Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm

@singularity

Çok şey oluyordu. O kadar çoktu ki yetişemiyorum. Bazen acımı bile unutuyordum. Bazen de sadece acı kalıyordu. Hangisine acıdığını bilemiyorum. İçimde büyük bir uyku isteğiyle yaşıyordum uzun zamandır. Uyumak ve uzun süre uyanmamak. O kadar iyi gelirdi ki. Koşuşturmacadan eklemlerim ağrıyordu. O kadar yorgundum ki. Beynim, bedenim, ruhum hepsi yorulmuştu. Bu yüzdendir ki derin bir uyku istiyordum.

Iraz tüm mahalleye evleneceğimizi duyurduğu günden beri bir ay geçmişti. Bu sürede onunla hiç konuşmamıştım. Belki de vazgeçmişti. Ya da beni kurtarmak için söylemişti. Bilmiyorum. Bu saatten sonra evlenmezsem ne olacaktı? Evlenmek istiyor muydum?

Her şeyin güzel gitmesi için Allah’a dua ediyordum. Ne zaman güzel gidecekti? Ne zaman arkama yaslanıp dinlene bilecektim?

Kimse yoktu. Beynimin içerisinde koca bir yalnızlığa sesleniyorum. Çamaşırı ne zaman yıkayacaktım, faturalar ne zaman ödenecekti, kışlık yakacak kış bitene kadar yeter miydi, yemeği ne zaman yapmalıydım, Güney'e bakabiliyor muydum, Kazandığım para yeterli miydi? Tüm bunlara cevap verebilecek kimse yoktu. Annem, babam abim... Her biri çok uzaklardaydı.

Annem ve babam ölmüştü, abimin nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. En çok bu canımı sıkıyordu. Aç mı, susuz mu, üşüyor mu, rahat mı? En önemlisi nerede?

Ben evlenecektim. Babam yoktu benim. Abimde mi olamayacaktı. Bu yalnızlık, ailesinin biricik kızı olarak yetişen bana çok ağır değil miydi? Ağlamaktan sızlanmaktan yorulmuştum. Tüm bu koşuşturmacadan bıkmış, kafa dinlemek istiyordum. Mümkün görünmüyordu.

İşten çıkmış eve ilerlerken aklımdan geçenleri bunlardı işte. Yorgunluğum, yalnızlığım, acizliğin. O kadar zoruma gidiyordu ki. Güzel iki olma arzusu tüm beynimi ele geçiriyordu. Bambaşka biri olmak istiyordum. Geçinmek için ellerimi yara ede ede tüm gün çalışmak, ev işlerine yetişmek, el alemin saçma sapan davranışlarına katlanmak yerine bambaşka bir hayat...

Oysa saygı görmek istiyordum. Kimse hakkımda bir şey söyleyemezsin, istemediğim biriyle babamın şiddetinden kaçmak için evlenmek zorunda olmayım istiyordum. Ne kadar güzel hissettirirdi kim bilir seçme hakkının olması.

“Gülşah!” arkamdan gelen sese döndüğümde Iraz'la karşılaştım. “Bekle birlikte yürüyelim.” Tamam anlamında kafamı salladım.

Bir süre sessizce yürüdük. “annem için özür dilerim. Böyle bir şey yapacağını tahmin etmemiştim. Aslında bu kadar zamandır da bunun utancı yüzünden çıkmadım karşına. Ama artık düğünü planlamalıyız.”

Benimle evlenmek istiyordu. Yalan atmamış ya da vazgeçmemişti. Bu içimde anlamsız bir rahatlama bıraktı.

“Düğün istemiyorum.” Dedim. “Neden?” diye sordu. Sesinde hayret vardı. Doğru tabi. Bir kız neden düğün istemez ki? Annesi yoksa yanında istemez. Babası istediğin zaman çık gel kızım burası hala senin evin demeyecek de istemez. Ağabeyi kırmızı kuşağı bağlamayacak da beline istemez. Düğüne gelenler gelin ve damat için sevinmek yerine gelinin namusundan konuşacaksa istemez. Eline yakılan kına sevinçten gelen kına değil de kurban olmanın getirdiği kına ise istemez. Evleneceği adamı kendi seçmediyse istemez. Kaynanası daha ilk anda kapısına dayanıp oğlumun peşini bırak diyorsa istemez. Tabi ağzından bunların hiçbiri de çıkmaz. Bir kere evvela konuşmak yasaktır o kıza.

“öyle istemiyorum.” Üstelemedi. “peki isteme?” cevap netti. “kimden isteyeceksin? Evden atıp namussuz diye sokak ortasında dayak atan babamdan mı? Rahmetli olmuş anamdan mı? Nerede olduğunu bilmediğim abimden mi?” diyemedi bir şey. “kına da mı istemiyorsun?” “onu da istemiyorum.”

“reşit olmana daha bir yıl var. Hükümet nikahı kıyamayız.” Bu sefer dönüp yüzüne baktım. “ne yapacağız? Bekleyecek miyiz?” beklersek kesilmek yerine daha da artacaktı. Benim daha fazla takatim yoktu. “Dini nikahı kıyarız. Babanın izniyle resmi nikahta kıyılabilir ama onunla yüz yüze gelmek ister misin bilemem.”

“şeytan görsün onun yüzünü.” Kendi kendime fısıldamıştım. “Efendim?” “Görmek istemem. Bir yıl sonra hala evli kalmamıza gerek olursa kıyarız resmi nikahı.”

“sen nasıl istersen.”

“peki ne zaman kıyarız nikahı?” çekine çekine sormuştum bu soruyu.

“Ne zaman istersen. Hazırlıklara başlarız hemen.”

“olur. Tez vakitte kıyalım nikahı. Çıksın aradan.”

“tamam. Senin kaldığın evde kalırız. Bir kaç eşya daha alırız.” Dediğinde şok oldum.

“Nasıl yani?.”

O da anlamamış gibi bana baktı. “ne oldu?”

“Ailenle ayrı evlerde mi oturacağız?”

Gülümsedi. Bu mutluluktan gelen bir gülümseme değildi. “Benim annem seni rahat bırakmaz ki. Vicdanı yoktur onun. Ben sen biraz daha rahatla diye seninle evleneceğini söyledim. Ama o üzer seni. Üzmek için özellikle çabalar. Ben bu günaha nasıl girerim? Seni ateşlerden alayım derken nasıl cehenneme atarım? Söylesene zümrüt güzeli.”

Hemen önüme döndüm. Ne demişti o? Hiç mi utanmamıştı? Evli değildik, birbirimizi sevmiyorduk ama evlenmek zorundaydık. Denir miydi öyle şey? Yanaklarım kızardı. Neden hoşuma gitmişti şimdi? İşine bakmalıydı. Iraz Fazlıoğlu kalbimle oynamak yerine kendi işine bakmalıydı.

“eğme başını. Yakışmaz sana. Tüm her şeye başını dik tutup bir ufak iltifata gizleme zümrütlerini.”

Kesinlikle bana zoru vardı. Kalbime zoru vardı. Öldürmek mi istiyordu yoksa utançtan yerin dibine sokmak mı?

Söylediklerinin üstüne bir şey söylemedim, yüzüne bakmadım. Sessizce ilerledim yollarda, Arnavut kaldırımlarda. O da benimleydi. Bir an olsun yalnız bırakmadı, rahatsız edecek kadar yaklaşmadı. O da konuşmadı. Eve girdiğimde yüzümde anlamsız bir gülümseme vardı. Kalbim çok hızlıydı. Korku ve mide bulantısı gibiydi. Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Aynadan baktığımda yanaklarım kıpkırmızıydı. Güney gelmeden önce düzelmeliydim.

Hızlıca mutfağa gidip pirinç çıkardım. Pirinci bir tepsiye döküp taşını ayıtlamaya başladım. Zaten iki kişilik yapacağım için çokta uzun sürmedi. Pirinci suya koyup evi süpürmeye başladım. Keşke bu elektrikli süpürgeler daha sessiz olsaydı. O kadar gürültülüydü ki.

Süpürgeyle işim bittikten sonra pilavı yapmaya başladım. Pilav hazır olduktan sonra sofrayı kurdum ve kapı çaldı. Güney gelmişti. Hızlıca lavaboya gitti ve ellerini yıkadı. Simsiyah olmuştu elleri. Yer yerde çatlamıştı soğuktan. Yerde kar vardı.

Ellerini yıkayıp üstünü değiştirip geldi. Yemeği yedikten sonra sobanın yanına oturduk.

“Abla ne zaman evleneceksiniz Iraz abiyle?” yine o konuydu. Kaçamadığım tek konu.

“Bugün konuştuk. Evleneceğiz işte yakın bir ara.”

“bu kışta düğün mü yapılır? Yerde kar var. Güzü beklemeyecek misiniz?”(Eskiden yazın çok iş olduğu için hüzün yapılırmış düğünler)

“Düğün olmayacak.”

“ne diye olmayacakmış düğün. Tamam isteyerek evlenmiyorsunuz ama yine de evleniyorsunuz. Yapmıyor mu düğün sana?” hemen celallenmişti. Yeni yeni ergenlikle başa çıkmaya çalışan küçük kardeşimle uğraşmak gün geçtikçe daha zor olacaktı.

“ben istemedim düğünü.”

“niye istemedin?”

“abimiz düğün anlamsız geldi. Hem belki boşanacağız. Bu ihtimali daha baştan düşündüğüm bir evlilik bu. Elbet parası boldur ama yine de boşanacağım diye evlendiğim adamı bu kadar masrafa sokmam.”

Güney sessiz kaldı. İyice geç olmaya başladığında döşeği her zamanki gibi alıp sobanın yanına serdim.

Iraz'a fazla yüklenmemek için zamanında sadece bir soba aldırmıştım. O yüzden kış vakti bu döşeği serip Güney’de sarılarak uyuyorduk.

   ...

Bugün pazardı. Bu yüzden evdeydim. Tabi aynı şey Güney için geçerli değildi. Evi iyice temizlemiştim. Kanepeye oturup dinlenmeye çalışırken kapı çaldı. Gidip açtığımda karşımda gördüğüm kişiyi kesinlikle beklemiyordum. Halam ya da Nazende hanım bile çok mantıklı bir seçenekti bunun yanında.

“evleniyormuş şunu. Tüm mahalle bunu konuşuyor. Bende bunları getirdim sana. Anan yapmış. Hangisi kimindir bilmem sonuçta üç kardeşsiniz. İkide denebilir ama neyse.” Öfkeli bakışlarımı ona gönderince sustu Memnune.

“her neyse. Ölen kadının eşyalarını evimde istemiyorum. Uğursuzluk getirir.” Sert bakışlarım onun üstünde kalmaya devam edince bir anda “ehhh. Çeyiz yapmış işte anan sana. Onu getirdim. Daha gelmem zaten. Sende gelme benim kapıma. Haydi sağlıcakla.” Deyip uzaklaşmaya başladı.

Sandığı büyük ihtimalle mahallenin delikanlılarına – onlardan geri kalanlara – taşıtmıştı. Çünkü büyük bir sandıktı. Peki ben bunu eve nasıl taşıyacaktım? Kendine doğru çeke çeke eve sokmayı başarmıştım. Tabi iki kerede düşmüştüm ama sonunda salona gelmiştik. Sandığı açtığımda üç tane beyaz pullu yazma vardı. Güney'e bana ve abime. Pratikler vardı renk renk, yazmalar vardı. İğne oyası işlemişti annem her birine. Havlular vardı. Yemeni vardı. Sandığı asıl ağır yapan üç tane yorgan vardı. Üstlerine kanaviçe işlemişti. Alt çarşafıyla üst tarafını – kanaviçe işlenen kısım – özenle dikmişti birbirine.

Bir gülümseme doğdu yüzüme. Sonra dudaklarım titremeye başladı. Gözlerim doldu. Yaşlar özgür kaldı ve bir çok kez olduğu gibi yanaklarımı temizledi. Ama yüzümdeki gülümseme hiç bozulmadı. Biraz sonra hıçkıra hıçkıra ağlıyor bir yandan da kahkaha atıyordum. Yazmalara, pullulara sarılıyor, pratikleri kokluyorum. Hepsinin üstüne çoktan sandık kokusunun sinmiş olması gerektiğini bilsem de, annem kokuyordu işte bunlar. Onun gibi kokuyordu. Onun ellerini tutuyordum. Onun teker teker yaptığı tüm bunları elime alarak onun pamuk ellerini tutuyordum. Onu hissediyordum. Gözlerinden akan yaşlar hem hüznü hem de mutluluğu aynı anda taşıyordu. Annemdi işte tüm bunlar.

...

Iraz imamı Perşembe gününe ayarladığını söylemişti. Bugünse salıydı. İki gündür ya bir pratiğe ya bir yazmaya sarılarak uyuyordum. Daha güvende ve mutlu hissediyordum. Artık evliliği bile kafama o kadar çok takmıyordum. Dünyanın sonu değildi. İyi anlaşırsak daha önemlisi seversek -ki bunca yıl aynı mahallede yaşıyorduk sevsek çoktan severdik – yoluna girerdi her şey. Eğer anlaşamazlar yeni bir şey düşünürdüm. Memnune hiç bilmeden bana yeni bir güç vermişti.

Atölyeye girdiğimde bir çok kişinin çoktan gelmiş olduğunu gördüm. Önlüğü müzik giyip işe başladım. Bir kaç saat sonra Naciye abla öğle molası vermiş beni de odasına çağırmıştı.

Çokta büyük bir oda değildi. Bir masa masanın arkasında bir önünde iki sandalye, ve birde dolap vardı. Dolabın içindeki dosyalarda satışların üretimlerin bilgileri vardı büyük ihtimalle. Onun dışında beyaz duvarlarıyla sıradan bir odaydı.

“Gel kızım otur şöyle.” Karşısına oturdum. Bir poşet uzattı bana. “Duydum ki düğün olmayacakmış. Gelinlik giymeden varacakmışsın kocana. En azından özel bir şeyler giy istedim. Kendi imam nikahımda giymiştim bunu. Biraz derledim toparladım. Eklemeler yaptım. Bunu git olur mu? Yakışır sana. Güzelde kızsın yeşil yeşil. Ha ablam. Giy bunu tamam mı?”

Başımı sallayıp odadan çıktım. Atölye bomboştu. Elbiseyi çıkarıp baktığımda gerçekten çok güzeldi. İşte benim sevdiğim, çocukluğumu geçirdiğim mahalle, mahalleli böyleydi. Ben kabusu yaşarken kenardan izleyen insanlar ne ara böyle olmuştu?

1436 kelime

Loading...
0%