

Dengiz’le konuşmamızın üstünden bir hafta geçmişti. Dengiz’in aldığı önlemler halkı biraz rahatlatsa da herkes tetikteydi. Üstelik anlattıklarımdan sonra Dengiz daha fazla diken üstündeydi. Hem klanı hem de ben tehlikedeydim.
Bir şeyleri itiraf etmek, anlatmak beni rahatlatmıştı. Dengiz’i kabul etmiştim. Onu seviyordum. Aşk için henüz çok erkendi. Ama benim gibi biri için bu seviye bile çok çaba istiyordu.
Bir yandan da kendimi suçlamadan edemiyordum. Zaten klanı tehlikedeyken bir de benim için endişelenecekti. Dengiz benim kalbimin tekrar atmasını sağlamıştı ama ben ona iyi gelmiyordum. Kendimden nefret etmek için sebeplerim gün geçtikçe artıyordu.
Sevindiğim diğer bir nokta ise Dengiz’in anlattıklarının beni ne kadar rahatsız ettiğini anlamasıydı. Ben ona sarılıp ağlarken hiçbir şey söylememiş sadece saçlarımı sevmişti. Sakinleşene kadar öyle kalmıştık. Sonrasında ise sanki hiçbir şey anlatmamışım gibiydi. Önceden nasılsak şimdide öyleydik. Ama acı gerçek değişmiyordu.
Ben melezdim.
Yalaz’ın burada olduğumu Dengiz’le mühürlü olduğumu bilmemesini umdum. Peki Aytek’in katili Yalaz mıydı yoksa ilk düşündüğüm gibi Yalaz’a çalışan bir kukla mıydı?
Her şeyi bir kenara bırakarak bu güne odaklanmayı seçtim. Dolabını açtım ve kendime siyah vücudumu tam saran bir tulum çıkardım. Kösem ve birkaç kayışla tam olmuştum. Saçlarıma dün yeni bir model yapmıştım. Toplam sekiz örgü enseme kadar uzanıyor ve tek bir örgü olarak kalçama kadar iniyordu. Aslında sekiz örgüyü sona kadar götürecekti ama saçlarım çok uzun ve bende çok sabırsızdım.
Odadan çıkıp aşağı indim. Herkes toplanmıştı. Birlikte kahvaltı hazırlıyorlardı. Bende Dengiz’in tabaklara koyduğu kahvaltılıklardan birkaçını masaya yerleştirdim. En sonunda herkes masaya yerleşti.
“annem bugün klanda olur.”
“gelsin ya. Özledik Selen’i. Eskiden her haltı yer ona sığınırdık. O da bize iş yaptırırdı. Aslında ne salakmışız. Anamızın babamızın vereceği cezayı Selen veriyormuş da fark etmiyormuşuz.”
Kanber bugün yine huysuzdu. Feris’in başına bir tane geçirdi. “çok konuşma da yemeğini ye.”
“bu ne be. Her gün her gün ne huysuzluk bu? Eskiden böyle değildin sen. Az neşelen. Bak valla erken yaşlanırsın.”
“huysuzluktan yaşlanır mıyım bilmem ama çenen yüzden erkenden gideceğim kesin.”
“off abi ya, nasıl söz o öyle!” Günana abisinin ölümle ilgili sözlerine her daim kızgınlıkla yaklaşıyordu. Onu o kadar iyi anlıyordum ki. Birbirlerinin tek ailesi onlardı bu yüzden kaybetmekten korkuyorlardı. Dualarım kabul olur mu bilmiyorum ama bu kardeşliğin ebediyete kadar sürmesini diledim.
Kahvaltıdan sonra Alkım’la birlikte dışarı çıktık. Hem üstümdeki pası atmak için hem de biraz kafa dağıtmak için birlikte idman yapacaktık. Kılıcım her zamanki gibi korseme takılıydı. Diğer silahlarımda yerli yerindeydi. En önemlileri ise babamdan kalan ve Dengiz’in verdiği hançerlerimdi. Biri bana bir hançere bu kadar bağlı olacağımı söylese güler geçerdim ama bu hançer gerçekten çok iyiydi.
Kındurga kışlasına girdiğimiz zaman vakit kaybetmeden talimhaneye gittik. İkimizde karşılıklı pozisyon aldığımızda gülümsedi. “bu sefer kurt güçlerimi kullanmamazlık yapmam haberin olsun. Yenilince ağlama yani.”
Benimde yüzümde bir gülümseme oluştu. O kurt güçlerini kullanabilirdi. Bende melez olmaktan kaynaklı normal bir insana göre daha güçlüydüm. Tamamen insan değildim. Ve onun kadar olmasa da onun sınırlarına gelebilirdim. Ayrıca tam dönüşmeyeceği için güçlerimiz eşitlenecekti.
Karşı karşıya durduk ve pozisyon aldık. İlk hamleyi ona bıraktım. Üstüme doğru gerçekten sert bir hamleyle geldiğinde aynı sertlikte karşıladım. Gücünü ne kadar arttırabilirdi bilmediğim için kaçak dövüşecektim.
Karnına tekme atıp geri çekilmesini sağladım. Yüzünde sadist bir gülümseme oluştu. Üstüme doğru hızla ilerledi ve hızlıca birkaç darbede bulundu. Hepsini ustaca karşıladım. Ve bende saldırmaya başladım. Birbirimize hiç acımamız yoktu.
İkimizde birbirimize üstünlük sağlayamayacağımız bir noktaya geldiğimizde yumruğunu yüzüne indirdim. O geriye doğru düşerken elime tekme attı ve kılıcımı düşürdüm.
Hızla toparlanıp üstüme gelirken hançerlerimi çıkardım ve onu engelledim. İşte bu yüzden yanımda bir sürü yedek silah taşıyordum. Daha önce onu tekme atarak uzaklaştırdığım için tekrar aynısını yapamazdı. Hazırlıklı olurdu. Bu yüzden bambaşka bir hamle yaptım. Bacakları arasından geçecekmiş gibi bir hamle yapıp kendimi yukarı fırlattım.
Dev bir taklayla ondan yukarı yükseldim ve geri yere inerken başını bacaklarımla kavrayıp kendimle birlikte onu da yere düşürdüm. Ve bacaklarımla onu boğmaya başladım. Yere çarpan sırtım yüzünden ağzımdan bir inleme çıksa da bulunduğumuz durumda avantaj bendeydi.
Kılıcıyla geriye doğru bir hamle yaptığında bu sefer daha güçsüzdü. Hançerimle onu durdurdum ve diğer hançerini kabzasıyla eline vurarak kılıcını düşürmesini sağladım.
Ama o da benim gibi hazırlıksız değildi. Diğer eliyle kınından çıkardığı bıçağın kabzasıyla dizime sertçe vurdu.
“Ahh!” resmen çığlık atarak onu serbest bıraktığı da hızla ayağa kalktı ve üstüme çıktı. Birbirimizi bilerek yaralamasak da canımızı haddinden fazla acıtabiliyorduk.
Bıçağını boynuma dayayıp beni yeneceği sırada onu hançerlerimle engelledim. O sırada yüzüme yumruğunu geçirdi. Başım yana dönüp ağzım kan doldu. Kanı yere tükürüp darbe almadığım dizimi karnına vurdum. O inleyerek üstümden kalktığında ben hızla doğruldum ve ona kafa attım. Yere düştüğünde üstüne çıktım ve bir dizimi bıçağı tuttuğu kolunun üstüne yerleştirdim.
Kanayan burnunu gördüğümde acımadan yumruğunu yüzüne indirdim. Bıçağı bırakmasını sağlamak adına dizimi bastırdım. Hançerlerimden birini ne zaman olduğunu anlamadığım bir şekilde bırakmıştım. Diğerini boynuna dayayıp bu işi bitirecekken benden önce davranıp saçımı çekmeye başladı. Bu yüzden örsem de kesmem için ısrar ediyorlardı.
Ben saçımı asla kesmeyecektim. Ben saçıma dokunulmasına izin vermezdim. Bu iş çirkinleşecekti.
Elimdeki hançerin kabzasını sertçe koluna vurdum. Ama bırakmadı.
“Ahh!”
“Ahh!” ikimizden de bir bağrış çıktığında nefes nefese birbirimize baktık. Sinirlenmiştim ve bunu biliyordu. Aynı anda gülümsedik. Onun hamleleri bitmişti ama benimki bitmemişti. Tabi o bunu bilmiyordu.
Saçımı çeken elini bir anda ısırmaya başladım. Öyle sert ısırdım ki ağzıma kan tadı geldi. Isırdığı yer bileğinin biraz üstüydü. Ağzından bir bağrış çıkıp saçlarımı bıraktığında hançerini boğazına dayadım.
Ve kazandım.
Üstünden kalkıp kendimi köşeye attığımda o da oturur pozisyona geldi. Eliyle ısırdığım yeri ovuşturuyordu. “Isırırmışsın.” Dedi nefes nefese.
“Efendim?” anlamayarak baktım ona.
Sesini biraz daha yükselterek “seninle konuşanı diyorum, ısırırmışsın.”
İlk konuşmamıza yaptığı atıfla gülmeye başladım. O da bana katıldığında birlikte kahkahalarla gülüyorduk.
Kaşımın üstünde ufak bir sızı hissediyordum. Büyük ihtimal yarmıştım. Sırtım ve dizim ağrıyordu. Ayrıca ağzımın içi de yara olmuştu. Onunda ağzının içinin yara olduğuna emindim. Burnu kanıyordu, dudağı yarılmıştı ve gözünde bir morluk vardı. Elindeki ısırık izinden bahsetmiyordum bile. Resmen birbirimizi dövmüştük ve şimdi ise kahkahalarla gülüyorduk. Yakın arkadaşlarıyla birbirlerini dövdükten sonra gülmeyende ne bileyim yani.
Nefeslerim sakinleştiğinde bir sürü askerin biri izlediğini gördüm. Hatta halktan kişilerde vardı aralarında. O sırada idman yaptığımız alana hızla Dengiz ve Kanber girdi. İkisinin de yüzünde telaşlı bir ifade vardı. Koşarak yanımıza geldiklerinde Dengiz beni, Kanber Alkım’ı ayağa kaldırdı.
“Lan siz manyak mısınız?” Kanber’in bağırmasıyla Alkım’da bende yerimizde sıçradık. “düşman mısınız siz, kan davası mı var aranızda, alacak verecek davası mı var? Ne diye bu kadar zorluyorsunuz kendinizi?”
“öyle olsaydı şu an yaşamıyordu.”
“öyle olsaydı şu an yaşamıyordu.” Alkım’la aynı anda aynı şeyi söylediğimiz de birbirimize dönüp kıkırdadık.
“psikopat manyaklar. Şu halimize bakın. Bir de birbirlerine kılıçla falan zarar vermemişler. Onu da yapsaydınız pek farklı olmazdı.” Dengiz’in kızmasıyla kafamı kaldırıp alttan yüzüne baktım. Çatık kaslarıyla bana döndüğünde gülümsedim.
“gülme!” diye hırladı. Sanırım kurdu ön plandaydı.
Gözlerimi kırpıştırarak daha büyük güldüm. “Yapma şunu!” ikinci kez hırladı. Kurdun kızdırmak da sakinleştirmek de benim için daha kolaydı. Buna daha fazla dayanamazdı. Başımı göğsüne yaslayıp gülümsemeye devam ettim. Derin bir nefes verdi.
“tamam ay ışığı tamam. Gidip arkadaşınla birbirinizi dövebilirsiniz ben seni iyileştiririm. Tamam güzelim istediğin her haltı yiyebilirsin. Sonuçta irademi sikip atmayı iyi biliyorsun. Tamam Ayka anladım ben tamam.”
Bu haline kıkırdayarak ondan ayrıldım ve Alkım’la boğuşurken yere düşürdüğüm silahlarını toplamaya başladım. İlk olarak Dengiz’in hediyesi hançerini aldım. Sonra kılıcımı ve diğer hançerini.
“Zalimsin kızım sen zalim! Hiç acıman yok bana.”
Talimhaneden çıkarken duydukları la başımı arkaya çevirip ona baktım ve geri önüme dönüp oradan ayrıldım. Peşimden geleceğini biliyordum.
...
Yazardan
Genç kadın tavernaya ilk girdiğinde alışık olduğu içki kokusunu hissetti. Simsiyah pelerinine iyice sarıldı ve gizlenmeyi umdu. Gidip bir bar taburesine oturduğunda hafif bir içki istedi. Etrafta göz gezdiriyordu.
Burası genelde pek tekin olmayan kişilerin geldiği bir tavernaydı. Kurt konseyinin kesinlikle yasakladığı her türlü şeyi bu tarz bir tavernada bulabilirdiniz. Kadın ticareti, çocuk tacirleri, yasaklı madde ve büyü alışverişi... Daha bir çoğunun şu an etrafında olan adamlar tarafından yapıldığını çok net biliyordu. Bir çoğu ya bulunduğu yerde ölme emri verilmiş ya da aşırı fakir yaratıklardan oluşuyordu.
Kadın böyle yerlere alışık değildi. Kendisine verilen görevler yüzünden bir çok iğrenç yere girmişti ama bu kadarına gelmesi hiçbir zaman istenmemişti. Yanındaki tabureye birinin yerleştiğini duydu. Dönüp baktığında kendisi gibi simsiyah bir peşlerine sarılmış yüzü görülmeyen bir adam gördü.
Adam eliyle barmene işaret gönderildiğinde parmağındaki değişik bir şekilde yazılmış K harfli mührü taşıyan yüzüğü gördü. Buluşacağı adam buydu.
Baştan aşağı süzdü adamı Peker’in her şeyi saklasa da ne kadar iri bir adam olduğu belli oluyordu. Bu kadar iriyse hantaldır da diye düşündü kadın. Güçlü olduğu kesindi. Kadını tek bir tokatla bile öldürebilirdi. Zira ırkı sebebiyle fiziksel olarak pekte güçlü sayılmazdı.
“kadını gördün mü?” adamın sesini duymuştu. Derin ve kaba konuşuyordu. Aklına yine aynı adam geldi. O da derin ve kaba konuşmuştu onunla. Ama o etkileyiciydi. Bu adam ise kaçması gerektiğinin sinyallerini veriyordu. Kaçmak için çok geç kaldığının farkında değildi.
“gördüm.” Dedi. Konuşmayı kısa kesmek istiyordu. Ona bir görev verilmiş ve yerine getirmişti. İlk önce ekibiyle bir handa işe girmiş ve beklenen misafir geldiğinde yapılması istenileni yapmış sonra da işten çıkmıştı. Tabi handa gördüğü adam aklından çıkmıyordu.
Üyesi olduğu örgütün düşmanı olması bile umurunda değildi. Keşke dedi içinden keşke bir gece için ettiğim teklifi kabul etseydi. Halbuki görevi adamın karısı hakkında bilgi toplamaktı. Lillesol bilmese de çalıştığı adamlar umutsuzca arzuladığı adam hakkında çok fazla şey biliyordu.
“Nasıldı?” diye sordu adam. Bu hırslı kadın onun kim olduğunu bilseydi gitmek için bu kadar can atar mıydı? Pelerinin altından ukalaca güldü. Büyük ihtimalle yaşına tipine ya da nerede olduklarına bakmadan onu etkilemeye çalışırdı. Çünkü Lillesol’ün karşısında bizzat Yalaz vardı.
“Hırçın.” Dedi tek nefeste peri kızı. O kız olmasaydı belki de hayalini kurduğu adamla bir gece geçirebilirdi.
“hırçın ve kabaydı. Bir savaşçı olarak yetiştiği kesin. Üstünde bir sürü silah vardı. Saçları siyahtı ama bir tutam beyazı vardı. Zarafet ve nezaketten payını almamıştı. Ama mavi gözlerine bir kez bakan herkes zeki olduğunu söyler. Her yere dönüyordu gözleri. Aklından aynı anda bir sürü şey geçiyordu belli.”
“tehlikeli mi?” diye sordu adam. Bir kadının başka bir kadına olan nefretini dinlemeye vakti yoktu.
“eğer bir kavgaya gireceksen elbette tehlikeli. Ama iyi kurulmuş bir tuzağa düşeceği kesin.”
Adam önüne döndü ve barmenin bıraktığı içkisinden bir yudum aldı. Buradaki yaratıklar onun saltanatı başladığında taverna köşelerinde saklanmayacaktı. Kurt konseyi asırlık bir saadet sunuyor olabilirdi ama Yalaz her şeye özgürlük getirecekti. Güçlünün zayıfı ezdiği bir düzeni getirecekti tüm Wirana’ya.
Bunun için konseyi yenmesi gerekiyordu. Konsey pek önemli değildi aslında. Onu yenebilecek sadece iki klan vardı, Alaska ve Kındurga. Bu iki klanı alt etmeyi başarırsa Wirana’yı ele geçirmemesi için hiçbir sebep olmayacaktı.
Bu iki klan tüm diyarın cesaretini destekliyordu. Onlar birlikte ayakta duruyor diğerleri sırtını onlara yaslıyordu. Desteği keserse diğerleri kendiliğinden dağılacaktı. Korku her şeydi. Bir kez korkmalarını sağlarsa bir daha baş kaldıramazlardı. Kendi zihinlerinde kurdukları kafesin içinde mahkum yaşarlardı.
Yalaz bundan üç yıl önce güçlü ama toy bir oğlanın canını almış ve bu cinayet onu hiç olmadığı kadar güçlü kılmıştı. Birilerinin ölümü birilerinin doğuşuydu. O genç oğlanın karşısına canını almak için çıkarken hiç vicdan azabı çekmemişti çünkü vicdanını öldüreli çok olmuştu.
Şu zamana kadar da hiç pişman olmamıştı onu öldürdüğü için. Daha fazlası için oğlanın kız kardeşine de hançerini saplamış ama kızdan hiçbir güç alamamıştı. Zaten kız, kardeşi kadar güçlü de değildi.
Şimdi ise gücü azalmaya başlamıştı. Eskiye döneceğini düşünmüyordu ama oluyordu işte. Bu dönemlerde ondan daha fazla korkmaları için elinden geleni yapması lazımdı. Ondan korkacaklardı ki zayıfladığını göremeyeceklerdi.
Ve pişman olduğu bir şey de vardı. Kızı kendi haline bırakmak. Gücünün tükeneceğini düşünmediği için kızı salmıştı. Şimdi ise kendini geliştirmek için her şeyi yaptığını her yerde kendisini aradığını biliyordu Yalaz.
Onu da öldürecekti. Zerre acımadan alacaktı canını. Hem artık daha güçlü olduğuna emindi. Kendisine güç verecekti.
Aslında en büyük kardeşi bulmuştu Yalaz. O Aytek’ten de Aykatun’dan da daha fazla güç verirdi. Ama Yalaz onun karşısına çıkacak kadar cesaretli değildi. Onu bizzat öldürmesi gerekiyordu ama o kadar güçlü değildi. Tüm ordusuyla kıstırsa da yenmek için yeterli değildi.
Ayrıca annesiyle anlaşması vardı. İkizlere istediğini yapabilirdi ama oğluna dokunmayacaktı. Bu anlaşma annesi işe yaramaz hale gelene kadar büyük kardeşi koruyacaktı.
Aykatun’u bulmalı, onun canını almalıydı. Tekrar gücü kazanmak için her şeyi yapacaktı. Gerekirse sınırsız Topraklara geri dönerdi. Ama o kadın falza yaşamayacaktı.
Adam tabureden kalktı ve peri kızına bir kese altın verdi. “Eğer işe yaramaya devam edersen daha fazlasını alırsın. Örgüt kimseyi karşılıksız bırakmaz.” Arkasını dönüp giderken bu kadının daha çok işine yarayacağını biliyordu. Belli ki Alfa Dengiz Alaska peri kızının dikkatini çekmişti. Öyleyse başına sıkıntı olarak Lillesol’ü verebilirdi.
Savaş Aykatun’u bulduğu anda başlayacaktı.
Instagram Singularity_mybook
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.3k Okunma |
438 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |