@sistematikci
|
Kız kardeşimin elini sıkıca tutmuş bir şekilde ben önde o ise arkamdan hızlı adımlarla ilerliyorduk. Diğer askerler sarhoş bir halde eğlenceye kaptırmışlardı kendilerini. Geriye kalan tek tük alt rütbeli asker de içkilerden nasibini almış, ayakta zor duruyordu. İlerleyebilmemiz için tek yapmamız gereken sessiz kalmaktı. Adımlarımızı dikkatlice atıyor, karanlıkta gölgeler arasında ilerliyorduk. Her adımda biraz daha yaklaşıyorduk özgürlüğe. Esir kampı geniş bir alana yayılmıştı bu yüzden yolculuğumuz kolay olmuyordu. Her adımda tetikteydik; bir asker görür görmez ya da en ufak bir ses duyar duymaz yönümüzü değiştiriyorduk. Bu da yolu uzatıyordu. Uzun süredir sessizce ilerliyorduk. Kaçmanın verdiği umutla içimizdeki endişe birbirine karışıyordu. İkimiz de bu kabustan bir an önce kurtulmak istiyorduk. Burada yaşadıklarımız ölümden farksızdı ve her anımız işkence doluydu. Bu yüzden yakaladığımız bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmek zorundaydık. Aksi takdirde bir daha kaçma şansımız olmaz ve hayatımızın geri kalanını bu cehennemde köle olarak geçirmek zorunda kalırdık. Yürürken bazen kulağıma acı içinde inleyen insanların sesleri geliyordu. Seslerin gerçekten var olup olmadığından emin olamıyordum. Belki de vicdanım burada bıraktığım insanlar için sızlıyordu. Onların yaşadığı acı ve çaresizliği düşünmek içimde derin bir hüzün uyandırıyordu. Keşke onlar için bir şey yapabilseydim ama şu an elimden bir şey gelmezdi. Kadınlar ve erkekler bu korkunç kampta ağır şartlar altında yaşıyordu ve onları kurtarmak benim için şuan imkansızdı. "Çıkış kapısı," dedim sessizce, Lana'yı durdurarak kapıyı işaret ettim. Gözlerim nöbetçileri taramaya başladı. Lana fısıldadı, "İki kişi nöbet tutuyor." İki tane nöbetçi vardı. Birbirleriyle muhabbete dalmışlardı. Bir tanesinin elinde iki tane içki şişesi vardı. Diğeri içki kullanmıyordu. Nöbetçilerden bir tanesi saf olandı. Onu geçebilirdik fakat bizim için asıl problem diğeriydi. Etrafa bakınmaya başladım. Sonuçta dışarıda başka askerler de olabilirdi. Her ihtimali düşünmemiz gerekiyordu." Vakit kaybetmeden bir şeyler bulmalıydık. Sonuç olarak bu düzenlenen eğlence sonsuza kadar sürmeyecekti. Eğlence bittiğinde burası yeniden askerlerle dolacaktı ve ne benim ne de Lana’nın dövüş deneyimi vardı. “Bunları geçmemiz lazım,” dedim. “Nasıl?” diye sordu Lana. “Ben de onu düşünüyorum,” dedim. İkimiz bu sorunu düşünürken aralarından bir tanesi bize doğru yaklaşmaya başladı. Lana’ya işaret etmemle saklandık. Acaba bizi görmüş müydü? Kardeşimin elini sıkıca tutup hareket etmeden kör bir noktada duruyorduk. Kısa bir süre sonra su sesi duymaya başladık. Bir yandan da inilti geliyordu. Sanırım asker çişini yapıyordu. Ben olduğum yerde donakalmışken Lana eline büyük bir taş aldı ve askere doğru ilerlemeye başladı. Onu tutmaya çalışsam da geç kaldım ve elini yakalayamadım. Askerin duyabileceğinden dolayı seslenemedim bile. Sadece korkak bir şekilde durduğum yerde duruverdim. Onun böyle bir aptallık yapacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Kız kardeşim belkide benim yapmam gereken şeyi yapıyordu. O an bir patırtı koptu ve birisinin yere düşme sesi geldi. Kız kardeşime bir şey olduğunu düşünerek hemen harekete geçtim. "Kim var orada? Ne oldu?" diye bağırdı saf asker. Kız kardeşimin yanına ulaştığımda askerin yerde baygın yattığını gördüm. Kız kardeşim elinde taşla yere yığılmış askere bakıyordu. Nefes nefese kalmış, gözleri fal taşı gibi açılmış ve korkuyla titriyordu. Onun yanına koşup onu sıkı bir şekilde kucakladım. Kız kardeşimin üzerindeki titreme benim kucaklamamla bir nebze olsun azalmıştı ama korkusu hala yüzündeydi. Onun elleri titriyordu. Gözleri genişçe açılmıştı. Yanında baygın yatan askeri görmek onun için büyük bir heyecan yaratmıştı. "Jackson," dedi Lana sesi titrek ve sarsılmış bir şekilde. "Ben... ben birini öldürdüm mü? Onun... onun yüzünü gördüm. Ne yaptım ben?" Yüzünde büyük bir pişmanlık ve korku vardı. Gözleri yaşlıydı, derin bir hıçkırıkla nefes alıyordu. "Onu... onu durdurmalıydık. Ama ben... ben bir taş aldım ve... ve vurup öldürdüm." “Korkma, geçti geçti, merak etme, bitti,” dedim, titreyen elleriyle göz teması kurarak. Kız kardeşimin ellerinin titrediğini hissedebiliyordum. “Öldü mü?” diye sordu Lana, gözlerinde korku ve belirsizlik vardı. “Hayır o kadar taşla bir şey olmaz,” dedim, sesimde güven verici bir tonla. “Ölmedi, sadece bayıldı. Zaten o kadar sert vuracak kadar güçlü değilsin.” Taşı elinden alıp yere attım. Taşa dokunduğumda elime ıslaklık geldi. Bu durumu kız kardeşime fark ettirmeden onun iki elini sımsıkı tutmaya başladım, ona güven vermeye çalıştım. “Cidden ölmedi, değil mi?” dedi Lana gözlerinde endişe ve pişmanlık karışımı bir ifade ile. Kız kardeşimi anlamakta güçlük çekiyordum. Bir anda askere benim yapmadığım şekilde bir saldırı düzenlemiş sonra da yaptığından pişmanlık duymaya başlamıştı. Yapılması gereken aslında buydu; sadece onunla kısa süreli rolleri değişmiş gibiydik. “Hayır ölmedi,” dedim onu kucaklayarak. "Bakın beyler bana parti şakası yapıyorsanız kanmam. Ben salak değilim. Bir daha korkutamazsınız beni. O bir kere olur!" diye bağırdı saf asker boş bir özgüvenle. Bize sesleniyordu ve görünüşe göre onu işleten arkadaşlarından biri olduğumuzu sanıyordu. Bir yandan onu dinlerken diğer yandan kız kardeşimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Askerin anlamsız sözleri, sesin başka askerleri buraya çekme olasılığını artırıyordu. Üstelik Lana'nın bayılttığı askerin uzun süre ortada olmaması, en aptal kişiyi bile kuşkulandıracak bir durumdu. Kız kardeşime sarılmayı bıraktım ve onu omuzlarından tutarak tam karşıma aldım. "Lana, biliyorum şu an ikimiz de resmen boka battık. Bunu mecazi anlamda söylemiyorum; gerçekten içimiz dışımız pisliğe bulanmış durumda," dedim. Lana korku dolu gözlerle bana baktı, sonra başını onaylar şekilde salladı. Diğer asker hâlâ kendi kendine söylenirken elimle onu işaret ettim. "Bak, o asker biraz saf biri. Etrafta saçma sapan bir 'bok canavarı' olduğuna inanıyor. Biz de şuan baştan aşağı boka bulanmış haldeyiz," dedim. Lana üstüne başına baktı ve dediklerimi onayladı. "Buradan kurtulmak istiyor musun kardeşim?" diye sordum. "Başka hiçbir şeyi daha çok istemiyorum," dedi Lana. Başımı onaylar şekilde salladım ve bize doğru yaklaşan saf askere bakarak, "O zaman benim yaptıklarımı yap," dedim. Ardından yavaşça bulunduğum yerden çıktım ve askere doğru sarhoş bir şekilde yürümeye başladım. Yürürken ayaklarım hafifçe sendeledi, sanki tam anlamıyla kontrolümü kaybetmiş gibiydim. Askerin kafasında yaratmak istediğim izlenim tam olarak buydu: Bir şeylerin gerçekten ters gittiğini ve karşısında 'bok canavarı' sandığı şeyi gördüğünü düşündürmek. Lana da beni izledi, korkusunu yenip benim hareketlerimi taklit etti. Saf asker bize yaklaştığında gözleri dehşetle açıldı, olduğu yerde dondu kaldı. "Sen de kimsin? Sen George değilsin," dedi saf asker, gözleri iyice açılmıştı. Sarhoş gibi sendeleyerek yürümeye devam ettim. Babam içip sarhoş olduğunda nasıl davrandığını çok iyi bilirdim. O yüzden inandırıcı olmak için ondan gördüklerimi taklit ediyordum. Adımlarım yavaş, dengesiz ve ürkütücüydü. Arkadan kız kardeşimin de benimle birlikte geldiğini hissediyordum. "Bizi tanımadın mı Timmy?" dedim sesimi derin ve korkutucu bir tona bürüyerek. Küçükken abim beni korkutmak için sürekli korku hikayeleri anlatırdı. O hikayeleri anlatırken sesini nasıl ürkütücü hale getirdiğini hatırlıyordum. Şimdi onun bana yaptığı şeyleri hayatta kalmak için kullanıyordum. Abimin öğrettiklerinin bir gün hayatımı kurtaracağını hiç düşünmemiştim. "Sen kimsin ya? Tanımıyorum seni," dedi Timmy sesi titreyerek. "Biz bok canavarıyız Timmy," dedim, sesimi daha da karanlıklaştırarak. "Dün gece büyük bir saygısızlık yaptın. Senin için geldik. Cezanı çekeceksin Timmy." Timmy bana doğru mızrağını doğrultmuş, korku dolu gözlerle bakıyordu. Elleri titriyordu, mızrağı zor tutuyordu. Ona yaklaştıkça kahverengiye bulanmış halim onu daha da dehşete düşürüyordu. Hayatımda ilk kez birisi benden korkuyordu ve kendimi gülmemek için zor tutuyordum. “B-b-bok canavarı mı?” dedi Timmy sesi titreyerek. “Evet Timmy. Biz tüm canlıların artıklarıyız. Bizim bir parçamız da senden oluşuyor. Senin hakkında her şeyi biliyoruz. Doğayı çok kızdırdın Timmy,” dedim sesimi daha da ürkütücü hale getirerek. Timmy’nin elindeki mızrak yere düştü ve korkuyla yere çöküp ellerini başının üstünde birleştirdi, gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Saf asker Timmy numaramızı tamamen yutmuştu. İşimiz bitmişti ama ne olur ne olmaz hız kesmeden ilerlemeye devam ettim. Görünüşümüz ve yaydığımız koku, numaramızı kusursuz bir hale getirmişti. Timmy'nin yanına geldiğimde onun bayıldığını fark ettim. Zavallı Timmy... Bu duruma içten içe üzülmüştüm; burada olmaması gereken biriydi belki de. Kim bilir ne hikayesi vardı? Ama ne olursa olsun o da kendi seçimini yapmıştı. Lana yanıma geldiğinde gülmeye başlamıştı. Onun gülüşü, tüm bu kaosun ortasında bir anlık rahatlama sağladı ama zaman kaybetmememiz gerektiğini biliyordum. "Lana hadi acele et, gitmeliyiz," dedim ve hızla kapıya doğru koştum. Kampın raylı kapısını sağa doğru iterek açtım. Arkama bile bakmadan, Lana'yla birlikte esir kampından özgürlüğe doğru koşmaya başladık.
Devam Edecek!!! Bu bölümü beğenenlerin ve beğenmeyenlerin eleştirilerini ve değerli yorumlarını bekliyorummm. *-* Sorular: Soru 1: Kaçış planını beğendiniz mi? Sizce daha başka nasıl bir kaçma planı yapılabilirdi? Soru 2: Siz böyle bir durumda kaçmak için her şeyi yapar mıydınız? Mesela Jackson ve Lana gibi üzerinize başka insanların dışkısını sürer miydiniz? |
0% |