@singularity
|
Medya: Dengiz
5. Bölüm : Özlem Soğuk artık bedenime değil ruhuma işliyordu. Hissizlik tüm her şeyi benden götürüyordu. Öğrendiğim yeni şeyler ruhumu daraltıyordu. Ve ben yine bir kararın ortasındayım. Yine ölüm ve yaşam arasında seçim yapacak olan kişi bendim. Dengiz’le olan bağı bir şekilde koparmalıydım. Başka yolu yoktu. Ben daha fazla bu şekilde idare edemezdim. Aytek’ten sonra ölümü öyle çok arzular olmuştum ki fırsatım varken bunu kaçırmayacaktım. Dengiz’i buna mecbur edemezdim. Belki başka biriyle mühürlenirdi. Ya da mühür sadece tek bir kişi için geçerliydi. Bilmiyordum kahretsin bu diyara dair hiçbir şey bilmiyordum. Zamanım varken Tayeçe’ye daha fazla şey sormam gerekiyordu. Irkları ve bağları sormam gerekiyordu. Bu diyarda kendi kuralları işlemem için önce onun kurallarını öğrenmeliydim. Hırs gözümü öyle boyamıştı ki bildiklerimi de göremez olmuştum. Hala Dengiz’in evinin önünde verandaya oturmuş bekliyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama kimse yanıma gelmemişti. İnsanlar beni gördüğü anda bir süre inceliyor sonra önünü dönüp gidiyordu. Başlarda oturmaktan sıkılsam da sonra ilgimi çeken bir şey oldu. Kar yağmaya başladı. Sınırsız Topraklarda hiçbir zaman boş vakte sahip olmazdınız. Hayat şartları fazla zorluydu. Parana bile güvenemezdin. Yakınların bugün var yarın yoktu. Kış zalimdi orada. Soğuktan donarak ölenler vardı. Burada öyle değildi. Kar yağdığı için üzülen hiç çocuk görmemiştim. Aksine hepsi sevinçliydi. Aytek ve benim için kar her zaman bir lanetti. Onun buradaki güzelliği görmesini çok isterdim Kar taneleri yer yüzüne usul usul düşerken etraf daha güzeldi. Güven veriyordu. Sınırsız Topraklarda birine kar yağışı beni güvenli hissettirdi dersem götüyle gülerdi. Eski anılara acı bir tebessüm sundum. Gözlerimi göğe diktim. Düşen her bir taneyi aklıma kazımak istiyordum. Her birini ruhuma işliyordum. Şu anda Dengiz gelse bile eve girmeyecekmiş gibi hissediyordum. Tabi her şey gibi buda kısa sürdü. Feris yanıma kendini bıraktı. Sadece yalnızlık istemek suç muydu? “Anlatmak ister misin?” dedi. Suçlayıcı değildi. Üzgün gibiydi. Anlayamadım. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. “Neyi?” dedim. Gerçekten anlamamıştım. Ona neyi anlatacaktım ki? “Ne yaşadığını. Günana’nın karşısına dikildiğinde bende oradaydım.” Neden bahsettiğini anladığında gülmeden edemedim. “anlatılacak bir şey yok.” Dedim gülmemi sakinleştirmeye çalışırken. “anlatılacak bir şey yoksa seni böyle delirten ne? 60 yıl bana kısa geliyor. Seni o kadar yaşamak istemeyecek hale getiren ne?” bu soru üzgünlükten değil meraktandı. “Çünkü yapabileceğim her şeyi yapmış olacağım. Tüm amaçlarımı başarmış ve tüm görevlerimi yerine getirmiş olacağım. Hayattan istediğim başka bir şey yok. Bu yüzden daha fazla bu hayata katlanmamın manası da yok.” İçimden geçenleri üstü kapalı anlatmıştım. Ama yine de anlayamazdı. “Peki ya yaptıklarının, amaçlarının ve görevlerini yerine getirmenin mükâfatını görmek istemiyor musun? Bana bunun için verilecek bir mükâfat yoktu. Bunlar çocukça umutlardı. Cevap vermedim. “Peki ya Dengiz? Onu da ölüme mi sürükleyeceksin?” “istemiyorum. Kimseyi yanımda götürmek istemiyorum. Ama yapacağım şeyden hiçbir güç beni vazgeçiremez. Arkadaşınızı tutun çünkü önüme çıkarsa en çok benim canımın acıyacağını da bilsem yolumdan dönmem.” “Dengiz’i sevmeyi denemeyecek misin? Ona bir şans vermeyecek misin?” ve konu Dengiz’e geldiği anlardan itibaren gerçek yüzü açığa çıkmıştı. Endişelendiği kişi ben değildim. Benim için endişelenmesi imkansızdı. Dengiz’i benden kurtarmaya çalışıyordu. “Ben birini sevebilir miyim bilmiyorum.” Kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım. “Ruhumu hissetmiyorum.” Ve yanımdan kalkıp gitti. Kar yağmaya devam etti. Herkes bir süre bana baktı ve yoluna döndü. Kimse ne yaptığımı merak etmedi. Kimse gerçekten nasılsın diye sormadı. Dengiz o gece eve gelmedi. O gece hiç uyumadım. Ben herkese yalan söyledim. Ve hepimiz vicdan denen o onurlu alçağın esiri olduk. Bir sonraki gece, güneş doğmadığı için bir gün iki gece yaşıyorduk, kurt adamlar yavaş yavaş uyanmaya başladığında bende etrafta dolanmaya başladım. Bir sürü ev vardı. Her biri farklı aileye aitti. Her birinin farklı hikayesi vardı. Sonra çarşı tarafına geçtim. Herkes dükkânını yeni açmışa benziyordu. Kimse benimle konuşmadı. Sanırım burada kimse benimle iletişim kurmayacaktı. Bana göre hava hoştu. Çarşı olarak ayırdıkları sokaktan çıktım. Hastane olduğunu düşündüğüm yapının gerçekten hastane olup olmadığına baktım. Sonra oradan ayrıldım. Gezmeye devam ettim. Yapı olarak evlerden büyük ve hastaneden küçük bir binayı fark ettim. Ne olduğuna bakmak istedim. Çünkü gördüğüm bir şey varsa buradakiler tek tip evlerde yaşıyordu. Bahçesinin de Kındurga’daki en geniş bahçe olduğunu gördüm. Saat henüz çok erkendi. Bu yüzden bomboştu. Burada hiç yazılı bir şey görmemiştim. Bu yüzden bir şeyleri okuyup okuyamadığımı bilmiyordum ama insanlarla konuşabiliyordum. Bunu Tayeçe’yle karşılaşmadan sonra ormanda dolanırken fark etmiştim. Olaylar hızlı geliştiği için bunun üstünde pek düşünmesem de böyleydi. Bu binanın önünde ne olduğuna dair hiçbir şey yazmıyordu. Merakımı sonra dindirecektim anlaşılan. Geri dönüp gitmeye hazırlanırken arkamdan bir kadının sesini duydum. Burada Dengiz’in beni bizzat tanıştırdığı kişiler haricinde benimle konuşan ilk kişiydi. “Orası kışla.” Kaşlarımı çatarak ona döndüm. “ne olduğunu merak eder gibi bakıyordu bende söyledim. Kışla işte. Askeri işler görülür. Ailesi olmayan askerler kalır, talim yapılır falan filan.” “kışlanın ne olduğunu biliyorum.” Bu sefer o kaşlarını çatarak bana baktı. Benimle aynı dilden konuşuyordu. Bu “e o zaman?” demekti. “Benimle konuşmaya şaşırdım.” “Niye, seninle konuşanı ısırıyor musun?” “Isırmak benim tercihim değil. Ama evet onlar ısırıyormuşum gibi davranıyor.” “yani seninle konuşanlar için farklı tercihlerin var? Ve gerçekten tüm bu sürü umurunda mı?” “ilk sorunun cevabı evet, ikinci sorunun cevabı hayır.” Güldü ve bana elini uzattı. “ ben Alkım.” “Aykatun. Prensip meselesi kimseyle el sıkışmam.” “Niye annen yabancılarla el sıkışma an gerektiğini mi söyledi?” Ben de güldüm. “Prensiplerimi ben belirlerim.” Dedim. Keyfim yerindeydi. “senin adına sevindim öyleyse.” Gözleri üstümde gezindi. Gözleriyle kılıcını işaret edip “kullanmayı biliyorsan bir talim yapalım mı?” diye sordu. Bu kızı gerçekten sevmiştim. Elimle önden buyur işareti yaptım ve onun ardından kışlaya girdim. Sade dekore edilmişti. Askeri faaliyetler için elverişliydi. İçeride çok dolanmadan bahçeye çıktık. O çıkmadan önce kendine bir kılıç almıştı. Bu sırada onu inceledim. Benimle aynı tarzda giyinmişti aşağı yukarı. Ve tam bir esmer güzeliydi. Simsiyah saçları vardı ve esmer teni. Gözlerimde neredeyse siyahtı. Meşalelerin gözüne vurduğu o kısa anlarda kahve olduğunu anlıyordunuz. Bahçede çok fazla kişi yoktu. Önce ortalarda bir alan seçtik kendimize. Sonra talimi başlatmak için ikimizin de birbirimize bakması yeterdi. Kılıçlar çekildi. Birbirimizin etrafında dönmeye başladık. O anda dünyadaki diğer her şeyden koptum. Karşımdaki kişinin kim olduğu önemli değildi. Etrafımda ne olduğunda önemli değildi. Hedef ve ben vardık. İlk hamleyi kesinlikle yapmazdım. Karşındakinin dövüş stratejisini çözmek için tercih etmiyordum. Alkım kılıcını kaldırdı ve kolay karşılayabilecek bir hamle yaptı. Zekiceydi. Onun stratejisini görmeme izin vermiyor yine de ilk hamleyi yapıyordu. Bende kolay saldırıya ezbere bir cevap verdim. Ondan sonraki hamlesi ise şaşırtıcıydı. Beni gafil avlamış ve kılıcının kabzasını karnıma geçirmişti. Birkaç adım gerilerken inlemeden edemedim. Bu sırada vakit kaybetmeden üstüme yürüyordu. Çabuk toparladım kendimi. Yıllar boyunca bunun için çalışmıştım. Darbelere göğüs gerip devam edebilmek için. Acımı zaferini aldıktan sonra çekebilirdim. Kılıcını kaldırıp beni yere serecek bir darbede bulunacaktı ama kendi kılıcımla karşılık vardım. Onun kılıcını aşağı doğru itebildiğim kadar ittikten sonra çenesine sert bir tekme attım ve geri çekildim. Oda benim gibi geriledi ve biraz yana savruldu. İkimizde tekrar birbirimizin etrafında dönmeye başladık. Bu sefer ilk hamleyi ben yaptım. Bu kılıcımı sol tarafına getirecek şekilde hızlı bir hamle yaptım. Bu hamlemden eğilerek kurtuldu. Kılıcını bacaklarımı hedef alacak şekilde savurdu. Geriye doğru bir takla atarak kurtuldum. İkimizde doğrulup büyük bir hızla kılıçlarımızı çarpıştırdık. İkimizin de asıl hamlesi bu değildi. Ve aynı anda harekete geçtik. O diğer koluyla gözüme sağlam bir yumruk atarken ben dirseğimi yüzüne geçirmiştim. İkimizde sarsıldık ama benim hamlam henüz bitmediği için kendimi bırakmadım. Tek elimin üstünde yere çöktüm ve bacaklarıma ona bir çelme taktım vücudumu döndürüp ona baktım ve hızlıca üstüne geldim. O sırt üstü yere düşmüştü. Üstüne geldiğim anda boynuma gelen hançerle gülümsedim. Bu iş baya eğlenceli olacağa benziyordu. Yazardan Umutlar, yaşamaya dair yoğun bir istek uyandırırdı. Sonuçlar ise ölmeyi arzulatırdı. 30 yıldır bu hayattaydı Dengiz. Çok şey umut etmişti. Çok şey görmüş ve yaşamıştı. Küçüklüğünden beri çok yollardan geçmişti. Ve büyümüştü. Büyümek bir şeylerden kolay kurtulabilmek değildi. Tecrübe sahibi olmak ne yapacağını bilememeyi engellemiyordu. Ve Dengiz hiç bu kadar ne yapacağını bilememezlik yaşamamıştı. Onu korumak istiyordu. Ona kimse zarar veremesin istiyordu. Saçından düşecek tek bir tel için bile dünyayı yakardı Dengiz. Ama o kendi kendine zarar veriyordu. Onu kurtarmak için zarar vereceği kişi yine O olurdu. Dengiz bununla başa çıkarmıyordu. Aykatun’a büyük bir bağlılık hissediyordu. Bu bağlılığın yanında ne kendi canı kalırdı ne Kındurga ne de Wirana. Hiçbiri umrunda değildi. Öl dese ölecekmiş gibi hissediyordu. Mühür ömrü boyunca beklediği yegane şeydi. Ve böyle umut etmemişti. Şimdi bunun için hayal kırıklığı yaşamayacak olsa da bir dişi kurt çıkacaktı ansızın karşınsa. Kendisi ne kadar bağlıysa ona, o da o kadar bağlı olacaktı ona. Birlikte uzun ömürleri olacaktı. Belki de çocukları olurdu. Dengiz mutlu olcağını düşünüyordu. Mührün ona ayrı bir sınav olacağını bilemezdi. O anki hislerle birlikte Kanber’i yanına alarak klandan ayrıldı. Önü ormandı. Öfkeyi boşaltması gerekiyordu. Kurt formuna döndü. Şimdi yine Aykatun’un rüyalarda gördüğü ve etkisinden çıkamadığı o kurttu. Bembeyaz kürkü koca gövdesini sarmıştı. Asaleti ve otoritesi muhteşemdi. O şimdi yeni büyüleyiciydi. Kanber’de onun ardından dönüştü. Bozkurdu en az Alfası kadar gösterişli ve vicdansızdı. Onun gözlerinde insanlığını kaybeden ve acı çeken bir ruh vardı. Dengiz ormanda hızla koşmaya başladı. Kanber hemen ardındaydı. Nereye gidecek ve ne yapacak bilmiyordu. Sadece koşuyordu işte. Yolun sonu yoktu. O gece ne kadar koştu bilmiyordu. Klanın yakınlarına geldiğinde bir yerde durdu. Kadim dostu Kanber, onu gece boyu yalnız bırakmamıştı. “Çok yoruldum.” “Eh, saatlerdir koşuyorsun.” “bundan bahsetmediğimi biliyorsun.” “Yorulacaksın, Dengiz. O kadar yorulacaksın ki.” Keskin gözleriyle dönüp Dengiz’e baktı, Kanber. “Onun ve senin ölmesi bir nevi kurtuluş gelecek.” “Bunu istemiyorum.” “kimse istemez.” “Ama zorunda kalır.” Diye tamamladı Dengiz Kanber’in cümlesini. “Seni en son ağaç yumruklarken gördüğüm de babamızı yenememiştin Abiciğim! “ Dengiz kardeşini fark ettiğinde arkasına döndü. Onu ne kadar çok özlediğini düşündü. Aykatun’un ona ölmeyi arzuladığını söylediği şu zamanda kardeşini görmek çok iyi gelmişti. “Ben gidiyorum birazda sen uğraş.” Diyerek ortadan kaybolan Kanber’i umursamadı. “Hoş geldin küçük kardeş.” Morali hala bozuk olsa da yüzü gülmüştü “Uzun zaman oldu.” Diye düşündü Vargın. Abisinin irileşen cüssesini babasına benzeterek bir saniyeliğine geçmişe gitti. Kendine geldiğin de abisinin gözlerinden geçen özlemi görebiliyordu. Başta sarılmayı düşünse de vazgeçti. “Mühürlenmişsin.” “evet onu buldum.” Dedi Dengiz. Bir süre kardeşine baktı. İçinden ona doğru adım atmak gelsede yapmadı. Tam olarak ne zaman bu hale geldiklerini bilmiyordu ama küçükken oldukları gibi değillerdi. Yine de şakalaşmaya devam etti. “Sen sap sap dolaş anca. Ben eşimi buldum.” Vargının bozulmuş suratı Dengiz’in gülümseyen yüzünü düşürdü. Uzun zamandır eşini bekliyordu. Abisi bile bulmuşken o hâlâ varlığından artık şüphe ettiği eşini özlüyor ve bunun yasını tutuyordu. Gözlerinden geçen hayal kırıklığı yerini durgunluğa bıraktı. Dengiz şakasının sonunu düşündüğü gibi olmadığını fark ettiğin de artık çok geçti. Kardeşinin deşilen yarasını bir de o deşti. Ve bundan büyük bir pişmanlık duydu. Vargın’ın yaşadıklarından bir haber olan Dengiz moralini nasıl yükselteceğini bilemeyerek ona yaklaştı ve omzuna hafifçe dokunup sıktı. “Ben... Onu hâlâ bulamadım.” Diye fısıldadı Vargın. Dengiz ile karşı karşıya geldiklerinde birbirlerine olan benzerlikleri içten içe sevindirdi. Abi-kardeş birbirlerinin kopyalarıydı. Dengiz kardeşini kolunun altına aldı. Aşağı yukarı ikisi de aynı boydalardı. Aralarında ne olursa olsun en zor zamanlarda en büyük destekçi birbirleri olurdu. “Merak etme o kadar da mükemmel bir şey değilmiş.” Vargın böyle bir şeyi beklemiyordu. Abisi 30 yıl boyunca mührünü beklemişti ve bunun mükemmel olmadığını mı söylüyordu? “O bir kurt değil. Klanın dışına bunu duyurmadık ama yakında herkes öğrenir. O Wirana’dan da değil. Ve bana ölmek istediğini hatta bunun nasıl olacağını planladığını söyledi.” Dengiz onunla ölmeye hazırdı ama onun hayatı arzulamamasını kaldıramıyordu. “Ve sen de bu konu da kararlısın öyle mi?” Diye şaşkınlığını gizleyemedi Vargın. Duydukları her zamanki hikayeyi aşıyordu. Bir kurt olmaması kurt klanları için bir sorunken Wirana’dan olmaması daha kötüydü. Bu düşman çekmekten başka bir şey yapmıyor, belayı üzerlerine çekiyordu. Dengiz büyük bir kararlılıkla başını salladı. Verdiği kararın sonuna kadar ardındaydı. Vargın’nın ise buna saygı duymaktan başka şansı yoktu. Çünkü biliyordu ki söz konusu mühürlüsüyse her şeyi yapardı. “Onu kendine bağlamalısın, feromon yay ve onu bağla. Mühür zaten birbirinize çekim duymanızı sağlayacaktır. Ona bir hayat vaat et. “Onun nasıl biri olduğunu bilmiyorsun. Bazen hepimizi doğrayacak sanıyorum” kendi kendine güldü Dengiz. Bunun ihtimali vardı. “Her yerden bir silah çıkarıyor. Onu ilk gördüğümde Glaisting doğruyordu.” Feromon yaymanın nasıl etki bırakacağını bilmiyordu. Denemekten biraz çekinse de Aykatun ona başka şans bırakmayacaktı. “Buraya kendi isteğiyle gelmiş. Manyak kadın güneşin asla doğmadığı bir diyara kendi isteğiyle gelmiş.” Vargın abisinin içine düştüğü duruma artık şaşıramıyordu. Manyak bir yengesi vardı. “Sanırım hayatını çoktan gözden çıkardı. Buraya her ne için geldiyse bunu gerçekleştirdikten sonra ona yaklaşmam gerektiğini düşünüyorum.” İki kardeş klana doğru yürümeye başlamıştı. Vargın uzun zaman sonra abisinin yanında olmaktan memnun olsa da arada çok şey vardı. Nasıl bu duruma geldiklerini düşündüğünde zihninde oluşan boşluk ona yardım etmiyordu. Beraber büyüyebilmeyi çok isterdi ama bazen hayat ters giderdi. Dengiz’in kısacık bir an olsa bile yengesinden bahsederken gözlerinden geçen parlamayı görmüştü. Ne olursa olsun o mühürlüsünü bulmuştu ve bundan memnundu. Sonunda ölüm olsa bile. Dengiz’in evine girmeden önce selam veren, kendisine hayranlıkla bakan bakışlara aldırış etmedi ve mütevazi bir şekilde baş selamı vererek içeri girdiler. Abisinin babasından kalan evine gözü gibi baktığını görmek içinde bir şeylerin erimesine neden oldu. Burada geçen anıları hâlâ hatırlıyordu. “Her şey olduğu gibi değiştirmemişsin hiçbirini.” Sesini düz çıkarmaya çalışsa da bu çok hoşuna gitmişti. Dengiz kardeşine cevap vermedi zira Aykatun burada değildi. Onu İlbilge’nin evinde bırakıp gitmişti ama Günana ve Feris’in onu eve getirmesi gerekiyordu. Neredeydi bu kız? Kendini dışarı attı ve dışarıya göz gezdirdi. Vargın ne olduğunu anlamamıştı. Abisi neden böylesine telaşlıydı ki? Dengiz eve en yakın olan hastane çevresine baktı. Yoktu. Sonra İlbilge’nin evine baktı. Varlığını hissetmiyordu. O sırada gözüne Kındurga Kışlası takıldı. Vargın halka bir şey çaktırmadan her şey normalmiş gibi abisini takip ediyordu. Bir yandan da ne olduğunu deli gibi merak ediyordu. Kışlaya girdiklerinde gün ortasına göre etraf fazla sessizdi. İlerlediler. Yatakhaneler üst katta olduğu için orayı es geçtiler. Yemekhanede boştu. Bahçeye çıktıklarında onları büyük bir kalabalık karşıladı. Kalabalığı geçebilecek gibi değillerdi. Üst kattan terasa çıktılar. Gördükleriyle gözleri kocaman açıldı. Kurt dünyasının en güçlü dişilerinden biri olan Alkım ve Kındurga Klanının dişi lideri görüp görebilecekleri en iyi idmanı yapıyordu. “Sanırım ordu komutanlığını ona vermek onu buraya bağlamak için iyi bir sebep olur ne dersin?” Vargın’nın önerisini dikkate alamadan büyük bir hayranlıkla izleyen Dengiz daha önce böyle hissetmediğini fark etmişti. Mührü tam karşısında idmandaydı ve o bu muhteşem ana şeref olabilmişti. Vargın bir abisine bir Aykatun’a bakarken düşündüğü tek şey bu iki yaratığın birbirlerine ait olduğuydu. “O” Dedi kararlılıkla “Tıpkı senin gibi.” Dengiz’in yüzünden canlı bir gülümseme oluştu ve vargın bu gülüşü aklının bir köşesine kazıdı. Belki... Belki bir gün o da tıpkı bu şekilde mühürlüsüne gülebilirdi. Tıpkı abisinin gözünü kırpmadan dediği gibi ölüme gidebilirdi. Ve ölüm bile o varken daha güzel olabilirdi. “Birbiriniz için yaratılmışsınız.” Diye ekledi ellerini ceplerine koyarken. Aykatun’a döndü bakışları. Refleksleri, atakları ve sivri zekasıyla resmen bir bombaydı. Eğer kurt olsaydı var olduğu potansiyelini de aşar durdurulamaz olurdu. Vargın’ın ve diğerlerinin bilmediği bir diğer şey ise Aykatun’nun zaten durdurulamaz oluşuydu. Zamana ters olan bu kız bir canavardı ve Wirana bu canavara yuva olacaktı. Alkım henüz kurt özelliklerini bilmeyen kız için hiçbirini kullanmamış bunun adil bir dövüş olmasını sağlamıştı. Sonunda tüm silahlarını düşürüp kaybedince yeni bir dost kazandığını biliyordu. Aykatun kışladan içeri girdiğinde onu Dengiz karşılamıştı. Yanında ona benzeyen bir adam vardı. “Bu benim kardeşim Vargın.” Aykatun bir baş selamı verdi. Mührü koparmanın bir yolunu aradığı için Dengiz’in ailesiyle de pek ilgilenmiyordu. “Memnun oldum Luna.” Diye bir baş selamı verdi Vargın. Karşısında ki kızın hırçın ama ilgili bakışlarına maruz kalırken. Aykatun pek cevap vermemişti ama Vargından aldığı enerji çok tanıdıktı. Büyünün ne olduğuna yabancı olsa da enerjiyi biliyordu. Ağır varlığını saklamak için kullanıyordu. Ve bu adam buram buram bağ enerjisi veriyordu. Tayeçe kendisine eğil derken ağa takılmıştı. Bunu da pek umursamadı. Tayeçe onun tüm planlarının önüne vicdan yükü bırakmıştı. Mühürle o uğraşsındı. “Dün üzerinde konuşmak istemiyorum beni uğraştırma.” Dedi Dengize ithafen ve iki kardeşin arasından yürüyüp gitti. Vargın dudaklarını büküp abisine bir bakış attı. Dengiz’in sinirden kızaran yüzü eğlenmesine neden oluyordu. “Bu yerden tanıdıktı.” Diye Dengiz’e laf attı. Ancak abisi onunla uğraşamayacak kadar sinirli ve meşguldü. Derin derin nefes alışlarını duyuyor ve bunun iyi bir yere gitmeyeceğini biliyordu. Abisini karşısına alıp iki omuzunu tuttu. “Beni merak etme bir gece kalır yarın sabah sürüme dönerim. Luna ile konuşman gerekenleri konuş, feramonlarını da yaymayı unutma. Onunla bağ kur, yardıma ihtiyacın olursa burada olduğumu da bil.” “kaldığın misafir odasında o kalıyor.” Dengiz kardeşinin yüzüne baktı. Bunu birazda bilerek yapıyordu. Bir abi olarak arayı düzeltmek için çabalıyordu. “Benim odamda kal sana yer yatağı yapacağım.” İkisi de Aykatun’un ardından eve gitti. Dengiz kapıyı açtığında her biri ayrı köşeye dağıldı. Vargın bu evi özlemişti. Aykatun buraya geldiğinden beri biraz hamlamıştı. Bu idman ona çok iyi gelmişti. Alkım ona Kanber’le benzer enerji veriyordu. Burada sevdiği iki kişiden biriydi. Günün geri kalanı boyunca odasından çıkmak gibi bir düşüncesi yoktu zira bir gece boyunca dışarıda kalmıştı. Akşama doğru acıktığı için mutfağa gitmiş ve kilerde bulduklarıyla bir sandviç yapmıştı. Bir şeyler bulmak zordu. Her şey etti ve o pişirmekle uğraşmak istemiyordu. Sandviçini yedikten sonra odasına geri döndü. Buraya ilk geldiğinde üstünde olan geceliği giydi. Gerçekten kendisine kıyafet diktirmesi gerekiyordu. Yatağa uzandığında uyku bedenini ele geçirdi. Huzursuz bir uyku onu bekliyordu. Ne kabus gördü ne de dinlenebildi. Dengiz garip bir insandı. Büyümek zorunda kalmış hayatı boyunca hep ciddi olmuştu. Bir zamanlar Vargın’ın yanında böyle değildi. Ama rüzgarlar esmiş zaman geçmiş ve kader onu Vargın’dan da uzaklaştırmıştı. Dengiz çocuksu bir hevesle eskiye dönmek istiyordu. Aykatun’la mutlu olmak Vargın’la kardeş olmak istiyordu. Yapacağı hamleden biraz korksa da o büyük olandı. Abiydi bir kere. Vargın odaya girdi ve yer yatağını göremedi. “Yatak nerede?” Diye sordu. Dengiz sırıtmamak için kendini zor tutuyordu. “Yorgan ve yastık kötü durumdaydı. Yatılamayacak kadar. Yani tek bir yatak var.” Vargın imkânsızmışçasına abisine baktığında karşılaştığı tek şey Dengiz’in ciddi ve kararlı bakışlarıydı. Üzerinde ki yoğun utanç dalgası terlemesine neden oldu. “Misafirhane de yer vardır. Eşyalarımı sabah kapıya koysunlar. Erkenden çıkmam gerek.” Diye zorla konuştu Vargın. Dengiz’in bir şeyler bulması gerekiyordu. “Öyle yapayım da halkım beni kınasın mı?” Bu aslında gerçek bir bahaneydi. “Sen burada büyüdün kardeşim. Buradakiler benim olduğu kadar senin de halkın. Seni misafirhaneye gönderirsem beni taşlarlar.” Vargın emin olamayarak yatağa odaklandığında aklından bunun ne kadar utanç verici olduğunu geçirdi. 28 yaşında koca adam abisiyle beraber uyumak zorundaydı. Yüzü ekşir gibi oldu ancak abisinin burada olduğunu hatırladığında ciddiyete dönüp yorgunca yatağa ilerledi. Gözlerini kapatıp uykunun derin kollarına kendini bırakmadan önce “Bunu diğerlerine anlatırsan seni öldürürüm.” Dedi Dengiz koca bir kahkaha attı. “Merak etme. Anlatmaya çokta hevesli olduğum bir anı olmayacak. Şimdi ergen gibi davranmayı bırak ve gel.” Vargın yatağa girerken ikisi de birbirine sırtını döndü. Yaşayabilecekleri en trajikomik anlardan biriydi bu. Beş ve yedi yaşındayken normal olan bu durum şimdi çok ironikti. Her ikisi de bu duruma nasıl geldiklerini bilmeseler de eskiyi özlüyorlardı. Önceden yaptıkları tüm saçma şeyleri şimdi yapacak olsalar tuhaf karşılarlardı. Tıpkı şuan yıllar önce uyudukları bu yatakta bugün uyumak zorunda oldukları gibi... Birbirlerini seviyorlardı. Her şeyden önce özlüyorlardı ama her ikisinin de bunu dile getirmeye cesareti yoktu. Bazen susmak zorunda kalınanlar büyük bir yıkımın habercisi olabilirdi. Uyumak üzereydi her ikisi de. Beden kendini kapatsa da gözler son kez sızladı. “Hatırlıyor musun? Hani bir gün babamların konsey toplantısına gizlice gidip tüm planlarını mahvetmiştik. Geleceğe dair atılacak tüm adımların kayıtlarını tekrar tutmak zorunda kalmışlardı.” Dedi Dengiz uyumak üzere olan bir sesle. O gün annelerinden temiz bir sopa yemişlerdi. Hak etmişlerdi de yüzlerde bir gülümseme oldu. Annelerini de özlemişlerdi. Ama yanında olan birini özlemek çok daha zordu. “Senin suçundu.” Diye esnedi Vargın. Aklına o anlar geldiğin de gülümsemeden edemedi. “Ben, sen yalnız kalma diye eşlik ettim.” Temiz bir yalan sallamıştı. En az abisi kadar onunda suçu vardı. O kayıtları yok ederken ki zevki bir daha tadamamıştı. Bir an düşündü her ne yaptıysa hep yanında abisi vardı. Dövülürken, savaşırken... Şimdi ise yılda bir kez anca görüşüyorlardı. Bazen ise anlaşmalar veya yine savaşlar sayesinde. Anne ve babasının ayrılıkları onlardan çok bu büyüyememiş çocukları sarsmıştı. “yalan atma lan.” Dedi Dengiz ağzının içinden. Ne yaptılarsa birlikte yapmışlardı. “Babam çok pis ceza vermişti yalnız.” İkisi de hafifçe güldü. “Baya da eve gelememişti.” Dedi Vargın. İkisi de uykuya dalarken özledim diyememişti. Aslında onları asıl uzaklaştıran da buydu. Ve belki de uzun zaman sonra en huzurlu uykularını uyudular. Aykatun’dan Dengiz beni kardeşiyle tanıştırdığı dan beri bir daha onunla konuşmamıştım. Şimdi ise Kanber kapıyı çalmış ve Dengiz’e konseyden mektup geldiğini söylemiş, mektubu elime tutuşturup gitmişti. Konseyin ne olduğunu bilmiyordum. Dengiz’in üye olduğu bir topluluk olmalıydı. Üstümde buraya ilk geldiğimde olan pijamamla merdivenlerden çıkıp Dengiz’in odasına ilerledim. Mektubu verip gideceğim için kapıyı çalmaya ihtiyaç duymadım. Kapı kulpunu çevirip içeri girdiğimde ayaklanan iki adamla birlikte kaşlarım usulca havalandı. “Valla göründüğü gibi değil.” Dengiz bir anda çocuk gibi çıkardığı sesiyle açıklama yaptığında bir anda gelen kahkahayı bastıramadım. Anıra anıra gülüyordum. “Edep denen bir şey var bilmem biliyor musunuz?” Vargın denen adam sinirle konuşuyordu. Gülmekten o kadar uzaktım ki ona cevap vermedim. “Kendine gel lan! Karın burada.” Dengiz’ e döndü bu sefer öfkeli sesi. Birden gülmeyi kesitim. “Ben onun karısı değilim. Sen aynı şeyi söyleyebilir misin, sanmam.” O kadar komikti ki. “Ayrıca edep ne yeniyor mu?” Bir anda tekrar gülmeye başladım. “Sana aşığım diye bağrınıp asıl sevgilini kardeşim diye tanıtmak ayrı bir seviye bu arada.” “Bak o benim gerçekten kardeşim. Sadece misafir odasını senin odan yaptık.” Gerçekten açıklıyor oluşuna tekrar güldüm. Mektubu komodinin üstüne bıraktım. “Bu sana gelmiş.”kapıyı kapattıktan sonra seslendim. “Duş almayı unutmayın.” Sesleri kulağıma geliyordu. Bir yandan beni güldürürken bir yandan da üzüyordu. Abimi ve Aytek’i özlemiştim. “İyi ki kimseye söyleme dedim.” “Sen manyak mısın oğlum? Eşimin yanında vurmak ne!” dediğini duydum Dengiz’in. Göz devirmeden edemedim. “Köpek gibi bakmasaydın sende!” Başımı iki yana salladım ve kahvaltı etmek için mutfağa gittim. Yine kilerde uzun uğraşlar sonucu bir şeyler buldum ve mutfaktaki masaya oturdum. Mutfakta kendi kendime bir şeyler kemirirken Vargın ve Dengiz’in merdivenlerden indiğini duydum. Onlarla daha fazla dalga geçmeyecektim zira sömürülmüş hayat enerjim en fazla bu kadarını kaldırıyordu. Oturduğum yerden elimdeki ekmeği tırtıklamaya devam ettim. Bu sırada Dengiz kapıda belirdi. “Vargın gidiyor.” “Nereye?” “Kendi klanına, yolcu etmemiz gerekiyor.” Oflayarak yerimden kalktım ve Dengiz’le birlikte salona gittik. Vargın hazır bir şekilde bekliyordu. “Bir daha ne zaman gelirim bilmiyorum. Bunu gelirken hediye olarak getirmiştim. Daha önce vermem gerekiyordu ama şimdiye nasipmiş.” Diyerek elindeki kolyeyi Dengiz’e verdi. Dengiz arkama geçip kolyeyi boynuma takarken fısıldadı. “istemiyorsan sonra çıkarırsın ama şimdi lütfen sakince dur.” Yola geliyordu. Hafifçe gülümseme cevap vermedim. İçini rahatlatmayacaktım. Dengiz kolyeyi boynuma taktıktan sonra kardeşine döndü. “Bu güzel hediyen için teşekkür ederiz.” Göz devirdim. Gereksiz resmiyetti. “Vakit geldi. Size mutluluklar dilerim.” Bunun üstüne Dengiz gülümseyerek bana baktı. Evden çıkıp klanın dışına doğru ilerledik. En sonunda “Her şey gönlünüzce olsun.” Dedi. Gönlüm ne istiyordu? Vargın güzel bir dilekte bulunmuştu. Ama ben ne istiyordum? Bir amacım vardı. Peki ya sonra? Gerçekten ölmeye hazır mıydım? Dengiz’de benim gibi duraksadı sonra kendine geldi. “Senin de kardeşim. Bir an önce mührünü bulman dileğiyle.” Vargın bir anda kurt formuna geçti ve hızla ilerlemeye başladı. Bilsem de ilk defa görüyordum ve büyü hem muhteşem hem de korkutucuydu. İtiraf ediyorum kurda dönüşme olayı çok güzeldi. Aklıma Dengiz’in beyaz kurdu düştüğünde Aytek’i düşünmeye başladım. Beni istemediğim şeylerden düşüncesi bile kurtarırdı. Instagram: Singularity_mybook
|
0% |