24. Bölüm

22.Bölüm: Zehir

Esma Gül Çağırgan
singularity

Gözlerimi açtığımda fark ettiğim şeyle hızla doğruldum. Dengiz’in odasında onunla birlikte uyumuştum. Nedensiz bir korku, telaş ve heyecan bedenimi sardığında bana gülümseyerek bakan Dengiz’i gördüm.

“Günaydın.” Ona bunu ben alıştırmıştım. Güneş doğmayan bir diyarda Günaydın gibi bir sözcük yoktu ama o her sabah günümün aydınlık olmasını diliyordu.

“Sana da günaydın.” Dedim biraz mahcupça. Gece onu rahatsız etmemiş olmayı umuyordum. İlk kez birlikte uyumuyorduk ama istemim dışı olan her şeyden nefret ediyordum.

Halimi fark ettiği için fazla üstüme gelmedi ve sessizce odadan çıkmama izin vermişti. Ve ben dün olanları düşünerek kendi odama geçtim. Üstümü çıkarıp banyoya girdim. Nasıl olduğunu bilmese de banyodaki su her daim sıcaktı.

Üstümde kan kokusu alıyordum. Gerçekten kan kokuyor muydum bilmesem Dengiz’e olanlar beni fazla etkilemişti. Şimdi yıkanmazsam haftalarca midem bulanacak ve kaşınacaktım.

Aytek’in cesedine sarıldıktan sonra olduğu gibi...

Gözlerimi kapattım ve kendimi sakinleştirdim. Sonra bedenimi yıkamaya başladım. Saçlarımı açtım ve onları da yıkadım. Şampuan orkide kokuyordu. Her bir teli iyice temizlediği den emin olduktan sonra bedenimi bir kez daha yıkayıp banyodan çıktım.

Üstüme V yaka yeşil bir tunik giydim ve altıma da siyah bir pantolon. Kemerler ve kayışlarla silahlarını koyacak yerleri ayarladım ama o an fark ettim ki hepsi Dengiz’in odasında kalmıştı.

Büyük ihtimalle Dengiz ben uyuyunca rahat etmem için çıkarmıştı. Üstümü çıkarırken göğüslerimin arasındaki hançeri görmüştüm. Babamdan geriye kalan bu tek hatıra beni tek başıma bile güvende hissettiriyordu. Diğerlerinin yokluğu gözüme batmıyordu.

O hançeri tekrar göğüslerimin arasına yerleştirdim ve Dengiz’in odasına gittim. Kapıyı tıklattım. “Gelebilirsin.” Evde sadece benim olduğumu biliyordu. İçeri girdiğimde silahlarını çalışma masasının üstünde gördüm. Hemen onlara gittim. Çok bile ayrı kalmıştık.

“insan ilk önce bir nasılsın diye sorar.” Diye sitem eden Dengiz’e bir bakış attım ve silahlarına geri döndüm. Bu sırada umursamazlığıma bozulan Dengiz silahlarına ters ters bakmaya başlamıştı.

“Her gün bunları taşımak zor olmuyor mu?”

“hayır.” Tek kelimelik cevaplarının nedeni kısa sürede ona bu kadar bağlanmamı sindirmeye çalışmam ve gece burada uyuduğum için utanmamdı. “kızgın mısın bana?” anlıyordu işte.

“sadece aramızda olan şeyler şu zamana kadar gördüğüm her şeyin dışında. Biraz zamana ihtiyacım var Dengiz. Hissettiğim, hissettirdiğin şeyler çok yeni. Benim buna alışmam lazım. Seni ailem olarak gördüğümü kabullenmem lazım.”

Birkaç adımda tam önüme durdu. Gri gözlerinde derin bir anlayış vardı. “beklerim. Ne kadar istersen o kadar beklerim. Ne zaman arkanı dönsen gözüne ilk ben takılacağım. Sen benim en kıymetlimsin. Her zaman öyleydin.”

Tanrı şüphesiz neye ihtiyacım olduğunu biliyordu. O kadar acının, sırrın, ihanetin içinde boğulurken biraz sevgi ve anlayış istediğimi biliyordu. Aksi takdirde kaderi yazarken Dengiz’e yolumu düşürmezdi. Böyle bir adamın ruhu beni seçmezdi. Ama buradaydık işte. Yanlış ya da doğru o hemen önümde grileri mavilerime kenetliydi. Susuyorum ama kalbinden geçenleri okuyordum.

Yüzündeki gülümsemeyle geriye çekildi. Ve ben odadan çıktım. Kendi odama geri döndüğümde önüme gelen örgülerimi geriye attım ve üstüme bir pelerin alıp dışarı çıktım. İştahım pek olmadığı için kahvaltıyı ertelemiştim. Öylece klanda gezerken Alkım’la karşılaştık. Bana gülümseyerek yanıma geldi.

“nasılsın?”

“iyiyim. Sen?”

“bende öyle.” Ve birlikte yürümeye başladık. Bir anda daha önceden aklıma not ettiğim ama bir türlü fırsatını bulamadığım soru geldi aklıma. “Kanber’le aranızda ne var?”

Bir anda bana döndü. Yüzünde bir çok ifade vardı. Gözleri hem yaşlardan hem de çok farklı şekilde parlıyordu. “ne olabilir ki Kanber’le aramızda?”

“benimle oynama Alkım. Fark ediyorum. Normal bir arkadaşlık bağınız yok. Ama birbirinizden uzak da değilsiniz.”

“o beni reddetti. Mühür ikimizi birbirimize kilitledi ama o kabul etmedi.” Gözlerine dolan yaşları geri göndermeye çalışıyordu. Güçlü durmaya çalışıyor ama kalbi paramparça oluyordu. Yüreğini soğuttuğunu sanıyordu ama hala acıyordu.

“hiçbir şey söylemedi Aykatun. Beni öylece reddetti ama hiçbir şey söylemedi. Beni neden sevmedi?” bir çocuk edasıyla sorduğu soruyla benim de içim acıdı. Sevgisizlik en büyük cezaydı, peki ya karşılıksız sevgi?

“bazen olmayınca olmaz. Bazen yanlış insandır, bazense yanlış zaman. Ama bir gerçek var her zaman çok acıtır. Kimseyi beni neden sevmiyorsun diye darlayamayız ama kalbimiz çok acır.”

“geçer mi?” diye fısıldadı güçsüzce.

“Bilmiyorum. Belki geçer belki geçmez. Ama unutma yaşanması gerekiyordu ve yaşandı.”

“ben nereli olduğumu bilmiyorum. Dengiz’in babası beni ormanda bulduğunda açlıktan ölmek üzere olan bir bebekmişim. Buralı değilim, ailem yok, tutunduğum tek şey mührümdü ama Kanber beni reddetti. Aykatun, Kanber beni niye reddetti?”

Öyle çaresizdi ki, kalbi paramparça olmuştu. Kanber’e yumruk atmamak için kendimi zor tutuyordum. “çok şey düşündüm. Ailem olmadığı için beni kendine kayık görmediği için, burada doğmadığım için... Ama hepsi bir yerde kaldı. Aslında Kanber beni hak etmedi. Ama neden tek aile şansımı kaybetmek zorundayım ki?”

Kıyamıyordum. Öyle çok kırılmıştı ki kıyamıyordum. Onu kendime çekip sarılırken “değilsin. Tek aile şansını kaybetmek zorunda değilsin. Ben her daim seni kardeşim olarak göreceğim. Her daim ailemden bir parça olacaksın.”

“gerçekten mi?”

“Gerçekten.” Dedim gülümseyerek. Geri çekildiğinde onun yüzünde de bir gülümseme vardı. Yorgun ama rahatlamış bir gülümseme. Elimi sıkı sıkı tuttu ve klanı birlikte gezmeye başladık.

“Bugün gençlerin eğlencesi var birlikte katılalım mı?” Sorduğu soruyla ona döndüm. Daha önce böyle bir şeye katılmamıştım. Geldiğim yerde bunun için zenginlerin arasında bile zengin olmak gerekiyordu. Ama uzaktan izlemişliğim ya da katılan gençlerden birini parayla koruduğum için orada bulunmuşluğum vardı. Şimdi ise ben bu eğlencenin bir parçası olacaktım öyle mi?

“Ne olacak eğlencede?” hevesli şekilde soruşumla ve heyecanlı sesimle cevabımın evet olduğunu anladı. Dudaklarından ufak bir kıkırtı çıkarken “bu kadar heyecanlanacağını bilseydim önceden teklif ederdim.” Dedi. Kesinlikle daha önce teklif etmeliydi.

“klandaki ufak tavernada toplanırız. Her gruptan genç vardır. O tavernada pek misafir kalmaz, büyük olanda kalırlar daha çok. O yüzden böyle etkinliklerde 30 yaşını geçmiş herkese kapalı olur taverna. Acil bir şey yoksa alfa bile gelse almazlar. Tabii 15’inden küçük kimse de giremez. Herkes dağılana kadar da devam eder. Müzik ve dans hiç durmaz. İçkili içkisiz oyunlar oynanır.”

“kesinlikle gidiyoruz.”

Gülerken “Dengiz giremez biliyorsun değil mi?” dedi.

“E ne güzel işte Kanber’i, Dengiz’i, Feris’i atarız dışarı. Sen, ben, Günana sabaha kadar eğleniriz.”

“sabah?” diye sordu anlamamışçasına. Sonra aklıma Wirana’da güneş olmadığı dolayısıyla gündüzle ilgili hiçbir kavram olmadığı geldi.

“gün doğumuna kadar yan i. Bir an unuttum.”

“alışırsın. Karanlık kendine çabuk alıştırır.”

Bir süre sonra Günana’da bize katılırken birlikte hazırlanmaya başladık. Hayatımın hiçbir bölümünde arkadaşlarımla eğlenmemiştim, birlikte eğlenceye hazırlanmamıştım. Kındurda bana yuva oluyordu.

Birlikte çıktık ve küçük taverna dedikleri yere gittik. Müzik sesi her yerdeydi. Sahnede 4 kişi vardı. Üçü enstrüman çalıyor biri ise söylüyordu. Şarkı bilmediğim bir dildeydi ama ritim güzeldi. Handa dinlediğim peri kızı kadar etkilenmemiştim ama dinlenirdi.

O peri kızı aklıma gelince tüylerim diken diken oldu. Sanırım biraz kıskançtım ama benim olan benimdi bir kere.

Adını pek hatırlayamadığım peri kızını boş vererek eğlenmeye başladık. Önce bar kısmına gidip kendimize bir şeyler söyledik. Hafiften başlamıştık. Yavaş yavaş dans etmeye başladık. İçmeye devam ediyordum. Kafamız hafiften güzelleşmişti.

Biraz dinlenmek için kenara çekildik. “bunu daha sık yapmalıyız.” Dedi Günana. Ona kesinlikle katılıyorum ama nefes nefese bir haldeyken cevap vermemiştim.

“bize yiyecek bir şeyler söyledim. Midem kazındı benim.” Diyerek yanımıza geldi Alkım.”

“çok iyi düşünmüşsün.”

“iyi yoruldum ama.” Diye muhabbetlerine dahil oldum. Biraz kendime gelebilmiştim sonunda.

“O kadar kıvırırsan tabi yorulursun. Bir çok kişi Dengiz’in korkusuna gözlerini kapatıp ortadan kayboldu.” Günana’nın dediklerinin gerçek olduğunu biliyordum ama görmezden gelmiştim. Şimdi yüzüme söylenince göz devirsem de biraz kızarmıştım. Yorgunluk ve içkinin getirdiği kızarıklık bunu gölgelediği için şanslıydım.

“hiç göz devirme kız doğru söylüyor. Sahnede melek gibiydin. Dengiz’den korkmasalar oturur izlerlerdi. Kadınlar izledi de zaten.”

“böyle iyi dans etmeyi nerden öğrendin?” diye sordu bu sefer Günana.

“Ne sen sor ne ben söyleyeyim.” Aklıma gelen geçmiş anılarımla yerimde ürperdim. Balaban’ın birilerini öldürmem için bedenimi kullanmamı istediği bir zaman dilimi olmuştu. Ben iyice kendimden tiksinip kendimi öldürmeye kalkınca Aytek durumu öğrenmiş ve Balaban’ı öldürmeye kalkmıştı. Balaban’ın beş adamı onu zar zor zapt etmişti. İkimize de bir sürü ceza verilmişti. Tabi o zamandan sonra Balaban benden böyle bir şey istememişti. Tek mutluluğum hiçbir zaman asla ileri gitmek zorunda kalmamış olmamdı.

Üstelemediler. Yiyeceklerimiz gelince herkesin odağı atıştırmalıklar oldu. Bir zaman sonra yanımıza birkaç kişi daha geldi. Klanın gençleriyle kaynaşıyor, içiyor, dans ediyor eğleniyordum. Eğlencemiz İlbilge’nin gelişine kadar sürdü. Ben ne olduğunu bilmesem de Alkım ve Günana biliyordu. Alkım beni kolumdan tutup İlbilge’ye doğru sürüklerken “ne oluyor?” diye sordum.

“Bilmiyorum ama İlbilge buraya geliyorsa pekte güzel şeyler olmuyordur.”

İlbilge’nin yanına geldiğimizde yüzündeki endişe dolu ifade beni korkutmaya yetti. “ne oldu?” dedim. Kalbim yerinden çıkacak kadar hızlı atıyordu. Korku tüm bedenimi ele geçirmişti.

“zehir.” Dedi gözleri doluyordu.

İlbilge’nin gözleri doluyordu. Yol mol bir şeyler saçmalaması gerekiyordu. Olması gereken olur demesi gerekiyordu. Gözleri dolmamalıydı.

Birini daha kaybetmeye dayanamazdım.

“kim?” diyordu Günana. Onunda sesi titriyordu. Korku ruhumuzu ele geçirmişti.

Ve İlbilge’nin dudaklarından beni öldürecek o isim çıktı. “Dengiz.”

Göz yaşının yanaklarımdan boynuma kadar süzülüşünü hissettim. Ellerimin uyuştuğunu, kalbimin bir an durduğunu ve burnunun sızladığını hissettim. Ne demişti o?

Sonra algıladım her şeyi, ne dediğini. Kalbim sancıdı. Hızlı hızlı atmaya başladı. Akan o bir yaşa yenileri eklendi. Silecek kadar vaktim olmadı. Hızla tavernada çıktım. Koşmaya başladım.

Eve gitmeliydim. Dengiz demişti. Bana ihtiyacı vardı. Dengiz’in bana ihtiyacı vardı. Hiç olmadığı kadar hem de. Zehir ona ne yapmıştı? Panzehri var mıydı? İyi miydi? Ölmüş olsaydı bende ölürdüm, öyleyse yaşıyor muydu?

Babamın ölmesine rağmen annem hala yaşıyordu. Yoksa ölmez miydim? Dengiz olmadan yapamazdı ki? İnsan kalbi olmadan yaşayabilir miydi? Benim kalbim sancıyordu.

Koşa koşa eve giderken üstümdeki bakışları umursamıyordum. Evin önüne geldiğimde hızla kapıyı açtım. Gördüklerimle bir hıçkırık çıktı dudaklarımdan. Ağlayışım hızlandı. Bu kanlar Dengiz’e mi aitti?

Feris elinde bir bez ve yerde bir kova suyla şöminenin önündeki kanları temizliyordu. Bu kadar kan çok fazlaydı. Gözlerim oradan ayrılmıyordu. Feris’in ne zaman bezi bırakıp ne zaman önüme geldiğini bilmiyordum.

“hey, tamam sakin ol. Bana bak. Ayka bana bak lütfen.”

“Dengiz’in mi?” diye fısıldayabildim. Gözlerim oradan ayrılmıyordu. Feris tam önümde olduğu için görmüyordum ama yine de gözlerim oradan ayrılmıyordu.

Yüzümü avuçlarının içerisine aldı ve yüzüne bakmaya zorladı. “sakin ol. Tamam mı abiciğim? Sakin ol. Dengiz iyileşecek korkma. Bir şey yok. Onun sana ihtiyacı var. Güçlü dur.”

Gözlerimi kapattım. Kendimi tutamayarak sesli ağlamaya başladım. Feris beni kendine çekip sarılırken öylece ağlıyordum. “tama geçecek. Korkma. Dengiz’e bir şey olmaz.” Uzaklaşıp gözlerine bakmaya başladım. “olmaz değil mi?” olmayacağına inanmam lazımdı.

“olmaz tabi ya. Şu kadarcık zehir ne yapar Dengiz’e? Daha kötüsünü de gördü o. Hiçbir şeycik olmaz ona.”

Buruk bir gülümseme oluştu. “Nerde?”

“Kanber yukarı çıkardı.”

Hızla merdivenlere tırmandım. Aynı hızda ilerlerken Dengiz’in odasının önünde geldim. Elimi kapı kulpuna attım ama açamadım. Dengiz’i öyle görmeye hazır değildim. Elimi geri çekip kapının karşısındaki duvara yaslandım. Ellerimi ses çıkmasın diye ağzıma kapatıp gözyaşlarımı dökmeye devam ettim.

O sırada odanın kapısı açıldı ve Kanber dışarı çıktı. Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı ama beni görünce yerini şaşkınlığa bıraktı. Hızla yanıma gelip tam önümde durdu.

“iyi misin?”

Başımı hayır anlamında sağ sola sallarken elini omzuma attı. “öyleyse iyi ol. Çünkü kötü olmanın zamanı değil. Dengiz için dik durmalısın. Sonra üzülürüz.”

“söylemesi kolay. Nasıl yapacağım?” diye çıkışsam da haklı olduğunu biliyordum.

“Dengiz için yapacaksın. Sürüye belli edemeyiz. Dengiz onların iyi bir hayat sürmeleri için her şeyi yaptı. Onun emeklerini boşa çıkarmayın, değil mi? Dengiz’i düşünerek dik duracaksın.”

Başımı sallasam da hala ağlıyordum. “merak etme. Yanında olacağım. Dengiz iyileşecek ve iyileşene kadar ne zaman ağlamak istersen kimse görmemesi için ardımda gizlenmene izin vereceğim.” Bu sefer sesinde şefkat vardı. Bir anda dayanamayıp ona sarıldım.

“Dengiz’i o halde görmeye hazır değilim.” Diye fısıldadım. Ağlamamı durdurmaya devam ederken çıkan hıçkırıkları durduramıyordum.

“ama Dengiz senden güç almalı. Seni yanında hissederse daha hızlı iyileşir.” Kanber beni kolunun altına alıp Dengiz’in yanına götürdü.

Yatağın üstünde yatıyordu. Komodinin üzerinde bir kova su ve içinde bez vardı. Kanber Dengiz’i temizlemek için kullanmış olmalıydı. Yerde de bir leğen vardı ve içi kusmuk doluydu. Komodinde bir şişe vardı.

“Panzehir.” Dedi Kanber ardımdan.

Yüzü solgundu. Dudakları kurumuştu. Üstünde hiçbir şey yoktu ama Kanber yorganı göğsüne kadar çekmişti.

Eline dokunduğumda ne kadar soğuk olduğunu hissettim. Kanı çekilmişti. Elini avuçlarımın içine alıp üstüne bir öpücük bıraktığında ona ne kadar bağlandığımı fark ediyordum.

Parmaklarını hareket ettirip elimi tutmaya çalıştığında yüzümde buruk bir tebessüm oluştu.

“Seni seviyorum.” Diye fısıldadım kulağına. Onunda gözlerinden bir yaş süzülüp yastığı bulduğunda beni duyduğunu düşündüm.

“Benim için uyanmalısın.” Diye fısıldadım bu sefer.

Uyanmalıydı. Beni kendine bağlayıp gidemezdi.

Yanağına bir öpücük bıraktım ve yataktan kalktım. İyileşecekti.

 

Instagram Singularity_mybook

 

Bölüm : 24.04.2025 23:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...