Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm: Kurtarıcı II

@sistematikci

Önceleri karanlıkta dışarı çıkmaktan korkan biz, şimdi özgürlük için karanlığa doğru koşuyorduk. Durumumuz ateşte yanmamak için yüzme bilmeyen birinin suya atlamasına benziyordu. Orada kalsaydık yavaş yavaş ölecektik. Şimdi en fazla ne olabilirdi ki? En kötü ihtimalle vahşi bir hayvan bize saldırır ve işimiz hızlı bir şekilde biterdi.

Acılarımız bize güç veriyordu. Henüz onlardan yeterince uzaklaşamamıştık ama artık bu işin geri dönüşü yoktu. Zaten oraya dönmektense ölmeyi tercih ederdik. Acılarımızı, kayıplarımızı, yaralarımızı ve tüm kötülükleri ardımızda bırakarak koşuyorduk. Her adımda biraz daha özgürlüğe yaklaşıyor, biraz daha yüklerimizden kurtuluyorduk.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordu Lana.

"Buradan uzağa," dedim kısaca. Bir süre sessiz kaldık. İkimiz de düşüncelerimizle baş başa yürüyorduk. Zaman geçtikçe adımlarımız yavaşlamaya başladı. Bazen dik yamaçlardan yukarı tırmanıyor, bazen de aşağıya iniyorduk. Korkunun verdiği o ekstra enerji de tükeniyordu. Dinlenmeye ihtiyacımız vardı.

Esir kampından oldukça uzaklaşmıştık. Daha fazla kendimizi zorlamanın bir anlamı yoktu. Kardeşimle uygun bir yer bulup durduk ve nefes nefese dinlenmeye başladık. Bacaklarımı uzattığımda yorgunluğun tüm bedenimi nasıl sardığını fark ettim. Kaçışın adrenaliniyle acıyı hissetmemiştim ama şimdi vücudumun yıprandığını iyice anlıyordum.

"Jackson tam kurtulduk derken bir ayının bize saldırması yok mu?" dedi Lana gülümseyerek.

"Şu an üstündeki kokuyu alan herhangi bir canlı, emin ol baygınlık geçirir. Merak etme," dedim, gülerek. Birkaç saniye güldükten sonra sessizlik tekrar aramıza döndü. Ben sırt üstü uzanarak gökyüzünü seyretmeye başladım. Yıldızlar, gecenin siyahında parıl parıl parlıyordu. Bu manzara her zaman rastlanacak bir şey değildi. Etrafta doğanın seslerinden başka hiçbir yapay gürültü yoktu; sadece hafif bir rüzgarın yaprakları hışırdatan sesi ve uzaktan gelen baykuş ötüşleri duyuluyordu.

Bu sessizliğin içinde huzur buldum. Esir kampından kaçmamızın ardından gelen bu an, yaşadıklarımızın zorluğuna rağmen bir anlığına bile olsa rahatlamamızı sağlıyordu. Gökyüzüne bakarken yıldızların ışığı altında hissettiğim özgürlük duygusu beni daha da güçlendirdi. Burada, şu anda sadece Lana ve ben vardık; başka hiçbir şeyin önemi yoktu.

Doğa gibi neden barış içinde yaşayamıyorduk? Birbirimize zarar vermeden yaşamak bu kadar zor olmamalıydı. Hayvanlar bile sadece yiyecek bulmak ya da yuvalarını korumak için birbiriyle mücadele ediyordu. Oysa biz insanlar, para için, anlamsız hırslar için birbirimize zarar veriyorduk. Akıllı varlıklar olarak hayvanlardan üstün olduğumuzu iddia ediyorduk ama aslında pek çok konuda onlardan geri kalmıştık. Bu böyle olmamalıydı, hem de hiç.

Biz tüm bunları neden yaşıyorduk? Altın madenindeki birkaç parça altın için mi? Orada yaşananları bizzat deneyimlemiştim. İnsanlar, maddiyat uğruna harcanıyordu. İstilacı askerlerin yaptıkları insanlığa yakışmayan şeylerdi. Birkaç parça altın için sayısız insanın hayatı karartılmıştı. Bizlere resmen hayvan muamelesi yapılıyordu. Ahırlarda yatırılmak, akşama kadar çalıştırılmak, kırbaçlanmak ve zayıf düştüğünde öldürülmek...

Askerlerden duyduğuma göre krallık bu zulümlere tepkisiz kalıyormuş. Daha önce hiç ülkenin merkezine gitmemiştim; hatta yaşadığım ülkenin adını bile bilmiyordum. Biz, merkezden uzakta, bağımsız bir köyde yaşıyorduk. Ancak küçükken babamın abime krallığı anlattığını hatırlıyorum. Ben de bir kulağımla onları dinlerdim.

Ülkede bizim gibi pek çok büyük küçük köy vardı ve bu köylerin hepsi krallığa bağlıydı. Biz her ne kadar krallıkla pek temas halinde olmasak da, ürettiğimiz ürünlerin ve hayvanların bir kısmını her ay birkaç kişi krallığa vergi olarak götürürdü. Kral hakkında hiçbir şey bilmiyordum fakat hayatımız boyunca onlara bir kez ihtiyacımız olmuştu, onda da hiçbir yardım gelmemişti.

Her şeye rağmen şu an hayattaydım. Yanımda sahip olabileceğim her şeye sahiptim. Uzun zamandır içimde böyle bir huzur hissetmemiştim. Ne benden nefret eden babam, ne benimle uğraşıp beni hırpalayan Samuel, ne de bana işkence edip zorlu şartlarda çalıştıran askerler vardı. Sadece kız kardeşimle beraberdim. Hava serindi ama dondurucu bir soğuk değildi. Bu serinlik uzun zamandır hissetmediğim bir rahatlık getiriyordu. Yorgun düşmüştüm; gözlerim ağırlaşmaya başlamıştı. Kız kardeşime baktığımda büzülmüş bir şekilde mışıl mışıl uyuyordu. Onu böyle huzurlu görmek içimde bir sıcaklık yarattı. Öyle güzel uyuyordu ki ona özendim. Biraz uyumanın zararı olmayacağını düşünerek gözlerimi kapattım ve yıllardır hissetmediğim bir mutlulukla rüyalar alemine daldım.

Yüzüme çarpan güneş ışıklarıyla birlikte kulağıma gelen insan sesleri beni uykumdan uyandırdı. İlk başta ne olduğunu tam olarak kavrayamadım; üzerimde bir ağırlık vardı. Ama gerçekten insan sesleri duyduğumu fark edince hızla yerimden fırladım. Yanımda hala derin uykuda olan kız kardeşime baktım. Hemen omzuna dokunarak onu uyandırdım. Lana, gözlerini açar açmaz bir şey söylemek üzereydi ki hızla elimi ağzına kapattım ve sessizce, "Şşş..." dedim. Ona işaret yaparak dinlemesini söyledim.

"Buradalar," dedim fısıldayarak. Lana başını onaylarcasına salladı. Onun elini tutarak yavaşça ayağa kalkmasına yardımcı oldum. Adımlarımızı sessizce atarak oradan uzaklaşmaya başladık. Kısa süre sonra, köpek havlamaları da duyulmaya başladı. Bu, tehlikenin yaklaştığını gösteriyordu. Artık daha hızlı hareket etmemiz gerekiyordu. Adımlarımızı hızlandırdıkça havlamaların şiddeti de artıyordu. Kalbim deli gibi atmaya başladı; peşimizde olduklarını biliyordum.

"Lana, koş!" diye bağırdım, sesim korkuyla karışmıştı. Hemen hızlandık; adımlarımız ormanın sessizliğini delip geçiyordu. Peşimizdeki köpeklerin havlamaları giderek yaklaşıyor, askerlerin bağırışları kulaklarımızı tırmalıyordu. Köpekler kokumuzu almış olmalıydı. Kaçmak zorundaydık; yakalanırsak, beni öldürmeleri gerekecekti çünkü bir daha o cehenneme geri dönmeyi asla kabul edemezdim.

Lana'nın elini daha sıkı tuttum ve adımlarımızı hızlandırdık. Kalbim göğsümde patlayacak gibi atıyordu, her nefes alışımda ciğerlerim yanıyordu. Durma lüksümüz yoktu. Köpekleri şaşırtmak için ağaçların arasından zigzag çizerek ilerlemeye çalışıyorduk. Kafamda tek bir düşünce vardı: özgürlük.

"Orada!" diye bir ses duydum arkamızdan. Bizi görmüşlerdi. Lana'nın ayağı bir dala takılıp yere düştü. Arkama baktığımda bir köpeğin ona doğru atıldığını gördüm. Hiç düşünmeden kardeşimin önüne atılarak siper oldum. Köpekle boğuşmaya başladım. Köpeği yere yatırıp altımda sıkıştırdım. Nefes nefese kalmıştım. Kız kardeşime dönüp, "Koş!" diye bağırdım. Lana önce bana, sonra yaklaşan askerlere baktı ve tereddüt etmeden koşmaya başladı. Onları oyalamak zorundaydım.

Köpek vahşice hırlıyor, sivri dişlerini göstererek beni ısırmaya çalışıyordu. Tüm gücümle ona vurmaya başladım ama köpek sanki kudurmuş gibiydi; durmadan saldırmaya devam ediyordu. Sonunda köpek darbelere dayanamayarak bayıldı. Henüz rahatlamaya fırsat bulamadan iki köpek daha üstüme doğru atıldı. Omzuma ve koluma saplanan dişlerinin acısı tüm bedenimi sarstı. Acı içinde bağırdım. Lana'nın kaçması için bu acıya katlanmalıydım.

Islık sesiyle beraber köpekler benden uzaklaştı. Nefes nefese kalmıştım, her şey bulanıklaşıyordu. O sırada bir adamın bana doğru yaklaştığını gördüm. Bu dün gece kız kardeşimi onun elinden kurtardığım adamdı. Gözlerinden öfke fışkırıyordu. Bir şey söylemeye fırsat bulamadan adam beni boğazımdan tutup havaya kaldırdı. Nefes almakta zorlanıyordum, bedenim acıdan titriyordu.

“Beni hatırladın mı?” diye sordu, sesi buz gibi soğuktu. Daha ne olduğunu anlayamadan karnıma sert bir yumruk yediğimde, acı tüm bedenime yayıldı. Hemen ardından yanağıma inen sert bir yumrukla başım yana savruldu. Gözlerim karardı, ağzımın kenarından sıcak kanın sızdığını hissettim. Askerler çevremizde daire oluşturmuştu; köpeklerde sinirli bir şekilde hırlıyordu.

"Niye susuyorsun ufaklık? Dilini mi yuttun beni görünce? Kabul et seni bulacağımı beklemiyordun," dedi alaycı bir gülümsemeyle. Ardından yüzüme sert bir yumruk attı. Yere düştüm, başım zemine çarptığında etrafımda adeta yıldızlar dönüyordu. Tam köpekler üzerime atılacakken adam onları bir işaretle uzaklaştırdı.

"Bu zevki itlerime bırakmam, merak etme," diye ekledi. Beni kolumdan tutup ayağa kaldırdı ve ardından boğazımı sıkmaya başladı. Gözlerinden öfke saçıyordu. Ellerimle onun boğazımı sıkan elini kavradım, kurtulmaya çalıştım ama adam benden çok daha güçlüydü. Nefes almak gittikçe zorlaşıyordu; boğazımdaki ellerinin baskısı ciğerlerime giden yolu tamamen kapatmıştı.

Göreceğim son şeyin bu adamın nefret dolu suratı olmasını istemiyordum. Vücudum istemsizce çırpınmaya başladı; her kasımı kullanarak mücadele ediyordum ama gücüm hızla tükeniyordu. Gözlerimin önündeki karanlık giderek yoğunlaşıyordu. Buna rağmen mücadelemi sürdürüyor, ne pahasına olursa olsun kurtulmaya çalışıyordum.

"Yanındaki güzel prenses nerede? Onu göremedim. Sevgilime iyi bakmışsındır umarım," dedi adam alaycı bir şekilde. "Söylesene, o senin neyin oluyor? Arkadaşın mı? Kardeşin mi? Sevgilin mi? Hayır, sevgilin olamaz. Olsa olsa eski sevgilin olur," diye ekledi. Ben hâlâ çaresizce çırpınmaya devam ediyordum.

"Niye konuşmuyorsun? Bir şey söylemek ister misin?" dedi adam boğazımı sıkmayı biraz gevşeterek. Yüzüme bakan gözleri bıyıklarının arasındaki pis sırıtışla parlıyordu. Boğazımdaki baskının biraz azalmasıyla birlikte tüm gücümü toplayıp yüzüne tükürdüm. Onun yüzündeki sırıtış birden kayboldu, öfke belirdi.

Ani bir hareketle kılıcını çekti. "Söz veriyorum," dedi, sesi kararlı ve tehditkar bir şekilde, "O kızı bulup her gece ona istediğini vereceğim. Gözün arkada kalmayacak."

Bu sırada bir biri ardına askerler yere yığılmaya başladı. İlk başta ne olduğunu anlamadım ama sonra bunun beni kurtlardan kurtaran okçudan başkası olmadığını anladım.

"Ne oluyor lan?" dedi başımdaki asker, panik içinde etrafa bakındı.

"Tuzağa düşürüldük," diye bağırdı diğer asker sesi titreyerek. Birer birer askerler yere serilmeye devam ediyordu. Okçu onları teker teker etkili bir şekilde alt ediyordu.

Köpeklerin havlamaları giderek yükseliyordu. Askerler etrafı tarayarak birisini ya da birilerini görmeye çalışıyordu. Bir anda uzak bir ağacın üstünden belirdi. Hızla bir askerin üzerine atlayarak onu etkisiz hale getirdi. Köpekler okçuyu fark etmiş; ona doğru koşmaya başlamıştı. Okçu bir dizi ani hareketle iki ok fırlattı. Her iki ok da hedefini buldu, köpekler yere yığıldı. Okçunun her hareketi ustaca planlanmıştı. Her atışı hedefi buluyordu.

"Okçu," dedim sessizce. Dikkatle etrafa baktığımda geriye sadece beş asker kalmıştı.

Bir asker öne atıldı, kılıcını okçunun üstüne doğru salladı. Okçu çevik bir hareketle kılıç darbesinden kaçındı ve hemen askerin karnına sert bir yumruk savurdu. Asker yere yığıldığında okçu hızla bir ok çekip onun vücuduna sapladı.

Diğer bir asker, okçunun yönüne doğru hızla yaklaşırken okçunun elindeki ok havada dönerek mızrak gibi askerin kafasına doğru fırladı. Ok, hedefini buldu ve asker başından ağır bir darbe aldı.

Savaşın karmaşası içinde okçu hızla hareket ederek diğer askere doğru koştu. Kayarak bacağına doğru sert bir darbe indirdi. Asker acı içinde yere yıkıldığında okçu anında üzerine atıldı ve işini tamamladı.

Bir başka asker, kılıcını havaya kaldırarak okçunun üzerine doğru hamle yaptı. Okçu adeta bir rüzgar gibi hareket etti; düşmanının darbesini ustaca savuşturdu ve ani bir kıvrılma hareketiyle askerin yanına geçti. Sol eliyle askerin kolunu kavrayarak onu dengesiz bir pozisyona getirdi. Sonra soğukkanlı bir şekilde onun işini bitirdi.

“Sen de kimsin lan?” dedi başımdaki asker öfkeyle.

Yerde ağır yaralı yatan asker zar zor sesini çıkararak, “Komutanım, bu liderin aradığı adam!” dedi. Komutanın yüzünde önce şaşkınlık belirdi, ardından sırıtış sinsi bir sırıtışa dönüştü. En sonunda sırıtışı kahkahaya dönüştü.

Kahkahası ormanın sessizliğini bozarak çevredeki tüm dikkatleri üzerine çekti. Komutan beni bıraktı ve okçunun üzerine doğru yönelmeye başladı. Okçu, başını öne eğmiş bir şekilde yayını sıkıca kavradığı halde kıpırdamadan duruyordu. Onu son gördüğümden beri kapşonu doğanın renkleriyle uyumlu kalmıştı, her zamanki gibi gizemli ve etkileyici bir duruş sergiliyordu.

“Bu kampa getirilmen James'in çok hoşuna gidecek,” dedi komutan gözlerindeki sinsi ışıltı belirginleşerek. “Beni en üst rütbeye yükseltecektir.”

"Askerlerim işini bitiremedi. Bir işi yapacaksan kendin yapacaksın," dedi komutan. Kılıcını kınından çekti ve okçunun üzerine doğru saldırmaya başladı. Komutanın kılıcı havada keskin bir şekilde parlıyordu; her darbe, havanın keskinliğini artırıyordu. Okçu ise çevik hareketlerle komutanın her saldırısından ustalıkla kaçıyordu. Daha önce böyle dövüşen birisini görmemiştim. Hiçbir şekilde karşılık vermiyor, sadece savunma yapıyordu. Komutan yorulmuş ve giderek daha sinirli görünüyordu.

"Ne kadar korkakça dövüşüyorsun," dedi komutan nefes nefese kalmış bir şekilde. Okçu, yayını bıraktı ve komutana doğru yürümeye başladı.

"Evet işte böyle," dedi kendine güvenli bir şekilde. Komutan, okçunun cesur hareketine karşılık olarak kılıcını yere bıraktı ve okçunun üzerine doğru yumruk salladı. Okçu, yumruğu çevik bir hareketle savuşturdu ve boşta olan eliyle komutanın boğazına sert bir darbe indirdi. Bu hareket inanılmaz bir hız ve doğrulukla gerçekleştirildi. Tüm bu olaylar beş saniye içerisinde gerçekleşmişti.

Boğazından aldığı darbenin etkisiyle komutanın nefesi kesilmişti; elleriyle boğazını sıkıca kavradı. Gözleri şaşkınlıkla doldu ve dizleri titredi. Kısa bir süre sonra çaresizce yere yığıldı. Komutanın yüzündeki korku ve çaresizlik, dövüşün acımasız sonucunu net bir şekilde gösteriyordu.

Dövüş bittikten sonra Lana ağaçların arasından göründü. Gözleri endişeyle parlıyordu. Koşarak yanıma geldi ve sımsıkı sarıldı. ''Bu adamla karşılaştım ve yardım istedim,'' dedi, sesi hala titriyordu.

Lana'ya sarıldıktan sonra okçuya bakmaya başladım. Yollarımız tekrardan kesişmişti; üstelik hayatımı ikinci kez kurtarmıştı. Bu sadece bir tesadüf müydü yoksa kader mi?

Devam Edecek!!!

Bu bölümü beğenenlerin ve beğenmeyenlerin eleştirilerini ve değerli yorumlarını bekliyorummm. *-*

Sorular:

Soru 1: Kaçış, dövüş, boğuşma, aksiyon sahneleri sizce nasıldı?

Soru 2: Sizce Jackson ve kardeşinin, okçu ile karşılaşması tesadüf mü? Okçu onlara yardım edecek mi?

Loading...
0%