Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm: Dışlanmış

@sistematikci

Güneşin ilk ışıkları köyün üstüne düşerken horozların coşkulu ötüşleri tüm uykumu bölmüştü. Gözlerim hala uykuluyken uyanmazsam babam ya da abim tarafından zorla uyandırılacağım düşüncesiyle kendimi yataktan çıkardım. Mızmızlanarak kalktıktan sonra serin kuyu suyuyla yüzümü ve ellerimi yıkadım. Ardından kız kardeşimin bana verdiği bir parça yiyecekle kahvaltımı yapmaya başladım.

Küçük bir köşede onların kahvaltı sofrasından uzak bir yerde oturup yiyeceklerimi tek başıma yedim. Lana'nın bana hazırladığı basit kahvaltı, sıcak bir ekmek parçası ve üzerine sürülmüş biraz tereyağı ile taze meyve dilimlerinden oluşuyordu. Yiyecekler hem açlığımı bastırıyor hem de sabahın serinliğinde bana biraz olsun rahatlık sağlıyordu. Yiyeceklerimi bitirmiştim çünkü enerjiye ihtiyacım olacaktı.

Kahvaltımı yaptıktan sonra, güne başlamanın verdiği enerjiyle babamın bana verdiği görevleri tek tek yapmaya başladım. İlk olarak bulaşıklar vardı. Yemekten sonra geride kalan kirli tabaklar ve tencere yığınları sıralı bir şekilde bana bakıyordu. Sıcak su ve sabunla bulaşıkları yıkarken her bir parça parlatılmak için titizlikle temizleniyordu. Suyun sıcaklığı ellerimi yakıyor ama bu zorluğun üstesinden gelmem gerektiğini biliyordum.

Bulaşık işlemini bitirdikten sonra, evin içindeki çamaşırları yıkamaya başladım. İkinci bir kova suyla dolu olan büyük, eski bir kazanı alıp çamaşırları içine koydum. Sabunla köpürtülen suyun üzerinde beyaz köpükler oluşurken çamaşırların üzerindeki kirler yavaşça çıkıyordu. Her bir çamaşırı tek tek yıkayıp durularken ellerim suyun içinde yumuşayıp yorulmuştu.

Sonra, köyün duvarlarının boyanması işine geçtim. Renk olarak köyün karakteristik beyaz rengini seçmişlerdi. Yanıma aldığım boya kovası ve fırça ile duvarları titizlikle boyamaya başladım. Fırçanın sert kılları, duvarın pürüzlü yüzeyinde kayarken beyaz boya yavaş yavaş eski, kirli rengi kaplamaya başladı. Üzerine yoğunlaşmışken boya kokusu burnuma doluyor ve her darbe ile yorgunluğumu artırıyordu.

Son olarak, köyün kenarındaki geniş bahçede bulunan çimenlerin kesilmesi gerekiyordu. Bahçeye vardığımda çimenlerin uzunluğu, onları kesmenin ne kadar zahmetli bir iş olacağını hemen gösteriyordu. Elime aldığım eski, paslı orakla yavaşça çimenleri kesmeye başladım. Her hareketimde çimenlerin kesilme sesi çevredeki sessizliğe karışıyordu.

Görevleri bitirdiğimde, tüm vücudumun her yerinde yorgunluk ve kas ağrıları hissettim. Çimenlerin kesilmesinden duvarların boyanmasına, çamaşır yıkamadan bulaşık yıkamaya kadar her iş, gün boyunca enerjimi tüketmişti.

Kendimi çimenlerin üstüne attığımda, yorgunluğum tüm bedenimi sarmıştı. Çimenlerin serin ve yumuşak dokusu, üzerindeki ince yapraklarıyla vücuduma hafif bir rahatlama sağlıyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Temiz hava ciğerlerime dolarken az önceki zorlu görevlerin verdiği gerilimi bir nebze olsun hafifletmeye çalıştım.

Gökyüzündeki bulutlar hafifçe hareket ederek güneş ışıklarını aralıklı olarak üzerime gönderiyordu. Güneşin sıcak ışınları çimenlerin arasından geçerken vücuduma hafif bir ısınma hissi veriyordu. Çimenlerin üzerine yayılmış ince kılların arasından gelen hoş toprak kokusu bana doğanın kucaklayıcı yönünü hatırlatıyordu. Dinlenirken üzerime bir anda gölgeler düştü. Bu ani kararmayla gözlerimi açıp kafamı kaldırdım. Gözlerim gölgelerin altında belirginleşmeye başlayan üç kişiyi fark etti. Samuel ve birkaç arkadaşı yüzlerinde alaycı gülüşlerle yanımda belirmişti. Samuel, başını eğip arkadaşlarına bakarak gülerek konuştu, “Ufaklık işini bitirmiş,” dedi.

Arkadaşları onun etrafında toplanmış, gülüşüyorlardı. Tam ayağa kalkacakken Samuel’in arkadaşları bir anda hareketlenip beni tutarak kalkmamı engellediler. Bu anın şokuyla vücudum titredi. Samuel, boğazımdan sıkıca tutarak toprağa yapıştırdı. Sıkışan boğazımdan zorla nefes almaya çalışırken onun gözleri öfkeyle parlıyordu.

“Bak! Babamın seni kurtardığını, senin tarafını tuttuğunu düşünüp cesaret alma,” dedi Samuel, sesi derin ve tehditkar bir tonda. “Sadece annem için seni korudu. Yoksa sen ailemiz için bir hiçsin çocuk.”

Sözleri boğazımdan derin derin çekilen nefeslerle birleşti. Kafamın arkasında zorlu bir acı vardı ve Samuel’in bu alaycı tavırları, içimdeki öfkeyi daha da körüklüyordu. Kendimi tamamen savunmasız hissettim. Samuel’in elleri boğazımda kalıcı bir baskı gibi hissettirdi, adeta kendimi aciz ve yalnız bir durumda bulmuş gibi.

Etrafımdaki arkadaşları, Samuel’in etrafında duran ve gülüşmeleriyle bu anı daha da kötülükleştiren kişilerdi. Onların bakışları Samuel’in söylediklerini destekler nitelikteydi.

Samuel’in tutuşu yavaş yavaş gevşerken bir an için kendimi toparlamaya çalıştım. Samuel’in gözlerindeki acımasızlık ve küçümseme, köydeki yalnızlığımı ve zorlukları daha da net bir şekilde yüzüme vuruyordu. Nefes almaya başladığımda, Samuel’in söyledikleri hala zihnimde yankılanıyordu. “Bir hiçsin,” kelimeleri, içimdeki acıyı daha da derinleştiriyordu.

Samuel ve arkadaşları, bu baskının ardından beni serbest bırakıp uzaklaştılar. Kalan acıyı hissetmekle beraber yere attım kendimi ve birkaç derin nefes almaya çalıştım.

Karnımdaki hafif acıyla birlikte bir süre gökyüzüne boş gözlerle bakarken güneşin sıcak ışınları üzerimde dans ediyordu. Gökyüzü, parlak ve berrak bir maviyle örtülüydü. Hiçbir bulut yoktu. Güneş ufukta parlayan bir altın disk gibi görünüyordu; etrafa yaydığı ışık, her şeyi neredeyse parıl parıl aydınlatıyordu. Güneş ışınları gökyüzünden süzülürken çevredeki çimenleri ve ağaçları rengarenk bir tablo gibi kaplıyordu.

Yavaşça ayağa kalktım ve evime doğru yürümeye başladım. Adımlarım ağır ve yavaş, her bir adımda toprağın sertliği ayaklarımda hafif bir acı bırakarak ilerliyordu. Gözlerim üzerime düşen güneş ışığının etkisiyle kısılmış, düşüncelerim derinleşmişti. İçimdeki ağırlık, adımlarımı daha da yavaşlatıyordu.

Köy meydanından geçerken bir adamın bağırarak ve telaş içinde köyün merkezine doğru koşturduğunu fark ettim. Adam komşu köyün delisi George’tu ve üstündeki kanlı kıyafetlerle oldukça hırpalanmış görünüyordu. Yüzü derin bir korku ifadesiyle doluydu, gözleri ise korku ve çaresizlikle parlıyordu.

George, kendini köy meydanına atarak yere yığıldı. Sesi, titreyerek ve çığlık atarak meydanı doldurdu: “Geliyorlar, geliyorlar, geliyorlar!” diye bağırıyordu. Köy halkı bu ani gelişmeye karşı hızlı bir şekilde toplandı. Kalabalık önce ne olduğunu anlamaya çalışarak şaşkın gözlerle George’un etrafını sardı.

Bir köylü onu ciddiye almayarak, “Yine kimden dayak yedin, George?” diye sordu. Ancak George’un yüzündeki korku, soruyu geçiştirecek durumda değildi. “Geliyorlar, geliyorlar,” demeye devam ediyordu.

Başka bir köylü aynı ciddiyetsizlikle, “Kim geliyor?” diye sordu. Ancak George, başını hızla çevirerek korkuyla yanıtladı: “Herkesi öldürdüler. Tüm köyleri yok ediyorlar.”

George’un sesi her bir kelimede daha da yükselerek meydanın sessizliğinde yankılanıyordu. Köy halkı arasında fısıldayan, kafa karışıklığına yol açan ve giderek büyüyen bir korku dalgası yayılmaya başladı. Adamın korkunç haberleri köyün sakinlerini derin bir endişeye ve paniğe sürüklemişti.

Ellerinde aletlerle köy meydanında toplanmış olan köylüler, şimdi korku ve şüphe içinde tartışıyorlardı. Bazıları George’un söylediklerini ciddiye alarak hazırlığa geçerken diğerleri ise onun ruhsal durumundan şüphe ederek onun söylediklerinin gerçek olup olmadığını sorguluyordu.

George korkunun ve yorgunluğun etkisiyle bayıldı. Vücudu köy meydanının sert toprağına yığıldı ve kalabalık, onun kendine gelmesi için biraz uzaklaştılar. Birkaç kişi onu köy hekiminin evine götürmek üzere George’u nazikçe kaldırarak taşımaya başladılar.

Köy halkı George’un köyleri yok eden bir tehlikeden bahsettiği düşüncesiyle kendi aralarında mırıldanarak ve konuşarak ayrılmaya başladı. Herkesin yüzünde George’un söylediklerinin gerçekliği konusunda bir belirsizlik ve endişe ifadesi vardı.

Sözleri, insanların aklında derin bir soru işareti bırakmıştı. Kimileri onun anlattıklarında doğruluk payı görüyor, kimileri ise tüm bu karmaşayı bir hayal ürünü olarak görüyordu. Bu belirsizlik, köyün günlük düzenini bir anda alt üst etmiş, herkesin içinde bir huzursuzluk yaratmıştı.

Ben de bu karışıklığın içinde kafamda soru işaretleriyle evimin yolunu tuttum. Adımlarım ağır ve düşünceliydi. George’un söyledikleri aklımı meşgul etmişti ve belirsizlik içimi kemiriyordu. Gözlerimi çevremdeki köy evlerine ve tanıdık manzaralara dikerek bir an önce evime varmayı ve bu karmaşanın içinde biraz huzur bulmayı umut ediyordum.

Evin bahçesine adım attığımda babam ve Samuel’i yan yana konuşurken gördüm. Gizlenerek onları izlemeye başladım. Uzakta oldukları için konuşmalarının ne hakkında olduğunu anlamak neredeyse imkânsızdı. Aralarındaki ses tonu düşüktü ve vücut dilleri, önemli bir konuda tartıştıklarını gösteriyordu. Vücut dilleriyle ses tonlarının zıt olması merakımı arttırmıştı.

Bahçedeki ağaçların arkasında gizlenmiş olarak sadece ikisinin de yüz hatlarını görebiliyordum. Babamın kaşları çatılmış, Samuel’in ise endişeli bir şekilde dinlediğini fark ettim. Bu sessiz konuşma birkaç dakika sürdü. Samuel, babamın söylediklerini dinledikten sonra başını iki yana sallayarak onay verdi.

Konuşmalarını sonlandıran ikili, kendi yollarına ayrıldılar. İkisi farklı yönlere dağıldı. Babam bana doğru gelince ona fark edilmeden uzaklaştım. Bir an yakalanma korkusu ile kalbim yükselen bir endişe ile atmıştı.

Onlara yakalanmadan eve girdim. Günün yorgunluğu bedenimi ele geçirmişti. Bir yandan George’nin söylediklerinin doğru olup olmadığını, diğer yandan da babam ile Samuel’in ne konuştuğunu merak ediyordum. Kafamda değişik kötü senaryolar dönüyordu.

Odanın karanlığı, üzerimi saran yorgunlukla birleşince gözlerim tavandaki çatlakları takip ederken zihnim içsel bir karmaşaya sürüklenmişti. Kafamda sürekli olarak babam ve Samuel’in yüzleri ve konuşmalarının kesik duyamadığım cümleleri dönüp duruyordu.

Gözlerim pencerenin kenarından gelen soluk ay ışığına odaklandığında dışarıdaki sessizlik ve geceye ait hafif bir serinlik içimi ürpertmişti. İçimde bir an önce her şeyin netleşmesini beklerken belirsizlik ve merakla dolu bir huzursuzluk beni sarhoş etmişti. Her şeyin iyi olmasını ümit ederek gözlerimi kapattım.

 

DEVAM EDECEK!!!

Bu bölümü beğenenlerin beğenmeyenlerin eleştirilerini ve değerli yorumlarını bekliyorum. *-*

Sorular:

Soru 1: Samuel’in Jackson ile derdi ne?

Soru 2: George uyduruyor mu yoksa gerçekten köylere saldıran bir tehdit var mı?

Soru 3: Samuel ile babası kendi aralarında ne konuştular?

 

 

Loading...
0%