@singularity
|
3. Bölüm : Mühür Bilinmezlik ve Araf. Denge ve terazi. Savaş ve kan. Hiçlik ve varlık. Kayıp ve kazanç. Kelimeler ve sessizlik. Ve girdap. Aklımdan geçen düşüncelerin esiriydim. Araf da kaybolmuştum. Ne tarafa gitmem gerektiğini bilmiyordum. Terazinin ortasındaydım ama onu dengede tutamıyordum. Savaştan savaşa koşuyor, hasarlar veriyor ve darbeler alıyordum. Kanla besleniyordum. Kanla yıkanıyor ve kan kokluyordum. Bundan nefret ediyor ama gidecek başka bir yer bulamıyordum. Ve sonu da hiçlikti. Varlık bedenimi terk ediyor her şeyi hiçliğe bırakıyordu. Her şey bir anda susuyordu. Tüm o kalabalığın arasında uzakta, soluk ve kimsenin fark etmediği, bakmadığı o yerdeydim. Ve resmi ters çevirdiğinizde işte yine oradaydım ama bu sefer herkes bana bakıyordu. Bu sefer herkes benden bir şeyler bekliyordu. Bu sefer herkese el uzatırken ben kendi kanımda boğuluyordum. Kaybediyordum. Herkesi birer birer kaybediyordum. Yaşamayı daha az arzuluyordum ve ölüme yaklaştığım her anı bir kazanç olarak görüyordum. Ama aslında daha çok kaybediyordum. Aslında boğuluyordum. Ve yardım edecek kimsem yoktu. Belli etmemeye çalışıyordum. Diyordum ki “Hayır benim yardıma ihtiyacım yok. Aslında bana yardım edecek çok kişi var ama onları ben gönderdim. Boğulmak benim kendi seçimim.” Ve bir süreden sonra buna bende inanıyordum. Boğulmak istediğime inanıyordum. Kelimeler önce başkasını sonra beni kandırıyor ve yerini sessizliğe bırakıyordu. Rahatsız edici ve düşündürücü sessizlik. Sorgulatıcı ve yoğun sessizlik. İnce bir çizgi üzerinde cambazlık yapıyordum. Düşersem yerde yastık yoktu. Beni tutacak kimse yoktu. Toprak yoktu. Dikili taştı her yer. Bedenime saplanmayı bekleyen ve kalbimi yerinden sökmek isteyen dikili taşlar. Ve ben kendime ikinci bir şans verdim. Kendi şansımı kendim verdim. Beni kimsenin tanımadığı bambaşka yerde yeni bir hayat kurmak ya da burayı da geldiğim yere benzetmek. Ve ben ilkini hiç düşünmemiştim. Sıradan sessiz sakin bir hayatın özlemiyle tutuşurken bunun için hiçbir şey yapmadım. Bir geliş amacım ve bir sonum vardı. Her daim buna sadık kalacaktım. Mağarada uyumuş ve iki saat sonra uyanmıştım. İçgüdüsel olarak güneşi görmeyi beklesem de bir daha asla göremeyecektim. Eşyalarımı çok dağıtmamıştım. Zaten çok eşyamda yoktu. Dışarı çıktım ve etrafa göz gezdirdim. Dün nasıl bıraktıysam bugünde öyleydi. Aklımda bir kasaba bulup insanların konuşmalarından gündeme dair bir şeyler öğrenmek vardı. Wirana’nın kurallarını öğrenemezdim belki ama Wirana’da neler olduğunu öğrenirdim. Peki kasabayı nasıl bulacaktım. Bu ormanın sonu yok gibiydi. Ve bildiğim yön bulma yöntemleri burada işe yarar mıydı ki? Güneş doğmayan bir yerdeydik. Karıncalar yuvalarını kafalarına göre yapıyor olabilirdi. Sıkkınca ofladım. Götümde kurt vardı sanki. Tamam anladım delisinde kızım yani kalkıp evren değiştirmek nedir yani. Ve sinirlerin iyice harap olduğu o evre. Sesli gülmeye başlamak. Hatta kahkaha atmak. Ve gözden yaş gelene, karnın ağrıyana kadar buna devam etmek. Ne kadar kaldım orada bilmiyorum. Biraz sakinleyince etrafına baktım. Buraya geldiğim yolu buldum ve ters yönde ilerledim. Bazen ağaçlara küçük bir bıçakla işaret koyuyordum. Ve evet kesici delici aletlere bayılıyorum. Biraz daha ilerlediğinde bir nehir kenarına denk geldim. Yanımda su vardı ama her ihtimale karşı biraz depolasam güzel olacaktı. O yüzden incelemeye başladım. Akarsu olduğu için büyük ihtimalle temizdi zaten. Avcuma doldurdum ve kokladım. Kötü bir koku yoktu. Su berraktı. Gür değildi. Altındaki taşları görüyordum. Tekrar avcuma topladım ve kokladım. Gerçekten kötü bir koku yoktu. Yine avcumla ağzıma aldım. Acı bir tatta vermemişti. Biraz daha bakındıktan sonra tamamen içilebilir olduğuna kanaat getirip yedek mataramı doldurdum. Evimden getirdiğim matarayı da tam doldurdum. Su önemliydi. İşim bittikten sonra etrafta dolaşmaya devam ettim. Ormanda ilerlerken bir anda önüme çıkan kadınla ikinci bir Tayeçe vakası yaşayıp yaşamayacağımı düşünsem de bunun olmayacağını biliyordum. Bakışlar belli ederdi kendini. Tayeçe asil bakıyordu. O yüzden öğretilerimin dışına çıkmış ve ilk anda fırsatım varken boynunu kırmamıştım. Bu kadın ise gel benim boynumu kır diye bağırıyordu. Yeşil elbisesi omuzlarını açık bırakıyordu. Elbisenin kumaşı satendendi. Ve belini çok güzel bir gümüş kemer süslüyordu. Ve yuvarlak yüz hatlarına sahipti. Elbisesi gibi yeşil gözleri vardı ve turuncu dalgalı saçlar. Gerçekten çok güzel bir kadındı. Zarifti. Dolgun kırmızı dudakları vardı ve yüzü parlıyordu. “Kardeşlerin sanırım akşam yemeğimizi buldum.” Anlamsızca bakıyordum ona. Tüm içgüdülerim devredeydi. “yolumdan çekil.” Dedim ona. Başını omzuna eğmişti. Kahretsin gerçekten çok güzeldi. “Hayır.” Dedi nazik ve tatlı bir sesle. Bok kokusu alıyordum. Bu kadar iyi görünüp ve bu kadar iyi konuşup gerçekten iyi olamazdı. Büyüyü hissediyordum. Sanırım Wirana yavaş yavaş beni kabul ediyordu. Ve birden çok uzaklardan bir ses duydum. Bir fısıltı ve bir çığlık arası sesler. Sanki bambaşka yerden geliyordu. Ve bu sesi tanıyordum. “Eğil!” Tayeçe’ydi bu. Ve ben bana söylediğini hatırladım. Sana eğil dediğimde eğil. Ve güvenmeyi seçtim. Bu diyara geldiğim ilk anda güvenebileceğim birini kazanıp kazanmadığımı merak ettim. Koşulsuz güven ve sevgiye inanmazdım. Ama güvende sevgide tüm evrenlerde vardı. Sadece çıkarlarınız çatıştığında çok güvenliğiniz kişi sırtınıza bıçağını sağlamaktan çekinmez, çok sevdiğiniz kişi hatalarınızda sizden vazgeçmekten gocunmazdı. Ve Tayeçe sadakatini kanıtladı. Neredeyse uçarak gelen keçi kafasını eğmiş boynuzlarını ileri doğrultmuştu. Büyük ihtimalle boynuzlarını sırtıma saplamayı planlıyordu. Ama boynuzlar bana değil o güzellik abidesinin karnına saplandı. Acıyla çığlık atarak yere devrildi. Ve ben zaman kaybetmeden kılıcımı çekip keçinin gövdesinde derin yaralar açtım. İkisi de acı içinde yerde kalmıştı. Henüz hayattaydılar ama birazdan kan kaybından ölürlerdi. Büyük ihtimalle turunçgilin midesi deşilmişti. Ben atlattığımı sanırken etrafımı bir sürü keçi sardı. İrili ufaklı ve farklı renkte keçiler. O kadar trajikomikti ki histerik bir gülüş bıraktım. Umarım bir keçinin boynuzu tarafından deşilerek ölmezdim. Benim için çok utanç verici olurdu. O kadar şeyden sonra boynuzlandığım için ölmek istemiyordum. Üç tane keçi üstüme koşmaya başladığında kılıcımı hareket ettirdim. Biri arkamda ikisi karşımdaydı. Ters bir takla attım ve arkadaki keçinin artık sırtındaydım. Yine de ayaklarım yere değiyordu. Beni atmak için çabalayacağı sırada kılıcımla boynunu kestim ve üstünden kalktım. Diğer ikisi artık bana çok kızgın bakıyordu. Hızlı hareket etmeliydim. İkisinde aynı anda üstüme koşmaya başladılar. Ve ben bıçağını da diğer elime aldım. Saldırı stratejileri aynıydı. Boynuz sağlamak. Onlar benim boy uzunluğuna göre hareket ettiği için yerde kendimi kaydırarak toynaklarını kestim. Kılıcımla kestiğim daha çok hasar aldı ve meleyerek yere devrildi. Diğeri ise acı bir meleme bıraktı ortaya ama hala ayaktaydı. Hızla doğruldum ve bıçağı yerdekinin boynuna fırlatıp kılıcımla diğerine hamle yaptım. Yaralı olduğu için kaçamadı ve yere devrildi. Yaraları ağır değildi ve bir darbe daha almazsa yandaşları onu yaşatırdı. Sayıları gerçekten çok fazlaydı. Tek başıma ne kadar dayanırdım bilmiyorum. Bir anda kolumda bir sızı hissettim. “siktir.” İnleyerek küfrettim. Okla vurulmuştum. Geldiği yöne doğru bıçağını diğer kolumla fırlattım. Umarım ıskalamamışımdır çünkü hem bıçağımdan olacaktım hem de canımdan. Dönüp bakmaya vaktim yoktu. Kılıcını diğer kolumla sallamaya devam ettim. Kan kaybından ve sürekli hareketten yorulsam da ölmeden pes edemezdim. Bir kaç tane daha keçinin icabına bakmıştım ama sayıları gerçekten çok fazlaydı. Hamlelerin tek düze olması ise şansımaydı. Ve ortaya iki kurt atıldı. Sıçmıştım. Buradan canlı çıkamazdım. Keçiler kolay lokmaydı. Tabi sayıları bir ülke kadar olmadığı sürece. Ama iki dev kurdu bu yorgunlukta yenmem imkansızdı. Geri çekilmeyeceğim için daha acısız ölümün yollarını düşünmeye başladım. Ama hiç beklemediğim bir şey oldu. İki dev kurt beni arkasına alıp keçilerde saldırmaya başladılar. Benimle oyunlar oynayan keçiler bu iki dev kurttan küçük çocuklar gibi kaçıyordu. Kılıcımı tekrar elime aldım ve olduğum taraftan kaçmaya çalışan tüm keçilerin canına kıydım. Merhametten maraz doğardı. Sonunda tüm keçilerde kurtulmuş ve iki kurtla yalnız kalmıştım. Biri bozkurttu. Biri ise beyaz kurt. Az önceki boynuzlu kadından bile daha zarif ve güzeldi. Büyüleyiciydi. Gözlerimi üstünden alamıyordum. Ve oda öylece bana bakıyordu. Otoritesi o kadar belli oluyordu ki. Muhteşemdi. Hayatım boyunca bir çok kurt ve farklı hayvan görmüştüm ama bu çok daha farklıydı. Ona çekiliyordum. Ona doğru gitmek istiyor ve ondan kaçmak istiyordum. Ve o benim yanıma geldi. Korku yoktu. Gayet sakindim. Yanıma yaklaştıkça heybetli daha da belli oluyordu. Çenesinde az önce savaştan çıktığını gösteren kan izleri vardı. Beyaz kürküne hiç yakışmasa da ondan bir şey götürmüyordu. Yerde oturmuş öylece onu izlerken diğer kurdun gittiğini fark etmemiştim bile. Şimdi o asil kurt tam burnunun dibindeydi. Alnıma yaladığında onu engellemek istemedim. Ama o bunu yaptığı anda tüm bedenim gevşedi ve bilincin kapandı. Yıllardır bu kadar huzurlu olduğum bir an daha yoktu. ... Yavaş yavaş kendime geliyordum. O kurt bana ne yaptı bilmiyorum ama ne yorgunluk vardı üstümde ne de acı. Zihnim yine susuyordu. Bana ne olduğunu söylemiyor, çıkış sunmuyordu. Sonra etrafımda olanların farkına vardım. Ormanda, uyuduğum yerde değildim. Ahşap bir evin yatak odasındaydım. Odada bir tuvalet aynası, gardırop , şömine ve yatak vardı. Siyah saten bir nevresim takımı serilmişti ve ben o yatakta yatıyordum. Üstümde benim kıyafetlerim yoktu. Son derece rahat bir gecelik vardı. Uzun kollu ve kare yakaydı. Eteği ayak bileğimin bir karış üstünde bitiyordu. Beyazdı. Ve saçlarımın örgüsü çözülmüş, güzelce taranmıştı. Bunları kim yapmıştı? Beni buraya kim getirmişti? Yataktan kalktım ve ayaklarımı yere bastım. Gözlerim şömineye takıldı. Wirana’ya geldiğimden beri ilk defa bu kadar sıcak bir ortamdaydım. Çıplak ayaklarımın üstünde doğruldum. Kapıya doğru ilerledim. Kilitliyse büyük olay çıkacaktı. Aynadan kendimi gördüğümde hem yüzümü buruşturdum hem de beğendim. Kimse korkmaz ve savaşçı olduğumu anlamazdı. Çok savunmasız duruyordum ama çokta güzeldim. Beyaz tutamlar iki yanımdan salınmıştı. Saçlarım her yerde ve çok uzundu. Üstümdeki gecelik gerçekten çok güzeldi. Kasaba liderimiz kızlarına benzemiştim. Onlar gibi hiçbir şey yapmama gerek olmayan her şeyin ayağına geldiği ve parasının bol olduğu kızlara. Gerçekten güzeldi. Kendimi uzun zamandan sonra ilk defa gerçekten kadın gibi hissettim. Sonra önüme döndüm. Kapı kulpuna uzandım ve açtım. Kilitli değildi. Olay çıkarmak için sebeplerinden biri eksildiği için ofladım. Beni bir koridor karşıladı. Merdivenlerle aramda çok mesafe yoktu. Buradan oraya üç ayrı odanın kapısı vardı. Ve diğer tarafta da iki odanın olduğunu düşünüyordum. Ben son kattaydım. Bunu yukarı bakınca anlıyordum. Merdivenleri indikçe de kaç katlı olduğunu görecektim. Koridorun eni kısaydı. Ve uzun ince kırmızı bir halı tüm koridoru kaplamıştı. Bu katta hiç ses gelmediği için aşağı inmeye karar verdim. Ekstra sessiz olmaya dikkat ediyordum. Tanımadığım birinin evindeydim. Ve bu evinde nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Bu yüzden ben isteyene kadar fark edilmeliydim. Aşağıda dört kişinin sesi geliyordu. Üç erkek ve bir kız. “Şimdi bu kadın senin mühürlün, değil mi?” Ve derin bir iç çekiş. “Kaç kere daha anlatacaklar geri zekalı? Ormanda kıza Glaistingler saldırırken bulmuşlar ve kurtarışlar. Dengiz onu hemen hissetmiş. Onlar mühürlü.” Demek o keçilerin adı Glaisting’ti. Ve mühürlü olmak ne demekti. Yeni bir bağ istemiyordum. Tayeçe benim için gelmemişti. O keçilerle yalnızdım. Hançeri verdiğimde kalmıştım. “Ama kızda kurt enerjisi yok. Nasıl mühürlü olabilirler?” “onu Dengiz’e sor. Ben nereden bileyim?” “Adamı rahat bırakın.” “çok sıkıcısın abi.” Kızın sesi kesilmişti. Anlaşılan bu abisi olacak bey baya sertti. “Kıza tek bir saygısızlık yapmayacaksınız. İlk önce siz ona saygı göstereceksiniz ki halkta ona saygı göstersin. O kim ve nereden geldi bilmiyorum ama mühür yalan söylemez, yanlış seçim yapmaz. Benim ruhumu ona bağladıysa bir bildiği vardır.” Dedi. İşte şimdi ilgimi çekmişti. Bana itaat eden bir halk düşüncesi cezbediciydi. “Yani onu kraliçen yapacaksın?” dedi kızla konuşan kişi. “Kader onu bana yazdı. O benim kraliçem olarak doğdu. Ve kim ne derse desin öyle olacak.” Fazla kararlı ve iddialıydı. İnanmayacağım kadar kendinden emin. “Onu tanımıyoruz. Ya kötü biri çıkarsa, ya klana zarar vermek isterse?” konuşan abi beydi. Bu adam gerçekten akıllıydı. “eğer klana bir zarar verirse bende üstüme düşeni yaparım.” Bu sefer sesi karanlıktı. En büyük korkunuzu belli etmemek istercesine bir çaba vardı. “O ölürse sende ölürsün, Dengiz.” Bunu söyleyen kızdı. Ve işte işler gittikçe ilginçleşiyordu. “Mührü siz hissetmiyorsunuz ama ben hissediyordum. Benim duygularıma karşılık vermedi, aramızda bir şey geçmedi, ona dair en ufak bir şey bilmiyorum ama o öldükten sonra yaşamak istemiyorum.” Adım sesleri duydum. “Mühür ruhların çok önceden birbirine sevdalanmasıdır. Eğer ruhum onu seçtiyse bedenim itaat eder.” Artık aşağı inmeye karar vermiştim. Ve kafaya koymuştum. Bu adamın sadakatini test edecektim. Kimse birine bu kadar bağlı olamazdı. Ki o bana zarar vermeyeceğini söylememişti. Bana zarar verse de bensiz olamayacağını söylemişti. Fazla tanıdıktı değil mi? Merdivenleri rahat rahat inerken en sonunda hepsinin bakışları beni buldu. “Çıkın dışarı.” Bunu söyleyen galiba Dengiz dedikleriydi. Simsiyah saçları ve gri gözleri vardı. Gri gözler mi? Görmesem inanmazdım. Boyu gerçekten uzundu. Ben 1.72’ydim. Yan yana olsak kesin kafamı sonuna kadar kaldırmam gerekirdi yüzünü görmek için. Teni ne çok beyazdı ne de esmer. Üstünde beyaz salaş bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Ve buranın liderinin o olduğu belli oluyordu. Herkesi etkileyebilecek türden bir yakışıklılığı vardı. Ama ona odaklanmadım. Merdivenleri inmeye devam ettiğimde kızın sesini tekrar duydum. “Ama den-“ “Günana, hadi. Feris sende, gidiyoruz.” Abi bey hepsini toplayıp dışarı çıkardığında Dengiz’le yalnız kalmıştık. “beni nerde buldun? Sen kimsin? Buraya neden getirdin? Benden ne istiyorsun? Son olarak üstümü kim değiştirdi ve saçlarımı kim açtı?” tek düze bir sesle konuştum. “öncelikle oturmak ister-“ “sadece cevapları istiyorum. Aksi halde ben sana cevap veririm.” Bu sefer sesim tehditkardı. Üstelik kolum uyandığımdan beri hiç acımıyordu. Buraya dair içimde kötü bir his olmasa da her zaman her şey değişirdi. Başını omzuna eğdi ve bana baktı. Sonra pes etmiş bir şekilde “pekala.” Dedi. Sesi sanki neden bütün delileri bana veriyorlar der gibiydi. “ilk soruna gelirsek, seni Glaistinglerle savaştığın yerde buldum. Evet Glaistingler o keçiler.” Dedi. Pek ala makul bir cevaptı. O kurtla karşılaştıran sonra orada kendimden geçmiştim. Kan kaybından olmalıydı. “İkinci sorunu cevaplamak biraz zor.” “kim olduğunu bilmiyor musun?” önemsizmiş gibi tutuyordum sesimi ama merak ediyordum da. “kim olduğumu bilmeyen birine, kim olduğumu nasıl açıklayabileceğimi bilmiyorum.” “yol göstereyim, en saf haliyle.” Başını salladı. “ ormanda gördüğün kurtları hatırlıyor musun?” Bu andan sonra başıma geleceği çözmek çokta zor değildi. Keçi kadınlardan sonra kurt adamlar mı? Gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Küfür etmemek için yapılan bir hamleydi. “o kurt sensin değil mi?” Şaşırmış gibiydi. “evet o beyaz kurt benim.” Dedi. Ve o beyaz kurdu tekrar aklıma getirdi. Kurt hali insan halinden daha yakışıklıydı. “Seni buraya getirdim çünkü sen benim mühürlümsün.” Evet yine anlamadığım yerlere geliyorduk. “Mühür nedir?” bu sefer o anlamamış gibiydi. “Sen tam olarak nerede yaşıyorsun?” “ilk önce benim sorularım.” Sanırım benimle zıtlaşmak istemiyordu. Kurda dönüşseydi karşısında ne kadar direnebilirdim bilmiyorum ama bana karşı gelmiyor dediğimi yapıyordu. Sanırım gerçekten ruhu bana bağlıydı. “Mühür kurt adamların ruh eşleriyle arasında olan bağdır. Onlar dünyaya gelmeden önce ruhlar aleminde birbirini görür ve sever. Yer yüzünde de birbirini ararlar. Bulduklarında birbirlerini tamamlar, birbirlerine eş olurlar.” Güldüm. Anlamsızca baktı. “kusura bakma ama ben ruhumun kimseyi sevebileceğini düşünmüyorum.” Gülerek söylemiştim. “belki de ruhunun sevdiği tek kişi ben olurum o zaman. Belki de seven sadece benim ruhumdur ve yanımda duruşundan bile güç alırım. Bilemezsin çünkü mühür sadece kurtları bağlar.” Cevap vermedim. Mantıklı konuşması sinir bozucuydu. “Ve sonraki sorun, senden istediğim şey beni sevmen, beni kabul etmen ama ikisi de olmaz dersen benimle burada kalman. En azından denemen.” Benden belki de ömrüm boyunca yapmadığım bir şey istiyordu. Ama benimde ihtiyacım olan şeyler vardı. “bana Wirana hakkında bilgi vereceksin. Burada hayatta kalmayı öğreteceksin. Büyüyü ve onun zayıflıkları göstereceksin. Ve bir gün gitmek istersem beni burada tutmayacaksın. Eğer senin hoşuna gitmeyen bir şey yaptıysam beni kimsenin önünde aşağılamayacaksın. Başkalarının yanında her hareketin senin için doğru olmak zorunda. Yalnız kaldığımızda istediğini söyle. Karşılığında ona göre veririm.” Arkamı dönüp uyandığım odaya geri dönmek istedim ama o konuşmaya devam etti. “üstünü klan bilgemiz İlbilge değiştirdi ve saçlarını o açtı.”
|
0% |