
7. Bölüm : Aşina
Kurt Konseyi, varlığımı biliyordu. Dengiz’in mühürlenme haberi her yere yayılmıştı. Ama kimse kurt olmadığımı bilmiyordu. Konseyden gelen mektubun üzerine bir çok tebrik mektubu daha geldiğini söylemişti Dengiz.
Kındurga halkıyla aram ne düzelmiş ne de daha kötü olmuştu. Ama ordu bölümüyle anlaşıyordum. Alkım burada en çok anlaştığım iki kişiden biriydi. Diğeri ise Kanber’di. Tabi Kanber’i neredeyse görmüyordu. Sürekli Dengiz’le beraberdi.
Dengiz’in yaşaması ya da ölmesi bana bağlı olduğundan beri içimde ağır bir yük vardı. Dengiz, kötü bir lider değildi. Hatta halkı onu çok seviyordu. O kadar ki kurt olmamam halkının gözünde itibarını sarsmamıştı, dışarıya kurt olmadığım yayılmamıştı.
Bu yüzden öylece hedefime odaklanamıyordum. Her şeyi istediğim gibi yapabilirsin. Ne kadar süreceği önemsizdi. Ama her şeyden sonra yaşamak hiç kolay değildi. Bunu kaldırabileceği mi sanmıyordum. Ben hiçbir zaman o kadar güçlü olmamıştım.
Aytek’in öleceğini içten içe hep biliyordum. Peki beni bu kadar delirten neydi? Onun sırları, gücü, başarısı o hayattayken asla bende olmamıştı. O varken herkesin dilden dile anlattığı o efsanevi savaşçı değildim. Beni bu hale getiren tüm gizlerine rağmen bana verdiği koşulsuz sevgiyi. Hayatımda kimseden görmediğim ve göremeyeceğim sevgi.
Hiçbir zaman en iyisi olmam beklenmemişti. Bense kaybettiğim herkesin ardından işime iyice sarılmıştım. Ve işin ucunda en iyisi olmuştum. İstemiyordum. En iyisi olmayı biliyordum ama bunu istemiyordum.
Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmiyordu. Bir urgan boynumuza dolanıyordu. Bir zincir ellerimize dolanıyordu ve üstümüz kan kokuyordu. Kimse gözyaşımıza bakmıyordu ve bir süre sonra alışıyordunuz.
O urganın, zincirin yokluğunu hissediyorsunuz. Kanın kokusunu almıyordunuz. Sonra biraz daha zaman geçiyordu. Ruhunuzdan parçalar koparıyordu. Kimsesizlik boynunuzu bükerken yaprakları dökülmüş bir çiçeğe umut bağlıyordunuz. En sonunda bir başkasının urganı, zinciri oluyordunuz.
Odamda şöminenin başında otururken geri kalan hiçbir şey önemli değildi. Düşüncelerim zihnimi ele geçirmişken başka hiçbir şeyle uğraşamazdım. Böyleydi işte, bazen zihnimin sessizliğinde bazen de yoğun gürültüsünde kayboluyordum. Peki tüm bunlardan bana kalan zaman neydi?
Önümde kurtlarla ilgili bir kitap vardı. Tüm her şeyi geçip mühür bölümünü okuyordum. Benim için en önemli olan oydu. Mührü kırmanın yolunu bulmalıydım.
“Mühür, Wirana’nın en özel ve güçlü bağıdır. Mühürlenen kurtlar birbirine karşılık beklemeksizin bir aşkla bağlanmıştır. En kutsal bağlardan biri olan mühür, iki kurdun daha ruhlar aleminde tanışmasıyla başlar.
Mühürlü kurtlar, Wirana’ya gönderilmeden önce ruhlar aleminde birbirini tanır ve sever. Bedenleri ruhlarıyla birleşip hayat bulduklarında bir arayış başlar. Birbirlerine kavuşma arayışı. Tüm kurtların yegane amacı mühürlüsünü bulmaktır. Mühürlenmemiş bir kurdun ruhu yarımdur.
Mühre hiçbir büyü işlemez. Mührün yanlışı yoktur. Milyarda bir de olsa mührünü reddeden kurtlar vardır. Onları büyük bir acı ve ıstırap bekler. Bir çoğu buna dayanamaz. Ya mührüyle bir araya gelir ya da ölür.
Mührün en önemli özelliğiyse mühürlenenlerin birlikte ölmesidir. Biri öldüğünde diğeri de ölür. Mühürlüler karşılaştıkları andan sonrasını iki tarafta da birlikte geçirirler. Mühürlüler birbirini bulamasa bile her daim birbirini hisseder.”
Bilmediğim bir bilgi yoktu. Bunu nasıl kıracağımı söylemiyordu. Dengiz’i ölmekten kurtarıp kendimi de ölüme gönderebileceğim hiçbir ihtimali söylemiyordu. Dengiz’i reddetmek bile onu ölüme göndermenin bir çeşidiydi ki reddetmek mührü kırmak anlamına gelmiyordu.
Sıkıntıyla oflayıp kitabı köşeye bıraktım. Dün akşam Dengiz yanında terziyle eve gelmiş ve benim için birkaç kıyafet siparişi vermiştik. Bir haftaya kadar her şeyin hazır olacağını söylemişti. O zamana kadar Alkım’dan bir kaç şey ödünç almıştım. Tarzımız uyuşuyordu. Günana’ ve İlbilge bize göre biraz daha kibardı. Dolayısıyla elbiseleri daha ağır hareketler için uygundu. Kılıç sallamak için değil.
Alkım gerçekten benim için ideal bir arkadaştı. Yanına gitmezsem rahatsız etmiyor, yargılamıyor, kendisine bir şeyler anlatmamı beklemiyor ve kafa ütülemiyordu. Üstelik birlikte kılıç dövüşü yapabiliyorduk.
Wirana’yı sevmiştim. Sınırsız Topraklara göre burası tam bir cennetti. Hayatımda hiç bu kadar uzun süre huzurlu olduğumu sanmıyordum. Gerçekten rahat bir yerde yaşıyorlardı. Burada bir düzen vardı. Herkesin nerede yaşadığı belliydi. Belli şeyleri özlesem de beni Sınırsız Topraklara bağlayan asıl etkenler ortadan kalktığı için burayı daha çok sevdim.
Dengiz evde değildi. Nerede olduğunu bilmiyordum. Bir süre sonra bende dışarı çıkmaya karar verdim. Alkım’dan aldığım kahverengi deri bir gömlek vardı üstümde. Ve altımda siyah bir tayt. Alkım’ın kıyafetleri diğerlerini ki gibi değildi. İlbilge ve Günana’nın kıyafetlerinin üstüne bir şeyler almaya gerek yoktu. Onlar her türlü ısıtıyordu. Alkım’ın kıyafetleri normaldi. Bunu büyüye bağlıyordum.
İlk geldiğimde üstümde olan kürkü yine omuzlarına aldım. Soğuğa kurtlar kadar olmasa da normal bir insandan daha dayanıklıdır. Buradaki yaratıkların altında bir dayanıklılık olduğunu düşünüyordum.
Evden dışarı çıktığımda hep yaptığım gibi dışarıyı izlemeye başladım. Burasının muhteşem bir düzeni vardı. Herkes birbirini umursuyor ve tanıyordu. Şu zamana kadar evsiz ve karnını doyuramayacak kadar fakir birini hiç görmemiştim. Herkes aile yapısına göre yaşıyordu. Yerlerde kar vardı. Etraf kalabalıktı. Ve meşalelerden yayılan ışık çok güzel bir hava veriyordu. Burası dondurucu bir soğuğa sahip değildi. Ama yine de soğuktu.
Evler o kadar güzeldi ki bu güzellik lüks olduğundan değildi. Öğlen saatlerindeydik. Etrafta çocuk yoktu. Büyük ihtimalle eğitimdeydiler.
Burada eğitimin nasıl olduğunu bilmiyordum. Benim geldiğim yerde çocuklar ailelerinin yanından alınır ve aile çok zengin ya da güçlü değilse okul bitene kadar görüştürülmezdi. Silah kullanma yetenekleri belirlenir ve ona göre gruplara ayrılırlardı. Boş zamanlarda öğretilen okuma yazma, matematik ve tarih dışında başka bir şey yoktu.
Burada çok daha farklı olduğunu bilsem de ne olduğunu bilmiyordum. Çocuğum olmadığı için önemsemiyordum ama etrafta çocuk görmeyi severdim. Hayatta beyaz olan şeylerde olduğunu gösteriyordu. Tabi onlara bakmak için aynı şeyleri söyleyemezdim.
Verandadan bahçeye indim ve tamamen dışarıdaydım. Alkım’ın yanına gitmeyi planlıyordum. Zamanının çoğunu Talimhanede geçirdiğini öğrenmiştim. Bu yüzden talimhaneye gitmeye başladım.
İçeri girdiğimde herkes bana baş selamı veriyordu. Dediğim gibi savaşçıların saygısını kazanmıştım. Ama kimse beni lider olarak görmüyordu.
Bahçeye çıktım. Yatakhane katlarına gitmekten hazzetmiyordum. Alkım yatakhanedeyse gerisin geri gidip biraz etrafı dolaşacaktım. Neyse ki bahçedeydi. Yanına gitmek için yürüdüm. Beni gördüğünde yüzünde garip bir şaşkınlık vardı.
“Seni görmeyi beklemiyordum.”
“Yanlış bir zamanda mı geldim?” öyleyse bunu umursamayacaktım.
“Hayır. Sadece Dengiz ve diğerleri Cücelerle olan anlaşmaları için konuşmaya gitti. Bu tarz diplomatik anlaşmalarda mühürlü olan bir kurdun mühürlüsünü götürmemesi onu saymadığı anlamına gelir.”
Gülümsedim. Dengiz’le hiçbir zaman bir bağımız olmamıştı ki. Buna ben sebep olmuştum. Mührün söylediği gibi kimse kimseyi koşulsuz şartsız sevmezdi. Bir kere bıkardı. Dengiz belki bu sebepten değil ama bir sebepten beni götürmemişti. Ben bunu Alkım’dan öğrenmiştim. Ve bir kez daha haklı olduğumu görmüştüm. Dediğim gibi sadece yoluma bakmalıydım. Tabi bu hareketi ölmesi gerektiğini göstermiyordu.
“Dengiz’le bir ilişkimiz yok. Beni saymasına gerekte yok.”
“Dengiz seni saymazsa halkta seni saymaz.”
“Dengiz’le olmayan bağımızın bana vereceği güce ihtiyacım yok. Eğer bu halkın bana olan bağlılığını istersem Dengiz’le aramızda bir ilişki oluşsa bile onlara kendimi kanıtlamak için elimden geleni yaparım.”
“ Sana itaat eden bir birlik istemediğini söyleyemezsin.” Dedi gülüyordu. Evet istiyordum. Ama önce o birliğin özelliklerini öğrenmeliydim. O birliğin sadece bana itaat edeceğini bilmeliydin. O birliği kontrol edebilmeliydim. Ve önce ne yapacağımı en ufak ayrıntısına kadar bilmeliydin.
“Bir gün bana itaat eden bir birliğin olacak. Ama o gün bugün değil. Ve sen bunu göreceksin. O zaman ne demek istediğimi anlayacaksın.”
“Öyle diyorsan öyle olsun.”
“Peki ne anlaşması bu?” diye sordum. Fazla bilgi göz çıkarmadı
“Cüceler bu diyarın en iyi tüccarlarıdır. En iyi mal onlardadır. En zenginlerde. Ticaret anlaşması olduğunu biliyorum ama ne aldıklarını ya da sattıklarını bilmiyorum.” Kulağıma fısıldadı. “Bir cüce değerli bir şeyi bir bakışta bile tespit edebilir. Onlardan biriyle karşılaşırsan değerli eşyalarına dikkat et.”
Bu sözlerden sonra istemsizce elim Tayeçe’nin verdiği ve kesemde tuttuğum kolyeye gitti. Biraz daha konuştuktan sonra nöbetçi askerlerden biri telaşla yanımıza geldi.
Alkım’ı dikkate alarak konuşmaya başladı.
“Yalaz’ın ordusundan bir grup birlik buraya doğru geliyor. Alfamız ve ondan sonraki komutanlar anlaşma için gittiler En yakın klan olan Furith klanı içinde bir birlik gittiğini haber aldık. Şu anda Klanda en yetkin kişi sizsiniz ne yapalım?”
Alkım çoktan ne yapacağını şaşırmıştı. İyi bir savaşçıydı ama lider değildi. Anladığım kadarıyla da savaş yönetmemişti.
“Ben şey, şey yapı-“
“Birlik hakkında bilgi ver asker!” sert sesim ve savaşçı kimliğimi kuşanmıştım. Daha birkaç saat önce burası için çok sakin demişken olanlara göz devirmeden edemedim. Asker bir süre yüzüme baktı. Ve ben tekrar bağırdım.
“Bana emir tekrarı yaptırma!”
“Ordusu Arçuralardan oluşuyor efendim. Arçuralar karanlık ormanda yaşayan dört gözlü yaratıklardır. Şeytani bir ruha sahiptir. Kurban isterler. Şekil değiştirebilirler. Genelde hançer veya ok kullanırlar. En güçlü özellikleri her konuda hızlı olmalarıdır.”
“Buraya gelmeleri ne kadar sürer?”
“Yarım saat.” Bir plan hazırlamam için yeterli bir süreydi.
“Bölge haritası istiyorum.”
“Bu taraftan efendim.”
Ben emin adımlarla ilerlerken Alkım’da peşimden geliyordu. İçeride toplantı odası gibi bir şey vardı. Bir pano üzerinde harita hazırdı.
“Ne taraftan geliyorlar?”
“Bu taraftan efendim.” Haritada gösterdiği yer hem kolay ilerleyebilecekleri hem de arkadan saldırabilecekleri bir yerdi.
“Tahmini olarak kaç kişiler?”
“2000 kişi olduğunu düşünüyoruz.”
Haritayı incelemeye başladım. Saldırmak için iyi bir nokta seçmişlerdi. “klanın tek bir çıkışı mı var?”
“Güneybatı yönünde gizli bir dehliz var efendim. Bu Alfamız Dengiz’in kardeşi Vargın’ın kalanına yani Alaska klanına çıkıyor.”
“tüm çocukları Öğretmenleriyle birlikte dehlizlerle dışarı çıkarın. Halkın rehavete kapılmasını önleyin.”
“Emredersiniz.”
Normal şartlarda beni dinleyeceklerini sanmıyordum ama ellerinde daha iyi bir seçenek yoktu. Ve benim bunu kesinlikle batırmamam gerekiyordu.
“Arçuraların hızlı olduğunu söyledin. Öyleyse çok fazla uzatmamalıyız. Onlar klana varmadan biz onlara ulaşmalı ve çok bir kişide bile çok zaman kaybetmeden orduyu ortadan kaldırmalıyız.”
“Nasıl yapacağız?” dedi Alkım. Burası onun sorumluluğunda sayılırdı ve gerçekten telaşlıydı.
“Çıra var mı?”
“tabi ki burada Güneş yok ama ne işimize yarayacak?”
“Onları ateş çemberine alacağız.”
“şu noktadan geçeceklerini düşünüyorum. Buraya çıralarla çember çizeceğiz. Onlar çembere girdiklerinde ucunu yaktığımız oklarla ateşleyeceğiz. Gerisi meydan muharebesi şeklinde olacak. Oklarla girişeceğiz. En zayıf yerlerini nişan alacağız.”
Dönüp Alkım’a baktım. “Kurda dönüşerek yapılacak tüm hareketlerden sorumlusun.”
Bana başını sallayarak odadan ayrıldı. Odadaki diğer herkese döndüm.
“Herkes işinin başına dönsün. Bu savaşı kaybetmek benden çok sizin zararınızadır.”
Herkes odadan ayrıldıktan sonra Dengiz’in evinin önüne geldim. Bir çan vardı. Feris daha önce herkese bir açıklama yapılacağı zaman bu çanın çalındığını söylemişti. Ve bende çanı çaldım. İlk başta beni görüp göz devirerek işlerine geri dönmüşlerdi. Çanı bir kez daha çaldım. Ve bağırdım.
“Ahali!”
Şimdi herkes bana bakıyordu.
“Yalaz’ın Ordularından bir birlik kapımıza dayanmak üzere. Bana güvenmiyorsunuz lakin size buraya gelemeyeceklerinin sözünü veriyorum. Tüm her şey hazır. Ama savaşın ne getireceğini bilemezsiniz.”
Herkesin yüzüne teker teker baktım.
“olurda başarısız olursam vazgeçmeyin. Burası sizin vatanınız, onun için savaşmaktan çekinmeyin. Çocuklarınız güvende ama gelecekleri her birimize bağlı. Buraya gelemeyecekler ama olurda başarısız olursak bunca yıl refah içinde yaşadığınız topraklara, sizin için her şeyi yapan alfanıza borcunuzu ödemek için burayı canınız pahasına savunun. Bilin ki buraya geldikleri anda ben ve diğer herkes ölmüştür.”
Ve tekrar hepsine baktım. Bu sefer gözlerinde kararlılık vardı. Birbirlerinden ve sözlerimden güç almışlardı. Duruşları dikleşmişti. Her biri eline bir silah alıp hazırda bekliyordu.
Klanın sınırlarından çıkıp hızla tuzağı kuracağımız yere gittim. Bu 15 dakikamı almıştı. Çok hızlı bir şekilde koştuğum için birkaç dakika nefeslendim. Alkım yanıma geldi.
“Bana ok ve yay getir.” Başını sallayarak gitti. Biraz sonra getirdiği ok ve yaylarla geri döndü. Oku elimle alıp biraz inceledim ve test ettim. Daha sonra omzuna yerleştirdim.
“Ağaçlara çıkıyoruz. Fark edileni bizzat ben öldürürüm.” Diye herkese seslendim.
Herkes bir ağaca çıkmaya başladı. Yüksek dalların tepesindeydik. Yaprakların ardında gizleniyorduk. Yaklaşık 12 dakika sonra Arçuralar gelmeye başladı. Tenlerine kadar simsiyahlardı. Ama gözleri kırmızıydı. Benimkiler den bile uzun saçları vardı. Biraz daha uzunu yere değme seviyesiydi.
Bir çoğu oklarını elinde hazır tutuyordu. Haberleri ellerindeydi. İlerlemeye devam ettiler. Elimi kaldırdım. Yumruk attığım anda çıraları ateşleyeceklerdi. İyice çembere girmelerini bekledim. Bekledim. Bekledim. Ve... Elimi yumruk yaptığım anda birkaç tane ok hızlıca fırladı ve çıraları ateşe verdi.
Arçuralardan birkaç tıslama sesi geldi. Artık hepsi tetikteydi. Okumu hazırladım ve bir tanesinin boynuna nişan aldım. Oku serbest bıraktığımda Arçura yerdeydi. Bir süre okla mücadele ettik. Sonra Alkım’ın önderliğinde kurda dönüşerek ateş çemberine atlayan kurtlar Arçuraları yok etmeye başladı. Bir süre amansız bir savaşı izledim. Bu muhteşem yaratıkların yanında Arçuraların hiç şansı yoktu. Kimin kim. Olduğunu bilmesem de hepsi çok asildi. Savaştıkça üstleri kan oluyordu. Arçuralar şekilden şekle girip kurtulmaya, kurtları öldürmeye çalışıyordu.
Arkada kalan okçu birliği kurtları koruyor ve kaçmaya çalışanları öldürüyorduk. İki saatin sonunda her şey bitmek üzereydi. Ateş azalmış Arçuraların çoğu ölmüş veya gücü tükenmişti.
Kuşa dönüşerek kaçmaya çalışan Arçura’yı bir okla yere düşürdüm. Normal bedenine dönüp yattığı yerde can verdi.
Yarım saatin sonunda her şey bitmişti. Ateşi söndürdük. Ve hepimiz yerlere indik. Kurtlar yeniden insan formuna dönmeye başladı. Her biri kazandıkları zaferi kuruyordu. Anladım ki kaybedeceklerinden endişe ettikleri için değil, başlarında bir lider olmadığı için ne yapacaklarını bilmedikleri için endişe ediyorlardı.
Bir anda ayak bileğimi saran elle kılıcımı çektim ve yerde yatan Arçura’nın elini kolundan ayırdım. Cesetleri gömmesi için bir birlik görevlendirip klana doğru ilerledik. Surlara yaklaştığımızda Nöbetçilerin savaşa hazır olduğunu ama bizi görünce rahatlayıp kapıları açtığını gördüm.
Klana girdiğimizde halk bizi sevinçle karşılamıştı. Bazıları gelenlerle sarılıyordu. Büyük ihtimalle aynı ailedendiler. Sevinç nidaları atanlar vardı. Ve o anda hiç beklemediğim bir şey oldu. Aslında bu kadar kolay beklemiyordum.
“Çok yaşa Aşina Ayka!”
Ve hep bir ağızdan söylenmeye başladı. Sanırım buraya Adımın Aykatun olduğunu öğretemeyecektim.
“Gerçekten anladım.” Yanımda duran Alkım daha önceki konuşmamıza ithafta bulunduğunda güldüm.
“Aslında bundan bahsetmemiştim. Bu beklediğimden kolay oldu.” Garip garip baktı bana. “Bu arada kriz yönetimin berbat.” İkimizde güldük. Halk hala adımı bağırırken kapılar tekrar açıldı. Bu sefer hepimiz o tarafa döndük. Halk bağırmaya devam ediyordu.
Dengiz ve diğerleri endişeyle girdiler içeri. Gözleri etrafı taradı ama hiçbir hasar bulamadı.
“Aşinamız, Yalaz’ın ordusunu yendi. Çok yaşa Aşina Ayka!”
Dengiz bu sefer yüzünde bir gülümsemeyle rahatlamış bir şekilde bana doğru adımladı. Ama ondan önce Feris yanıma ulaşıp beni kolunun altına aldı ve “Sana verdiğim lakabı isim yerine koyman beni çok onore etti.” Dirseğimi karın boşluğuna geçirdiğinde inleyerek geriledi. Bu Ayka işine hem canım sıkılıyor hem de alışıyordum.
Dengiz bana iyice yaklaştı ve ellerimi tuttu. Bana sanki bu dünyadaki en güzel varlıkmışım gibi bakıyordu. Bana bensiz olamazmış gibi bakıyordu. Aramızda bir bağ varmış, beni seviyormuş, bana mecbur değilmiş ama ben bir tercihmişim gibi. Yapmamalıydı. Bana bağlanmamalı, beni sevilebileceğime inandırmamalıydı. Ben güçlü değildim bana bunu yapmamalıydı. İnanmaya ihtiyacım varken olmazdı.
“Teşekkür ederim.”
“Beni neden götürmedin?” ve hiç beklemediğim bir soru sorduğumda ellerimi ellerinin arasından kurtarıp hızla eve koştum. İçeri girip aynı hızla odama geçtim. Kapıyı kitleyip hemen önüne çöktüm.
Gözlerimi kapayıp sırtımı ve başımı kapıya yasladım. Bana bunu yapamazlardı. Beni tekrar düşüremezlerdi. Zaaflarını öldürüp gelmiştim ben buraya. Bana zaaf olamazlardı. Beni kimse sevemez, ben kimseyi sevmezdim. Mührü kırmalıydım.
2200 kelime
Instagram: Singularity_mybook
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.3k Okunma |
438 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |