bir şekilde belli etmemişti.

 

Belli de etmezdi zaten aklı hep kurnazlığa ve hıyanetliğe çalışıyordu.

 

Arkamı dönmemle bir iş çevirmesi bir oluyordu. Ben böyle bir şey görmedim.

 

Babam bununla nasıl başa çıkıyordu bilmiyorum.

 

Uçağın sarsılmasıyla geldiğimi anlayınca kendimi toparladım..

 

 

"Dayan güzelim geldim," diye mırıldandım.

 

Uçaktan kendimi nasıl attığımı bilmiyordum.

 

Telefonu elime aldım ve Cihat'ı aramaya başladım.

 

Telefon çalmaya başladı ve direk açtı telefonu.

 

"Timur, geldin mi?" diye sordu.

 

"Geldim," dedim hızlı hızlı nefes alıp veriyordum.

 

Arabanın olduğu yere doğru ilerliyordum. Alp bizi bekliyordu.

 

"Engin ile ilgilen kaçmasın şerefsiz," diye bağırdım Alp'e .

 

Alp is şaşkınca bana bakıyordu.

 

"Hadi lan!" dediğim de hemen başını salladı ve arkaya doğru koşturdu.

 

Diğer adamlarda onun arkasından gidiyordu.

 

"Nasıl? Öğrendin mi? Ötüyormuş mu dedeme?" diye sordu Cihat.

 

"Öğrendim mesajlarda yazıyor, piç beni satmış, hem de dedeme," dediğim de arabaya biniyordum.

 

Polat koşturarak sürücü koltuğuna geçti.

 

"Sür," dedim direk.

 

"Bir haber var mı?" diye sordum.

 

"Maalesef Timur yer yarılmışta içine girmiş sanki, sinyal takibi bile yok," dediğin de, "Sikeyim!" diye küfrettim.

 

"Bana bırak ben onu nasıl söyleteceğimi biliyorum," dedim sakince.

 

"Yoksa bu sefer gerçekten evi mi yakacaksın?" diye sordu Cihat.

 

"Yakmak mı? Küle çevirmezsem namerdim," dedim.

 

"Tamam kapat sen dedemin paçasını bir tutuşturayım," dediğim de Cihat gülmüştü.

 

Bir şey demeden kapattım ve kişilere girip, Yusuf'u aramaya başladım.

 

Yusuf Rize de benim için tetikte bekleyen adamımdı.

 

Altında bir sürü insanda vardı istediğim zaman o evi yakabilirdim küle bile çevirirdim.

 

"Abi," diye telefonu açtı.

 

"Yusuf, yak lan evi," dediğim de ses gelmedi.

 

"Anlamadım evi diyorum yakmak için be varsa ayarla ve beni görüntülü ara?" dedim.

 

"Tamam abi bende o iş," dedi hemen.

 

"Tamam haber bekliyorum,"

 

"Tamam abi," dedi ve bende telefonu kapattım.

 

"Dur bakalım bak ben sana şimdi neler yapacağım," diye söylendim.

 

Polat'ın bana yandan baktığını gördüm.

 

"Dedemin kaldığı ev nerede biliyor musun?" diye sordum sakince.

 

"Evet abi, biliyorum Yiğit araştırmış ve bana da söylemişti," dedi.

 

"Güzel," diyerek dudaklarım kıvrıldı.

 

"Sür bakalım, dedem olacak adamın evine," dediğim de başını salladı.

 

"Onu aramadınız hiç?" diye sordu Polat.

 

"Açar mı sence?" dediğim de düşündü ve kaşlarını yukarı kaldırıp hayır işareti yaptı.

 

"O yüzden aramıyorum," dedim.

 

"Yalnız mı gidiyoruz?" Diye sordum.

 

"Hayır abi arkamızdalar," dediğin de arkama baktım.

 

"Kaç kişiyiz?" diye bir soru yöneltim.

 

"Seninle birlikte 8 dedi," diye fısıldadı Polat.

 

"Tamam diğerlerini de çağır, yığ hepsini dedemin evine," dediğim de başını salladı.

 

Kulaklığını kulağına taktı ve birini aramaya başladı.

 

"Alo, Tuncay Evde 10 kişi kalsın diğer hepiniz şimdi atacağım adrese gelin," dedi Polat.

 

"Mehmet'i ara diğerleri de gelsin," dedi.

 

"Tamam acele edin," dedi Polat ve kulaklığı kulağından çıkardı.

 

"Tamamdır abi, yüksek bir ihtimalle dedenizin adamlarının 3 katı olduk," dediğin de dudaklarım yana doğru kıvıldı.

 

"Güzel, benim karımı kaçırmak neymiş görsün, bu sefer karşısında torunu Timur yok Kuzgun var," dedim.

 

Sesim o kadar sert ve soğuk çıkmıştı ki Polat'ın bile sesimden ürktüğünü anladım.

 

"Madem beni öğrenmiş tam öğrensin bakalım," dediğim de Polat bir önüne bir de bana bakıyordu.

 

"Diğerlerini de ara şu Alex'i adam göndersin bana," dediğim de başını salladı Polat.

 

Bana ilk haber verenin o olması gözümden kaçmamıştı eminim toplantıda ölüm emrini redettmiştir. Kızıyla tehdit edildim demişti.

 

Dedem bunları nereden öğrenmişti bilmiyorum ama hepsini öğreneceğim az kaldı..

 

 

 

"Abi arkamızdalar," dedi Polat.

 

"Hepsi mi?" dediğim de başını salladı.

 

"Alex'in adamları?" diye sordum.

 

"Onlarda bizimkilerin arkasında," dediğin de başımı salladım.

 

"Gidelim bakalım," dedim ve dudaklarım yana doğru kıvrıldı.

 

 

"Trafiğe takılabiliriz abi," dedi.

 

"Biliyorum," dedim sakince.

 

Telefonu elime aldım ve kilidini açıp kişilere girdim.

 

"Mevki tam olarak nerede?"

 

"Pendik çıkışışında abi?" dedi Polat.

 

Başımı salladım.

 

"Alo," diyen kalın sesini duydum.

 

"Koray, yardımına ihtiyacım var," dedim sakince.

 

"Buyur kardeşim seni dinliyorum," dedi sakince.

 

"Senin kuzen hala burada çalışıyor değil mi?" diye sordum.

 

"Evet hala İstanbul da," dediğin de gülümsemiştim.

 

"Ben sana sonra anlatacağım ama benim acilen bir eve gitmem gerekiyor pendik çıkışında ki trafikten ben ve arkamda arabaların direk geçmesi gerekiyor hayat memat meselesi," "Pendik de ki tüm trafikler" diye eklediğim de bir kaç saniye bekledi.

 

"Tamamdır ben şimdi arıyorum bana arabanın plakasını söyle," dedi.

 

"Tamam ama hepsini söylemem şu an için imkânsız," dedim.

 

"Tamam sen en öne geçsen yeter," dedi Koray.

 

"Arabanın plakası?" Dedi tekrar.

 

"Söyle" diyerek Polat'a baktım.

 

"34TMR 682" dedi Polat.

 

"Duydun mu?"

 

"Duydum kardeşim ben bir kaç dakika içinde döneceğim sana?" dedi ve telefonu kapattı.

 

"Benim aracı mı getirtin?" diye sordum.

 

"Alp'in elindeymiş," dedi sakince.

 

"Anladım," diyerek ona baktım.

 

"Koray kimdi abi?" Sordum.

 

"Sonra Polat şimdi değil," dediğim de başını salladı.

 

Kulaklığından arkadakiler yavaşlatın dedi.

 

"Kahretsin!" dedim.

 

"Trafik var abi," dedi Polat.

 

Telefonum çalmaya başladığın da Koray'ın aradığını gördüm.

 

"Alo," diyerek hemen telefonu açtım.

 

"Tamamdır kardeşim geç," dediğin de Polat'a baktım.

 

"Geç," diye komut verdim hemen.

 

Trafikte hiç bir şekilde durmadı hatta polisler selam bile verdi bize.

 

"Sağ ol kardeşim bu iyiliğini unutmam," dedim sakince.

 

"Sorun çözüldüyse sıkıntı yok kardeşim, kötü bir şey yok değil mi?" diye sordu.

 

"Sorun yok şimdilik," dedim.

 

"Tamam kardeşim sen beni ara bir şey olursa," dedi.

 

"Tamam Koray teşekkür ederim," dedim minnet dolu bir sesle.

 

"Önemli değil kardeşim," dedi.

 

"Kapatıyorum ben şimdi,"

 

"Tamam kardeşim," dediğin de beklemeden telefonu kapattım.

 

"Ne kadar kaldı?" diye sordum.

 

"Çok az bir şey kaldı abi," dedi Polat.

 

Arabada duramıyordum. Bir an önce Neva'yı bulmak istiyordum..

 

"Geldik abi," dediğin de Rize de ki ev gibi bir ev yapmıştı kendine.

 

Bunu yakarım sorun değil.

 

Evin önüne sıra, sıra dizildiğimiz de arabadan yavaş bir şekilde çıktım.

 

İleri de gördüğüm araba Amca'mın arabasıydı ne zaman buraya gelmişti ki?

 

Diğer arabalar da durduğun da başımı arkaya attım ve kaç tane araba olduğunu sayamadım bile.

Başımı çevirdim ve eve girdim.

 

"Hepsi çıksın ve kimisi burada kimisi de bahçeye girsin sen de arkamdan gel" dedim Polat'a bakarak.

 

Polat başını salladı.

 

"Açın kapıyı!" dedim sert bir şekilde.

 

"Sizi içeri alamam Timur bey," dediği an öyle bir baktım ki adam bir kaç adım geri gitti.

 

"Ne yapamazsın?" dedim ve belimde ki silahı çıkardım.

 

 

"Si_zi sizi alamam," diye kekeledi.

 

"Öyle mi?" dediğim de Silahın kopçasını çektim ve tam anlının ortasına tuttum.

 

Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

 

"He şimdide bakalum ne deyisin!?"

 

Sözlerimle birlikte adam bana korkuyla bakıyordu. Tek kelime daha edemedi ve kenara çekilip kapıyı kendisi açmaya gitti.

 

Dudaklarım hafif yana doğru kıvrıldı ve kapıdan içeri salla, sallana girdim.

 

Ellerimi arkada birleştirdim ve Kapının olduğu yere gittiğim de benden önce kapıyı benim korumalardan biri çalmıştı.

 

Silahımı elimden bırakmamıştım. Ellerimi arkada birleşik bir şekilde kapının açılmasını bekledim.

 

 

Yavaş bir şekilde kapı açıldığın da bir adam kapıyı açtı.

 

"Çekil," dedim sakince.

 

Adam beni dinlemek ve dinlememek arasında gidip geldiğini anladığım da bir kaç adım atıp onu ittirdim.

 

Benim ittirmem yüzünden yer kapaklandı. Ona ters bir bakış atıp kapıdan tamamen geçip yürümeye başladım.

 

Eve girdiğim de kocaman bir salon beni karşıladı.

 

Neredeydi bunlar?

 

"Dede!" diye bağırdım evin içinde.

 

Bir kaç adım daha attığım da gördüm işte.

 

"Demek evdeydin?" dediğim de gülerek ilerledim.

 

Dedem beni görür görmez feleği şaşmış gibi olmuştu.

 

"Amca?" dediğim de Amcam bana baktı.

 

"Söylemiyor?" dedi Amcam.

 

Demek ki o da dedemi ikna etmek için gelmişti güzel..

 

"Dedeciğim, nasılsın?" dediğim de dedem benimle dalga kı geçiyorsun der gibi bakmıştı.

 

"Ne deyisin ula sen?" dediğin de bir kaç adım daha attım.

 

Ellerimi arkada birleşik bir şekilde amcamın önünden geçmiştim.

 

"Karşına Timur Kandemir olarak çıkmadım," dediğim de bana bakıyordu.

 

Korkuyla ve tereddütle bakıyordu.

 

"Timur sakın," diyen amcamın sesini duydum. Adım seslerinden bana geldiğini anladım.

 

"Amca sorun yok ya, dedeme ateşli bir film izleteceğim sadece sakin ol," dedim ve güldüm.

 

Sinirden şu an gülüyordum. Ne kadar sakin kalabilirdim bende bilmiyordum.

 

"Ne ateşlu fil mu?" dediğin de dudaklarım yana kıvrıldı.

 

"Rize de çekilmiş bir ateşli film," dediğim de gözleri büyümüştü.

 

"Bana sakun yaktuğunu söyleme!" dedi sert bir şekilde.

 

"Bakalum yapmişmiyum," dedim dalga geçerek.

 

Telefonu elimde aldım ve görüntülü aramayı başlattım.

 

Ekran da adamımı gördüm, " Hazır mı?" dedim sakince.

 

"Evet abi çeviriyorum bak," dediğin de eskiden kaldığımız evin olduğu yerde bidonlar vardı ve tam girişte ufak bir yangın çıkmıştı bir kaç kişi de eve benzin döküyordu.

 

Ekranı dedeme çevirdiğim de gözlerindeki şoku ve isyanı görünce dudaklarım kıvrıldı.

 

Silahı da arkamdan çıkardım ve anlına dayadım.

 

"Merhaba dede, Ben kuzgun."

 

Sözlerimle dedem bana korkuyla bakıyordu.

 

Gözüm o kadar dönmüştü ki burada amcamın olduğunu unutup kafasına sıkabilirdim her an.

 

"Timur ne yapıyorsun oğlum?" dedi Amcam.

 

"Timur değil amca Kuzgun,"

 

"Herkesin korktuğu, kaçtığı, yüzümü görünce ölmek için yalvardığı kuzgun."

 

Sözlerim o kadar sertti ki dedem sözlerimle mosmor olmuştu.

 

"Benim hakkımda araştırma yapmışsın ama tam olarak kuzgun kim kimse görmedi, ama sen birazdan göreceksin," dediğim de korkuyla bana baktı.

 

"Yak!" dedim sert bir şekilde.

 

"Evi küle çevir," diye eklediğim de ekranda bir şeyler olmuş olmalı ki dedem bana baktı.

 

"Dur," dedi.

 

Ona bakmaya devam ettim.

 

"Daha fazla dökün!" diye bağırdım.

 

"Dur dedum dur!" dediğin de dedemin gözleri dolmuştu.

 

"Devam edin!" diye kükredim dedemin yüzüne doğru.

 

"Dur, tamam dur! Öldürmedim dur!" dediğin de ona bakmaya devam ettim.

 

"Durun!" dediğim de derin bir nefes almıştı dedem.

 

"Söyle Nerede benim karım?" diye bağırdım.

 

"Timur uşağum o sen_" diyen dedemin cümlesini yarıda kestim.

 

 

Silahı kafasına dayamıştım tekrar.

 

"Bana bir daha uşağum deme! Ben sana dedim ki, uzak dur. Git dedim sana sen ne yaptın ulan!" diye bağırdım yüzüne doğru.

 

"Tim_" dediğin de Silahı bastırdım.

 

"Timur yok Kuzgun var," dediğim de tek kekimde etmemişti.

 

"Sen benden habersiz benim Lider olduğum bir koltukta emir verirsin? Nasıl emir çıkarırsın ulan?" diye kükredim.

 

"Amca Lider'e karşı gelenlere ne yapılır?" diye sordum sesli bir şekilde.

 

Amcamdan ses çıkmadı.

 

"Ben söyleyeyim mi dede?" dediğim de kaçlarımı çatarak ona baktım.

 

"Derisi yüzülüp tuzlu suya bastırıl, Liderden başka kimse o masada söz hakkına sahip değil, Ölüm emri de veremez!" dediğim de dedem artık Titriyordu.

 

"Titremeyi kes!"

 

"Ben seni kaç uyaracağım ha!" diye kükredim.

 

"Ek_" dedi.

 

"Ekrem götü onları depoya," dediğin de sesi çok kötü çıkmıştı.

 

"Götür bizi Ekrem depoya!" dediğim de silahı ahla çekmemiştim.

 

"Timur tamam, çok kötü oldu bak söyledi yerini hadi çekil," dediğin de sinirden Amcama geçirecektim bir tane şimdi.

 

"Bir daha, bir daha diyorum bak, benim olduğum yerde söz hakkına sahip değilsin, ayağımın altında görürsem seni dedemmiş yaşı başıymış demem vururum seni," dediğim de dedem başını sallamıştı.

 

 

Silahı çektiğim gibi arkamada döndüm.

 

Tam gidiyordum ki durup tekrar dedeme baktım.

 

"Eğer Neva orada değilse, ha amcam da burada o evi küle çevirmezsem namerdim!" dedim sert bir şekilde.

 

Dedem başını bile zor sallamıştı.

 

Yaşına başına bakmadan karıştığı işlere bak?

 

Allah'ım bana sabır ver.

 

"Hadi lan!" diye yanımda ki adama kükredim.

 

"Tamam abi gidiyoruz," dediğin de sert bir şekilde ona baktım.

 

"Ne abisi lan! Senin abin falan değilim ben!" diye bağırdım. Polat'ta içerden çıktığın da arkamdan geliyordu.

 

Onun içeride olduğunu unutmuşum bile.

 

 

Polat'a baktım.

 

"Bir kaçı bizle kalsın diğerleri ben emir verene kadar burada kalacak, bir sıkıntı çıkarırlarsa vursunlar," dediğim de dedemin korumaları duymuştu.

 

Göz dağı vermek için bunu söylemiştim.

 

Hemen önümden çekilip yana kaydılar.

 

Ekrem midir nedir o adam ise korkuyla bana bakıyordu.

 

"Bin arabaya!" dedim sert bir şekilde.

 

Beni ikiletmeden öndeki araba doğru ilerledi.

 

En öne geçti ve bende arkaya ilerledim.

 

Polat da hızlı bir şekilde arabaya bindi ve direk arabayı çalıştırdı.

 

Telefonum çalmaya başladığın da ekrana baktım. Cihat arıyordu.

 

"Bulduk sanırım Cihat," dediğim de Cihat'tan ses gelmedi.

 

"Bizde bulduk!" dediği an durdum.

 

"Nasıl buldunuz?" dedim merakla.

 

"Hakan'ın adamlarından birinin telefonu aktif şu an bir nokta da ve biz oraya geçiyoruz," dedi.

 

"Tamam belki aynı yerdir," dediğim de onaylayan mırıltılar çıkardı.

 

"Yüksek bir ihtimalle aynı yer," dedi Cihat.

 

"Şuradan dön," dedi Öndeki adam.

 

"Tamam kapatıyorum ben," dedim ve kapattım.

 

"Yalan söylüyorsan beynini dağıtırım senin!" dedim sert bir şekilde.

 

"Yalan söylemiyorum, doğru gidiyoruz," dediğin de bana bakmıyordu bile.

 

Daha doğrusu korkudan bakamıyordu. Biliyordum..

 

 

"Dedem burayı nasıl bulmuş?" dedim sakince.

 

Kendi kendime bunu sormuştum.

 

"O bulmadı biri söyledi," dediği an durdum.

 

"Kim söyledi?" dediğim de Ekrem bana bakmıştı.

 

"Bilmiyorum bana söylemedi kim olduğunu," diye açıkladı.

 

 

Emin misin der gibi baktığım da tekrar konuşmaya başladı.

 

"Doğruyu söylüyorum gerçekten abi," dediğin de sinirlendim.

 

"Abi deme lan!" dedim sert bir şekilde.

 

"Peki A_" deri durdu Abi diyecekti ki son anda sustu.

 

Araba durduğun da depoya çok yakındık. Galiba doğruydu bir kaç kişi dışarı da geziyordu.

 

"Silah yok, kesin bir dille söyle," dedim Polat'a.

 

"Sende in, arabadan önden gideceksin," dediğim de başını salladı.

 

Arabadan çıktığım da etrafı kontrol ediyordum.

 

"Geldim sevgilim.." diye fısıldadım.

 

Eninim çok korkmuştu. Hatta belki de korkudan bile baygın olduğun da ve onu o şekilde bulmaktan korkuyordum.

 

 

Etrafı iyice bir kontrol ettim ve ilerledim.

 

Ekrem denen adam önden gidiyordu silahımı elime almıştım. Bizden yana saldırı olmadığı sürece bir girişim olmayacaktı ama onlar ne yapardı bilmiyorum.

 

 

Ben yine de tetikte olacaktım.

 

Ekrem önden ilerlerken bir kaç araba sesi duymuştum. Galiba Cihat'ta bulmuştu burayı.

 

Bir kaç adım attığımız da deponun önündeki adamlar bizi gördü.

 

"Durun, sakın ateş etmeyin, Patron kendisi yolladı beni," dedi Ekrem.

 

Deponun önünde bekleyen adamlar birbirini baktı ve biri içeri girecekti elimde dur işareti yaptım.

 

"Kımıldadığın an tetikçilerim seni kafandan vurur," dediğim de adımları olduğu yerde durmuştu.

 

Yalandı, tetikçi getirmemiştim ki.

 

Sorun yok onun o şekilde bilmesi işime gelir.

 

"Bir adım daha atma ve hepiniz sessiz olun," dediğim de hepsi birden başını salladı.

 

Bir kaç adım daha attığım da arkamdan bir kaç kişinin geldiğini duydum. Adım sesleri gittikçe yakınlaşıyordu.

 

Arkama baktığım da Cihat ve Servet'i gördüm. Onlara elimle susun işareti yaptım.

 

Deponun kapısına ilerlediğim de içerden sesler geliyordu.

 

Neva'nın sesini duyunca dudaklarım yana doğru kıvrıldı ve bir anda ayağımla kapıyı ittirdim.

 

Kapı büyük bir gürültüyle içeri düştüğün de içeri de herkes bana bakıyordu.

 

Bana ve arkamdakilere.

 

Neva''yı sandalyede bana sulu gözle bakarken gördüğüm de gülümsemiştim.

 

Gözlerimi gözlerinden burnuna çevirdim burnundan dudaklarına çevirmiştim ki öylece takılı kaldım.

 

Kan lekesi mi o?

 

Evet kan lekesiydi.

 

Bir kaç adım atarak deponun içine girdim. Kapının yere düşmesiyle hala toz bulutları hava da uçuşuyordu.

 

İçerdeki adamların bakışları benim üstümdeydi kımıldayamıyorlardı bile. Çünkü kımıldarlarsa ölecekler.

 

 

Onlara bakmadan ilerlemeye devam ettim Neva'nın gözlerinden akan yaşları gördüğüm de bir kez daha içimden dedeme küfrettim.

 

"Geldim güzelim," dediğim de sulu gözleriyle bana baktı.

 

"Gelmeyeceksin sanmıştım," dediğin de sesi kısık çıkmıştı.

 

"Ama geldim," dedim ve gülümsedim.

 

"Geldin.." dediğin de gülümsedi.

 

Eğildim ve ayaklarını çözdüm.

 

Ayaklarına baktığım da ayaklarının çıplak olduğunu gördüm. Ayakkabı bile giyemeden mi kaçırmışlardı ?

 

"Orospu çocukları" dedim sesli bir şekilde.

 

Neva'ya baktığım da dediğimi tam olarak anlamamıştı ve öyleye bakıyordu.

 

Ayaklarını tamamen çözdüğüm de ayaklarını neyse ki çok sıkmamışlardı ufak bir kızarıklık vardı.

 

 

Umarım acımıyordur, acıyorsa bağlayanı sikmezsem neyim!

 

Dedim içimden.

 

Bakışlarını benden çekmedi ve arkaya dolaşıp ellerini çözmeye başladım.

 

Ellerini de çözdüğüm de derin bir nefes verdiğini anladım.

 

 

Bileklerine baktığım da bunların zorlandığını anladım bileklerindeki kızarıklar daha fazlaydı.

 

Önüne geçtim ve eğilmiştim ki boynuma sarılması bir oldu.

 

"Seni çok özledim," diyen fısıltısıyla dudaklarım yana doğru kıvrıldı.

 

 

"Bende seni çok özledim sevgilim.." dedim sakince.

 

"Hadi gidelim," dedim incecik ve sakin çıkan bir sesle.

 

"Gidelim, çok yorgunum Timur," dediğin de onu anlamıştım birazcık geri çekildim ve yüzüne baktım.

 

Yüzü de çok solgun görüyordu.

 

Bakışlarım dudaklarına kaydı.

 

"Bunu sana kim yaptı?"

 

Sakince sormuştum.

 

"Kimse," dediğin de sinirlenmiştim ama belli etmemiştim.

 

Gülümsedim..

 

 

"Yemek yedirdiler mi sana?" dediğim de bir şey söylemedi. Sessiz kalmıştı.

 

Onlara bir şey yapmamdan mı korkuyordu?

 

"Söyle güzelim," dedim incecik ve naif çıkan bir sesle.

 

"Yemedim," dedi kısık bir sesle.

 

Kaşımın biri seğirmeye başladığın da zorlukla dudaklarım kıvrıldı.

 

"Tamam güzelim hemen yiyelim," dediğim de başını salladı ve kollarını bana uzattı.

 

Dudaklarım yana kıvrıldı. Onu kucaklamamı istiyordu.

 

Memnuniyetle..

 

 

Onu yavaş bir şekilde kucağıma aldım ve yüzünü inceleyerek yürümeye başladım.

 

"İyi görünüyorsun?" dediğim de bana baktı.

 

"Bomba gibiyim," dedi ve gülmüştü.

 

Gülerken de dudağında ki yaradan dolayı zorlanmıştı.

 

İşte şimdi karıma zarar veren ayvayı yemişti.

 

Dudaklarım kıvrıldığın da bakışlarım bana gülümseyerek ve halsiz bakan karımdaydı.

 

"Beni biraz bekler misin? Hemen döneceğim," dedim nazik çıkan sesimle.

 

Cihat'ın tam yanında durmuştum.

 

"Nereye?" dedi incecik çıkan sesiyle.

 

"Söz veriyorum çok kısa sürecek, içerdekilerle konuşup döneceğim hemen," dediğim de başını arkama çevirdi ve bir kaç saniye orada oyalandı.

 

"Bir sorun mu var?" dediğim de arkaya bakacaktım ki beni durdurdu.

 

"Hayır bir sorun yok, sadece eve gitmek istiyorum Timur lütfen," dedi ve dudaklarını büzdü.

 

Dudaklarını büzünce kedi yavrusu gibi olmuştu ama bu beni durdurmak için yeterli değildi.

 

Üzgünüm güzelim..

 

Cihat'a baktım.

 

Cihat başını salladı ve kucağını açtığın da Neva'yı yavaş bir şekilde onun kucağına bıraktım.

 

"Arabaya gidin geleceğim," dedim ve gülümsedim.

 

"Bir şey yapma yani en azından öldürme kimseyi," dediğin de Cihat gülmüştü.

 

Neva'nın bu sözleri burada ki herkesi güldürmüştü.

 

O da şu an içeridekilere bir şey yapacağımı biliyordu.

 

Artık beni biliyordu çünkü.

 

"Yapmam.."

 

Söylediğim kelimeyle hiç ikna olmuşa benzemiyordu ve tedirginlikle bana bakıyordu.

 

Zaten yalan söylemiştim, yapacaktım. Sadece ona söylemek istemiyordum.

 

Bir kez daha ona gülümsedim..

 

Cihat'a baktığım da Cihat başını salladı ve Arkasını dönerek yürümeye başladı.

 

Neva'nın bakışları hala bendeydi ve bana tedirginlikle baktığın da ona son bir kez daha gülümsedim ve yavaş bir şekilde arkamı döndüm.

 

 

 

Yürümeye devam ettim, deponun içine geri girene kadar.

 

İçeri girdiğim de sıra halinde duranlara baktım.

 

"Hanginiz karıma dokundu?" diye sakince sordum.

 

Kimseden ses çıkmadı dut yemiş bülbüle dönmüşlerdi.

 

"Hanginiz karıma dokundu!" dedim. Dokundu kelimesine vurgu yapmıştım.

 

Benden başka kimse karıma dolanamazdı.

 

Hele ki tokat atmaysa ben o eli kökünden sökerim.

 

"Hanginiz karıma dokundu lan!" diye kükredim.

 

Öyle bir bağırmıştım ki hepsi birden sıçramıştı biri hariç.

 

 

İçlerinden biri cesurca bana bakıyordu.

 

Bir kaç adım atıp tam onun önünde durdum.

 

"Sen mi dokundun?" dediğim de bana baktı ve yavaş bir şekilde elini kaldırdı ve yan tarafın da dikelen uzun boylu adamı gösterdi.

 

Bakışlarımı ondan çektim ve sağında duran uzun boylu adama kaydı.

 

 

"Demek karıma dokunma cüretinde bulunan sensin?" dedim sakince.

 

"Ha_yır hayır," diye kekeledi.

 

"Yalanlardan nefret ettiğimi söyleyen oldu mu sana?" dediğim de yüzüme korkuyla bakıyordu.

 

"Hangi elinle?" dedim.

Dediklerimden anlamadığını anladığım biraz yüzün eğildim.

 

"Hangi elinle dokundun karıma?" diye sordum.

 

Tek kelime dahi etmedi ve arkasına doğru gitmeye başladı.

 

"Nereye gideceksin?" dediğim de depoda sesim yankılanıyordu.

 

"Kimin kucağına gideceksin?" dedim ve sırıttım.

 

 

İşte şimdi başlıyor eğlence..

 

Bir hışımla üzerine atıldım ve onu duvara sıkıştırdım.

 

"Bu elinle mi?" dedim ve sağ elini kaldırıp çevirdim ve küt diye bir ses geldi.

 

Ağzından çıkan bağırış sesiyle kendini yere bıraktı.

 

Sol eliyle sağ elini tutmuş bir şekilde yere çökmüştü.

 

Bende eğildim, "Bu parmaklarınla mı?" diye sorduğum da hiç düşünmeden kırdığım elinin parmaklarını geri büktüm ve onları da kırdım.

 

Ağlıyordu, bağırıyordu ve çığlık arıyordu.

 

"Hangisiyle?" diye sordum sakince.

 

"Yoksa bu elinle mi?" dedim ve sol elini tutmuşum kendine çekmeye çalıştı.

 

Boşuna çırpınıyordu şu an.

 

"Bu elinle mi?" dedim ve geri büküm o elini de kırdım.

 

Artık neredeyse acıdan bayılmak üzereydi.

 

Bayılabilirdi, kimse benim karıma dokunamazdı.

 

Kimse kuzgunun karısına kimse dokunamazdı!.

 

 

Bakışlarımı ondan çekmeden parmaklarını da kıracaktım ki tam da tahmin ettiğim gibi bayılmıştı.

 

"Şerefsiz, seni böyle bıraktığıma dua et!" diye bağırdım yüzüne.

 

"Başka dokunan oldu mu lan karıma?" diye bağırdım deponun içinde.

 

Hep bir ağızdan hayır dediklerinde az önce bana Neva'yı tokatlayan kişiyi ispiyonlayan adama baktım.

 

Bir şey söylemeden öylece yüzünü izlemiştim. Neden yüzü kapalıydı?

 

"Neden yüzün kapalı?" dediğim de bana bakmaya devam etti.

 

Neden bana korkusuzca bakıyordu lan bu?

 

 

"Düş_" demişti ki ondan önce biri, "Düştü yüzü gözü mosmor olduğundan kapatıyor abi," dedi hızlı bir şekilde.

 

Konuşana baktım ve tekrar bakışlarımı korkusuzca bana bakan adama çevirdim.

 

 

"Adın ne senin?" diye sordum sakince.

 

"Gökhan," dedi kısık çıkan bir sesle.

 

"Sesin niye kısık?" dedim sakince.

 

"Düşünce şey oldu," dediğin de ne oldu der gibi bakmıştım.

 

"Abi yenge seni merak ediyor?" diyen Polat'ın sesiyle bakışmamız bölündü.

 

 

"Tamam geliyorum," dediğim de son bir kez daha ona baktım ve arkamı yavaş bir şekilde dönerek yürümeye başladım.

 

 

Neva'yı daha fazla bekleyemezdim.

 

Arabanın içine girdiğim de Neva'nın meraklı bakışları hemen beni buldu.

 

"Öldürdün mü?" dediğin de Cihat kahkaha atmıştım.

 

"Hayır Neva kimseyi öldürmedim?" dedim sakince.

 

"Ama geç geldin," dediğin de bana şüpheyle bakıyordu.

 

 

"Sen öldürme dedin bende öldürmedim," dedim ve gülümsedim.

 

"Nasıl ya?" dedi şaşkınca.

 

"Ben öldürme dedim diye mi öldürmedin?" dediğin de dudakları aralanmıştı.

 

Başımı salladım.

 

Öyle değildi ben sadece eğleniyordum.

 

 

"Yani ben.. ben öldür deseydim öldürecek miydin?" dediğin de hemen ona yanaştım ve başımı salladım.

 

"Evet sen öldür deseydin hepsini öldürecektim," dediğim de korkuyla bana baktı.

 

"Ciddi misin?" dedi şaşkınlıkla.

 

"Hayır Neva, seninle eğleniyor Timur," diyen Cihat'ın sesiyle kızgın bakışlarım onu buldu.

 

Şurada ne güzel eğleniyordum ne diye karışıyordu ki?

 

 

"Timur ya.." deri Neva ve bana kızgınlıkla baktı.

 

"Ödüm koptu burada?" dediğin de gülümsemiştim.

 

Neler olduğunu bilmiyordum ama onu gülümsetmek istiyordum.

 

Güldüğüm de bana baktı.

 

"Hiç komik değildi," dediğin de kaşlarını çarmış bana bakmıştı.

 

"Çok.." demiştim ki onun konuşmasıyla sustum.

 

"Susadım ben?" dedi kısık çıkan bir sesle.

 

"Araba da var mı?" diye sordum hemen.

 

Cihat başını sağa sola salladı.

 

"Ama dur bekle Servet'in arabasında olması lazım alıp geliyorum ben," dedi ve arabadan indi.

 

"Su da mı vermediler?" diye sordum kızgın çıkan bir sesle.

 

"Verdiler ama ben içmedim?" dediğin de ona baktım.

 

"Neden?" dediğim de dudaklarını büzdü.

 

"Ne bileyim zehirleyerek öldürecekler sanmıştım," dediği an durdum.

 

Bunu ona yaşatmaya hakkım yoktu. Benim yüzümden başına gelmeyen kalmamıştı.

 

 

"Özür dilerim Neva," dediğim de bana bakmıştı.

 

"Senin bir suçun yok ki?" dedi.

 

"Benim yüzümden oluyor," dediğim de başını sağa sola salladı.

 

"Hayır senin suçun değildi, deden beni sevmiyor," dediğin de başını göğsüme koymuştu.

 

"Sevmesin ben seviyorum seni yetmez mi?" dediğim de başını kaldırmadı.

Derin nefes aldı ve sesli bir şekilde geri verdi.

 

"Yeter.."

 

Bu sözü bile beni mutlu etmişti. Onca zorluğa senin için dayanıyorum güzelim.

 

 

 

Cihat arabaya bindi ve Neva' da başını kaldırıp suya uzandı hemen.

 

Çok susamış olduğunu anladığım da elimi sıkmıştım.

 

Daha önce gelseydim bu kadar susuz kalmazdı.

 

 

Siktiğimin uçağı işete hızlı gelmiyor ki.

 

Bir şişe suyu neredeyse bitirmişti. Öyle bir iştahla içmişti ki sanki hiç su içmemiş gibiydi.

 

Akşam olmuş kaç saattir o depoda aç susuz bekliyordu kim bilir.

 

Şişeyi bıraktığın da bana baktı.

 

"Çok susamışım," demesi beni gülümsetmişti.

 

"Gördüm güzelim," dediğim de o da gülümsemişti.

 

Polat arabaya bindiğin de arkaya baktı.

 

"Nereye gidiyoruz abi?" diye sordu.

 

"Bizim eve," dediğim de Neva anında bana baktı.

 

"Bizim eve mi?" diye sordu.

 

Gülümseyerek başımı salladım.

 

"Bizim evimize," dedim sakince.

 

"Ama.." dedi Neva.

 

"İtiraz yok," dediğim de bir şey demedi ve halsiz olduğu için geri hastandı ve başını göğsüme koydu.

 

Araba yavaş bir şekilde çalışmaya başladığın da Neva'nın gözlerini kapattığını anladım.

 

Uykusu gelmişti sanırım..

 

Kimseden ses çıkamayınca sadece Neva'nın düzenli bir şekilde nefes alıp verme sesleri duyuluyordu arabada...

 

 

 

 

 

Neva. 

 

Gözlerimi açtığım da menekşe kokusu her yerimi sardı. Hareket ediyordum ama nerede haraket ediyordum?.

 

 

Biraz kıpırdandığım da bir ses duydum.

 

"Abi, ne oldu yengeme?" diyen telaşlı ses Dicle'ye aitti. Bunu sesinden anlamıştım.

 

Timur eve gideceğimizi söylemişti ve şu an da eve girmiştik.

 

"Bir şeyi yok," dedi Timur.

 

Kıtırdamadan uyuyormuş gibi yapmaya devam ettim. Şu an onlarla konuşacak durumda değildim.

 

En azından benim kızgınlığım geçene kadar, hala Dicle'ye çok kızgındım.

 

Timur'un yürüdüğü beni sarsmasıyla anladım.

 

"Uşağum?" diyen seste Asiye hanıma aitti.

 

Yine kıpırdamadım.

 

 

Bir kaç dakika sonra bir kapının açılma sesini duyduğum da yavaş bir şekilde bir gözümü açtım.

 

Timur'un odasına girmiştik..

 

Odada ilerlediğimiz de beni nereye götürdüğü bilmeden gözlerimi açtım. Gözlerimi açmamla birlikte lavaboya girdiğimizi anladım.

 

"Timur?" dedim kısık çıkan bir sesle.

 

"Günaydın?" dedi incecik ve naif çıkan sesiyle.

 

"Neden lavaboya geldik?" dedim.

 

"Duşa girmen gerekiyor güzelim çok kötü görünüyorsun, sonra da hemen yemek yiyeceğiz," dediğin de ona baktım.

 

"İkimiz değil mi?" dediğim de başını salladı.

 

"İkimiz güzelim," dedi ve ona baktım.

 

"Tamam indir beni," dediğim de başını sağa sola salladı.

 

"Ama sende bir karar ver banyo mu yapacağım yapmayacak mıyım?" dediğim de güldü.

 

"Yapacaksın ama ben yardım edeceğim?" Dediği an gözlerim fal taşı gibi açıldı.

 

"Ne saçmalama!" dediğim de güldü.

 

"Saçmalamıyorum güzelim, Dicle mi gelsin yardıma?" dediğin de anında başımı sağa sola salladım.

 

"Annem?" dediğin de direk başımı sağa sola salladım.

 

"E o zaman geriye ben kalıyorum," dediğin de çaresizce ona baktım.

 

"Ama olmaz ki?" dediğim de bakışları dudaklarıma kaydı.

 

"Neden olmasın ki?"

 

"Sen benim karım değil misin? diye ekledi.

 

"Öylesin ama," dediğim de bana bakıyordu ki beni küvete getirdi.

 

"Evet öyleyim güzelim, ve artık lüfer sus," dediği an şaşkınca ona baktım.

 

"Bana sus_" demiştim ki buz gibi suyu tepemden aşağı kayınca çığlık attım.

 

"Timur çok soğuk," diye seslendim.

 

"Hemen ayarlıyorum güzelim," dedi ve suyu ışık hale getirdi.

 

"İyi mi böyle?" dediğin de başımı salladım.

 

Su yüzümden aşağıya akıyordu elbiselerim de üstümdeydi.

 

Sular dudaklarımdan damla damla düşmeye başladığın da Timur'un sağ elini yüzüme getirdi.

 

Yara olan yerde baş parmağı durdu ve su ile birlikte yavaşça orayı sildi.

 

O kadar yavaş yapıyordu ki canım hiç acımıyordu bile.

 

Bana şu an o kadar çok yakındı ki her an dudaklarımız birleşecekmiş gibiydi.

 

 

Timur'un bakışları dudaklarımda durdu.

 

Nefes sesleriniz birbirine girmiş gibiydi.

 

Beni öpeceğini anladığım da kalbim küt, küt atmaya başladı.

 

Dudaklarımı dudaklarıma yaklaştı ve ben yavaş bir şekilde gözlerimi kapattım.

 

Nefes sesim yarıda kesildi, çünkü Timur'un dudakları dudaklarımı bulmuştu.

 

Canımı yakmak istemediğini beni nazikçe öpmeye başladığında anlamıştım.

 

Menekşe kokusu ağzımın içinde dağılmaya başladığın da içindeki his Timur'u daha fazla öpmek istiyordu.

 

Acemice ona karşılık vermem onu gülümsetmişti. Dudaklarının yana kıvrıldığını hissetim.

 

 

Bir anda geri çekilince üşümeye başlamıştım.

 

"Daha fazla olmaz, dudağın acıyor," dediğin de dudaklarımı araladım.

 

"Hayır acımıyor," dedim dan diye.

 

Timur sözlerimle kahkaha attı ve ben elimle ağzımı kapattım.

 

Allah beni kahretmesin.

 

Şu an ona beni öpmeye devam etmesini istemiştim..

 

Hemde yüzüne karşı bir anda söylemiştim.

 

"Özür dilerim küçüğüm, seni hayal kırıklığına uğratacağım bu sefer," dedi ve gülmeye devam etti. Yanaklarım utançla kızardığın da tepemden aşağıya akan sularda yanaklarımı kızarması için çabasıydı.

 

 

Suyu kapattığında geri çekildi ve dolaptan havlu çıkardı..

 

Havluyu bedenime sardı ve beni yine kucağına aldı.

 

"Timur ıslandın" dediğim de bana baktı.

 

"Önemli değil," dedi nazikçe.

 

Odaya geri girdiğimiz de bana baktı.

 

"Seni şimdi yere indireceğim çabucak üstünü değiştir ve bende sana bir şeyler hazırlayıp geleceğim." dediğin de başımı hızlı, hızlı salladım.

 

 

Timur odadan çıktığın da nerdeyse yarım saat oluyordu neden bu kadar geciktiğini de merak etmiştim.

 

Tam odana çık aya karar vermiştim ki kapı açıldı ve Timur'u elindeki tepsiyle içeri girdiğini gördüm.

 

 

Bir kaç adımda yanıma geldi, "geciktin?" diye sordum gülümseyerek.

 

"Hazırlanman uzun sürebilir diye biraz bekledim," dediğin de gülümsedim.

 

"Teşekkür ederim," dedim.

 

 

Yatağa geri oturduğum onun da yanıma oturmasını bekledim.

 

Yavaş bir şekilde oturdu ve bana baktı. Bende tepsiye bakmıştım. Dolma vardı ve ben galiba Asiye hanımın dolmalarını özlemiştim...

 

 

Yemekten çok fazla yiyemediğim için Timur da benimle birlikte az yemişti.

 

Güzel bir duş almamış olsamda suyun vücudumu gevşetmesi yüzünden uykum gelmişti.

 

 

"Gel bakalım," dedi ve beni kendine çekti.

 

 

Tepsiyi aynanın önüne koymuştu.

 

Yatağa geri uzandım ve o da yanıma uzandı.

 

"Çok uykum var," dedim ve esnedim.

 

"Benim de çok uykum geldi," dedi ve gülümsedi.

 

Aslında hiç uykusu yoktu sadece benim öyle diyordu biliyordum.

 

Bir şey söylemeden uzanmasını bekledim ve o uzanınca başımı göğsüne koydum.

 

Üzerimde ince şeyler vardı ve o benim göğüslerimin tam ortasında duran kuzgun dövmesine gördüğüne emindim.

 

 

Umursamadan gözlerimi kapattım.

 

"Teşekkür ederim," diye fısıldadım.

 

"Etme güzelim," dedi anında.

 

Sesimi çıkarmadım.

 

Uyku iyice bastırdığın da nedir bir nefes çektim ciğerlerime.

 

"Menekşeler kokarmış," diye mırıldandım.

 

Çok kısık bir sesle mırıldanmıştım.

 

Bunu Timur'un duyup duymadığından emin değildim..

 

Se gelmeyince kendimi tamamen uykunun kollarına bıraktım.

 

Uykuya dalmadan önce "seni seviyorum," diyen bir fısıldı duymuştum...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Evet, bir bölümün daha sonuna geldik. Bölümü nasıl buldunuz?

 

 

Ben bölümün bazı yerlerinde çok heyacanlandım.. :D :D

 

 

 

Bölüm de en çok sizi ne etkiledi?

 

 

Öğrendiğiniz gerçekler sizi şaşırttı mı?

 

 

Diğer bölüm gelene kadar kendinize cici bakın canlarım. Unutmayın 30 ve 31 bölüm sezon finali...

 

Loading...
0%