
Korku tüm bedenimi ele geçirmişti. Dün geceden kalan sarhoşluk kendimi kontrol etmemi zorlaştırıyordu. Hiç kimsenin aklına okta zehir olabileceği gelmemişti. Selen’in buna uygun panzehir bırakmış olması Dengiz’in çabuk iyileşeceğini göstermiyormuş. İlbilge öyle demişti. Ara ara uyanıyor bazen bizimle konuşuyor bazen kusuyordu. Uykusunda sayıkladığı anlarda ne dediğini duymak için çok çabalıyordum. Bazen de lavaboya gidiyorum bahanesiyle gizli köşelerde ağlıyordum. Biraz biraz kendine gelmişti ve ben az da olsa rahatlamıştım.
Bir anda zihnime düşenlerle ilk önce rahatsızca kıpırdandım. Tayeçe ve Vargın’ın klan girişinde olduğunu görüyordum. Zihnim bunun Selen’in kalkanıyla ilişkili olduğunu söylüyordu.
Peki Dengiz ve klan bu haldeyken gelmeleri tesadüf müydü?
Hiç sanmıyordum. Birileri onları buraya yönlendirmiş olmalıydı. Göz yaşlarımı silerek oturduğum yerden doğruldum. Kanber’i buldum ve ona aklımdakileri anlattım. Bana pek inanmasa da şu anda bana bulaşmaması gerektiğini biliyordu.
Emrimi yerine getirmek için gittiğinde bende Alkım’ı çağırttırdım. Şu anda ne arkadaş ne savaşçıydım.
Şu anda Dengiz’in eşi, Kındurga klanının Aşinasıydım. Alkım beni gördüğü an anladı.
“Emriniz nedir aşinam?”
“Dengiz şu anda klanın ticari işleriyle meşgul. Birazdan Alaska Alfası Vargın ve Alaska Lunası Tayeçe içeri gelecek. En iyi karşılamayı hazırlamanı istiyorum.”
“Emredersiniz aşinam.”
Alkım huzurumdan çekilirken etrafa baktım. Şüphe edenler olsa da çoğu inanmıştı. Dengiz’in yokluğunu kısa süre de olsa açıklamıştım ama tekrar başa geçmesine vardı. Bu kısa sürede Vargın’la Tayeçe içeri girerken sahte bir gülümsemeyle onları karşıladım. Anlamışlardı. Bir şeylerin ters gittiğini anlamışlardı.
Tayeçe bana sarılıp başını omzuma yasladığına “bir şeyler oluyor Ayka. Ne yapacağımı bilmiyorum.” Dedi
“içeride konuşuruz. Ne olursa olsun yanındayım.”
Geriye çekildiğimde Vargın’la göz göze geldim. Gözlerinde endişe şüphe karışımı bir bakış vardı.
“Alfa Dengiz çok meşgul olduğu için sizi karşılayamadı ama size özürlerini iletmemi istedi. İsterseniz Alfanın evine geçelim ve bu hoş ziyaretinizin nedenini konuşalım.” Şu anda bir yanım Kındurga Aşinası bir yanım Tayeçe’nin dostu, ablasıydı. Burnumuz boktan çıkmıyor ki arkadaş. Derin bir nefes alırken gözüm bana doğru gelen Kanber’e takıldı. Önce Vargın ve Tayeçe’yi selamlayıp bana döndü.
“Dediğin her şeyi yaptık.”
Tamam anlamında başımı salladım ve Alfa evine yürümeye başladık.
“Görülerim tekrarlamaya başladı.” Kaşlarımı çatarak Tayeçe’ye baktım. “İşler karışıyor.” Buz gibi sesi insanın içini üşütüyordu.
“ne olduğu hakkında bir fikrin var mı?” Diye sordum. Eve girdiğimizde Feris ve Günana kahve içiyordu. Saatlerdir uyanık olmanın etkisiydi.
“Durumda değişiklik var mı?” Tayeçe’ye olan soruma cevap alamadan bir soru daha sordum.
“Bilinci tamamen kendine geldi. Seni sordu. Misafirlerimiz olduğunu söylediğimiz de gelmek istedi ama enerjisi yenilenmedi henüz.” Başımı sallayıp Tayeçe’ye geri döndüm.
“Bağ kurduğumuzda bana Glaistinglerin saldıracağını gördüğün tarzda şeyler mi?” Diye ikinci bir soru sordum. Aslında üçüncü. Her neyse. Dengiz’in yanına gitmek istiyordum.
“enerjisi yenilenmedi?” Diye ortaya bir soru attı Vargın. Sesi oldukça sertti.
“Ayka?” Tayeçe’nin yatıştırıcı sesinin bulunduğumuz ortama hiçbir etkisi yoktu.
“Kime ne oldu?” diye bir soru daha sordu Vargın. Sonra sabrı taştı. Bir anda resmen kükredi. “Sana bir soru sordum Aykatun!” Tayeçe onun kolunu tuttu ama Vargın kolunu sertçe geri çekti. “Abim nerede Aykatun?!” aynı sertlikte abisini sordu. Sonra Feris’e döndü.
“Feris! Lanet olası yerde ne oldu?”
Tayeçe Vargın’ın bağırışlarına dayanamamış olacak ki “Bağırma!” diye uyardı onu. Ama Vargın Tayeçe’ye de bağırdı. “Sen karışma Tayeçe!” Tayeçe ona parmağını kaldırıp sallarken “Bana bir kere daha birilerinin yanında bağırırsan, senin o sesini keserim anladın mı!” diye çıkıştı.
Vargın bağırdıkça aklıma olanlar geliyordu. Dengiz’in gözümün önünde vurulduğu ve benim elimden hiçbir şey gelmediği o an. Elime bulaşan kanlarla Aytek’in öldüğü günün aklımda dolanışı ve kendimi kaybedişim. Sonra zehrin etkisini göstermesi vardı. Ve benim o anda Dengiz’in yanında olmayışım. Başım öne eğik şekilde gözlerimi kapattım. Burnum sızlıyordu.
“Vuruldu. Yarayı iyileştirdik ama okta zehir varmış. Panzehri versek te henüz toparlanamadı.” Sesim güçsüzdü ama herkes beni dinlemek için sustu.
Hayır herkesin içinde ağlamayacaksın. Hayır.
Günana yanıma gelip bana sarılırken ağlamamı geldiği yere gönderip başımı kaldırdım. Tayeçe sinirle Vargın’a bakarken Vargın’ın duygularını anlayamıyordum.
“Suikaste mi uğradınız?” Diye sordu. Vargın’ı itip önüme geçti. Ellerimi tutup parmağıyla okşarken “Onu görebilir miyim? Belki yapabileceğim bir şey vardır.” Dedi.
Tayeçe’ye birlikte Dengiz’in odasına giderken Vargın’da ardımızdaydı. Ne bana bağırması ne de başka bir şey umurumda değildi. Belki haklıydı da.
“Ay ışığı.” Göz altları morarmış ve yorgun çıkan sesiyle Dengiz’i gördüğümde gözlerim yine doldu. Hayır o bu haldeyken ağlayamazdım.
“Ağlama. Sana yakışmıyor.”
“Ağlamıyorum merak etme.” Yorgunca gülümsedi.
“Vargın nerede?” Tayeçe’ye bakarak sorduğu soruyla Vargın’ın odaya girmediğini fark ettim. O sırada kapıdan içeri girdi. O da kendini benim gibi ağlamamak için tutuyordu.
Tayeçe “alfa bana ne olduğunu anlatabilir misiniz?” diye sorduğunda Dengiz başını salladı.
“Ayka’yla birlikte klan dışındayken bir grubun saldırısına uğradık. Hepsini yendik ama okla omzumdan vuruldum. Akşamına kan kustum başka bir şey hatırlamıyorum.” Dedi Dengiz. O anlarda bir eğlencede olmak yüz kızartıcıydı.
Tayeçe başını salladı. Bana dönüp “Ok duruyor mu?” Dedi.
İlbilge’ye bakarak cevap vermesini bekledim. Tedaviyi o başlatmıştı.
“Duruyordu sanırım.” Diyerek çıktı. Masanın üstünde duran şişeyi Tayeçe’ye verdim.
“Bu Selen’in bize verdiği panzehir. Bununla kendine getirdik ama tam olarak atamadı.”
Tayeçe panzehri koklayıp “zehrin ne olduğunu anlamadan mı bu panzehri verdi?” dedi. Biraz düşündükten sonra ise “Zilasur. Oldukça etkili bir zehirdir. Eğer önünü şu dandik panzehirle kesmeseydiniz derisi dökülmeye başlayacaktı.”
Masanın üzerindeki malzemelere baksa da aradığını bulamamış olacak ki “bana biraz kurtboğan ve Yasemin otu getirin.” Dedi.
Feris aceleyle giderken İlbilge’de peşinden gitti. Vargın ve ben aynı durumda bekliyorduk. Tayeçe’nin gelişi için minnettardım. Bazı şeyler bize tanrının lütfu oluyordu. Feris ve İlbilge istediği şeyleri getirdi ve Tayeçe’ye verdi.
“Alfa dokunabilir miyim?” Tayeçe Dengiz’e dönmüştü.
Dengiz bana baktığında bir anda içimden gelen ‘bu adam benim kocam’ sesni susturdum ve onaylama anlamında başımı salladım.
Tayeçe Dengiz’i muayene ediyordu. “Tanin kaşınıyor mu? Ya da içinde bir yanma hissi var mı?”
Tayeçe istediği şeyleri karıştırırken ben Dengiz’in iyi olması için bildiğim tüm duaları ediyordum.
“çörek otu varsa havanda ezip yağını çıkarır mısınız?” İlbilge’de Tayeçe’ye yardım etmeye başladı.
“Ben daha küçükken babamın kaldığı kulübeye yaralı bir adam gelmişti.” Dedi. “O zamanlar on veya on bir yaşında falandım.” Karışımı bitirdiğinde Dengiz’e içirdi.
“Babam bu gibi durumlar için bana sık sık otların ne işe yaradığı hakkında dersler verirdi. O adam da zilasur bitkisiyle zehirlenmişti. Eğer babam bu tedaviyi uygulamasaydı ölmüş olacaktı. Zilasur bitkisi uygun tedavi olmadan atlatılamayacak bir ot. Alfa, bu zehri oka bulaştıran kişi seni ortadan kaldırmak istemiş.”
Ölüm, zehir, ve ortadan kaldırmak... Hepsini kafamdan atmak istiyordum.
“Yalaz gittikçe kendi ölümünü zorlaştırıyor. Onun canını almam için yalvaracak.”
Aytek’i benden alan Yalaz’dı. Dengiz’i almaya çalışan Yalaz’dı, melezlerin onları öldüren kişiye güç verdiğini öğrendiğimden ve Wirana’da olanları gördükten sonra babamı benden alanında o olduğunu düşünmeye başlamıştım. Onu ortadan kaldırırken bunun yeterince acılı olacağından emin olacaktım.
Tayeçe panzehri Dengiz’e içirdiğinde Alkım telaş içinde odaya girdi. Odada Feris, Günana, Kanber, Tayeçe, Vargın ve ben vardık.
“Ne oldu?” Diye sordu Dengiz. Sesi hala yorgun çıkıyordu.
“Yalaz’ın birlikleri klana yaklaşıyorlarmış. Geçen seferkinden daha fazla olduğunu söylüyorlar.”
Dengiz yattığı yerden ayaklanmaya çalışsa da başaramadı. Feris ve Günana telaşla doğrulurken Tayeçe ve Vargın birbirine bakıyordu. Bense Tayeçe ve Vargın’ın geleceğini öğrendiğimden beri bunun olacağını biliyordum. Kanber şaşkınlıkla bana bakarken bense olacakların bilinciyle gülümsedim.
Günana Dengiz’e bakarak “ne yapacağız?” Diye sorduğunda Dengiz’in yüzündeki çaresiz ifade bir anda içimin cız etmesine neden oldu.
“Söylemesi bana düşer mi bilmiyorum ama biri Alfa ile kalmalı. Diğerleri koridoru kollasın.” Tayeçe bana bakarak sırıttı. “Sen ve ben dışarıda olacağız. Benden ne istersen onu yapacağım.”
“Burada kalamam” Vargın’ın sözleri ile herkes ona döndü. “Abin tehlikede! Klanı sürü ve halk koruyabilir. Burada asıl lokma abin.”
“Dışarıda olmam gerek!” dedi Vargın. Sesini sakin tutmaya çalışıyordu.
“Alfa’nın yanında birinin kalması gerek. Güvenebileceğimiz biri...” dedi Tayeçe. Oysa ben çoktan her şeyi sağlama almıştım.
“güzel plan kuruyorsunuz arkadaşlar ama hiç gerek yok.” Dedim rahat rahat.
“Sen önemsemiyor olabilirsin ama Kındurga’yı korumak zorundayız!” Vargın’ın bana bağırmasıyla kaşlarımı çatarak ona baktım.
“Laflarına dikkat et Alfa! Ben Kındurga Aşinasıyım. Bana söylediğin lafları kırk kere düşün bir kere söyle çünkü ben her şeyden önce bir savaşçı kraliçeyim. Siz kılıç tutmayı öğrenirken ben savaş meydanlarındaydım.”
O sırada kapı tıklatıldı ve içeri Kındurga’nın ileri gelen savaşçılarından biri girdi. Benim önümde eğildi.
Savaşçılar gerçekten saygı duymadığı kimsenin önünde eğilmez.
“Emriniz üzerine birliği önceden karşıladık aşinam. Beklemedikleri saldırı karşısında erkenden mağlup oldular. Stratejiniz ve onların hamlelerini önceden tahmin etmeniz tüm savaşçılar arasında büyük takdir topladı. Ele geçirilen bilgiler arasında anladık ki planları gerçekten Alfamız ve Alfa Vargın arasında taht kavgası çıkarıp Yüce Kurt konseyini içten parçalamakmış. Ele geçirilen diğer belgeler ve ganimet İncelemeniz için hazineye bırakıldı.”
Savaşçı geri doğrulduğunda gözlerim hala Vargın’ın üstündeydi. “Çıkabilirsin.” Asker herkese selam verip odadan ayrıldığında bende Dengiz’e bakacak şekilde yatağa oturdum ve ellerini tuttum.
“Ardında ne olduğuyla ilgili hiçbir zaman endişelenme çünkü her zaman seni kolluyor olacağım.” Bana gülümsedi ve alnını alnıma dayadı. Rahatladığını hissediyordum.
“Yapmamı istediğin bir şey var mı?” Tayeçe’nin sorusuyla Dengiz’den ayrılıp ona döndüm. “şu anda yok. Asıl sen anlat bakalım. Ziyareti sebebiniz nedir?”
Tayeçe biraz kararsız gibi gözükse de sonunda “Cedirc kayıp.” Dedi.
“nasıl kayıp?” O adam pek normal değildi. Bir yerden çıkabilme ihtimalini kesinlikle hesaba katmış olmalıydılar. O zaman iş ciddiydi.
“Ne için çıktı, kimden şüpheleniyorsunuz, benden ne istiyorsunuz?”
“Birkaç gün önce alel acele sefere çıkacağını söyledi. Başta her şey normaldi şeye kadar...” Tayeçe birden konuşmayı kesip tutunacak yer aradı. Onun yerine Vargın devam etti.
“Görülere kadar. Tekrarlanıp duruyorlar.”
Herkes Tayeçe’yi izliyordu. Bir anda sakinliğini kaybetti ve bedeni titremeye başladı. Vargın onu tutmak için bir hamle yaptığında kenara çekilip sırtını duvara yasladı. Araları bozuktu. Karışmam gerektiğini hissediyordum. Ayrıca düzelteceklerini de biliyordum. Vargın’ın burnu biraz sürtse hiçbir şey olmazdı.
“ilk kez tekrarlanan görüler görüyorum. Sanki bir tür uyarı gibi.”
“ne görüyorsun?” Tüylerim diken dikendi. O an aklıma gelenle “bana sana eğil dediğimde eğil demiştin ve ben gerçekten duydum seni. Görülerle Cedric’e ulaşmaya çalışabilir misin?” Dedim. Olursa elimizde bir ipucu olurdu.
“Karanlık bir oda belki de bir mahzen.” Yutkundu. “Cedric yerde ve zincire bağlı, bir şey onu izliyor. O kırmızı gözler her yerde ve o ölecek.” Günana Tayeçe’yi sandalyeye oturttu ve içmesi için su verdi. Tayeçe beklemeden suyu içti ve devam etti.
“Görülerimi kontrol edemiyorum. Sadece gözüküyorlar ve dahası yok. Senin olayda nasıl sesimi duydun bilmiyorum.”
Tamam sanırım lider kişiliğimi göndermenin zamanı değildi. Bende bir bok bilmiyordum ama Tayeçe’nin yardıma ihtiyacı vardı.
“Gözlerini kapat ve Cedric’i düşün. Bu zamana kadar yaşadıklarınızı.”
Tayeçe dediklerimi yaparken onun buruk tebessümünü izledim.
“Şimdi karanlık bir boşlukta öylece duruyor görüyor musun? Etrafında hiç ışık yok. Hiçbir şeyde yok öylece duruyor. Görüyorsun değil mi?”
Tayeçe biraz sonra onaylar anlamda kafasını salladı.
“O karanlığın etrafında dört duvar var ve Cedirc oradan çıkamıyor. Güçlü ol Tayeçe, onun sana ihtiyacı var. Sana yardım ettiği anları düşün. Şimdi onun yanında olmalısın. Etrafında duvarlar var bu yüzden çıkamıyor. Sonra yere düşüyor. Gördün değil mi? Cedirc yere düştü, gördün. Kalkmaya çalışıyor ama onu zincirlediler. Kırmızı gözlü yaratık onu izliyor. Tayeçe görüyorsun değil mi? Ulaşmaya çalış. Cedirc’e sesini duyur. Ona nerede olduğunu sor?”
Umarım bu işe yarardı. Öyle olmak zorundaydı. İradesini kullanırsa her şey değişirdi.
Tayeçe bir süre öylece bekledi. Dediklerimi yapmaya çalışıyordu. Bense ile yaramadı için dua ediyordum. Bir anda “olmuyor” dedi. Elini tuttum. “olmuyor, yapamıyorum.”
“odaklan. Sana ihtiyacı var. Kendini kaybetme ve ona nerede olduğunu sor.”
Elini sıkıca tuttum.
“Tüm iradeni kullanmak zorundasın. Burada değilsin Tayeçe.” Elimi çektim. “Oradasın. Cedric’in yanında. Baksana o haricinde kimse yok. Orada Cedric’le yalnızsın.”
Cedirc’le konuşacaktı. Güzellikle ya da zorla.
Biraz sonra Tayeçe hızla gözlerini açtı. O an işe yaramadığını anlamıştım. En azından denedik diye kendimi teselli ederken Tayeçe hançerini çıkardı ve parmağını kesti. Vargın onu durdurmak için bir hamle yapacağı sırada Günana durdurdu. Tayeçe kanla yere bir şeyler çiziyordu. Dudaklarından büyülü sözler dökülüyordu.
“Geri çekilin ve ne olursa olsun işime karışmayın.” Diğerlerini de alıp Dengiz’in yatağına doğru çekildiğimde durumun tam olarak iki ucu boklu değnek olduğunun farkındaydım.
Buram buram karanlık enerji yayan bir gölge Tayeçe’nin çiziminden çıktığında tüm tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.
“Beni rahatsız ettin cadı!” gölgenin boğuk sesine karşı hissettiğim rahatsızlığı gizleyemiyordum. Dengiz elimi tuttu. “anlaşma istiyorum” Tayeçe’nin sesi odada yankılandı.
“kolay bir şey istemem.” Gölge açıkça ifade ettiğinde Tayeçe’ye bir şey olmaması için dua ediyordum.
“Benden ne istediğini söyle!” Tayeçe’nin sabrı taşıyordu. Yapmaması gereken bir şeyi çok sevdiği biri için yapmanın ne demek olduğunu biliyordum. Kendini feda etm nin ne olduğunu biliyordum. Ama iş başkasına gelince değişiyordu. Kahretsin, yapmamalıydı.
“Cedric Ashford’un şuan nerede olduğunu bul. Karşılığın da benden ne istersen onu vereceğim.”
“Ne istersem mi?” Tayeçe başını salladı.
“Ne istersen!” yaratık gözlerini kapattı ve elini Tayeçe’nin kafasına koydu. Az sonra geri çekildi.
“Ölürsen Ruhun benim olacak. Ama sen zaten ruhunun nereye gideceğini belirledin değil mi?” ve iğrenç bir kahkaha attı. Artık burada değildi.
“geri zekalı...” Diye fısıldarken bir yanım onu o kadar iyi anlıyordu ki.
Eğer Aytek için bir şans olsaydı bende hiç düşünmeden bir şeytanla anlaşırdım. Herkes ruh gibiydi. Vargın bile. Mühürlüsünün dönüştüğü şeyden korkuyor olamazdı değil mi?
Üstümdeki ağırlığı atlatıp “Cedirc’i kurtardığımızda burayı sen temizleyeceksin. Kocamı o kara şeytanın geldiği yerde yatırmayacağım.” Dedim. Diğerlerini kendine getirmeye çalışıyordum.
“Kanber, Feris, Dengiz’i benim odama götürün. Günana ve Alkım gidip Ordu’da düzeni sağlayın getirilen diğer evrakları Dengiz’e götürün. Kesinlikle ne olduğuna bakmayacaksınız. Baktığınızı anlatsam ikinizi de bitiririm.” Herkes odadan çıkarken sadece Tayeçe, ben ve Vargın kaldık.
“Burada o şeyin geri gelmesini mi bekleyeceğiz?”
“Geri gelmeyecek. Ruhumu sattım. Yapacağımız tek şey bana gösterdiği yere gitmek. Dağlık bir yerde bir saray var. Güneyde kalıyor. Orayı biliyor musun?” sorusu Vargın’aydı.
“Terk edilmiş bir kasaba var yakınlarında. Karanlık bir enerji yayıyor. Hatta tabelada Şeytan ini yazıyor.” Vargın büyümüş gözlerle Tayeçe’ye baktı.
“Orada mı?”diye bir soru sordu Vargın. Tayeçe başını sakladığında “Gidip sürüyü hazırlayım.” Dedi. Kapıdan çıkmak üzereydi.
“Buna gerek yok. Büyü yapıcam. Vaktimiz kısıtlı ve ben daha fazla oyalanamam.” Tayeçe Vargın’ı durdurdu. “Şimdi odadan çıkın, bende temizlik için bir bez bulayım. Bir de adaçayı vs varsa tütsü yapıp enerjisini temizleyeyim.”
Odadan çıktım ve Dengiz’in yanına gittim. Hepsi benim odama doluşmuştu. Hemen önüne oturdum ve ellerini tuttum. Daha iyi görünüyordu.
“İyi misin?”
“iyiyim. Endişelenme gerek yok.”
“kolaysa sen endişelenme.”
Onu terslememe güldü.
“saldıracaklarını nereden bildin?”
“sen savaşamayacak haldeyken ve Vargın buradayken daha iyi bir hamle yapamazlardı. İdamına karar verdiğimiz adamı kaçırdılar, halkın gözünde küçüldük. Ve Vargın bu toprakların çocuğu. Ayrıca konseydeki en güçlü iki klan Kındurga ve Alaska. İkisi birbirine düşerse onların bir şey yapmalarına gerek kalmadan konsey ortadan kalkar. Bu yüzden onların gelişini hissettiğim anda bunun tesadüf olmadığını anladım.”
“teşekkür ederim.”
“etme. Buranın yuvam olmasını sağla yeter. Evim ol yeter.”
Tayeçe temizliği bitirdiğinde Feris ve Günana’yı Dengiz’in başında bırakarak odadan ayrıldım. Dengiz’de katılmak istese de bir süre daha dinlenmeliydi.
Kanber’le birlikte aşağı kata indik ve Tayeçe’yle Vargın’ı salonda bulduk. Aralarındaki soğukluk üzülmeme sebep oldu ama halledeceklerine inanıyordum. Mutfağa doğru yürürken peşimden geliyorlardı. Ama ben mutfağa girmeden kapıyı kapattım.
“İş ciddi diyorsun yani?” Dedi Kanber.
“Bir boklar dönüyor ortada. Kusura bakma ama Feris’le Günana’ya bile güvenmiyorum.”
“Temin ederim seni anlıyorum.” Kanber’in gerçekten anladığını belli eden ses tonuyla gülümsedim. Vargın’ında yüzünde hüzünlü bir ifade vardı.
Birlikte evin bodrumundaki gizli toplantı odasına girdik. Burayı artık sadece Dengiz, Kanber, Feris, Vargın, Ben ve Tayeçe biliyordu.
Ben hemen Dengiz’in yerine oturduğumda diğerleride bir yerlere yerleşti.
“Şeytan inine gitmek için Vargın’ın zihnini kullanacağım. Şüphelendiğim birkaç şey var. Kırmızı gözlü adam şeytan olabilir.”
Evet sanırım saadet dolu Wirana hayatım burada sona eriyordu.
“Bir şeytanın canını mı alacağız?”
Olumsuz anlamda başını salladı. “Basit bir şeytan değil. Az önceki odadaki şeytanla karıştırma. O basit bir anlaşmacıydı. Ama bu bambaşka bir seviye.”
Sıkıntıyla nefes vermiştim. Cedirc neye bulaşmıştı böyle?
“Ne yapacağız o zaman?” Diye sordum.
Aklımda bin bir türlü şey dolanıyordu ama iblislere dair hiçbir şey bilmiyordum.
“Orası iblislerle kaynıyordur. Bu yüzden gitmeden önce zihninizi ele geçirmesinler yada içinize girmesinler diye bir işaret vereceğim. İster dövmesini yaptırın, isterseniz de kolyesini falan takın.” Bana uzattığı kağıdı biraz inceleyip Vargın’a uzattım.
“Aykatunla birlikte beş kişi oluyoruz. Gloria, Sean, Rita, ben. Vargın bizi oraya götüreceği için plana dahil oluyor. Rita, Gloria ve Sean iblislerle ilgilenirken Sen Cedric’ i kurtaracaksın. Kırmızı gözlüyü ben alacağım.” Cedirc’i kurtaran ben olacaktım.
“Sen dışarıda bizi bekleyeceksin. Birimize bir şey olursa-“ kesesinden çıkardığı anahtarı Vargın’a verdi.
“Gitmek istediğin yeri düşün, anahtar oraya götürecek. Sadece tek seferlik o yüzden kullanırken nereyi dilediğine dikkat et.”
Plan basitti ama etkili duruyordu. Bir sorun çıkmazsa hallederdik.
“Ne zaman yola çıkıyoruz?” Diye sordum. Dengiz gitmemi istemeyecekti ama Tayeçe’yi yalnız bırakmazdım.
“Orada kaç kişi olduklarını biliyor musun?”
“İşareti halledin. İster dövme ister kolye. Yerinizde olsaydım dövmesini yapardım. Etkili bir semboldür.” İkimizde başımızla onayladık. “Sayılarını bilmiyorum. Tahmin etmek zor. Sonuçta iblisler, bu yüzden hiç olmadığımız kadar dikkatli olmalıyız.”
“Cedirc’i kurtardığımızda onu dövmeni talep ediyorum.”
Bilmediğim şeylerin içinde dalmak beni huzursuz ediyordu. Sadece Aytek’siz geçirdiğim şu üç yılda bunu umursamamıştım. Şimdi ise hayata yeniden bağlanmışken bazı eski alışkanlıklarda geri dönüyordu.
Tayeçe’ye güveniyordum. En azından hala aklı başında olduğuna inanıyordum. Bu kadar kişiyi ölüme göndermezdi. Ama iblislerin neler yapabileceğini öğrenmem gerekiyordu.
“İblislere karşı kendimizi nasıl savunacağız?”
“Uzun süre kendi süretlerinde duramazlar. Bedene ihtiyaçları var. Herhangi bir silah sadece bedenlerine zarar verebilir. Bu yüzden kitaplar da geçen ritüelleri yorumlayacağım. Zeytin ağacı köklerini zeytinyağına bulayıp bazı dua ve ritüeller ile birlikte kutsayacağım. Bu odunları iblisin kalbine saplayacaksınız. Böylece ölecekler.”
Pekala yapabilirdik. Cedirc’i oradan çıkarmak en fazla ne kadar zor olabilirdi ki?
“Ne zaman gideceğiz? Biraz stres atalım ama değil mi?” Derken parmaklarımı kütletiyordum
“Siz işaretleri halledin. Bende ağacı kutsayayım. Meydanda buluşalım. Anlattıklarımı da anlatın. Bir yanlış tüm planı batırabilir.”
Odadan çıktıktan sonra soluğu Dengiz’in yanında aldım. Bu sefer yalnızdı. Gözleri kapalı olsa da uyumadığını hissediyordum. Yavaşça gözlerini açtı.
“Vargın ve Tayeçe gitti mi?” diye sordu. Daha canlı görünüyordu ama yorgundu.
“hayır ama birazdan birlikte gideceğiz.”
Kaşlarını çattı. “nereye?” diye sordu.
“tam olarak bilmiyorum ama Cedirc’i kurtarmaya.”
İtiraz edecekken onu susturdum. “Dengiz, Tayeçe’nin bana ihtiyacı var. Onun yanında olmalıyım.”
“ya sana zarar gelirse?” sinirlice soludu.
“sana geri döneceğine söz veriyorum.
“Aykatun –“ cümlesini yarıda kestim. Dudaklarına minik ve hızlı bir öpücük bıraktım ve kapıya yöneldim. “sağ bir şekilde sana döneceğime söz veriyorum.” Derin bir nefes aldığını duymuştum.
Meydana gittiğimde her şeyin tam olduğunu gördüm. Birlikte gideceğimiz kişileri incelerken sağlam olduklarına inanmak istiyordum. Kötü durmuyorlardı ancak gerçek savaş meydanına gidene kadar bilemezdik. Tayeçe’nin verdiği işareti geçici bir dövme gibi işlemiştim. Haftaya yok olacaktı.
Bunu yapmama Günana yardım etmişti. Ergenliğinde çok yaptığını söylemişti.
Yanlarına geldiğimde hepsinin bakışları beni buldu. Bense Tayeçe’nin güçlü durmasını sağlamak adına bir an bile ciddi duruşumu bozmuyordum.
Meydanda toplandığımızda Tayeçe “dövmeleri yaptığınızı umuyorum.” Dedi. Sonra bana bakarak devam etti “Şifacıya kutsal ağaç için bir istekte bulundum. Odada işim bir tık uzayınca en doğrusu onun yapmasıydı.”
“tamam. Sen nasıl istiyorsan öyle olsun.” Dedim. Gözlerimi hepsinin üstünde gezdirip “ne zaman yola çıkıyoruz?” Diye sordum. Wirana’ya geldiğimden beri ilk defa bu tarz bir şey yapacaktım. Eski güneleri özlediğimi söyleselerdi götümle gülerdim ama sanırım özlemiştim.
“Herkes hazırsa ritüele başlayabiliriz.” Genç bir kız uçları yağlı kazıklarla geldi.
“İlbilge size vermemi istedi.” Dedi ve kazığı verip selamlaşmadan sonra uzaklaştı. Tayeçe kazıkları bize dağıttı.
“Şimdi uyarılarımı dikkate alın. İblisler burada gördüğünüz türler gibi değil. Yaralaması, aklınızı bulandırması daha ilkel bu yüzden olası kışkırtmalarına asla uymayın.” Sonra Vargın’a döndü. “Özellikle de sen!” dedi. “Bana yapılan bir saldırı da asla atlamayacaksın. Tuzağa düşmeyeceksin. Beni sana karşı kullanabilmek için her şeyi yapacaklar. Başım kopsa bile iradeli olacaksın! Beni anladın değil mi Vargın?” Vargın belli belirsiz başını salladı.
“Kazıkları kalbine saplayacaksınız.”
“Vargın ortaya geç, çocuklar etrafında çember oluşturun. Vargın’ nın koluna tutunun.” Herkes Tayeçe’nin söylediklerini yaptı. “Vargın benimle tekrar et. Bu sırada da şeytan inindeki saray’ı hayal et.”
Etrafımızdaki enerji değişip karanlık bir hal aldığında hepimiz geldiğimizi anladık. Tabii bu kadar ıssız bir yerde olmayı beklemiyorduk.
“Hissediyor musunuz? İçi daraltan bir havası var. Sanki Tanrı’nın nuru buraya hiç uğramamış gibi.” Bunu söyleyen kızın adı galiba Rita’ydı.
“Birbirinizden ayrılmayın.” Bir homurdanma sesi geldi. Sean’dı.
“Burada öylece bize saldırmalarını bekleyeceğiz.” Gloria ona yandan bir bakış attı. “İstersen yem niyetine seni önlerine atabiliriz.” Dedi. Sanırım biraz acemiydiler. Gloria daha fazla acemiydi.
“Tartışmayı bırakın. Şimdiye çoktan gelmeleri gerekiyordu.” Tahammül seviyesi iyice azalan Tayeçe onları susturdu. Sonra saraya doğru ilerledi. Vargın arkasından ilerlerken “Senin arkada kalman gerekiyordu.” Dedi. Ama şu zamana kadar mühürden bir şey anladıysam asla arkada bırakmazdı, terk etmezdi.
Annem hariç. O babamın hatırasını geride bırakmıştı. Benim annemin kalbi taştan mıydı?
“Ne yapıyorsak beraber yapacağız.” Vargın konuşurken onların yanına gittim. Sarayın kapısını ciddi bir şekilde inceliyordum. Bir elim daimi olarak kılıcımın kabzasındaydı. Her şeye hazırdım. Savaşa, kan dökmeye hazırdım.
Geldiğimiz yeri inceliyordum. Burası beni boğuyordu. Birçok savaş alanında benzer şeyleri hissetsem de bu içgüdüler Wirana’da daha fazlaydı.
Sonra kapıdan çekilmeme neden olan bir şey oldu. Çatlak bir kız kapıya doğru daldı. Diğerleri kendi aralarında tartışırken ben kıza ne olacağına bakıyordum. Onu bir nevi kurbanlık koyun gibi görmüştüm ve bu pislik gibi hissettiriyordu. Alışkındım.
Kız yere düşüp sürüklenerek karanlığa çekildi.
“GLORİA!” Tayeçe onun adını haykırırken hemen sonra kızın tiz çığlığını duyduk.
Yavaş yavaş geri çekilmeye başladım. Gözlerden uzak olmalı ve Cedirc’in nerede olduğunu bulmalıydım. Fiziksel olarak ve büyü gücüyle benden daha fazla şansları vardı. Wirana’daki en büyük silahım aklımdı. İblisler diğerleriyle vakit doldururken Cedirc’i ellerindeki koz olmaktan çıkarmakıydım.
Diğerleri şeytanlarla uğraşırken Cedirc’in içeride olduğunu düşündüğüm bir mahzen buldum. Cedirc içeride şeytanla savaşıyordu. Ama gözüme takılan bambaşka bir şeydi.
Bunun burada ne işi vardı?
Bunca zaman yanlış yerde arıyordum. Varlığından şüphe ettiğim, bulmak için her deliğe baktığım o dönemde aslında bambaşka bir diyarda arıyordum onu.
Arkamdaki savaşı önemsemedim. Gözlerim haritadan ayrılmıyordu. Öyle ki büyülerinden sapan şeylerin bana isabet edebilme ihtimalini bile umursamadan ona ilerliyordum.
İşte ellerimdeydi. Ne işe yaradığını, nereyi gösterdiğini bile bilmiyordum. Ama Aytek bunu arıyordu. Geride bıraktığı şeylerden anlıyordum ki bu harita her neyse onu nefes almak kadar önemsiyordu.
Haritayı alıp babamdan kalan hançerin yanına sakladım. Tam o sırada kapı şiddetle açıldı. Tayeçe gelmişti. Gözlerim Cedirc’e döndüğünde onun öylece yerde yattığını fark etmiştim.
Siktir. Hairtayla uğraşırken Cedirc’i zerre önemsememiştim.
Tayeçe anın şokuyla öylece dururken şeytan ona yaklaştı ve elini tutup üstüne bir öpücük bıraktı.
Odada Vargın’ın öfkeli sesi yankılandı. “Ondan uzaklaş!”
“Vargın Alaska. Alaska klanın alfası.” Dedi. İğneleyici bir şekilde konuşurken Vargın’ın sert bakışlarını umursamıyordu.
“Evet.” Dedi Vargın. Boynunu çıtlatırken şeytanın Tayeçe’nin elini tutan elini gösterdi. “ve şu an karıma dokunuyorsun.”
Şeytan Tayeçe’ye döndü. “Bu adam ne demek istiyor tatlım?” tam olarak ne dönüyordu burada?
“karısı olduğumu ve seni öldüreceğini söylüyor!” diye bir bağırtı kopardı Tayeçe. Olaya müdahil olup olmamayı tartışıyordum. Bir de suçluluk duygusu içten içe utanmamı sağlıyordu.
Şeytan tam bir takıntılı pislik gibi hareket ediyordu. Akıl sağlığının olmadığına yemin edebilirdim. Tayeçe’yi bırakıp Vargın’a doğru atıldı ama Tayeçe onun saçlarından asılıp düşmesini sağladı. Bir an gülme ihtiyacımı zar zor bastırdım.
Tayeçe şeytanı yerde sürükleyerek bir köşeye çekerken “senin işin benimle!” dedi sert bir sesle. Sonra şeytanı zincire dolamaya başladı.
“Cedirc’i götürün!” Rita ve Sean hemen Cedirc’i mahzenden çıkardı.
“Bir kurt adama mı mühürlendin? Benimle mühürlüyken hem de.” Tayeçe elindeki kancayı göğsüne sapladı ve onu astı.
Ne mühründen bahsediyordu?
Tayeçe ve Vargın mühürlüydü. Tayeçe aynı zamanda başka birine mühürlenebilir miydi?
“ne mührü?” diye sordu Vargın.
Tayeçe netti. “Yalan söylüyor.”
“yalan mı söylüyorum? Sence bu yalana mı benziyor?” bağırtısıyla kulaklarımı kapatmak istedim. Tayeçe’nin kolunda bir iz oluştu.
“senin ve benim mührüm.” Şeytan zehrini saldığında Vargın geri çekildi. O an anladım. İnanmıştı. Tayeçe’ye olan aşkına ne olduğuna dair bir fikrim yoktu ama ortada bir ilişki kalmamıştı. Vargın Tayeçe’den vazgeçmişti.
“Bu bir yalan!” Bunlar Tayeçe’nin son çırpınışlarıydı. Vargın’ın gözlerindeki yıkılışı görebiliyordum. Tayeçe elini Vargın’ın yanağına yasladı. Vargın geri çekilmek istediğimdeyse onu bırakmadı.
“Onu tanımıyorum, daha önce görmedim. Tanımadığım, görmediğim, hissetmediğim birine nasıl mühürlenebilirim?” Tayeçe ağlıyordu. Son bir umut dudaklarını Vargın’ın dudaklarına yasladı ama Vargın geri çekildi.
Vargın Tayeçe’yi reddetti.
Vargın arkasını dönüp gitti.
Vargın Tayeçe’yi terk etti.
“sen...” Tayeçe şeytana döndü. “bana bir hayata mal oldun.”
Şeytan neşeliydi. “hayatına mal olmuş olsaydım o seni bırakır mıydı? Arkanda durabilirdi. İnanmayabilirdi. Ya da en başından düşünelim benim olana göz koymayabilirdi.”
Vargın nasıl kazanacaktı bir daha Tayeçe’yi?
Şeytan kancayı çıkarıp ayağa kalkarken Tayeçe’yle göz göze geldik. O an bir şey daha fark ettim. Dengiz asla Vargın gibi gitmezdi. O şeytanla mührüm olsaydı sikine takmaz o kapıdan benimle çıkardı. Dengiz inanmaz, inansa da benden vazgeçmezdi.
Tayeçe terkedilmeyi hak etmiyordu, bense Dengiz gibi bir adamı.
Uğruna şeytanı dize getirilecek kadın o, terkedilmesi gereken bendim.
Eğer Dengiz biraz Vargın’a benzeseydi işim daha kolay olurdu. Dengiz Vargın’a benzeseydi yaşamak istemez ve çoktan Aytek’in yanına gitmiş olurdum.
Ve bir şey daha fark ettim.
Ben Dengiz’e aşık olmuştum. Ve hiçbir zaman sevgim normal olmamıştı.
Ben uğruna ölebilecek ve öldürecek kadar severdim.
Ben Dengiz’e sevdalıydım.
“Bunu engelleyebilirdin.” Şeytan ellerini Tayeçe’nin beline yerleştirdi. “Ona mühürlenmemi, sevmemi engelleyebilirdin.”
“annen, cadı konseyiyle beni kutuya hapsetmeseydi elbette engel olabilirdim ama bunun artık bir önemi yok, buradasın. Engellerden kurtulduk. Geriye beni sevmen kaldı.”
“bana yaklaş Tayeçe. Dudaklarındaki izi silmeme yardım et.” Midem bulandı.
“annem beni sana mı sattı?” Şeytan kahkahalarla gülmeye başladı. Bense kılıcını çekmiş doğru anı bekliyordum.
“Satmak mı? Annen seni kurtarabilmek için benimle anlaşma yapmayı kabul etti. Seni iyileştirmenin karşılığında yine seni istedim. Çünkü gördüğüm o ilk anda her şeyi değiştirebileceğini biliyordum.”
Tayeçe’yi daha sert kavradığında dudaklarından bir inleme döküldü. Kılıcını sırtına saplamamak için zor duruyordum.
“Peki o ne yaptı? Anlaşmanın şartlarını bozarak seni benden kaçırmaya çalıştı! Düşünebiliyor musun, benden yüce şeytandan!”
“hayatımı mahveden asıl kişinin sen olduğunu mu söylüyorsun?” ve Tayeçe onu hızla duvara çarptı.
“tamamen bana ait olabilmen içindi. Yaptım da.”
“bunun bana neler yaptığını fark etmiyor musun? Uğradığım tüm o şeyler... Biraz olsun pişman olmadın mı? Çektiğim acılar içini sızlatmadı mı?”
“gittikçe bana benziyorsun. İstediğim de buydu.”
Tayeçe’nin yanına geldiğimde artık sınır aşılmıştı. Tayeçe’nin ellerinden alevler yükseldi. Şeytan savunmaya geçtiğinde bende kılıcımla saldırdım. Onun üstünde derin yaralar bırakırken kurtulmaya çalışıyordu.
Sonra bir anda derin bir acı hissettim. Karnından tüm bedenime yayıldı ve geriye savruldum. Dudaklarımdan bir bağırtı koptu. Kendime gelmeye çalışırken bedenimden akan kanı hissettim. Uzaktan Tayeçe’nin adımı seslendiğini duyuyordum. Kulaklarım çınladı.
Yeniden doğrulmam çok sürmedi. Adrenalin acımı gölgelerken tekrar kılıcını eline alıp şeytana doğru atıldım. Şeytanı yaralarken olabildiğince acımasızdım. Tayeçe’de toprakla saldırıyordu. Mahzen çöküyordu.
En sonunda kılıcı onun kalbine sapladım. Ter içinde geri çekildiğinde Tayeçe’de kılıcı çıkardı ve kılıca bulaşan kanı temizledi.
“Gidelim. Evde seni bekleyen bir adam var.” Mahzenden çıktık.
“O iyi mi?”Rita cevap vermeden Tayeçe’ye sarıldı. Alkım ve bana benziyorlardı.
“Sean yapabileceği ilk yardımı yaptı. Gitmek için sizi bekliyorduk.” Sonra bana döndi ve yaramı gördü. Sızlıyordu.
“Siz iyi misiniz?” Dedi.
“iyiyim.” Diye fısıldadım.
Kesinlikle değildim. Tayeçe ve Vargın’ın haline bakarken suçluluk duyuyordum. Daha erken davransaydım belki bu halde olmazlardı. Bir yanımda tek başına dalsaydın geberip giderdin diyordu. Elim karnımdaki yaraya gitti. Daha kötülerini yaşamıştım ama hiçbirine bunda olduğu kadar hazırlıksız değildim. Kurtları bir şekilde çözmüştüm, Glaistingleri de öyle. Cadıları da gafil anlayabiliyordum ama Wirana bundan daha fazlasıydı. Daha iyi olmam gerekiyordu.
“Bize biraz zaman verir misin Rita? Konuşmamız gerekenler var.”
Rita gittiğinde “yaranı iyileştirebilirim.” Dedi Tayeçe. İşi bittiğindeyse kat kat daha iyi hissediyordum ama hala sızlıyordu.
“Tayeçe” diye seslendim. Kaçmak istediğini biliyordum. Kabullenmek istemediğini biliyordum. Kimse istemezdi.
Ama oluyordu işte. Birileri geliyor ümit veriyor sonra da gidiyordu. Benimde baştan beri korktuğum bu değil miydi? Vargın mührün arkasında duramamıştı. Tayeçe’ye inanmamış ve gitmişti.
“Acıdığını biliyorum. Ve acıyacak da. Nefret edeceksin. Belki bir daha inanmayacaksın. Ama eskisinden daha güçlü olacaksın. Belki güçlü olmak istemeyeceksin ama yaşamak için mecbursun. Seni küçük kız kardeşim gibi gördüğümü ve her daim yanında olduğumu unutma. Bana dönüşme Tayeçe. Seni her koşulda sevecek birisi var.”
“tepetaklak oldum. Ötesi yok.”
“Büyüyü yapda eve gidelim. Yeterince oyalandık.” Vargın’ın buz gibi sesi hepimizin içini üşüttü. Köpek gibi pişman olduğunda umarım Tayeçe’nin yaptığı tek şey önüne kemik atmak olurdu.
Tayeçe büyüyü yaptığında kendimi Alaska da buldum nasıl eve gidecektim? Burası benim evim değildi. Dengiz burada yoktu.
“Seni eve gönderebilmek için birkaç büyü daha biliyorum. Biraz uğraştırıcılar onun yerine kullandığımız büyüyü kullan. Yapacağın tek şey gitmek istediğin yeri düşünüp ‘Translocare subito’ demek.” Ve elindeki anahtarı bana verdi.
“Bekle! İlk tanıştığımızda sana verdiğim kolye hâlâ duruyorsa boynuna tak sözleri öyle söyle “ Dedi.
“Tamam.” Dedim kısık sesimle. Ve hala bana onu verdiği ilk gün gibi kesemde duran kolyeyi boynuma taktım.
Tayeçe’ye burukça gülümsedim. Ona elimi salladım ve sözleri söyledim. “Translocare subito.” Aklımda Kındurga varken bir anda Dengiz’in düşmesiyle gözümü kendi odamda açtım.
Tayeçe şeytanı çağırdığında onu kendi odama göndermiştim. Şimdi ise karşımda yatağıma uzanmış uyuyordu.
Daha iyi görünüyordu.
Yorgunca gülümseyerek yanına yattım. Başımı göğsünün üstüne bıraktım. Kalp atışlarını dinliyordum. Evim gibi hissettiriyordu. Gözlerimi kapattım ve uykuya daldım.
Instagram Singularity_mybook
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.3k Okunma |
438 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |