Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm İki ~Yokuş~

@sitarekiraz

Seni bulmaktan önce aramak isterim

Seni sevmekten önce anlamak isterim

Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de

Sana hep hep yeniden başlamak isterim

~Özdemir Asaf~

 

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜

Tesadüflere inanır mısınız? Ben kontrol dışı gelişen tüm olayların, kader olduğuna inananlardanım. Tesadüf bu olayın tam olarak neresinde bilmiyorum, fakat bildiğim en önemli şey; bir insanın boş yere karşımıza çıkmadığıdır. Şuan karşımda duran, kahve gözlü adam için de aynısını düşünüyordum. Beni görmek onu da şaşırtmış olmalıydı ki şaşkın bakışları bir benim üzerime bir de Harun’un üzerine düşüyordu. Aradaki sessizliği bozan Harun oldu

“Beyler, elimize gelen raporda bize yardımcı olacak olan, istihbarat teşkilatından arkadaşımızla tanışın” dedi Kahve gözlü yabancı duyduklarıyla daha da şaşırırken karşısında keyifle onu seyrediyordum.

“Merhaba ben Teğmen Arif Açar. ” diyen sesle uzun boylu iri yapılı adamın elini sıktım. Onun ardından hepsi kısaca rütbeleri ile birlikte kendini tanıtmıştı

Astsubay Kıdemli Başçavuş Ali Atılgan

Astsubay Kıdemli Başçavuş Ahmet Sakarya

Astsubay Başçavuş Onur Akay

Astsubay Başçavuş Miraç Günpak

Astsubay Başçavuş Zeynel Tunç

Astsubay Kıdemli Çavuş Ufuk Sarıca

Hepsi ile tanışmıştım. Harun’un Kıdemli Üsteğmen olduğunu da öğrenmiştim. Fakat bir tek kahve gözlü adamla tanışmamıştık. Ona doğru döndüğümde ifadesizce beni seyrettiğini gördüm. Tamamen ona döndüğümde artık karşı karşıya duruyorduk

“İçimden size kahve gözlü adam diye hitap ediyorum. Sizin bir adınız yok mu? “ diye sorduğumda dudakları kıvrıldı “Tanışma iki kişilik bir eylemdir. Eğer adımı söyleyeceksem adınızı bilmem gerekir. Siz tanışmak değil tanımak istiyorsunuz” dediğinde bu kez dudakları kıvrılan bendim.

“Sizi tanımam için, adınızı bilmem mi gerekir? Size kahve gözlü adam diye hitap ederken de sizinle ilgili şeyleri bilmek sizi tanımam için yeterli değil mi” Sorduğum soruyla yüzündeki gülümseme iyice genişlerken kafasını salladı

“Yinede adımı siz söyleyene kadar söylemeyeceğim. O zamana kadar Kahve olmaya razıyım” dedi ve Harun’un arkasından içeri geçti. Adının Ali olduğunu öğrendiğim mavi gözlü adam

“Sahi neden adını söylemedin” dedi aradaki resmiyeti atması hoşuma gitmişti. Kahve adamın aksine sıcak kanlı bir adamdı

“Kendimi korumak için. Deşifre olma ihtimalini göz önünde bulundurmam gerekiyor. Görev bittiğinde Kahve adamın da dediği gibi tam anlamıyla tanışırız” dediğimde bir kaç gülüşme çıktı aralarından. Kamelya da otururken bir yandan da sohbete başlamıştık.

Arif “Komutanım için daha iyi bir lakap bulamazdın. Gece gündüz içtiği kahvelerle sahiden kahve adam olmaya aday” dediğinde güldüm. Demek ki rütbesi hepsinden üstündü. Hepsinin birbirine olan sevgisi gözlerinden okunuyordu. Tıpkı bizim gibilerdi. Hatta Arif’le Kahve adamın aralarının, Fatih ve ben gibi olduğunu görebiliyordum.

Fatih’i hatırlamamla yüreğimdeki sızı kendini hatırlatırken, yüzümdeki hüznü bir süre daha gizledim. Bahçede bulunan ekibe aynı anda gelen mesajlarla Miraç “Sanırım şu raporu anlatacaklar, beyler yeni görev hayırlı olsun, toplantı salonuna” dediğinde hepsinde ciddiyetten uzak bir gülümseme vardı. Onlarla birlikte toplantı odasına girip boş bir yere oturdum

“Evet beyler, operasyon bu gece yapılacak. Detaylar önünüzdeki dosyalarda mevcut.” Diyen Albayı yeni tanımıyordum. Daha öncede binbaşının yanında görmüştüm. Salondakiler önündeki dosyaları incelerken, içeri Kahve adam girmiş bana hiç bakmadan yerine oturmuştu. Önünde ki raporu incelerken kaşları çatıldı “Teslimat Salı günüydü” soran sesiyle Albay başını sallayıp

“Öyleydi fakat... “ beni işaret edip “Şüphelendiği bir şeyler var riske atamayız” adımı söylememesi beni mutlu ederken Kahve Adam “Eğer şüphelendiğiniz gibi değilse bizi tuzağa çekmekte olabilir amaçları” dedi haklıydı, kafamı sallayıp

“Tüm tedbirleri aldık, teslimatın yapılacağı yerde biz harici ekipler olacak. Ben özel olarak gözcü de ayarladım. Olası bir riskte bizi yakından takip edeceklerdir” Sözlerim bittiğinde başını salladı.

Harun “Her şeyi ayarlamışsın. Peki ya korktuğun başına gelirse ve senin İstihbarat Teşkilatı’na çalıştığını bilirlerse. “ dediği şeyle yüzüm gerilmişti. Çünkü bu ölümden daha beter bir şeydi. Mesleğin en korkunç kısmıydım daha bir kaç hafta önce Fatih’in yaşadığı işkenceler aklıma gelince ağlamamak için zor tuttum kendimi.

“Sıkın kafama” dedim bunu o kadar duygusuz söylemiştim ki Kahve adamda içine salondaki herkes afallayan gözlerle bana bakıyordu.

Kahve adam “Saçmala” diye beni geçiştirirken Harun beni anlayan bir bakış atıp “Neden öyle dediğini tahmin edebiliyorum ama, vatan için çalışan birini öldürmek bizim görevimiz değil.. “ Konuşmasını bölüp

“Bir kaç hafta önce en yakın arkadaşımı şehit verdim. Tam iki hafta işkence gördü. Cenazesi elimize geldiğinde tanınmaz haldeydi. Bakın beyler işkenceden korktuğumdan değil, olurda dayanamaz ve konuşursam, bir tek ben değil tüm ekibim riske girer. Hatta bu sizin dahi sonunuz olur” dediğimde hepsi sus pus olmuştu Ali

“Seni korumak için elimizden ne geliyorsa yapacağız. Bizim yanımızda ölmekten bu kadar kolay bahsetme. “ dedi sesi homurdanır gibi çıkmıştı.

Kahve adam “Zaten bu en kötü ihtimal. Yakalanırsak seninle değil bizimle meşgul olacaklardır. Daha öncede canlarını defalarca kez sıktık” dedi sırıtırken. Kendinden emin konuşuyordu ama, Bir teröristin eline geçmek en tehlikeli olanıydı. Ayrıca bir şerefsizin elinde ölümü bekleyeceğime, onurlu bir Türk Askeri’nin elinde can vermeye razıydım.

“Hepimiz işkenceye dayanıklıyız. Ama bu şerefsizler işkencenin bile sınırı olduğunu bilmiyorlar. Karşıda ki cansız bir maket gibi tavır alıyorlar. Bakın ola ki benim kim olduğumu bilirlerse öldürmekten çekinmeyin.” Dedim yeniden bu defa hepsi beni anlayan bakışlar atarken, kahve adam hâlâ saçmalama der gibi bakıyordu.

Arif “Şimdilik bunu konuşmayalım. Müsaadenizle hazırlıkları başlatalım komutanım” dedi Albay onay verirken hepimiz selam verip çıktık. Ekibin peşinden gidecekken Kahve adam kolumu tutup beni kendine çevirdi “Deşifre olmayı aklının uçundan bile geçirme. Henüz tanışmadık istiridye güzeli” söylediği şeyle ben afallarken onun gülümsemesi genişleyip, beni arkasında bırakıp gitti. Ne demişti o, istiridye güzeli mi.

Adımı ancak bu kadar tuttururdu. Harun da dışarı çıkınca kendimi toparlamaya çalışsam da yüzümdeki aptal tebessümü görmüş olacak ki, sesli bir kahkaha attı. “Kahve adamın yanında da böyleysen, ondan etkilendiğini çoktan anlamıştır” kaşlarım çatılırken o da beni arkasında bırakıp gitmişti. Bu nasıl komutandı. Bunların hepsi manyaktı arkadaş. Üstelik kahve adamdan etkilendiğim yoktu. Aklıma gelenlerle gözden kaybolmadan arkasından bağırdım “Bu doğru değil.” O çoktan gözden kaybolmuştu fakat benim bağırmamla Albay dışarı çıkınca bana anlamaz bakışlar atmıştı. Rezilliğinde bir dozu olmalıydı değil mi? Baş selamı verip, direkt bahçeye çıktım. Gün içinde bu kadar rezillik, benim bünyeme fazlaydı.

...

Gece tam on iki olmuştu, ekiple teslimatın yapılacağı yere gitmiş, her birimiz ikişer gruplar halinde yerimizi almıştık. Benim yanımdaki adamın kim olduğunu söylemeye gerek yoktur diye düşünüyorum. Harun bizi konumlandırırken, alay ederek onu benim yanıma koymuştu. Bense ona hiç bakmıyor, dikkatim dağılmasın diye gözümü hedeften ayırmıyordum. Kulaklığımdan gelen sesle, elimdeki silahın daha bir sıkı tuttum. Çünkü tahmin ettiğim gibi olmuştu. Teslimat aracı süzüle süzüle eceline geliyordu.

Harun “Beyaz kuş yerinden ayrılma. Sende onu koru” beyaz kuş dediği bendim. Sende diye hitap ettiğinde yanımdaki Kahve adamdı. Ekibi nasıl tembihlediyse, kimse adını anmıyordu. Teslimat aracı Arif ve Onura yakın bir yerde durmuştu. İçinde ki adam inince arka da iki siyah araba da yenice teslimat aracının arkasında durdu ve içindekiler indi. Gördüğüm kişiyle nefesimi sıkıntıyla bırakıp

“Kahretsin” diye fısıldadım Kahve adam bana dönüp “Neler oluyor” der gibi tek kaşını kaldırdı. “Seçkin burada, Tekrar ediyorum Seçkin burada. Sandığımızdan daha çok şey biliyor. Sakın öldürmeyin”

Teslimatı Bilal ya da oğlu Sinan yapmamıştı. Onun yerine Seçkin ve yakın adamları getirmişti. Bu demek oluyordu ki Seçkin güvendikleri bir adamdı. Milyonluk nakliyatı onun kontrolüne veriyorlarsa, Seçkin sandığımdan daha fazlasıydı.

Harun “Durun, gelenler var” dediğinde Seçkin’in karşısına geçen adama baktım, bu da Halil’di. “Azadın yeğeni bu.” Dediğimde Kahve adam bir küfür savurdu.

“Azadı tanıyoruz, böylesi büyük bir teslimata kendisi gelirdi. Bilal, Seçkini Azad’da, Halil’i yem attı. “ dediğinde yüzüm kasıldı. Bu demek oluyordu ki burada olduğumuzu biliyorlardı. Elim gayri ihtiyari telefonuma gidince, kahve adam elimi tutup

“Şimdi değil. Avlanmayacağız. Avlayacağız” dedi iyi ama Yiğit’e haber vermem gerekiyordu. Eğer beni burada görürlerse Yiğit’inde işi biterdi. Yinede dediğini yapıp telefonu cebime koydum.

Harun “Geri çekilemeyiz. Yerimizi bilmeseler dahi adamlarını yerleştirmişlerdir. Onur arka taraftaki ekiple irtibata geç, dikkat dağıtsınlar. Arif sizde adamları kaçırmayın elinizden. Ali, Ahmet benimle kalın. “ Sözleri bittiğinde Kahve adamın kaşları çatıldı kısık bir sesle

“Ben ne yapıyorum örgü mü örüyorum komutanım” dediğinde az kalsın kahkaha atacaktım. Böyle bir durumda bile espri yapabiliyordu.

Harun “Sen bana bu gece adımı söylemeyin demedin mi oğlum.” Dediğinde gülümsemem iyice genişlerken ona bakmamaya gayret ediyordum. Bana ters bir bakış atarken, patlayan silah sesiyle herkes ciddiyete bürünmüştü. İlk silahı bizim yerleştirdiğimiz ekip sıkmıştı, bu da onların yerini belli ederken bizim de onların yerini öğrenmemize vesile olmuştu. Çünkü tam sağ tarafımızda bize karşılık bir grup çatışmaya başlamıştı.

Seçkin ve Halile baktığımda araçlarının tekerine sıkılan kurşun sayesinde kaçamamışlardı. Ama ikisinde de silah vardı. Ve Arif araçlarına sıktığı için artık yerimizi biliyorlardı.

“Şimdi” Harun’un bağırarak söylediği şeyle, hepimiz daha önce ayarladığımız yerlere geçmiştik. “Bize ihanet eden kim dersin Halil” diye bağırdı Seçkin. Sesini birine duyurmaya çalışır gibiydi. Halil “Bilmiyorum ama dua et tahmin ettiğin kişi olsun. Üzülüyordun gitti diye” sesleri oldukça eğlenir gibi çıkıyordu.

Bense duyduğum şeylerle bahsettikleri kişinin ben olduğumu anlamıştım ama yine de ses etmedim. Bu gece ya ölecek ya öldürecektim. Çatışma iyice koyulaşırken, Harun’un arkasındaki adamı görmemle sırtına bir kurşun sıktım. Acıyla inleyerek yere düşmüştü. Harun hemen arkasına dönüp, yüzüne savurduğu bir tekmeyle yarı baygın olan adamı etkisiz hâle getirdi.

“Güya biz seni koruyoruz” diye homurdanmayı da eksik etmemişti. Kahve adamda bir kaç adamı yere devirince göz ucuyla bana baktı. Güya nispet yapıyordu. Ama sessizce sağından gelen adamı görmüyordu tabii. Hemen silahımı kaldırıp omzunun üzerinden adamın sağ göğsüne ateş ettim. Bu defada ben ona nispet yaparken

“Benimle flört mü ediyorsun istiridye güzeli? Tekniklerin oldukça kuvvetli canımı kurtardığın için senden etkilenmedim diyemem” dedi sesinde bariz alay vardı. Sessiz kaldım ama sol tarafımda ki organın bu gece sessiz kalacağını sanmıyordum. Ayrıca onunla flört etmiyordum. Kulağımın dibinde patlayan sesle arkamı döndüm, bir adam tam kafasından vurulmuştu. Kahve adamın yaptığını gülen sesinden anlamıştım

“Eminim silahlı bir çatışmanın ortasında olmasak boynuma atlardın. Ama üzülme bunu hatırlatacağım” adam resmen benimle eğleniyordu. Çatışma artık eskisi gibi değildi. Seçkin ve Halil her ikisinde de yaralar vardı. Ondan dolayı kaçamamışlardı. Harun “Arif sen çevrede ki ekiplere haber ver araçla ilgilensinler. Ali sende adamları götür, konuşana kadar tedavi ettireyim deme. Siz görünmeden çıkın buradan.

“ Bize gelen komutla Kahve adamın işaret ettiği yere doğru yürüdüm. İki büyük araçla iki de küçük araçla gelmiştik. Şimdi biriyle dönecektik muhtemelen. Bir adım atmıştım ki ağzım kapanıp bir ağacın arkasına çekilmem bir oldu. Aldığım yoğun kahve kokusuyla rahatlarken bir yandan da şaşırmadan edememiştim. Bu adamın her şeyi kahve gibiydi. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda oldukça yakın olduğumuzu görmüştüm. Açık kahve gözleri yüzümü incelerken elini ağzımdan çekti.

“Birileri geliyor. Onları gözleyeceğim” diye bilgi verdi. Bana iyice yaklaştığında burnum omzuna değmişti. Kalbim ağzımda atarken, “Kahretsin” diyen sesini duymamla “Ne oluyor” diye soru yönelttim.

“Azad burada ama yakalamazsak kaçacak. Burada bekle, bir yere ayrılma” dedi ve benden uzaklaşıp Azada doğru hareket etti. İyice uzaklaşınca arkamda duyduğum sesle elimdeki silahı arkamdakine doğrultmam bir oldu. Yabancı olduğunu görünce hiç tereddüt etmeden yaraladım. Elindeki silahı çekip alırken belime doğrulan namluyla kalakalmıştım.

“Sakın hareket etme dağıtırım o güzel kafanı” Bana sıksa dahi durmayacağım için elimde az önce adamdan aldığım silahı yere atıp doğruldum. Bunu yapmamın amacı beni savunmasız bıraktığını sanmasıydı. Belimdeki silahı henüz fark etmemişti. Vakit kaybetmeden silahı kafasına dayamıştım ki belimdeki silahın tetiğine bastı. Bende tam o sırada ateş etmiştim. Üzerimde çelik yelek olmasına rağmen, yakın mesafe olduğundan canım bir hayli yanıyordu. Kanadığına emindim fakat şuan naz yapacak zamanda değildim. Biraz sonra Kahve Adamın Azadı yakalayıp getirdiğini görünce rahatladım.

“Sende boş durmadın ha Amazon kadın” dedi sesi oldukça keyifli çıkmıştı. Yüzümü her ne kadar ifadesiz tutmaya çalışsam da bu adamın yanında pek mümkün olmuyordu. Dudaklarımda ki aptal sırıtmayla,

“İstiridye güzeline ne oldu” deyip elinde ki adamı işaret ettim “Yoksa yeni istiridyen bu mu? Değişik zevklerin var Kahve adam” Dediğimde gülüşü genişlerken

“Yeni istiridyem buysa eskisi sen mi oluyorsun? Gerçi eski kısmı tartışılır” dedi bu adam bu kadar kısa sürede beni nasıl kendine çekmişti bilmiyordum ama, kızmam gerekirken ağzım kulaklarımda gülüyordum. Ama ben Yiğit, Barış, Selim ve Uğurunda esprilerine gülüyordum. Bu adam da ancak dostum olurdu. Üzgünüm kahve adam senden etkilenmiyorum.

“Silah sesleri duruldu. Şu iti götürelim de ne yapacağımıza karar verelim” dediğinde başımı sallayıp önüne düştüm. Muhtemelen Seçkin ve Halil’i götürmüşlerdi. Azad beni tanımadığı için yüzümü görmesini dert etmedim. Zaten karanlıkta çokta gördüğü söylenemezdi. Ekibin yanına geldiğimizde Harun bizi görünce sırıttı

“Vay demek dönmek yerine ceylan avladınız. İyi ama ağzı niye bağlı bunun. Açta duyalım o tiksinti sesini” dediğinde Azadın, ekibi oldukça uğraştırdığını anlamıştım. Kahve adam yüzünü buruşturup

“Komutanım bir süre daha açmasak, topuğuna sıktığımda ki tiz çığlığını duysaydınız bana hak verirdiniz” dediğinde herkes gülmüştü. Harun, Azada yaklaşıp, ağzındaki bezi çekti. “Senin geleceğini tahmin ettim. Bugün sen kazandın komutan. Ama unutma ben kaybedersem bunun bedelini herkes öder. “ diye tehditler yağdırırken, Harun sadece gülüyordu. Azad onu sinirlendiremediği için iyice kudururken, gözleri bana kaydı. Dudakları yukarı doğru kıvrılırken Harun’a bakıp

“Beni bu hatunla aynı yere kapatacaksanız cezaya razıyım” dediğinde kahve adam onu kendine çevirip yüzüne kafa atmıştı. Sinirini dizginleyememiş olmalı ki, yumruklarını art arda yüzüne indiriyordu. Arif elinden adamı zor bela alıp bir araca koydu. ,

Bende Harun’a dönüp “Seçkin benim burada olduğumu anladı. Bir şekilde haber uçuracaktır. Onlara ulaşmam gerekiyor” dedim başını sallayıp beni onayladı ve Arif’in Azadı koyduğu araca gitti. Arif, Ahmet, Onur ve Harun geri dönmek için gitmişlerdi. Kahve adam ve Ali’de benimle kalmışlardı. Hâlâ sinirli görünüyordu ama, kendini biraz dizginlemişti. Onları umursamayıp hemen iki adım ötedeki, ağacın dibine geldim. Telefonumu çıkardığımda gördüğüm saatle ufak bir şok yaşamıştım. Saat nerdeyse altı olacaktı, zaten iyiden iyiye aydınlanmış havayla bunu tahmin etmeliydim. Telefonumda hemen Beyza’nın numarasını tuşlayıp, açmasını bekledim. Beyza bir kaç çalışta telefonu açınca derin bir nefes verdim.

“Alo İnci. Sensin değil mi? Allah’ım şükürler olsun. “ diye art arda konuşunca gülümsedim “İyiyim merak etme. Ama Seçkin benim burada olduğumu bildiğini ima etti. Bu ne demek oluyor biliyorsun. Yiğit’e haber ver derhal oradan ayrılsın” dediğimde sıkıntılı bir nefes verip “Zaten Yiğit’i anladılar, bizde senin gibi yorucu bir gece geçirdik. Merak etme. Sadece Barış omzundan yaralandı. Şuan hastanedeyiz. Durumu iyi merak etme” dediğinde sesi iyi gelsede kaskatı kesilmiştim. Gözümden bir damla yaş akarken

“Ne diyorsun Beyza ne demek Barış yaralandı. “ dediğimde onun da titreyen sesi geldi kulağıma “Uğurun önüne atladı. “ dediğinde ağlamam şiddetlendi. Durumu her ne kadar iyi olsada, Barış bizim ekibin en sevilen üyesiydi. Yara alması dahi bizi derinden etkilemişti. Tabii daha yeni şehit verdiğimiz arkadaşımız, içimizde korku oluşturduğundan, kimsenin yara almasını dahi istemiyorduk. Gözlerimi silip

“Ben seni sonra arayacağım. Burada ki işim henüz bitmedi. Beni haberdar et. Kendinize çok dikkat edin. Bunun altında kalmayacaklar.” Deyip cevap vermesine müsaade etmeden kapattım. Arkamı döndüğümde Kahve adamı tam arkamda görmeyi beklemiyordum. Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki beni göğsüne çekip, konuşmamı engelledi. Ellerim iki yanımda asılı kalırken ne yapacağımı bilememiştim. Kalbim resmen ağzımda atıyordu. Muhtemelen az önce konuştuklarımızı duymuştu ve teselli amaçlı sarılıyordu. Ona karşılık vermediğim için tam geri çekilecekti ki ellerimi beline doladım. Bunu neden yaptım bilmiyorum ama, ona sarılmak istemediğimi düşünsün istememiştim.

En sonunda benden ayrılıp “Arkadaşının durumu nasıl? “ diye bir soru yöneltince kederli bir iç çektim. “Durumu iyi fakat onu yaralı hayal edince dahi kötü oluyorum. “ dediğimde başını sallayıp, “Arkadaşlarına fazla düşkünsün. Eğer izin verseydim o çatışmanın ortasında arayacaktın” dedi haklıydı. Onlar söz konusu olduğunda canımı bile onlar için feda edecek duruma geliyordum. Sessiz kaldığımı fark edince, dudakları yukarı doğru kıvrıldı

“Görev de bittiğine göre söyle bana Kimsin sen”

“E az önce ölümden dönen kişiyim işte”

“Ne çok ortak noktamız var. Bence bir kahve içebiliriz” dediğinde sesli bir şekilde gülüp elimi uzattım

“Madem bu kadar ortak noktamız var tanışalım. Ben İnci, İnci Saral.“ dediğimde adımı duyunca baya şaşırmıştı. Çünkü bana istiridye güzeli derken, adımı bilmiyor İnci gibi güzel olduğumu ima ediyordu. Şaşkın bir halde elimi sıkıp,

“ Bende Yusuf, Üsteğmen Yusuf Asaf Özdemir”

Yusuf Asaf Özdemir

Bu ismi yıllar geçse de unutmayacaktım. Çünkü az önce adını en sevdiğim şairden aldığını öğrenmiştim. Belki de bu adam en sevdiğim şairin en sevdiğim şiiri olmaya adaydı. Bunu zaman gösterecekti.

...

Kışlaya geldiğimizde saat dokuzdu. Yusuf’la yol boyu hiç konuşmamıştık. İkimizde çok yorgun olduğumuzdan bir birimize laf atacak halimiz bile yoktu. Kışlaya geldiğimizde ise direkt toplantı odasına gidip, iki gündür izinde olan Yarbayı bekliyorduk. Evet ekipte bir tek onunla tanışmamıştım. Ali’nin anlattığına göre ekip onu çok seviyordu. Babacan bir adammış. Ondan bahsederken dahi saygılarını aşmıyorlardı. Adının Yılmaz olduğunu öğrendiğim adamdan o kadar övgüyle bahsetmişlerdi ki, merakla onu bekliyordum. Evet Binbaşı ve Albay da gayet iyi adamlardı, ama ekip onlardan hiç övgüyle bahsetmemişti.

“Yılmaz komutanımı gördünüz mü bu sabah” dedi Arif. Ahmet başını sallayıp “Sabah geldiğimde gördüm. Toplantı odasına gidin geliyorum dedi” geleli henüz on dakika olmuştu, fakat hepimiz yorgun olduğumuzdan beklemek zor geliyordu. “Sen nereye gideceksin İnci” diyen Aliyle kafamı kaldırıp yüzüne baktım “Otele giderim yine, Eğer bir aksilik olmazsa, ve acil göreve çağırmazlarsa biraz kafa tatili yapayım diyorum” dediğimde hepsi bana gülünce kaşlarımı çattım.

Ne demiştim ben, niye gülüyorlardı sanki Yusuf’a baktığımda onunda dudaklarının kıvrıldığını görünce dayanamayıp “Neden gülüyorsunuz ne dedim sanki” diye sorduğumda Onur “Şırnak’tayız İnci. Kafa tatili diyorsun” dediğinde neden güldüklerini anlayıp bende güldüm. “Bir süre burada kalıp Seçkinin sorgusuna katılmak istiyorum, tabii Yılmaz komutan izin verirse” dediğimde hepsi tatilden kastımı anlamıştı. Biz kendi halimizde konuşurken kapı açılmış ve merak ettiğim komutan gelmişti.

Hepimiz ayağa kalkarken kafamı kaldırıp Yılmaz komutana baktım. Yüzüne bakmamla dahi içime oturan o babacan haliyle gülümsedim. Bu adamın huyu değil tipide tam baba gibiydi. O nasıl oluyorsa artık. “Oturun çocuklar, zaten yorgunsunuz birde ben beklettim” dediğinde kimse itiraz etmeden oturdu. Oda kendi yerine geçtiğinde bana baktı. Az önce benim ona baktığım gibi bakıyordu. Ne yani bende de mi baba tipi vardı

“İnci Saral az önce dosyanı okudum. Zaten çok başarılısın ama bu görevde çok iyi iş çıkarmışsın” dediğinde teşekkür edip “Sizden bir ricam olacak Seçkinin sorgusuna ben de katılmak istiyorum. Gözlemlediğim kadarıyla bazı zayıf noktaları var, sorgusuna katılıp onu ben konuşturmak istiyorum” dediğinde yüzünde bir şaşkınlık oluştu,

“Nasıl yani arkana bakmadan kaçmıyor musun?” dediğinde gülümsedim. Beş yıldır görevlere çıkıyordum tek gün dahi izin kullanmamıştım, ben işimi severek yapıyordum. Ama onlar bunu bilmiyordu tabii “Bu görev benim için oldukça hassas bir konu. Arkadaşımın emaneti gibi bir şey oldu.” Dediğimde hüzünle başını sallayıp

“Fatih Bağcıyı duydum, oda işinde oldukça iyi bir istihbaratçıymış. Başınız sağ olsun” dedi biraz sessizlikten sonra “Seçkini sorgulamak bizim görevimiz fakat, Seçkin düz bir adam değil bu görevi o sebeple üstler aldı. Ama bir şeyler ayarlamaya çalışırım, bu bir kaç gün sürebilir belki bir hafta, düz bir adamdan bahsetmiyoruz. “ dedi başımı sallayıp

“Buralarda olacağım sizden haber beklerim. “ dediğimde başını sallayıp ekibe döndü

“Evet aslanlar, yine iyi iş çıkarmışsınız. Duyduğuma göre Azadı da yakalamışsın Yusuf Asaf ”dediğinde Yusuf’a baktı. Yusuf onu onaylarken

Harun “Eğer Yusuf Asaf görmese orada olduğunu dahi bilmeyecektik. Yine yılan gibi sıyrılacaktı işin içinden” dediğinde gülümseyip Yusuf’a baktım. O da ekibin başarısından bahsederken, o konuşurken ona baktığımı anlamış olacak ki kafasını kaldırıp bana baktı. Kısa bir bakıştı ama içim yine yumuşacık olmuştu. Bu adamın yanında niye pamuk şekeri oluyordum ben.

“İnci” diyen sesle Harun’a döndüm. “Sen fazla yoruldun herhâlde. Duymuyorsun beni” dediğinde yanaklarım kızardı, Yusuf yüzünden alıkta olmuştum.

Tam cevap verecektim ki benden önce davranan Arif “Tabii yorgun olur komutanım, o bizim gibi bilek gücüyle çalışmıyor ki, zihnini yoruyor” dedi.

Resmen bana çömez demişti. Onu umursamayıp “Evet biraz yorgunum ne demiştin” dedim

Harun “Otel senin için güvenli değil. Burada bir yer ayarlayalım sana “ dediğinde Yılmaz Komutan kaşlarını çatıp “Sürüyle adamın içinde genç bir kızın kalmasını onaylayacak kadar delirmedim. “ dedi

Harun sözlerini tebessümle dinlerken, Yusuf ne diyeceğini merakla bekliyordu “Bir kaç gündür kızım ve eşimin taşınma telaşesi içindeydim. Kızım Suay matematik öğretmeni buraya yeni atandı. Onlarda haliyle temelli buraya taşındılar. Eşim ve kızım seni ağırlamaktan mutluluk duyar” dediğinde Yusuf derin bir nefes aldı. Gergin bir hali var gibiydi.

“Ben sizi rahatsız etmeyeyim, otelim gayet güvenli” diye cevap verdiğimde Yusuf’un yüzü rahatlamıştı, ne yani Yılmaz komutanın evinde kalmamı istemiyor muydu iyi de neden.

Yılmaz komutan “Bu konuda ısrar kabul etmiyorum Yeşim ve Suay duysa ben demeden onlar gelmeni isterdi. Benim evimde kaldığın müddet benim kızımsın, ondan sonrasında elimi üzerinden çekmem zaten. Akşam hazır ol. Beraber çıkarız” deyip gitti. Herkes Yusuf’a sırıtarak bakıyordu, ne dönüyordu burada. Yusuf resmen kıpkırmızı olmuştu. Sessizliği bölen Ahmet’in sesli gülüşü oldu. Ardından hepsi kahkaha atarken bir ben birde Yusuf’tan ses çıkmıyordu. Harun kendini zar zor dizginleyip “Ayvayı yedin sen koçum.” dedi

Hadi ama biri bana burada ne olduğunu açıklasın. Ahmet “Komutanım. Yılmaz komutanın kızına istiridye mi dersiniz Amazon mu dersiniz yoksa dümdüz bacım mı dersiniz orası sizin bileceğiniz iş” dedi gözlerim kocaman olurken, Arifte kahkahasını durduramayıp “ Komutanım sizin hayatınızdan önemli değil. Bacım iyidir” dedi iyice sinirlerim bozulmuştu bacım neydi ya

“Kesin sesinizi. Komutanım lafım size değil” dediğinden herkes bir anda sus pus olurken, Arif dayanamayıp “Komutanım siz komutanın kızım diye sahip çıktığı kıza tanışalım dediniz. Bundan komik bir şey var mı. Ben olsam... “ deyip direkt gülmesini durdurdu elini kulağına götürüp masaya vurdu

“Allah korusun ben olsam deyince bile bir ürperti geldi. Yılmaz komutan tam bir kız babası onun kızının olduğu bir yerde kafamı toprağa gömer öyle yürürüm” dedi salondaki erkekler bir anda sus pus olurken bu defada sadece ben gülmüştüm.

Demek ki Yılmaz komutan oldukça iyi bir babaydı. Acaba benim babam olsa o da beni böyle korur muydu, Suay gerçekten şanslı bir kızdı. Harun sessizliği bölüp

“Bu kadar şamata yeter. Saat on ikiye geliyor. Önce yemeğe gidin sonra da uyursunuz. İnci sen benim odamda kal ben çocuklarla kalırım” dedi o kadar çok yorulmuştum ki itiraz etmedim. Dün gece buraya getirdiğim sırt çantamdaki bol paça siyah kot pantolonumla beyaz düz bir gömlek giymiştim. Dün gece aldığım yara tahmin ettiğim gibi kanamıştı fakat düne göre acısı yok denecek kadar azdı. Yemekhane ye geldiğimizde ben yemeğimi alıp, boş bir masaya oturdum.

Hemen yanıma Ali ve Arifte gelmişti ötekilerde karşıma otururken Yusuf, başka bir masaya oturmuştu. Harun zaten hiç gelmemiş direkt uyuyacağını söylemişti. Kaşımı çatıp “Neden buraya gelmiyor” diye sordum. Arif sinsice sırıtıp “Neden olacak Yılmaz komutan sana kızım dedi. Buraya gelmeye içi el vermez. Ama korktuğundan değil Yılmaz komutana saygısından “ dedi.

“Siz niye buradasınız o halde Arif”

“Biz sana o manada yaklaşmıyoruz İnci”

“Hangi manada yaklaşmıyorsunuz Arif “ dediğimde hepsi birbirine bakıp gülmüştü. Bana cevap vermeyince bende yemeğine odaklandım. Bunların diline düşmek ne kötü şeydi öyle, üstelik Yusuf’la aramızda bir şey yoktu. Tamam arkadaşta sayılmazdık, ama aramızda bir şey de yoktu işte. Hem onu tanıyalı daha iki gün olmuştu. Tanışalım dedi diye adamı bana aşık etmişlerdi.

Düşüncelerimi bölen Onur oldu “Yusuf Komutanım öyle çapkın bir adam değildir. Yanında yöresinde çok kız görmedik. Hele sana davrandığı gibi kimseye davranmadı. “dediğinde istemsizce gülümsedim. Çünkü bende bu yaşıma kadar görev harici kimseyle ilgilenmemiştim. Bu onunla ilgilendiğim anlamına gelmiyordu tabii.

“Ben bir arkadaşımı arayayım “ deyip masadan kaçarcasına kalktım. Harun’un odasına geldiğimde yatağına oturup telefonumu çıkardım. Yiğit’i arayacaktım. Telefon ikinci çalışta açılınca yorgun sesi kulağıma doldu “Alo, efendim İnci” dedi sesi gerçekten de çok yorgun geliyordu. Şuan hastanede olduklarından doğru düzgün uyuduğunu da sanmıyorum.

“Yiğit sesin berbat geliyor” deyip gülümsedim onunda cılız gülüşü kulağıma doldu. Bir kaç hışırtıdan sonra “İyiyim merak etme. Barışta iyi, az önce uyandı. “ duyduklarımla rahat bir nefes almıştı.

“Bir hafta daha buradayım. Yılmaz komutanın evinde kalacağım” dedim onu haberdar etmesem merak edeceğini biliyordum. “Kim dedin Yılmaz mı” dedi sesi oldukça şaşkın geliyordu. Neden bu kadar şaşırmıştı ki

“Evet eşi ve kız buraya yeni taşınmış. Anladığım kadarıyla burada çok arkadaşları yok, onlara yoldaş olayım istedi herhâlde. Neden şaşırdın ki” diye sorduğumda bir kaç dakika cevap vermedi. Daha sonra

“Yarbay mı bu adam “ diye sordu. Aklından yine neler geçiyordu Allah bilir. “Evet Yiğit, ne oluyor niye sorguluyorsun. Bu adama ne kulp takacaksın “ dediğimde bu defa da güldüğünü duydum. Evet hepimiz kafayı yemiştik. “Hiç bir kulp takmayacağım, hatta orada daha fazla kal diye üstlere yalvaracağım” söylediklerinden bir şey anlamıyordum. Nadir saçmalama anlarından birindeydi. Onu kendi halinde bırakmanın doğru olacağını düşünüp, “Sen iyi değilsin ne dediğini bilmiyorsun. Barışa çok selam söyle. Ve git bir köşede uyu! Uykusuzluk sana iyi gelmiyor “ deyip suratına kapattım. Telefonu yatağın yanındaki çekmecenin üzerine koyup, Harun’un yatağına kıvrıldım. Yorucu bir geceydi ve bana da uykusuzluk iyi gelmiyordu...

....

Kurduğum alarmın sesiyle gözlerimi araladım. Odanın içi iyice kararmıştı, yatağın yanındaki çekmecenin üzerinde duran telefonumu alıp, saate baktığımda akşam altı olduğunu görmemle hemen ayağa kalktım. Harun’un yatağını eski haline getirip, odasına getirdiğim eşyaları toparlamaya başladım. Yılmaz komutanı bekletip, mahcup olmak istemiyordum. Hiç zorunda değilken bana evini açmıştı. Üstelik kızı ve eşinin ne tepki vereceğini bilmeden yapmıştı bunu. Bu misafirlik bağları nasıl olurdu bilmiyordum. Çünkü benim ekipten başka ne arkadaşım ne de ailem vardı. İlk kez birinin evinde misafir olacaktım. İçimde küçük bir kız telaşı vardı. Ya beni sevmezlerse, ya beni evlerinde istemezlerse diyordu içimdeki ses. Sanki sekiz yaşında bir çocuktum ve bayram gezmesine gidiyordum. İçimde garip bir heyecan vardı. Aslında biz çocukken öteki çocuklardan çokta eksik büyümemiştik. Hatta yetimhanede ki çoğu çocuktan şanslıydık. Çünkü hepimizin eğitmenleri, bize anne babamız gibi davranıyordu. Çocuk yaşta ağır eğitimler görmüyor, aksine dil eğitimi, mantık ve spor eğitimleri alıyorduk. Yinede güzel bir çocukluk geçirmemiz içimizde ki aile özlemini silip atmıyordu. Bu özleme dayanamayanlar görevin ilk yılları ailesini bulmuştu. Ama ben hiç araştırmamıştım bile. Annemi en son sorduğumda sekiz yaşındaydım. Müdüre Hanım ismimin nereden geldiğini anlatmıştı. Daha sonra da beni buldukları zaman üzerimde bulunan eşyaları vermişti. Ona beni neden bıraktılar dediğimde “Bazı insanlar kötüdür İnci, bazı şeyleri bir nedene tutunarak yapmazlar. Annen seni bıraktığında çok genç bir kadındı. Belki de sana bakmaktan korktu” demişti. O zaman sanıyordum ki çocuk bakmak dünyanın en zor işi. Bu kadar zor olmasa annem beni niye bıraksın. Hem bir anne çocuğunu neden bırakır zorluk çekmese. Değilmiş, tüm zorluğa ve yokluğa karşı bir anne çocuğunu bırakmazmış. Mesela bir kedi kış boyu soğuktan titrese de bırakmıyor yavrusunu. Bulduğu tüm yemeği onun gelişmesi için ona yediriyor. Benim annem bir kedi kadar da mı değildi.

Kapının çalınmasıyla düşüncelerime ara verip, sırt çantamı omzuma taktım. Kapıyı açtığımda karşımda Harun’u görmemle gülümsedim. Asla egolu bir adam değildi. Ekibine arkadaş gibi davranıyor, onlarda kardeşleri gibi ilgileniyordu. Hatta ekibin arada ona ağabey dediğini bile duymuştum.

“E hazırlanmışsın sen, ben sabaha kadar uyursun sanıyordum“ dediğinde güldüm üzerinde haki bir gömlek kavun içi kumaş bir pantolon vardı. Onu umursamayıp bir adım geri çekilip, baştan aşağı süzdüm. Kesinlikle biriyle buluşma tarzıydı bu “jilet gibi olmuşsunuz komutanım, kim bu şanslı kız” dediğimde gülümseyip ensesini kaşıdı, kesinlikle biriyle buluşacaktı, iyi ama neden çekingen duruyordu

“Biriyle buluşmaya gider gibi mi olmuşum “ dediğinde kafamı salladım. “Ahmet’e uymayacaktım” ağzının içinden homurdanınca kaşlarımı çatıp “Kızı davet ettin değil mi? “ diye sorduğumda bana ters bir bakış attı. Ne var canım unutmuş olabilirdi “Kız falan yok İnci. Sakın Yılmaz komutanımın yanında kız lafı açma. Yeşim abla davet etti “ dediğinde hâlâ gergindi. Acaba gerginliği Yılmaz komutanın kızı için olabilir miydi? Onu umursamayıp odadan çıktım. Oda peşime takılınca, aklıma gelenlerle sırıttım

“Harun, Yılmaz komutanın kızı kaç yaşında”

“24 yaşında”

“Hmm onun burcu neydi ya”

“Bilmem, ama yirmi beş mart doğumlu niye sordun ki.” Dediğinde gülümsemem iyice genişledi. Bu soruları ona karşı ilgisi olup olmadığını merak ettiğim için sormuştum. Ve sanırım bu adam bu kızdan etkileniyordu. Sabah Yusuf’a kahkahalarla gülen o değilmiş gibi, birde kızın evine gelecekti. Gülme sırası bana ve Yusuf’a gelmişti sanırım

“Öylesine sordum. Şey başka kim gelecek “ dediğimde sesli bir şekilde gülüp “Yusuf’u soruyorsan, o öğleden gitti bile. Yusuf’un babası ile Yeşim abla yakın arkadaşlar. Ondan dolayı araları baya iyidir. Suayla da öyle tabii” sonuna doğru kısılan sesiyle iyice emin olmuştum. Kesinlikle bu adam aşıktı.

Bir dakika ne!

Yusuf Asaf ‘ta mı orada olacaktı? Üstelik Suayla yakındılar. Bu yakınlık Harun’un gözünden kaçmadığına göre, baya bir yakındılar. Az önce gülen yüzümün düştüğünü fark edince, hemen toparladım kendimi. Yılmaz Komutanın bizi kışlanın bahçesinde beklediğini görünce hemen yanına gidip

“Kusura bakmayın komutanım beklettim. Ben Harun komutanla geleyim sizi rahatsız etmeyeyim “hızlıca sıraladığım cümlelerle, elini omzuma koyup “Benim yanımda Harun’un buna cesaret edeceğini sanmıyorum kızım” bana kızım demesiyle kafamı hızla ona çevirmiştim. Bu sözü bir tek eğitmenim ’den duymuştum. Şimdi karşımdaki bu adam bana kızım deyince, nevrim dönmüştü. O çoktan arabasına binmişti. Bende onu çok bekletmeyin yanına oturdum. Araba hareket ettiğinde nefes dahi almaya çekiniyordum. Hayatımın hiç bir evresinde bu kadar çekingen biri olmamıştım. Ama şimdi bu adamın önünde pençe divan durasım geliyordu. Birde sürekli ağlamak istiyordum. İstanbul’a döndüğümde kesinlikle bir psikoloğa görünmeliydim. Ruh sağlığım pek iyi durumda değildi.

“Kaç dakika “

“Anlamadım komutanım”

“Rekorun diyorum kaç dakika. En fazla kaç dakika nefesini tutabiliyorsun” dediğinde nefesimi tuttuğumu yeni fark ediyordum. Derin bir nefes aldığımda kahkaha attı.

“O büyük işleri, yanımdaki küçük kız çocuğu mu yaptı sahiden” diye soru yönelttiğinde bende güldüm. En zor görevim tam üç sene sürmüştü. Onun haricindeki görevlerin hepsi, eğitimin bir parçasıydı. Neticede kimse bir çaylağa çok üst düzey bir görev vermezdi. Büyük iş diye bahsettiği işler hepi topu üç görevden oluşuyordu. Yinede onu bozmayıp “Bazen böyle çocuklaşıyorum kusura bakmayın” sözlerimle kaşlarını çatıp, “Bana siz deme, kabul ediyorum amca olacak kadar yaşlı değilim. Abi olacak kadar da genç değilim ama sen en iyisi bana Yılmaz abi de. Ha sakın ola Yeşime de teyze deme ona da abla de. “ diye önceden uyarınca güldüm.

Araba bir apartmanın önünde durdu. Önce Yılmaz komutan inmiş ardından ben inmiştim. Harun da Yenice gelince Yılmaz komutanın arkasından içeri geçtik. Harun çok sessizdi. Bana dahi bulaşmıyordu. Bana dün sabah toplantı odasında dediklerini hatırlayınca sırıtıp kulağına doğru

“Ama sen Suay’ın yanında da böyle gergin duruyorsan , çoktan anlamıştır ondan etkilendiğini” dediğimde gözleri şokla açıldı. Hemen Yılmaz komutanı kontrol edip, bir şey duymadığına ikna olunca

“Manyak mısın kızım sen hayır bu bir soru değildi sen kesinlikle manyaksın. Yusuf’a üzülüyorum “dedi telaşlı haline kahkaha atmak istiyordum ama Yılmaz komutan buradayken kendimi dizginlemek çokta zor değildi

“Bence sen kendi haline yan. Benim gibi harika bir insan seni dostu olarak görmeye başladı. Ayrıca Yusuf isimli imanı anladım pis adam” dediğimde dudakları kıvrıldı.

Tam bir şey diyecekti ki bildiğimiz asansör Yılmaz komutanın evinin olduğu kata gelince susmak zorunda kaldı. Yılmaz komutan zile basınca kapı hemen açılmıştı. Kapıyı açan kişi sanırım Suay'dı. Kapıyı büyük bir coşkuyla açıp, babasının boynuna atlamıştı. Bende kapı eşinde onu inceliyordum.

Bembeyaz bir teni ela gözleri ve sarıya çalan kahve saçlarıyla beni andırıyordu. Bu saydığım özelliklerde yalnızca gözleri ve saç rengi bana benzemiyordu. Çünkü benim gözlerim daha çok yeşili andırıyordu. Saçım da koyu kahveydi. Suay babasından ayrılıp, bana sarıldı. Samimiyeti karşısında ne yapacağımı bilemezken kollarımı beline doladım. Sanırım teması seven bir kadındı. Benden ayrıldığında hepimiz içeri geçmiştik.

“Sen İnci olmalısın. Yusuf ağabeyim bahsetmişti. Ne kadar güzel bir kızsın” dediğinde o da tıpkı benim onu incelediğim gibi beni inceliyordu. Dudaklarıma yerleştirdiğim gülümsemeyle “Aynını senin için düşünüyordum. “ deyip bende onu övdüm. Bana gülümseyip, çekingen bakışlarını Harun’a çevirdi “Sende hoş geldin

Harun” Yusuf’a ağabey diyen kız Harun’a ismiyle hitap ediyordu. Ve bakışlarından anlaşılan oda bizim komutana boş değildi.

“Hoş buldum Suay. “ dedikten sonra Suay bizi oturma odasına yönlendirdi. Yusuf ve Yeşim hanım içeride karşılıklı oturuyordu. Yusuf beni görünce gülümserken, Yeşim Hanım ayağa kalkıp beni izledi. Bir süre sessizlikle beni izleyen kadınının yüzünde anlamlandıramadığım garip bir ifade vardı. Suay aradaki sessizliği bölerek

“Annecim kıza hoş geldin desene ayakta kaldı” Suay'ın sesiyle kendine gelen kadın, yanıma gelip ellerimi tuttu “Kusura bakma canım. Hoş geldin” deyip bana sıkı sıkıya sarıldı. Geri çekildiğinde Yusuf’un yanında ki boş koltuğa oturmam için işaret etti. Harun’a da aynı sıcaklıkla sarılan kadınının bakışları benim üzerimdeydi. Bakışları beni rahatsız etmiyordu fakat, acaba burada olmamı istemiyor mu şüphesi düşürüyordu içime.

Yılmaz komutan da üzerini değiştirip, gelince herkesi sofraya davet etti. “İnciyle tanıştın değil mi Yeşim” dedi Yeşim Hanımın bakışları beni bulurken gülümseyip başını salladı. “Sen de benim gençliğimi gördün mü onda” dediğinde gözlerinde bir hüzün, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Yılmaz Komutan da garip bir ifadeyle başını salladı. “Evet ilk gördüğümde bende şaşırdım. Yirmi altı yaşındaydın değil mi İnci “ dediğinde başımı sallayıp “Evet komutanım “ demiştim ki sert bakışlarına maruz kalınca gülümseyip

“Evet Yılmaz ağabey” dedim. Yeşim Hanım “Belki akrabayızdır İnci. Annen ya da babanın adını nedir “ dediğinde kaşığı tutan elimin gerildiğini hissettim. Ne diyecektim şimdi? Bu soruya verecek bir cevabım yoktu ki. En iyisi işi şakaya vurmak deyip, “Bilmem kendileriyle yirmi altı yıldır görüşmüyoruz. Aramızın çok iyi olduğu söylenemez” dediğimde yaptığım espriye kimse gülmemişti. Bence gayet komikti. Şakadan anlamamak onların hatasıydı. Yeşim Hanım “Kusura bakma canım. Bilmiyordum. Yılmaz neden önceden söylemezsin sanki” diye ona söylenirken yüzümden silinmeyen gülümsemenle “Hiç sorun değil. Aile yokluğu görmüş bir çocuk değildim.

Şuan adını veremem ama benimle ilgilenen adam öz babamdan dahi kıymetlidir” dediğimde herkes gülümserken Yılmaz komutan “Neden araştırmadın” diye sordu. “Onlarda beni araştırmadı. Yani biri adımı araştırmış olsa illa haberim olurdu. Üstelik beni bırakan kişide annemin ta kendisiymiş. “ dediğimde Yeşim hanımın gözlerinde bir hüzün belirdi “Neden yaparlar bunu bilmiyorum. İnsan kendi isteğiyle ayrı kalır mı çocuğundan. Benim de kızım doğduğundan beş ay sonra öldü. İnanır mısın acısı hâlâ yüreğimde. “ dediğinde artık ağlıyordu. Anlattıkları ile benimde yüzüm düşmüştü. Biri kendi rızasıyla bırakıyordu, öteki seneler evvel ölen kızının yasını tutuyordu. Dünya gerçekten adaletsiz bir yerdi. Yılmaz komutan karısının elini tutup teselli verirken,

Suay “A ne sulu göz oldunuz beni de ağlatacaksınız. Bu güzel gözler şu anlık ağlamaya hazır değil” dediğinde hepimizi güldürmeyi başarmıştı. Kafamı kaldırdığımda Yusuf’la göz göze gelmiştik. Göz kırpıp yemeğine odaklanırken, Yeşim Hanım şimdide onu göz hapsine almıştı. Yusuf üzerindeki bakışları hissedince, kafasını ona çevirip, “Bakışların beni bulduğuna göre yine o malum konuya gireceksin değil mi Yeşim teyze. “ dediğinde Yeşim Hanım kocaman gülümserken

“Hayır Yusufçuğum az önce o malum konunun öznesini buldum. Sen o cümlenin yüklemini idare etmeye bak “ dediğinde Yusuf sert bir şekilde yutkundu. Suay ve Harun da konuyu anlayıp, gülünce masada bir tek ben ve Yılmaz komutan anlamamıştık. Yılmaz komutan “İlk kez bu masada sizin sohbetinizi anlamayan bir ben değilim. Bunlar hep böyle İnci. Bir araya geldikleri zaman ne dediklerini anlamak mümkün değil” dedi tabağındakileri ağzına tepiştirirken.

Yusuf “Yeşim teyze benimle uğraşmasa bir sorun yok komutanım. Annemle bir olup yedi yirmi dört benimle uğraşıyorlar. “ dediğinde Yılmaz komutan sesli bir şekilde güldü “E haklılar oğlum ben senin yaşındayken evliydim. Birde çocuğum vardı” dediğinde sesi sonuna doğru kısık çıkınca, tekrar melankoli bir hava olmasın diye Yeşim Hanım

“Aman canım şimdiki gençler hep böyle. Mesela Harun geldin otuz yaşına birini dahi görmedik yanında” dedi Harun duyduklarıyla boğazına kaçan yemekle öksürürken sırtına vurup, sinsice sırıtarak Suay'a baktım yanakları kızarmış yemeğiyle oynuyordu. Kendimi tutamayıp

“Yeşim Hanım buraya gelmeden önce bizde tam bu konuyu konuştuk. O kadar özenli giyinmiş ki ben biriyle buluşmaya gidecek sandım. Meğer buraya davetliymiş” dediğimde bu defa boğazına yemek kaçan Suay olmuştu. Kafamı kaldırıp, Yusuf’a baktığında ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki keyifle beni izliyordu. Harun “Odamı sana verdiğim için giysilerimi alamadım. Bizim Ahmet’te sever böyle özenli giyinmeyi. Mecbur onun dolabından giyindim” diye açıklama yaptı. Yeşim Hanım gülümseyerek

“Ay Harun sen zaten hep jilet gibi giyinirsin. Birde kafanı kaldırıp etrafında ki kızlara baksan, fena olmayacak” dedi Yusuf sesli bir şekilde gülerken, ona eşlik etmeden duramadım. Harun ölümcül bakışlarını ikimiz üzerine atınca mecbur susmuştuk. Yemeğin geri kalanı sessizlik içinde bitmişti.

Suayla birlikte sofrayı toplarken Yeşim hanım ve diğerleri oturma odasına geçmişti. Mutfakta sadece biz vardık. Kirli tabakları makineye yerleştirdikten sonra, Suay masaya oturunca bende karşısına oturdum. Sessizliği bozan ilk o oldu “Ne iş yapıyorsun İnci “ sorduğu soruyla gülümseyip

“Devlet memuruyum desem inanacak mısın” dedim oda benim gibi gülüp

“Sormadım say. İnci seninde dikkatini çekti mi Yusuf ağabeyin bakışları. Yemek boyunca seni izledi resmen” dediğinde yanaklarımın ısındığını hissediyordum. Onu umursamayıp “Bilmem ben daha çok Harun’un sana olan bakışlarına odaklanmıştım” şimdide onun yanakları kızarmıştı. İkimizden de bir süre ses çıkmayınca ikimizde aynı anda konuşmaya kalkınca güldük. “Sen söyle “ dedi. Suayla aramızda daha önce hissetmediğim bir bağ hissetmiştim. Sanki gözüne baktığımda ne düşündüğünü anlıyor, onunla aynı düşüncelere kapılıyordum.

En yakın arkadaşım Beyza’yla bile bu kadar yakın olduğumuzu hissetmemiştim. Garip bir duyguydu işte. “Senin yanında garip hissediyorum. Çocukluktan bu yana hiç ayrılmadığım arkadaşlarımın yanında bile bu kadar yakın hissettiğim olmamıştı. Üstelik seni tanımıyorum bile” sustuğumda yüzüne baktım. Onunda yüzünde garip bir ifade vardı. Ben neyse ilk kez bir aile ortamında kendim olarak bulunuyordum ama ona ne oluyordu.

“Sana bakınca ağlamakla gülmek arası bir şey oluyorum. Ve evet benimde çok fazla arkadaşım var ama hiç böyle hissetmemiştim” deyip bir süre sustu “Belki de biz arkadaştan öteyizdir. Belki de ruhlar aleminde çok yakındık, tekrar bir araya geldik. “ dedi gülerken söylediklerine bende gülüp elimi elinin üstüne koydum. “Öyledir belki de. Şu bir haftayı iyi değerlendirelim o zaman neticede ezelden beri arkadaşız” bu defa da o gülmüştü. Kaynayan çayı demleyip o içeri geçerken. Bende aklıma takılanlarla mutfakta kalmıştım. Bu evde herkese karşı bir yakınlık hissetmemiştim. Belki de Yeşim hanımın tahmini doğruydu. Belki de akrabaydık. Belki de sadece ben aile özleminden onlara bir yakınlık besliyordum. İçimden anneme bilmem kaçıncı kızışımdı, beni bırakmasa belki Suayla daha farklı tanışıp arkadaş olacaktık. İçimi kemiren şüpheyle, istemsizce Yiğit’in numarasını tuşladım. İlk çalışta açılan telefonla direkt konuya girdim

“Benimle ilgili araştırdığın her şeyi istiyorum. “ dedim bir kaç hışırtı sonrası

“Ne oldu birden” dedi ne olduğunu bende bilmiyordum. Fakat bugün burada olmak Yılmaz komutanla bir yakınlığım var mı yok mu merak etmek beni yormuştu.

“Onu merak ediyorum. Beni bırakan kadını” sesim oldukça kızgın çıkmıştı “Seni bırakan kadınla ben konuştum o senin... “

“Sus Yiğit sadece bana at. Bilmek istiyorum ama sen söyleme. Eğer yıllarca kızdığım gibiyse söz veriyorum, hiç bilmiyormuş gibi yapacağım. Ama eğer bir nedeni varsa, affetmem gereken biri var “ yiğit telefonu suratıma kapatınca, kendini sıktığını anladım. Bir kaç dakika sonra telefonuma gelen maille, gözlerim ifadesizce masanın üzerinde duran telefona kaydı. Yiğit’in attığı mailde tüm hayatım vardı. En korktuğum şey ise annemin suçsuz çıkmasıydı. Evet annemin suçsuz olmasından ölesiye korkuyordum. Ona kızmak o kadar kolaydı ki onu anlamak istemiyordum. Derin bir nefes alıp, telefonumu elime aldım. Yiğit’in attığı maile dokunduğumda karşıma çıkan belgeyle ilk satırlarını okumaya başladım

1998 doğumlu İnci Saral İstanbul Yakalı Çocuk Esirgeme Kurumu

On yıl kaldığı çocuk esirgeme yurdundan ayrıldıktan sonra 1999 yılında kaçırıldığı öğrenilen İnci Saral’ın on yaşından sonra evlat edinip Almanya’ya götürüldüğü biyolojik ailesine haber verilmediği ve kızlarının öldü bilindiği araştırılmıştır. İnci Saralı yurda bırakan Şeyma Durmaz İnci Saralın biyolojik annesi Yeşim Dumanlıyla arkasında ki husumeti sebep bilerek....

Telefon elimden düşerken ben hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Benim annem içeride ki kadın mıydı? Üstelik ben onlardan habersiz buraya gelmiştim. Onlardan habersiz aynı masaya oturmuştum. Öz babama ağabey mi demiştim. Ayaklarımı sandalyeye çekip cenin pozisyonu aldım. Birileri bana sesleniyordu fakat her şey o kadar uğultuluydu ki, sadece sarsılarak ağlıyordum. Önümde diz çöken kişi bana bir şeyler söylüyordu ama ne olduğunu dahi duymuyordum. Telefonum sayısız kez çalıyor, biri benim telefonumla konuşuyordu. Ama ben sadece ağlıyordum. Biri kafamı kaldırıp yüzüne bakmamı sağladığında onu gördüm.

Yusuf’u

Ellerimi dizlerinden çekip onun boynuna doladım. Kahve kokusu burnuma dolarken hâlâ ağlıyor, üzerindeki siyah tişört göz yaşlarımla ıslanıyordu. Omuzlarımdan aşağı dökülen kısa saçlarımı okşuyor bir yandan da ne olduğunu soruyordu. Herkes mutfaktan çıktığında ne yapacağımı bilmez halde geri çekildim.

“Ben öğrendim. Ben ailemi öğrendim Yusuf” dediğim de onunda gözlerinin kızardığını görmüştüm beni kendine çekip tekrar sarıldı.

“Tamam sakin ol. Bana da söylemek ister misin” dediğinde başımı olumlu anlamda sallayıp ayrıldım ondan

“Yusuf ben günlerdir onların olduğu şehirdeymişim. Hatta onlarla aynı masada yemek yemişim” dediğimde masanın üzerine koyulan telefonu mu açıp ona verdim. Telefonu aldığında sesli bir şekilde okumaya başladı

“1998 doğumlu İnci Saral İstanbul Yakalı Çocuk Esirgeme Kurumu

On yıl kaldığı çocuk esirgeme yurdundan ayrıldıktan sonra 1999 yılında kaçırıldığı öğrenilen İnci Saral’ın on yaşından sonra evlat edinip Almanya’ya götürüldüğü biyolojik ailesine haber verilmediği ve kızlarının öldü bilindiği araştırılmıştır. İnci Saralı yurda bırakan Şeyma Durmaz İnci Saralın biyolojik annesi Yeşim Dumanlıyla arkasında ki husumeti sebep bilerek İnci Saralı kaçırdığı niyetinin öldürmek olduğu, fakat buna cesaret edemeyip Yakalı Çocuk Esirgeme Kurumuna verdiği, o olaydan on beş sene sonra teslim olup her şeyi anlattığı bilinirken, İnci Saral’dan haber alınamadığı için aileye durum bildirilmemiştir. “ Yusuf okumayı bıraktığında ağlamam şiddetlenmişti. Beş aylık bir çocuktum kimse mi şüphelenmemişti. Bu işte kesinlikle başka bir şey vardı Yusuf’a baktığımda onun da allak bullak olan surat ifadesiyle ayağa kalktım. Burada kalamazdım. Benimle birlikte ayağa kalkan Yusuf kolumu tuttu

“Sakın aklımdan geçen şeyi yapayım deme. İnci onların bir suçu yok, seni öldü sandılar. O manyak kadın öyle oyunlar oynadı ki... “ deyip sustu derin bir nefes alıp “Senin içinde olduğun evi yaktığını söyledi, o evde senden geriye sağlam bir tek patik kalmıştı. Bu kadın yıllardır o patiğe sarılıyor sen diye” dediğinde kalktığım yere geri oturdum. Yusuf mutfak kapısını kapayıp yanıma oturdu. “Ne yaparsan yap ama bunu onlardan saklama” dediğinde sessiz kaldım. Ne yapacağımı bende bilmiyordum. Bir süre saklamak en iyisiydi. Bir hafta burada kalır onlarla vakit geçirirdim.

En azından bunu hak ediyorduk. “Arkadaşımın ölümüyle ilgili yeni bir şey öğrendim, bu durum beni derinden sarstığı için de kriz geçirdim. Bir süre böyle bilsinler. En azından onlara alışana kadar” dediğimde başını sallayıp, ayağa kalkmamı sağladı. “Şimdi Suay'ın odasına geç ve dinlen. Söylediğin şeyi yapacağım. Ama bu durumu saklamanı istemiyorum. Hazır olduğun ilk dakika anlatacaksın. Seninde, Yeşim Teyzenin de hatta Yılmaz Komutanımın bile çektiği acı yeter de artar. “ ona cevap vermedim. Mutfaktan çıktığımızda kimseye görünmeden Suay'ın odasına getirmişti beni. Elini omzumdan çekip yanağımdaki ıslaklığı sildi. “Yarın ilk kez ailenle kahvaltı yapacaksın. Tadını çıkar olur mu istiridye güzeli” deyip gitti. Bense öğrendiklerimin şokuyla gözlerimi yumdum.

...

Gözlerimi açmak istemiyordum. Suay arada odaya giriyor, uyanık olup olmadığıma bakıyordu. Tam bir saattir, uyanayım diye sesli bir şekilde odaya girip, eşyalarını karıştırıyordu. Bazen yanıma kadar gelip, başımda uyanmamı dahi bekliyordu. Ama ben onun bu çabasını karşılıksız bırakıyordum. Çünkü öğrendiğim şeyler, o kadar ağır ve mucizeviydi ki hâlâ şoktaydım. Her şey nasıl başlamıştı. Yirmi altı sene önce benim doğumumla mı yoksa Fatih’in ölümüyle mi

Eğer Fâtih o göreve hiç katılmasaydı, deşifre olmayacaktı, ama yine de aynı gün ölecekti. Yani ben Şırnak'a hiç gelmemiş olsaydım da dün gece, gerçek ailemi öğrenecek, ve yine buraya gelip, onlarla yüzleşecektim. Bu yaşadığım şeyler bir tesadüf değildi. Kaderdi, düşüncelerimi bölen kapı sesiyle, bu defa hiç istemesem bile gözlerimi araladım.

“Suay saat altıdan beri beni kontrol ediyorsun. “ diye homurdandığımda hemen yanıma koşup, yatağın öteki uçuna oturdu “Nasıl anladın ki ben olduğumu gözün kapalıydı “ diye sorduğunda gülümsedim. “Meslek sırrı “ dememle neşemin yerine geldiğini anlayınca yatağa eğilip bana sarıldı.

Bu kız benim kardeşim miydi şimdi? Daha dün ona duyduğum yakınlığı anlatırken, şimdi kardeşim olduğu bilincindeydim. Ben ablaydım, bir kardeşim vardı. Ve sanırım bu güzel olduğu kadar sinir bozucu bir duyguydu da

“Kaç yaşındasın sen” diye homurdandım. Hemen geri çekilip “24 yaşındayım, niye ki” dediğinde iyice suratım asıldı ondan iki sene erken kırışacaktım. “Senden önce yaşlanacağım desene” diye homurdandım. Sesli bir kahkaha atıp yanağımı sıktı

“Şekerim, benim yaşlanmaya hiç niyetim yok. Ayrıca seni de bırakmaya niyetim yok. Merak etme elli de yaşasak iki çıtır olarak düşman çatlayacağız” dediğinde bende güldüm. Ayağa kalktığımda yanıma aldığım sırt çantasının içinden bir gömlek çıkaracaktım ki, Suay elime vurdu “Babam bahsetti dört gündür buradaymışsın. E eşyalarını da ona göre getirdin tabii.. Bunu herkese yapmam ama benim dolabım emrine amade “ dedi ve elimdeki sırt çantasını çekip aldı. Dolabın önünde durup bana kıyafet seçerken o kadar ciddiydi ki, bu hali benim göreve çıktığım zamanlardaki halime benzetmiştim. Gerçekten çok benziyorduk. Yani şüphelenip, Yiğit’ten belgeyi istemem çok normaldi.

“Bak bunu giy” dediğinde gösterdiği elbiseye baktım. Mavi, çiçekli bir elbiseydi. Muhtemelen boyu bileğimin bir karış yukarısında biterdi. Kollarıysa omuzdan düşük yarım koldu. Elindeki elbiseyi alıp ses etmeden giydim. O da dışarı çıkmıştı.

Bende dışarı çıktığımda derin bir nefes aldım. Saat yediydi. Pazar sabahı olduğu için Yılmaz komutanın da evde olduğunu tahmin ediyordum. Mutfaktan gelen güzel kokularla, mutfağa yöneldim. Yeşim Hanım yaptığı böreği fırından yeni çıkarmış, ve telaşla Ocak’ta pişen yumurtaya ve çaya bakıyordu. O kadar yoğundu ki beni dahi görmüyordu. Bende bunu fırsat bilip onu inceliyordum. Benim ki gibi köyü kahve saçları elaya çalan kahve gözleri vardı. Aslında bu kadımı ilk gördüğümde de içimde bir yerlerde annem olduğunu hissetmiştim.

“İnci orada öyle duracağına gelde yardım et bana. “ dedi sanırım az önce ilk şamarımı da yemiştim. Onu kızdırmadan yanına gidip, “Günaydın Yeşim Hanım. Ne yapabilirim “ dediğimde elindeki işi bırakıp bana ters bir bakış attı “Dünden beri Yeşim Hanım diyorsun görmezden geliyorum, ya abla de ya da adımı kullan” dediğinde buruk bir şekilde gülümsedim. Annem olan kadın benden habersiz ona abla demiyorum diye kızıyordu. Elindeki domatesleri bana verdiğinde “Bunları doğraya bilirsin. Suay nerede kaldın sen. Güya İnciye bakacaktın ama bir saattir kayıpsın. Buraya gel bana yardım et “ diye bağırdığında yüzümden hiç silmediği gülümsemem daha da genişledi. Demek ki Suay Annesinin işlerinden kaçıyordu. İstemeye istemeye mutfağa gelen kız “Ya anne ne olur sanki bugünde İnciye yaptırsan o işlerini... “ deyip sustu beni fark ettiğinde gözleri kocaman olmuş, annesine dönerek “Yeni uyanmış kıza iş mi kitledin.

Ben sadece İnciyi bahane ederek senden kaçıyordum. Pes doğrusu” dediğinde annesinin eline tutuşturduğu tabaklara börek koyuyordu. Ne ara eline tabak tutuşturuldu farkında olduğundan emin değildim “Neden vermeyeyim. O da bu evde yaşıyor. O da bizim kızımız sayılır. Hatta babana göre İnci zaten bizim kızımız” dediğinde elimden düşürdüğüm bıçakla gözler bana döndü. Resmen onlarında bana karşı hisleri vardı. Tek fark ben şüphelerimle araştırma yaparken onların şüphesi yirmi altı sene önce yanmıştı “Özür dilerim elimden kaydı.

Yeşim Hanım hemen yanıma gelip yüzümü ellerinin arasına aldı “İyi ama niye ağlıyorsun. Olabilir böyle şeyler. Suay her gün kaç tabak kırıyor biliyor musun? Sen bir bıçak düşürmüşsün çok mu” dediğinde ağladığımı yeni fark ediyordum hemen gözümü silip “Yusuf anlatmıştır. Hâlâ ona üzülüyorum “ dediğimde Fatih’i ima etmiştim. Hem yalan da sayılmazdı. Yeşim Hanım “Başın sağ olsun güzel kızım “ dedi ve yanağıma küçük bir buse kondurdu “Ay İnci kendi kızım olsan bu kadar severdim seni” deyip bana sarıldı. Ben zaten senin kızınım demek gelsede içimden sessiz kaldım. “Of niye bu kadar duygusalsınız. Hadi İnci neyse de Anne sen çeşmeleri akıtacak yer arıyorsun. İyice ağlak yaşlı teyzelere döndün” dediğinde Yeşim Hanım masanın üzerimde ki çay kaşığını ona fırlattı “Ayağımın altına alacağım seni az kaldı. Git babanı uyandır. Yaşlıymış sensin Yaşlı” dediğinde ağzımdan küçük bir kıkırtı kaçtı.

Suay homurdanarak odadan çıktığında, ne zaman bu kadar mutlu ve huzurlu olduğunu hatırlamaya çalışıyordum. Ama aklıma bir kaç anıdan başka bir şey gelmiyordu. Masayı kurduğumuz da Yılmaz komutan ve Suay gelmişti. Hepimiz masaya geçerken, hepsinin bakışları benim üzerimdeydi. Dünkü yaşananları merak ediyorlardı haliyle. Ama bir süre daha Yusuf’un yaptığı açıklama ile idare edeceklerdi.

Öğrendiğim şey basit bir durum değildi. Evet benim için normal olabilirdi belki ama, onlar için daha zordu. Yıllardır öldü bildikleri bebekleri kanlı canlı karşılarında yemek yiyordu. Bu durumu benim söylemem gerekiyordu. Aksi halde onlara büyük haksızlık edeceğimi iyi biliyordum. Nasıl söyleyeceğimi ise bilmiyordum. Masada ki sessizliği Yılmaz komutan böldü “Nasıl oldun İnci” dediğinde Suay ve Yeşim hanımın delici bakışlarını Yılmaz komutana atıyorlardı. Onları umursamadan tekrar konuştu “Şu iki kadın bir şey olmamış gibi davran dediler. Ama huyum kurusun ortada bir mesele varsa çözüme ulaştırmadan içim rahat etmiyor” aynı bana çekmiş. Bende öyleydim ortada bir sorun varsa o soruna yapışır, çözmeden uyku uyuyamazdım. Ona gülümseyip “Şuan daha iyiyim. Aldığım bir haberle kötü oldum. Merak etmeyin beni” dediğimde hepsinin ilgi dolu bakışları beni buldu.

Yeşim Hanım “İnci belki zamanı değil... “ derin bir nefes alıp tekrar konuştu “Hatta kesinlikle zamanı değil. Ama ben aileni merak ediyorum. Bana olan benzerliğin ne bileyim işte sanki kızım ölmemiş karşımdaymış gibi. “ dediğinde Yılmaz komutan kederli bir ifadeyle beni izledi. “Yirmi altı yaşındasın. Benim kızımda yaşasaydı yirmi altı yaşında olacaktı. “ dediğinde üzülsem de belli etmedim.

“Adı neydi kızınızın” sorduğum soruyla Yeşim Hanım gülümseyerek

“ Eslem koymuştuk adını. Yavrum nasıl güzel bir bebekti. Benim yüzümden oldu her şey. “ dediğinde içim acımıştı. Demek adım bile doğru değildi. Yirmi altı yıl. Koskoca bir ömür. Kayıp bir çocukluk yitik bir aile. Ne içindi her şey. Neyin bedelini ödemiştik biz. Beni annemin sıcak göğsünden ayıran, senelerce ona kızmamı sağlayan bu kadın amacına ulaşmış mıydı?

“Çok güzel bir isim.” dediğimde gülümsedi “Biliyor musun Yusuf adını hiç söyleyemezdi. Ay hatırlıyor musun Yılmaz” dediğinde Yılmaz komutan ona neyi dercesine bakıyordu

“Eslem dört aylıktı o zamanlar. Asuman ve Engin bir seminer için şehir dışına gitmişlerdi. Yusuf’u da bize bırakmışlardı. Senin evde olduğun nadir zamanların birindeydik işte. Yusuf’la konuşuyordun o sana ‘Ben de senin gibi asker olacağım' demişti sende ona ‘İyi ama asker olmak kolay değil. Bak ben gidiyorum Yeşim Teyzen burada kalıyor. İlerde senin de karın evde yalnız kalırsa çok üzülür' demiştin... “ susup bir kahkaha attı Yılmaz komutana baktığında kaşları çatık bir şekilde onu izlediğini gördüm.

“Ay İnci Yusuf ne demişti biliyor musun ‘O zaman bende Eslem'le evlenirim biz görevdeyken o da annesiyle kalır' demişti. Yılmaz’ı görecektin sanki karşısında ki daha yeni üç yaşına girmiş bir bebek değil gibi ‘Benim kızımı almak o kadar kolay değil genç adam. “ Yeşim Hanım’ın taklidiyle biz kahkaha atarken, Yılmaz komutan

“Hep o Engin’in başının altından çıkıyor. Eslem doğduğu andan itibaren Yusuf’a Eslemi alacağım demeye başlamıştı. Çocuk ne yapsın babası yüzünden hep” dediğinde o kadar fazla gülmüştük ki gözümüzden yaş geliyordu. Demek Yusuf el kadar bebekken de bana ilgisi varmış.

Aklıma gelen iki çift kahve gözle gülümsemem daha manidar bir hal almıştı. Ben bu adamdan etkilenmiyorum diyordum fakat aklıma geldiği her an yüzümde bir tebessüm oluyordu. Suay kolumu dürtüp bana imalı bir bakış atarken yüzümdeki gülümsemeyi silememiştim. Sanırım artık Yusuf’tan etkilendiğimi kabul etme vaktiydi. Tabii bunu şimdilik bilmese de olurdu. Yılmaz komutan

“Evet Hanımlar sohbetimize doyum olmuyor ama benim bir kaç işim var. Bu arada çocuklar ev görmesine gelmek istiyor. Bu akşam müsaitsen çağıralım. “ dediğinde Yeşim Hanım “Ay tabii gelsinler biz kızlarla bir şeyler hazırlarız. “ Dedi Suay annesinin onun adına konuştuğundan yakınırken “Yahu ne var bunda alt tarafı bir yemek ne kadar zor olabilir “ demeden edemedim. Yeşim Hanım ve Suay'ın sinsi bakışları beni bulurken hâlâ abarttıklarını düşünüyordum. Ne vardı sanki

~İKİ SAAT SONRA~

“İnci evladım o yaprağı sarmak için aldık, dörde katlamak için değil” evet bu aldığım sayısız uyarılardan biriydi. Sorun şu ki ben hayatımda hiç yaprak sarmamıştım. Yerken Dünya’nın en lezzetli yemeği olan bu garip şeyin, temelinde bu kadar zor olduğunu bilsem emeğe saygısızlık olmasın diye müzede sergilerdim.

“Yapamıyorum” sesim çaresizlikten kısık çıkarken Suay kahkaha attı. Yeşim Hanım elimdeki yaprağı kendine çevirip “Bak çocuğum bu kadar iç koyarsan sarılmaz. İçi az koy ki sıkı sarılsın” dediğinde

Suay “Anne bırak İnci’nin sardıklarını Yusuf ağabeye veririz. Hiç sorun etmeden yiyeceğine eminim” dediğinde Yeşim Hanım gülerken ben kızarmıştım. Neden sürekli Yusuf’u hatırlatıyorlardı ki sanki. Üstelik sardıklarım onlarınkine göre sadece biraz şişkin olmuştu.

“Yusuf Asaf benim sardıklarımı değil yemek görmeyecek bile. Gerekirse hepsini çiğ çiğ yer imha ederim” diye homurdandım. Sardıklarımı gördüğünde benimle dalga geçeceğini çok iyi biliyordum. Suay beni dinlemeyip benimkileri de tencereye dizdi “O kadar da kötü değil. Yani eminim senin sardığını öğrendiğinde ona öyle gelecektir” ona ters bir bakış atsam da umursamadı. Kısa bir süre sonra bende onlar gibi sarmayı öğrenmiştim. Suay ve Yeşim Hanım arada beni utandırsa da onlarla baş etmeyi öğrenmiştim.

Sarmaları tamamen bitirdiğinizde ayağa kalkıp gidecektim ki Suay omuzlarımdan tutup beni geri oturttu “Nereye İnci Hanım. O mantı hamurunu boşa yoğurmadık. Daha çorbasıydı, salatasıydı varda var Yeşim Sultanın elinden kurtulmak öyle kolay değil” dediğinde başımda ki oyalı mavi tülbendi sıkıntıyla çekiştirdim. Yeşim Hanım bu halime gülerken, önümüze koyduğu merdane ve hamurla bakışıyordum.

“Biz mi açacağız. İyi de bunun hazırını satıyorlar zaten. Neden emekçinin emeğini zail ediyoruz Yeşim abla” diye söylendiğimde kaşlarını çatıp “O emekçiler önce hijyen kurallarına uysunlar. Üstelik mantı açmayı bilmeyen kız mı olur. İlerde evlendiğinde evine gelen misafirler ilk önce yemeğine bakarlar. Bak çok ağlarsın sonra” dedi bunu bilmem kaçıncı kez söylemişti. Hatta sarma için soğan doğrarken gözümden yaş geliyor diye söylendiğim içinde demişti Suay onun bu hallerine alışık olduğu için, çok takmıyordu. Bense eğer yirmi altı yılımı onun yanında geçirmiş olsaydım, bende bu durumlara alışır mıydım diye düşünmeden edemiyordum.

Aklıma gelenlerle içim sıkılmıştı. Sıkıntılı bir nefes verip “Yeşim abla lütfen izin ver biraz nefes alayım. Marketten alınacak bir şey yok mu? “ dediğimde kafasını onaylamaz bir şekilde sallayıp

“İyi madem. Git biraz aşağı sokakta ki parkta hava al gel. Ama sakın geç kalma” dediğinde hemen ayağa kalktım. Başımda ki tülbentti banda şeklinde saçıma takıp, kararını değiştirmeden telefonumu da alıp çıktım evden. Dediği parka geldiğim de boş bir bank bulup oturdum. Saat beş olduğu için parkta kimse yoktu. Sadece ileride ki kaydırağın ucunda oturan altı yaşlarında minik bir kız ilişmişti gözüme. Siyah saçları ve esmer tenine inat yeşil gözleriyle etrafı seyrediyordu. Onu izlediğimi fark etmiş olacak ki bakışları beni buldu. Yakınlarda kimse yoktu. Ya kaybolmuştu ya da kaçmıştı. Daha fazla dayanamayıp, oturduğum yerden kalktım.

Onu korkutmamak adına usul usul yürüyordum. Yanına geldiğim de kafasını kaldırıp bana baktı. Yüzüme taktığım gülümsemeyle yanına oturup, “Merhaba güzel kız. Neden burada tek oturuyorsun” dediğimde boş boş gözlerime baktı. Beni anladığını güzel kız dediğimde gülecek gibi olan suratından anlamıştım.

“Neden konuşmuyorsun. A yoksa ben senin kadar güzel değilim diye mi” dedim dudaklarımı büzerek. Gözlerini kocaman açıp

“İyi ama sen çok güzelsin. “

“O halde neden konuşmuyorsun”

“Annem yabancılarla konuşmamam gerektiğini söyledi”

“Ama sana yardımcı olabilmem için konuşmamız gerekiyor. Hadi söyle bana annen nerede” dediğimde gözleri doldu. Usulca ellerini tutup, “Hayır ağlama, bana annenin adını ve soyadını söyler misin“ dediğimde bana sarılıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Biraz sakinleşmesini bekledim. Bir elimle saçlarını okşarken öteki elimle de omzunu tutuyordum.

“Kendi adını söyle bana. Ne nesin adın. Annen sana ne diye sesleniyor” dediğinde benden çekilip gözlerini sildi “Adım Zeynep. Annem benden çok uzaklara cennet diye bir yere gitmiş. Babam dedi ki burada beklersem annem beni gelip alırmış. “ söyledikleriyle kanım donmuştu.

Kendi evladını bir sokak ortasında bırakıp ölüme mi terk etmişti. Gözünden akan yaşları silip, “Kaç saattir buradasın. Hiç korkmadın mı” diye sorduğumda başını olumsuz anlamda salladı. “Babam dedi ki ben uyursam annem gelirmiş. Gözlerini hep kapalı tut sakın açma dedi. Ama yapamadım. Gece köpek geldi diye açıldı gözlerim. Şimdide korktuğum için uyuyamıyorum. Ya annem benden vazgeçtiyse” dediğinde ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Nasıl bir kansızdı bu. Kendi evladına bunu yapar mıydı insan

“Canım, baban bazı şeyleri yanlış biliyor. Annen çok uzağa gitmedi ki” dediğimde heyecanla beni dinlemeye koyuldu “Annen aslında hep senin yanında. Seni korumaya devam ediyor. Sadece sen görmüyorsun.”

“Nasıl yani annem peri mi oldu” dediğinde gülümseyip başımı olumsuz anlamda salladım. “Hayır melek oldu. Senin hep yanında olacak ama sen onu görmeyeceksin. Uyuduğun zaman belki rüyalarına gelir. “ dediğimde ani bir hareketle kucağıma oturup, başını göğsüme koydu. Gözlerini yumdu

“O zaman sen buradayken, biraz uyuyayım. Çünkü babamın karısı beni evde istemiyor. Abla bana annem gibi ninni söyler misin?” dediğinde artık beni görmediği için gözyaşlarımı tutamadım. “Ben hiç ninni bilmiyorum ki. “ dediğinde cevap vermedi. Kucağımdaki küçük yavru, sanki benim çocukluğumdu. Ben anne hasretiyle anneme kırgın büyümüştüm. O da anne hasretiyle büyüyecekti. O kucağımdayken ayağa kalkıp, zorda olsa cebimde ki telefonu çıkardım. Az önce kalktığım banka oturduğum da Suay'ın numarasını tuşlayıp aradım. Bir kaç çalışta telefon açılınca direkt konuya girdim

“Suay ben parktayım. Buraya gelme gibi bir şansın var mı? “

“Ay benim nefes almaya şansım yok. Ne çıkması.” Diye bağırınca gözümü yumup sabır çektim.

“Önemli bir konu. Bir çocuk buldum terk edilmiş ne yapacağımı bilmiyorum. Ve şuan kucağımda uyuyor” dediğinde bir kaç hışırtı sonrası

“Ne çocuğu İnci burası tekin bir yer değil çocuğun sokakta ne işi var. Sen kapat ben Harun’u arayacağım. Numaranı veririm onlar ilgilenecektir” dediğinde görmese de kafamı salladım. Telefonu kapattıktan sonra, gözleri kapalı olan kucağımda ki çocuğu seyre dalmıştım. O kadar güzel bir yavruydu ki insan bakmaya kıyamıyordu. Siyah ipek gibi saçları hafif esmer teni, yanağında küçük gamzesiyle çok tatlı görünüyordu. Elim usul usul saçlarında dolanırken, belli belirsiz gülümsüyor, mümkünmüş gibi göğsüme daha da çok sokuluyordu. Uyurken derin nefesler alıyor, ağzından komik sesler çıkıyordu. Neden diye sormadan edemiyordum. Hangi canı bir hayata kıyardı? Hayat diyordum çünkü benim kucağımda yalnızca küçük bir çocuk yoktu. Bir hayat taşıyordum kucağımda. Ona karşı duyduğum şefkate anlam veremedim. Ben hiç annem tarafından şefkat görmemiştim, şimdi bu küçük kıza beslediğim duyguyu nereden öğrenmiştim.. ?

Sağ elimdeki telefonun ,neden kurduğumu dahi bilmediğim, alarmı çalınca Zeynep uykusundan sıçradı. “Anne” diyerek boynuma atladığında ne yapacağımı bilememiştim onu kendime bastırıp, o kucağımdayken ayağa kalktım. “Tamam bir tanem geçti. Korkma ben yanındayım. “ diye onu telkin edecek şeyler söylüyordum. Sesimin sakinliğinden olsa gerek bu defada omzumda uyuya kalmıştı. Elimi saçlarından bir dakika bile çekmiyordum. Çünkü anladığıma göre bu ona annesini hatırlatıyor, ve daha rahat uyumasına yardım ediyordu. Uyuduğuna emin olduğum an geri oturacaktım ki onu gördüm.

Yusuf’u

Gözleri her zamankinden daha fazla parlıyor belli belirsiz bir gülüşle bizi izliyordu. Bizi izliyordu fakat bakışları sanki daha derinde gibiydi. Onu gördüğümü dahi fark etmemişti. Arkasındaki Harun’u görünce bakışlarımı onlardan çektim. Kısa bir süre sonra onlarda yanımıza gelmişti zaten. Harun “Suay anlatt.. “ sesinin tonunu ayarlayamadığı için ona uyarıcı bir bakış attım.

Daha kısık bir sesle “Suay anlattı olanları. Karakola gidip ailesi ile iletişime geçelim. “ dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım “Olmaz annesi ölmüş, babası da kızı ölüme terk etmiş. Eğer babasına verilirse yine aynı şeyi yapacaktır. Çocuğu bir kuruma yerleştirelim.” Dediğimde Yusuf’un bakışları hâlâ bendeydi. Kucağıma eğilip Zeynep'i almak için eğildiğinde hâliyle çok yakınımda durmuştu. Ona itiraz etmeden Zeynep'i kucağımdan almasına izin verdim. Yoksa onun yakınlığından hızla çarpan kalbimle Zeynep uyanacaktı. Onu kucağına aldığında gülümsedim. Zeynep onun kucağında küçücük kalmış, sağ kolu havada asılı kalmıştı. Onu izlemeyi bırakıp Harun’a döndüm

“Babasına ulaşmadan yapsak bu işi”

“İyi ama küçük bir çocuğun lafıyla hareket etmek olmaz. Biz yine gidelim karakola, eğer dediğin gibi babasına ulaşamazsak kuruma yerleştiririz.” Aslında haklıydı. Bu konu riske atılmaması gerek bir konuydu. Başımla onayladığımda arabaya doğru yürüdük. Arabaya bindiğinizde Yusuf, Zeynep’i kucağıma bırakınca gözlerine baktım. Onun da bana baktığını gördüğümde tebessümüme mani olamamıştım. Kapıyı kapatıp oda yerine geçti. Geldiğinden beri ilk kez sessizliğini bozdu

“Her çocuk şanslı olamıyor. Kimi aileler kaybettikleri çocuklarının arkasından yas tutarken, kimi de kendi evladına kıyıyor” söylediği şeyin altında yatan imayı anladığım da bir şey diyemedim. Haklıydı ama bilmiyordu. Eğer ben Yeşim Hanıma kızı olduğumu söylesem benden ayrılmak zor gelecekti. Benimse işim için gitmem gerekiyordu. Onların yanında belki bir hafta belki bir ay kala bilirdim. Ama bundan fazlasına imkan yoktu. Evet zor bir işim vardı ama ailem için görevimi bırakmak istemiyordum. Zaten bilseler dahi yanlarına ayda yılda bir gelebilirdim. Yeşim hanım bana kavuştuğunu sandığı an tekrar kaybedecekti. En azından öldüğümü düşünüyorlardı. Bu onlar için daha iyiydi. Zaten olayın verdiği şokla durumu Yusuf’a açmakta tamamen hataydı. Ne yapıp edip, Yusuf’u ikna edecektim.

Buradan gidecektim bu benim için zor olsada bu zorluğu göğüsleyecektim. Peki ya bu adamı bırakabilecek miydim? O beni unutsun istemiyordum. Aksine hep hatırlasın buradan gitsem dahi hep iletişim halinde olalım istiyordum. Aklıma gelen şiirle Yusuf’a baktım. O da dikiz aynasından bana bakıyordu. Ne diyordu şiirde

Beni güzel hatırla

Bunlar son satırlar

Farzet bir rüzgardım esip geçtim hayatından

Ya da bir yağmur

Sel oldum sokağında

Sonra toprak çekti suyu

Kayboldum

Kaybolacaktım ve kısa sürede beni etkisi altına alan bu adamı, tesadüfen bulduğum ailemi hep güzel hatırlayacaktım.

 

Loading...
0%