Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bölüm Altı ~Nayino~

@sitarekiraz

Merhaba arkadaşlar az gelen oy sayıları ile bugün bölüm atmayacağım demiştim fakat oy sınırı geçsin diye, boş bölüme dahi oy atanları görünce kıyamadım. Ama siz yinede boş bölüme oy atmayın (ufak çaplı bir kriz yaşıyorum 🥲)

 

Evet gelelim konuya, artık her hafta bölüm atmayacağım çünkü bazı can dostlarım zaten her hafta geliyor diyerek oy atmıyorlar. Bende dedim ki madem öyle, oy sınırı koyayım, oy atamaya utanan çekinen varsa öyle atsın.

 

sizi seviyorum keyifli okumalar.

 

Oy sınırı :20

 

Çeşmek Be-zen Sitare

Ezmen Mekon Kenâre” (Ey yıldız bana göz kırp benden uzak olma)

Dilaver Cebeci

 

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

 

 

Sevmek çoğu zaman inansa acı verir. Çünkü birini sevdiğin zaman, onu gözünden sakınır hâle gelirsin. Alacağı herhangi bir yara, ufakta olsa, cehennemin olur.

Oysa Yılmaz komutana ne de çok kızmıştım. Suay'a olan sevgisi onu bencil biri yaptı diye, kendi kızının hayalleri ile oynadı diye çok kızmıştım.

Haklıymış

Ne ara oldu bilmiyordum fakat, Yılmaz komutanla aynı şeyleri düşünmeye başlamıştım. Şuan hastanede Suay'ın müşahede odasından çıkmasını bekliyorduk. Hakanı görünce onu bulduğu için hemen yanına giden Suay, Hakan’a tüfeğini doğrultan tetikçiyi görünce onu kenara itmiş, tüfekten çıkan kurşunda avucuna isabet etmişti. Hayati bir şey olmadığı için sevinsem bile, elinin sakat kalma ihtimali beni endişelendiriyordu. Eğer kurşun sinirlere isabet ettiyse, elini eskisi gibi kullanamayacağını öğrenmiştik.

Benden biraz ileri de duran Harun bizzat doktorla konuşmuş, her şeyi öğrenmişti. Harun’a baktığımda ameliyathanenin tam karşısında ayakta, dikildiğini gördüm.

Berbat haldeydi.

Gözlerini kapıya dikmiş, ellerini arkasında kavuşturmuş gözünü dahi kırpmadan kapıya bakıyordu. Harun’un duygularının bu denli kuvvetli olduğunu yeni öğreniyordum. Bu ikilin yolları nasıl kesişmişti merak etmeden duramadım.

Usulca Harun’un yanına yaklaştığımda beni fark etse de bakışlarını kapıdan çevirmedi. Onu umursamadan konuşmaya başladım.

“Onunla ilgili tek bir anım bile yok. Küçükken nasıldı mesela, yaramaz mıydı, sessiz miydi? “ konuşmaya başladığım zaman bakışları beni buldu. Gözleri kıpkırmızı olmuş, hafif sulu duruyordu. Ağlamak istediğini biliyordum fakat, mesleği gereği otoritesini zayıf düşüreceğini düşünüyor olmalıydı.

“Ama bildiğim tek şey birlikte büyüseydik kesin kavga ederdik. Her gün birimizin bir yerleri morarırdı. Tabii siz daha önceden tanışıyorsunuz herhalde. Onu daha iyi tanıyorsun “ dedim gülerken. Dudakları iki yana kıvrılırken aklına bir şey gelmiş olmalı ki çenesini kaşıdı

“Benim babamla Yılmaz komutan aynı birlikte arkadaşmış. Arkadaşmış diyorum çünkü benim ne bu arkadaşlıktan ne de babamın varlığından haberim vardı... “ bir süre susup, derin bir nefes verdi.

“Sonra Yılmaz komutan çıktı karşıma, on dört yaşımda falandım. Babamı anlattı bana. Annem asker olduğundan hiç bahsetmemişti, korktu herhalde babam gibi askerliğe heves ederim diye. Senin anlayacağın babamın varlığını bilmeden şehadetini öğrenmiştim. Varlığından önce yokluğu gelmişti. Öğrendiğim şeyler ağır gelince çöktüm bir banka hüngür hüngür ağladım sonra minik bir el hissettim omuzumda... “ gülümsemesi genişlerken bana döndü

“Sekiz yaşında gözleri sulu sulu bakan Suay. Ben ağlıyorum diye o da ağlamış ama yanıma gelmeye korkmuş. İnanır mısın İnci ben en son orada ağladım. En son Suay üzülmesin diye sildim göz yaşlarımı. “ dediğinde gülümsedim. Demek çok eskiye dayanıyordu hikayeleri.

“Sonra ayrıldınız mı peki, ne sıklıkla görüştünüz” diye sorduğumda yeniden gülümsedi.

“Ben o günden sonra askeri liseye yazıldım. Yılmaz komutan her vakit bulduğunda beni ziyaret etti. Tabii yanında küçük kızıyla. Ona karşı duyduğum şefkat o büyüdükçe sevgiye hatta belki de aşka dönüştü. “ sözleri biter bitmez duygulu bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Güzel seviyordu Harun ve Suay da bu sevgiye ortaktı. Harun değince bile gözleri parlıyor, sohbet onun için daha manalı geliyordu.

“Peki aranız da bir şey var mı? Yani bu sevgiden onun haberi oldu mu “ dediğinde başını iki yana salladı.

“Ben bir aile kurmayı hiç istemedim. Annem akademiye geçtiğim sıralar vefat etti. Tek tabanca kaldım anlayacağın. Ondan sonra da kendini vatanıma, bayrağıma adadım. Babam gibi şehit olmak istedim. Desinler ki ‘Şehit oğlu Şehit' ne gurur “ dudaklarına hüzünlü bir tebessüm yayılırken, devam etti

“Suay bilirse ona olan hislerimi, beni sever mi bilmiyorum. Ama eğer severse ondan ayrılmak, onu geride bırakmak zor olacak. “ haklıydı. Eğer Harun’a bir şey olursa Suay perişan olurdu. Ama Harun’un ona olan hislerini bilmese durumun değişeceğini sanmıyordum.

Çünkü Harun’u seviyordu. Uzaktan sadece gözleriyle sevginin en masum şekliyle seviyordu.

“Bu düşünceyi aklından çıkar. Sakın kendini ekstra bir tehlikeye sokma. Suay seni ne manada severse sevsin, üzülecek. Onun için kendine dikkat et olur mu” bana cevap vermeden eski haline geri döndü.

Müşahede odasının kapısı açılıp, içeriden Suay’ın doktoru dışarı çıkınca, hepiniz yanına koştuk.

“Geçmiş olsun. Size bahsettiğim gibi bir durumla karşılaşmadık. Kurşun kemiğe zarar vermiş, kurşunu çıkartıp, elini alçıya aldık. Hafta da bir gelmesi gerekiyor, dikişler için. Şimdilik sıkıntılı bir durum yok. Normal odaya alınır birazdan. Uyandıktan sonra da taburcu ederiz. Geçmiş olsun” dediğinde derin bir nefes aldım.

İyiydi.

Bir kaç dakika sonra sedyenin üzerinde müşahede odasından çıkan, Suayla rahat bir nefes aldık. Yusuf Harun’un yanına gelip,

“Berbat görünüyorsun git bir elini yüzünü yıka, seni görünce hortlak görmüşe dönmesin” dedi alayla. Harun ona ters bir bakış atsada dediğini yaptı. Bu ikilin arasında ki samimiyeti şimdi daha iyi anlıyordum. Suay'ı tanıyan Harun muhakkak Yusuf’u da tanıyor olmalıydı.

“Yeşim teyzeye haber verdin mi” dediğinde boş bakışlarımı ona çevirdim. Aklıma yeni yeni gelen kadınla bakışlarım tedirgin bir hâl alırken sesli bir şekilde güldü.

“Kızı olduğu için bilmek ister diye düşünüyorum.” Dediğinde buruk bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Ben bilmiyordum ki.

Bu yaşıma kadar dizlerimde yaralar eksik olmadan büyümüştüm. Sol göğsümde bir kurşun yarası vardı. Ölümden döndüğüm daha nice yaralar.. Ve annem aldığım hiçbir yarada benimle değildi.

“Ne oldu İnci niye bulutlandı yine gözlerin. “ dedi çaresiz sesiyle. Ona kendimi acındırmaktan nefret ediyordum. O sebeple hiç bir derdimi onunla paylaşmak istemiyordum.

Nazlanmak gibi geliyordu bu durum. Buna hakkım var mıydı? Bu yaşıma kadar düşsem de kimseye en yakın arkadaşıma dahi nazlanmamıştım. Hasta olduğumda dahi hemen iyileşirdim ki ben.

Hasta olmanın bile lüks olduğu bir düşünce yapısındaydım.

Dudaklarım neşeyle kıvrılırken, başımı olumsuz anlamda salladım.

“Şimdilik bilmesin hastaneyi birbirine katar biliyorsun “ sesimde ki alayı fark etmiş olacak ki kahkaha attı. Neşeli kahkahası ile melül melül ona baka kalırken yutkundum. Ben neden bu adama bu kadar hızlı kapılmıştım. Acaba evde kalmıştım da karşıma çıkan ilk yakışıklı adamdan hoşlanmaya mı başlamıştım? Ya da sadece çok yakışıklıydı ve benimde her kız gibi dikkatimi çekiyordum.

Onu beğeniyordum.

Evet kesinlikle duygu yoğunluğum bu düzeydeydi. Eli yüzü düzgün bir Türk askerini kim beğenmezsin ki zaten.

Hem elini yüzünü de boş ver Türk Askeri diyordum.

Kim beğenmezdi ki?

“Yeşim teyzeyi duygusal biri olarak tanımadığına sevindim. Çünkü o bir Karadeniz kadını ve gerekirse elinde tabancasıyla dağa çıkacak kadar deli” dedi laz ağzıyla. Arada kayan şivesiyle o kadar komik oluyordu ki, ister istemez dudaklarım kıvrılıyordu.

“Ben de öğreneceğim bu ağzı, laz kızıyım neticede” dediğimde gülerek başını aşağı yukarı salladı.

“Öğretirim ben sana. Hatta sana Kahve demeyi öğreteyim, biz Trabzon’da kahveye Nayino deriz. Yani sen bana Nayino adam diyeceksin” dedi eğlenen bir sesle. Sanırım bana bir şey öğretmek hoşuna gitmişti.

Bende neşeli haline ayak uydurup,

“Nayino... Senin yeni adın bu. Nayino Adam. “ dediğimde gözlerinde garip bir ifade fark ettim. Altı üstü lazca da bir terimdi. Ama ona kahve demem hoşuna gidiyor olmalı ki dudaklarında garip bir tebessüm gözlerinde garip bir ifade vardı.

“Bende sana Oroperi diyeceğim. “ dediğimde kaşlarım çatıldı. Anlamını bilmiyorum diye bana ana avrat dümdüz gidiyor gibi duruyordu. Aksi halde bu kadar eğlenmesi normal değildi.

“Bu kelimenin köklerini sevmedim. Bana küfür ediyorsan boynunu kırarım” dedim sert bir dille. Kelimenin köklerini fark edince kaşları havalandı. Ardından aynı sertlikte

“Ula yüz yıllık güzelim kelimeyi ne ara oraya getirdin” sinirli bir nefes verip

“Yok sana Oroperi falan” dedi ve beni orada öylece bırakıp hışımla gitti. Ne demiştim sanki bana sövüyorsan boynunu kırarım demiştim. Ki ettiği kelamda öyle düşünmeme gayet uyuyordu.

Yinede ses etmeden Suay'ın alındığı odaya girmek için adımlarımı oraya yönetim. Kapıyı araladığımda Harun’un Suay'ın başında gülümseyerek onu seyrettiğini görmek beklediğim bir şey değildi. Anında yüzümde oluşan tebessümle telefonumu çıkarıp, gizlice bir kaç poz fotoğraf çektim. Harun ona bakarken o kadar güzel gülümsüyordu ki, bunu Suay'a göstermek için sabırsızlanıyordum.

Usulca odaya girdiğimde Harun hemen yüzündeki tebessümü silip ayağa kalktı.

“Sen geldiysen benim burada kalmamın bir anlamı yok. Uyanırsa geçmiş olsun dileklerimi iletirsin” dedi. Sesi o kadar soğuktu ki, az önce onu o güzel ifadesiyle görmesem gerçekten duygusuz durduğuna inanabilirdim.

Bir şey dememe fırsat vermeden dışarı çıkınca, kendi kendime gülmeden edemedim. Muhtemelen bana söylediği şeylerden dolayı şuan derin bir pişmanlık duyuyordu.

Sanırım Suay'a her baktığında ışıldayan gözlerinin onu zaten çoktan ele verdiğini bilmiyordu.

Gülümseyerek kafamı iki yana salladım. Suay'ın yanına oturduğumda yaralı olan elini, avucum içine aldım. Eğilip küçük bir buse kondurduğumda duyduğun sesle kafamı ona çevirdim.

“Ben sana anne elinde büyümediğin için aile kavramını bilmiyorsun demiştim ya “ dedi Suay çatallı sesiyle. Gözleri dolu dolu bakıyordu bana. Hüzünle kafamı salladığımda yerinden doğrulup, boşta kalan eliyle o da benim elimi tuttu

“Biliyorsun. Sen aile olmanın kıymetini biliyorsun. Tıpkı dedemin hep dediği gibi, huzuru sonradan buldun ve kaybetmemek adına çaba harcıyorsun. Kıymet biliyorsun İnci. Söz veriyorum bende senin kıymetini bileceğim. Seni bir daha hiç üzmeyeceğim. Yeter ki gitme” Bana sarılırken kurduğu son cümle ile boğazım düğümlendi.

Benim sınavım asıl şimdi başlıyordu.

**********

“Elif’in yerini tespit ettim dediniz doğru duydum değil mi komutanım “ dedi Harun neşeli sesliyle. Yılmaz komutan aradığı için alelacele toplanıp buraya gelmişlerdi. Yılmaz komutana Suay'ın durumu söyledikten sonra biraz tatsız durumlar yaşansa da, en sonunda sevindirici bir haber geçmişti ellerine

“Oğlum bir kere deyince niye anlamıyorsunuz siz. Ben bu Tim'i kurarken hepinizi yüksek zeka seviyenize göre seçtim. Bana gelince mi mala bağladınız lan” diye kükredi.

Haklıydı

Zaten biricik kızı yara almıştı. Birde orada olması gerekirken burada onlara laf anlatıyordu. Önünde ki dosyaları Harun’a uzatıp, tehdit dolu bir bakış attı. Bu bakış Harun’a yeter de artardı. Çünkü bu bakışı ne zaman görse başına pekte iyi olmayan şeyler gelmişti.

Yılmaz komutan iyiydi hoştu, herkese babaydı fakat iş Yusuf ve Harun’a gelince güya ‘Elimde büyüdünüz size tolerans geçemem' deyip onları kıl ipiyle boğuyordu.

“Şu karnına kimyasal bomba yerleştiren çocuk.. Ondan bir haber çıktımı durumu nasıl” diye sordu Yılmaz komutan. Kendi kızı için endişeliydi fakat ortada minicik bir çocuk söz konusuydu. O sebeple kendi kızının merhameti için biraz da gururluydu. Vatana hayırlı bir evlat yetiştirmek bu olsa gerekti.

“Komutanım o durum biraz karışık. Kimyasal bomba çıkarıldı incelemeye alındı. Size içeriği hakkında bilgi gelecek, fakat çocuğa başka bir şey yerleştirdiklerinden şüpheleniyorlar. “ dedi Yusuf sıkılgan bir sesle. Hakan için oldukça endişeliydi. Ameliyathaneden çıktığından beri sürekli kusuyordu. Kanında herhangi bir madde tespit edilmemişti. Ona rağmen sürekli kusuyor, bel kısmından sancı çektiğini söylüyordu.

“Ve şu dakika elime gelen bilgiye göre röntgen sonuçları da temiz çıkmış” diye atıldı Zeynel. Ortam iyice gerilirken, Ali elini yumruk yapmıştı bile. Hakan yaşlarında küçük bir oğlu vardı ve ister istemez empati yapıyordu. Kendi oğlunu öpmeye kıyamazken, elin teröristi başka bir çocuğa işkence ediyordu. İnanılır gibi değildi.

“Komutanım çok küçük daha benim oğlanla aynı yaşta ama hasta olduğundan çok gelişmemiş ufacık.. “ diyebildi kahrolmuştu onun o görüntüsüne. Bu çocuğun çektiği onca acıyı kim nasıl unutturacaktı.

“Çocuk için elimizden geleni yaparız. Acıyı unutur mu bilemem ama alışmaması için elimden ne geliyorsa yapacağım” dedi Yılmaz komutan. O hiç hoş konuşan bir adam olmamıştı. Bunu bilen ekipte ondan dolayı ona güvenerek onayladılar.

“Evet Duman Timi yeni göreviniz Elif Ardıç. Yardım için İnciyi de göndereceğim. Kızın ne halde olduğunu bilmiyoruz, size yardım etsin... “ dedi ve bakışlarını Yusuf Asaf'a dikti. Tehlikeli bakışların hedefi olduğu için gerilen Yusuf, ifadesiz durmaya çalışsa da makatına kadar terlemişti.

“Eğer İnci’nin kılına zarar gelsin seni yakarım Özdemir. Aksi bir durum olursa, kendine yatacak mezar ara” işte böyleydi. Herkese yumuşak pamuk olan bu adam, konu Harun ve Yusuf olunca kök söktürüyordu. Hadi Yusufla Engin Bey için uğraşıyordu, Harun’un ne suçu vardı.

Sanırım Yılmaz komutan damat savar icat etmişti. Yoksa nereden bilecekti.

“Emredersiniz komutanım” dedi Yusuf ağzının içinden. Cevabı duyan Yılmaz komutan toplantı odasından çıkarken, ortamda bir kahkaha sesi duyuldu.

Ufuk

Evet Ufuk

Canına susamış olmalıydı ki sesli bir şekilde iki komutanının düştüğü duruma gülüyordu. Üstelik Yusuf ve Harun’un bakışlarını da farkında değildi. Zeynel bıyık altından gülerken Ufuk'un ensesine bir tane geçirdi. Ufuk aniden gülmeyi kestiğinde karşısında öfkeden kızarmış iki komutan görmeyi beklemiyordu.

Evet yine ve yine mayına basmıştı. Bu kaçıncıydı artık saymıyordu bile. Her şey Time yeni geldiği gün başlamıştı, yanında ki erlere kendi rütbesiyle hava atarken, çarşı izinden gelen Yusuf Asaf’ı sıradan bir er sanmak onun hatası mıydı?

Onu tanımıyordu, ne vardı ondan çay istediyse? Gerçi o çay gelmişti ayağına ama dudakları tarafından keyifle içilmesi gereken çay, başından aşağı dökülme suretiyle suratını yakmıştı.

Acı bir şekilde öğrenmişti Ufuk, Yusuf’un rütbesini. O gün ona ondan kıdemli olduğu için hava atan adamın Üsteğmen olduğunu nereden bilebilirdi.

“Kıdemli gözüme çok batıyorsun. Benim gözüm hassastır batan çöpü çekerim biliyorsun değil mi” dedi Harun burnundan solurken. Ufuk sert bir şekilde yutkunup, kafasını Yusuf’a çevirdiğinde aynı sert bakışların hedefi olmayı beklemiyor olacak ki, daha sert bir şekilde yutkundu

Şimdi şurada ağlasa yeriydi. Çünkü bu iki komutan gözlerini dikmiş bakarken pek rahat olamıyordu.

“Lan kıdemli acemi ördek ya başından, ya kıçından dalar derlerdi de bu kadarını beklemiyordum. “ diyen Arif’le herkes kahkaha atmıştı. Zaten konu Ufuk olunca hep gülüyorlardı.

“İnci Hanım’ı mı bekleyeceğiz komutanım” dedi Miraç Yusuf Asaf’a. Yusuf başını olumlu anlamda salladığında ise hepsi ayaklanmış arka bahçeye gitmişlerdi.

Boş buldukları bir kamelyaya oturduktan sonra, Arif sıkıntılı bir sesle

“Abi ben bu Elif kızı araştırdım. Kızın annesi ve babası trafik kazasında ölmüş. Ağabeyi o zamanlar üniversite de okuyormuş, Seçkinle de oradan yakın arkadaşlarmış. Yani anlatacağınız birbirlerine gidip gelen cinsten... “ sustu ve sıkıntılı bir nefes daha verdi.

“Elif anne ve babası öldüğünde on dört yaşındaymış. O olaydan sonra kız içine kapanık biri olmuş. Ağabeyi dışında kimseyle konuşmuyor, az yiyor az uyuyor ve gerekmedikçe dışarı bile çıkmıyormuş. Daha sonra Ağabeyi kızı bir şekilde eski haline getirmiş. Liseye başlayan kız, eski haline dönmüş, ama ağabeyini de aynı yolda trafik kazasında kaybedince kimsesiz kalmış” dedi sona doğru şüpheli çıkan sesiyle. Dün araştırdığı kız yüzünden dert sahibi olmuştu. Gözlerini yumduğu an on altı yaşında ağabeyinin mezarında ağlarken çekilmiş fotoğrafı geliyordu gözünün önüne.

İnanmıyordu

Evet inanmıyordu. Kızın ailesinin kaza sonucu öldüğüne inanmıyordu. Bu duruma inanmadığı için ailesinin herhangi bir belaya bulaşıp bulaşmadığını da araştırmıştı. Kızın ailesi kendi halinde kendi yağında kavrulan orta gelirli bir aileydi. Yani onlara kin güden biri de yapmış olamazdı. Dünden beri kafayı yemek üzereydi.

“Garip değil mi” dedi Yusuf. Arif’in anlattığı olay ona da bir hayli garip gelmişti. Anne ve babasıyla aynı yolda hayatını kaybeden bir ağabey. Kulağa oldukça garip geliyordu.

“Dahası var... “ dedi Arif gözlerini bir noktaya sabitlerken. Sert bir şekilde yutkunup az sonra anlatacağı olay için hazırladı kendini.

“Elif’in ağabeyi Yüksel. Trafik kazası sonucu hayatını kaybettiğinde kemeri açık olduğu için camdan dışarı fırlamış. Tüm uzuvları bir yere dağılan adamın... “ dedi ve tekrar serçe yutkundu. “Bazı uzuvları yolun kenarındaki ormana fırlamış. Elif ağabeyini tek parça gömsünler diye günlerce ormanda ağabeyinin kopan uzuvlarını aramış. Günlerce bir parmak için kopan bir ayak için.. “ artık konuşmaya mecali kalmamıştı. Zaten ekipte daha fazla anlatma der gibi bakıyordu. Hepsi aynı anda hüzünlenen bakışlarını başka yere çevirdiler.

“Zor.” Diyebildi Harun titrek bir sesle.

“Bu bir cinayet” diye ekledi Yusuf şüpheyle

“Komutanım kızı ne halde bulacağız Allah bilir” dedi Zeynel ve ötekilerde perişan halde onayladılar.

Elif’i ne halde bulacaklarını bilmiyorlardı fakat, bu olayın altında Seçkin’in parmağı olduğundan eminlerdi.

Onur derin bir nefes alıp, bakışlarını Arife dikti.

“Şuan kaç yaşında komutanım. “ diyebildi duydukları ona da ağır gelmişti. Küçük bir kız çocuğuyken açıyla yoğrulmuş genç bir kadın olmuştu belki de.

“23 yaşında. Sekiz yıldır Seçkin’in yanında. Seçkin iti umarım ona iyi davranmıştır, aksi halde münasip bir yerlerine sıkmaktan çekinmeyeceğim. “ dedi ekip onu ilk kez bu kadar ciddi görüyordu. Sürekli gülen espriler yapan adam dünden beri öfke kusuyordu. Nedenini Yusuf çok iyi bildiği için ona telkin edici bir bakış atsada, Arif’in öfkesini dindirmeye yetmedi.

Zaten bir kaç saat sonra gelen İnci ile de herkes hazırlanıp, belki de bir kurtuluşa imza atmak için yola koyuldular.

******************

‘Söz veriyorum bende senin kıymetini bileceğim. Seni bir daha hiç üzmeyeceğim. Yeter ki gitme' Suay'ın söylediği cümle beynimin içinde dolanıp, duruyordu. Bana ve mesleğime karşı ilk kırılan Suay olmuştu. Ya Yeşim hanım yaralar aldığımı duyduğunda dehşet bir ifadeyle hüngür hüngür ağlamıştı.. Evet o da Suay gibi gitmemi istemeyecekti.

Babam...

Yılmaz komutan, beni burada tutmak için yaşlı kurtla iş birliği yapmış görev yerimi buraya aldırdığını, buradaki olaylarla ilgileneceğim söylemişti. Bunu ancak bir kaç ay sürdürebilirdi. Ben Milli istihbarat teşkilatına mensuptum. Düzenli bir hayatım yoktu ki benim. İnişli çıkışlı hayatımın hiç bir zaman merkezi olmamıştı. Çünkü benim hayatımın başı ya da sonu yoktu.

En son konuştuklarımız üzerine Suay'a hiç bir şey söylemeden çıkıp, gitmiştim. Ona verecek bir cevabım yoktu ki. İşimi seviyordum ve ayrılmak gibi bir düşüncem yoktu.

Garip bir konu daha vardı.

Yılmaz komutan...

En başta o karşı çıkar sanıyordum fakat, o beni destekliyordu. Hatta bir saat önce aramış Elif için benden yardım bile istemişti. Şuan ekiple oraya doğru gidiyorduk, ve bu oldukça garipti.

Yılmaz komutan kendi kızının polis olmasını engellemişken, beni niye destekliyordu ki. İki seçenek vardı

Ya beni Suay kadar önemsemiyordu

Ya da ağzıma bal çalıp beni oyalıyordu.

Şahsen ilkini seçmek benim işime gelirdi. Eğer ikinci seçenekse emin de sonunda oda Suay gibi kırılacaktı.

“Pek dertli gördüm seni “ dedi yanımda oturan Harun. Zırhlı aracın içinde kimimiz karşılıklı kimimiz de yan yana oturuyorduk. Derin bir nefes verip, yüzümü ona çevirdim.

“Yorgunum sadece. Yahu siz nasıl dayanıyorsunuz her dakika göreve çıkmaya.. Benim görevlerim bile lüks ve konfor içeriyor. Bayılmak üzereyim cidden” dedim bıkkınlıkla. Ekip benim yakınmamam gülerken, Harun’dan cevap gecikmedi

“Hepimizin istediği tek şey Vatan’ın bütünlüğünün bozulmaması ondan yorucu gelmiyor.” Dedi şefkatle gülümserken. Bana öyle bir bakış atmıştı ki şuan karşısında ben değilde Suay’ı gördüğüne yemin bile ederdim.

Yusuf hafifçe boğazını temizlediğinde bakışlarımı Harun'dan çevirip ona döndüm. Kaşları çatılmış elinde ki tüfeği temizliyor, bir yandan da azında bir şeyler mırıldanıyordu.

“Nayino adam bir sorun yoktur umarım” dediğimde bakışları beni buldu. Kaşları ona Nayino dememle aniden düzelirken, dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı.

Neydi bu adamdaki kahve aşkı? Benim bildiğim Trabzon halkı kahve değil çay içerdi. Adam da ki kahve sevdası o kadar büyüktü ki ona kahve dediğimde bile gözleri ışıl ışıl oluyordu.

Kesinlikle normal değildi.

Zaten normal olsa benim kalbim ona niye atsındı.

“Komutanım Nayino sizin söylediğiniz türkü değil mi” dedi Miraç merakla. Şaşkınca Yusuf’a baktığımda dudaklarında ki tebessümün koca bir sırıtmaya dönüştüğünü görünce kaşlarım çatıldı. Benimle alay mı ediyordu bilmiyordum fakat suratında ki ifadeye bakılırsa öyleydi.

“Aynen aynen neydi sözleri..

Hah!

Nayino nayino nayinoma kurbanii” berbat sesiyle türküyü söyleyen Onur ile ekip kahkaha atıyordu, bense hâlâ sırıtan Yusuf’a döndüm

“Ula hani Karadeniz’de çay içeylerdi. Kahveye niye gurban olaysiniz” dedim berbat Laz ağzımla söylediğim şeye kahkaha atarken, ekipte onunla birlikte gülme krizine girmişti. Neden gülüyorlardı sanki, duyduğum kadarıyla konuşmuştum işte.

“Özdemir Allah kimseyi senin eline düşürmesin” dedi Harun kahkahasını dindirmeye çalışırken.

Ekip bir süre daha benimle alay edip, eski hallerini almışlardı. Fakat Yusuf Asaf’ın bıyık altı gülüşü hâlâ yerinde duruyordu. Fark ettiğim kadarıyla, elinde ki tüfeğe fazlaca değer veriyordu. Araca bindiğimiz dakikan itibaren onunla ilgileniyor arada ona doğru bir şeyler mırıldanıyordu

Normal değildi

Bende öyle

“Komutanım gülizar yenge rahatladı baya sayenizde” dedi Zeynel alayla. Yusuf ona bir bakış atarken tebessüm ediyordu. İyi de Gülizar kimdi.

Aklıma gelen anlık şeyle gözlerim kocaman açıldı. Yusuf’un sevgilisi varsa ya. Ben ona bunu hiç sormamıştım. Gerçi ona bunu sormam için onun bana soğuk davranması gerekirdi. Her saniye bana yürüyen adamın niye sevgilisi olsundu.

İyide Gülizar kimdi?

Tam soracaktım ki aklıma gelen bizzat benim açtığım savaşla, susmak zorunda kaldım. Adama savaş açmıştım ya ben. Ağzıma gelen soruyu sert bir şekilde yutup önüme döndüm. Ellerim oturduğum koltuğun iki yanında sabitlenmiş başım yere eğik, başım eğik olduğu için kısa dalgalı saçlarım önüme düşmüş, ayaklarımı bir ileri bir geri sürtüp duruyordum.

“Rahat bırakın komutanımı Gülizar yengemin adı geçince bile kıskanıyor” dedi Onur eğlenen bir sesle.

Olsundu

Bende başka Yusuf Asaflar bulurdum. Tamam belki onun kadar iyisini onun kadar yakışıklısını ve yine onun kadar Özdemir Asaf’ını bulamazdım. Ama cidden olsundu. Ondan başkası mı yoktu? O da Gülizar ile evlenip mutlu mesut çocuk büyütürdü.

“Kaç yıl oldu bırakmadın Gülizar'ı ben seni çok eski tanırım Özdemir hiç bir kadına bu denli bağlandığını görmemiştim” Harun’un söyledikleri ile kafamı daha da çok eğdim. Vallahi yeterdi. Bende insandım. Üstelik Yusuf Asaf Kişisini beğenen bir insandım bana da yazıktı.

“Öyle komutanım Gülizar'ı hiç bir kadına değişmem. “ dedi Yusuf. Artık son noktadaydım. Başımı hızla kaldırıp, gözlerine baktığımda, onun zaten beni izlediğini görünce biraz bocalasamda hemen toparladım kendimi.

“Yahu adam madem sevgilin var ne diye benimle uğraşıyorsun çift gönüllü müsün sen” sesim biraz sert birazda üzgün çıkmıştı. Bana rağmen onun yüzünden kocaman zafer kazanmış gibi bir ifade vardı

Tabi olurdu

Tutamıyordum ki çenemi!

Bana ne oluyordu?

Belki adam herkesi kalbine sığdıracak kadar sevgi doluydu. İçimde ki Beyza ‘Biz ona halk arasında şerefsiz diyoruz İnci mercanım' diye yanıtladı beni. Ona da hak verdim. Bu düpedüz şerefsizlikti. Ama bu sıfat karşımda bana sıcacık bakan adam için o kadar uzaktı ki. Gözleri önce dağınık saçlarıma sonra gözlerime değiyor, saniyelik bakışlar atıp bakışlarını kaçırıyordu.

Güzeldi

Yusuf Asaf çok güzeldi. O böyle kahvelerini dikmiş, sıcak sıcak bakarken tüm kötü terimler ondan uzak olsun isterdim.

“Tüfeğimle tanış istiridye güzeli... “

“Tüfeğim gülizar.”

Tüfeğin namlusu bana uzatılınca şaşkınca tüfeğe bakakaldım. Sağ elimi kaldırıp namluyu tutunca suratıma patlayan flaş ışığıyla şaşkınlığım katlanarak arttı. Çünkü Arif;

Yusuf, ben ve çok kıymetli Gülizar'ın aynı karede olduğu bir fotoğraf çekmişti. Ve evet ilk fotoğrafımızda İkinci kadın Gülizar da vardı.

‘Bu hikayede ikinci kadın sen gibi duruyorsun İnci mercanım' dedi içimde ki Beyza. Bir dakika benim içimde neden konuşan bir adet Beyza vardı. Herkese mis gibi iç sesler tayin edilirken bana gelince yükleme hatası mı olmuştu?

“Attım bunu sana” dedi Arif durgun duruyordu ama yinede ortamın keyfini kaçırmamak adına gülümsüyor yapılan esprilere ortak oluyordu. Onda ki durgunluğu fark etsem de şimdilik sessiz kaldım. Çünkü daha ciddi sorunlarım vardı.

Kendi başlattığım savaşın galibi olmak üzereydim. Üstelik bunu pekte sorun ediyor gibi durmuyordum. Etmeliydim. Neden etmiyordum?

‘Valla İnci mercanım bu kadar güzel bakan, güzel gülen biri hayatımda olsa bende sorun etmezdim’ dedi aşinası olduğum ses. Onun sesiyle melül melül ona bakıyordum ki, Beyza’nın sesi neden benim kulağımda isimli şiirim aklıma gelince, sağ elimi kaldırıp gözlerimin önünde sinek kovalar gibi bir hareket yaptım.

Çünkü Beyza kişisinin aklıma soktuğu şeyler yüzünden kafama sesi kalıcı olarak yerleşmişti.

Harikaydı

Ölene kadar ghosttuk artık.

“Komutanım geldik herhalde “ diyen Ufuk'la aracın durduğunu yeni fark ediyordum. Yusuf’tan tarafa hiç bakmadan aşağı indim. Evin pardon villa görünümlü koca evin, biraz ilerisinde inmiştik. Zannımca kapıda korumalar vardı ve bize sorun çıkaracaklardı. Harun’un bizi konumlandırdığı şekilde gizlice etkisiz hâle getirecektik korumaları

Kafamın arkasından kulağıma takılan kulaklıkla irkildim. Başımı sağa çevirdiğimde tam arkamda ki adamı görmeyi beklemiyordum. Kulağıma yerleştirdiği kulaklığı büyük bir dikkatle yerleştirdikten sonra, az önce eğildiği için dağılan saçlarımı düzeltti. Ardından başımı koruması için taktığı kask gibi olan ama adını hatırlamadığım ağır şeyi kafama geçirdi.

Tüm bunlar olurken şaşkınca onu izliyordum. Ben aldığım onca duygu yönetimi eğitimine rağmen bu adamın yanında gerçek manada İnci oluyordum. Sanki İstihbaratçı kimliğim elimden alınmış gibi...

Olmazdı

Ben bu duygulara yabancı olmalıydım. Halbuki onu ilk gördüğümde sadece beğeniyordum. Şimdi amansızca atan bu kalbimin derdi neydi.

“Nisan ayı gelmek üzere diye yazı getirmeye gerek yoktu “ dedi üzerimde ki kolu kısa siyah yeleğimin altında ki tişörtü işaret ederken. Ondan bir adım uzaklaşıp arkamı döndüm. Ona cevap vermeden silahımı çıkarıp, Harun’un daha önceden planladığı gibi evin arkasına doğru adım attım. Onlar adamlarla uğraşırken ben Elif’i korumak için eve girecektim. Elindeki silahla temkinli hareketlerle arka bahçenin kapısına geldiğimde sırtı bana dönük iki adam olduğunu görünce, sağ kemerliğimde asılı olan şok cihazını çıkardım. Boyları benden uzun olduğu için duvara çıkmak zorundaydım. Onların beni göremeyeceği bir köşe bulduğumda duvarda ki oyuklar bugün şanslı günümde olduğumu fısıldıyordu.

Vakit kaybetmeden duvarın üstüne çıkıp sol kemerliğime taktığım şoku da çıkardım. İki şoku da elimde sallayıp, akrobatik hareketler yaparken, bir yandan da sırıtmama engel olamıyordum. Bu iki servi boylu adamı devirecek olmak... Ne bileyim gurur vericiydi.

Adamların arkasında duyduğumda gözlerimi devirdim. Neredeyse enselerine vuracak kadar yakındım, fakat beni hâlâ fark etmiş değillerdi.

Ben ikinci planda olmayı sevmezdim.

Madem benim tarafımdan azcık istirahat edeceklerdi, bunu benim yaptığımı görmelilerdi.

Hadi ama neden boşu boşuna iyilik yapayım ki?

“Ağabeyler tahtalı köye ne taraftan gideriz” yönelttiği saçma soruyla ikisi birden sağ ve soluna bakarken göz devirdim. Bu alık adamları buraya dikecek kadar cahil birinin peşinde olduğumuza, üstüne üstelik bir de elimizden kaçırdığımıza inanamıyordum.

Rezillikti.

“Pekala bazı iyilikler gizli kalmaya mahkûmdur “ fısıldadığım şeyle ikisi de kafasını kaldırınca gülümsedim. Sağ ve sol elimde ki şok aletini sallayıp, enselerinden elektiriği verince üst üste düştüler.

Burada kalıp onların bu rezil hallerine sabaha kadar gülerdim fakat, içeride beni nasıl bir enkaz bekliyor bilmiyordum. Çıktığım duvardan atlayıp, boydan boya cam olan duvarın etrafından evin önüne doğru yürürken duyduğum sesle, silahımı kavrayıp, köşeyi dönmemle bana doğrultulan Gülizarla gülümsedim.

“Daha yeni tanıştık be Gülizarım sende ne hızlı çıktın” sitemle söylediğim sözlerle, Yusuf Asaf kısık bir kahkaha ile ortamı şenlendirdi. Gülizar'ın namlusunu benden uzaklaştırdığında çevrede kimsenin olmadığını fark etmemle bende güldüm.

İşi sessizce halletmişlerdi. Bu adamlara boşa bordo bereli demiyorlardı. Adamın altından donunu alırlaedı da kimsenin ruhu duymazdı.

“Gülizar'ıma söylenmen bittiyse içeriye girelim” önümden çekildiğinde aceleyle sürgülü cam kapıyı açtım. Beyaz ve gri renklerin hakim olduğu evde gözüme çarpan ilk şey ikinci kata çıkan merdiven oldu. Odanın ortasında öylece dururken içime dolan huzursuzlukla arkamı döndüm. Ekipte benim gibi evi inceliyordu. Onlarında yüzünde alışılmışın dışında bir huzursuzluk vardı.

Bu evde bir enkaz bulacak olmaktan korkuyorduk. Çünkü hepimiz Seçkin’in asla çıkarsız iyilik, yapmayacağını iyi biliyorduk.

Elif’i kötü bir halde görmekten ölesiye korkuyordum. Hepsinden daha fazla korkuyordum. Bir kişiyi daha, hasta bir adamın elinde hastalanmış bir şekilde kurtarmak istemiyordum.

“Sabaha kadar burada duramayız. İnci, Yusuf ve Arif siz Elif’in yanına biz de mutfağa girelim çalışanları alalım” dedi Harun. Sertçe yutkunup, adımlarımı merdivene doğru attım. Her bir basamakta sanki on sekiz yaşında ki Beyza’ya canıma bir adım yaklaşıyordum.

Beyza...

Evet Beyza, eğitim sırasında onu beğenen bir adam tarafından tacize uğrayan, daha sonra yediği halt belli olmasın diye, onu kaçırıp, haftalarca işkence eden, bundan zevk alan hasta bir adamın eline düşen Beyza.

Ekibin gözünden sakındığı canımız olan Beyza. O olaydan sonra, hiç bir erkeğe yakınlık duymayan Beyza..

Çocukluk aşkına dahi sırt çevirmişti o olaydan sonra. Tam bir yıl kimseyle konuşmamış kendini işine adamıştı. Onu tekrar hayata döndüren ise Ömer olmuştu. Ömer’den sonra büsbütün değişmiş hiç bir şeyi ciddiye almayan umursamaz bir kadın olmuştu. Bu olaydan en çok etkilen ise şüphesiz Uğurdu sevdiği kadına ulaşmaya çalıştıkça Beyzanın ondan kaçmasını kendine yediremeyip, sorguda olan adamı yetkisi olmadan öldürmüştü.

Gözünü bile kırpmamıştı. Uğur’un o haline rağmen Beyza ona karşı suskunluğunu inatla sürdürüyor, ona olan hislerine hep kör oluyordu.

Merdivende çıkacak tek bir basamak dahi kalmamıştı. Artık ikinci kattaydık ve duyduğum neşeli çocuk kahkahasıyla olduğum yerde kaldım. Yusuf ve Arifte benimle birlikte sesin geldiği yöne doğru döndüğümüzde aralık bir kapıdan beş yaşlarında bir erkek çocuğunun yüzü görününce Arif’in adımları o yöne ilerledi.

Tam kapının önünde durup, konuşulanları dinlemeye koyulunca bizde hemen yanına gittik.

“Seçkin canavarı bana ben senin babanım dedi. Benim babam canavar mı ki anne” duyduğum şeyle boğazıma bir yumru otururken gözümden akan bir damla yaşı umursamadan dinlemeye koyuldum.

“Sen ona baba diyor musun ki çakır gözlüm. Sen ona baba demezsen o senin nasıl baban olacak” dedi oldukça ılımlı ve şefkat dolu bir ses

Umarım Elif olmazdı

Umarım Elif olmazdı yoksa beklediğimiz şey sadece bir 'Enkaz' olmayacaktı. Bir kayıp, bir gençlik hiç yoktan bir savaş...

“Yanisi ben istemezsem o benim babam olmaz mı ki” çocuğun kurduğu saçma cümle ile hepimizin yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. Bizim aksimize içerideki Kadın kahkaha atarak çocuğu kulağına çekti

“Yanisi sen istemeden ben bile senin annen olamam. Sen isteyeceksin sen seveceksin, sen sevmeden istemeden hiçbir şey mümkün olmaz”

“Ama anne ben seni seviyorum ki. O canavar... “ sustu artık yüzünü göremiyordum fakat Arif’in gözleri ikisinin de üzerindeydi.

“Sana vurduğu zaman seni koruyamıyorum. Bana kızma olur mu ben küçüğüm ya ellerim ona vurduğum da çok acıyor. Seninde yüzün acıyor değil mi anne” dedi sert bir yumru oturdu boğazıma. Buradaki kadın Elifti. On altı yaşında esir düşmüş bir de üstüne çocuk mu doğurmuştu?

“Gerçek annemi de o öldürdü onu da koruyamadım. Şimdi sende gidersen... “ dedi çocuk. Yani bu çocuk Elifin oğlu değildi. İçime bir şu serpilse de bu defada küçük çocuğa üzülmüştüm. Gözlerim benden bağımsız yaşlarını akıtırken, Yusuf’un sesiyle ona döndüm.

“Yapma İnci sana ihtiyacımız var topla kendini” fısıltı şeklinde çıkan sesiyle, derin bir nefes alıp gözlerimi sildim. Arif’e bir bakış attığımda onun benden tek farkı gözlerinin dolu olmamasıydı. O da tıpkı benim gibi dağılmıştı.

“Ben geçeyim önce. Siz arkamda durun “ deyip Arif’in önünde zaten aralık olan kapıyı iyice açıp, içeriye girdim. Elif’i gördüğümde şaşkınca bana bakıyordu.

Yüzünde yer yer morluklar el ve kollarında çürükler vardı. Uzun kahve saçları bukle bukle sırtından aşağı dökülmüş, yeşil gözleri şaşkınca bize dönmüştü. Yanında ki çocuğa döndüğümde mavi gözlü koyu siyah saçlı beyaz tenli ve tıpkı Elif gibi bize şaşkınca bakıyordu.

Üzerimde ki tüm huzursuzluğa rağmen, gülümsedim. İkisinin de yanına yaklaştığımda Elif çocuğu kendine daha da bastırıp, biraz uzaklaştı.

“Elif korkma, ben... “ arkadaki adamları gösterip, tebessümümü daha da genişlettim. “Ve arkadaşlarım seni ve bu ufaklığı kurtarmak için geldik. “ sözlerim ondan herhangi bir etki oluşturmadı fakat, küçük çocuk neşeyle bağırıp, Elifin kucağından atladı. Neşeyle ellerini birbirine çırpan çocuk

“Anne o dediğin kahramanlar bunlar mı? Geldiler işte bak bak anne geldiler bizi kurtarmaya geldiler” r harfini y olarak söyleyen çocukla Arif kısık neşeden uzak bir kahkaha atıp, sağ cebinden çıkardığı çikolatayı ona uzattı.

“Ama bu nedir ki” diyen çocukla Elif şaşkın bakışlarını bana çevirip, ayağa kalktı. Arif çocukla konuşurken, Elif hızla yanıma gelip, ellerimi tuttu

“Bu da onun saçma oyunlarından biri değil değil mi? Bak onlara güvenemem ama sen de kadınsın kurtarırsın bizi değil mi? Ne olur oyun değil de, şu kapıdan kahkaha ile girmeyecek de” söyledikleri ile boğazımda ki yumru iyice artarken, ellerini bırakıp kendime çektim onu. Elim omuzlarını sıkı sıkı sararken, gözlerime dolan yaşları geri itmedim.

Ağladım

Elifin yakarışlarına, küçük bir çocuğun neşeli çığlıklarına yalnızca ağladım. Zar zor ondan ayrıldığım da onun da benden pek bir farkı olmadığını görmemle boğazımda ki yumru kendini iyice belli etti. Yüzünde iki renk vardı kırmızı ve mor. Gözlerinde iki duygu vardı korku ve mutluluk. Şuan karşımda ki kadın sanki beş yaşında annesini kaybetmişte onu bulmanın sevinciyle bakıyordu gözlerime.

Elif kaybolmuştu. Hayatın içinde bir cani tarafından kaybolmuştu. Bende öyle. İkimizde bize sorulmadan verilen hayatların mahkûmu olmuştuk. İkimizde çocukken büyümek zorunda kalmıştık.

Lakin içimizde ki merhameti bize sunulan hayatların aksine kaybolmamıştı.

Elif; kendi çocuğu olmayan birine anne olmuştu.

Bense, merhametini silmeyen bir kadındım.

Aynı değildik belki fakat aynı acının ıstırabını çekmiştik. Ondan bir adım uzaklaşıp odada ki giysi dolabına doğru yürüdüm.

“Bavul var mı burada? Getir de her şeyi dolduralım uzun bir süre ihtiyacın olacak “ dediğimde odaya bakınmaya başladı ama gözle görülür bir şey bulamamış olmalı ki, sağ taraftaki yatağın altından küçük bir çanta çıkardı. Elin de ki çantaya eline geçen kıyafetleri doldurmaya başladı. İşi bittiğinde koşarak odadan çıkınca Arif'te peşinden gitti. Muhtemelen ufaklık için de kıyafet alacaktı.

Odanın bir köşesinde neşeyle çikolatasını yiyen çocuğu görünce gülümseyerek Yusuf Asaf’a döndüm. Gözlerimiz anlık kesişirken ikimizde tebessüm ile çocuğa yaklaştık. Yusuf eğilip çocuğu kucağına alınca, çocuk önce korkuyla bana baktı, ardından Yusuf Asaf'ın gülümseyen yüzünü görünce rahatlayıp, tek elini boynuna sardı.

“Sen kanatmayan babalardan mısın... “ elini Yusuf Asaf’ın dudaklarına götürüp gülme çizgisine dokundu. “Kanatan babalar böyle güzel gülemez ki ya. Yoksa senin çocuğun mu yok? Ondan mı mutlusun” sorduğu Soruyla Yusuf anlık bocalasa da yüzünde ki tebessümü silmemeye çalıştı. Çocuğun yanağına bir buse kondurup,

“Her baba kanatmaz ki, hem az önce duyduk seni sen ona baba demiyormuşsun. E o zaman o da seni kanatamaz” dedi ılımlı sesiyle. Çocuk dudaklarını büküp kafasını Yusuf Asaf’ın omzuna koydu. Yüzü hâlâ ona dönük olduğundan aşağıdan gözlerini kırpıştırarak Yusuf Asaf'a bakıyordu.

“Beni kanatmıyor ki, beni döveceği zaman Elif Annem kahraman gibi koruyor beni. Ama o hep kanıyor. Ben de canavarmışım Seçkin öyle dedi. Benim yüzüme Elif Annem de kanıyormuş” sesi titrerken söylediği şeylerle yumruklarımı sıktım. Yusuf’un da gerilen omuzları sinirlendiğimi gösteriyordu. Usulca yanına yaklaşıp, işaret parmağımın tersiyle yüzünü okşadım. Temasımla başını kaldırıp, sıcacık gülümseyerek bana bakınca ister istemez bende güldüm.

“Ya sen aynaya hiç bakmıyor musun ki” dedim abartılı bir sesle. Anlamaz gözlerle bana bakınca, Yusuf’un kucağından alıp, kendi kucağıma aldım. Odanın bir ucunda ki aynanın karşısına geçtiğimizde ikimizde aynanın karşısındaydık. Aynaya tebessüm ile bakan çocuğa kendini işaret edince bakışları bana döndü.

“Bak bu aynaya, ben burada kendi küçük ama tebessümü kocaman bir çocuk görüyorum. “ dedim aynadan gülümsemesine dokunurken. O da küçük parmakları ile aynadaki yansımama dokununca gülümsemem genişledi.

Merhamet

Şefkat

İçten bir sevgi

İşte bir çocuğun ailesi ne kadar bozuk olursa olsun bu üçünü alıyorsa o çocuk büyüdüğünde iyi bir adam olurdu. Buna kefildim. Tüm benliğimle inanıyordum ki, bu çakır gözlü oğlan büyüdüğünde harika bir insan olacaktı. Tabii babası olacak o insan müsveddesinden uzakta olduğu sürece.

“Bende burada çok güzel bir abla görüyorum... “ dedi ardından sır verirmiş gibi tek elini dudağına kapatıp, “Aramızda kalsın Elif anneden bile güzelsin. O da çok güzel ama ona anne dedim. Sana demeyeceğim, seninle ciddi düşünüyorum “ ciddi ciddi söylediği sözlerle kahkaha attım. Erkekler her yaşta aynıydı sanırım. Güzel bir kadın gördükleri zaman direkt serbest dalış yapıyorlardı. Anlaşılan bu küçük adam da büyüyünce sadece iyi bir insan değil, çapkın bir adam da olacaktı.

Olsundu

O da çapkın oluversindi. Kızlarda bakmayı versinlerdi.

“Aslan parçası orada dur bakalım. “ dedi Yusuf çatık kaşlarıyla, ufaklığı benden alırken. “Eğer onu başka birine kaptırırsam babam anlımın çatından vurur” dedi espriyle tam gülecektim ki ufaklığın söyledikleriyle boğazıma yeniden bir yumru takıldı.

“Senin de mi baban kanatan canavar” Yusuf ne diyeceğini bilemez bir şekilde öylece kalırken, ben yine ve yine gözlerime dolan yaşlarla cebelleşiyordum. Baba tabiri küçük bir çocuğun aklında canavar olarak kalmıştı. Ne yapılabilirdi ki artık. Dünya iyisi bir adam bile onun için hep canavar olarak kalacaktı belki de.

“Ben tanıştırırım seni babamla ister misin? Hem onun cebinde çocuklar için hep şeker vardır. Senin yaşında ki çocuklara bayılır” dedi az önceki soruyu kendince yanıtlamıştı. Ve fark ettiğim üzere Yusuf Asaf babasından bahsederken gözleri parlıyordu. Engin amcada ona aynı şekilde bakıyor, resmen oğluna bakarken gözleri doluyordu. Yusuf Asaf bir ailenin tek çocuğuydu ve onlar için Yusuf’un asker olması çok zor olmalıydı.

“Şekeri severim ki ben ya”

“Bende severdim. Dört yaşında falanım zor bela hatırlıyorum şimdi... “ dedi Yusuf bir anıyı hatırlamak ister gibi gözlerini bir yere dikmişti. “Evet evet dört yaşındaydım, niye ağlıyorum bilmiyorum ama o kadar çok ağlıyorum ki, annemde benimle birlikte oturdu ağladı. Babam eve bir geldi ben bir köşede ağlıyorum annem bir köşede ağlıyor adam soruyor ne oldu diye cevap yok... “ bu noktada kalbimi eriten küçük bir kahkaha attı. “Deliluk üç türlüdur: Zır deli, Zırzır deli, Hınzır deli bende üççüde mevcut' demişti. Sonra da cebinden bir avuç şeker çıkarttı bana, ben sustum annem sustu. “ laz ağzıyla yaptığı taklide ufaklıkta bende gülerken aşağıya inmiştik. Arif’in de aşağı da Hatunların yanında olduğunu görünce şaşırmadan edemedim, çünkü Elif’e yardım için gittiğini düşünmüştüm.

“E biz buraya ceylan almaya geldik aslan bulmuşuz” dedi Harun ufaklığım yanına gelip kucağına alırken. Bu ekibin çocuk sevgisi beni bitiriyordu. O kadar fazla özenlilerdi ki insanın çocuk olası geliyordu.

“Siz demi kahraman ağabeylerdensiniz.” Ufaklığın sözleri ile ekip hafif bir tebessüme tutulurken, Harun dayanamayıp küçük çocuğun yanağına sulu bir öpücük bıraktı.

Haklıydı

O kadar tatlı bir çocuktu ki insanın içine hapsedesi geliyordu. Acaba gerçek annesi niye ölmüştü. En merak ettiğim şey ise bu çocuk annesi ölürken neredeydi? Elif’e nasıl anne demişti? Hepsini merak ediyordum ama ne Elif’i ne de bu ufaklığı sıkmak istemiyordum.

“Senin adın ne bakalım aslan parçası” dedi Arif sevgi dolu bir sesle yanına giderken. Çocuk az önce çikolata veren adamı görünce direkt kucağına atlayıp, başını omzuna koydu. Bu kadar sevgi dolu olmasına, Seçkine rağmen, sevgi dolu olmasına hayret etmeden duramadım.

“Benim adım... “ dedi bir süre susup, söyleyip söylememek arasında kaldı “Benim adım Kılıç, ama biz o ismi kullanmıyoruz... “ dedi kısık bir sesle. Daha sonra yüksek ve neşeli bir sesle “Çakır ki benim adım ya “ diye ekledi. Bizse duyduğumuz ismin şokunu atlatamamıştık. Seçkin gerçekten hasta bir adamdı. El kadar bebeğe Kılıç diyecek kadar hastaydı hem de.

“Ulan çakır oğlan sana en çok bu isim yakışır. Ne o öyle keskin Kılıç falan, sana bu ismi verenin aklını si.. “ diyen Zeynel sözünü yarıda bırakmak zorunda kaldı çünkü hepimizin hatta Ufuk'un bile ters bakışlarımızı üzerine atmıştık. Boğazını temizleyip, ensesini kaşıdı

“Yani si derken sileyim masasında si aklını sileyim gibisinden” diyerek olayı iyice batırınca derin bir nefes aldım. İflah olmazdı bunlar.

“Komutanım sorun bende değilmiş ben sizin yanınızda dura dura gaflar prensi olmuşun yataklar yan yana olunca tabii” diyen Ufukla Zeynel tartışmaya tutuşunca, onları umursamadan merdivenlerden elleri dolu bir şekilde inen Elif’e döndüm. Üzerine yeşil keten bir elbise giymiş, saçlarını yanları boş kalmayacak şekilde arkasında toplamıştı. Yüzünde ki derin morlukları rağmen çok hoş görünüyordu. Ama bir sorun vardı sırtına attığı çanta çok ağır olmamasına rağmen, çantaya bakıp derin derin soluklanıyordu. Anlında oluşan boncuk boncuk terlerde onu baya zorladığını gösteriyordu.

Merdivenlerden indikten sonra ise Arif onu yeni görmüş olacak ki, Kılıcı yere indirip hızla onun yanına ilerledi.

“Yardım edeyim sana” dedi Arif. Elif’e yaklaştığında, elinde ki çantaya uzandığında eli gayri ihtiyarı çıplak koluna değmişti. Elif büyük bir çığlık attı. Ne olduğunu anlamadan kendini yere atan avazı çıktığı kadar bağıran kıza hayretler içinde bakıyorduk.

“Dokunma bana. Kimse dokunmasın” tüm vücudu titrerken söylediği şeylerle, aklıma tek bir şey geldi. Gözlerim benden bağımsız göz yaşlarını salarken, dudaklarımdan ise tek bir sözcük döküldü

“EYVAH! “

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

Bölüm Sonu

yorumlarınızı eksik etmeyin 🧚‍♀️

Loading...
0%