@sitarekiraz
|
Minareler süngü, kubber miğfer Camiler kışlamız müminler asker Bu ilahi ordu dinimi bekler Dillerde tevhid 'Allahu Ekber' ~Ziya Gökalp~ Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Keyifli Okumalar 💓
.・゜゜・*・゚゚・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Gün geldi kırık beyaz bir odanın içinde tek siyah oldum. Gün geldi karanlık bir sokakta tek beyaz... Ve yine gün geldi on katlı binanın en tepesinde tek kuş. “Terbiye edemediğin her duygunun esiri olursun” derdi annem. Yani öyle demiş beni bırakmadan önce. Beni sıkı sıkıya sardığı battaniyenin içinde yazan bir nottu bu. Birde annemin yüzünün görünmediği yalnızca gerdanının ve kucağındaki bebeğin göründüğü bir fotoğraf. Ben İnci, adımı annemin gerdanına taktığı kolyeden almışım. Ben inci yıllardır kayıp yirmi altı yaşında bir çocuk. Eğer hiçlik yolunda kayıp bir çocuksanız, yurtsuzsanız, anneniz yoksa mesela, babanızı hiç tanımadıysanız, kaybedecek bir şeyiniz yoksa, bahtınıza engebeli yollarda sürüklenmek düşer. Bu engebeli yolda cesur olursunuz. Fakat cesurluk bazen can yakar, canınızı yakar. Gözünüzün karalığı, hiçlikte tanıdığınız arkadaşlarınızda kanar. Mesela onlardan biri gittiyse hayatınızdan, gitmek istersiniz. On katlı binanın duvarına çıkıp volta atsanızda, en tepede, ölüm korkutmaz sizi. Bir dostu kaybetmek, babayı kaybetmek gibi bir acı olmalıydı, evet bendeki tanımı tam olarak buydu. En yakın arkadaşımı kaybetmenin tanımı ve verdiği acı, yoklukta gibi bir acı, yani baba gibi bir acı. Ben acılarıma baba demişimdir hep. Annem beni bıraktığı için ona hep küskün olan yanım adını hiç anmazdı. Fakat babam, ondan emindim. Beni bırakmadığından hatta belki varlığımdan dahi haberi olmadığından. Belki de bir amaca tutunuyordum. büsbütün soyutlamıyor, hep en iyisini düşlüyordum. Bugün de can ötesinde tuttuğum Fatih’in acısını çekiyordum yüreğimde. Bugünde amacım onu büyütmekti içimde. Ailesizliğimde aile olan adamın, kardeş olan, yoldaş olan, sırt sırta çatıştığım, canımı emanet ettiğim Fatih’in acısıydı beni buraya getiren. Şimdi buradan atlasam, kuş olsam uçsam. Babamı bulsam sokulsam göğsüne, göğsünde ağlasam. Fatih’e ağlasam. Sert esen rüzgarlarda çekilsem aşağıya... Ölmek bir duygu muydu ”Terbiye edemediğin her duygunun esiri olursun” Gökyüzüne doğru fısıldadığım annemin sözüyle yüzüme küçük bir yağmur damlası gelince gülümsedim. Sanırım ölmek hayatın öznesiydi. “Fatih...” Sustum koruyamadığım arkadaşımın iki gün önce şehit verdiğim canımın adını haykırmak bile dizginlemiyordu hüznümü. Arkamdan gelen adım seslerine aldırış etmedim. Çıktığım duvarda ellerimi iki yana açıp başımı yukarıya çevirdim, yağmur çok az yağsada mavi tişörtümün omuz kısımları ıslanmıştı. Arkamdaki adım sesleri iyice yaklaşırken kim olduğunu artık biliyordum “Neden geldin” Sesim tıpkı hava gibi parçalı bulutlu çıkmıştı. Aşağı inmem için ısrar edeceğini sanıyordum ki o da yanıma çıkıp elimi tuttu. Gözlerine baktığımda gözlerinde beyaz bir noktanın kalmadığını ve şiş gözlerinde yer yer yaralar oluştuğunu görünce yutkundum. Ağlamıştı. “Süveyda” Diye fısıldadım “burada durma, burası sana iyi gelmez” derken ciddiydim. Çünkü Fatih tam iki sene önce tam burada Süveydaya duygularını söylemişti. Burada kalmak ona acıdan başka bir şey vermezdi “İnci izin ver seninle kalayım... “ Yutkunup elimi daha da sıkı tuttu “Sen bana onu hatırlatıyorsun. Fatih’in biriciğiydin sen. Seni gözünden sakınırdı. İzin ver yanında kalayım” dediğinde çaresizlikle başımı salladım. Süveyda ile aynı birlikte istihbarat ajanı olarak çalışıyorduk. Oda tıpkı Fatih ve biz gibi sahipsiz bir çocuktu. Fatih’in ölümüyle iyice yalnız kalan bu kızı korumak artık benim vazifemdi. “Fatih seni çok seviyordu” gülümseyip devam ettim sözlerime “tam on senedir sana aşıktı, senin eğitim saatlerin onun saatlerine uymasa da sırf seninle aynı yerde bulunmak için daha fazla çalışırdı. Süveyda bizim deli oğlanı güçlü yapan senin aşkındı. Evet bizde ona güç veriyorduk. Fakat sen onun diğer yarısıydın oda gücünü senden alıyordu” dudaklarından bir hıçkırık kaçtı gözünden tek damla yaş akmıyordu fakat durup durup içli nefesler veriyordu. “Buraya geldiğimde henüz on yaşında bir çocuktum Fatih on beş yaşındaydı o zamanlar, bizi eğitmek için götürdükleri binanın bahçesinde tek başıma oturuyordum. Yaşına rağmen aldığı eğitimden olsa gerek iri yarı bir adam gibi görünüyordu. Onu görünce korkmuştum, yanıma gelmesin diye dua ederken tam önümde durmuş “Sen neden iki gündür konuşmuyorsun belikli” Demişti korkudan konuşamamıştım yanıma oturup iki yandan ördüğüm saçlarımla oynayınca da bir şey demedim tabii.. “ Susup yutkundu yüzünde acı bir tebessüm vardı “Sonra saçlarımın güzelliğinden bahsetti onları eğitim dışında açık bırak dedi bana. Yüzünde öyle sıcak bir gülümseme vardı ki, ister istemez bende gülümsemiştim. Benim tebessümümü fırsat bilip “Çok zeki olmalısın, buraya kıt akıllıları almazlar” Deyince kıkırdayıp “Bilmem bir sınava soktular beni, en yüksek notu ben aldım. Sonra büyüyünce ne olmak istediğimi sordular, psikolog olacağımı söyledim ve beni buraya getirdiler. “ Deyiverdim tek bir gülüşüyle dilimi çözmüştü. Oda bana buraya neden geldiğimizi anlattı, meğer biz buraya çocuk yaşta devlet için gelmişiz... “ tekrar sustu anlattığı şeylerle bazen gülüyor bazende dudaklarını titretiyordu. Konuşamayacak halde olmalıydı ki sustu onun yerine ben üstlendim konuşmayı “Ülkenin istikbali olarak gördüler bizi. Hepimiz çok zekiydik ve kimsesizdik. Özellikle yetiştirme yurtlarından aldılar bizi çünkü ailesi olan herhangi bir birey kendi çocuğunu ölüme itmezdi. Biz ölsek yine biz ağlardık. Görev tehlikeliydi zordu fakat kutsaldı Süveyda. Fatih’te bir ömür harcadı bu meslek için deşifre olsada satmadı bayrağını, ekibini seni.” Dediğimde kafasını olumlu anlamda salladı, Fatih’in davası için ölmesi onu üzmemiş gibiydi. Ölmesi yeterince üzüyordu bizi fakat bir amacı olması bu amacın bayrak olması hepimizi bir nebze rahatlatıyordu. Elimi bırakıp yere indi. “Daha fazla kalmayalım burada. Hava iyice bozdu. Sen de diğerlerinin yanına git. Sana ihtiyaçları var” Kafamı olumlu anlamda sallayıp bende indim, inmemle koluma girip benden destek alarak yürümeye başladı. En çokta ona zordu evet ben kardeşimi vermiştin toprağa ama oda hayallerini vermişti. Onun kaybı daha büyüktü. Birliğe girip ekibin olduğu kata gelmiştik genelde hepsi burada toplanır zaman geçirirlerdi. Hepimizin kendine ait evleri vardı fakat görev süreleri uzun olduğundan çoğunlukla buradaki odalarımızda kalırdık. Eve bir yıl hiç gitmediğimi dahi bilirdim. Bizi gören Yiğit ayağa kalkıp yanıma geldi. Süveyda çoktan kolumdan çıkıp masaya oturunca, Yiğit beni göğsüne çekti. Aramız onunla da en az Fatih kadar iyiydi, sekiz kişilik ekibin içinde üç kadındık. Bu adamlar bize yeri gelir abi, yeri gelir baba olurdu. Yiğitte onlardan biriydi. “Dünden beri hiç konuşmadık İnci. Yaşadığımız şey basit bir duygu değil. İçimizdekileri kendimize zarar vermeden dökmeliyiz.” Dediğinde hâlâ göğsündeydim derin bir nefes alınca amber kokusu burnuma geldi. “ Zor. Ölmek kadar zor Yiğit” Sesim boğuk çıkıyordu “Biliyorum aynı acıyı belki de daha beterini yaşıyorum. Beni ayakta tutan şey davanın kapanmamış olması. Bugün elime gelen görevde beni ayakta tutuyor tabii” Dediğinde derhal ondan ayrılıp “Fatih’in görevimi? “ buruk bir gülümseme gönderdi. Bense ondan uzaklaşıp “Olmaz adamlar zaten Fatih deşifre olduğu için öldürdüler. Senin gelmen şüphe çeker. Zaten.. “ İşaret Parmağıyla beni susturup “şüphe çekmeyecek. Fatih’in onlardan aldıkları bilgileri sızdırmadan infaz edildiğini düşünüyorlar” Bu basbayağı tuzaktı. Biz her ne kadar eğitimli olsakta, karşımızda ki adamlarda kuru sıkı değildi. Kafamdakileri anlamış olmalı ki “ Fatih üç aydır onların içindeydi, henüz ona tam güvenmedikleri için yanında bir kaç önemsiz bilgi dışında bir şey konuşulmuyordu. Fatih tüm belgeleri bize gizliden kendi zekasıyla iletiyordu. Yani Fatih’in şüphe çekecek bir hareketi yoktu, onlara göre doğru zamanı bekleyen bir köstebekti sadece.” Söyledikleri kafama yatarken gözlerim hüzünle dolmuştu. Fatih gerçekten de her şeyi kusursuz yapmıştı, bize verdiği tek bir yanlış bilgi onun sonunu getirmişti. Adamlar Fatih’i denemek için en önemli bilgilerini yem olarak atmışlardı Fatih’in önüne. Her şey bitti derken, her şey yeni başlıyordu. “Ben var mıyım bu görevde “ kafasını salladı. Bir yıl süren projem yeni bitmişti. Genelde biz polis ve askerlerle iş birliği halinde olurduk eğer verilen görev çözüme ulaşmadıysa üstlerimize verilirdi. Ya da bitmek üzere olupta riske giren bir görev varsa bizzat üstler tarafından yakın takibe alınırdık. “Peki ne zaman başlıyoruz” Dedim saatine bakıp ensesini kaşıdı “Dosyayı odana ilettim yarın hazır ol. İnci seni özellikle bu projeden uzak tutmak istedim fakat, üstlerden gelen özel bildiriyle göreve dahil oldun. Bu da demek oluyor ki, eğitimdesin” Sıkıntıyla söyledikleriyle afalladım, üstler bizi ya bir üst konuma almak için ya da şüphe duydukları zaman sınardı. Ben görevimi yeni bitirmiştim ve bu işin üstesinden başarıyla gelmiştim. Benden şüphe duyacakları bir durum yoktu. Bitirdiğim görev oldukça zor olduğu için beni eğitime almaları daha akla yatar bir cevaptı “Seni neden denemiyorlar” dedim sıkıntıyla onunla konuşa konuşa binanın bahçesine gelmiştik. Gerildiği mi sesimden anlamış olmalı ki “beş senedir görevlere çıkıyoruz. Tam sekiz görevin üstesinden geldin. Bu iş için Fatih’ten bile iyiydin. Elbette bizim de farklı konularda yeteneklerimiz var fakat sendeki soğuk kanlılık ve zeka üstlerin dikkatinden kaçmamış” haklıydı sekiz görevin sekizinde de deşifre olmadan çıkmıştım. Üstelik ekipteki diğer istihbarat çalışanlarına da yardımlarım olmuştu. Yinede çocuklardan ayrılmak istemiyordum. Görevi sorgusuz kabul etmek zorundaydım ama konumumu reddetme hakkına sahiptim. “Eğer sınavı geçersen kabuk edecek misin” dedi bunu istemediği sesinden belli oluyordu. O da Fatih gibi bana fazla düşkündü yanında yöresinde olayım istiyordu. Hepimiz burada tanışmıştık işimi birazda onlar için seviyordum. “Bu iş sayenizde katlanılır oluyor üstelik Süveydanın bana ihtiyacı var. Onu en az bir sene görevden uzaklaştırmalıyız. Kendini toparlasın öyle gelir aramıza” dedim Süveyda bunu kabul etmeyecekti muhtemelen. Zaten henüz kendini geliştirmiş sayılmazdı eğitimi en azından bir süre buradan uzaklaşsa fena olmazdı. Hepimiz onun yaşlarında gitmiştik. Fakat o Fatihin yardımlarıyla kendini burada geliştirsede yetersizdi. O sebeple gitmesi hem işi için hem de kendi için iyiydi “Zaten bir hafta önce İtalya’ya gitmesi için bir bildiri gelmişti.” Dediğinde kafamı olumlu anlamda sallayıp bir süre sessizliği bozmadım. İkimizde yarın ki görevi düşünüyorduk. Fatih’in bize emaneti gibi bir şeydi bu görev. Risk yüzde yüzdü bizde fatih gibi yakalanabilirdik, ama yenilgiyi de kabul etmeyecektik. “Yarın bir balo var oraya iki kardeş olarak gideceğiz.. “ sesi yine sıkıntılıydı anlaşılan beni bu görevde istemediği konusunda ciddiydi “Senin için Genco’nun ortanca oğlu Seçkini seçtiler. Tüm görev boyu ona yakın olacaksın. Seçkin Duman ile ilgili elimize uyuşturucu bağımlısı olduğuna dair bilgiler geldi. Ona yakın olduğun esnada seninde kullanmanı sağlayacaktır. Fatih sayesinde görev çok uzamayacak fakat bir ay içinde yeniden bağımlı olabilirsin” dedi hepimizin maddeye karşı eğitimi vardı fakat uzun zaman alınmadığında yeniden bağımlı olabiliyorduk. Tek fark uyuşturucu bizi eskisi kadar etkilemiyor bu da ilk kez kullanmadığımızı ortaya çıkarıyordu. “Dert etme bir şekilde üstesinden gelirim. Gerekirse hiç kullanmam, biliyorsun eğitim dışında ağzıma sürmedim ama şüpheleri üzerimde de tutmadı bu durum” dediğimde güldü, başımı kolunun altına alıp saçlarımı karıştırırken ondan kurtulmaya çalışmadım. Genel olarak yaptığı bir şeydi bu “kimin kardeşi be” diye beni övmeden geride de kalmadı. Kısa saçlarımı ondan kurtarıp sinirle yüzüne baktım “Senin yüzünden dahi kişiliğime zeval gelirse sık kafana. Aksi halde ben bunu seve seve üstlenirim” diyerek kalkıp odama yöneldim arkamdan gülüşünü duyuyordum ama umursamadım hemen odama çıkıp sıcak suyun altına girdikten sonra uyumak istiyordum. ❃.✮:▹❃.✮:▹❃.✮:▹❃.✮:▹❃.✮:▹❃.✮:▹❃.✮:▹❃.✮:▹ Yüzüme değen ılık esinti, yüzümü gıdaklıyordu. Nerde olduğumu, kim olduğumu, adımı dahi bilmeyecek kadar boş bir zihinle, yemyeşil bir ormanda yürüyordum. Hava hafif kapalıydı yağmur sepeliyordu, ama yaz yağmuru olduğu etrafta uçuşan kuşlardan belliydi. Elimi sıcaktan sararmış otların üzerinde gezdiriyor, keskin otların elimi kesmesine izin veriyordum. Göğsümün tam ortasında bir yara vardı, ne yarası bilmiyordum. Zaten acı da yoktu. Kanıyordu beyaz elbisenin ön kısmı kanımla boyanmış etek uçlarına kadar kan damlamıştı. Bir süre sonra hava iyice kararmış bir ağacın gövdesine sırtımı vermiştim. Elim sürekli göğsümdeki yaraya gidiyor işaret parmağımla nerde yara aldığımı düşünüyordum. Canım yanmıyordu fakat kanın fazlalığı ağlamama yetiyordu. “Yaralandın mı kuş yüreklim” duyduğum sesle kafamı kaldırıp sesin sahibine baktım. Fatih sapa sağlam karşım da duruyor bana gülümsüyordu. Onu görmemle ağlamam şiddetlenmiş, göğsümde ki yara kendini hatırlatıp, dehşet bir acıyla bana merhaba demişti. “Fatih” Diye bağırıp boynuna atladım “Gittin sandım. Fatih beni yaralı bıraktın sandım, bak yaralandım ben. Öleceğim sanki çok acıyor” benden ayrılıp elini göğsümün ortasında ki yaraya bastırdı, onun dokunmasıyla yara kapanmış elbise eski beyaz halini almıştı. “Bir süre daha acır” diye fısıldadı yara kapanmıştı ama göğsümün ortasına kurşun yemişim gibi bir acı duruyordu. Göğsümdeki elini tutup “Süveyda seni bekler o da görsün seni. Hepimiz gittiğini sandık. Neden daha erken gelmedin sanki” dediğimde beni duymuyor gibiydi elini ellerimden çekip “Kuş yüreklim göğsündeki acının merhemi yok bende. Tesellisi de yok biliyorum.. “ sustu derin bir nefes alıp “Yola o acıyla devam etmelisin. Merhem çıkacağın yolda.” Deyip arkasını döndü gideceğini anladığım an peşinden koşup durdurmak istedim. Fakat ayaklarım yere sabitlenmiş gibi öylece kalakalmıştım fatih gözden kaybolunca sert bir şekilde yere düştüm. Etraf bir anda günlük gülistanlık olmuştu ağaçlarda beyaz güvercinler vardı. Etrafımda kelebekler uçuşuyordu. Ayağa kalkıp Güneş’ten kısılan gözlerimle etrafa bakındım. Bir yerden su sesi geliyordu, ama nerede olduğunu göremiyordum. Suyun sesine doğru yürürken önüme sırtı dönük bir adam çıktı “Beni takip et” dedi sesi çok uzaktan gelsede sanki çok aşina olduğum bir sesti bu, peşinden yürüsem de bunun yanlış olduğunu düşünüyordum. Önümdeki adam siyah giysili ensesinden beyaz tenli olduğunu tahmin ettiğim biriydi. Aklıma gelenlere durdum. Benim durduğumu hissetmiş gibi o da durdu “Kimsin sen, bana adını söyle Fatih nerde” “Sorgulama! Beni takip et” “İyi ama kimsin sen. Neredeyiz biz” “Hayat suyunu bulmuş iki beşeriz” dedi sözlerini anlamasamda peşine takıldım az önce sesi gelen su çok güzel bir nehirdi. Koşarak nehre gidecektim ki önümde ki adama kaydı gözlerim. Az önce siyah giysili olan adam şimdi beyaz giyimliydi yanına gidip nehri karşımıza alacak şekilde durdum. İkimizin de yansıması suya vuruyordu. Suda ki yansımam o kadar duruydu ki sanki suya değil de aynaya bakıyor gibiydim. Gözlerim yanımda duran adamın yansımasına değiyordu fakat güneş tam üstünde olduğundan göremiyordum. “Hayat suyu dedin. Ne demek istedin” diye bir soru yönelttim Beni umursamadı. Sorduğum sorulara hiç cevap vermiyor, nereden geldiğini bilmediğim beyaz bir gülün dikenlerini temizliyordu. “Bu gül nedir” dedim bu defa gözlerini bana dikti kahve rengi gözleri, Güneş’ten olsa gerek parlıyordu. “Bu gül sensin” Dediğinde elindeki güle tekrar baktım, beyaz gülün dikenleri eline batmış yer yer kanamıştı. Hem güle hem de eline kan bulaşmıştı. “Kanayacağız ama merhem bizde “ dedi. Kanayan ellerine bakarken, beyaz gülün yaprakları da tıpkı eli gibi kırmızıya boyanmıştı. Yaprakları kırmızıya boyanmış beyaz gülü ellerime bırakıp arkasına döndü ve gözden kayboldu. ❃.✮:▹❃.✮:▹❃.✮:▹❃.✮:▹ Gözlerimi kurduğum alarmın sesiyle açtım. Uyanır uyanmaz üzerimi kontrol etmiştim. Az önce gördüğüm rüyadan olsa gerek ellerim titriyordu. Birde, göğsümde rüyamdakini aratmayacak bir sızı vardı. Fatihi çok özlemiştim, içimdeki sızı o olsa gerekti. Peki o kahve hareli yabancı kimdi? Kafamdaki soruları bölen kapının sesiyle kafamı kaldırdım. Barış içeri girince gözleri büyüdü “İnci bu halin ne? Neden ağlıyorsun? “ Hemen yanıma gelip bana sarıldı. Barışta bizim ekipte beraber büyüdüğümüz arkadaşlarımdan biriydi. “Fatihi gördüm Barış” dediğimde onun da omzu sarsılmıştı, benden ayrıldığında ağladığına emin olmuştum. “Yıpratma kendini seni böyle görmeye dayanamazdı biliyorsun. “ Gözlerimi silip devam etti “Hepimiz zor bir dönemden geçiyoruz. Fatih’in yokluğu hepimizi sarstı, fakat güçlü olmalıyız. Fatih için sarsıldık ama Fatih için ayakta kalmalıyız” sustuğunda bende onun yüzünü sildim, Barış içimizde en duygusal olanıydı. Yiğit, Fatih, Selim ve Uğur ona göre daha iyi kamufle ediyorlardı duygularını. Fakat Barış çok şeffaf bir adamdı. “Biliyorum. Zaten Fatih’te bana güçlü olmam gerektiğini söyledi rüyamda.” Gülümsedi “Orada bile yönlendirme yapıyor” güldüm. Fatih bizim ekibin lideriydi. Üstler henüz yeni bir lider seçmemişti ama Yiğit’in olacağını adım gibi biliyordum. En az Fatih kadar çözüm odaklı bir yanı vardı. Soğukkanlı sağduyulu ve ileri görüşlüydü. “Yiğit, akşam sekizde hazır olman gerektiğini söyledi. Balo bugün dokuzda başlayacak, mücevherlerini getirdim... “ Dediğinde elime bir kutu bıraktı. Bu takılar biz kadınlar için üretilmiş birer iletişim aracı görevi görüyordu cebinden bir kutu daha çıkarıp “Buda sürekli üzerinde bulunsun. Boynundan hiç çıkarma” dedi elime aldığım kolye ağaç şeklinde bir kolyeydi. Ağacın üzerinde küçük kırmızı kabartmalı elmalar bulunuyordu. Ağaç bir halkanın içinde gümüş renginde olsada elmalar kırmızıydı. Halka kısmında yazan Nehir ismiyle, kod adımı da öğrenmiş oldum. “Ses için mi” Diye sorduğumda başını salladı “ Peki sen git bende hazırlanayım “ dediğimde saçlarıma bir öpücük kondurup odadan çıktı. O odadan çıkınca hızlıca giyinip saç ve makyajımı yaptım. Siyah, kolları tül bir elbise giymiştim saçımı yanda perçemler kalacak şekilde topuz yapıp hazırlığımı tamamlamıştım. Şimdide Yiğit’in gönderdiği dosyayı okuyordum. Baloda sadece biz değil tüm ekip olacaktı. Barış, Selim ve Beyza garson olurken. Uğur vale olacaktı. Bugünkü Balonun düzenlenme amacı uzun yıllar yurtdışında olan Bilal Tangezen’in Ülkeye dönmesiydi. Bilal Tangezen silah ticaretinde hatırı sayılır bir müşteriydi. Tabii bu buzdağının görünen kısmıydı, onunda çalıştığı birileri vardı. Yani aldığı silahları o da başkasına pazarlıyordu. Bir nevi aracı görevindeydi. Kendini belli etmek istemeyenler Tangezen’in Şirketi altından silahları alırdı. Bugünkü operasyon da Tangezen’in tüm işlerini bilen yardımcısı ve oğlu Sinan içindi dikkat çekmeden Sinan’ın telefonunda kayıtlı tüm raporları alacaktık. Ekibin işi yorucuydu ama asıl iş Yiğit ve bendeydi, Yiğit Genco’ya iş teklif edecek ve aralarına sızacaktık. Dosya da yazdığına göre Genco yeni bir projeye katılmak istiyordu. Bizde projesine imkan sağlayacak yatırımcılar olarak baloya davet edilmiştik. Duvardaki saate bakınca zamanın bir hayli yaklaştığını gördüm, üzerimi son düzenleyip aşağı indim. Çocuklar hepsi bir masada oturmuş beni bekliyorlardı, hiç birinin yüzünde tek bir tebessüm yoktu. Hepimiz hâlâ Fatih’in yasını tutuyorduk. Fatihinde dediği gibi göğsümüzde ki yara iyileşecekti, ama acısı bir süre hatta belki de hiç geçmeyecekti. “Hazırsan çıkalım” dedim Yiğit’e bana bakmadan başını sallayıp çocuklarla birlikte kalktılar. Onlar ayrı arabayla gidecekti. Bizde bizim için ayarlanan bir araçla gidecektik. Arabaya bindikten sonra da ne Yiğit’ten ne de benden ses çıkıyordu. Fatih olsaydı şimdi, bu görev için nasıl heyecanlı olurduk. “Biliyorum keyfin yok ama, Seçkin’in yanında da böyle somurtarak oturursan onu etkileyeceğini sanmıyorum “ dedi bana diyordu ama kendisinin benden bir farkı yoktu “ Kardeşimin katillerinden birini etkileyeceğim için çok mutluyum Yiğit. O kadar mutluyum ki çantamdaki silahın şarjörünü kafasında boşaltmak istiyorum” homurdanma karşılık dudakları kıvrıldı “O şeref bana ait İnci adamın leşini bizzat önüne sereceğim, şüphen olmasın” kesinlikle bu işi ona bırakmayacaktım. Bir saat sonra balonun yapıldığı otel’in önüne gelince vakit kaybetmeden indik, otel’in önünde Uğuru görünce dudaklarım kıvrıldı. Anlaşılan bizden önce gelmişlerdi. “Ses deneme.” Kulağımdaki küpeden gelen Beyza’nın kısık sesine “Ses geliyor bir sorun yok” diye cevap verdi Uğur o sırada Yiğit arabayı Uğur’a teslim edince bizde çoktan salona geçmiştik. Gümüş renklerinin hakim olduğu salonda masaların yanında sandalye göremeyince homurdandım, onca saat ayakta kalmak elbette bizim işimize gelirdi fakat bu topuklularla işkence olacağı kesindi. “Koluma gir İnci” Yiğit’i ikiletmeden hemen koluna girdim içerde bizden olmayan bir görevli yerimizi gösterince oraya geçtik. “Genco size bakıyor dikkat çekmeyin” Selim’in sesiyle hafifçe gülümseyip Yiğit’e döndüm “Parti başlasın o zaman ağabeyciğim” onunda dudakları kıvrılırken sağ tarafımızda ki adım sesleriyle, Genco’nun yanımıza geldiğini ikimizde anlamıştık. “Ahmet Balcı sizi burada görmek ne büyük bir şeref” diye karşımızda duran Genco Yiğit’e elini uzatırken Yiğit tereddüt etmeden elini sıktı. Tereddüt etseydi kafasına sıkacağından şüphem yoktu. “O şeref bize ait Genco Bey. Davetinizle bizi onurlandırdınız” Ne onur ama, ikimizde öldürmemek için zor duruyorduk. “Bu güzel hanımefendi kardeşiniz olmalı” diyerek sağ elimi tutup bir öpücük kondurdu. Mide öz suyum ağzıma gelirken, Barışın “Sakın kusayım deme gülmeye çalış” sesiyle kendimi toparladım. Hem bizi gözlüyorlar hem de etrafı kolaçan ediyorlardı “Evet kardeşim Nehir” Yiğit’in sesiyle gülümseyip “Memnun oldum “ diyerek elimi nazikçe çektim. “Bizim masaya gelin sizi ailemle tanıştırayım” dediğinde sıranın bana geldiğini anladım. Seçkin tiyatrosu şimdi başlıyordu “Memnuniyetle” dedi Yiğit. Böyle kibar konuşmaktan ne kadar nefret ettiğini bildiğimden, kendimi gülmemek adına sıkıyordum. Üç masa önümüzde oturan Genco’nun sözde ailesinin yanına geldiğimizde, üç adamında bana ilgiyle baktığını, yalnızca Seçkin’in kafasını kaldırmadığını gördüm. “Size bahsettiğim Ahmet Balcı ve güzel kardeşi Nehir” bizi kısaca tanıtırken herkesle el sıkışmıştık. Adının Hande olduğunu öğrendiğim kadın beni yanına çekip “Nehirciğim erkeklerin iş sohbeti bizi sıkacak gibi biz seninle ayrı duralım” dedi samimi bir kadına benziyordu. Ona gülümseyip Yiğit yanından ayrılıp onun yanına geçtim yani tam Seçkin’in yanına, Kollarımız birbirine değiyordu ama bunu umursamadım. “Okuyor musun Nehir” diye bir soru yöneltti Hande Hanım “iki yıl önce mezun oldum.” dedim kaşlarını ilgiyle kaldırıp. Seçkine baktı “Seçkinle aynı yaşta olmalısınız” adını duyduğu için başını kaldıran Seçkin, başını bana çevirdi. Sonunda ilgisini çekmiş olmalıydım ki baştan aşağı beni süzüyordu. Dudakları yukarı kıvrılınca beni beğendiğini anladım. Aramızdaki kısa bakışmayı, Genco bozdu “Nehir gerçekten çok güzel bir kız. Zarif ve göz alıcı” Sevgili bey amca senin değil oğlunun dikkatini çekmek istiyorum. Lütfen o sapık düşüncelerini çek üzerimden. “Teşekkür ederim çok kibarsınız” demekle yetindim. Seçkin hâlâ beni inceliyordu. Rahatsız olsam dahi bunu belli edecek değildim. “Nerden mezun oldun, belki daha önce karşılaşmışızdır” diye bir ses duyunca Seçkin’in solunda ki sarışın adama baktım “Marmara psikoloji mezunuyum” dediğimde başını salladı. Sanırım adı Ömer’di, tıpkı Seçkin gibi oda beni inceliyordu. Erkekler kısa sürede iş konuşmaya başlarken, Hande hanım kulağıma eğilip “Seçkin gözlerini ayırmadı senden” dedi her ne kadar oğlun bir sapık demek istesem de utangaç bir bakış atıp sustum. Seçkin arada elini koluma değdiriyordu bense huzursuzlukla geri çekiliyordum. Amacım kesinlikle beni basit biri sanması değildi. “Bilal ve oğlu giriş yaptı masadan uzaklaşmayın” Uğur’un sesiyle gözlerimi giriş kapısına çevirmemek adına yoğun bir çaba harcadım. Onun yerine gözlerimi Seçkine çevirmiştim ki onunda beni izlediğini gördüm. Mahcup bir gülümsemeyle “”Sizinle daha önce tanışmış olmalıyız ya da birine benzettiniz.” Dedim bakışlarını ima ederek. Dudakları yukarı doğru kıvrılırken başını iki yana salladı “Daha önce tanısaydım unutmuş olmam mümkün değildi” gözlerimi devirmemek adına yoğun bir çaba sarf etmiştim. Gerçekten liseden kalma basit numaralarla mı tavlayacaktı beni. Utangaç gülümsememi takınıp “Bende unutmazdım” deyiverdim. Masaya bir göz gezdirdiğimde Yiğit ve Genco’nun olmadığını gördüm. Bilal’in yanına gitmiş olmalıydılar. “Ağabeyini de seni de daha önce hiç görmedim bu camiada.” Sesinde bir şeylerden şüphelendiği açıkça belliydi. Hiç bozuntuya vermeden “Ağabeyim Almanya’dan yeni döndü, babamın ölümüyle tüm işler ona kaldı tabii. Oda kendi tarzında halletmeye çalışıyor. “ Sözlerimle kaşları havalandı. Bir şeyi kafasında tartar gibiydi. “Anladım. Sen peki ağabeyine yardımcı olacak mısın” dedi kafamı iki yana sallayıp “Ben psikoloğum. Kendi işimde yeterince yoruluyorum, ağabeyim çok disiplinli bir adamdır. Beni disipline sokmak için canımı okuyacağına eminim. Fazla stresten kırış kırış olmaya niyetim yok” dediğimde kahkaha attı. Sol eliyle omzumu kavrayıp “O halde seninle iş harici görüşmeliyiz. Bu tür davetler yılda bir olur, önümüzdeki davette yanında başka bir adam görmek istemem” dediğinde içtenlikle gülümsedim, gülümsemem sahiciydi bu kadar erken tav olacağını bende beklemiyordum. “Peki buluşuruz” dedim tam bir şey söyleyecekti ki telefonuna gelen mesajla müsaade isteyip yanımdan ayrıldı. Hande hanım yeni gelen arkadaşlarının yanına gitmiş onlarla konuşuyordu. Masadaki diğer adamlarda babalarının peşine takılmıştı. Yani masada tek kalmıştım. Etrafı Kolaçan ederken, Beyza’nın Bilal Tangezen'in masasına içecek taşıdığını gördüm. Sinan’ın Beyza’ya kaçamak bakışlarını görünce elimi dudaklarıma götürüp “Beyza sana bakıyor. İlgisini çekecek bir bakış at. Peşinden gelsin” dediğimde Uğur’un homurdanan sesine kimse karşılık vermedi. “Sinan’a bak. Ve tepsiyi yere düşür. Utandığın için peşinden gelecektir.” Sinan’ın bakışlarını Barışta fark etmiş olacak ki yönlendirme yaptı. Beyza, Barışın dediğini yaptı bardaklar yere düşünce Genco Beyza’yı azarlamıştı. Beyza geri çekilince “Saat üç yönüne doğru hareket et. Sinan’ı oraya çek” Dedi Selim hepsi vızır vızır oradan oraya koşuyordu ama bakışları hep bizdeydi. Beyza yine denileni yaptı. Ve bingo! Nasıl oldu bilmiyorum ama her şey bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmişti. Fatihin şansı olsa gerek saatlerce sürecek olan şey bir kaç dakika da gerçekleşmişti. Şimdi her şey Beyza’nın elindeydi. O adamı oyalamalıydı. “Az önce telefonu ceketinin cebine koydu onu çıkarmasını sağla” kısık sesle söylediğim şeyin duyulması için dua ederken Uğur’un küfreden sesini duyunca kahkaha atacaktım. Uğur uzun zamandır Beyza’yı seviyordu. Fakat ikili arasında bir ilişki yok tam tersi büyük bir savaş vardı. “Bakar mısınız? “ kulaklığımdan gelen ses Sinan’ın sesiydi muhtemelen Beyza’yı durdurmuştu “Buyurun” “Az önce kötü görünüyordunuz içerdeki beyefendinin kusuruna bakmayın lütfen” “Hayır sorun değil, teşekkür ederim ilginiz için. “ “Belki ilgimi size daha iyi gösterebilirim” “Nasıl yani anlamadım” adım sesleriyle Beyza’ya yaklaştığını anladım “Bilmem belki bir kahve ısmarlarım size” “Üzgünüm şuan işimle ilgilenmem gerekiyor” “Israr etsem” dediğinde bir şeyin yere düştüğünü duydum gelen seslerle Beyza’ya iyice ve hattinden fazla yaklaştığını anladım. Öyleki sesimiz ona gitmesin diye kimse konuşmuyordu “Lütfen izin verin işimden olmak istemiyorum” diyen Beyza’yla telefonu aldığını anladım. Çünkü telefonu almasa adamı asla bırakmazdı. Adam bir kaç önemsiz şey daha söyledi ve orayı terk etti. “Beyza yanından geçerken bana telefonu ver” Selim’in komutuyla rahat bir nefes aldım. Aradığımız tüm raporlar o telefonda kayıtlıydı. Selim’in alanı da bilgisayar olduğu için en fazla on dakikaya raporlar elimizde olurdu. Ben Seçkinle konuşurken onlar telefonun şifresini de almışlardı. Basit gibi görünse bile basit olmamıştı. “Elini hızlı tut Selim. Elini hızlı tut ki o şerefsizin bir taraftarına sıkayım” Uğur’un kısık sesle söylediği şeylere göz devirdim ve “Profesyonel ol biraz. Kız işini yapıyor” dememle Beyza’nın “Kesin sesinizi dikkat çekiyorsunuz” demesi bir oldu. Haklıydı çene çalmak için yanlış bir zamandaydık. Uğuru sonrada azarlardım. “Telefondaki bilgileri kopyaladım. Top sende Barış” dediğinde sevinçten dans edebilirdim. Resmen tüm raporlar tereyağından kıl çeker gibi elimize geçmişti. Bir süre sonra Barış boş Bardakları alma bahanesiyle, Sinan’ın cebine telefonu koymuştu, şu bir kaç dakika kalp krizi geçirecek raddeye gelmiştik hepimiz. Fakat yüzümüzde mimik oynamıyordu. “Seçkin sana doğru geliyor toparlan” Selim’in sesiyle kendime çeki düzen verdim. Seçkin de çoktan yanıma gelmişti “Böylesi güzel bir kadını normalde yalnız bırakmazlar, seni benim sanmış olmalılar” diyerek yanıma geçince sinir krizimi son anda durdurdum. Neydim ben koluna taktığı gümüş saat miydim? “O halde onların sandığı gibi olsun. En azından bu gece “ dediğimde elimi dans için ona uzatmıştım. Dans isteğimi geri çevirmeden elimi tuttu “Benim olma fikri seninde hoşuna gitti demek” ya ne demezsin, pazardaki göz alıcı meyveler gibi hissediyorum sayende. “Çekici bir adamsın. Senin yanında olmak iyi hissettiriyor” dediğimde kaşları havalandı. Hoşuna gitmişti söylediklerim. Belimdeki ellerini iyice bastırıp, beni biraz daha kendine çekti, hadi ama bu kansıza bu kadar yakın olmak midemi bulandırmasında ne yapsın “Kötü görünüyorsun” midem bulanıyor derken ciddiydim “İyiyim heyecandan sanırım” bana git gide yakınlaşırken soluğumu tutmuştum. Beni öpmeyi düşünüyorsa ölümü benim elimden olurdu. Alnını benim alnıma yaslayıp gülümsedi “Komik görünüyorsun, merak etme seni ağabeyinin olduğu bir ortamda öpmem” O halde Yiğit’in yanından hiç ayrılmayacaktım. “Delici bakışları ikimiz üzerinde, can sağlığın için bu dansı sonlandıralım” dedim kısık bir kıkırtı eşliğinde. Gözleri yüzümdeki her bir karışa bakınıyordu. Derin bir iç çekip benden ayrıldı. Onda çizdiğim masum kız resmini oldukça beğendiği aşikardı. Böyle adamlar yönetebileceği zayıf kadınlardan etkilenirdi. Çünkü narsist kişiliklerini ancak böyle kadınlar beslerdi. Güçlü kadınları ise yine güçlü adamlar severdi, güçlü kadınların sert kabuklarını, dikenli ulaşılmaz karakterlerini ancak güçlü adamlar tanır ve ona göre hareket ederdi. Seçkin kesinlikle güçlü bir adam değildi. Bu da benim işime geliyordu. “Nehir, sıkılmış gibi görünüyorsun dilersen artık gidebiliriz” Yiğit’i söyledikleriyle kafamı salladım. Saat tam on iki olmuştu. Seçkine bir bakış atıp masanın üzerinde ki çantamı aldım. Yiğit ve Seçkin ayak üstü konuşurken “Babam sizi sevdi tekrar görüşecek gibi duruyoruz” diyen Seçkinle Yiğit onu onaylayan bir takım sesler çıkarırken ikimizin de ses cihazlarından Barışın “Onu eve davet edin” sesini duyduk Yiğit’ten önce davranıp “Aslında hafta sonu bize gelmeniz beni ve ağabeyimi mutlu eder. Sizi evimizde ağırlayabiliriz” dedim Barışın neden böyle dediğini iyi biliyordum. Çünkü bu adamlar asla bir şeyin altında kalmazdı. Biz de onların evine gidecektik. “Evet, olabilir. Sonuçta iş yapacağız, iş ilişkilerimde de samimiyete değer veririm “ derken Genco ve oğulları da çoktan masaya gelmişti. Elinin birini Yiğit’in omzuna ötekini Seçkin’in omzuna koyup “Ne konuşuyorsunuz gençler” diye konuya dahil olmuştu. “Ahmet Bey bizi kendi evinde yemeğe davet ediyor” dedi sesi Yiğit’e karşı oldukça mesafeliydi. “Olmaz öyle şey. Davetleri ilk ben yaparım. Bu kuralı beni tanımamana veriyorum Ahmetciğim” aldığı alkolden olsa gerek kelimeleri yayarak konuşuyordu. Bu adamın değil görüntüsü sesi bile kusma isteği oluşturuyordu bende. “Peki o halde bizim öyle bir kuralımız olmadığına göre davetinizi kabul ediyoruz” dedi Yiğit, Seçkin’in dudakları kıvrılırken aklından geçenlerin benimle ilgili olmaması için dua ettim. “İzniniz olursa bende Nehir’i yemeğe çıkarmak isterim” dedi hadi ama bu benim işime gelsede bu adamla yemek yemek istemiyordum. Yiğit kaşlarını çatıp “Nehir kimle yemeğe çıkacağına karar verecek yaşta bir kadın. Fakat yeni tanıştığı bir adamla ağabeyi olarak fazla samimiyet kurması istediğim bir şey değil “ dedi ne yapıyordu bu adam “Kafayı mı yedin işi bozacaksın derhal kabul et” diyen Beyza’nın sesiyle çok kısa bir süre gözlerini yumup açtı “Ama yine de aile bağlarımızın da gelişmesi için bu görüşmeye izin veriyorum” dedi az önceki sözlerini böyle tamamlamıştı. Genco memnun bir ifadeyle beni süzüp “Ben hep bir kızım olsun istemiştim. Sanırım bu görevi artık Nehir üstlenecek” Ecelin olma görevini severek üstleneceğimden şüphen olmasın demek istesem de küçük bir tebessüm ettim. Hande hanımda konuşulanlara şahit olmuş olacak ki “Bugün Nehir’i yeterince utandırdınız. Bir dahaki görüşmeye kadar iyi bak kendine” deyip beni öptü erkeklerde vedalaşınca artık dışardaydık. Uğur’un yanına kadar gelince bana ters ters bakmayı ihmal etmedi anahtarı Yiğit’in avcuna koyarken “O ceketi sana monte edeceğim Allah’ın belası” diye homurdanırken kıkırdadım. O kadar şey olmuştu o hâlâ ceketteydi. Onu orada bırakıp araca bindik. Yiğit aracı çalıştırırken “Nereye tesise mi” dedim kafasını sallayıp beni onayladı. Anlaşılan oda bana bir hayli sinirliydi. “Yarın gideceğiniz mekana adam yerleştireceğim. Eğer o it tek bir saç teline dokunsun geberir” dedi neden bu kadar öfkelendiğini anlamıyordum. Kaşlarımı çatıp “Neden bu kadar öfkelendin. Neyden şüpheleniyorsun” diye bir soru yönelttim. Yiğit kıskanç bir adamdı ama işim için olan hiç bir meseleye karışmazdı. Bu tavrı bana oldukça saçma gelmişti “Ben değil Seçkin iti bizden şüpheleniyor, yarın ki buluşmayı da bundan ayarladı. Seni sarhoş edip ağzından laf alacak.” Hayır mesele bu değildi bizim her maddeye karşı eğitimimiz vardı. Yiğitte başka bir şey vardı. İlk kez onunla göreve çıkıyorduk haliyle beni ilk kez bir adamla bu kadar yakın görüyordu. Kıskanıyordu ya da bir durumdan endişeliydi ama neden olduğunu anlamamıştım direksiyonda ki elini tutup “Neyden korkuyorsun. Beni konuşturmak kolay değil. Başka bir şey mi var” dedim vücudu kaskatı kesilirken “İnci bunu sana söylemem, Yarın umduğum şey başıma gelmesin diye dua etmekten başka bir yolum yok” dedi söyledikleriyle bende gerilmiştim. Yarın bir şey olacaktı ve Yiğit bunu biliyordu. Kafamdaki soruları bir kenara koyup başımı arabanın camına yasladım. Yorucu bir gündü ve ben sadece uyumak istiyordum. ◃:✮.❃❃.✮:▹◃:✮.❃❃.✮:▹◃:✮.❃❃.✮:▹❃.✮:▹ Sabah kalktığımda kendi mi yatağımda bulmuştum muhtemelen arabada uyduğum için yatağa Yiğit taşımıştı. Hemen kalkıp saate baktığım da henüz altı olduğunu gördüm. Seçkinle bugün sekizde buluşacaktık. Bizden şüphelendiği açıkça belliydi fakat bana olan ilgisi de kaçınılmazdı. Yiğit’in bahsettiği şu esrarengiz sürprizi de merak ediyordum. Sinan’dan aldığımız raporlar çoktan bölgedeki timlere ulaşmış olmalıydı. Raporları henüz görmemiştim ama, Bilal’in Şırnak’taki terör lideri Azad Özoğlu’na çalıştığını, Fatih’in ulaştırdığı bilgilerden öğrenmiştim. Üzerimi giyip hemen toplantı odasına gittim. Dün aldığımız raporların incelemesini yaptıklarına emindim. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde masada bizim ekip dışında yabancı yüzler görünce şaşırmadım, muhtemelen raporları incelemek için gelen komutanlardı “Geç kaldım kusura bakmayın” derken herkese ufak bir selam gönderirken Beyza’nın yanına oturdum “Elinize geçen raporlarda Silahların Şırnak'a teslim edileceği yazıyor. Bölgede ki timler çoktan hazırlığa geçti fakat, içinizde bölgeyi iyi bilen birinin orada olup Tim’e yardımcı olması gerekiyor” dedi yaşlı bir adam üniformasının üzerinde ki işaretle binbaşı olduğunu anlamıştım. Biz istihbaratçılar çatışmaya çok nadir girerdik, hatta bazı zamanlar yanımızda silah da taşımazdık. Çünkü bizim asıl silahımız zekamızdı. Daha önce Şırnak’ta görev aldığım olmuştu, bölgeyi de çok iyi bilirdim ama Seçkin Tiyatrosu henüz bitmediğinden, ortadan kaybolmam dikkat çekerdi “İnci daha önce orada çalıştı, ama şuan Genco operasyonunda bana yardım ediyor. Dün de Genco’nun oğlu Seçkinle bir davet için sözleştiler.” Dedi Yiğit. Binbaşı bana bakıp, “Sinan’dan aldığımız belgeler yeterince işimize yaradı. Tabii Genco’nun öteki işlerini de açığa çıkarmak sizin göreviniz. Fakat teslimat tam bir hafta sonra. Bu görev için en fazla bir haftanız var. Zaten deşifre olan arkadaşınız sayesinde elinizde çok fazla bilgi var bu işi bir hafta içinde halletmenizi temenni ediyorum” dedi aslında büyük bir çeteyi bir hafta da açığa çıkarmak çok uçuk bir rakamdı, fakat Binbaşınında dediği gibi, Fatih’in verdiği bilgilerle mümkündü. Ama bizim amacımız görevi erken bitirmek değil, onları iyice baltalamaktı. Binbaşı salondaki sessizliği bölerek ”Gençler bu davada bir arkadaşınızı şehit verdiniz. Bir aslan parçası canını hiçe saydı bu görev için. Sizin için zor bir durum elbet ondan dolayı bu görevi uzatıp, adamları daha da batırmayı isteyebilirsiniz, fakat bu işin temelinin vatan olduğunu unutmayın. Sizler öteki istihbarat görevlilerinden farklı yetiştirildiniz, çocuk yaşta başladınız eğitimlere en çokta bunun için size güveniyoruz. Başta kendi emeklerinizi hiçe saymayın” dedi haklıydı, bu meslek için herkesten farklı olarak yetiştirilmiştik. Zaten ondan dolayı bizden hep en iyisi beklenirdi. “Genco’nun oğlu Seçkin’in bağımlı olduğunu öğrendik. Uzun süreli bir görevde İnciyi de kendi batağına sürüklemekten çekinmez. Madem İnci için görev süresini kısaltıyorsunuz, İnci’nin bu görevden ayrılmasını sağlayın. Ekibim ve bende Genco’yu yakından takibe alalım” diye bir teklif sundu Yiğit. Yapmak istediği şey tam olarak üstlerin beni incelemesini önlemekti. Yani sanırım oydu. Amacını henüz çözebilmiş değildim. Yinede bu durumu bende istemediğim için sessiz kaldım. Binbaşı kafasının olumlu anlamda sallayıp “Evet bu da akla yatar bir çözüm” dedi salonda kimseden çıt çıkmazken söz aldım “Peki Seçkinin babasından gizli çevirdiği yasa dışı işler ne olacak” dediğimde hepsi şaşırmış bir şekilde bana baktı. Bundan kimsenin haberi olmadığını biliyordum. Zaten bende dün Seçkine gelen mesajlardan öğrenmiştim. Göz ucuyla mesaj atan adamın adını öğrenip, Beyza Sinan’ı oyalarken bende Seçkine mesaj atan adamı araştırmıştım. “Bunu bir gece de nasıl öğrendin diye sormuyorum” dedi Uğur homurdanarak, Binbaşı merakla bana bakıp “Ne işi bu. Ve neden bu kadar eminsin “ dedi daha fazla beklemeyip hemen söze başladım “Dün Bilal’in geldiği sırada Yiğit ve masadaki diğer adamlar Bilal’in yanına gitti. Ama Seçkin benimle kaldı, hatta Bilal’in yanına hiç uğramadı, Aradan geçen yarım saatin sonunda bir mesaj geldi ve apar topar bir yere gitti, Bilal’in masasına baktığımda onunla gelen esmer adamın da olmadığını anlayınca hemen telefonda gördüğüm ismi araştırdım. Halil Yılmaz ismini duydunuz mu daha önce? “ sorduğum soruya olumlu anlamda kafa sallayınca devam ettim “Halil Yılmaz Azad Özoğlu’nun yeğeni ve bilin bakalım Bilal’in yanında getirdiği adam kim. Halil Yılmaz’ın ta kendisi. Seçkin ve Halil işbirliği halindeler ve bundan ne Azad Özoğlu’nun haberi var ne de Genco’nun” sustuğumda herkes bana şaşkınlıkla bakıyordu tek bir kişi hariç. Yiğit’in dudakları yukarı kıvrılırken “Yaptıkları işin altında Genco’ya ihanetin yattığınıda ben ekleyeyim o halde. Dün gece Seçkin babasının tüm pis işlerini raporlayıp Halile verdi. Bunu neden yaptı henüz bilmiyorum ama Halil Yılmaz’ın dayısına çalıştığını ve Azad Özoğlu ve Genco’nun yıllardır hasım olduğunu biliyorum. Halil dayısının gözüne girmek için Seçkini de tehdit etmiş olabilir. Ama bu işbirliğinden Azad'ın haberi olmadığına eminim. Çünkü haberi olsaydı bizzat yeğenine yardım ederdi. Halil bu işi yalnız yapıyor. Yaptıkları her neyse bizim açımızdan iyi olacak gibi “ sustuğunda şaşkın bakışlar ona dönerken ben de tıpkı onun gibi sırıttım. “Eğitimin hakkını veriyorsunuz Gençler. Doğrusu bundan on altı sene önce, çocukların eğitileceği haberini duyduğumda çok şaşırmış hatta saçma bile bulmuştum. Sizi görünce bunun yerinde bir karar olduğuna kanaat getirdim” sustuğunda hepimizin yüzünde bir tebessüm vardı. Bu iş bize bir çocukluk borçluydu, fakat buradaki kimsenin bunu dert etmemesi büyük bir şeydi. “O halde İnci bugün yemeğe gitmiyor. Sizinle Şırnak'a gelmesi konusunda ayarlamaları yaparsınız “ dedi Yiğit. Onu bu denli korkutan neydi bilmiyorum ama şu eğitim konusu tadını kaçırıyor olmalıydı. Binbaşı “Gerekli ayarlamaları yaparız siz isterseniz bir çanta hazırlayın, bir hafta ekiple tanışır planlamanızı anlatırsınız” dediğinde toplantı bitmişti herkes salondan çıkarken Yiğit ve ben kalmıştık “Demek Halil ha “ dedim az önce ki konuşmaları ima ederek. Dudakları kıvrılırken “İşbirliği ha” beni taklit etmesine yüksek sesle gülerken aklıma gelenlerle susup “İşkence mi” dedim yüzü gerilirken, bunun doğruluğunu anlamıştım. Ben Seçkinle yemeğe gidecektim, orada beni kaçırıp, deşifre oldum diye konuşmaya zorlayacaklardı. Bu işin sonunda sağ kalırsam, ki bu yüzde elli ihtimal üst mevkilerden olacaktım, eğer işkenceye dayanamayıp konuşursam da hain olarak ölecektim. “Teşekkür ederim Yiğit, benim bilmediğim tehlikelerden bile beni koruduğun için” dediğimde gözlerinde bir hüzün dalgası oluştu. Yanıma gelip bana sarıldığında “Senden başka yani sizden başka kimsem yok. Biliyor musun ben senin aksine ailemi aradım, yıllarca iz sürdüm peşlerinden koştum, belki birine rastlarım diye, ama kimseyi bulamadım. Annem ve babam benim gibi yetimmiş, onlar da bir trafik kazasında ölünce miras olarak kaderlerini bana bırakmışlar. Yani senin aksine benim kimsem yok, ondan sana bu bağlılığım” sözleriyle kaşımı çatıp “Senin aksine ne demek Yiğit, sen benim ailemi araştırdın mı” elini ağzına götürüp fermuar şeklinde kapatıp hızla dışarı çıktı. Beni de bu bilinmezlikle baş başa bırakmıştı. ❃.✮:▹◃:✮.❃❃.✮:▹◃:✮.❃❃.✮:▹◃:✮.❃❃.✮:▹❃.✮:▹ İki gün sonra/ Şırnak Silopi “Baloncu” “Pamuk şekeri” “Taze taze kağıt helva” “Anne balon alalım” “Alırız tabi” Neşeli sesler ve ortalıkta koşuşturan çocuklar. Burası neresi mi? Şırnak'ın en işlek ve en güvenli caddesi. Anne ve babalarıyla Pazar gezmesine çıkan küçük çocuklar. Neşeyle kahkaha atan liseli gençler, ve bir köşede sohbet eden memur tayfa. Hepsi bu küçük yerde tıkışıp kalmış ama umurlarında değil. Çünkü sevdikleri yanında. Miniklerin anneleri yanında babam gider korkusu yok. Aile özlemi çekmiyorlar. Kısaca tehlikeli olsada mutlular. Ben ise bir banka oturmuş bu huzurlu tabloyu izliyorum. Ait olamadığım bu tabloya dışarıdan bakıyorum. Ait olmadığım bu tabloya.. 'Belki de' diye fısıldadı içimde ki çocuk İnci. ‘Belki de onlarla büyüseydim beni severlerdi. “ susturamadım. Bu umudu o çocuktan alamadım. Belki de diye cevap verdim. Belki de severlerdi. “Sen de mi yalnızsın. Senin de mi annen yok” sağımdan gelen sesle kafamı güzel tablodan ayırıp, yanıma gelen çocuğa baktım. Hayır bu başka bir çocuk değildi.. Bu İnciydi. On altı yıl önce ki bendim. Hayal de olsa buradaydı işte. Yanıma oturup, bacaklarını sallayınca güldüm. Bunu hep yapardı. Yani yapardım. Ne zaman bir şeyden kaçacak olsam ilgi odağım hep ayaklarımda olurdu. “Aynı kişi değil miyiz? “ diye fısıldadığımda dudaklarını büzüp, düşünür gibi yaptı. “Hani büyünce gelecekti” dediğinde derin bir nefes aldım. Gelmemişti. Annem beni o cehenneme bıraktıktan sonra hiç gelmemişti. Onunla ilgili bildiğim tek şey genç yaşında bana hamile kalıp, doğurduktan sonra da kurtulmak istemesiydi. Yeterdi. Bu bilgi bana uzunca bir süre yetmişti. Ama şimdi burada birden fazla mutlu aile varken... Olmuyordu içimde ki çocuk hep bir annesi olsun istiyordu. “Belki de yeterince büyümemişizdir” diye fısıldadığımda, başımı gök yüzüne çevirdim. Cevabı beğenmemiş olacak ki titreyen bir sesle, ayaklarını sallamaktan vazgeçti. “Büyü o zaman. Ama bu defa yalnız olma olur mu? “ dediğinde ayağa kalktı. Ve yüzü bana dönük bir şekilde uzaklaşmaya başladı. “Yalnız büyümek çok acı veriyor. Anneni bul İnci” son sözlerini söyleyince kafamı sallayıp, hayalini uzaklaştırdım. Gündüz gözü gördüğüm sanrı psikolojik bir sorun olsa gerekti. Aslında Fatihi gördüğüm rüya da etkilemişti beni. Merhem demişti. Onun acısını azaltacak merhem kimdi? Kafamda ki düşünceleri bir kenara atıp, o güzel tabloya geri döndüm. Çocuklar, anneler imrenilecek bir tabloydu. Ama benim bu tabloya daha fazla bakacak mecalim yoktu. Omuzlarımı düşürüp ayaklandım. Beni ancak kitaplar paklardı. Az ileride bir kitap kafe vardı ve zaten otelden buraya gelme amacımda buydu. Ankara’dan buraya geleli iki gün oluyordu. O gün boyunca yarbaydan haber beklemiş, o beni arayana kadar da raporları düzeltmiştim. Henüz ekiple de tanışmamıştık. Bir hafta burada kalacaktım ama içimden bir ses o merhemin burada olduğunu söylüyordu. Bir hafta da yara iyileşir miydi? Kafeye girdiğimde etrafa bakındım. Baştan aşağı ahşap olan kitaplığın yanına giderken, garsona el edip, tek şekerli bir çay istedim. İşte en sevdiğim yerdeydim. Özdemir Asaf’ın olduğu rafta.. Yani şiirlerin arasında.. Elimi bir şiir kitabına atmıştım ki biri benden önce davranıp, en sevdiğim kitabı aldı. Kafamı çevirip, baktığımda uzun boylu, beyaz tenli ve ciddiyetle elinde ki kitabın ilk sayfasını okuyan adamla karşılaştım. Kaşlarım çatılırken, usulca bir adım ona ilerleyip, omzuna dokundum. Göz ucuyla bana bakıp, tekrar kitaba odaklandı. Tabiri caizse beni kıçına bile takmadı. “Beyefendi elinizde ki kitabı ben alacaktım. Neden benden önce davranıyorsunuz” söylediğim şeyle, kafasını kaldırıp, tek kaşı havada kitabı havaya kaldırdı. “Az önce düşüncelerini okuyamadım diye hesap mı sordun” “Yok canım hesap sormak değil de... Hey bir dakika senli benli konuşmayın benimle. Siz bir yabancısınız” Adama hem canım deyip, hem de senli benli konuşuyor diye azar çekmek sadece benim yapacağım bir şey olsa gerekti. Ve resmiyetten hoşlanmamak da cabasıydı. “Tanışalım o halde” “Yabancı olduğunuz kadar fırsatçısınız da” “Estağfurullah ‘canım' ne fırsatçısı.” Az önce ona laf arası canım dediğim için beni alaya alıyordu. Güldüm. Haklıydı. Ben asla sizli bizli konuşmayı beceremezdim. Yani bana siz diye hitap etse onunla senli benli olana kadar konuşurdum. “Erkekler çok şiir okumazlar.. Yani benim çevremdekiler.. “ gülümsedi. Elinde ki kitabı kendine çevirip, şairin isminin olduğu o köşeye usulca dokundu. “Asker misin” “Nereden çıktı” “Senin gibi kalıplı bir adam ya asker olur ya da model. Malum burası da modellik ajansı değil” dediğimde kaşları çatıldı. Az önce ki samimi halinden eser yoktu.. Sanırım beni sıradan biri sandığı için samimiyet kurmuştu. Gerçi suratımdan masumluk akıyordu.. Terörist olduğumu düşünmezdi. “Senin gibi akıl küplerinin de yeri genelde istihbarat olur. “ dedi. Bu defada benim gülen yüzüm silinmiş yerine asılmış bir surat gelmişti. Hadi be o kadar eğitim boşa mıydı? Eli yüzü düzgün bir Türk askerine yenik düşmüştük “Ben öğretmenim. Ama size uygun bir meslek bulamadım... En azından kendi kafamda” bana inanmaz bir bakış atıp, kitabına geri döndü. Bende gelen çayımla masama yöneldim. Çaya tek şeker atıp, usul usul karıştırıyordum ki, karşımda ki sandalye çekildi ve az önce ki beyefendi kahve gözlerini de alıp, masama oturdu. Az önce gözlerini bu kadar net görmemiştim. Ve sanırım ilk görüşte o gözlere vurulmuştum. Kahvenin en sıcak tonu olabilirdi. Kızıl bir kahveyi ve nefes kesiciydi. “Hem asker olduğumu düşünüyorsunuz hem de yalanınıza inanmamı bekliyorsunuz” dedi şüpheyle. Aslında ses tonu gayet rahattı. Herhangi bir şüphe barındırmıyordu. Ama aldığım eğitimlerle vücut hareketlerini okuyabiliyordum. “Pekala nasıl düşünmek isterseniz öyle düşünün. İzninizle çayımı içeceğim” elimi masamdan kalk der gibi bir hareket yapsam da kalmadı. Hatta iyice yayılıp elinde ki kitabı bana doğru uzattı. “Kalkmak niyetiyle oturmadım. “ “Niyetiniz neydi” “Tanımak” “Tanışalım o halde. İsminizi söyleyin “ “Tanımak dedim... Tanışmak iki kişilik bir eylemdir. Tanımak ise tek kişilik” söylediği şeyle gülümsedim. Yani kesin askerdi. Beni sorguya tutmasından anlaşılıyordu aslında... Ama bordo bereli olmalıydı. Yoksa neden asker olduğunu gizlesindi. Fakat bilmediği bir şey vardı. Benim de tanımadığım birine ismimi söylemeyecek olmam... “Tanışacağımız doğru bir vakit yollarımız kesişirse adımı söyleyeceğim. “ masanın üzerinde ki çanta mı alıp ayaklandığımda benimle birlikte ayağa kalktı. “İçimden bir ses çok yakında o vaktin geleceğini söylüyor. Umarım ters bir durumda karşılaşmayız” elini uzatırken söylediklerine gülümsedim. Umarım bu yakışıklı adam ters bir durum olarak nitelendirdiği düşman saflarında olmazdı. Yoksa şuan onun temasıyla hızlanan kalbime yazık olacaktı. Bir şey söylemedim. Hafif bir baş selamıyla arkamı döndüğümde, iç cebimde ki telefonumun zil sesiyle hemen alıp cevapladım. Arayan Binbaşıydı. Muhtemelen yeni gelişmeler için arıyordu. Daha fazla bekletmeden cevapladığım. “İnci yarım saat sonra Albay ve tanışacağın ekibin kıdemli Üsteğmeni ile bir toplantı ayarladık. Karargaha gel” cevabımı beklemeden telefonu suratıma kapatsa bile harekete geçtim. Sağ tarafta duran, boş taksiye hızla ilerleyip, bindiğimde şoföre gideceğim yeri söyleyip, çantamda ki raporları çıkardım. Raporda Azad ve Bilal’in arasında ki sessiz anlaşmaya, Seçkin ve Halil’in işbirliğine ve saf Genco’nun arkasından dönen dolaplara kadar her şey ayrıntıyla yazılmıştı. Tam iki günümü almıştı bu raporları toplamak. İki gün boyunca yerleştiğim pansiyonda bunlarla alakadar olmuştum. “Kızım kışlayı tarif ettin. Asker yâri misin yoksa Asker misin” duyduğum sesle, kafamı raporlardan çekip, amcaya baktım. Atmışlarının başında göbekli kır saçlı sakallı bir amcaydı. Zararsız gibi duruyordu “İlki amca. Nişanlımı görmeye gidiyorum” “Vah vah ne de güzel kızsın. Asker eşi olmak çok zor. Benim de büyük kızın kocası asker ama ne gecesi ne gündüzü... “ sitemle söyledikleriyle gülümsedim. Sesinde hem gurur hem de hüzün vardı. Asker eşi olmak nedir bilmiyordum. Ama az önce bir askerle tanışmıştım ve kahverengi gözleri aklımdan çıkmıyordu. Amca bir süre daha damadından bahsederken araba durdu. Karargahın önünde durmuştuk. Ücreti ödeyip, indiğimde amca hâlâ arkamdan hüznünü belli ediyordu. Gariptir konuşmayı çok sevmeme rağmen iş halindeyken ketum birine dönüşüyordum. Yirmi dakikalık yolculukta amcanın sohbetine kısa kısa cevaplar vererek katılmıştım. İlgi alanım farklı bir alandayız başka bir şeye adapte olamama sorunum vardı. Bu işim için iyi bir şey olsada, iş esnasında sosyal bir hayatı benden uzaklaştırıyordu. Robot gibi konum dışına çıkmıyordum. “Siz istihbarattan gelecek olan Hanımefendi misiniz “ birliğe girdiğimde yirmilerinin başında bir erin bana sorduğu soruyla başımı salladım. Eliyle bir odayı işaret edip, beni orada bırakınca çok bekletmeden kapıyı çalıp, içeri girdim. İçeride Albay, Binbaşı ve bahsettikleri kıdemli üsteğmen vardı. Hepsiyle tokalaşıp, yerime oturduğumda çantama koyduğum raporları Albayın önüne bıraktım. Albay raporları incelerken kafasını sallayıp Binbaşına uzattı. “Bunca bilgiyi nasıl buldunuz. Burada çok uç bilgiler var. Kendilerinin dahi bilmediği uç bilgilerden bahsediyorum. “ sorduğu soruyla başımı sallayıp yerinde dikleştim. “Arkadaşım Fatih bir süre önce onların arasındaydı... Şehit olmadan önce bize verdiği tüm bilgiler de bunlar. “ sesim bir hayli hüzünlü çıkarken, karşımda ki adamların da benden kalır yanı yoktu. Bir vatan evladı, vatanı için iz sürerken şehit düşmüştü. Ne acı... “Başın sağ olsun... Bu bilgiler işimizi bir hayli kolaylaştırır. Ama yinede yardımına ihtiyacımız var. Ne kadar süre burada kalırsın bilmiyorum belki bir hafta belki bir ay belki bir sene... Bu senin işini ne zaman halletmene bağlı. “ sustuğunda başımı hafifçe salladım. Kısa toplantının sonuna gelince de adının Harun olduğunu öğrendiğim üsteğmenle birlikte ekiple tanışmak adına bahçeye çıktık. Boş bir kamelyaya oturduğumuzda Harun’u İncelemeye koyuldum. Esmer uzun boylu yapılı bir adamdı Harun. Muhtemelen otuzuna yeni girmişti. Ama daha büyük duruyordu. “Ekip neden toplantıya katılmadı” diye sorduğumda başını kaldırıp, beni inceledi. Toplantıda da bana pek bakmamıştı. Sanırım çok dost canlısı değildi. “Ekibim izindeler beş on dakika sonra burada olurlar. “ dediğinde başımı salladım. “Adımı bilmesinler bir süre. En azından çıkacağımız operasyon bitene kadar hızlı kalsın” “Ekibim güvenlidir yani şüphe duymama gerek yok” “Hayır şüphe değil, operasyon sırasında yara alabilirim ani bir şokla adımı söyleyebilirler ki bu sende olabilirsin... “ kafasını olumlu anlamda sallayıp, arkanda bir yere odaklanınca kafamı çevirdim. Ekip gelmişti. Ekip gelmişti ve en önce yürüyen kahve gözlü şiir tutkunu adamla ne yapacağımı şaşmıştım. Az önce tanıştığım kahve gözlü şiir tutkunu adam buradaydı ve tahmin ettiğim gibi askerdi...
Bölüm sonunun bünyeye bıraktığı etkisjxjxjjxjx
|
0% |