Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm: Kurtarıcı

@sistematikci

Birden, kurtlar acı içinde inlemeye başladı. Korkudan gözlerimi açamıyordum. Bağırışım onları mı korkuttu? Sesim o kadar da korkutucu olmasa gerek; normal kalınlıkta bir sesim vardı. Gözlerimi açar açmaz bir kurdun üstüme doğru atladığını fark ettim ama havadayken kafasından bir okla vuruldu. Bu olay birkaç saniye içinde gerçekleşmişti. Diğer kurtların da aynı şekilde ayaklarında, karnında ve hatta kafalarında saplanmış oklar vardı. Kurtların birer birer yere yığıldığını görmek içimde hem rahatlama hem de şaşkınlık yarattı. Ne olduğunu idrak edemiyordum.

"Neler oluyor?" dedim sesim titreyerek. Etrafta yalnızca kurtların acı içindeki sesleri vardı. Kim olduğunu göremediğim bir kişi hayatımı kurtarmıştı. Ben ise öylece, boş boş hala yerde yatıyordum. Sağımda ve solumda ölü kurtlardan başka hiçbir şey yoktu. Etrafı dikkatlice dinlemeye başladım, ama başka hiçbir hareketlilik göremedim. Sessizlik hâkim olmuştu.

Bir süre etraftan ses çıkmayınca daha fazla beklemeden beni kurtaran kişiyi görmek için kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Kurtları öldürüp beni kurtaran kişiyi merakla bekliyordum. Yavaş adımlarla, okların geldiğini düşündüğüm yere doğru ilerlemeye başladım. Adımlarımın her biri karanlık ormanda yankılanıyordu. Acı içinde ama kararlı bir şekilde ilerledim.

"Hey! Kimse var mı?" diye bağırdım ama sesime hiçbir cevap gelmedi. Yavaş adımlarla yürümeye devam ederken bacağımın güçsüzleştiğini hissettim ve bir anda yere yığıldım. Düşündüğümden çok daha fazla yara almıştım. Yaram muhtemelen iltihap kapmıştı ve kalkacak gücüm kalmamıştı. Başımı kaldırarak etrafa baktım, etraf hâlâ sessizdi. Derin bir nefes alıp, acının etkisiyle titreyerek etrafı dinlemeye çalıştım. Birkaç dakika boyunca ormanın huzursuz sessizliği içinde kendimi dinlemeye devam ettim, ama yanıt yoktu. Gözlerim kararmaya başlamıştı ve etrafımdaki her şey bulanıklaşmıştı.

"Lütfen yardım," dedim acı içinde. Üzerime ağır bir yorgunluk çökmüş gibi hissettim ve gözlerimi yavaşça kapadım. Son duyduğum şey bana yaklaşan bir ayak sesiydi.

Gözümü açtığımda kafamda dayanılmaz bir ağrı vardı. Başıma doğru elimi götürüp kendime gelmeye çalıştım. Tam böyle ne olup bittiğini anlamaya çalışırken bir mağarada olduğumu anladım.

Kendime geldiğimde, "Neredeyim ben?" dedim kendi kendime. En son ormanda yaralı bir şekilde durduğumu hatırlıyordum. Kurt saldırısından bir adamın beni kurtardığını ve ardından bayıldığımı sanıyordum. Görünüşe göre beni kurtaran kişi beni buraya kadar taşımış, üstelik sadece getirmekle kalmamış, bacağımdaki yarayı mikrop kapmasın diye de temizlemiş ve tedavi etmişti. Bu beni kurtaran kişinin hayatımı iki kez kurtardığını gösteriyordu.

İçerisi oldukça sıcak ve korunaklı görünüyordu. Üzerimdeki örtü yumuşak ve rahat bir dokuya sahipti. Mağaranın girişinde de bir ateş yanıyordu.

Beni kurtaran kişiyi merak ediyordum. Onu görüp en azından teşekkür etmeliydim. Yattığım yerden kalkmaya çalıştım ama yaşadıklarımın ardından zaten zayıf olan vücudum daha da güçsüzleşmişti. Kendimi fazla zorlamadan oturma pozisyonuna geçerek arkamı duvara yasladım ve adamın gelmesini beklemeye başladım.

Artık sabah olmuştu. Hava günlük güneşlikti. Dün geceki doğanın korkutuculuğundan en ufak bir iz kalmamıştı. Dün bana karanlık tarafını gösteren doğa adeta cennet bahçesine dönüşmüştü. Kuşların neşeli cıvıltıları mağaranın derinliklerine kadar ulaşıyordu. Dışarının sıcaklığı burada neredeyse hissedilmiyordu. Mağarada sürekli bir hava akışı vardı ve bu da iç mekanın dışarıya göre daha serin olmasını sağlıyordu. Mağara geniş ya da büyük değildi. Fakat derinlere giden bir bölme olduğunu fark etmiştim. Bu derinlik, mağaranın içindeki serin esintinin kaynağı gibi görünüyordu. Sanırım mağaranın başka bir çıkış noktası daha vardı, bu yüzden buradaki hava oldukça serin ve dinlendiriciydi.

Mağaranın girişinden içeriye bir ışık süzülmeye başladı. Işığın arkasında eski bir kapüşonlu okçu elbisesi giymiş, sakalı ve uzun saçları olan bir adam belirdi. Yüzündeki sert ifade onun savaşçı bir geçmişe sahip olduğunu hemen belli ediyordu. Gözleri yaşamış olduğu zorlukları ve deneyimleri yansıtıyordu.

Ona meraklı gözlerle, hiç ses çıkarmadan bakıyordum. Sanırım dün hayatımı kurtaran kişi bu adamdı. İçimden ona sıkıca sarılmak geliyordu ama adamın ciddi yüz ifadesi bu düşüncemi bastırıyordu. Görünüşe göre pek dost canlısı birisi değildi. Yüzünde bana karşı en ufak bir tebessüm bile göremiyordum. Yüzüme hiç bakmamıştı bile.

Beni kurtarmış ve yardım etmiş bir yabancı olarak, bir aile üyesinden göreceğim yardımdan çok daha fazlasını yapmıştı. Babamdan, abimden ya da köyümdeki herhangi bir kişiden böyle bir yardım görmemiştim. Bu tanımadığım adam, benim için canını tehlikeye atmıştı. Kafamda yüzlerce soru vardı ama öncelikle ona teşekkür etmeliydim.

Adam elindeki tası bana uzatınca yavaşça tası elinden aldım. İçindeki sıvı oldukça garip bir görünüme sahipti. Şu zamana kadar edindiğim tecrübeye göre, böyle şeylerin tadı genellikle görünüşünden daha iğrenç oluyordu. İçmek ile kurtlara yem olmak arasında pek bir fark göremiyordum.

Adam bana iç işareti yapınca tasa önce göz ucuyla baktım. Ardından gözlerimi kapatarak zorla o sıvıyı içtim. Suyu içtikten sonra tüm fikrim değişti. Görünüşünden ön yargılı olduğum bu sıvı, görüntüsünün aksine hiç de fena değildi. Acaba dış görünüşün gerçeği yansıtmadığı bu şey, bu adam için de geçerli miydi? İçimden terslenmemeyi dua ederek, "Beni kurtardığın için teşekkür ederim," dedim.

Adam bana göz ucuyla baktı fakat bir şey demedi. Kendisinin teşekkürlerim karşısında pek bir şey hissetmediği belliydi. Acaba yabancı birisi miydi? Dilimi anlamıyor olabilir miydi? Ellerini bir süre mağarada yanan ateşe tuttuktan sonra, mağaranın derinliklerine doğru yöneldi ve gözden kayboldu. Merakla gözlerimi takip ederken bir süre sonra elinde canlı bir tavukla geri döndü. Tavuğu yere koydou ve nazikçe onunla ilgilendi, başını okşadı. Bir sonraki aşamanın ne olacağını az çok tahmin edebiliyordum, bu yüzden gözlerimi kapadım. Uzun bir süre geçmeden tavuğun kesilme sesi geldi.

Adam tavuğun tüylerini yolduktan sonra dikkatle ve ustaca kesmeye başladı. Kısa süre içinde tavuğun butlarını ateşe tutarak pişirmeye başladı. Butlar piştikten sonra, adam yanına gelerek bana iki tane but verdi. O kadar acıkmıştım ki yarım saat önce canlı olan tavuğu düşünmeden butları hızla ısırdım ve bitirdim. Karnım hâlâ açtı ama adamı tanımadığım, samimiyet kuramadığım ve onun pek sıcakkanlı biri olmadığı göz önüne alındığında bir but daha istemeye cesaret edemedim. Adamın soğukkanlı tavırları, içimdeki açlık ve belirsizlikle birleşince gözlerim daldı ve derin bir iç çekerek kendimi mağaranın serin köşesine yasladım.

Böyle uzaktan uzaktan durarak gün geçmezdi. Bu isimsiz kahramanı tanımayı çok istiyordum. Eğer kötü birisi olsaydı, zaten beni kurtarmazdı. Bir süre cesaretimi topladıktan sonra, zorlana zorlana duvara tutunarak ayağa kalktım ve yavaş adımlarla yanına doğru yürüdüm. Yakınında durduğumda, adamın aldırmaz tavırları dikkatimi çekti. O, yerde bağdaş kurmuş bir şekilde yemeğini yiyordu. Görünüşe bakılırsa, varlığıma aldırış etmiyordu.

"Size biraz sohbet etmeye uygun bir zaman yaratabilir miyim?" dedim içimdeki merak ve minnettarlıkla. Cevap almayı umarak adama biraz daha yaklaştım. Adam yanıt vermeden yemeğini yemeye devam etti. Her lokmasında dikkatli ve sakin bir tavır sergiliyordu. Mağaranın sessizliğinde sadece şapurdama sesi yankılanıyordu.

“Gerçekten minnettarım. Dün gece benim hayatımı kurtardın, bunun için çok teşekkür ederim.” dedim adamın dikkatini çekmeye çalışarak. Sözlerimin etkili olup olmadığını anlamak için yüz ifadesini izledim. Adam yemek yerken başını hafifçe kaldırdı ve sessiz bir şekilde bana baktı. Gözleri derin bir düşüncenin izlerini taşıyordu ama bir süre sessiz kaldı. Birkaç dakika sonra durduk yere “Önemli değil,” dedi. Sesinde yorgun bir ton vardı. İlk defa konuşmuştu. Sessizliğin içindeki bu ani ses bende şaşkınlık yaratmıştı.

"Benim adım Jackson. Civardaki köylerden birinde oturuyorum," dedim. Adam tekrardan sessizliğe gömüldü.

Adam yemeğini bitirmişti ve ateşin önünde düşünceli gözlerle duruyordu. Onunla iletişim kurmaya çalışıyordum. Bunun için uğraşan tek taraf ben olunca işim kolay olmuyordu. “Çok iyi ok atıyorsun,” dedim iletişim kurabilmek adına. “Hayatımda senin gibi iyi bir okçu görmedim.”

Adam, sözlerime yanıt vermedi. Ateşe odaklanmış bir şekilde bakmaya devam etti. Onun bu soğuk tavrı babamın bile benimle bu kadar mesafeli ve soğuk olmadığını düşündürdü. En azından babam benimle konuşur, kötü de olsa iletişim kurardı. Bağırmak, tepki göstermek, hatta dövmek bile...

“Niye benimle konuşmadığını merak ediyorum,” dedim. Ancak bu sözleri söyler söylemez pişman oldum. Onun yeteneğini gördükten sonra onu kızdırmak pek akıllıca bir hareket gibi görünmüyordu. Bu adam beni kurtarmış olabilirdi ama tehlikeli biri olduğu da açıkça belliydi. Eğer onu sinirlendirirsem hoş olmayan sonuçlarla karşılaşabilirdim. Bu yüzden bir daha konuşmamaya karar verdim. Ayağım iyileşene kadar burada kalacak, sonra köyümün yolunu tutacaktım.

Adamın sessizliği içinde kendi düşüncelerime gömüldüm. Bu mağarada geçirdiğim zaman kafamdaki birçok soru ve endişeyi büyütüyordu. Bacağımın iyileşmesi için gereken süre boyunca bu sessizliğe alışmak zorundaydım. Kendi içimde hesaplaşmalar yaparak köyüme dönme planımı yeniden gözden geçirdim.

Yaklaşık yarım saat boyunca ne ben konuştum ne de o. Adam; yemeğini bitirdikten sonra başını taşlara dayamış, keyifle yere uzanmıştı. O, sanki lüks bir mekandaymış gibi huzur içinde dinlenirken ben aklımdaki sorularla ona bakıyordum. Kalbim ona içimi dökmemi ve konuşması için uğraşmamı söylerken beynim bunun asla yapılmaması gerektiğini belirtiyordu. Beklemediğim bir anda beni şaşırtan bir gelişme yaşandı.

"Senin gibi çelimsiz bir çocuğun gece yalnız başına ormanda ne işi var?" dedi adam. Bu beklenmedik söz karşısında öylece donakaldım. Gerçekten benimle konuşmuştu. Yoksa yaralı olduğum için halüsinasyon mu görüyordum? Sohbeti başlatan kişi tam anlamıyla kendisi olmuştu. Yine de onun bana çelimsiz demesi hoşuma gitmemişti. Herkes tarafından bu şekilde tanımlanmakla alışkındım ama tanımadığım birinin bu yorumu yapması biraz kırıcıydı.

Adamın sözleri karşısında ne diyeceğimi bilemedim. İçimde biriken öfke ve hayal kırıklığıyla, yüzümde belirgin bir ifade değişikliği yaşandı. “Evet, çelimsiz olabilirim,” dedim, sesimde hafif bir tınıyla. ''Ama bunu söylemene gerek yoktu.''

Adam başını çevirdi ve bana doğru bakmaya başladı. Gözleri bir anlığına yumuşak bir ifade aldı, ardından eski sertliğine geri döndü. “Seni bu durumda bırakan neydi?” diye sordu.

“Benimle köyde uğraşıyorlar. Ne zaman canım sıkılsa kendimi ormana atarım. Bu sefer fazla uzaklaşmışım ve biraz dinleneyim derken uyuya kaldım,'' dedim.

Kaşlarını çatarak, “Neden uğraşıyorlar?” diye sordu.

“Ben çok zayıfım,” dedim. “Kılıç ve mızrak kullanamıyorum. Hiçbir silahta becerikli değilim.” Gözlerimi devirdim biraz utangaçça.

Kollarımı dikkatlice inceledi ve “Kolların bebek kolu gibi zayıf,” dedi.

“Maalesef,” yanıtını verdim utançla.

Güneş doğana kadar ona kendi hayatımdan uzun uzun bahsettim. Babamın sürekli azarlamaları, abimin beni dövmesi ve köy halkının benimle dalga geçişlerinden söz ettim. Adam sabırla dinledi. İlk defa kendimi birisine bu kadar açmıştım. Onunla uzun uzun konuştum ama genelde ben konuşuyordum. Kendisi daha çok bir dinleyici gibiydi,. Belki de konuşmamdan sıkılmış, dinliyor gibi yapıyordu. Fakat bu detayın pek önemi yoktu; ben içimi dökmüş, bir nebze rahatlamıştım.

Muhabbetin sonunda aklıma mükemmel bir fikir geldi. Bu adamdan, henüz adını bile sormadığım bu kişiden beni eğitmesini rica edebilirdim. Beni annem ve kız kardeşim Lana dışında köye bağlayan pek fazla bir şey yoktu. Burada, bu adam bana hem savaş yeteneklerini öğretebilir hem de kendimi geliştirmeme yardımcı olabilirdi. Köyüme döndüğümde artık güçlü ve yetenekli biri olarak, babamın saygısını kazanabilirdim. Üstelik, anladığım kadarıyla karşımdaki okçunun da pek meşgul olduğu bir işi yoktu.

Biraz adama baktıktan sonra bu düşüncelerle cesaretimi topladım ve “Sana hayat hikayemi anlattım. Köyümde hoş karşılanmayacağım. Hayatım sefil bir şekilde geçiyor. Köyüme dönmeyip burada kalsam, senin gibi bir okçu olabilir miyim? Eğitmeni isterim,” dedim. Adamın yüz ifadesi aniden değişti ve kısa bir sessizlikten sonra hiç beklemediğim şekilde ayağa kalktı. Sert bir sesle bana bağırdı: “Sana okçuluğu öğretmeyeceğim. Şimdi evine git!”

 

Devam Edecek!

 

Bu bölümü beğenenlerin beğenmeyenlerin eleştirilerini ve değerli yorumlarını bekliyorum. *-*

 

Sorular

Soru 1: Okçu'yu nasıl buldunuz?

Soru 2: Okçu neden Jackson'u eğitmeyi reddetti?

Soru 3: Sizce daha sonra fikri değişecek mi?

 

 

Loading...
0%