Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Bölüm Beş ~Kalbe Esir~

@sitarekiraz

Merhaba sevgili i-k-i okurları.. Bugün paylaştığım boş bölümde anladım ki aranızda bu boş bölümlerden rahatsızlık duyanlar var. Haklılar.. Çünkü bende paylaşırken kendimi rahatsız hissediyorum. Sizi kandırmış gibi oluyor bir nevi. Fakat bunu yapmayınca da kurguyu okuyanlar kendini belli etmiyor, ne bir yorum ne bir oy atıyorsunuz. Beğenilmek her amatör yazarın hakkı değil mi a dostlar..

 

Gelelim asıl mevzuya, öncelikle bu metni okumadan geçenler muhtemelen isteğimi yerine getirmeyecek onlara buradan kocaman bir 'YAZIKLARIM OLSUN'.Oy mevzunu abartıyor gibi durabilirim fakat, oy atmanız sizin kurguyu beğendiğinizi gösterir. Ben bu kurguyu sadece kendime yazmıyorum ki. Birileri okusun beğensin, yorum yapsın diye paylaşıyorum. Bu yapılmayacaksa kurguyu internete yüklemenin ne gibi bir faydası var? Lütfen bu konuda üzmeyin beni aktif olun canım birazzz. Neyse daha fazla uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakayım

 

Keyifli okumalar 💓

 

Kışlaya geldiğimizde, hepimiz toplantı odasındaydık. Yılmaz Komutan hepimizi başına toplamış, kaçan itle ilgili buldukları izleri raporlamıştı. Anlattıklarına göre ekip oraya kaçırıldıkları için gitmemişti. Seçkin itinin planlarından haberdar olmak için, kendilerini feda etmişlerdi. Evet tek bir iti yakalamak için, kendilerini feda etmişlerdi.

 

Ne demişti Yusuf bana ‘Hayatınla kumar oynuyorsun' sanki kendisi aynı şeyi yapmıyordu. Söz konusu vatan olduğunda her ikimizde de akan sular dururken, ona göre, ben bu işi sadist olduğum için yapıyor olmalıydım. Aksi bir açıklaması olamazdı.

“Seçkinle ilgili bilgiler bu kadar. “ deyip sıkıntılı bir nefes verdi Yılmaz Komutan

“Sizin de söylediğinize göre Seçkin, örgütten atıldığından, imajını toplamak için yeni planlar kuruyor.” Diye devam etti sözlerine. Ardından bana dönüp “Ayrıca seni de takıntı haline getirmiş. Bu işten uzak duracaksın” dediğinde itiraz edecektim ki Yusuf’un sesiyle hepimiz ona döndük

 

"Seçkin ondan uzak durmayacaktır. Evin önüne adam yerleştirecek kadar ileri gitmiş. “ dedi sıkıntıyla. Haklıydı Seçkin benden uzak durmayacaktı, çünkü onu kandırmam gururunu incitmişti. Üstelik işkence yaptığım gün, aynını bana yaşatmak için gözlerindeki isteği görmüştüm. Gözlerinde saf nefret vardı. Ve bu adam nefreti sevgiyle karıştıran sadist düşünceli hasta bir adamdı.

 

“Beni bu işin dışında tutmayın. Kendimi övmek için söylemiyorum fakat, beni eğiten adam Türkiye’nin en iyi istihbaratçısıydı, beni her koşul için eğitti. “ dediğimde Yılmaz Komutan ağzının içinde homurdanırken, ekip rahatlamıştı. En azından kendimi koruyacak kadar eğitimim olduğu için rahatlamış olmalıydılar. Fakat ben onların sandıklarından fazlasıydım. Bu konuda mütevazi olmaya lüzum yoktu.

 

“Seni istesek de işin dışında tutamayız. Komutanım eğer Seçkini bize getirecek olan biri varsa o da İnci” sözleri bittiğinde babam sıkıntılı bir nefes verince gülümsedim. Onun konuşmasına müsaade etmeden,

 

“Seçkinin yanına gidip, iyice köşeye sıkıştığımı beni koruması gerektiğini söyler... “ cümlemi tamamlamadan babamın sert bakışlarını alınca sustum. Bu bana cevap olarak yeterde artardı. Gözü kara bir insan olabilirdim, ama koskoca yarbaya karşı çıkacak kadar da delirmemiştim.

 

“Aslında... “ dedi Yusuf bir şey düşünüyor olmalıydı.

 

“Seçkin zaafları olan bir adam. Onunla ilgili yaptığımız araştırmada, on altı yaşında bir kız görmüştük, Elif. Yakın arkadaşının kız kardeşiydi sanırım. “ dediğinde herkes onu onaylayan sesler çıkardı. Seçkin yakın arkadaşının ölümüyle kimsesiz kalan o zamanlar on altı yaşında olan kızı himayesine almıştı. Şimdilerde kız 19 yaşlarında olmalıydı. Anladığıma göre kıza çok düşkündü. Böylesi kötü bir adamın küçük bir çocuğu yardım eli uzatıp onu büyütmesi komik geliyordu kulağa. Tabii gerçekten yardım ediyorsa.

 

“Kızı rehin alırsak kendisi gelir mi diyorsun komutanım “ dedi Arif. Yusuf başını olumlu anlamda sallarken, Yılmaz komutan gülümseyerek baktı ona. Sanırım ne ara bu kadar büyüdüğünü düşünüyordu. Bakışları ondayken aklına bir şey gelmiş olmalı ki, kaşları çatıldı.

 

“Evet bu plan güzel. Kıza zarar vermeden halledin. Seçkin kızı yanından ayırmıyor diye duymuştum. Muhtemelen oda Silopi’de. Kaldığı yeri bulup size haber ederim. Dağılabilirsiniz.” Dediğinde herkes kalkıp giderken Yusuf ve ben içeride kaldık. Babam Yusuf tam tarafa hiç bakmadan

 

“Bu akşam Asuman teyzen ve ismi lazım değil Yusuf’un babası seni görmeye gelecekler.“ dediğinde Yusuf’a döndüm. Engin amca için ismi lazım değil demişti fakat o otuz iki diş sırıtıyordu. Muhtemelen sürekli kavga halinde olan bu iki adamın kavgasına alışmıştı. Bir şey söylemedim. Yusuf bizi yalnız bırakmak için dışarı çıktığında, bir haftadır annemden öğrenemediğim kaçırılma hikayemi ona sormaya karar vermiştim. Çünkü zihnimi kemirip duruyordu.

 

“Yeşim Hanıma nasıl kaçırıldığımı sordum. Fakat her sorduğumda fenalaştı. “ dedim. Yeşim hanıma sadece onun yanında anne diyordum. Çünkü alışık değildim. Duygusal bir kadın olan Yeşim hanım, ona anne demediğim zamanlarda ağlama krizlerine giriyordu.

 

Derin bir nefes alıp, sinek kaydı tıraşlı yüzünü kaşıdı. Ardından hüzünlü gözlerle bana dönüp,

 

“Bu konu çok uzun bir konu... “ sustu ve devam etmek için önündeki şişeden su içti. “Ve şuan bunu anlatacak psikolojide değiliz.” Dediğinde anlayışla başımı salladım. Konuyu çok merak ediyordum fakat onları zorlayacaksa bir süre daha bekleyebilirdim.

 

Babamla vedalaşıp, eve gitmek için bir taksi çevirdim. Yeşim Hanım kaçırıldığımı bilmiyor olacak ki telefonumda ona ait tek bir mesaj yoktu. Yeni tanıdığım bir annenin olması çok garipti. Bu duruma hâlâ alışmış değildim. Bundan bir kaç hafta önce, annemin benim için senelerce yas tuttuğunu söyleyen biri olsa, benimle dalga geçiyor diye kafasına sıkardım. Ama şimdi küçük bir ailem olduğunu öğrenmiştim. Hayat gerçekten çok garipti. Hâlâ yaşadığım şeyi idrak etmekte zorluk çekiyordum. Sanırım bu hayatın bana

 

‘Seni ite ite bu güne zor getirdim. Birazda sen çabala' deyip kıçıma tekmeyi basması gibi bir şeydi. Çünkü ben görev harici ilk kez bu kadar derin düşünüyordum. Normalde umursamaz, gözü kara, burnunun dikine giden biriyken, Yeşim hanımın hayatıma girmesiyle her şey tepetaklak olmuştu. Duygusal biri mi oluyordum acaba. Hani şu sulu göz olanlarından. Sulu göz deyince ister istemez aklıma Yeşim Hanım geliyordu. Ortada duygusal bir şey yoksa bile, kendine bir şey bulup, ağlıyordu. Kadın resmen ağlamak için yaratılmıştı.

 

Taksi sitenin önünde durduğunda ücreti ödeyip indim. Asansörün tuşuna bastığımda, her zaman yanan yeşil ışık yanmayınca, yine elektriğin gittiğini anlayıp, söve söve yukarı çıktım. İki haftadır burada yaşıyordum, bir gün elektrik gidiyor, öteki gün sular kesiliyordu. Resmen ilk çağda yaşıyorduk. Allah burada uzun süreli yaşayanlara sabır versindi. Çekilecek çile değildi gerçekten.

 

Kapının önüne geldiğimde kapıyı iki kere tıklattım. Evden bir gün ayrı kalmıştım. Yeşim hanımdan muhakkak şamar yiyecektim. Benden bir dakika ayrı kalmaya tahammülü yokken, ona bir gün ceza gibi gelmiş olmalıydı.

 

Düşüncelerimi açılan kapı böldü. Beyza’yı karşımda görmemle gülümsedim. Burayı iyice kendi evi beklemişti. Yani artık sadece benim için gelmiyordu. Gerçi burada yapılacak pek bir şey olmadığında da geliyor olması normaldi.

 

“İnci mercanım neredesin sen. Kim bu Zeynep. Seni biriyle daha paylaşmak istemiyorum haberin olsun “ dedi direkt. Hızlı hızlı sorduğu sorulara gözlerimi devirerek içeri girdim. Çocuk gibiydi ve asla büyümüyordu. Mutfağa Yeşim hanımın yanına girdiğimde elinde ki bıçakla bana dönünce bir adım geri çekilip, elimi teslim oluyor gibi havaya kaldırdım.

 

“Sakin ol şampiyon. Kızacağını tahmin etmiştim fakat bu denli olması bana da sürpriz oldu” dediğimde elindeki bıçağı sakince yere indirdi. Bu kadının sağı solu hiç belli olmuyordu. Bir bakıyorum hüngür şakır ağlıyor bir bakıyorum öfkeden deliye dönmüş. Laz damarı bu dedikleri bu olsa gerekti.

 

“Kızım bir gün oldu. Neredesin sen ya, babanı arıyorum çocuk esirgemede diyor, sakın arama telefonu açamaz diyor. Deden arıyor sürekli Eslemi ver bana diyor. Engin amcan Asuman teyzen derken kafayı yedirttin bana” diye sinirle konuştuğunda tek bir şey dikkatimi çekmişti. Benim dedem mi vardı? Dokuz gün boyunca Engin amca ve Asuman teyze hariç kimse aramamıştı. Zaten onlarla da ben konuşmamıştım.

 

“Dede kim? “diye sorduğumda gözleri parladı. Anlaşılan o ki baya seviyordu bu dedeyi.

 

“Babam işte Dursun Deden. Umre ziyaretinde olduğu için bir aydır adam akıllı konuşmuyorduk. Senin olaylar da olunca unuttum ben. Ay Eslem deden gelecek bugün. Senin yaşadığın haberini dün verdim ona, ağlamaktan konuşamadı bile “ dedi mutlulukla. O kadar heyecanlıydı ki bir eli işte gözü oynaşta hesabı sürekli bana dönüp, konuşuyordu.

 

“Tanısan çok seversin. Ay saat yedi olacak neredeyse, Beyza hemen masayı kur kızım gelirler şimdi. “ dedi telaşla. Bende yorgunlukla kendimi, sandalyeye attığımda önüme servis tabaklarını çatal, kaşık, kase ne varsa doldurmaya başladı. Bir yandan da Suay'a söyleniyordu.

 

“Yahu bugün tatil, beni okula gidiyorum diye kandırdı inanabiliyor musun Eslem. Kime çekti bu kız anlamadım. Hep işten kaçıyor. Bak gelsin o görecek gününü” sustuğunda ona ‘Kıza bu kadar iş yüklersen kocaya bile kaçacak ‘ demek istesem dahi susmak zorunda kaldım. Çünkü varlığıma iyice alışan bu kadının beni su balonu gibi oradan oraya vurarak döneceğinden korkuyordum.

 

Yeşim hanımın söylenmeleri eşliğinde masayı kurmuştuk. Dursun dede geleceği için ayrı heyecanlı olduğundan sürekli sağa sola emir yağdırıyordu. Beyza’yla pestilimizi çıkarmıştı resmen. Beyza yorgunlukla kendini koltuğa attığında yanına yığıldım. Dağdaki itler beni böyle yormamıştı. Tabii ki Yeşim hanımla onları kıyaslamıyordum ama ev işlerine bünyem alışık değildi.

 

“İnci mercanım, Yeşim aşkım, ben buraya gelmeyeyim diye komplo kuruyorsa söyle. Valla dışarda buluşuruz hiç rahatsız etmem ben sizi” dediğinde güldüm. O zaman beni de evde istemiyor demekti. Çünkü aynı işkenceyi bende görüyordum.

 

Biz koltukta sere serpe otururken kapı çaldı. Yeşim hanım telaşla içeri girip, karşımda durdu. Herhalde kadın heyecandan beni kapı sanmıştı. Elimi tutup beni ayağa kaldırdığında, elimi de kapı kolu sandığını düşünüyordum ki

 

“Eslem hayatım hadi aç kapıyı. “ diyerek beni dış kapıya doğru itince, kapıyı benim açacağımı anlayıp, ikiletmeden kapının önünde durdum. Dürbünle baktığımda elinde çiçek ve çikolata olan atmışlı yaşlarda ki adamı görmemle, geri çekilip, şaşkınca Yeşim Hanıma döndüm.

 

“Dışarıda elinde çiçek çikolata olan bir adam var kimi isteyecekler ki” diye sorduğumda oda şaşkınca dürbünle eğilip baktığında kahkaha ile geri çekildi.

 

“Ula Engin vazgeçmeyisun bu sevdadan ha” deyip kapıyı açtığında, Engin Amca duymuş olmalı ki aynı heyecanlı tonda

 

“Ula ne vazgeçmesi alacağum Eslem'i “ dediğinde ben bir şey anlamazken bakışları bir anda şaşkın bana döndü. Elindeki çiçeği Asuman Teyzeye verip bana yaklaştığında, hüzünle karışık sevecen sesiyle,

 

“Oy Yeşim bu olmuş aynı sen” dedi Karadeniz ağzıyla. Anladığım kadarıyla Engin Amca Yusuf’un tam tersi bir karaktere sahipti. Yusuf’unda bazı durumlarda çok naif bir adam olduğunu biliyordum, fakat Engin amcanın sevecenliği onu tamamen babasından ayırıyordu.

 

Bana bakan yüzlerle bir şeyler söylemem gerektiğini anlayıp, samimi olduğumu düşündüğüm bir ses tonuyla

 

“Hoş geldiniz” dedim. Engin amca bana sarılıp yanaklarımdan öptükten sonra, içeri geçmişti. Asuman teyze karşımda durduğunda, gözleri dolu bir şekilde sarıldı.

 

“Ay yavrum, ayrı koydular bizi senden. Büyüdüğünü hiç göremedik. “ dediğinde yeniden duygusal bir anın başladığına artık emindim. Benden ayrıldığında elleri saçlarıma gitti.

 

“Asaf ne severdi senin saçlarınla oynamayı” dediğinde gülmemek için kendimi zor tuttum. Çünkü şuanda pek bir fark yoktu. Kendimi kastığımı görünce utanmış olduğumu düşünmüş olmalı ki, imalı bir bakış atıp içeri geçti.

 

Bende içeri geçtiğimde Beyza’nın Asuman teyzeyle tanışma evresinde olduğunu görmemle yanlarına gidip oturdum.

 

“Senin arkadaşınmış beraber büyümüşsünüz ne de güzel kız” dediğinde Beyza gülümsedi. Acaba alttan alta Beyza içinde mi kısmet bakıyordu. Öyleyse bunu Uğur duymamalıydı, aksi taktirde kafayı yiyeceğine emindim.

 

“Evet beraber büyüdük. En yakın arkadaşımdır” dediğimde Beyza yüzünü buruşturdu.

 

“Hayır Asuman teyze kardeşiz biz. Kan kardeşiyiz” diye homurdanınca kahkaha attım. Geçen sene vurulduğum için bana kan vermişti. Bunu iğneden çok korkmasına rağmen yaptığı için, kan kardeşi ilan etmişti bizi.

 

“Ne gülüyorsun geçen sene vurulduğunda sana kan verdim ya” diye çemkirince gülüşüm bir anda soldu. Bunu burada söylememesi gerekiyordu. Çünkü Yeşim hanım az önce içeri elindeki bardaklarla gelmişti ve bardaklar artık elinde değildi. Yere düşen bardaklara şaşkınca bakan Beyza'ya içimden söverken, bir köşede ağlama krizine giren annemi teselliye gittim.

 

“Yahu hemen ağlıyorsun sende. Vurulma dediyse ciddi bir şey değildi. Değil mi Beyza” hızla başını sallayıp,

 

“Evet Yeşim aşkım bir ay yoğun bakımda kaldı sadece” Deyince gözlerimi yumup, ağlaması şiddetlenen kadını görüş açımdan sildim. İnsanın annesi olması da zor işmiş arkadaş.

 

Beyza onu ağlarken görünce hemen yanına gelip,

 

“Yeşim aşkım valla, bir şeyi yoktu sol omzuna girdi kurşun. Ama kalbe zarar vermedi hiç” dediğimde hırsla ona dönüp

 

“Sus artık Allah’ın cezası “ diye tısladım. Beni işimden etmeye ant içmişti resmen.

 

Çalan kapı ziliyle, Yeşim hanım kendini toparlayıp “Babamla Yılmaz geldi.” Deyip kapıyı açmaya gidince Beyza’nın omzuna sert bir yumruk attım. Yerinden bile oynamadığını gören Engin amca

 

“Asuman bu kızlar neden bu kadar garip” dediğinde bir şey diyemedim. Çünkü haklıydı dünyanın en garip iki canlısıydık.

 

“Garip değiliz Engin bey amca sadece alışığız. “ dediğinde hepimiz oturmuştuk. Engin amca Beyza’ya garip bakışlar atıyordu. E haklıydı adam, hayatını Asuman Teyze gibi zarif bir kadınla geçirmişti. Beyza ona çarşıda çingene gibi görünüyor olmalıydı. Gerçi görevlerde nasıl salon kadını olduğunu çok iyi biliyordum fakat normal hayatında öyle değildi işte.

 

Dursun Dede, Suay ve Yılmaz komutan salona girdiğinde herkes ayağa kalkmıştı. Yaşından dolayı hürmet gösterilen biri olmalı diyerek bende kalktım. Mavi gözleri kırışık beyaz yüzü, grileşmiş saçları ile baya ton ton bir dedeydi.

 

Herkesle sarılıp, tokalaştıktan sonra beni buldu gözleri. Mavi gözleri buğulanırken usulca yanıma yaklaştı. Yanıma geldiğinde yanaklarımı avuçları arasına aldığında, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Bu adam benim dedemdi ve ben bir dedenin bu kadar güzel duygular bıraktığına ilk dakikadan şahit oluyordum. Gözlerinden yaşlar süzülürken alnıma bir buse kondurdu. Beni öpmesiyle ağlaması şiddetlendiğinde benden ayrılıp,

 

“Oy Eslemim ben hiç inanmadım öldüğüne. Allah seni inandırsın her gün rüyalarımdaydın, ‘Kurtar beni dede’ diye ağlıyordun. Yirmi altı sene bende seninle ağladım yavrum” dedi Karadeniz ağzıyla. Benim arkamdan yas tutan birinin daha olması yüreğimi burkarken, benim de gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Kırış kırış elleri gözlerimi sidiğinde gülümsedim.

 

“Yılmaz oğlum anlattı biraz. Yinede senden de duyayım. Gel otur şöyle, anlat bana ne yaptın bu yirmi altı yıl boyunca” dediğinde beni boş bir koltuğa çektiğinde itiraz etmeden oturdum. Bizimle birlikte herkeste yerine geçmişti. Herkes bana merakla bakarken, onları daha fazla bekletmeden konuşmaya başladım

 

“Pek bir şey olmadı. On yaşına kadar İstanbul çocuk esirgemede kaldım. On yaşından sonra da eğitim görmek için Ankara’ya götürüldüm. En iyi okullarda eğitim gördüm. Yabancı dil eğitimi aldım. Şuan ki mesleğime başladığımda, yaralandım yaraladım... “ Yeşim hanımın sesli ağlamasıyla susup, ona döndüm. Benim her gün yaşadığım ve normalleştirdiğim durumlar ona ağır geliyordu. Duygusal bir kadın olmasına bağlıyordum bu durumu, fakat Asuman Teyze ve Engin Amca’nın da yaşaran gözleri, çokta normal bir durum olmadığını gösteriyordu. Yeşim Hanım kendini toparladığında devam ettim konuşmalarıma

 

“Ağır eğitimlere tabi tutuldum. Bir nevi askeri eğitim gibi düşünebilirsiniz. Çok zorlansam da yılmadım. Bu mesleğe ömrümü verdim diyebilirim” dediğimde Dursun Dede başını salladı. Ellerimi tuttuğunda Karadeniz aksanıyla

“Yaşadığın şeyler Allah’ın seni değil bizi sınaması yavrum” dediğinde gözlerimden yaşlar süzüldü. Bu güne kadar yaşadığım her zorlukta Rabbime dua etmiştim. Ama hiç biri kabul olmamıştı. Dursun Dede ise onlar için sınav olduğumu söylüyordu. Gözlerimden yaşlar süzülürken düşüncelerimi ona da söyledim.

“Ben Ankara da hiç korkmadım. Güzel bir çocukluk geçirdim. Ama başıma gelen her korkunç şeyde çok dua ettim. Kabul olmadı Dursun Dede. Allah dualarımı kabul etmedi. Allah beni görmek mi istemedi” diye sorduğumda annemden bir hıçkırık daha koptu. Dursun Dede göz yaşlarımı silip,

“Olur mu öyle şey hiç. Allah seni hep görür. Senin ettiğin dua şurada dursun, toprağın üzerinde gezinen karıncanın duasını bile duyar. “ Sustuğunda bir şey anlatmak için yutkunup sesini ayarladı. Benden taraf olan yüzünü herkesi görecek bir yere çevirdiğinde, artık konuşmak için hazırdı.

“Beni iyi dinle güzel torunum. Allah dua eden kulunu geri çevirmez. Çünkü Allah kulu için hep en iyisini ayarlayandır. Eğer seni geri çevirdiyse, senin ettiğin dua hakkında hayırlı değil, dikenli yollara düşürecek seni sakın ola ısrar etme. Eğer duanı kabul ettiyse, senin için doğru olduğunu biliyor, duanı ondan kabul ediyor. Sende Allah’tan şükrünü esirgeme. Ya senin ettiğin duaya karşılık başına kötü şeyler gelseydi, o zaman bile Allah beni görmüyor diyemezsin. Çünkü Allah seni iki şekilde uyarır,

Kaderine çileli bir yol koyar, yürüdükçe yanlışı görürsün.

Duanı senin istediğin doğrultuda kabul eder, hakkında hayırlı değilse bile onu sana verir, yaşayarak görürsün ve yanlış olduğunu bilirsin.

Yani kızım Allah duayı kabul etmediyse üzülme, en azından kötü bir cevap almadım de sevin. Aldıysan kötü bir cevap, üzülme! Allah beni seviyor ve ikaz ediyor de sevin” sustuğunda içimdeki huzura anlam veremedim. Öyle güzel konuşuyordu ki, en umutsuz anlarımda yanımda olmadığı için üzülmüştüm. Sesi de bir o kadar sakin çıkıyor, karşıda ki insanı sadece ses tonuyla bile dinletiyordu.

“Dursun Dede sen de olmasan unutup gideceğiz tüm değerlerimizi” dedi Yusuf Asaf. Ona baktığımda onun da benim gibi huzurlu olduğunu gördüm. Dursun Dede Yusuf Asaf’ın sesini duymasıyla onu fark etmiş olacak ki, yüzünde ki samimi tebessümle

“Ne ara geldin sen uşağum. “ dediğinde Yusuf Asaf hemen kalkıp elini öptü.

“Az önce geldim dede. Özlemişim senin sohbetlerini kaç zaman oldu dinlemeyeli” derken yanına oturmuştu. Üçlü koltukta Dursun dedenin solunda ben sağında o duruyordu. Dursun Dede tıpkı bana yaptığı gibi Yusuf Asaf’ın ellerini de avuçlarının içine alıp, bu defada ona yöneldi. Muhteşem bir adamdı resmen. Ortamda ki herkesle ilgileniyor, sevdiği kimseyi kırmadan incitmeden nasihat veriyordu.

“İşin zor yavrum ama senin ardında kalanlar da senin hasretinden zorlanıyor. Bak kaç zamandır gelmiyorsun Trabzon’a. “ Şirin sitemine Yusuf Asaf gülerken, Engin Amca o komik şivesiyle araya girdi.

“Ah ah Dursun Babam, Bu fasulye sırığının hasretiyle yanıp tutuşuyoruz. Bir evlense bir torun verse bize, bak bakalım onu arıyor muyum bir daha” dediğinde gözleri Yusuf ve ben arasında dolanıp duruyordu. Herkes gülerken, Dursun Dede de ona katılıp

“Engin haklı oğlum neredeyse otuz olacaksın. Yok mu evlilik niyetiyle görüştüğün biri.” Diye sorduğunda Yusuf’un bakışları anlık beni bulduğunda kalbim ağzımda atmaya başlamıştı. Kafasını olumsuz anlamda sallarken Engin Amca yine araya girerek, muhalefet oldu.

“Yahu sen ona niye soruyorsun Dursun Baba. Biz onun yuvasını yirmi altı sene önce ayarladık zaten” dediğinde annem sesli bir şekilde gülerken, babam içtiği çayı püskürtmüştü. Hemen ardından sert bakışlarını Engin Amcaya çevirip,

“Yahu vermeyeceğim kızımı neden anlamıyorsun”

“Alacağım diyorum anlamayan sensin”

“Engin bak delirtme beni çıkarma Adanalı damarımı”

“Pabucumun damarı, benim laz damarım atarsa görürüz olacakları”

İkiside bir süre bu şekilde kavga ederken biz kahkaha tufanına girmiştik. Öyle ki konu Yusuf Asaf ve bendim ama biz dahi bunu umursamadan gülüyorduk. Şöyle bir baktım Nasihatler, kavgalar, sevgi dolu bakışlar derken ilk kez kendimi bu kadar sıcak bir yuvada hissediyordum. Gözümden bir damla yaş süzülürken Beyza’ya baktım. Oda benim gibi huzurlu ve buruk duruyordu. Göz göze geldiğimizde en içten tebessümünü gönderdi bana.

Sanırım ‘biz bu ana kadar boşa yaşamışız' gülüşüydü bu.

Haklıydı

Bu ana kadar boşa yaşamıştık. Asıl hikayemiz şimdi başlıyordu.

✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*

 

“Komutanım ayıptır sorması dün Yılmaz komutanın evinde ne oldu. İnci yenge ve size karşı çıkacak mı” diye sordu Arif. Sorduğu soru onun için mühim olsa da yeri olmadığını iyi biliyordu. Çünkü duman timi şuan koca bir kayanın arkasında biraz sonraki avlarını bekliyorlardı. Uzun zamandır bu adamların peşindelerdi. En sonunda sığınaklarını bulmuş, ve şans eseri inlerinde ki ganimetleri, silah, hap, kesici aletler, de bulmuşlardı.

Şimdiyse mağarada kaç kişi var onu hesaplıyorlardı. İşlerini riske atmak, her şeye yeniden başlamak demekti.

Yusuf derin bir nefes alıp, sert bakışlarını Arife çevirdi. Fakat Arif’in bu durumu pek taktığı söylenemezdi. Çünkü Yusuf Asaf her ne kadar onun komutanı da olsa en yakın arkadaşıydı da.

Harun duyduklarıyla tüfeğini yasladığı taştan çekti. Dürbünü çıkarıp, mağaraya doğru bir bakış atarken

“Harbi babam gelecek diyordun. Komutanla kavgaya tutuştular mı yine “ dediğinde Yusuf Asaf’ın dudaklarında ister istemez bir tebessüm oluştu. Başını olumlu anlamda sallayıp,

“Atışmadıkları tek bir gün yok komutanım. “ dedi Yusuf bu iki koca adamın çocuk gibi atışmasına, çocukluğundan bu yana alışmıştı. Aslında birbirlerini çok sevdiklerini biliyordu. Çünkü her dar vakitlerinde, birbirlerinin yardımına koşan da yine onlardı.

“O zaman işiniz zor komutanım. Yılmaz komutan size kök söktürecek. Duyduğuma göre İnci Hanımda kolay bir kadın değilmiş. “ dedi Zeynel. İki haftadır aralarında yoktu Zeynel Timi oldukça özlemişti. Şimdide en sevdiği vakitlerden birindelerdi.

“Lan zeyno istihbaratı kimden aldın” diye alayla sordu Arif. En sevdiği işlerden biriydi Zeynel ile uğraşmak. Normalde çok sessiz olan Zeynel, onun bu takılmalarına karşılık verince ortaya eğlenceli diyaloglar çıkardı.

“Kıdemliden aldım komutanım. Biliyorsunuz sever o dedikoduyu” dedi Arif’in ona attığı topu o ekibin en küçüğüne atarak. Yusuf tehlikeli bakışlarını Ufuk'a çevirdiğin de Ufuk hemen önüne döndü. Ufuk’un dedikodu yaptığı yoktu. Zeynel Ali'den duyduğu meseleyi onun üzerine atmıştı.

“Kıdemli kibrin vardı birde üstüne dedikodu mu ekledin” dedi Yusuf Asaf. Ufuk utana sıkıla ona bakıp,

“Komutanım üç sene oldu. Kaç kere özür diledim hâlâ unutmadınız “ diye hayıflandı. Arif kısık bir gülüşle

"Oğlum bu anı kimse unutamaz. Rütbene bakmadan Yusuf Komutanıma ayar çekmiş adamsın sen. Üstelik koca üsteğmeni subay sanacak kadar da malsın” dediğinde diğerlerinden de kısık bir gülüş koptu.

Harun

“Beyler sohbetinizi bölüyorum ama, içeride 30 kişi var. Şu on yaşlarında ki çocuğa dokunmuyorsunuz. Hata istemiyorum. Otuzunun da leşine bakacağım yaşayan olursa ne olacağını biliyorsunuz “ dedi Harun. Ekip onu onaylarken dışarı çıkan it sürüsünü indirmeye başlamışlardı.

İlk kurşunu keskin nişancı olan Yusuf Asaf sıktı. Hedeflerin hepsini tam on ikiden vuruyor, sağa sola dağılan adamların kaçmasına izin vermiyordu.

“Komutanım gülizar yine modunda bize kalmadı” diye söylendi Miraç hedefindeki iti kurşuna dizerken. Gülizar Yusuf’un en kıymetli hazinesiydi. Göreve başladığından beri üzerine gül koklamadığı biricik tüfeği. Ne badireler atlatmışlardı beraber.

“Gülizar'dan değil o aslanım. Komutanım yine atmaca modunda” derken kaçmak üzere olan iti indirdi Arif. Yusuf Asaf'a ekipçe taktıkları lakap buydu.

Atmaca

Yusuf her ne kadar bu lakaptan hoşnut olsada, tüm övgüleri gülizar alsın istiyordu. Ekibe ters bir bakış atıp, elinde ki tüfeği ile konuşmaya başladı

“Sen onları aldırma gülizar’ım. Ben sensiz bir şey yapamam” dedi sanki karşısında ki canlı bir insandı da küsmesin diye onu oyalıyordu.

Onlar kendi aralarında konuşarak it sürüsünü indirmişlerdi. Saklandıkları yerden temkinli adımlarla çıkıp, mağaraya doğru ilerlediler. Harun’un dediği gibi çocuğa kimse dokunmamıştı. Korkudan titreyerek, elinde ki tüfeği onlara doğrultan çocuk Yusuf’un içini yaktı. Kim bilir kimin çocuğuydu. Allah bilir yine kimin canını yakmıştı bu itler.

“Yaklaşmayın vururum “ diye haykırdı çocuk, çok korktuğu sesinden belliydi fakat dik duruşu bunun önüne geçiyor gibiydi. Harun elindeki tüfeği omzuna asıp, elini teslim olur gibi yukarı kaldırdı

“Sana zarar vermeyeceğiz. Seni kurtarmaya geldik” sesi ılımlı olduğundan çocuk tüfeği bırakacak gibi oldu, fakat aklına gelen şeyle, ekibi yine hedef altına aldı.

"Annemi siz öldürdünüz. Öyle dediler bana. “ dedi öfkeyle. Tüfeği tutan elleri titriyordu. Bu çocuğun burada değil okulda olması gerekirken, kafasını saçma sapan şeylerle doldurup, eline tüfek vermişlerdi. Sıkıntıyla çenesini sıvazladı Yusuf Asaf

“Delikanlı masum birine zarar verecek olsak, şu yerde yatan itlerin yanında sende olurdun. Çocuksun lan sen daha senin yerin mi burası” dedi sona doğru yükselen sesiyle. Öfkesi çocuğa değil de az önce ölen itlereydi. Çocuğun mantığına yatmış olmalı ki elinde ki tüfeği yere indirdi.

“Annen öldü dediler. Türk askerleri vurdu onu dediler. Benim annem de Türk’tü“ kendi kendine konuşan çocuğun yanına gidip oturdu Yusuf Asaf. Oldu olası dayanamazdı çocuklara. Hele kaçırılan çocuk olduğunu duyunca, kafası atardı. Belki de dört yaşında hayal meyal hatırladığı, Eslem içindi bu öfkesi.

“Gözlerinle gördün mü? “ diye sordu çocuk kafasını iki yana sallarken, gülümsedi Yusuf Asaf

"Neden inanıyorsun oğlum. Seni kaçıran da onlar değil mi” dedi Yusuf Asaf bu defa başını iki yana sallayan çocuk, yerde ki ölü adamın birine baktı. Ardından hışımla kalkıp, tüfeği Yusuf Asaf'a doğrulttu

“Babammış o benim. Babalar evlatlarına yalan söylemez” deyip hiddetle tetiğe bastı. Yusuf’un bacağını sıyıran kurşun, canını yaksa da ifadesiz durmaya çaba harcıyordu. Çünkü tetiğe basan çocuğun gözünde ki hüznü görebiliyor, birine zarar verdiği için üzüldüğünü seziyordu.

“Komutanım.” Diyen Ufuk’a sağ elini kaldırarak dur işareti yaptı Yusuf Asaf. Derin bir nefes alarak çocuğun yanına yaklaşıp, onu az önce hiddetle kalktığı yere oturması için yönlendirdi.

“Bir şey olmadı. Korkma. Hem bak artık yaralıyım, beni alt etmen kolay olur. “ çocuk hüzünle Yusuf Asaf’ın bacağına bakınca, Yusuf Asaf onu ensesinden yakalayıp, sarıldı. Çocuk neye uğradığını şaşırsa da hemen kollarını beline doladı.

Şefkat

İşte eksik olan tam olarak buydu. Küçük çocukları annelerinin sıcak göğsünden alıp, mütemadiyen soğuk olan bu dağa getiriyorlardı. Annelerinin elini tutması gereken çocuklar, tüfek tutuyordu.

“Bilerek yapmadım ağabey. Bende Türk’üm hem. Annem Türk benim.” Dediğinde Yusuf Asaf'ın içi yandı. Çocuktu o. Irkı ne olursa olsun çocuktu. Şerefsizler tarafından zehirlenen masumluğundan kurtulmak için beyni yıkanan masum bir çocuk.

“Ağabey, yardım et arkadaşımı götürdüler. İçine kimyasal bir şey yerleştirdiler. Çok kan aktı. Ne olur yardım et ”ağlamaya başlayan çocukla ekip neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Harun hızla çocuğa yaklaşıp kendine çevirdi onu.

“Ne oldu bize sakince anlat. Arkadaşını nereye götürdüler” diye sorduğunda elinin tersiyle göz yaşlarını sildi çocuk. Vakit kaybetmeden, anlatmaya başladı.

“Silopi’de bir yer var şehir merkeziymiş. Oraya götürdüler. İçine bir şey yerleştirdiler patlayacak dedi babam “ dediğinde yerde yatan iti işaret etti. Zeynel hemen elindeki telsize sarılıp, durum bildirisi yaptı.

“Tam olarak ne zaman götürdüler arkadaşını.” dedi Arif gergin bir sesle

“Dün gece, burası Silopi’ye çok yakın fakat bir yere daha götürdüler” dediğinde sinirle sağ eliyle saçlarını çekiştiren Yusuf Asaf. Ne zaman gergin olsa bunu yapardı. Harun'a baktığında onun da bakışlarını üzerinde görmesiyle direkt konuya girdi.

“Komutanım en kalabalık alanda canlı bomba patlatacaklar. Bebekler, çocuklar, yaşlı, kadın kim varsa havaya uçacak. Derhal gitmeliyiz vaktimiz yok” dediğinde Harun başını salladı.

“Bzimle gelsen tanırsın değil mi arkadaşını” çocuk hızla başını sallayınca ekip hızlı adımlarla, aracın olduğu yere gittiler.

Araca bildiklerinde hepsi gergindi. Çünkü siviller buradaki askerlerin varlığına çok güvenirdi. Şehir merkezi ondan tıklım tıklım olurdu.

“Adını söyle bana koçum “ dedi Harun çocukla iletişime geçmeye çalışıyordu. Korkup bir şeyler saklaması, onca sivilin hayatına mâl olurdu.

“Veysel” diyen çocukla bu defa da Yusuf ılımlı tutmaya çalıştığı sesiyle, karşısında oturan çocuğa seslendi

“Peki Veysel arkadaşının içine ne yerleştirdiler biliyor musun “ diye sorduğunda Veysel durgun sesiyle

“Bir kadın geldi, bir ilaç yaptı pil gibi bir şeyin içine boşalttı ilacı. Sonra da Hakanın kalbi hasta diye... “ karnını gösterip tekrar konuşmaya devam etti “Karnını kesip içine koydular. Çok ağladı ama iyileşmek için mecbursun dediler “ Yusuf bir küfür savurdu. Kalp hastası bir çocuğu kimyasal bomba için deney olarak kullanmışlardı.

Bu kadardı işte, onların işine yaramıyorsa kobay faresinden farkı yoktur bu çocukların. Hepsi büyümeden ölüyordu zaten. Kimi direttiği için dayaktan, kimi Hakan gibi deneyden, kimi de eğitim adı altında olan işkenceden.

Ölüyordu

Çocuklar

Ölüyordu

Bu zalimliğin adına ise dava diyorlardı .

Çocuklar ölüyordu ve bu onların bitmek bilmeyen aptal düşüncelerinin eseriydi.

“Komutanım Yılmaz komutan mesaj atmış. İnci Hanım, Suay, Beyza ve Nisa hanım da şehir merkezindeymiş. Telefonlarına ulaşılamıyormuş”

 

✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*

 

Beyza ve Suay'ın yoğun ısrarına dayanamayıp, onlarla dışarı çıkmayı en sonunda kabul etmiştim. Bizim. Ekip, dün dönmüştü fakat Beyza hâlâ benim yanımda duruyordu. Onun Suay için olan gereksiz nefretinin biraz kırıldığını hatta onu sevmeye başladığını bile görebiliyordum. Fakat yine iğneli laflarını esirgemiyor, beni paylaşmayacağını her fırsatta dile getiriyordu.

Yahu arkadaş ben çikolata mıyım da beni ortadan ikiye bölünce birinize az giderim korkusu yaşıyorsunuz. Dümdüz insanım işte ben de. İkinizi de eşit oranda seven dümdüz bir insan. Yüce Rabbim sevdiğimiz insanlar arasında ayrım yapamayalım diye kalbimizi bile dört odacıklı yaratmışken bunların, saçma kavgası bana saçma geliyordu.

“Dokuz yaşındayım, o zamanlar yeni gelmişim teşkilata... tek başıma bir bankta oturuyorum. İnci mercanım geldi hemen. Elimi tutup ‘Bundan sonra yalnız oturma ben senin arkadaşın olurum' dedi. Ay Suay o gün bugündür hiç ayrılmadık. On altı sene olmuş, canım kardeşim” dedi. Bilmem kaçıncı hikayesiydi bu. Suay’ın takmadığını düşünüyor, şaka yollu ona takılıyordu, fakat Suay bugün oldukça durgun duruyordu. Sanırım Beyza’nın anlattığı hikâyelerde kendine pay bulamaması onu üzüyordu.

Beyza’ya uyarıcı bir bakış atıp, Suay'ın elini tuttum

“Sen bakma buna. Sümüklü diye kimse yaklaşmıyordu Beyza’nın yanına bende üzülmüştüm ondan yani “ dediğimde beni takmadı. Suay’ı üzdüğünü en sonunda anlamış olmalıydı.

“Ay Suay aşkım, ben seni kıskanıyorum diye, şey ettim. Sende kıskan diye yani. Kıskandın mı bu arada” dedi yüzsüzce. Sahi ben bu kızla neden arkadaştım. Dünyanın en yüzsüz insanı olabilirdi. Vurdum duymazdı, asla hatasını kabul etmezdi, affedersiniz ama kıçında pireler uçuşsa ‘Şu ileride ki uyuz köpekten geliyor benimle ilgisi yok' der suçu başkasına atardı. Çünkü o bir kova kadınıydı.

Zeki ama kuralsız

Bu iki özelliği bazen çok tehlikeli olsada normal zamanda zararsız biriydi. Ama görevlerde çok kez ipin ucundan almıştık kendisini. Gözü karardığı zaman ölümcül oynamaya bayılırdı. Fakat benim aksime o işi pek sevmiyordu. Çünkü disiplini olmayan birine bu işi yapmak işkence gibi geliyordu. Çoğu zaman işini kendi kurallarıyla hallettiğinden, üslerden çok kez ikaz da almıştı.

“Kıskanmıyorum Beyza. Neden olgun bir kadın gibi davranmıyorsun. Neden beni sevmiyorsun ya da sevmeye çalışmıyorsun” diye hayıflandı Suay. Haklıydı. En sonunda çileden çıkarmıştı kızı. Beyza duydukları ile dudaklarını büküp,

“Ben olgun biri değilim ki, ve seni sevmediğim doğru değil. Takılıyorum işte “ dedi. Sonunda Suayı üzdüğünü anlamıştı. Suay bir şey söylemeyince, ensesinden tutup, köpek yavrusu gibi kendine çevirdi. Ayarsız işte boşa dengesiz demiyordum ben buna

“Suay daha ilk dakikadan sevmiştim ben seni valla bak. İnci mercanımın kanındansın sen. Seni sevmezsem kanım kurusun kızım” dedi Suay'a sarılırken. Suay son duyduğu sözle omzuna vurunca, yalandan inlemeyi de eksik etmedi.

Duygulandım

Çünkü, Beyza benden dahi özür dilemezdi. Tamam şimdide pek özür dilediği söylenemezdi, fakat çabalıyordu. Benim için, ben mutlu olayım diye çabalıyordu. Beni kaybetme korkusu olmasına rağmen, Suay'a bir şans vermişti. İşte Beyza bu sebeple benim en yakınımdı.

“Deme şöyle şeyler, bende seni sevdim ama ilk dakikadan çuvaldızı sapladın. Kendimi senden koruma çabasıydı, anlarsın ya işte altta kalmak istemedim “ sözleri bittiğinde önünde ki kahve fincanının kulpuyla oynamaya başladı. Durgun bir hali vardı. Buraya gelirken de gidelim biraz kafamız dağılır diyen oydu. Fakat şimdi suratı asık bir şekilde oturuyordu.

"Neyin var durgun gibisin” sorduğum soruyla kafasını bana çevirdi. Derin bir nefes aldığında, başını tekrar fincana çevirip,

“Nisa da gelecek biraz sonra. “ kısık sesle söylediği şeyle, Beyza’nın kaşları çatılırken, bende Nisa ve durgun olmasının altında bir anlam arıyordum. Nisayı çok seviyordu, o geliyor diye üzülecek değildi ya. Üstelik kendi çağırmıştı.

“Eğer şurada bize doğru gelen kızın dedikodusunu yapacaksak, eve gitmeyi bekleyin. Çünkü oldukça iyi birine benziyor. Üzmeyin kızı” Beyza’nın sesiyle işaret ettiği yere döndüğümde, gerçekten de Nisa geliyordu. Yanımıza geldiğinde sandalye çekip oturdu. Onun da pek keyfi yok gibiydi.

“Hoş geldin Nisa. Tanıştırayım Beyza “ diye onu tanıttığımda onlar kendi aralarında konuşmaya başlamışlardı bile. Suat ise Nisan’a bakıyordu. Bakışlarında anlamlandıramadığım bir durgunluk kırgınlık vardı.

“Neler oluyor. “ diye sordum kısık sesimle. Sonra anlatırım der gibi bir bakış atınca Nisaya çevirdim bakışlarımı. Beyza ile kaynaşmış olmalıydı ki yüzü gülüyordu. Onu seyrettiğimi fark etmiş olmalı ki bakışları bana döndü.

“Nasılsın İnci, ya da Eslem mi demeliyim” dedi gülerken. Anlaşılan Suay ona her şeyi anlatmıştı. Yüzüme samimi olduğunu düşündüğüm bir tebessüm yerleştirip,

“Esleme alışıyorum sanırım. “ dediğimde gülümsedi. Bakışları Suay’a döndüğünde kaşları çatıldı. Suratının asık olduğunu ve o geldiğinden beri bir şey demediğini fark etmiş olmalıydı. Anlaşılan o ki Nisan’ın da bir şeyden haberi yoktu.

“Suay bir sorun mu var? Dün de dinlemedin beni çok alındım haberin olsun” dedi sitemli sesiyle. Suay kulpuyla oynadığı fincandan başını kaldırıp,

“Bahsettim ya dün bir öğrencim kaçırıldı diye, aklım sürekli ona takılıyor. Annesi perişan oldu, babama da söyledim fakat bir haber çıkmadı. “ sesi titrediğinde neye üzüldüğünü anlamıştık. Nisa Suay'ın elini tutup,

“Bir sorun olmadan kurtulur inşallah. Asma suratını, küçük bir çocuk işlerine yaramaz zaten. Elbette kurtulacaktır” sözleri bittiğinde ister istemez gülmüştüm. Neşeden uzak gülüşümü duyunca bakışları bana çevrildi. İyi bir kızdı fakat burada olanları henüz idrak edememiş olmalıydı. Suay'ı üzmek istemiyordum fakat, o kansızların ne kadar adi olabildiklerini çok iyi biliyordum. İşine yaramıyorsa küçük bir çocuk dahi olsa öldürmekten çekinmezlerdi.

“Moralini bozmak için söylemiyorum ama dua edelim de bir süre en azından bulunana kadar yaşasın” dedim. Nisa hüzünle başını eğerken, Beyza beni onayladı. Suay ise duydukları ile ağlamaya başlamıştı.

“Küçücüktü İnci. Sekiz yaşında bir çok hastalıkla mücadele ediyor. Annesi perişan biz perişan. Dün bir öğrencim Hakanın mezarı olmayacak mı dedi bana. O bile ümidi kesmiş” dedi gözlerini silerken. Şu durumda ona nasıl teselli verilirdi elden ne gelirdi bilmiyordum. Bir çocuk kaybolmuştu, ve bunun hiç bir açıklaması olamazdı.

Suay'ın ya da evladı kaçırılan o annenin teselliye ihtiyacı yoktu ki, onlar sadece bir önce Hakan denen çocuğa kavuşmak istiyorlardı.

Eğer ölmediyse

Çünkü hasta bir çocuğu ellerinde tutmayacakları aşikardı. Güzel olan ne varsa kirleten bu şerefsizlerin korkuları o kadar büyüktü ki hasta bir çocuğa bile sataşacak kadar ileriye gidiyorlardı. Merhamet denen o güzide duygu onlarda yoktu.

Dünyaya sıkıntı çıkarmaya gelmiş bir avuç paralı ne olduğu belli olmayan canlı yaratıklardı onlar.

“Bizde araştırma yaparız. Ben bir kaç yere haber ederim. Kayıtsız kalmazlar merak etme bulunur “ dedi Beyza. Haklıydı Allah bilir şuan kaç kişi vardı teröristlerin içinde. Muhakkak bulunurdu.

Suay biraz kendini toparladıktan sonra Nisaya döndü.

“Dün bahsettiğin şu asker kimdi” dediğinde herkes Nisaya döndü. Beyaz teni aniden kızarırken, merakla onu bekliyorduk.

“Bakmayın şöyle ya. O gün Zeynep’in yanına gittiğimiz gün, hoşlandım işte ilgili bir adamdı çocuklara karşı. Ama bana karşı bir tutumu yoktu. Yani çok ilgilenmedi benimle “ dedi. Acaba hangisiydi Yusuf olamazdı çünkü o benim yanımdan ayrılmamıştı.

“Adı neydi biliyor musun” dedi Suay sanırım o da Harun olmasından korkmuştu. Nisa başını iki yana sallarken, Suay da meraktan oturduğu yerde kıpırdanıp duruyordu.

“Esmer miydi “ diye sordu merakla. Onun ıstırabına son vermek adına sesli bir şekilde gülüp,

“Adı Harun muydu, hani şu sürekli Suay'ın yakınında olan” dedim kendimi dizginlemeye çalışırken. Suay masada duran çikolatayı bana fırlattığında havada kapıp ağzıma attım. Keyifle çikolatamı yerken, Suay’ın

“Ya da biricik eniştem olmaya aday Yusuf mu” demesini beklemiyordum. Yediğim çikolata boğazına takılmıştı, ölüyordum resmen. Ve karşıma geçip gülmek dışında bir şey yapmıyordu.

“Ya aşk olsun beni de eşref gönüllü ettiniz. Bir adam dedim üstelik sizinkileri biliyorum herhalde içleri gidiyor size bakarken “ dedi bu defa da Suay utançtan yerin dibine girerken Beyza kıs kıs gülüyordu. Beyza'yı böyle şeylerle utandıramayacağım için hiç takmadım.

“E tarif et sende nasıl bir tip. Kudurdular meraktan “ Beyza’nın sözleriyle elini yüzüne kapatıp, kızaran yanaklarını gizledi. Aynen aşkım hiç anlamadık kızardığını.

“Kumral bir adamdı işte uzun boylu heybetli gözleri yeşil ile mavi arası garip ama çok güzel bir renk” dediğinde kimi söylediğini anlamıştım. Arif’ten bahsediyordu, ama Arif her şeyi dalgaya alan bir adamdı, ciddi bir ilişki düşünür müydü pek emin değildim.

“Ben ekipten bir Harun'u bir de Yusuf ağabeyi tanıyorum. Bahsettiğin adamı gördüm ama soğuk duruyordu” dedi. Demek ki Arif sadece sevdiği insanların yanında gevşekti.

“Ben tanıyorum, Arif adı dilersen konuşurum senin için” dedim. Başını iki yana sallayıp,

“Ay yok ne öyle heveslisi gibi” dedi. Arif’in de pek hevesli olacağını sanmıyordum. Nisa çok güzel alımlı, başarılı bir kızdı, fakat bir o kadar da naif biriydi. Arif’in yokluğuma katlanamazdı. Umarım içindeki beğeniyi büyütüp, Arifi sevmek gibi bir düşünceye kapılmazdı.

“Peki sen hallet o zaman. Ama biliyorsun değil mi, asker eşi olmak kolay değil. “ başını salladı. Sessizliğinden bu durumu düşünmediği anlaşılıyordu.

“Hadi ya şarjım bitmiş benim. Siz de durumlar nedir? “ dedi Suay telefonum aklıma yeni gelmişti. En son Dursun dedeyle konuşurken koltuğun üzerine koymuştum. Ondan sonra sesini dahi duymamıştım. Yani kısaca yanımda yoktu.

“Benim ki dolu aramamı yapacaksın” diye sordu Nisa. Suay başını olumlu anlamda sallarken ayağa kalkmıştı.

“Numara ezberimde değil. Hakanın annesini arayacağım kafam sürekli ona takılıyor... “ eliyle bir dükkanı işaret etti “Şurada bir telefoncu var. Orada şarj edeyim, gelirim biraz sonra. “kafeden çıktıktan sonra gözlerimle onu takip ediyordum, çünkü burası çok tekin bir yer değildi. Savunmasız bir şekilde hiç bir güvenliği yokken burada dolaşması büyük riskti. İşaret ettiği dükkana girince bakışlarımı kendi aralarında konuşan kızlara çevirdim.

“Ya işte öyle Nisa aşkım. Benim kütük beni burada bıraktı tatile gitti. Bende dedim ama bir daha beni arama diye. Resti çektim yani rahat ol” Beyza’nın bitmek bilmeyen Uğur’a sövme seansları da başladığına göre günü huzurla kapatabilirdik.

Aradan beş dakika geçmişti ki Beyza’nın telefonu çaldı. İlk çalışta hemen cevapladı telefonu. Telefonun öteki ucunda ki ne söylüyorsa tüm vücudu gerilmiş, kaşları çatılmıştı. Ciddi bir şey olmalıydı çünkü ciddi olduğu nadir zamanlardaydı. Telefonu kapattığında bakışları beni buldu.

“İnci burada ki insanları göndermeliyiz. Bakma öyle tehlikedeler.” Diye bağırınca hemen ayağa kalktım. Beyza kafede ki insanların masalarına gidip bir şeyler anlattığında insanlar korkuyla ayağa kaçmaya başladılar.

“Neler oluyor Beyza. “ Nisanım sesiyle Beyza bir sandalyenin üstüne çıkıp,

“Evi burada olanlar evlerine girsinler. Uzak olanlar ise kafeye gelsinler. “ diye bağırdı. İnsanların bazıları gerisin geri kafeye dönerken hepsi tek bir alanda toplandı.

Tehlike vardı

 

Suay burada değildi

 

Tehlike vardı ve Suay burada değildi.

 

“Beyza çocukları mutfak kısmına topla! Nisa yaşlılarla ilgilen! “ deyip koşarak sokağa indim. Beyza'nın sesini duyan kafe yakının da ki herkes sağa sola kaçıyordu.

 

Herkesin çocuğu yanındaydı. Herkes anne ve babasının kollarında şimdilik güvendelerdi. Tek bir kişi hariç, elinde mendil etrafına garip bakışlar atan sekiz yaşlarında bir çocuk. Perişan halde görünüyor, tek eli karnında sarhoş gibi yürüyordu. Hemen yanına gidip vakit kaybetmeden kucağıma aldım onu.

 

“Korkma bir şey olmayacak. Telaş yapma olur mu. “ bana garip bakışlar atan çocuk, onu kucağıma almamla acı bir şekilde inlerken, bakışlarım karnına gitti. Siyah tişörtü iyice koyulaşmıştı. Onu yere indirip karnını açtım. Gördüğüm şeyle şok olurken direkt gözlerine baktım.

Ağlıyordu.

 

Tam ağzımı açıp bir şeyler söyleyecektim ki, benden uzaklaştı.

“Git buradan abla. Ben öleceğim sana zarar gelmesin “ diye haykırdı. Allah Kahretsin bu çocuk canlı bombaydı, ve anladığım kadarıyla bomba karnının içindeydi.

Caniler!

Ufacık bir çocuğa bunu nasıl yaparlardı.

Benden git gide uzaklaşan çocuğa hızla yaklaştım. Arkasına bakmadan kaçan çocuğu sağ elinden yakalayıp, kendime çevirdim

“Söyle bana çocuk buradalar mı? Karnında ki şeyi onlar mı patlatacak söyle? “ hızla sorduğum soruyla, ağlaması şiddetlenirken, gerginlikten terleyen anlımı sildim. Çocuk başını salladığında, pantolonumun arka kısmında ki silahı çıkardım

“Neredeler seni görüyorlar mı?

“Kırmızı bir kamyonla geldik. Şu dükkanın arkasında bir yere park etti.” Dedi. Hızla işaret ettiği dükkana doğru koştum.

Bahsettiği kamyon görüş açıma geldiğin de, telefonla konuşan ve sağ elinde kırmızı bir tuş taşıyan iti görmüştüm. Elimdeki silahı iki elimle kavrayıp, temkinli hareketlerle arkasından ona yaklaşacaktım ki gördüğüm kişiyle, dudaklarımda bir tebessüm oluştu

Yusuf Asaf

Kamyonun sağ tarafında adamın karşına gelecek şekilde usulca hareket ediyordu. İşte benimle onun arasında ki fark buydu. Ben kendimi gizleyip, düşmana öyle yaklaşıyordum. O ise düşmanın tam karşısında mertçe duruyordu. Beni görmemesi için geri kamyonun arkasına geçtim.

Gelen seslerle Yusuf’un adamın kafasına silah dayadığını anlamıştım.

“Eğer tetiği çekersen burada yalnızca ben ölmem” diyen itle. Otuz iki diş sırıtarak, saklandığım yerden çıktım.

Yusuf Asaf beni gördüğüne pek sevinmemiş gibi duruyordu, fakat bu durumu umursamadım. Elimde ki silahı adamın eline sıktığımda Yusuf düğme yere düşmeden havada kavradı.

Acıyla inleyen adam, neye uğradığını şaşarken, Yusuf Asaf tuşu temkinli bir şekilde bana verdi. Ardından elini tutarak bağıran adamı üniformasının cebinden çıkardığı siyah bir klipsle yaralı elini bilerek sıkı sıkıya bağladı. Adam acıdan yeri göğü inletse dahi yüzünde tek bir merhamet ibresi yoktu.

“Lan şerefsiz hiç mi vicdanın yok lan canlı canlı ufak bir çocuğu kesmek ne demek” dedi yüzüne yumruklarını savururken.

Durdurmadım

Çünkü ben kafasına sıkmayı hayal ediyordum. Eğer şuan Yusuf burada olmasa hiç çekinmeden yapacağımı da iyi biliyordum.

“Arif gel al şu iti. Elimden bir kaza çıkacak” dediğinde arkamda duran adamları yeni fark etmiştim. Arif tek eliyle saçından kavradığı iti geldikleri zırhlı aracın içine fırlattı.

“İnci Hanım manyak olduğunuzu duymuştum ama bu kadarını da bilmiyordum” dedi ilk gün tanıştığım adının Zeynel olduğunu hazırladığım adam.

“İşimi yapıyorum Zeynel Bey. Bunun manyak olmamla bir ilişkisi yok. Üstelik benim dedikodumu yapmaya zamanınız olduğunu bilmiyordum” dedim. Sesim sert çıkmamıştı, ama Zeynel arkamda bir yere bakıp, hemen başını öne eğmişti. Baktığı yere doğru gözlerimi çevirdiğimde, Yusuf’un delici bakışlarını Zeynel'in üzerinde görmemle neyden çekindiğini anlamıştım.

“Hakan'ı gördün mü? Seni o mu yönlendirdi “ Dedi Yusuf sanırım Hakan dediği çocuk, Suay'ın kaçırılan öğrencisiydi. Başımı olumlu anlamda sallayıp,

“Şu dükkanın önünde bekliyor. Yusuf çocuğu diri diri kesmişler resmen.” Sesim ağlar gibi çıktığı için ensesini kaşıdı. Harun ekiple birlikte dediğim yere giderken, bizi yalnız bırakmışlardı. Yusuf usulca yanıma yaklaştığında göz yaşlarımı daha fazla tutmayıp, yanaklarımdan aşağı süzülmesine izin verdim.

“Senin hırçın hallerinle baş edebilirim” dedi kısık sesiyle. Başımı yukarıya çevirip, gözlerine baktığımda hüzünlü gözlerle bana baktığını gördüm.

“Fakat şimdi olduğun haline büründüğünde sana karşı nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum... “ dedi ve bir adım yaklaşıp boş bıraktığım saçlarımı işaret parmağı ile okşadı.

“Sana zayıf düşüyorum Eslem Duman” dediğinde melül melül ona bakıyordum ki duyduğum silah sesiyle yerimden sıçradım. Ardından duyduğum ince tiz çığlıkla kalakalmıştım.

Çünkü ses Suay’ın sesiydi

Yusuf’la aynı anda sesin geldiği yere doğru koşarken, Harun’un kucağında yarı baygın kızı gördüğümde göğsümün ortasında ağır bir şeylerin oturduğunu fark ettim

Kardeşim vurulmuştu.

Suay yarı baygın Harun’un kucağındaydı...

 

✧・゚: *✧・゚:* *・゚゚・*:.。..。.:✧・゚: *✧・゚:*✧・゚:

 

Oy atın bire hayaletler. Sizi çok sevdiğim için erkenden attım bölümü. Yani haftada iki bölüm atmış ol-dum(acağım) . Sizde bir yıldızı boyayın yani zor değil bence 😩

 

Loading...
0%