Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm: Esir Kampı

@sistematikci

Aşağı iner inmez adamlardan biri arkamdan sertçe vurdu. Darbenin etkisiyle yere yığıldım ama acıyı bastırıp sessiz kaldım. Diğerleri beni hemen sıkıca tuttular. Attaki adam, "Aferin, doğru kararı verdin," dedi hafif bir gülümsemeyle. Aldığım darbeden sonra ben bundan pek emin değildim. İki adam beni sağa sola bakmama fırsat vermeden ellerimi bağlayıp kafama çuval geçirerek beni sürüklercesine ilerletmeye başladılar. Sonra beni iki yandan tutarak ata bindirdiler.

Atların toynak sesleri eşliğinde yola koyulduk ama başımdaki çuval yüzünden nereye gittiğimizi göremiyordum. Görme duyumdan yoksun kalmıştım, sadece rüzgarın uğultusunu ve atların nal seslerini duyabiliyordum. İçimdeki tek umut, ailemi canlı görmek için ettiğim sessiz dualardı.

Zamanın ne kadar geçtiğini kestiremiyordum. Yol boyunca aklımda hep Lana ve annem vardı. Şu an ne yapıyorlardı acaba? Gerçekten askerlerin kampında mıydılar? Eğer onları orada görürsem, en azından hayatta olduklarını bilmenin sevinci içimi ısıtırdı. Ama eğer onları göremezsem, belki de özgür olduklarını düşünerek kendimi teselli edebilirdim. İki seçenek de içimi rahatlatmıyordu; sadece onları tekrar görebilme umudu beni ayakta tutuyordu.

Zamanın ne kadar geçtiğini kestiremiyordum. Yolculuk boyunca bir yandan neler olacağını düşünürken bir yandan da her an tetikteydim. Yavaş yavaş rüzgarın kokusu değişti, ormanın nemli kokusundan uzaklaştığımızı fark ettim. Artık daha kuru bir hava, yanık odun ve metalin keskin kokusu vardı etrafımda. Bu kokular beni daha da huzursuz etti; kamp alanına yaklaştığımızın işaretiydi belki de.

Bir süre sonra atlar yavaşladı ve durdu. Adamlar beni attan indirdiler. Ellerim bağlı olduğu için dengesizce yere düştüm. Sert bir el kolumdan kavrayarak beni kaldırdı. Etraftan yükselen acı dolu çığlıklar kulağıma geliyordu. Başımdaki çuvalı çıkardıklarında manzara gözlerimin önünde netleşti. Burası tam anlamıyla bir esir kampıydı. Etrafımda tanımadığım yüzlerce insan vardı. Sadece bizim köyden değil, birçok köyden ve farklı yerleşim yerlerinden insanlar buradaydı. Bu adamlar kaç köye saldırmışlardı? Kampın içinde herkes acı çekiyor, insanlar ağlıyor, sızlanıyor ve çaresizlik içinde yakarıyorlardı. Askerler ise hiç acımadan insanlara işkence ediyor ve zorla çalıştırıyorlardı. Bu korkunç kalabalığın içinde gözlerim çaresizce annemi ve Lana'yı arıyordu.

İnsanların arasında gezinirken tanıdık bir yüz aramaya çalıştım ama her yüz, bir diğerinden daha yorgun ve umutsuz görünüyordu. Gözlerimle onları bulmaya çalışırken içimdeki korku giderek büyüyordu. Eğer burada değillerse neredeydiler? Yoksa bu cehennemden kaçmayı başarmışlar mıydı? Ya da... Daha kötüsü mü olmuştu? İçimdeki tüm endişe ve umutla, kalabalığı taramaya devam ettim.

"Anne, baba, Samuel!" diye bağırdım, ama sesimi duyurmam neredeyse imkansızdı; etrafta yankılanan çığlıklar, emirler ve ağlamalar arasında boğuluyordu. Tam o sırada sırtıma yediğim sert bir darbe ile yere kapaklandım.

"Sen madende çalışacaksın!" dedi arkamdaki adam sesi tehditkâr ve kararlıydı.

"Önce ailemi bulmalıyım," diye itiraz ettim ama cümlem bitmeden bir kırbaç darbesi daha sırtıma indi. Acı içimi yakarken adamın gözünde sadece bir hayvandan ibaret olduğumu anladım.

"Tamam," dedim çaresizlik içinde boyun eğerek. Adam beni zorla ayağa kaldırıp yürümem için iteklemeye başladı. Her adımda gözlerim çaresizce ailemi aradı.

Bu dikenli tellerle çevrili kamp geniş bir alana yayılmıştı ve dağın dibine kurulmuştu. Köyümüzdeki gibi evler vardı ama burası artık bir köy değil, bir cehennemdi. Bu adamlar burayı ele geçirip kendi merkezleri yapmışlar, kaçmayı imkansız kılmak için de her yeri dikenli tellerle kaplamışlardı. Burada herkes tutsaktı; benim gibi, belki de annem gibi, Lana gibi… Her yer korku ve acı doluydu. Herkesin tek bir amacı vardı: hayatta kalmak.

Yürümeye devam ederken bir anda boynuma doğru biri atladı.

"Abi! Seni bir daha görebileceğimi sanmıyordum!" Bu sıcak ve içten sarılmayı tanıyordum; bu sadece kız kardeşim Lana olabilirdi. Şaşkınlığımı hızla üzerimden atarak ona aynı şekilde sımsıkı sarıldım.

"Lana, gerçekten sensin. Size bir şey oldu sandım, korkumu tarif bile edemem. Siz nerelerdeydiniz? Saldırı altındayken evde yoktunuz," dedim, merak ve endişeyle.

"Babam, 'Bırakın ölsün, benim için yıllar önce ölmüştü' dedi." Lana’nın bu sözleri beni pek şaşırtmadı çünkü babamdan böyle bir şey duymak beklenir bir şeydi.

"Annem nerede?" diye sordum gözlerimle etrafı tarayarak.

Lana'nın yüzü aniden karardı. "Abim ve babam kaçmayı başardı. Ama annem..." Cümlesi yarım kaldı. Bu sessizlik içime bir ağırlık çöktürdü. Saldırı gecesi annem zaten hasta bir şekilde yatıyordu. Onu evde bulamadığımda babamların onu güvenli bir yere götürdüğünü düşünmüştüm. Babam beni sevmezdi ama anneme yani karısına saygı duyan biriydi. Lana'nın sözlerini bitirememesi kalp atışlarımı hızlandırdı.

"Lana, anneme ne oldu? Bana doğruyu söyle!" Sesim farkında olmadan yükselmişti, endişem katlanarak büyüyordu.

"Annem saldırının olduğu sabah hayata gözlerini yumdu. Kaçarken vücudu dayanamadı. Babam onu gömdü," dedi Lana. Bu sözler beni sersemletti, sanki bir anda nefesim kesildi. Gözlerim hızla dolmaya başladı; bu haber kalbimi hançerlemişti. Annemin artık olmaması... Hayatta beni seven iki kişiden biri artık yoktu. Hayatımın yarısı elimden gitmiş gibiydi. İçimdeki acıyı tarif etmek mümkün değildi; bir alev gibi yanıyordu her şey. Kemiklerim bile bu ateşi körüklüyordu. Burayı yakıp yıkmak, acımı dışarıya vurmak istiyordum. Ama Lana'nın da gözlerinde yaşlar vardı. Güçlü olmam lazımdı. İçimde zayıf biri olsam da en azından dışımda Lana için güçlü kalmalıydım. Babam ve kardeşlerim burada değildi. Sadece biz kalmıştık. Ellerimle gözyaşlarımı sildim, derin bir nefes alarak Lana'ya döndüm. Onun da moralinin bozuk olduğu yüzünden okunuyordu.

Arkamdan yediğim sert bir kırbaç darbesiyle kendime geldim ve kız kardeşimle vedalaşmadan yürümeye başladım. Yapabildiğim tek şey ''Lana söz veriyorum seninle buradan kurtulacağız!'' demek olmuştu.

Arkamdan gelen asker özel olarak konuşmamı engellemek amacıyla yanıma yaklaştı ve beni madene doğru sürükledi. Madene adımımı attığımda beni itekleyen adam bana çeşitli malzemeler verdi.

"Çalış!" dedi sert bir sesle. "Altın çıkartamazsan yemek yiyemezsin."

Malzemeleri alarak çaresizce çalışmaya başladım. Elimden geleni yapmaya çalışırken madeni dikkatlice inceledim. Burası dar, karanlık ve tuhaf bir şekilde kötü kokuyordu. Meşaleler duvarlara asılmış, soluk bir ışık yayarak etrafı aydınlatıyordu. Duvardaki taşlar yer yer parıl parıl parlıyor, ortamın iç karartıcı havasını daha da belirginleştiriyordu.

Madenin karanlık ve nemli ortamında çalışırken diğer esirlerden öğrendiklerim tüylerimi ürpertiyordu. Buraya getirilen herkes sabahtan akşama kadar aralıksız çalıştırılıyordu. Günde sadece beş saat uyuyorlardı. Çalışmayan ya da çalışmayı reddedenlere yemek verilmiyordu; zaten verdikleri yemek de sadece yarım ekmekten ibaretti. Sabah ve akşam olmak üzere günde iki kez yarım ekmek veriliyor, bu da hayatta kalmak için yetmeyen, sadece açlığı bastırmaya yarayan bir miktardı.

Çalışırken çevremi dikkatle, en ince ayrıntısına kadar inceliyordum. Buradan bir şekilde kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım. Ancak etrafımda tanıdık hiçbir yüz yoktu; herkes yabancıydı, acı dolu ve bitkin. Arada sırada çevreyi gözden geçirme konusunda fazla dalgınlaştığımda sırtımda patlayan kırbaç darbesiyle gerçeğe dönüyordum.

"Ahh!" diye acı içinde bağırdım. Yine dalgınlaştığım anlardan biriydi bu.

"Çocuk, etrafına bakınma! Sadece işini yap!" diye uyardı biri. Sesi sert ve tehditkârdı. Derin bir nefes alarak işime geri döndüm. Sırtımın kızardığını ve dayanılmaz bir acıyla yanışını hissediyordum ama çalışmaktan başka çarem yoktu. Hayatım boyunca pek çok acı çekmiştim ama babam bile beni kırbaçla sınamamıştı. Bu acı şimdiye dek tattıklarımdan farklıydı.

Kazmalarımızı sallayarak altın çıkarmaya devam ederken aniden yaşlı bir adamın yere yığıldığını gördüm. Adam yerde yatıyor, acıyla inliyordu. Yanına iki asker geldi. Bir tanesi eğilerek adamı kontrol etmeye başladı. Adamın iniltileri çaresizlik doluydu.

"Kalk ayağa," dedi ayakta duran asker. Sesinde sabırsızlık vardı. Ama yaşlı adamın kalkacak hali yoktu.

"Bu ihtiyarın işi bitmiş. Artık kalkmaz," dedi adamı kontrol eden asker. Ayaktaki asker tereddüt etmeden mızrağını kaldırdı ve gözünü bile kırpmadan adamın göğsüne sapladı. Saplama anını izlememek için arkamı döndüm. İçimdeki çaresizlik ağır bir yük gibi omuzlarıma çökmüştü. Onu kurtarmak için elimden bir şey gelemezdi. Ben ne bir savaşçıydım ne de bir kahraman. Sadece hayata zar zor tutunan korkak bir çocuktan başka bir şey değildim.

Nihayet bir süre daha çalıştıktan sonra bir adam geldi ve yüksek sesle bağırmaya başladı:

"Beş saat dinlenin! Nasıl olsa yarın daha çok çalışacaksınız!" dedi, ardından alaycı bir kahkaha attı. Herkes işini bırakıp madenden çıkmaya başladı. Bizi çamurlu, bataklık gibi pis bir araziden geçirerek büyük, harabe halindeki bir ahıra kapattılar. Burası madenden bile daha kötü kokuyordu; adım atacak yer yoktu. İçerideki hava, konuşmalar, sızlanmalar, söylenmeler ve acı dolu inlemelerle doluydu.

İnsanlar o kadar bitkin haldeydi ki ayakta duracak halleri yoktu. Çoğu oturmuş ya da yorgunluktan yere serilmişti. Eskiden hayvanlar için inşa edilmiş bu ahırda, şimdi sadece insanlar vardı. Yaşlısından gencine kadar tüm erkekler buradaydı. Ama kadınlar neredeydi? Kardeşim Lana neredeydi?

Kafamı çevirdiğimde her bir yüz, umutsuzluk ve acıyla doluydu. Ancak Lana'yı görememek içimdeki endişeyi daha da büyütüyordu. Bir an önce onu bulmam gerekiyordu. Beni yaşama bağlayan tek şey onun hayatta oluşuydu.

Aklımda bin bir soru vardı, ama şu an en önemlisi Lana'nın nerede olduğuydu. Gözlerimle kalabalığı taramaya başladım, bir umut ışığı ararcasına ama onu göremedim. Bu bilinmezlik, beni içten içe yiyip bitiriyordu. Ne olursa olsun, onu bulmalıydım.

 

DEVAM EDECEK!!!

Bu bölümü beğenenlerin beğenmeyenlerin eleştirilerini ve değerli yorumlarını bekliyorum. *-*

Sorular:

Soru 1: Jackson kız kardeşiyle beraber bu kamptan kurtulmayı başarabilecek mi?

Soru 2: Kitabın gidişatı belli ama siz nasıl bir şey bekliyorsunuz? Mesela Jackson'ın bir asi olarak oradan kaçmasını mı beklerdiniz yoksa oradaki askerlerin güvenini kazandıktan sonra bir asker olarak mı kaçmasını görmek isterdiniz?

Loading...
0%