@singularity
|
15 Ocak 1980 Son zamanlarda ev içerisinde ruh gibiydik. Aldığımız kötü haber bizi derinden etkilemişti. Bazı şeyler değişir, bazen bazı vedalar can acıtırdı. Bizde bunlardan birini yaşıyorduk. Biraz üzüntü biraz korku dolu geçiyordu günlerimiz. En zoru ise tüm bunları üniversitede olan abimden saklamaktı. Zor zamanlardaydık. Bunu sadece ülkenin genel durumu içinde söylemiyordum. Kaybetmekten korkuyorduk. Bu yaşıma kadar her şey için anneme koşmuştum. Şimdi ise onun yardıma ihtiyacı vardı. Artık yemek yapamıyordu. Ev temizliği yapamıyordu. Doktor kendisini yormamasını söylemişti. Yorulmamalı stres yapmamalı ve moralini yüksek tutmalıydı. Haftanın iki günü hastanede geçiyordu. Babam artık tedavi masraflarını karşılamakta zorlanıyordu. Kardeşimin sanayide çalışarak kazandığı parada öylece annemin tedavisine gidiyordu. Tüm bunlar yine de onu kurtarmak için yetersizdi ve biz bunu biliyorduk. Beni bu hayata getiren kadının artık yanımda olmaması düşüncesi beni içten içe bitiriyordu. Hayatımda korkuyu hiç bu kadar hissetmemiştim. Ne sokakta oynarken köpek kovaladığında ne de ağaçtan düştüğümde. Annemden ara sıra yediğim dayaklar beni bu kadar yıpratmamıştı. Bu zamana kadar ona kızdığım her an için pişmandım. Artık beni dövmek için kullanabileceği bir gücü yoktu. Gür saçları iyice seyrelmişti. Bedeni zayıflamış belli yerlerde morluklar oluşmuştu. Geçen sene kasım ayında öğrendiğimiz bu hastalık bedenini iyice ele geçiriyordu. Biz gün geçtikçe annemin gözümüzün önünde eriyip gittiğini görüyorduk. Bazen geçmişe gidiyordum. Ben henüz çok küçükken yaşadığımız o silik anılara, abim ve ben vardım bazılarında. Bazen annem geliyordu. Onu izliyordum mutfak masasının üstünde o yemek yaparken. Bazenleri babamın eve geliş vakti oluyordu bu silik anılar. Her birinde farklı bir duygu vardı. Her birinin farklı bir amacı. Şimdi ise 16 yıllık hayatımda evimiz ilk defa böyleydi. Kardeşim gelecek ay olan doğum günü için heyecanlı değildi. Abim yanımızda değildi. Annem eskisi gibi sağlıklı değildi. Ben annemin rolünü üstlenmiştim ve artık etrafa neşe saçamıyordum. İsteklerimiz yeni elbise, ayakkabıdan çok daha ötesiydi. Annemle geçireceğimiz yıllar istiyorduk, sadece aylarımızın olduğunu bile bile. Bu sabah yine her şey aynıydı. Annem ve babam uyuyordu. Birazdan işe gidecek olan kardeşim için kahvaltı hazırlıyordum. Mahalle sakindi. Birazdan esnaf uyanır söylene söylene duvarlara yazılan yazıları silmeye başlardı. Ortalık çok karışıktı. Kahvelerde oturmak çok tehlikeliydi. Sokağa çıkmak, dikkat çekici davranmak, düşüncelerini özgürce söylemek tehlikeliydi. Sağ sol kavgalarının duru durağı yoktu. Lise ve üniversiteli gençler siyaset kavgası ediyordu. İnsanlar birbirini katlediyor, dur durak bilmiyordu. Annemin hastalığının nüksetmesiyle birlikte bize artık daha az gelmeye başlayan komşular, öğlen saatleri gelip evin tüm erkekleri dışarı çıkınca o gün için seçtikleri kişinin evinde toplaşırlardı. Küçük çocuklar yarım saat sonra okul için evlerinden ayrılacaklardı. Sokaklar çocuk sesleriyle doluşacaktı. Severdim çocukları. Onların dünyanın bana yeni yeni gösterdiği zalim yanıyla tanışmadığı için büründükleri saf mutluluk bana da enerji veriridi. Hayatın en güzel dönemlerinde olan bu küçük insanlarla yer değiştirmek isterdim. Her şeyden önce evvela okula gidiyorlardı. Ben ilk okuldan sonra bırakmıştım. Kardeşimin üstünde pijamalarıyla birlikte esneyerek mutfağa girişini izledim. Esnemesi bittiğinde “Günaydın.” Diye bir mırıltı çıkardı. “Günaydın Güney. Geç otur kahvaltını yap. İşe geç kalacaksın.” Dedim ona. Güney ilk okulu yeni bitirmişti. 11 yaşında yeşil gözlere, beyaz tene ve simsiyah saçlara sahipti. Tıpkı benim gibi. Annem ikimizin de hiç görmediği, daha doğrusu benim bebekken gördüğüm ama doğal olarak hatırlamadığım dayımıza benzediğimizi söylerdi. Gerçekten de Güney ve ben ailemizin geri kalanından çok farklıydık. Annem kumral, babam esmerdi. Abimse babama çekmişti. Güney ve ben yemyeşil gözler ve simsiyah saçlarımızla bu evdeki aykırı çiçeklerdik. “Tamam abla” yine ağzının içinden konuşuyordu. Uykusunu bölmeyi hiç sevmezdi. Ona kalsa hayat yiyip içip yatmaktan ibaret olurdu. Okul hayatı boyunca sınavları hiçbir zaman ortalamanın üstünde olmamış ödevlerini tam yapmamıştı. Sevmemişti bir türlü okulu. Babama gelip ben okumayacağım dediğinde ise babamın canına minnetti. Erkek çocuk okumazsa çalışırdı. Babam zaten dersleri kötü olduğu için kendisi bu fikri önereceğini söylemişti. Sonra yakın bir ahbabı olan Mehmet amcaya durumu bildirmişti. Mehmet amca oturduğumuz mahallenin en zenginiydi. Evleri daha bakımlı, sofraları daha zengin, kıyafetleri hep daha özenliydi. Onun ve ailesinin. Eşi Nazende hanımı hiç sevmezdim. Rahatlığın getirdiği bir kendini beğenmişliğe sahipti. Büyük kızı Itır ablayı çok tanımazdık zaten. Hep asosyaldi. Dışarı pek çıkmaz gerekmedikçe kimseyle muhatap olmazdı. Onu bir çok kez kitap okurken görmüştüm. Evlendiğinde ise başka bir mahalleye taşınmış ve iyice adı anılmaz olmuştu. Küçük kızı İclal ise çok sevecendi. Yaşıttık onunla. İlkokulu birlikte okumuştuk. En yakın arkadaşım diyemezdim ama samimiydik. Fazlıoğlu ailesine dair belki de tanımadığım tek kişi Iraz Fazlıoğlu’ydu. Mehmet amcanın tek oğlu ailenin en büyük çocuğu. Iraz'la hiçbir konuşmamız yoktu. Görürdük birbirimizi. İkimizde kim olduğumuzu bilirdik. Bazen onun öylece beni izlediğini görürdüm. Bazen onların evine misafir olurduk. İclal erken geldiğini söylerdi. Iraz çok farklıydı. Onunla sanki çok yakınmışız gibi hissediyordum. Ama bir o kadarda uzaktık ki onu göremiyordum. Fazlıoğlu ailesi benim için yakın ama bir o kadar da uzaktı anlayacağınız. Babam ve Mehmet amca iyi anlaşırdı. Annem ve Nazende hanım hiç konuşmazdı. Ben İclal'i severdim. Itır'dan uzaktım. Iraz dediğim gibi henüz çözemediğim çok farklı bir meseleyi. Kardeşim Mehmet amcanın yanında yer olmadığı için onun oğlu Iraz'ın yanında çıraklık yapıyordu. Bu garip bir şekilde içimi rahatlatıyordu. Kardeşim çıktıktan sonra onun sofrasını kaldırdım ve annemle babama ayrı bir sofra kurdum. Bu sırada ev telefonumuz çalmaya başladı. “Eldem'lerin evi buyurun.” “Abiciğim nasılsın?” uzun zaman sonra duyduğum abimin sesiyle içimde bahar havası oluştu. Heyecanım sesime yansıdı. “iyiyim abi sen nasılsın?” “Bende iyiyim. Gülşah annemle babam nasıl Güney ne yapıyor?” “onlarda iyiler. Güney işe gitti şimdi” “çalışsın bakalım. Okulu bırakıcam demek kolay. Eşek çalışsın da görsün hangisi kolaymış.” Abimin Güney’e en çok kızdığı konu buydu. Okumasını istiyordu kardeşinin. Kendisini de bu yönde yetiştirmişti. İleride ona Hakim Gürkan Eldem diyecektik. Tabii gözden kaçırdığı bir nokta vardı ki oda Güney halinden oldukça memnundu. “o halinden gayet memnun Abiciğim” dedim gülerek. O ise sıkıntılı bir nefes verip “ileride göreceğim ben onu.” Dedi. Bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapattık. Bende annem ve babamı uyandırmaya gittim. Kapılarını tıklatıp içeri girdim ve kahvaltının hazır olduğunu söyleyip çıktım içeriden.Onlar birazdan gelirlerdi. Babam bir devlet memuruydu. Belediyede yazı işlerine bakıyordu. Bu nedenle bir saate kadar işte olması gerekiyordu. Bir saatte kahvaltı edecek üstünü giyip belediye binasına kadar yürüyecekti. Annemde her zamanki gibi evde kalacaktı. Annem ve babam geldiğinde kahvaltıya oturduk. Sofralarımız eskisi gibi neşeli ve fazla çeşitli değildi. Babamın memur maaşını hem annemin tedavisine hem de diğer her şeye yetirmeye çalışıyorduk. Tabii tüm bunların arasında annemin moralinin bozulmaması için hiçbir şey belli etmemeye çalışıyorduk. Uzun zamandır yaptıklarımıza kıyasla daha güzel geçen bir kahvaltı yapmıştık. Nedeni abimin aradığını söylemedi. Annem abimin adı geçince bile çok mutlu olmuştu. Abim için seviniyorduk. Üniversiteye gidiyordu. İyi bir işi ve kazancı olacaktı. Tüm bunları yaparken bize yük olmamak içinde çalışıyordu. Bir ev kiralamıştı İstanbul’da. Bizim evimizden doğal olarak küçüktü ama eşyalıydı ve ona yetiyordu. Kendi düzenini kurmuştu. Mahallemizden ayrılıp İstanbul’a gidişi hüzünlendim iştirak bütün mahallelinin. Severlerdi abimi. İhtiyacı olana yardım etmekten çekinmezdi. Ağzından kötü söz çıktığını kimse duymamıştı. İçkisi kumarı yoktu ve okumuştu. Mahallenin çöp çatan teyzelerinin iki numaralı damat adayıydı. Birincisi abim gibi tüm bu iyi özellikleri taşıyıp üstüne zengin sayılan Iraz Fazlıoğlu'ydu. Kahvaltıdan sonra bulaşıkları yıkadım, annemin hastalığı için hijyen çok önemliydi. Haftada bir yaptığımız Ev süpürme işlemi artık günlük bir aktiviteyi. Bu yüzden elektrikli süpürgeyle tüm evi süpürmeye başladım. Süpürgeyle işim bittiğinde bir kuru bez ve bir nemli bezle konsol ve vitrinin tozunu almaya başladım. Masa her yemek sonrası siliniyordu zaten. Tüm bu işler bittiğinde saat 12.30 olmuştu. Kendimi koltuğa bıraktım. Annem zaten koltukta oturuyordu. Yavaşça dizlerine uzandım ve saçlarımı okşamasını istedim. Ağzımı bile açmadan sessiz bir istekti bu. Beni anladı ve pamuk eli saçlarımda dolanmaya başladı. Hem fiziksel hem duygusal yorgunluğun verdiği yetkiye dayanarak annemin dizlerinde uykuya dalmıştım ... Uyandığımda annemde uyuyordu. Onu koltuğa yatırdım ve üstüne bir battaniye örttüm. Bu sırada kapı çalmıştı. Gidip açtığımda gelenin yakın arkadaşım Nergis olduğunu gördüm. Nergis üst komşumuzun kızı benim en yakın arkadaşımdı. 1.60 boylarında hafif balık etli beyaz tenli ve kıvırcık sarı saçları olan tatlı bir kızdı. Kimisine göre bizim mahallenin en güzel kızı. Kapıdan görücüsü eksik olmazdı. Ama onun kalbine girmeyi başarabilen hiç kimse yoktu. Babası onu sevmediği biriyle evlendirmek istemediği için şanslıydı. Birlikte benim odama geçtik. Uzun zamandır doğru düzgün konuşamamıştık. O lise son sınıftı. Dediğim gibi babası ona çok değer veriyordu. Okumak istedi okuttu. Sevdiğiyle evlenmek istedi. Sevdiğini bekler. O derslerine dalmış mezun olmak için çabalarken bende ailem için çabalıyordum. “Saniye teyze nasıl oldu?” Diye sordu. Aynıydı. Her çabaya rağmen aynı. Yüzümün düştüğünü gördüğünde üstelemedi. “yakında mezun oluyorum.” Bu sefer ona baktım ve gülümsedim. “senin adına çok seviniyorum. Üniversiteye gidecek misin?” diye sordum. En çok merak ettiğimde buydu. Gidecek miydi? Ne olmak istiyordu. “Bir süre için hayır. Eğer ortalık düzelirse gönderirmiş babam. Başıma bir iş gelmesinden korkuyor.” Dedi. Doğruydu da. Üniversiteler karışıktı. Geceleri duvarlara yazılar yazılıyordu. Elemler propagandalar yapılıyordu. Sağ sol kavgası her yerdeydi. Birlikte büyüyüp sokakta birlikte oynayan çocuklar bu görüşler yüzünden birbirine el kaldırıyordu. Yürüyüşler yapılıyordu. Benim babamda abim için korkuyordu. “Sen bir şeye bulaşmadan da taraf seçmeni isteyecekler. Sağcıyım ya da solcuyum demediğin sürece her iki tarafta da yerin olmayacak.” O da sıkıntılı bir nefes verdi. “biliyorum.” Elini tuttum. “belki düzelir ve gidersin üniversiteye ha” yüzünde bir gülümseme oluştu. “giderim değil mi? Doktor da olurum.” “olursun olursun.” Sonra üzüntülü havadan bir anda kurtuldu. “bak ne diyeceğim. Dedikoducu Meral ablanın kızı vardı ya.” Dedi. Dedikodu vaktiydi anlaşılan. Bende güldüm ve meraklı hale büründüm. “Ayşe’yi de mi adı?” diye sordum. “evet Ayşe. İşte o kahveci Kemal amcanın oğlu Kamil'le kaçmış. Gitmişler Ankara’dan diyorlar. Meral ablanın kocası Kamil’i vuracakmış Kemal amca zor kaçırmış oğlunu diyorlar.” Dedi. Şaşırmamıştım. Küçüklüğümüzden beri Ayşe’nin başına bir şey geleceği belliydi. Hiç rahat durmazdı. Çokta ayran gönüllüydü. “şaşırmadım. Olan Kamil’e olmuş. Ayşe’nin babası daha da sokmaz onu Ankara’ya.” ... “bak sana ne diyeceğim.” Dedi Nergis. Yaklaşık bir buçuk saattir konuşuyorduk. “birkaç sokak aşağıya Naciye abla trikotaj atölyesi açacakmış. Eleman arıyormuş. Sende gidip çalışsana.” “bilmem ki.” Dedim. Kararsızdım. “Hem Saniye teyzenin tedavisine destek olursun. Hem rahatlarsın uzaklaşırsın biraz. Kızım burası eskiden böyle değildi. Eviniz ölüm kokmuş resmen. Birinizin bunu düzeltmesi lazım. Annen yapamıyor sen yap. Önce kendini düzelt.” Nergisini sözleri mantıklı geliyordu. Babama sorar izin verirse giderdim. Nergisi uğurladıktan sonra akşam yemeğini yapmak için mutfağa gittim. Bir süre sonra annem uyanıp yanıma geldi ve sohbet ederek yemeği yapmaya devam ettim. Ben ne kadar şaşırmadıysam masum numarası yapan Ayşe'ye o bir o kadar şaşırmıştı. Sofrayı kurmuş babamın gelmesini bekliyorduk. Yarım saat önce de Güney gelmişti. O her işten geldiğinde kirli ellerini görüyor bu zahmete katlandığı için kızıyordum. Abimi haklı buluyordum ama sabah işe giderken istediğini yaptığı için akşamdan kalan memnuniyetsizliğim kayboluyordu. Toplum ona kendi yolunu çizebilme özgürlüğünü vermişti, bu yüzden diyecek hiçbir şeyim yoktu. Mesela Nergis erkek olsaydı kendini kurtarır diyerek üniversiteye gönderilecekti. Mesela ben erkek olsaydım abim gibi okumayı ya da Güney gibi sanayiye gitmeyi tercih edebilirdim. Evde oturup ev işi öğrenmek kesinlikle tercihim değildi. Bu yüzden Güney’in tercihlerine karışmıyordum. Ona sağlanan bu ayrıcalığın kıymetini bilmiyorsa bu onun aptallığıydı Kapı çaldığında babam gelmişti. Koşarak gidip açtım. “hoş geldin baba” Gülümsedi bana. “hoş bulduk kızım.” Üstündeki ceketi çıkarıp verdi bende onu portmantoya astım. Ellerini yıkayıp masaya oturdu. Klasik aile sohbetleri eşliğinde yemek yerken babama iş işini nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum. Belki kabul edecekti. Bu ihtimale sığındım en sonunda “Baba” diye seslendim. Annem kardeşim ve babam bana dönmüştü. “Bugün Nergis'le konuştuktan Naciye abla trikotaj atölyesi açmış eleman arıyormuş. Bende çalışmak istedim. İzin verirsen konuşayım Naciye ablayla.” Heyecanla cevabını bekliyordum. Babam düşündü. Aklından geçenleri tahmin etmesi zor değildi. Para lazımdı. Faturalar dan alınacaklardan para kesecek haldeydim. Annem hastaydı ve tedavi masraflarını bir süreden sonra karşılayamayacak hale gelecektik. Parasızlık yüzünden annemi ölüme terk etme düşüncesi tüyler ürperticiydi. Bir yandan annemin evde yalnız kalacak olması vardı. Evde başına bir şey gelebilir ve biz bunu çok geç fark edebilirdik. En sonunda kararını verdi ve “Tamam kızım git konuş Naciye'yle.” Dedi. Kocaman gülümsedim. “teşekkürler baba.” Mutluluğuma diyecek yoktu lakin bir yanımda çok iyi biliyordu. Bu izni para için vermişti istediğim için değil. Ama hayatı anlık yaşamayı öğrenmiştim. Düşünüp üzülemezsin. Buda bir şeydi sonuçta. Ertesi gün Naciye ablayla konuştum. Beni işe almıştı. Annemin durumunu bildiği için sabah biraz geç gitmem konusunda da anlaşmıştık. Aylık 35 lira alacaktım. Güzel işti. Eve dönerken yüzüm gülüyordu. Annemin eski gün arkadaşlarından Hatice abla beni görünce selam verdi. Annemi sordu. İnsanların bize genel tepkisi buydu. Annen nasılla başlıyordu her muhabbet. Sonra Allah’tan ümit kesilmeze dönüyordu. Artık umursamamaya başlamıştım. Sonra karşıdan gelen İclal'i gördüm. Yüzünde bir gülümseme oluştu. O da bana gülümsedi. Yaklaştığımızda sarıldık ve yanaklarımızı öptük. “Bayağıdır görüşmüyoruz nasılsın? “ eli kolumu tutuyordu. “iyiyim sen nasılsın? Biliyorsun işte evden çıkamıyorum genelde.” “Bende iyiyim. Biliyorum. Allah şifa versin. Bir gün gel oturalım dertleşelim. Kafan dağılır.” “Amin. İnşallah uğrarım bir gün. Sende gel ama. Özletme kendini.” O bir şey diyemeden Iraz'ın sesi geldi. “İclal gel hadi alacaklarımızı aldım gidiyoruz.” “Geliyorum abi.” Diye seslendi İclal sonra tekrar bana döndü. “neyse canım. Konuşuruz tekrar bir ara. Gerçekten gel otura-" sözü yanımıza gelen Iraz tarafından kesildi. “İclal gelsene seni mi bekleye-“ Iraz’ın sözü ise beni görünce yarım kaldı. Bana bir baş selamı verdiğinde bende ona karşılık verdim. “Görüşürüz.” İclal’le vedalaşıp oradan ayrıldım 2071 kelime |
0% |