Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Bölüm Dört ~Vuslat~

@sitarekiraz

Üzülüyordum. Kendimden çok, evladını kaybetmiş bu kadına çok üzülüyordum. Dokuz ay karnında taşıyıp, bir gün bile ona anne dediğimi duymamıştı. Demeliydim, ona anne demeliydim. Çünkü dünyadaki tüm anneler kötü dahi olsa kıymetliydi.

Yanağına koyduğu elini tuttuğumda gözleri yarı açık yarı kapalıydı. Belki duymayacaktı, belki bilinci tamamen açıldığında unutup gidecekti. Ama ben ne olursa olsun o kelimeyi kullanacaktım.

“Geldim. Sana gelmek için çok defa düştüm dizlerim kanadı ama geldim. Bugün senin kızın olarak uyandım ANNE. “ sözlerim bittiğinde kapı sert bir şekilde açıldı. Yeşim hanımın bilinci rüya aleminde olduğu için boş gözlerle etrafa bakıyordu. İçeri giren Suay beni kolumdan tutup kendine çevirdiğinde her şeyi duyduğunu anladım.

“Sen ne yapıyorsun. Ona nasıl ümit verirsin. Yıllardır neler yaşıyoruz biz. Karşısına geçip onunla dalgamı geçiyorsun” söylediğim şeyleri yanlış anlamasına bir şey demedim. Amacım onunla kavga etmekten çok uzaktı. Ben sevmek ve sevilmek istiyordum. Anne ve babamdan önce onu kabullenmişken, onu kıracak tek bir söz çıkmayacaktı dudaklarımdan. Şimdi söylediği sözlerin hepsinin annesine olan bağlılığından olduğunu biliyordum.

“Ne yapıyorsun ya. Seni sevdik diye Eslem mi sandın kendini. Sen Eslem olamayacak kadar kötüsün İnci. Aile kavramın bilmediğin için dalga geçilecek bir şey sanıyorsun. Bunu annesiz büyümene veriyorum.” Sözleri bittiğinde sertçe yutkundum. Nereden vuracağını iyi biliyordu. Gerçekten sağlam vurmuştu. İçim kan ağlamıştı fakat yüzümde tek bir mimik oynamadı. Usulca başımı sallayıp “Haklısın” deyip onun odasına girdim. Eşyalarımın içerisinde olduğu çantamı alıp, arkamdan ne kadar seslense de umursamadan evden ayrıldım. Sitenin sol tarafında bulunan karavan yerinde değildi. Bir taksi çevirip havalimanına gideceğimi söyledim. Beni teselli edecek tek ailem gelmek üzereydi.

******

Beyza’dan gelen mesaja göre havalimanına çoktan gelmişlerdi. Taksi havalimanında durunca ücreti ödeyip indim. İçim Suay’ın dediklerimden dolayı paramparça olsada yüzüme yerleştirdiğim, sevecen halim kırıklığımı kamufle ediyordu. Bardağın dolu tarafına bakacak olursam Suay’ın yeni bir özelliğini keşfetmiştim. Ayna gibi olan bu kız kırılmadığı zaman seni güzel gösteriyordu. Ama kırıldığında, onu kırmanın bedelini em sevdiğine dahi ödetiyordu. Anlaşılan onunla bu konuda çok fazla çakışacaktık. Çünkü benimde ondan kalır yanım yoktu.

“Ay İnci mercanım, bizi görmeyecek kadar nereye dalın sen” Beyza’nın neşeli sesini duymamla kocaman gülümseyip sesin geldiği tarafa döndüm. Kollarını açmış bana doğru yürüyen kız görüş açıma girince koşarak sarıldım. İşte aradığım o kişi gelmişti. Beyza’nın sıcaklığını hiç bir aileye değişmezdir. Yanii şimdi konuşması kolaydı.

“Ay izinde olupta senden... “ susup arkamda ki çocukları işaret ettim “ Ha birde bu mağara adamlarından ayrı kalmak tadımı kaçırıyordu. İyi ki geldiniz” dediğimde Uğur, Beyza’yı ensesinden tutup geri çekti.

“Ya kardeşim köpek miyim ben niye ensemden tutup çekiyorsun” dediğinde hepimiz gülerken Uğur’un gözleri kısıldı. Beyza’yı baştan aşağı süzerek “Hmm evet sonunda seninle ilgili doğru tanımı buldum. Sen köpeksin. Ve köpek gibi bana aşık olacaksın” dedi. Beyza onu taklit ederken ellerini birbirine vurup, “Bizim oralarda bir laf var çok sık kullanırım bilir misin” diye sorduğunda hepimiz ne diyeceğini bildiğimiz için ona kınayan bakışlar attık. Yaklaşık on yaşından beri imkansız gördüğü her şeye “Nah” çekme gibi kötü bir huyu vardı. Ve evet o da yirmi beş yaşında olduğunu unutan bir kadındı. Az önce bindiğim taksiye hepimiz biraz zor olsada sığmıştık. Beyza üzerimde oturmuyor olsaydı daha konforlu bir yolculuk yapabilirdim ama imkan kısıtlıydı.

Takside Beyza’nın üzene boca ettiği parfüm sebebiyle pek oksijen olduğu söylenemezdi. Yinede Uğur ve Barışın şakalarıyla otele sağa salim gelmiştik. Kendimi taksiden attığımda nerede olduğumu umursamadan kendimi yere atıp, ayaklarımı uzattım

“Kaç kilosunu sen yüz mü? Dizlerimi hissetmiyorum” sitemimle Uğur koca bir kahkaha patlatıp, Beyza’yı tek koluyla havaya kaldırdı. Kızı kendi etrafında döndürürken “Bu mu yüz kilo. Elli kilo kıza attığın iftiraya bak” ben neydim bir ton muydum?

“Kusura bakma paşam, senin sevdiceğini benim güçsüz ve narin bacaklarım taşıyamadı. Bir dahakine siz güçlü kollarınızla taşırsınız” dediğimde Beyza kendini ondan kurtarıp, omzuna yumruk attı. Bana döndüğünde “Şuna umut verip durma.! Sonra benim onu sevdiğimi düşünüyor” demeyi de ihmal etmedi. Sanki sevmiyordu. Uğur ondan başka kızla , görev için bile olsa, yakınlaşsa kıyameti koparıyordu. Ama sorsan asla sevgi namına bir şey beslemiyordu. Onlar söylene söylene içeri girerken Barış benim yanımda kalmış, ayaklarımı dinlendirmemi beklemişti.. Çünkü adam dediğin Barış gibi olurdu. Ona olan sevgim hepsine duyduğum sevginin bin misliydi

“Seni bekliyorum çünkü yaralı olduğum için valizlerim bana ağır geliyor. Düşünceli bir arkadaş ol ve vaizlerimi taşımam için bana yardım et” Dediği şeyle şaşkınca valizlere baktım. Ben onu överken o bencilliğinden yanımda beklemişti demek.

Boş versene benim arkadaşlarım çıkarcı hainlerdi. Onlarla geçen on altı seneme yazıktı. Söylenerek ayağa kalkıp valizini ve kendi sırt çantamı aldım. Önümden yürürken arkasından ettiğim küfürleri umursamadı. Zaten annesine sövüyordum. Annesi onu iki yaşında bırakıp, başka bir adamla evlendiği için bundan anca keyif alırdı. Kız kardeşine küfür etsem bu kadar sakin kalmazdı. Yine de onu kızdırma pahasına da olsa canım Filize küfür etmeyecektim. Çünkü o sevdiğim nadir insanlardan sadece biriydi.

Herkes odasına çekilirken Beyza valizdeki giysileri dolaba yerleştiriyor, birde durmaksızın Uğur’a sövüyordu. Peki Uğur burada mıydı?

Tabi ki!

Hayır!

Canım arkadaşım Uğur’un ebesine bile söverken benim bunca zamandır zor koruduğun akıl sağlığımı pek düşünüyor gibi durmuyordu. Aksine küfürlerini, bir insana asla yakışmayan, kelimelerden seçiyor, Uğur’un kulaklarını çınlattığını iddia ediyordu.

“Kaç kere söyledim ondan hazzetmediğimi duymayan tek bir Allah’ın kulu kalmadı. O hâlâ onu sevdiğimi iddia ediyor dedi odaya çıkalı yarım saati geçmişti, biz hâlâ bunu konuşuyorduk. Bana döndüğünde tam ağzını açacaktı ki lafını kesip,

“Yahu ben ailemi buldum. Kimse ne oldu diye sormuyor” sözleriyle gözleri şokla büyürken elindeki askıyı düşürdü. Demek Yiğit onlara bir şey söylememişti. Bu gibi durumlarda ne kadar ketum olduğunu bilsem de durumu anlatır sanıyordum.

“Ne diyorsun. Sen ciddi misin” inanmaz bakışlar atarken yanına oturdu. Kafamı usulca salladığımda aklıma gelen kızla hüzünle kafamı eğdim. Suay’ı her ne kadar anlamaya çalışsam da, ona kırılmadan edemiyordum. Beni bana karşı koruması komik geliyor, gülmek istiyordum. Ama en son söylediği cümlenin kırgınlığı gülmemi engelliyordu. Acaba İhtiyar durumu anlatırsa ne tepki verecekti. İki ihtimal vardı

Ya e devlete girip, beni akrabalıktan silerdi, ki bunun için Yılmaz komutanın beni nüfusuna alması gerekti.

Ya da durumu kabullenir bağrına basardı.

Ben tercihimi ilkinden yana kullanıyorum hakim bey.

“Evet. Burada evinde kaldığım Yarbay babam çıktı. “ gözleri kocaman büyüdüğünde güldüm. Sanırım bu kadar normal anlatılacak bir şey değildi. Bir süre şokla beni izlerken, bakışları kıskançlıkla kısıldı.

“Peki başka kızları var mı? Hayır sen benim kardeşimsin başkasına kardeş demeye tenezzül etmezsin ama soruyorum işte” sözleri bittiğinde bakışlarım yine hüzünlendi. Ben Suay’a kardeşim demeye çoktan hazırdım. Anlaşılan o beni kabul etmeyecekti. Bugün söylediği şeyler onu gösteriyordu.

“Benden iki yaş küçük. İsmi Suay“ dediğimde bana kocaman sarıldı. Nedeni kesinlikle beni teselli etmek değildi. Güya bana meydanın kimde olduğunu gösteriyordu. Fakat unuttuğu bir şey vardı, cümlede ki meydan ben değildim. Hem ikisi de sevecek kadar insandım.

“Neyse ne o kızı hiç sevmedim. Kusura bakma canım bacın olsa bile en yakın arkadaşın olduğum için sevmediğim insanlarla muhatap olma kuralını es geçemezsin” dedi. Suay’ı tanıdığında böyle düşünmeyeceğini umuyorum. Çünkü karakter olarak birbirlerinin aynı olan bu iki kadının düşman gibi olmaları en başta benim hoşuma gitmezdi. Üstelik ben onun erkek kardeşine böyle davranmamıştım. Aynı davranışı ondan da bekliyordum.

“Ben Güney için böyle konuşmadım. Kardeşine kardeşim dedim” dudakları iki yana kıvrıldı. Bu gülüşü biliyordum. Yine üste çıkacak bir şey bulmuştu işte

“Benim kardeşim liseye giden ergen. Üstelik seni çok seviyor. Onu sevmeme gibi bir hataya düşmezsin” dedi e tabii onun için kolaydı. Yirmi yaşında bulduğu erkek kardeşi onu hemencecik kabul etmiş, üstüne birde bizi de ailesi gibi görmüştü. Ömer’in hayatında bizden başka kimsenin olmaması buna önayak olmuştu. Fakat Suay’ın anne babası vardı. Bana ihtiyacı yoktu. Ona cevap vermeyip telefonumu elime aldım.

Suaydan sayısız mesaj ve arama vardı. Hatalı olduğunu eve geri dönmem gerektiğini söyleyen mesajları içimi acıtsa da umursamadım. Suaydan gelen aramaları eş geçip ötekilere baktığım da Yusuf’un mesajını okumamla az önceki asık suratımdan eser kalmamış, adını dahi duyduğumda yüzüme yerleşen tebessüm dudaklarımda yerini almıştı

Kahve Adam: Günaydın İstiridye güzeli. Göreve çıkıyorum müsaitsen arayayım sesini duymak bana iyi gelecektir.

Okuduğum mesajla kısık bir çığlık atarken. Beyza’nın anlamaz bakışlarına maruz kalmıştım. Ne yapayım hayatımda ilk kez biri bana bu kadar güzel hissettiriyordu. Liseli ergen kızlar gibi olmayayım da ne yapayım. Tam mesaj yazacakken Beyza elimde ki telefonu çekip aldı. Mesajı okuduğunda otuz iki diş sırıtarak o da az önce benim attığım kısık çığlığa benzer bir ses çıkardı

“Kızım sen manitamı yaptın? Allah’ım bu günleri bana gösterdiğin için sana binlerce kez şükürler olsun ”dedi en az benim kadar heyecanlı olan kıza gülümsemekle yetinirken, bir yandan da garip bulmuştum. Çünkü az önce ailemi bulduğumu söylediğimde bu kadar tepki vermemişti. Sanırım Suay haklıydı biz aile kavramını bilmediğimiz için, basit bir şey sanıyorduk. Fakat sevgiyi bildiğimiz için bu kadar heyecana kapılıyorduk. Gerçekten acıması durumdaydık. En azından tek bir konuda.

“Sevgili değiliz. Ama karşılıklı bir takım mevzular var işte” sesimi önemsiz tutmaya çalışsam da Yusuf’u aramak için deli oluyordum. Beyza’nın elinden telefonu alıp mesaj yazdım

Gönderen: siz

Alıcı: Kahve Adam: Evet müsaittim arayabilirsin

Beyza tepemde ne yazdığıma bakarken kafamı geri çektim. Okuyacağım diye telefonun içine düşmüştü resmen. Mesajı attıktan beş dakika sonra telefonum çalarken, Beyza yanıtlamama izin vermeden eliyle bir, iki, üç diye sayma başladı. Ona anlamaz bakışlar attığımda

“Kızım seni çantada keklik görmesin. Biraz ağırdan al. “ dedi. Onu umursamadan iki dakika sonra da olsa telefonu cevapladım.

“Yusuf” diye fısıldadığımda gülen sesi kulaklarıma doldu

“İnci. Beni beklettiğin için kapatıp, başkasını aramak üzereydim. “ gülümsemem yüzümden silinirken Beyza’ya ölümcül bir bakış attım. Sesimi ifadesiz tutmaya çalışıp, tekrar konuşmaya döndüm.

“Çok meraklısın”

“Neye? “

“Boynunun kırılmasına” tehdidimle kahkaha attı. Beni her fırsatta kıskandırmaya çalışıyordu. Ki Başarılı olmadığını da söyleyemezdim. Tamam adı konulmuş bir ilişki yoktu aramızda, ama ondan hoşlandığımı gizlemeyecektim.

“Senin benim boynumla ne alıp veremediğin var. Aklın hep onu benden almakta. “ dediği şeyle kıkırtıya benzer bir ses çıkardım. Beyza şok olmuş bir şekilde bana bakarken omuz silktim. Beni hayatında hiç biriyle böyle konuşurken görmemişti. Gerçi boynunu kırmakla tehdit ettiğim içinde şaşırmış olabilirdi.

“Uyarı mahiyetinde canım. Yoksa ne yapayım ben senin boynunu. Hem omuzlarının üzerinde güzel durduğun düşünüyorum” Söylediğim şeyi fark edince gözlerimi kocaman açtım. Adama resmen yürümüştüm. Güzel yüzlü olduğunu ima etmiştim. Beyza kısık bir kahkaha atarken yanımda ki yastığı suratına fırlattım. Dilimin kemiği hiç yoktu. Heyecanlanınca ne kadar saçmaladığımı ise yeni fark ediyordum.

Yeniden kahkaha attı. Benimle konuşurken bir saniye bile somurtmuyordu zaten.

“İltifatın için teşekkür ederim istiridye güzeli. Bende seni güzel buluyorum. Ama aramızda ki garip ilişkinin saçma bir hâl almasını istemiyorsan bunu yalnızca ben söyleyeyim. En azından kendimi prenses gibi hissetmek istemediğimi bilmeni isterim. “ sona doğru sesi kısılırken bu defa kahkaha atan ben oldum. Tam bir şey söyleyecektim ki kısık bir sesle

“Harun komutanım geliyor. Kendine çok dikkat et. “ telefonu suratıma kapattığında gülmemek niçin kendini tutan ve kıpkırmızı olan Beyza kendini yere atıp karnını tuta tuta gülmeye başladı. Onun gülmesine moralim alt üst okurken, yanına oturup, onunla birlikte yere düşen yastığı kafasına geçirdim.

“Niye gülüyorsun sanki. Gayet seviyeli bir arkadaşlığımız var” sözlerimle daha da fazla gülerken yerden doğrulup, gülmekten yaş gelen gözlerini sildi.

“Seviyeli mi adam senin daha önce kimseyle flört etmediğini anladı kesin.” Dedi elimdeki yastığı suratına attığımda

“Buna ne kadar sevineceğini tahmin edemezsin” demeyi ihmal etmedim. Cevap vermesine izin vermeden hemen kalkıp banyoya girdim. Rahatlamak için sıcak bir duşa ihtiyaç duyuyordum.

************

Saat sekiz olmuştu. Çocuklarla uzun zaman sonra ilk kez bu kadar gülmüştük. Onlarla vakit geçirmeyi özlemiştim. Arada aklımıza gelen Fatih’le herkes sus pus olurken yine onun anıları yüzümüzü güldürmüştü. İhtiyardan ise yarım saat önce Yılmaz komutanın yanına geldiğine dair bilinmeyen bir numaradan mesaj almıştım.

Şimdiyse sabah küs çıktığım sitenin sokağında içeri girmekle kaçmak arası duygu karmaşasıyla sokakta bekliyordum. Sokakta bir çare beklediğimi fark edince gülümsedim. Neşeden uzak bir tebessümdü. Çünkü hayatımda ilk kez bir kadına anne demenin ağırlığını bu sabah kardeşim tarafından yaşamıştım. Telefonun sessizde olduğundan beni arasalar dahi ulaşamayacaklarını biliyordum. Sitenin dış kapısı açıldığında ihtiyarı gördüm. Beni gördüğünde usulca yanıma gelip sarılırken,

“Hadi evlat git ve ailene sarıl. “ dedi kafamı usulca sallayıp ondan ayrıldım. Ruhsuz bir şekilde siteye girecektim ki Yeşim hanım çıplak ayaklarıyla ağlayarak dışarı çıktı. Üzerinde ince bir gömlek vardı.

Üşüyecekti.

Beni gördüğü zaman olduğu yere yığıldı. Bense onu aramızda ki beş adımdan öylece seyrediyordum. Yağmur yağdığı için ağlıyor muydum yoksa kara bulutlar gözlerime mi inmişti anlamamıştım. Bir adım attım Yeşim Hanıma

Anneme

Benim anneme gözlerimin rengini aldığım kadına. Beni beş ay boyunca sütüyle besleyen şahane insana. Yirmi altı sene yasımı tutan yaralı bir kuşa.

Aradaki mesafeyi kapattığımda önünde diz çöktüm. Bir şey dememe fırsat vermeden kollarını bana doladı

“Eslem yavrum... “ sustu saçlarımın kokusunu içine çektiğinde ağzımdan bir hıçkırık kaçtı “Özür dilerim annem “ kelimeleri ağladığı için zor telaffuz ediyordu. Onu kendimden ayırıp, yanaklarını avuçlarım arasına aldım.

“Dileme biliyorum her şeyi. “ dediğimde iç çekti oda aynı benim gibi yanaklarımı avuçları arasına aldığında ikimizde ağlıyorduk. Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyorum ama kapı eşiğinde bizi izleyen Yılmaz komutanla yutkundum. Perişan haldeydi. Ya Suay babasının çaprazında bana pişmanlıkla bakıyordu. Yeşim Hanımın kalkmasına yardımcı olduğumda elimi sıkı sıkı tuttu. Kapıya geldiğimizde Yılmaz komutana baktım. Kendini suçlar gibi bir hali vardı. Yıllardır yanımda olamadığı için üzgündü.

Ben sanıyordum ki annem beni babamdan habersiz doğurdu, beni habersiz doğurduğundan babam beni bilmiyordu. Ondan dolayı anneme kin kusarken babam hayallerimde hep masumdu. Yanılmadığım tek şey onun masum oluşuydu. Tabii hikayemi henüz tam anlamıyla bilmiyordum. Kafamdaki düşünceleri bir kenara atıp, Yeşim Hanımın elini bıraktım. Yılmaz komutana bir adım attığımda acı bir tebessüm kondurdu dudaklarına. Kollarını iki yana açtığında zaman kaybetmeden sarıldım. İşte zaman durmuştu. Her şey tüm renkleriyle güzelleşmişti. Kalbimdeki kabuklar sökülmüş yerine çiçekler açmıştı. Babam artık beni biliyordu.

“Canım, güzel gözlüm, gözümün nuru...“ susup tıpkı annem gibi saçlarımı kokladı “Oy benim nefesim kır kokulu kızım. “ titreyen sesiyle onunda ağladığını anlamıştım. Geri çekilmedim. Hepimiz hıçkıra hıçkıra ağlarken, nerede olduğumuzun pek önemi yoktu. Benden ayrıldığında yanağımda ki ıslaklığı sildi.

“Oy hala bebekmiş benim kızım. “ yanaklarımı silerken söyledikleri ile güldüm. Yanımda duran Suay’a döndüğümde bir şey dememe fırsat vermeden boynuna atladı

“Özür dilerim. Ben seni çok kırdım. İstersen giderim evden ama sen kal olur mu? İnci bizi bırakma olur mu” sesi yalvarır gibi çıkıyordu. Ona sıkı sıkı sarıldığımda sanki bir bütün olmuştuk. Ondan ayrılıp,

“Bilmiyordun suçlama kendini. Hem daha çok kavgalar edeceğiz seninle ilk tartışmada küsmek olmaz değil mi? “sözlerimle gülüp koluma girdi beni siteye sürüklerken Yılmaz komutan pardon babamda annemin içeri girmesinde yardımcı oldu.

Artık bitmişti kimsesiz değildim. İnsanlar nereli olduğunu sorduğunda susup kalmayacaktım. Ben artık tek kanatlı uçamayan kuş değildim. Ölmek için değil yaşamak için savaşacaktım.

****************

Aradan geçen tam dokuz gün. Dile kolay tam dokuz gün. Sevgili yeni tanıdığım babam o duygusal gecenin sabahında kimseye bir şey söylemeden evden çıkmıştı. Herkes benim yaşıyor olmamın şaşkınlığı üzerinde olduğundan kimse bu durumu kafaya takmamıştı. Bense onlara nazaran daha bilgili olduğumdan, aklım sadece onlara kayıyordu. Yusuf Asaf’ta o günden sonra hiç aramamıştı. Bu tür görevlerin zor olduğunu biliyordum. Fakat endişelenmeden edemiyordum. Azad elimizde olduğu için, Azadın sahibi Şehmuz delirmiş olmalıydı. Onlar orada ne halde bilmediğimden sürekli kışlaya gidip, durumu takip etmek istiyordum ama annem bırakmıyordu. Şuan evde ki bu düğün havasının baş yapıtıydım. Annem bir dakika bile yanımdan ayrılmıyor, sanki yirmi altı senenin telafisi varmış gibi sürekli benimle konuşuyordu. Üstelik merak ettiği şeyde işimdi. Dokuz gün boyunca,

‘Yavrum hiç yara aldın mı”

‘Sana kötü bir şey yapmadılar değil mi'

‘Bak artık biz varız gitme sen o işe’

Gibi bir çok cümleyi dokuz gün içinde milyon kez sıralamıştı. Annem evet ona ilk dakikadan abla diyerek kırdığım potun karşılığı bir adet ağlayan surat olunca, dayanamayıp ona anne demiştim. Bu kelime bana o kadar yabancıydı ki ağzımda eğrelti duruyordu. Ha birde Suay vardı. Suay en son beni annesiyle dalga geçmekle suçlayan kız duruma hâlâ alışmış değildi. Sürekli yanıma gelip,

‘Sen benim ablam mısın?’ Diye sorduğu sorular artık cinnet geçirme seviyesine getirmişti beni. İlk söylediğimde anlamıyor yarım saat sonra bir daha soruyordu. Bir gün hayır deyip ayrılacağım evden o olacaktı. Gerçi haklıydı. Herkesin benim gibi süper zeka bir ablası olmuyordu. Üstelik istihbaratçı bir abla görülmüş şey değildi. Ama maalesef bunun havasını atamayacaktı. En azından benim can sağlığım için bunu yapmasa iyi olurdu

“Ay Eslem bak ne buldum” annemin sesiyle elimdeki kumandayı orta sehpaya bırakıp, elindeki albüme baktım. Aile albümü olmalıydı. Hiç tanımadığım aile bireylerini mi tanıtacaktı acaba. Hani şu anneanne babaanne dede olanlarından. Kayınvalide ve Kayınpeder de vardı bu listede ama ben henüz evli olmadığım için o albümde onlara yer yoktu.

Akraba konusunda kendimi hep şanslı sayardım. Çünkü bir keresinde üniversite de bir kız ailevi ilişkilerini anlatmıştı. Kızın babası, amcasına yaşadıkları evin tapusunu vermişti. Daha sonra tapusunu alan amca aileyi sokağa atmış, üstüne birde yaşadıkları süre boyunca olan kirayı hesaplayıp para istemişti. O olaydan sonra akrabanın akbaba olduğunu anlamıştım ve bir amcam olmadığı için kendimi şanslı ilan etmiştim. Ya da bir amcam vardı, bilmiyordum ama bu durumun pekte güzel olduğunu sanmıyordum. Umarım benimki Drakula cinsinden olmazdı.

“Sen doğduğunda yapmıştım bu albümü” dediğinde yanıma oturmuştu. Siyah üzerinde kelebek deseni olan bir albümdü. Merakla kapağına baktığımı görünce gülümseyip, kapağı açtı. İlk sayfada annemin gençlik fotoğrafı duruyordu. Muhtemelen yirmi beş yaşında olduğu fotoğrafta eli karnında kameraya gülümseyerek bakıyordu. Bana hamile olduğu bir zamana ait olmalıydı. Bir sayfa daha çevirdiğinde dört kişilik bir masada yemek yiyen iki çift ve iki yaşlarında masanın üzerine oturmuş erkek çocuğu duruyordu.

“Bak bu Yusuf Asaf. “ dedi. Gösterdiği bebek şuan ki halinin tam zıttı olduğundan kahkaha attım. Resmen burnunda sümük vardı ve elindeki karpuzu parmakları arasına geçirmiş suyunun kollarına damlamasını şaşkınca seyrediyordu. Annem de benimle birlikte gülerken bir sayfa daha çevirdi, bu defa da Annem bir hastane odasında kucağında ben olduğumu tahmin ettiğim bebekle poz vermişti. Hemen altındaki fotoğrafta aynı hastane odasında beni Yusuf’un kucağına vermişlerdi. Yusuf Asaf bir sandalyede oturuyor kucağında da beni tutuyordu. Bana bakarken dişlerini göstererek gülen çocuk sevimli durmuyor tam aksine öğle yemeğinde bakan yavru aslana benziyordu.

“Ay Yusuf’un babası Engin. Gelinim doğdu diyerek tam altın takmıştı sana. Babanın yüzündeki öfkeyi görebiliyorsun değil mi? “ gösterdiği fotoğrafla kahkaha attım. Adının Engin olduğunu öğrendiğim sarı saçlı adam bebeğin üzerine eğilmiş altın takıyordu. Babam ise tam yanında yumruklarını sıkmış sinirle ona bakıyordu. Engin amcayı tanımasam bile sevmiştim. Daha doğduğum ilk an kaderlerimizi birleştirmek için elinden geleni yapmıştı. Anlaşılan çabası da sonuç vermek üzereydi.

“Yusuf sinirlendiğinde farklı bir ağızla konuşuyor nereliler” sorduğum soruyla kafasını bana çevirip, kaşlarını çattı

“Oy nenem yarabbi biz trabzonluyuk annem” Karadeniz ağzıyla konuşunca kahkaha attım. Demek bende de laz damarı vardı. Asi tarafımın nereden geldiği artık belli olmuştu Benim güldüğümü görünce eski hâline geri dönüp Yusuf’un babasını işaret etti

“Engin benim liseden çok yakın arkadaşım. Üniversite yıllarında onunla ayrı düşmüştük. Nerede ne yapıyor bilmiyordum. Sonra Atandığım okulda bir kadınla Tanıştım. “ sustuğunda Yusuf’un kucağında tutan kadını gösterdi “ Yusuf’un annesi Asuman, Zümre arkadaşım olduğundan çok samimi olmuştuk. Bir gün bana bir adamla tanıştığını beni de tanıştırmak istediği söyledi. Sonra gittik işte tanışmaya benim lise de tanığım dostum, karşımda duruyor. Edebiyat öğretmeni olmuş ve samimi arkadaşıma vurulmuş” dedi gülerek. Onlardan bahsederken gözlerinin içi gülüyordu. Yusuf’un net çekilmiş bir resmini görünce Yusuf’un babasıyla bir alâkası olmadığını anladım. O kesinlikle annesine benziyordu.

Zaman su gibi akıp giderken neredeyse akşam olacaktı. Tüm gün annemle sohbet etmiş, anlattığı anıları dinlemiştim. Beni kendi hikayelerine kazandırmaya çalıştığını anlıyordum. Her ne kadar bu benim için sıkıcı olsada ona ayak uydurdum. Bizimkileri de bu sıkıcı yere sürüklemiştim ama onlar pek şikâyetçi gibi durmuyorlardı. Sabah Beyza aramış AVM de olduklarını söylemişti. Yani onlar için boş geçirdikleri her an keyifliydi. Ama burada daha fazla kalmayacaklarını biliyordum. Çünkü görev boyunca ilk kez bu kadar fazla izne çıkmışlardı. Elbette değerlendirmek isteyeceklerdi. Ben ise halimden memnundum. Yeni tanımaya başladığım insanlarla oldukça samimiydim, burada kalmam için sebeplerim vardı.

Kapı çaldığında düşüncelerimden sıyrılıp, ayağa kalktım. Suay gelmiş olmalıydı. Okulla ev arası oldukça uzak olduğu için, dört gibi işten çıksa da altıda evde oluyordu. Her ihtimale karşı Kapı deliğinden baktığımla sıkıntıyla geri adım attım. Beyza ve Suay yan yana sinirli bir şekilde kapıyı açmamı bekliyorlardı. Evet işte o ertelediğim buluşma gerçekleşmişti. Beyza dokuz gün boyunca eve sürekli gelip gitse de özellikle Suay'ın olmadığı saatlerde çağırmıştım. Çünkü deli arkadaşım muhakkak takacak bir şey bulur kızı deli ederdi. Tamam Suay’ın da ondan farkı yoktu.

Zil bir defa daha çalınca annem geldi. Kapıyı açmayıp öylece durduğumu görünce kaşlarını çatıp “Niye açmıyorsun evladım ağaç oldu çocuk” dediğinde sıkıntılı bir nefes verip,

“İyi de bir değil iki bela birden geldi. Kavga garanti olacak emin misin” diye sorduğum da beni kenara itip oda baktı. Bakmasıyla dudaklarını birbirine bastırıp, elini dizlerine vurdu. “Ay yiyecekler birbirlerini” dediğinde güldüm. Çünkü Beyza’nın bana olan bağlılığını görmüştü. Beni paylaşmak istemediğini de bizzat söylemişti. Muhakkak Suay'a laf giydirecek, Suay da altta kalmayacağı için saç başa girmeleri an meselesiydi. Zil ısrarla çalınca kapıyı açmak zorun da kalmıştık. Kapı açılır açılmaz Beyza boynuna atlayıp anneme selam vermeden içeri sürükledi beni

“Benim kardeşim niye açmadın kapıyı benim arkadaşım dostum benim” dediğinde Suay hırsla üzerindeki paltoyu çıkarıyordu. Beyza’nın huyunu bildiğim için yaptığı saçmalığa bir şey demedim. Çünkü yaşamayı seviyordum. Ama artık Suay'ı da tanıyordum bir şey demediğimde o da aynı Beyza gibi olacaktı. Kısır döngüye girmiştim. Annem kızlara hiç bakmadan koşar adım mutfağa gittiğinde bende aynını yapacaktım ki Suay ensemden tutup beni kendine çevirdi

“Söyle ona benim kardeşim var sana gerek yok de” diye adeta kükrediğinde utanmasam ağlayacaktım. Sertçe yutkunup Beyza’ya döndüğümde o aşina olduğum tehlikeli gülüşümü kondurdu dudaklarına.

“Söylesene İnci mercanım “ sesi yiyorsa söyle der gibi çıktığında ikinci darbeyi de yemiştim. Gözlerimi yumup, derin bir nefes aldım. Gözümü açtığımda ikiside karşımda kollarını birbirlerine kavuşturmuş bekliyorlardı. Aklıma gelen replikle dudaklarımı büzdüm.

“Ben kısa süreli hafıza kaybı sorunu yaşıyorum” dediğimde kahkaha atmayı da ihmal etmemiştim. Odada sadece benim kahkahamın olduğunu duyunca hemen gülmeyi kestim. Beyza bana sen iflah olmazsın bakışları atarken, Suay'a döndü

“Bunun için kavga etmeye değmez aşkımcığım gel biz kahve içelim” Suay başıyla onayladı. Resmen beni zorbalayıp arkadaş olmuşlardı. Yaşadığım şeyin şokunu atlatıp peşlerinden mutfağa gittiğimde Suay basbayağı Beyza’ya kahve yapıyor, Beyza da ona benim hep böyle soğuk esprilerim olduğundan bahsediyordu. Beyza’nın yanına oturduğumda bana imalı bir bakış atıp,

“Sana söyledi mi biriyle flört ettiğini” dediğinde dirseğini koluna geçirdim. Acıyla inlediğinde Suay kahkaha attı. “Yusuf ağabey değil mi? İlk dakikadan beri haberim var” dediğinde Beyza bana en ölümcül bakışlarından attı. Suay'ın ondan önce bilmesi moralini bozmuştu. Yusuf’la fiilen tanıştığımda dağın başında terden ve kirden kokuyorduk. Onu arayıp ne diyecektim

‘Şuan bir adamla çatışmadan çıktım çok güzel şerefsiz avlıyor sanırım onunla flört edeceğim' mi

Gerçi benim arkamdaki şerefsizi uzak mesafeden tam kafasına isabet edip vurunca etkilenmedim diyemezdim. İyi nişancıydı ve bu onu bir adın öne taşırdı

“Görevdeydi o sıra aklına gelmedi herhalde” Diye dişlerinin arasından konuşunca güldüm. Az önce bana karşı ittifak kurmuşlardı ama vakit kaybetmeden yine karşı atağa geçmişlerdi. Onlar kendi hallerinde tartışırken Yusuf'u on gündür görmediğimi fark ettim. Şu sıra aklım kendi sorunlarımda olduğu için pek aklıma gelmemişti. Ayrıca babamdan da haber almamıştık annem konuştuğunu söylüyordu fakat pek gerçekçi durmuyordu. Bir sorun vardı ve beni geri tutuyorlardı. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Geri planda olmayı oldum olası sevmemişimdir. Ondan sebep gizlide olsa kışlaya girecektim. Sessizce mutfaktan çıktım. Kızlar o kadar koyu bir şekilde kavga ediyorlardı ki beni görmediler bile.

Suay'ın odasına girdiğim de Dolabını açıp siyah bol paça bir pantolon çıkardım. Üzerine beyaz düz sıfır kol tişört alıp hemen giyindim. Hava soğuk olduğu için Üzerime siyah bir deri ceket giyindim. Suay'ın yatağının altına sakladığım küçük silahı da ceketimin iç cebine koyunca artık hazırdım. Evden kimseye görünmeden çıkmak istiyordum fakat odadan dışarı çıktığım an başıma üşüşürlerdi. Site ikinci kattaydı sitenin tam yanında kocaman bir ağaç vardı. Bizim binaya o kadar yakındı ki Suay'ın odasında ki balkona kalın dalları geliyordu. O sebeple evden kaçmak için bu ağacı kullanacaktım. Çalışma masasının üzerinden boş bir postiş koparıp,

“Evde bunaldığım için Zeynep'in yanına gidiyorum. Geç olmadan gelirim. Geç kalırsam polisi arayıp imajımı yerle yeksan etmeyin. Ben kendi başımın çaresine bakabilirim.

Geç gelen belanız

Yazdığım şeyi dolaba yapıştırıp planımı uygulamaya koyuldum. Ağacın en kalın dalına sıkı sıkı tutunup kendimi boşluğa bıraktığımda az daha ince bir dal gözüme geliyordu ama son anda kafamı geri çekmiştim.

“Ah Yeşim hanım ah beni bu yaşımda daldan dala atlayan Tarzan da yaptınız ya” diye bir yandan ona söyleniyor bir yandan da kalın dal arıyordum her yerim çizik çizik olmuştu. En son dala da elimi attığımda yerle aramızda ki yirmi santimlik bir mesafe kalmıştı yer dümdüz parke olduğu için bir sorun görmeyip atladım. Derin bir nefes alıp ellerimi çırptığımda, elimin kıpkırmızı olduğunu fark etmiştim.

Elimin durumunu umursamadan hemen yol kenarında muhtemelen yeni müşteri indiren taksiye attım kendimi. Kışlaya gideceğimi söylediğimde harekete geçti. Telefonumda biraz zaman geçirirken onu da iç cebime koydum. Adamın bakışları sürekli benim üzerime düşüyordu, üstelik sürekli saatine bakıyor yolları izliyordu. Onu umursamadan camdan dışarı baktığımda kışlaya giden yolda olmadığımızı fark ettim. Hiç bozuntuya vermeden ona dönüp

“Ben buraları çok iyi bilmiyorum ama kışlaya daha önce gitmiştim bu yol değildi sanki. Kestirme yol falan mı” diye sorduğumda kafasını olumlu anlamda salladı. Yalan söylüyordu. Bu yol sadece iki yere çıkıyordu, havalimanı ve it sürüsünün olduğu dağlardan birine.

Anladığım kadarıyla tuzaktı. Beni kaçırmaya çalıştıklarına göre ya Seçkin ya da Azad elimizden kaçmıştı. Cebimden telefonu çıkarıp hepimizin telefonlarında bulunan özel sisteme tuşladım dışarıdan ben harici kimse açamayacaktı. Telefonumla oynamam adamı rahatsız etmiş olmalı ki kaşları iyice çatılmıştı. Telefonumu kaptırmamalıydım. Sıkılgan bir nefes verip adama döndüm.

“Beyefendi burada telefonumu tamir edebileceğim bir yer var mı” dediğimde adam keyifli bir şekilde bana baktı. Bir şey demeden yola devam ettiğinde telefonumu iç cebime koydum. Adama telefonumun bozulduğunu ima etmiştim çünkü beni götüreceği yere gelmeden onu benden alacaktı. Bozuk bir telefon ne benim ne de onun bir işine yarayacağı için telefon bende kalacaktı. Silahın şarjörünü bu adamın kafasına boşaltmıyordum Çünkü ikisinden biri kaçtıysa orada olup ekibe ya da Yılmaz Komutana haber uçurmam doğru olacaktı.

Araba bir yerde durduğunda anlamaz gözlerle adama baktım. Kürtçe bir şeyler diyen adam aşağı inip kolumdan tuttuğuyla beni aşağı indirdi.

“Dostum, beni asil Türk askerlerinin kaldığı yere götür dedim. Sen beni şerefsizlerin yanına getirdin ücretini eksik vereceğim ona göre” dediğimde yüzüme bir tokat savurdu. Yere düştüğümde saçlarımı geri atıp yüzüne baktım. Dudaklarım iki yana kıvrıldığında ayağa kalkıp karşısında dikildim

“Tamam tamam sen yabancı değilsin. Ne de olsa elimde can vereceksin. Seni kırmak olmaz.” Ceketimin dış cebinde para arıyor gibi yapıp adama nah çektim. Bana ters bir bakış attığın da

“Aman canım indi bindi ücretine sayarsın lafı dahi olmaz “ dediğimde ya sabır çekip boş saçlarımı kavradı. O önde ben arkada derme çatma bir kulübeye girdik. İki üç odası olan kulübe ahşaptı. Her yerde örümcek ağları, insana mı hayvana mı ait anlamadığım duvar diplerinde olan dışkılar, fareler çıyanlar derken kısaca her yer pislik içindeydi.

“Affedersiniz ama kaldığınız yer bok içinde burayı niçin temizlemiyorsunuz” desem dahi bana cevap vermedi. Saçlarımı bırakıp beni bir odaya savurduğunda popo üstü yere düşmüştüm.

“ Merhametine soktuğum kıçım kırıldı” diye hayıflandığımda arkamdan gelen toplu kahkaha ile hızla oraya döndüm. Ekibi karşımda gördüğümde ufak bir şok geçirirken, Yusuf’u aradı gözlerim en solda yerde oturmuş sağ el ve ayağından uzun zincirlere kelepçelenmişti. O ötekilerin aksine gülmüyor, biraz özlem biraz da endişeyle beni inceliyordu. Usulca yanına yaklaştığımda ekip sus pus olmuştu. Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki, beni engelledi

“İstesen kurtulurdun buraya hiç gelmeden o adamın icabına bakacak kadar zeki bir kadınsın. Kahretsin inci hayatınla kumar oynuyorsun. Nasrettin hoca misali ya tutarsa deyip hayatını riske atma. “ söylediği şeyle gülümseyip kafamı olumsuz anlamda salladım

“Benim işim bu. Ayrıca kumarda kaybedersem aşta kazanırım dert etme“ alayla söylediklerime karşı sustu bir şey söylemedi. Korktuğu belliydi. Ama şuan korkmanın ne yeri ne de zamanıydı. Bir planım elbette vardı ama onun da dediği gibi planım olmasa da riske atar yine gelirdim. Bir şeyler bulmalıydım ki hepimiz sağa salim kurtulalım. Ekip zincirlerle tutsak edilmişti. Muhtemelen bana da aynını yapacaklardı. Silahı korumalıydım üzerim arandığında bende olmamalıydı. Etrafa bakındığımda ahşap duvarın en üstünde bir kamera gördüm. İçimden yüz kızartıcı küfürleri sıralarken, ne yapabilirim diye düşünüyordum. Aklıma gelen şeyle Yusuf’a kocaman sarılıp

“Sevgilim seni çok özledim. Senin yanına kışlaya gelmek için yola çıktığımda kaçırıldım” sesim, kafamı boynuna gömdüğüm için boğuk çıkıyordu. Tek eli zincirli olduğu için elini belime koyacaktı ki kısık bir sesle

“Dur sarılma iç cebimde Silah var al onu” sözlerim bittiğinde gülecek gibi oldu fakat kendini dizginlemişti. Eli ceketimin içine girdiğinde çıplak koluma temas etmesiyle gerilmiştim. Silahı almayı başardığında kendi ceketinin cebine koydu. Ondan ayrıldığımda ekip bize şok olmuş bir şekilde bakıyordu. Muhtemelen ne ara sevgili olduğumuzu sorguluyorlardı.

Az önce beni içeri bırakan adam elinde halatlarla yeniden geldi. Adamın elindeki ipleri görünce kaşlarım tabi ki bu duruma isyan etmişlerdi. Burada sekiz adam vardı ve sekizi de zincirlerle bağlanmıştı. Benim ne gibi ayrıcalığım vardı da beni kalın halatla bağlayacaktı. Odanın ortasında duran boş sandalyeyi ekibin karşısına sürükleyip, beni yine saçlarımdan tutup havaya kaldırdı. Yusuf Asaf zincirlerden kurtulmaya çalışırken

“Buradan kurtulayım ebeni s*keceğim” dediğinde gülmeden edemedim. Adam ona hiç cevap vermeden beni sandalyeye oturttuğunda ellerimi sıkı sıkı bağladı. Sıra ayaklarıma geldiğinde tam eğilecekti ki suratına attığım tekmeyle Yusuf Asaf’ın önüne yüz üstü düşmüştü.

“Çok hırpalama Yiğidim. “ sözlerimle kahkaha atarken tek eliyle adamın gırtlağına çökmüştü bile. O adamı oyalarken yanın da oturan Arifte sağ cebinde ki zincirlere ait olduğunu tahmin ettiğim anahtarı almıştı. Adamın yüzü mosmor kesilirken adamı bıraktı. Öksürük krizine giren adam, kendini toparladığında Yusuf’a çokta sert olmayan bir yumruk savurdu. Yusuf’tan çok adam hasar görmüşe benziyordu. Ona zarar veremediğini anlayınca, yanıma geldi. Üzerimi aradığında telefona tahmin ettiğim gibi dokunmamıştı. Sersem bir halde olduğu için ayaklarımı bağlamayı da es geçti. Adam dışarı çıktığında Arif ve Yusuf birbirlerine bakıp güldüler. Çünkü az önce kameraya yakalanmadan kurtuluş biletlerini almışlardı. Benim sayemde!

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Ne benden ne de ekipten ses çıkıyordu. Anahtar sayesinde hepsi kilitlerden gizlice kurtulmuştu, ama belli etmiyorlardı. Seçkin ya da Azad ellerinden kaçtığı için buraya geleceklerini tahmin ediyor olmalılardı. Yusuf'a baktığımda kafasını arkasında ki duvara yaslamış tek eli karnında tavanı seyrediyordu. Burada benim gibi bir manzara varken tavanı seyrediyordu. Ne olmuş saçım başım birbirine girdiyse yüzüm hâlâ güzeldi. Yani umarım öyleydi. Bu bok yuvasında ne kadar güzel olabilirdim bilmiyorum ama en azından sekiz adamın içinde parlayan bir inciydim. Miraç sıkılgan bir sesle

“Ahmet bir türkü be. İçimiz dışımız bok koktu. Söyle de keyiflenelim “ dediğinde ekip gülerken Yusuf istifini bozmamıştı. Burada olmamı kafaya fazla takıyordu. Telefonumu açtığım an yerimizi bulurlardı. Hem onlar hem de ben kurtulacaktım. Sağlam bir plan yapmamıştım belki ama karşımdaki şerefsizler de pek sağlam değildi.

Ahmet sesini ayarlarken, Harun “Oğlum içimiz dışımız türkü oldu. Yok mu dışardaki şerefsizleri kudurtacak bir şey” dediğinde Yusuf gaza gelmiş olmalı ki kafasını yasladığı yerden kaldırdı. Bir süre düşündükten sonra, yerinden kalkıp şehadet parmağını havaya kaldırdı

“Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı

Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı

Alay marşına girmesiyle ekipte bende acayip yükselmiştik onlar ayağa kalktığında, Ahmet o güzel sesiyle adeta haykırarak

Al sancağı teslim etti Allah’a ısmarladı

Al sancağı teslim etti Allah’a ısmarladı

Onların bu hali damarlarımdaki Türk kanını şaha kaldırırken, bir yandan da ipleri çözmeye çalışıyordum. Ahmet sözleri söyledikten sonra hepsi bir birlerinin koluna girip tek bir ağızla söylemeye başladılar

Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana

Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana

Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana

Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana

Onlar marşı haykırarak söylediğinde, dışardaki tek hücreli bakteriler sesi duymuş olmalı ki, on adam birden ellerinde silahlarla içeri girip, hepsi ekibi hedef aldı. E tabii kimse bordo berelilere silahsız yaklaşmaya cesaret edemezdi. Bizimkiler tabii ki korkup sinmediler. Daha yüksek bir sesle marşın kalanını haykırdılar.

Ne şereftir ölmek bize bu güzel vatan için

Ne şereftir ölmek bize bu güzel vatan için

Yanar yürek yurt aşkıyla daima için için

Yanar yürek yurt aşkıyla daima için için

“Kesin sesinizi o marşın tek bir sözünü dahi söylerseniz ateş edeceğiz” diyen adama aldırış etmeden oldukları yerde ritmik hareketlerle ve gür bir sesle devam ettiler

Yastığımız mezar taşı yorganımız kan olsun

Yastığımız mezar taşı yorganımız kan olsun

İçlerinde kara kuru on dokuz yaşlarında bir terörist elindeki Tüfeği rast gele bir yere hedef alıp ateş ettiğinde nefesimi tuttum. Biri yara almıştı. Ama onlar bunu umursamadan devam ettiler

Biz bu yoldan döner isek namus bize ar olsun

Biz bu yoldan döner isek namus bize ar olsun

Ve bir kurşun daha aynı kişiye

Ahmet’e

Gözümden bir damla yaş akarken ekip onu yere oturtup yarasına baktılar sağ omzundan iki kurşun yemişti. Herkes sus pus olurken, şerefsizler kahkaha atarak dışarı çıkmışlardı. Ekibin sağlıkçısı Onur

“Dayan kardeşim sevindirme şu itleri. Biz ne kurşunlar yedik lan senle. “dediğinden vakit kaybetmeden yarasını sardı. Anlaşılan yarası bir süre idare ederdi. Bu durumla biraz rahatlamışken, odada bir ses yankılandı

“Güzel şov ama bana sökmez” diyen ses muhtemelen kameranın yanında duran küçük hoparlörden geliyordu. Ve tahmin ettiğim gibi Seçkin’in sesiydi. Artık iyice emin olmuştum bu adam kesinlikle babasına ihanet edip Azad'ın köpekliğini yapıyordu. Sesini duyduğuma şaşırmamıştım bile. Nasıl kaçtığı gram umurumda değildi. Zaten her şey belliydi. Seçkin bize öttükten sonra gözlerine yeniden girmek için Halil ile iş birliği yapmıştı.

“Nehir umarım canını çok yakmamışlardır. Onların uyardım fakat bilirsin sert adamlar şiddeti severler” dediğinde kameraya yüzümü çevirip, gülümsedim.

“Seçkin, benim dişi kurt olduğumu unutma. Ben av olmam avlarım” dediğimde ses etmedi. Ahmet bir köşede ter içindeyken, aklım çalışmaz hale gelmişti. Ama bildiğim bir şey varsa bu adama istediğimi yaptırmam için suyuna gitmem gerektiğiydi. Aklıma gelen fikirle, yüzümü kameraya çevirdim.

“Seçkinciğim beni almaya gelecek misin? “ diye sorduğumda, Yusuf’un küfreden sesine karşılık ondan bir kahkaha geldi

“Geleceğim elbet sana yaşatacağım eğlenceli şeyler var. Ama önce konuşman gerekiyor. Sonra istesen de kaçamazsın ölene kadar benimsin” dediğinde samimi olduğunu düşündüğüm bir gülüş yerleştirdim yüzüme. Belasını bellemek istesem dahi şuan ona karşı yumuşak davranmalıydım. Beni kendi içinde takıntı haline getirmesi işime gelmişti. Fakat Yusuf’un aynı şeyi düşünmediği kükrer gibi çıkardığı sesinden anlaşılmıştı

“Ulan senin belanı s*kerim or*sbu evladı sen kimsin de ona dokunacaksın. Kimsin sen” diye haykırdığında yüzüne baktım. Ona uyarıcı bir bakış atsam dahi Ahmet’ten dolayı sinirli olduğu için anlamadı. Mecburen onu umursamadım.

“Sen boş ver onu Seçkinciğim madem geleceksin, adamlarına söyle de tuvalete gideyim. Saçım başım dağıldı. Birde altıma kaçıracağım, kaç saattir buradayız haberin var mı” dedim cilveli bir sesle Yusuf iyice küplere binerken o tarafa bakmamaya çalışıyordum. Çünkü ona verdiğim silahı benim üzerimde kullanacak gibi duruyordu. Ölmek için çok genç ve güzeldim lütfen bir süre daha mümkünse elli altmış sene kadar yaşayayım.

“Olmaz ne kadar garip bir kadın olduğunu biliyorum. Çıktığın an bir şeyler yaparsın riske atamam “ dediğinde benimle konuşmuyor da kendine bir şeyi hatırlatıyor gibiydi. Sesini eskisinden daha da cilveli çıkarıp,

“Hadi ama zaten her şeyi anlatacağım. Yanıma kısa sürede geleceksin. Beni bu dağılmış halimle gördüğün yetmiyor birde sidikli halimle mi göreceksin? O zaman benimle ilgili kurduğun şu eğlence planlarına uymayacağına eminim” dediğimde iğrenir gibi bir ses çıkardı. Sanki kendi işemiyordu, bizi getirdikleri kulübenin her yeri insan bokuyla doluydu.

“Tamam git tuvalete ama bir şey yapmaya kalktığın an kafana sıkarlar haberin olsun” dediğinde gülümseyip, kafamı salladım. Yusuf’a baktığımda burnundan soluyarak bana bakıyordu. Gözümü kırpıp her şey kontrol altında iması vermeye çalıştım fakat fazla sinirli olduğundan anlamış olması imkansızdı. Umarım Seçkine sataşıp, beni zor duruma düşürmezdi.

Beş dakika sonra gelen şerefsiz ellerimi çözünce, peşinden ilerledim. Leş gibi kokan bir tuvalete geldiğimizde yüzüm istem dışı ekşimişti. Alaturka olan tuvaletin içinde yok yoktu. İri sinekler dahi küçük havalandırma camından kaçmaya çalışıyorlardı.

Haklılardı.

Burada hiç bir canlı hatta affedersiniz ama sıçtıkları bok bile durmazdı. Elimle burnumu iyice kapatıp içeri girdim. Kapıyı kapatmak için ayağımla ittirdiğimde,

“kapıyı kapatma “ diyen itle, bunca zaman milyon tane insanla tanışmak zorunda kalan ben bile, şok olmuştum. Ne olacaktı ben tuvaletimi yaparken beni mi izleyecekti. Şaşırdığımı belli etmemeye çalıştım.

“Seçkine ne diyeceksin senin kadının tuvalete girdi bende onu izledim mi? Bence kafana sıkacak” yüzü gerilirken kafasıyla kapatmamı işaret etti. Az önce kurduğum cümleden olsa gerek midem ağzıma gelmişti, ama buraya mide öz suyumu dahi bırakmazdım. Hemen kapıyı kapatıp cebimdeki telefonu çıkardım. Telefon özel bir sistemle icat edilmişti. Dışarıdan normal bir telefon gibi görünse de ayarlamasını yaptığım an kendini korumaya alıyordu. Taksideyken bir terslik olduğunu anlayıp, ayarlamıştım.

İşaret parmağımı ritmik hareketlerle telefonun arka kamerasına yedi kez vurduktan sonra, aynı anda ses açma ve parmak izi yerine dokundum.

Açılmıştı

Derin bir nefes aldığımda yer tespiti için olan sisteme girdim. Bu sistem bir nevi konum görevi görüyordu. Sisteme eklediğim kişilere, sisteme girdiğim an bildirim gidiyordu. Üstelik telefonu kapatmama rağmen konum silinmiyordu.

Dışarıda ki iti daha fazla şüphelendirmeden dışarı çıktım. Bana doğru gelip kolumdan tuttuğunda bir şey söylemedim. Fakat şerefsiz tohumlarına karşı alerjim olduğundan kaşıntı tutuyordu.

Odaya tekrar geldiğimizde yerime oturmamla yine o kalın ipleri bileğime dolaması bir oldu. Elbet bunlardan da kurtulacaktım. Ama nasıl?

Etrafımda keskin bir şey yoktu! Sadece ekibe getirdikleri yemeklerin tabakları vardı. Ki hiç birine suya dahi dokunulmamıştı. Eğer o yemekler elime geçerse, bir şekilde kırılmasını sağlayabilirdim. Ekibe baktığımda hepsi Ahmet'le alakadar oluyordu. O yemekleri bir şekilde almalıydım.

Ben kendi halimde düşünürken. Seçkin’in o tiksinti sesi yankılandı odada

“Söylesene Nehir bu Teğmenle olan ilişkin ne düzeyde “ sözlerinin bana olduğunu duyunca kafamı kaldırdım. Teğmen diye bahsettiği Yusuf'tu. Fakat bu sorunun cevabı bende de yoktu. Onu tanıyalı neredeyse iki hafta oluyordu. Sevmek diye bir tabir lügatim da olmadığı için, Yusuf’a karşı hislerimin ne boyutta olduğunu bilmiyordum. Bildiğim tek şey onun yanında mutlu olduğumdu. Bana güzel hissettiriyor, gülmemi sağlıyordu. Yinede sorusuna cevap vermedim. Onu, verdiğim cevapla kızdırırsam ne yapacağını bilmiyordum. Sessizlik hoşuna gitmemiş olmalı ki, o tiksinti sesi yankılandı kulaklarımda

“Sessizliğin aranızda bir şey olduğuna işaret eder. O halde biraz eğlenelim. Sevgilinin yanında sana dok... “ cümlesini tamamlayamadı. Çünkü Yusuf yanında duran koca tabağı hoparlöre fırlattı.

“Belasını arıyor pezevenk. İtlerinin biri dahi kıza dokunursa hepsini senin götüne sokarım” diye adeta kükredi. Seçkin iyi benim yanımda küfür etmekten çekinen adamı bile çileden çıkarmıştı resmen.

Odaya gelen yirmi beş yaşlarında uzun boylu kirli sakallı adamla, Seçkin’in dediğini şey için geldiğini hepimiz anlamıştık. Önce hoparlörü düzeltip, sinsi sırıtmasıyla yanıma yaklaştı. Ben bu çakalın icabına elbet bakardım. Yusuf’un kendini ifşa etmesine gerek yoktu.

Adam iyice yanıma geldi. İşaret parmağı ile yanağımı okşadığında, midem ağzıma gelecekti neredeyse. Ama belli etmedim.

“Uzak durma, yaklaş bana” dediğimde gülerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Yusuf ne yapmak istediğimi sonunda anlamış olmalı ki, gülerek beni izliyordu. Bu iti burada öpsem yine böyle güler miydi acaba?

Kesinlikle

Hayır

Bir süre benim onu öpeceğimi sanan adama, ellerindeki ipi iyice gevşetmemle kafa attım.

“İşte benim istiridyem” diyen Yusuf Harun’un önüne düşen adamı tek eliyle kendine çekip nefesi kesilene kadar, gırtlağına yapışmıştı. Arif gülerek onu elinden aldığında,

“Yengem de normal değil kardeşim” deyip Osmanlı tokadını iyice feri gitmiş adama yapıştırdı. İçeri bir kaç adam daha girdiğinde Ahmet hariç hepsi ayaklanmıştı. Bu defada ellerinde sopalarla gelen adamlarla sevindim. Soma’dan da olsa silahımız vardı. Çünkü bu adamları çıplak elle bile öldürecek kadar gözleri dönmüştü.

Miraç

“Komutanım yüksek müsaadenizle şu pezevengi ben halledeyim “ deyip, Harun’un elinden az önce Ahmet’e kurşun sıkan adamı aldı.

Yusuf neredeyse iki adamla birden dövüşüyordu. Bense bir yandan hayran hayran onu izliyor, bir yandan da iyice çözmeyi başardığım iplerle uğraşıyordum.

İçerideki adamların biri bitiyor öteki geliyordu. Ama ekibin öfkesi o kadar derindi ki yorulmak bilmiyorlardı. Elimde ki ipleri en nihayetinde çözmüştüm ama istifini bozmadım. Onlar tek el ve ayakla hepsinin icabına bakmışlardı. İçeri gelen giden yoktu, ötekiler de zar zor kalkıp, gitmişlerdi

“Güzel dövüştün Kahve Adam. Bunu şahsıma yapılmış bir jest olarak aldım kabul ettim” dediğimde kaşlarını çatarak beni izledi. İzlerdi tabii. Gözünün önünde Seçkinle flört ediyordum. Beni göğsüne çekip

‘Cilve konusunda biraz eksiksin kendini geliştir' diyecek hali yoktu ya.

“Dikkatli incelersen sana kızgın olduğunu görürsün yenge” diyen Arif’le otuz iki diş sırıttım. Yusuf istifini asla bozmamış kafasını yine duvara yaslamıştı. Arif bana yenge diyordu ama ona bile tepki vermiyordu. Demek ki o kadarda sınırlı değildi. Fakat sinirden mi yoksa başka bir şeyden mi, bilinmez az önce gülen adam gitmiş yerine duygusuz biri gelmişti. Ahmet’in durumu da çok kötü sayılmazdı. Ondan dolayı da böyle olmamıştı. Bildiğin beni kıskanıyordu işte.

“Neden kızgınsın ki? “ Sorduğum masum soruyla, yaslandığı yerden doğrulup,

“Kendine zarar veriyorsun. Ya ben burada olmasam ne olacaktı? Tek başına nasıl mücadele edecektin o adamla “ diye kükrediğinde az da olsun korkmuştum. Adam kendini resmen iki kimliğe bölmüştü. Benim yanımda, eğer tehlikede değilsem, Asaf terörist avına çıkarken Yusuf oluyordu. Kabul ediyorum ikiside ayrı çekici geliyordu.

“Bu benim işim. “ dediğimde burnundan soluyarak elini yere vurdu. Onu her defasında böyle susturacak olmam sinirini bozmuş olmalıydı.

“Böyle işin ta.. “ cümlesini tamamlamadan derin bir nefes aldı. “Anlaşılan biz bu garip durumun üstesinden gelemeyeceğiz. Sen yoluna ben yoluma” dediğinde artık gülmüyordum. Yahu bende solum da bir kalp taşıyordum. Hani arada kırılan cinsinden. Şuanda paramparça olmuştu. Ama yüzümde mimik oynamıyordu. Çünkü ona kırılmıştım ve ona ‘benim için üzülüyor galiba' dedirtmeyecektim. Bir süre hiç bir şey söylemedim. Yani onunla kavga dahi etmemiştim. Bakışlarım ayaklarım da, kurtuluşu düşünüyordum. Yusuf'ta benimle uğraşmaktan vazgeçmiş olmalı ki, eski yerine geri yaslandı.

Harun

“Ben hayatımda bu kadar saçma bir ilişki görmedim. Şimdi senin Yusuf’a tavır Alman gerekiyor, ama hiç umursamıyorsun” dedi onu da umursamadım. Çünkü az önce başlamadan biten bir ilişkim olmuştu. Bu daha garipti.

Ali

“Komutanım millet sinemaya gidiyor Yusuf komutanım ve yenge dağda bayırda şerefsiz avındalar. Çokta normal bir çift beklemek doğru değil” dediğinde göz devirdim. Sanki ben istihbarat mensubu olmasam çok güzel bir ilişkimiz olacaktı. Babam ve annem resmen yıllarca ayrı kalmışlardı. Ben şuan işim sayesinde Yusuf’un yanındaydım. Oturup işime şükür edeceğine söyleniyordu.

Miraç

“Yusuf komutanım harbi yengeyi çok aradın mı” dediğinde gülecek gibi olsam da gülmedim. İfadesiz bir şekilde Yusuf Asaf’ın vereceği cevabı bekliyordum.

“Bela dediğin seni bulur aslanım sen belayı aramazsın” dediğinde iyice sinirimi bozmuştu. Kaşlarımı çatıp yüzüne baktığımda dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Beni sinir etmeye çalışıyor olmalıydı ve amacına ulaşmıştı.

Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki dışarıdan gelen patlamada sesiyle. Gururla gülümsedim.

Gelmişlerdi.

Üstelik tamda hayâl ettiğim gibi alev ateş gelmişlerdi. Ellerimi daha fazla saklama gereği duymadan havaya kaldırdım. Yusuf pek şaşırmış gibi durmuyordu, fakat dışarıdan gelen seslere de anlam veremediği bir gerçekti.

“Beyler daha fazla gizlenmenize gerek yok. Yengeniz sizi kurtardı” deyip Yusuf’a umursamaz bir bakış attım. Madem beni bela olarak görüyordu, cezası bana katlanmak olacaktı. Az sonra büyük bir patlama sesi geldi. Muhtemelen yan taraftaki konaklamayı patlatmışlardı. Ateş buraya sıçramadan gitsek iyi olurdu.

Harun’da benim gibi düşünüyor olacak ki hemen Ahmet’in koluna girdi. Yarası çok derin olmayan adam ter içindeydi. Fakat Onur kanamayı bir şekilde durdurmuştu.

“Çıkalım buradan. Miraç, Onur siz Ahmet’i alın. Ali şuradaki odunları topla Silah görevi görsün. Sen de cebindeki silahı bana ver” dediğinde Yusuf hariç herkes şaşırmıştı. Bu ikilinin arasında garip bir bağ vardı. Sanki çocukluktan tanışıyor gibi bir şey sezmiştim. Ya da bacanak olacakları için samimi takılıyorlardı. Gerçi Yusuf az önce başlamayan ilişkimizi bitirmişti.

Evet en iyisi kafamda bu kadar şey kurmamaktı. İşime yaramayacak şeyleri bir süre zihnimden atsam, bahar temizliği yapsam fena olmazdı.

Yusuf ikiletmeden Silahı verdiğinde kurtulmanın verdiği heyecandan olsa gerek mutluydum. Az sonra dışarı çıktığımızda her yer tamda beklediğim gibiydi.

Bir sürü şerefsiz ve hepsi ölmüş, bazılarının uzuvları kopmuş, bazıları bombadan olsa gerek yanmış, bazıları da silahla can vermişti. Kafamı kaldırıp bunu yapan Yiğitlere göz attım. Gördüğüm kişiyle gülümsemem genişlerken, koşarak yanına gittim.

Gördüğüm kişi çiçeği burnunda babamdı. Beni gördüğünde kollarını açıp, ona sarılmamı gülerek izledi. Yüzünde maske vardı fakat kısılan gözleri güldüğünü ifşa ediyordu.

“Senin sayende buradayız biliyorsun değil mi? “ dediğinde ondan ayrılıp gururla baktım yüzüne. Alnımdan öptüğünde beni özlemiş gibi duruyordu. Kolay değildi yirmi altı sene ayrı kalmıştı benden.

“Biliyorum. Sisteme seni de eklemiştim. “ dediğimde başımı kolunun altına aldı. Sağ elinde tüfeği sol kolunda ben vardım. Beraber ekibin yanına geldiğimizde, Yusuf anlamaz gözlerle bana bakıyordu. Sanırım söylediğimi idrak edememişti. Babam onlara bir kaç şey söylerken, beni iyice kendine çekip,

“Evet gençler. Kızım Eslem ile tanışın. “ dediğinde Yusuf hariç hepsi şaşkınlıkla beni izledi.

“Nasıl yani komutanım Eslem derken” diyen Arif’le babam gülümseyip bana baktı.

“Yirmi altı sene önce öldü sandığımız kızım Eslem. Ve sizin de bir süre görev arkadaşınız olacak. Yeni görev yerin hayırlı olsun İnci Saral” dediğinde bu defa Yusuf ve bende onlar gibi şaşırmıştık. Anlaşılan bizim ihtiyar beni boş koymaya niyetli değildi. Yani Yusuf’la çalışacaktım. Bugün bana dediği şeyi ona yedirtmem için elinden ne geliyorsa yapmaya hazırdım.

“Komutanım İnci bizi her konuda şaşırtıyor, oldukça da yetenekli biri... “ deyip sustu. Söyleyeceği şeyin babamı kızdırmasını istemiyor gibi bir hali vardı. “Fakat bizimle çalışacak kısmını çok anlamış, değilim. Dağda bayırda, çatışacak kadar eğitimi yok. “ sözleri bittiğinde ne demek istediğini anlamıştım. Onlar bordo berelilerdi çok zor eğitimlere tabi tutuluyorlardı, eğitim sırasında ağır yaralar da alabilirlerdi. Ama babamın bunu kastetmediğini biliyordum. Böyle mutlu olduğuna göre benim için zararsız bir görev ayarlamış olmalıydı.

“Hayır aslanım sizinle çatışmalara gelmeyecek. Detayları elbette öğrenirsiniz. Şimdi burada konuşmak doğru değil” deyip büyük bir araca ilerledi. Gelmediğini fark edince arkasını dönecekti ki

“Ben sizinle gelmeyeceğim komutanım. Bir kaç şey var konuşmak istediğim” dediğim için yoluna devam etti. Yusuf’a döndüğümde karma karışık bir halde beni izlediğini gördüm. Ona bir adım yaklaştığımda ifadesizce beni izledi. Aramızda ki mesafeyi kapatıp, sağ elimi sol göğsüne koydum.

“Burada ki organa sahip çıksan iyi edersin. Burada kaldığım tüm gün boyunca sana bizden çok güzel olacağını göstereceğim... “ dediğimde suratında mimik oynamadı. Ona savaş açtığımı hissetmiş gibi dimdik bir şekilde karşımda duruyordu. “Fakat senin de dediğin gibi bizden olmayacak” dudakları yukarı doğru kıvrılırken, at kuyruğu yaptığım saçlarımdan, dışarı çıkan bir kaç tutamı kulaklarımın arkasına ittirdi. Saçlarımla ilgili bir derdi olmalıydı. Ne zaman ona yaklaşsam saçıma dokunmadan duramıyordu. Ve evet bu hareketi kalbimin deli gibi atmasına sebep olmuştu.

“O zaman sende sahip çıksan iyi edersin. Çünkü bana açılan bu savaşta geri adım atmaya niyetim yok Eslem Duman. “ işte şimdi gerçek mâniada ayvayı yemiştim. Çünkü bu adamın tek bir gülüşü beni kendine aşık etmek için yeterdi.

Onun bana beslediği hislerin gelişmesini ise zaman gösterecekti.

 ****


Loading...
0%