@singularity
|
Bir hafta. Evleneli tam bir hafta olmuştu. Ve ben sanki donmuştum. Mutlu değildim, üzgün değildim, sakin hiç değildim. Kalbimde derin bir boşluk tüm bedenimi ele geçiriyordu. Benden nefret ediyorlardı. Ve ben onlardan daha çok nefret ediyordum. Ama tüm bunlar canımın acımasını engellemiyordu. Acıyordu. Hem de çok acıyordu. Tüm bunlar için hiçbir sebep yoktu. Tüm bunları hak etmemiştim. En az herkes kadar mutluluğu hak ediyordum. Kimsesizlik bana çok sert vurmuştu. Kış tüm ülkeyi, şehri, mahalleyi, bedenimi ve ruhumu ele geçirmişti. Her yerde bir tipi vardı. Gök yeşil, yerler karla kaplı, her yer buzdu. Iraz’la evlendiğimden beri Güney’de bende daha rahattık ve de sessiz. Yiyecek daha çok şeyimiz vardı. Yakacağımız vardı. Üzgün değildik, ondan rahatsız olmuyorduk ama böyle olmaması gerekiyordu. Hissettiğim mahcupluğu ise anlatamıyorum. Ona muhtaç olmak istemiyordum. Onsuz da bu şekilde gidebilmek istiyordum. Hiçbir kötülük Güney’e yansımasın istiyordum. Ben onun yaşındayken çocuktum. O ise koca adam olmak zorunda kalmıştı. Her şey üst üste geliyordu ama yapabilecek hiçbir şey yoktu. Kazağın yırtılmasını engelleyemiyordum ama bir iğne ipliğe sahip olmaya dikkat ediyordum. Ayağa kalkıyor yola devam ediyor her seferinde yeniden düşüyordum. Bir gün tek başıma dik duracaktım. Ama o zamana kadar gocunmamam gerekiyordu. Kıyafetlerim yırtılacak, dizlerim yara olacak, üstüm başım batacak ama koşmaktan vazgeçmeyeceğim. Darbenin üstüne askerler her yerdeydi. Sokağa çıkma yasağı yüzünden Iraz’da Güney’de evdeydi. Eskiden hala işte olurlardı. Özlem katlanılmazdı. Üçümüzde oturma odasında sobanın etrafındaydık. Önümde bir plastik kap ve bıçak vardı. Yerde bir sofra bezi, dizlerimin üstüne getirmiştim onu. Sofra bezinin üstünde ise bir poşet kestane. Bıçakla kesik attıklarını kaba koyuyordum. Bitince sobanın üstünde pişirecektim. “Abla sokağa çıkma yasağı ne zaman bitecek?” “Bilmiyorum.” “Peki abim ne zaman gelecek?” “Serbest kaldığı zaman.” “Offf. Ona anlayışla baktım. “Abimi bende özledim. Ama beklemekten başka çaremiz yok.” “Gelecek ama değil mi?” “Gelecek tabi. Abim bizi bırakmaz.” Iraz sessizce bizi dinliyordu. Sonra “Abin bu mahallenin görebileceği en delikanlı adamlardan biridir. Mutlaka dönecek, sana düşen dik durmak.” Güney Iraz’ı her zaman kocaman olmuş gözlerle ve pür dikkat dinlerdi. Iraz onun ustasıydı ve her zaman sözlerine itimat ediyordu. Güney’in içinin rahatlamasıyla bir tebessüm ettim. “Hem belki abim geldiğinde yaz olur. Geçen yaz yaptığımız gibi su savaşı yaparız. Ya da üç sene önce gittiğimiz dereye gideriz.” “Gider miyiz sahiden?” “Abim gelirse gideriz.” Güney boynuma atladığında geriye doğru düşecekken Iraz beni belimden destekledi. Üçümüzde gülüyorduk. Güney kafasını biraz kaldırıp diğer koluyla Iraz’a sarıldı. Ve biz göz göze geldik. Ben bir kez daha çok yorulduğumu hissettim. Bir kez daha onun tarafından sevilmek istediğimi fark ettim. Bir kez daha onu sevmek istediğimi gördüm. Ve ona bakan gözlerim beni laflardan, sözlerden, parasızlıktan kurtardığı gibi değil gerçek anlamda kurtarması için yalvardı. Ben kimsenin bulaşmadığı çünkü başında bir erkek olan bir kadın olmak istemiyordum. Bu benim için kurtulmak değildi. Ben birileriyle bozuşsam da, üzülsem de, kırılsam da, ne bileyim her tarafım yara berede olsa göğsüne sığınabileceğim bir adam istiyordum. Güney geri çekildiğinde yanağıma bir öpücük bırakıp merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Koşturuyordu. “yavaş çık merdivenleri, düşeceksin!” Güldü Iraz “Boş ver istediği gibi çıksın koca adam oldu artık.” “Benim için her zaman küçük.” “hadi kestaneleri pişirelim artık.” Yanıma yaklaştı ve benim gibi kestaneleri sobanın üstüne dizmeye başladı. “Ona diyorsun ama sende umudunu kaybetme zümrüt güzeli.” Bana böyle hitap ediyordu. Ona neden diye soramamıştım zira bu şekilde davrandığı zaman başımı önüme eğiyor, yüzüm kızarıyor ve sesim kısılıyordu. “Benim elimde umudumdan başka bir şey kalmadı. Onu yitirirsem zor toparlarsın beni.” Diye fısıldadım. Bunu söylemekten kendimi alamamıştım çünkü doğruydu. Anlık bir fark edişti ama doğruydu işte. “Toparladığım sürece sıkıntı yok.” Bu sefer ona baktım. Gerçekten toparlamak için uğraşır mıydı? Ve beni bakışlarımdan anladı. Evde olduğum için açık bıraktığım saçlarıma uzandı. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Elinin tersiyle yanağımı okşadı. Gözlerinde şefkat vardı. Direkt olarak gözlerime bakıyordu. Ve kahveleriyle yeşillerim buluştu. “Toparlarım Gülşah. İstediğin kadar düş, ağla. Ne olursa. Bu benim için zorunluluk değil. Gülşah ben yarın bir gün ayrılırım diye evlenmedim seninle. Benim için bu gerçek. Sen benim gerçekten karımsın.” Elini çekti. Yerinde dikleşti. “Ben bu evi sana yuva yapmak istiyorum. Her şeye dik dur, burada çocuk ol istiyorum. Gülşah senden en ufak bir beklentim yok ama beni sevmeni çok istiyorum.” Elimi ellerinin arasına aldı. “Bir seçim hakkım olsaydı zümrüt güzeli, ben yine seni seçerdim. Gönlümde olana bakılsaydı, seni görürlerdi. Ve sen benim en büyük umutsuzluğumdun.” Hangi söylediği için şoka gireceğimi bilmiyordum. Her biri kalp ritmini hızlandırıyordu. Yanaklarımın kızardığına emindim. Bahçeme yeni çiçekler ekiyordu. Üstüne basılmadığı sürece hiçbir sıkıntı görmüyordum. Ama en çok son dediğine şaşırmıştım. “Umutsuzluğun mu?” Usulca başını salladı. “Evet umutsuzluğum. Herkes yeşil ve kahvenin güzel olduğunu söyler. Birlikte orman olduğunu, dünya olduğunu söyler. Ama senin yeşilinle benim kahvem orman olmazdı ki. Senin gözlerin zümrüt, sen benim zümrüt güzelimsin. Bense bir çorak toprağım. Sen bana gelmeden olmazdı ki. Zaten kader getirdi seni bana.” “Neden küçümsedin ki kendini bu kadar? Kahve elmaslar da var.” Bir anda ağzımdan çıkanlara karşın bir daha ona dönmedim. O da benimle konuşmadı. Güney geri geldi ve biz kestanelerimizi yedik. Bulaşıkları yıkayıp, her yeri düzenli hale getirdikten sonra odaya çıktım. Iraz lavabodaydı. Hemen o gelmeden önce pijamalarımı giydim. Odadaki sobayı yakmıştı. Evlenmeden önce bu odada soba olmadığı için Güney’le birlikte aşağıda oturma odasında uyurduk. Şimdi Iraz ve ben bu odada Güney ise hala aşağıda uyuyordu. Yatağa girip cenin pozisyonunda yattım. Biraz sonra Iraz geldi. Pijamaları üstündeydi. Yatağın diğer tarafına yattı. Benim olduğum tarafa döndü ve cenin pozisyonunda yattı. İkimizde birbirimize bakıyor ve anlıyorduk. Ne anladığımız bilmesek de hissediyorduk. Birbirimizin gözlerine bakıyor ve ruhlarımızı görüyorduk. Konuşmadan anlaşıyorduk. En sonunda aynı anda birbirimize sırtımızı döndük. ... Hızlı adımlarla sokakta yürüyordum. Üstümdeki kabana sıkı sıkıya sarılmıştım. Hava gerçekten soğuktu. Bir çok esnaf duvara yazılan yazıları temizlemekle uğraşıyordu. Her biri ayrı kızgındı. Askerler bugün bizim mahallede daha fazlaydı. Birini alacaklardı ya da akıllarına öyle esmişti. Ne isterse yapabilme özgürlüğüne sahiptiler. “Hüviyetinizi gösterin.” Önümde duran genç ve uzun boylu asker benden kimliğimi istiyordu. Zorluk çıkarmanın manası yoktu. Çantamdan kimliğimi çıkardım ve askere uzattım. Bir süre inceledikten sonra “Adın ne?” diye sordu. “Gülşah Eldem.” Etrafta bize bakan insanların fısıldaşmaları kulağıma geliyordu. Aslında normallerimizden biri olan bu kontroller abisi alınmış biri için böyle bir işkenceye dönüyordu. “Baba adı ne?” “Hayri Eldem.” “Anne Adı?” “Saniye Eldem.” Kimliğimi uzattıktan sonra Yoluna gitti. Bende atölyeye gitmeye devam ettim. Evlendiğinde herkes işi bırakırım sanmıştı fakat yanılmışlardı. Iraz’a eşimde olsa bel bağlayamazdım. Kendi paramı kazanmalı kardeşimin sorumluluğunu almalıydım. Atölyeye girdiğimde ortamın sıcak olmasıyla rahatlayacak kabanımı çıkardım. Önlüğümü giyip iş arkadaşlarıma selam vererek makinanın başına geçtim. Öğle molasına kadar çalışmaya devam etmiştik. Öğle molasında tüm gençler oturmuş evlerden getirdiğimiz yemekleri yiyorduk. “Kız Gülşah hayırlı olsun.” Dedi Hatice. Mahallede oturan birinin kızıydı. Evlendiğim için bir çok kişiden bunu duysam da Hatice beni bunun için tebrik etmişti zaten. “Ne için?” “Kardeşin olacakmış, haberin yok muydu yoksa? Tüh sürprizi bozdum desene.” Sahte ve yapmacık üzüntüsünü dinlemedim. Oturduğum yerden kalktım ve makinanın başına geçtim . Yemeğim yarım kalmıştı lakin boğazımdan da geçmezdi. Bir daha kimseyle konuşmadım. Kimseyle ilgilenmedim. Mesai bitip eve geldiğimde asıl o zaman vurdu gerçek beni. Yere düşüp hıçkırarak ağlamaya başladım. Babama, anneme, abime, kardeşime, gençliğime ağladım. Mecburiyet, nankörlüğe, vicdansızlığa, mahcupluğa, yalnızlığa ağladım. Be o gün Iraz gelip beni oradan kaldırana kadar ağladım.
|
0% |