@singularity
|
Ankara’ya geri döneli 3 gün olmuştu. Bu süreçte en büyük destekçim Iraz olmuştu. Babamın kapısına gidip beni ve kardeşimi kabul etmeyeceğini öğrendiğimde beynimden vurulmuşa döndüm. Sokakta haykırdım resmen. Bunu beklemiyordum. Her şeye rağmen bu kadar değil demiştim. Babam o kadını eve getirdiğinde aslında bizi silmişti. Ve ben bunu aylar sonra fark etmiştim. Bir yandan abimin nerede ne halde olduğunu bilmemek canımı sıkıyordu. Askerler onu saldığında babamın kapısına gelecek ve babamın bizi kabul etmediğini öğrenecekti. Öte yandan Naciye abla yeniden onun yanında çalışmamı kabul etmişti. Bu sefer 50 lira verecekti. Bir şeyler düzene giriyordu. Oturduğumuz ev mahallenin uç köşelerinden birindeydi. Mahallede bulunan iki katlı müstakil evlerden biriydi. İlk katta mutfak ve salon vardı. Üst katta ise iki yatak odası ve salon vardı. İki kişi için büyüktü ama gayet güzeldi. Tek sorun kirayı çıkarabilir miydik? Önümüzdeki üç ay boyunca abimin bıraktığı para idare edecekti. Yemek ve faturaları da ona göre ayarlayacaktık. Kahvaltıdan sonra Güney’de birlikte işe gitmek için evden çıktık. Kapıda gördüğüm arabayla çok şaşırdım. Fazlıoğlu ailesinin arabasıydı. Sürücü koltuğunda da Iraz vardı. Bizi görünce arabadan indi. “geçiyordum. Güney’i de alayım dedim.” Deyince gülümsedim. “Hoş geldin. İçeri gir demek isterdim ama işe geç kalacağım.” Eyvallah der gibi bir hareket yaptı. “başka zamana artık.” Güney'e döndüm. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Bende kaşlarımı çattım. Hayırdır manasında bir baş hareketi yaptım. Bir şey yok dedi o da baş hareketiyle. Yanaklarını öptüm sonra. “Hayırlı işler ablacığım.” “sana da.” Dedi. Sesi keyif sızdı. Bir derdi vardı ama hadi hayırlısı. Sokaklarda ilerlerken beni görüp selam verenler oluyordu. Bazıları samimi olsa da çoğu dedikodu içindi. Bazen esnafın kendi arasında konuştuğunu duyuyordum. Önemli değildi. Benim yaptığım bir şey yoktu. Babam baba olmayı becerememişti. Sokaklarda ilerlerken okula giden çocukları görüyordum. Birbirlerine oturmaya giden kadınları görüyordum. Tabii az ileride gördüğüm kadar beni şaşırtan bir şey yoktu. Nazende hanım, Memnune ile birlikteydi. İki kalbi taşlaşmış birbirine çok yakışmıştı. Memnune'nin delici bakışları üstündeyken onu umursamadan geçtim sokakları. Naciye ablanın atölyesine geldiğimde, atölyenin girişindeki portmantodan bir önlük aldım. Bugünkü yapacağım iş belliydi. Makinalardan birinin başında ben vardım. ... İş çıkışı zamanı gelmişti. Herkes önlüklerini çıkarıp evlerine dağılıyordu. Burasıda tıpkı diğer her şey gibi aynı değildi. O çok sevdiğim çocukluğum dediğim mahalle ve insanlar artık beni üşütüyordu. İşe başladığım ilk gün yüzüne gülüp kendi aralarında yazık vah vah gibi konuştuklarını duyuyordum. Acıyan bakışların haddi hesabı yoktu. Onlar annesi ölmüş, babası kendisini istemeyen ve abisi hapse girmiş bir kız görüyorlardı bana bakınca. Ama çok daha fazlasıydım. Babam beni ve Güney'i kabul etmediği andan itibaren çok daha fazlası olmak zorundaydım. Kendim için değil, Güney için yapmalıydım bunu. Güney bir çocuktu, bana emanet bir çocuktu. Onu korumak kendi yolunu çizerken yardımcı olmak ablası olarak benim görevinde ve ben onun en çok bir yetişkine, yol göstericiye ihtiyacı olduğu bu zamanda kendi yasıma boğulup yalnız kalmasına izin veremezdim. Annem ölmüştü ama giderken bana kardeşimi bırakmıştı. Abim hapisteydi ama bir gün çıkacaktı. Babam... En çok o pişman olacaktı. En çok o üzülecekti. İnanıyordum ki affı da olmayacaktı. Güney benim tutunacağım tek daldı ve kırmalarına izin veremezdim. Zamanla acıyan bakışlarını sahte tebessümlerle gizlemeye çalışmış ve yanıma gelmişlerdi. Sorular soruyorlardı. Hepsi geçecek diyorlardı. Geçmeyeceğini annemi kaybederek çok net bir şekilde görmüştüm. Gelecek sözleri tamamen yalandan ibaretti. Her şeyde şaşırıyorlardı. İstanbul’u, abimi, babamla ne olduğunu soruyorlardı. Bazen anlatıyor bazen geçiştiriyordum. Nerede kaldığımda çabuk yayılmıştı. Iraz'ın kiracısı olduğumu öğrendiklerinde attıkları kınayan bakışlar ise beni şaşırtıyordu. Ayıp bir şey yoktu oysa ortada. Onun bir evi vardı. Benimse kalacak bir yer bulmam gerekiyordu. Her şey parasıyla değil mi arkadaşım? Kiralamıştım işte. Onların derdi ikimizin de bekar olmasıydı. Benim arkamda kimsecikler yoktu. Kolay elde edilebilir biriydim ben onlara göre. Aciz, her şeyi yapabilecek bir kadındım. İnsanların bu cehaletinden nefret ediyordum. Birilerini suçlamakta bu kadar gaddar davran bilmelerini bir türlü aklım almıyordu. Düşene bir tekmede ben atayım mantığı ile yaşayan bu kalbi kararmış insanlar dedikodudan, kaostan bekleniyordu. Akılları çıkıyordu birine güzel bir söz söyleyeceğim diye. İyi olmanın kötü görüldüğü bir toplumda yaşamak o kadar zordu ki. Bir türlü öğrenememişlerdi kendi işlerine bakmayı. Kötülük görünce susmayı, düzeltmeyi, mazlumu o kötülükten uzaklaştırmayı. Kendilerinin de kadın olduğunu, kadınların bu toplumun bir parçası olduğunu, o çok değer verdikleri insanların kadın olduğunu ve bir gün kadınların maruz kaldığı o muameleye maruz kalabileceklerini unutan bu ahmak insanlar bizlerin nefes almasını zorlaştırıyordu. Ah ne de zordu bu devirde başın dik gezmek. Kadını erkeği fark etmiyordu. Öyle yozlaşmıştı ki herkes nefes alsak yanlış nefes alıyorsun diye kınamaya başlayacaktı. Bıktım mı, yoruldum mu, yoksa sıkıldım mı? Belki de hepsi. Atölyedeki eve doğru yürümeye başladım. Hava kararıyordu yavaş yavaş. Aralığın başındaydık. Yakında kar da yağardı. Bir kaç günü vardı. Soğuktan kızaran ellerime nefesimi üfledim. Kabanıma iyice sarınıp tanıdık yollardan ilerledim. Her yerde ayrı anısı olan bu mahalle artık o kadarda güzel değildi. Anlıyordum onu güzel yapan mutlu ailendi. “Hanımefendi. Hüviyetinizi görebilir miyim?” önüne geçen askerle ilk başta korksam da eski annenden kalan çantamın içinden hüviyetimi çıkardım. Asker her ne kadar kibar bir cümle kursa da sesi çok sertti. Bilgilerimi kontrol ettikten sonra eliyle gidebilirsin gibi bir işaret yaptı. Yoluma devam ettim. Eve geldiğimde içerisinde soğuğu tüm bedenimi titretti. Iraz'ın aldığı eşyalar arasında silindir şeklinde birde soba vardı. Sabah Güney’in hazırladığı kovayı yaktım. Gelince bir kova daha hazırlaması gerekecekti. Tabi benim yakacak almam da lazımdı. Buradakilerin çok fazla idare edeceğini sanmıyordum. Mutfağa geçtim. Buranın eksiklerini de abimden kalan parayla halletmiştik. Çok fazla malzeme yoktu. Çok fazla paramızda yoktu ama karnımızı doyurabilirdik. Tencereye şu koydum ve çakmakla açtığım ocağın üstüne koydum. Dolaptan bir paket makarna çıkardım. Güney gelene kadar makarna hazır olurdu. Kapının çalmasıyla mutfaktan çıktım. Güney gelmişti. İlk iş olarak banyoya gitti. Elleri her işten geldiğinde simsiyah oluyordu. Makarnayı tabaklara koyduktan sonra iki kaşıkta aldım. Masa örtüsünü Güney gelmeden önce sermiştim. Şimdi onun banyodan çıkıp üstünü değiştirmesini bekliyordum. Güney mutfağa geldiğinde tabağındakilere baktı. “makarna mı o?” diye sordu. “evet, makarna.” Sandalyesine oturdu ve makarnasının tadına baktı. “eline sağlık.” Dedi. Sabahtan beri bir değişikti. “Ablacığım senin sıkıntın ne?” dalgın dalgın yemeğini yerken en son dayanamayıp sormuştum. “Iraz abi neden bu sabah bizim eve geldi?” şaşırdım. Böyle bir sorun beklemiyordum. En azından dert edineceğimiz bir çok şey varken konunun Iraz olmasını hiç beklemiyordum. “Nereden bileyim ben? Senin ustan değil mi? Sen söyle. Sabah senin için geldiğini söyledi.” Dedim. “Bilmiyorsun yani?” dedi. Mahallelinin kınayan bakışlarını biliyordum. Dedikodu çıktı mı bilmesem de insanların ona ait bir evi kiralamış olmamdan rahatsız olduğunu biliyordum. Ama kardeşimden bunları duymak beni yaralamıştı. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yokken onun bu asılsız şeylere kulak vermesi öfkelendirmişti. “Açık konuş Güney.” Sert sesimin onu caydırdığını gördüm. Ama yine de sözlerine devam etti. “eğer aranızda bir şey-“ Elimi sertçe masaya geçirdim. “Olsaydı bilirdin. Merak etme babam gibi bir akşam yemeğinde ailemizin yeni üyesi diye kocamı getirmem. Aklım başımda abimiz yokken, babam bir şırfıntının peşinde köle olmuşken en önemlisi annemiz gitmişken koca peşinde koşmam. Ablanı tanımıyorsan al bak işte buradayım tanırsın. O yüzden. Ağzından. Çıkanı. Kulağın. Duysun.” Bağırmıyordum. Ama sesim bağırsam daha iyi olurdu tonundaydı. Güney önce başını eğdi sonra “özür dilerim.” Diye mırıldandı. “Duyamadım. Gözerime bak.” Kafasını kaldırdı ve “özür dilerim.” Dedi. Sesi bu sefer daha yüksekti. Ne olduğunu anlamadan gözlerim doldu ve yaşları tutamadım. “Güney ben özür dilerim. Seni asla bırakmam ama bana yardım et. Çok yoruldum. Güçlü durmaya çalışıyorum ama ben annemi çok özledim. Abimi düşünmek istemiyorum çünkü nerede, ne halde olduğunu bilmiyorum ve babamdan bahsetmeleri gerek bile yok. Tutunacağım tek dalım sensin ve ben kendimi kaybettim özür dilerim.” Sanırım bir krizin eşiğindeyim. Güney ne yapacağını şaşırmıştı. Hüngür hüngür ağlıyordum. En sonunda yanıma geldi ve bana sıkıca sarıldı. Bir süre birbirimize sarılarak ağladık. O ağladı, ben ağladım. Annemize, babamıza, abimize, dağılan ailemize her şeye döküldü o akşam göz yaşlarımız. Kaybetmiştik. Bu öyle bir kayıptı ki. Nereden tutsak elimizde kalıyordu. En önemlisi ikimizde birer çocuktuk. En sonunda ağlamaktan şişen gözlerimizle birbirimizden ayrıldık. Odamdan döşekleri getirdim. Evdeki tek sobanın önüne döşekleri serdim. Işıklar kapandığında ikimizde kendi iç dünyamıza dönmüştük. Gözlerim artık ağlamaktan acırken uykuya daldım. O gece rüyamda her şeyi uzaktan izlemiştim. 15 yaşındaydım. Abim ve Güney okuldan babam işten geliyordu. Annemle ben sofrayı hazırlıyorduk. Kahkahalar, gülüşmeler her yerdeydi. Mutluyduk. Ve ben tüm bunları uzaktan bir camda izliyordum. Kırıcı, özlem dolu ama rahat bir uykusu. Sabaha kadar uyanmamıştım. 1298 kelime <3 |
0% |