8. Bölüm
Esma Gül Çağırgan / Son Düşüş / 6. Bölüm : Günçe Han

6. Bölüm : Günçe Han

Esma Gül Çağırgan
singularity

6. Bölüm : Günçe Han.

Vargın gittikten sonra ise o günü boş geçirmiştim. Kendimi odama kapatmış ve tüm bildiklerimi aklımdan geçirmiştim. Dengiz’in bahsettiği ırklar hakkında bir fikrim yoktu. Daha bir çok şeyi de bilmiyordum. Kafamdan öğrenmem gerekenleri yerleştirmeye çalıştım. Ve buranın haber kaynağını da bulmam gerekiyordu.

Onun nerede olduğunu bulmam gerekiyordu. Hangi ırkın nasıl bir büyüye sahip olduğunu bilmem gerekiyordu. Ve onun yanında hangi ırkların olduğunu. Kındurga’da yer edinmek zorundaydım. Kındurga halkına dişi lider denen saçmalığın ben olduğumu kabullendirmem gerekiyordu.

Her zaman yaptığımı yapacaktım. Düzenin bir parçası olacak, ona uyum sağlayacak ve seviyeleri atlayacaktım. Bir şeyleri değiştirebileceğini inanmak çocuk hayaliydi. Bir şeyler değişmezdi. Uyum sağlayanlar, çabalayıp olmayacağını görenler ve boyun eğenler diye üçe ayrılırdı. Bunun hiçbir sistemde değişeceğini sanmıyordum çünkü en tepe her zaman aynıydı. Çıkarlar ve kazançlar.

Kendileri ne kadar iyi durumdaysa gerisi önemli değildi. Onlara yakın olanlar iyi durumdaysa önemli değildi. Kendileriyle uzlaşamayanların ne kadar zor durumda olduğu önemli değildi. Düşmanın başına gelenler bin misli artmalıydı. Ve hiçbir şeyden haberi olmayan masumların önemi yoktu.

Savaş denen gerçek her yerde vardı. Bazen daha sık bazen daha seyrek. Ama vardı. Savaşların kazananı kaybedeni ve kırılanları olurdu. Kırılanlar her yerdeydi. Kaybedenlerin akıbeti karanlıktı. Kimse kimseye acımıyordu. Kazananlar ise sadece şimdilik kazanıyordu.

Nefret etmek, kaçmak, haykırmak, karşı çıkmak, çabalamak ve pes etmek hiçbir işe yaramıyordu. Tüm bunlar bataklıkta çırpınmak gibiydi. Daha fazla batırıyordu.

Bugün erken saatlerde Kanber, Feris ve Günana kapıyı çalmıştı. Bedenim henüz bu karanlığa alışamadığı için yataktan kalkmak çok zor gelmişti. Ve bende kalkmamıştın. O günden sonra onlarla tekrar konuşmaya hazır olduğumu sanmıyordum. Araya biraz daha zaman katacak ve hiç olmamış gibi davranacaktım.

Uyandığımda ilk önce banyoda belli işlerimi halletmiştim. Sonra Dengiz’in dün getirdiği deri bir gömlek getirmişti. Gömlek bedenimi tam sarıyordu. Omuzlarından dürseğine kadar uzanan yerde ise neredeyse görünmeyen bir tül vardı. Tülün üstünde ara ara gömleğin kumaşından deri şerit geçiyordu. Sanırım Tülü ayıp olmasın diye koymuşlardı. Umursamadım çünkü hem harika görünüyordu hem de aşırı rahattı.

Altında bolca cebi olan ve ne geniş ne de dar diyebileceğim kalın bir pantolon vardı. Metal bir kemeri belime taktım. Kılıcımı bıçağımı ve bir ara edinmem gereken bir hançeri koymak için harikaydı. Ayrıca çok şıktı. Ağır olsa da pek önemsemiyordum. Dört ayrı balık sırtı ördüğüm örgüleri bitiminden bağladım ve aşağı sarkan kısımlarını açtım. Oraları tek bir örgü haline getirdim. Yani önden bakıldığında dört arkadan salınan kısımlara bakıldığında ise iki örgü görünüyordu. İlk geldiğimde giydiğim botları ayağıma geçirdim ve sessizce evden ayrıldım.

Amaçlarımı öğrendiği anda delirmesinden yola çıkarak Dengiz’e bir not bıraktım. Zira hayatımda yeni bir sorun istemiyordum kimse kimseyi koşulsuz şartsız sevmezdi. Bu yüzden anlattıkları palavra gelmişti ama yüz göz olmak istemiyordum.

Gittiğim yer İlbilge’nin eviydi. Kapıyı çalmaya başladım. Umuyordum ki uyanık ve evdeydi.

Kapıyı açtı. Üstünde kırmızı ve uzun bir elbise vardı. Kare yakaydı. Ve sanırım her gördüğümde şaşırmadan edemeyeceğim kadın gerçekten güzeldi. Kumral saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu. Lacivert gözleri ise elbisenin renginden olsa gerek siyah gibi duruyordu.

“Hoş geldin.”

Sanırım biraz kibar olmayı denemeliydim. Burası benim geldiğim yere göre fazla resmi ve medeniydi. “Hoş buldum.”

İçeri geçtiğimizde daha önce kalabalıktan ya da kafa karışıklığından evin mistik havasını fark etmemiştim. Sade döşenmiş ve sıcaktı. Koltuklar o kadar rahattı ki burada uyuyabilirdim. Ev genel olarak karanlıktı.

“Bir şeyler içer misin?” Diye sordu. Hayır anlamında kafamı salladım. Ama o mutfağa gitti. Salon ve mutfak birleşikti.

“Bence içmelisin. Papatya çayı iyi gelir.” Eğer fikrim önemsizse onu söylemek için ısrar etmezdim. Beş dakika sonra tekrar yanıma geldi.

“Alkım’la yaptığın talim herkesin dilinde.” Dedi. Sıcak çayı avuçlarımın arasına aldım. “Herkesin takdirini kazandın. Ama bu seni lider olarak kabul ettikleri anlamına gelmez.”

Çayından bir yudum alıp ona baktım. “Beni lider olarak kabul etmelerini istiyor musun?” diye sordum.

“bu beni ilgilendirmez.”

Kaşlarımı çatarak ona baktım. O bu klanın bir parçası değil miydi. Ne demek onu ilgilendirmiyordu.

Bana gülümsedi. “Bilgeler bir statü değil, bir ırk. Yani anlayacağın ben bir kurt değilim. Buralı değilim. Burada olduğum ve yardım ettiğim herkes için ödeme alıyorum.”

“Yine de burayı sevmediğini, buraya bağlı olmadığını söyleyemezsin.”

“Doğru. Ama burası da benim yolumun bir parçası. Yazgımızı biz belirliyor olsak da Tanrı bizim ne yapacağımızı bizden önce biliyordur. Bu yüzden daha biz o yollara girmeden yazgımız bellidir. Burayı Şahlandırabilirsin. En güçlü klanlardan biri yapabilirsin, bunu ne kadar görürüm bilmiyorum . Burayı yerle bir edip bir kişinin sağ çıkmamasını bile sağlayabilirsin. Bunu yaparsan zararlı çıkmayacağıma garanti ederim. Bu ihtimal sadece burada geçirdiğim yılların sonunun geldiğini ve yoluma devam etmem gerektiğini gösterir. Ve bende ne kadar sevsem de bağlansam da yoluma devam ederim. Çünkü bilgelik bunu gerektirir.”

“için acımaz mı? Özlemez misin? Bana öfke duymaz mısın?”

“acır, özlerim, öfke duyarım. Ama yaptığın her şey için zaten bedel ödeyeceksin. Bunu benim elimden ya da başka birinden bulman önemli değil. Yolumda sana bedel ödetmek varsa bunu yaparım. Yol akar ve gider. Kimse onu tutamaz. Mesela sen buraya gelirken dur diyen biri oldu mu?”

“Bana dur diyebilecek kimse yoktu.” Belli etmemeye çalışsa da göz devirdiğini gördüm. “Çünkü bana yakın olan herkese bunun bedelini bir şekilde ödettiler. Canıyla malıyla ne bileyim toprakla. Buraya gelirken geride bıraktığım kimse yoktu.”

Bu sefer bana olan bakışı değişmişti. Üzgün çıkmamıştı sesim, öfkeli de değildi. Normal bir gerçekten bahseder gibiydi. Çünkü benim gerçeğim buydu. Benim normalin buydu.

“O zaman burada kendine bir hayat kurmalısın. Yolunun seni buraya neden getirdiğini bulmalısın.”

“Bunu zaman gösterecek.” Çayımı içmeye devam ediyordum. “Ama bundan önce Wirana’da nasıl hayatta kalabileceğini öğrenmek istiyorum. Buranın nasıl bir yer olduğunu bilmek istiyorum.”

“Bunun için bir kaç kitabım var.” Yerinden kalktı ve salondan ayrıldı. O gelene kadar çayımı bitirmiştim. Bana hepsi gerçekten kalın olmak üzere beş tane kitap getirdi.

“Bunlar ihtiyacını karşılar diye düşünüyorum. Eğer başka bir şey merak edersen gelmekten çekinme.”

Ona sence çekinir miyim dercesine bir bakış atıp evden ayrıldım. Dengiz’in evine ilerlemeye başladım. İçeri girdiğimde etraf daha neşeliydi. Kitapları odama bırakıp salona geçtim. Dengiz, Kanber, Feris ve Günana buradaydı.

Hepsi beni görünce gülümsedi. Bende baş selamıyla karşılık verdim.

“Kurt Konseyi mühürlendiğimi öğrenmiş ve beni tebrik ediyor. Yakında seninle tanışmak isteyecekler.”

“Ne kadar yakın?” o zamana kadar bir şeyler yapmam gerekiyordu.

“Bilmiyorum. Ama çok yakın olduğuna eminim.” Öyleyse ön bilgi edinmeliydim.

“konsey hakkında bilgi verir misin?”

Bana gülümsedi. Kimse sorumu beklemiyor olacak hepsi şaşırmıştı. Ama sandıklarının aksine aptal değildim. Katıydım, ulaşılmazdım, ulaşamayacakları bir yerde olmalıydım. Aptallar, ilk ölenler olurdu. Cesaretle aptallık arasındaki ince çizgiyi kaçırırlardı. Bazen geri çekilmekte büyük bir stratejiyi. Ben özelliklede Aytek’in ölümünden sonra çoğu kişinin elde edemeyeceği büyük bir güce sahip olmuştum. Potansiyelinin tamamına ulaşmıştım. Wirana’da beni zorlayan tek şey bilgi eksikliğiydi.

“Tabi ki, sorman yeterli. 4 tane kurt klanı bir araya gelir ve hem Wirana hem de genel olarak kurtların birlikte hareket edeceği şeylerde konuşulur. En güçlü iki klandan biri burası, Kındurga. Diğeri ise Vargın’ın klanı. Çünkü bu iki klan birbirini sürekli destekler.”

Sözü Günana aldı. “ve diğer bir klan Furith klanı. Orayı Aktan yönetiyor. Gerçekten güçlü bir alfa ama tek başına.” Gözlerimi kapattım. Günana tekrar konuşmaya başlayana kadar gözlerim kapalı kaldı, “Yuravlun ise en küçük klandır. Oranın lideri Odhan. Kurt konseyi hu kadar işte.”

“Nasıl davranmam gerekiyor?” bunu kendi istediğim kadar dikkate alacaktım. Kimsenin çıkarları için kendimden ödün veremezdim.

“biliyor musun kendin gibi davranman oldukça iyi olur. Sadece kimseye fiziksel zarar verme yeter. Seni ezmek isteyecekler. Kurt olmadığından vuracaklar. Benide aşağılayacaklar bir kurtla mühürlü olmadığım için. İkimizde dik ve güçlü durursak bir şey yapamazlar. Wirana’dan olmadığını da gizleyemeyiz. Burada insan ırkı yok sende de buradaki ırkların gücü yok, bu yüzden gerçekten güçlü durman gerekiyor.”

Kafamı sallayıp odadan çıkmak için hareketlendi. Tam kapının önündeyken “beni seviyormuş gibi ya da en azından büyük saygı duyuyorum gibi yaparsan çok güzel olur.” Dedi. Otoritesini korumaya çalışıyordu. Anlaşılırdı. Odadan çıkıp odama geçtim.

Kitaplara baktım. Buradaki yazıları çok garip bir şekilde okuyordum. Dilde farklı değildi. Ama yazı farklıydı. Çok gariptir ki bu yazıyı daha önce gördüğümü ama okuyamadığımı biliyordum.

Kitaplardan ilki genel Wirana tarihiydi. Diğeri ırklar hakkında bilgi veriyordu. Bir tanesi sadece kurtlar hakkında bilgi veriyordu. Biri büyü sistemiyle alakalıydı. Ve sonuncusu ise Wirana’da ki tehlikelerle alakalıydı. İlk önce Genel tarihi anlatanı açtım. Yere oturup ilk sayfayı okumaya başladım.

“Wirana başlangıçta Irkların düzensiz yaşadığı dağınık bir diyardı. En başta Irklar kendileri gibi olanlarla birlik oldu. Böylelikle klanlar oluştu. Bu klanlar zaman içerisinde birkaç parçaya ayrıldı ve birçok klan kuruldu.

Diğerlerine göre en güçlü olanlar, Kurtlar, Cadılar, Periler, Elfler ve Sirenlerdi. Cadılar ve Periler birlikte müttefik oluşturarak yüzyıllarca ayakta kaldı. Elfler ve Sirenler diyar düzenine karışmadı. Elfler aydınlık ormanlarda kendi hallerinde yaşarken, Sirenlerse diyarın sonundaki sularda yaşadığı söylenir. Bir siren görmek oldukça zordur.

Diyarda yönetimi sağlayabilecek tek Irk Kurtlardı. Ama diğer ırklar onlardan kendilerini kanıtlamalarını istedi. Wirana’yı yönetmek isteyen kurtlar bunun için çalışmaya başladı. İki yüz yıl sonra başardılar.

Kurtlardan bir Han doğuşundan beri güneş görmeyen Wirana’ya Güneşi getirdi. Bir gün boyunca Gün ışığıyla aydınlanan Wirana halkı kurtları lider olarak kabul etti. Güneşi getiren Günçe Han’dan sonra bir daha asla Güneş doğmadı.

Günçe Han’ın gerçek ismi bilinmemektedir. Bu isim ona kurtlar tarafından verilmiştir. Günçe Han’dan sonra kurtlar 4 ayrı klan olarak dağılmıştır. Günçe Han’ın soyundan gelen kimse yoktur.

Günçe Han’ın Güneşi getirdiği gün yüzyıllardır Wirana’da festival olarak kutlanır.”

İlbilge’nin bahsettiği Günçe Han’ı öğrenmiş oldum. Wirana ondan sonra da güneşi görmüştü. İstemeden de olsa bunu ben yapmıştım. Peki bu nasıl olmuştu? Günçe Han’ın ve benim yaptığım ortak şey neydi? Buraya dair çözmem gereken çok şey vardı.

Instagram Singularity_mybook

9. Bölümden bir edit paylaşacağım bakmak isteyenlere duyurulur.

 

1471 kelime

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 08.12.2024 23:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...