Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Bölüm On Altı ~Özür Dilerim~

@sitarekiraz

🖇Canlar bölümler artık elimde olmayan sebepten ötürü sık gelmeyecek. Bu konudan lütfen anlayış gösterin eğitim hayatım yapmak istediğim meslek benim için çok önemli. Siz de öylesiniz fakat bir zorunluluk değilsiniz. Sizin için seve seve bölüm yazıyorum. Eğer günde beş yüz kelime yazabilirsem iki hafta da bölümler gelir. Gelmediği taktirde muhakkak sınavım vardır bölüm tarihi sorsanız bile ne zaman geleceğini bende bilmiyor olacağım.

🖇Ve bölüm aralarının uzaması sonucu bildirmin de gelmediğini varsayarsak bir şey düşündüm tam buraya haber et yazarsanız bölüm geldiğinde yorumunuzu beğenerek size bildirim gitmesini sağlayacağım. Neyse daha fazla bekletmeden sizi bölümle baş başa bırakayım.

Sahi senden mi doğdum anne

Yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken

Bir insandan mı doğar bir çocuk

Anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı

Kuş olsa çiçek olsa gündüz olsa

Kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu

Bu kez dağlar doğursun beni anne

Sen de ılık bir yağmur ol

Durmadan yağ kanayan yerlerime

~Haydar Ergülen~

Keyifli okumalar 🌸

Sesler kesildi, artık hiç bir şeyin sesi duyulmuyordu. Bir rüyadaydı Yeşim hanım, ama hayır rüyalar ne zaman siyah temalı olmuştu? Bu bir rüya değildi. Usulca doğruldu yerinden, etrafına bakındı, hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını, açık kapıdan içeri vuran soğuk esintiden anlamıştı. Başı fena ağrıyor, şuurunu yitirmiş gibi etrafına boş bakışlar atıyordu. Ses yoktu... Ses neden yoktu? Kızı neden ağlamıyordu? Halbuki en son duyduğu şey kızının feryat figan ağlaması değil miydi? Hemen ayağa kalkıp, kızının odasına koştu Yeşim hanım. Odanın boş oluşuyla güçlü bir çığlık attı. Beşiğinde bir not harici bir şey yoktu. Notu eline alıp okuduğunda kanı çekildi.

Çünkü notta,

‘Kitabında da bahsettiğin gibi ‘Terbiye edemediğin her duygunun esiri olursun. Ben nefretimin esiri, sense sevginin esiri olacaksın. Bebeği yanarak can vermiş bir annesin artık.

Unutma bu hikayede ikimizde masumduk ama birimiz katil oldu....’

“Yavrum”

Yeşim hanım güçlü feryadı ile dizlerinin üzerine çöktü. Şeyma’nın bu kadar ileri gideceğini asla düşünemezdi. Çünkü yaptığını yaptı intikamını aldı sanıyordu. Bundan tam yedi ay önce İnci henüz doğmamışken, Şeyma'nın kocası tarafından tacize uğramıştı. Eğer o gün Yılmaz yetişip o adamı vurmasaydı her şey daha kötü olacaktı. O adam orada ölmüştü. Şeyma ise, kocasını öldüren aileye kin gütmüş, geri döneceğine yemin ederek şehirden ayrılmıştı. Yeşim hanım tam yedi aydır o olayın etkisinden çıkamazken, bir de evladından mı olmuştu? Adaletin yerini bulduğunu düşünürken yavrusu ile neyin bedelini ödüyordu?

“Yavrum oy Eslemim ne yaptılar sana.... Küçük o daha çok küçük minicik nasıl dayanır, çok acır onun canı kıymayın yavruma kıymayın... Yılmaz, Yılmaz”

Bir anda aklına gelen isimle hemen ayağa kalkıp odaya koştu. Ama kocası görevdeydi duymazdı. Allah kahretsin ki yine görevdeydi... Hemen polisi aradı ardından Engini arayıp haber verdi. Kısa süre içinde gelen aile ile Asumanın kollarına yığıldı.

Asuman Yeşimi koltuklardan birine oturtup kollarına masaj yapmaya başladı. Hâlâ olayların şokundaydı. Daha bir kaç saat evvel oğlunun yanında mışıl mışıl uyuyan küçük yavrunun öldüğü söyleniyordu. İçi ezildi Asuman hanımın. Bir kez daha nefret etti Şeyma dan bir kez daha pişmanlık duydu onu bu aileye tanıttığından

“Asuman aldı bebeğimi gitti Asuman evladım gitti” Yeşim hanımın sesi artık kısılmaya yakın çıkıyordu. Ama anne ve babasıyla gelen Yusuf Asaf her şeyi duymuştu. Küçücük boyuna aldırmayıp gözleri ile Eslemi aradı. Neredeydi, hani neşeli sesi yoktu. Ağlamıyordu bile... Eslem hiç sessiz bir çocuk olmamıştı ki. Yusuf Asaf bu sessizliği hiç sevmedi. Bu sessizlik Eslemsizlik demekti.

“Eslem nereye gitti baba” dedi kendine has bir konuşma tarzıyla. Engin hemen oğlunun boyuna gelip onu kucağına aldı. O da perişan haldeydi ama oğluna bir şey sezdirmemeliydi. Eslemi bir gün göremeden durmayan çocuk, Eslemsiz ne kadar zaman geçirecekti. Usulca bir yaş düştü oğlunun saçlarına, Engin beyde bu fikri hiç sevmemişti. Üstelik Yılmaza ne diyecekti. Emanetine sahip çıkamamıştı ne diyecekti.

“Oğlum gel biz gidelim” diyebildi güçlükle Yusuf Asaf minik ellerini yumruk yapıp, babasının omuzlarından ayrılmaya çalıştı. Babasına gücü yetmeyince de ağlamaya başlamıştı. Hüngür hüngür ağlıyor

“Yok istemem ben Eslemi bekleyeceğim baba, hani dedin ya büyürse oynarsınız diye büyümesini beklediğim gibi beklerim onu” diye babasını ikna etmeye çalışıyordu. Yusuf Asaf’ın haykırışlarını duyan Yeşim hanım bir kez daha hıçkırdı.

“Oy büyütemedim yavrumu gitti Eslem Asuman bir şey yap ne olur” diye arkadaşına yakındı. Ama Asuman hanım ne yapabilirdi ki. Şeyma denen kadınla konuşmuyordu dahi, ona rağmen üst üste hem babasını hem de onu aramıştı fakat ikisinden de haber yoktu.

Yusuf Asaf zor bela babasının kucağından inmeyi başarıp hızla her zaman oturduğu koltuğa oturdu. Bu koltukta birlikte otururlardı. Ama şimdi tek başına oturuyordu. Gelecekti değil mi gelsindi

“Bak burada oturup beklerim o beni özler gelir hemen. Ağlama Yeşim teyze Eslem gelir bırakmaz ki bizi “ diye söylendi. Yeşim hanım ise duyduğu şeyle dayanamayıp bayılmıştı.

“Engin götür Yusuf Asaf’ı” diye kızdı Asuman, Yeşim hanımla ilgilenirken. Engin Yusuf’a doğru bir adım atınca Yusuf Asaf minik ellerini havaya kaldırıp

“Gitmem gitmem” diye çığlık attı Engin tek hamlede kucakladı oğlunu. Son gücüyle babası kucağında çırpınsa da başarılı olamıyordu.

“Baba bırak Eslem gelecek bırak beni görmezse ağlar bırak” Ağlardı çok ağlardı o. Hem Yusuf Asaf beklemeyi hiç sevmezdi ki.

“Baba bırak Yılmaz amca onu koru dedi kızar bana bırak” diye bağırıyor o bağırdıkça Engin bey daha da güçsüz düşüyordu. Eli ayağı tutmuyordu sanki. Yavrusuydu Eslem ne fark ederdi ha Yusuf Asaf ha Eslem. İkiside evlat değil miydi? İkiside canıydı. Ve canım dediği bebeğin faillerinden birisiydi.

“Gelmez artık yandı dedi can verdi dedi Asuman yaktı bebeğimi Asuman”

Yeşim hanım ayılarak söylediği şeyle Yusuf Asaf çırpınmayı bıraktı. Bakışları usulca ellerine kaydı. Daha dün sıcak bardağı tuttuğu için eli yanmıştı ve çok acı çekmişti.

“Ama yanmak çok acı verici bak elim yandı benim çok acıdı Eslem daha küçük çok ağlamıştır. Baba hadi gidelim alalım Eslemi” orada öküz sessizliği oldu. Sanki küçük bir çocuk Eslemin artık hiç gelemeyeceğinin sinyallerini vermişti. Asuman zor bela

“Engin götür Yusuf’u” dedi. Engin bir adım atmıştı ki Yusuf Asaf soğuk bir ciddiyetle

“Baba” diye sordu

“Oğlum”

“Eslem bir daha gelmez mi baba “

Bir şey demedi Engin ama oğlu babasına kocaman sarılıp başını boynuna gömmüştü. Kabul etmişti. Anlamıştı. Hiç ayrılmayacağını sandığı minik arkadaşı ondan ayrılmıştı.

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

Eğer merak bir insan olsaydı şüphesiz o ben olurdum. Kendi hayatına yabancı bir kadındım ben. Kendi hikayemi başkasından dinlemek için can atan ve bunun için aynı hikayede yaralanmış bir başka kadına ihtiyaç duyan aciz bir zavallı. Halbuki onu hiç yormadan bu denli yoğun bir stres yaşatmadan tek bir telefonla öğrenirdim her şeyi. Yapmıyordum çünkü, ben sürpriz sevmezdim. Karşılaşacağım her hangi kötü bir durumda ceketimi alıp, içinde yer almayı sevdiğim bu aileyi, terk edeceğimi iyi biliyordum.

Eve yaklaştıkça gerilen bedenimi bir nebze sakinleştirmek adına, babama göz gezdirdim. Pür dikkat arabayı sürüyor, ola bildiğine sakin ama bir o kadarda düşünceli duruyordu. Ortamın havası değişsin diye

“Annem önceden de böyle duygusal mıydı” diye sordum. Annemin önceki hali ve sonraki hali arasında dağlar kadar fark olduğuna emindim. Bir keresinde, benim ona benzediğini eski neşesinin bende olduğunu söylemişti. Yani her zaman insanı göz yaşları ile yoran biri değildi.

“Hayır hayat dolu bir kadındı biraz sonra öğreneceklerinle anlayacaksın hatta ona hak vereceksin” cevabımı aldıktan sonra usulca salladım başımı. Yılmaz komutanın bakışları ise biraz öncekine kıyasla manidar bir hak almaya başlamıştı. Sanki özlem duyuyordu. Evet evet bakışları yoğun bir özlemin sinyallerini veriyordu.

“Karının eski neşesini özlüyorsun öyle değil mi” dayanamayıp sorduğum soruyla başını aşağı yukarı salladı. Yani tahminlerim yine doğruydu.

“Hemde nasıl, biz güzeldik İnci bir şerefsiz bunu bozmadan önce dizi gibi hayatımız vardı. O layığını buldu annende senin doğumunla tekrar eskiye döndü ama... “ duyduklarıma anlam vermedim çünkü Şeyma’nın öncesi olduğunu bilmiyordum. Bu kadın ne kadar ileri gitmişti de herkes bu konuya susuyordu? Ne kadar ileri gitmişti de bir kadının tüm neşesi boğazına diziliyordu?

“Öncesi de mi var” sıkıntılı bir nefes verip arabayı durdurdu bana cevap vermeyince durumun sadece Yeşim hanıma zor olmadığı aşikardı. Yılmaz komutanda bu konuyu sonsuza denk kapatmak istiyor gibi duruyordu.

“Şeyma ile ilgili mi “ diye atıldım. Ama emniyet kemerini çözüp

“Geldik şimdi her şeyi öğreneceksin hazır mısın” cevabını verdi. Hazır mıydım? Hayır! Hazır olmadığımı çaktıracak mıydım? Hayır!

“Ben hep hazırım komutanım” hayır değilim ne olur askeriyeye geri gidelim, Yusuf Asafla o kız ne konuşuyor acaba. Evet İnci bunu düşün kızım bunu düşün ki az sonraya yer kalmasın. Ve sakın o ağlak annene benzeme! Ne anlatırsa anlatsın güçlü bir şekilde kalk yanından. Ne olur kızım yap bunu

Merdivenlerden ağır ağır çıktık babam da benim gibi bu durumdan kaçıyor gibi görünüyordu. Kapının önüne geldiğimizde bir süre ikimizde sessizce bekledik. Ardından Yılmaz komutan elleri kapı tokmağına götürüp iki kere tıklattı. Tam iki kere, iki kere kapıya değil geçmişe tıkladı.

Suay kapıyı sulu göz açınca evde ki tüm kötü enerji bir anda omuzlarıma çökmüştü sanki. Neydi bu? Öğrenmek için can atan söylemesi için kadını darlayan, söylemiyor diye ona anne bile demeyen ben değil miydim?

“Sakinleşti mi” diye sordu Yılmaz komutan Suay ağır ağır salladı başını. Ardından sakince yutkunup bana dikti gözlerini

“Evet sizi bekliyor ona ağlamaması gerektiğini senin bundan hoşlanmadığını söyledim. Ne duyacaksın bilmiyorum ama yalvarırım ağlama direncini kırma olur mu” umarım o ağlayıp benim direncimi kırmazdı. Çünkü pek basit şeyler dinleyeceğimi sanmıyordum.

“Merak etme, içeri girip yorganın altında ağlarım” Suya ve Yılmaz komutan tebessüm ederken içeri girdik. Ağır ağır çıkardım ayakkabımı. Çantamı bir yere asarken de çok dikkatliydim. Hareket etmemesi içi astıkları kolumun ağırlığını ayaklarım çekiyor gibiydi.

“Geldiniz mi” hayır sadece senin hayaliniz. Fazla ağladığın için beynin sulanmış durumda ve bu durum halüsinasyon görmeni sağlıyor. Bu durumun tıpta adı... Tamam sustum. Gayrı ciddiyetsizlik etmeyeceğim...

“Geldik ya ben dizinin ilk sezonunda kaçırılmıştım izleyemedim sen anlatırsın öyle değil mi” desem de inanmayın. Yeşim hanım yaptığım kötü şakaya şaşkınlıkla bakıp, Yeşil gözlerini üzerime dikti. Kınayıcı bir bakış attıktan sonra,

“Bu durumda bile espri yapabiliyorsun İnci alemsin. Gel otur şöyle, Yılmaz sende yanıma gel anlatamadığım yerlere destek ol” sesi sonlara doğru kısıldı. Harika şimdi bile ağlama modundaydı. Suaya alaylı bir bakış atıp

“Seni bekliyorum Yeşim hanım.. “ diye fısıldadı. Umarım Suaya attığım alaylı bakışın sonunda hüngür hüngür ağlamalı bir hikaye beklemiyordur beni. Gerçi ne bekliyorsam

“Yalnız olayları senaristten dinleyecek olmamız da ayrı bir havalı” Suay'ın annesini yatıştırmak için söylediği şeye odada kimse gülmezken kafasına bir tane geçirdim. Mümkünse burada benden başka kimse espri yapmasın! Eğrelti duruyor anacım. Ayrıca komik de değil.

“Evet kardeşim soğuk esprilerine devam etmede kadın anlatsın salak” Suay gözlerini devirip oturduğu halıya bağdaş kurup koltuktan bir yastık aldı. Kız harbi annesinin masal anlatacağını falan sanıyor sanırım. Rabbim bana iki el zekalı insan...

“Bundan yirmi altı sene önce... “ hadi be oldu mu o kadar. Suratımı ekşi tip oturduğum koltukta huzursuzca kıvrandım.

“Yeşimciğim sene verme gözünü seveyim yaşlandığımı fark ediyorum” demeyi de ihmal etmemiştim. Sevgili ailem bana kınayıcı bir bakış attıktan sonra hepsi bir ağızdan

“Sus artık” diye çığırınca tatlı bir tebessümle

“Pekala devam et” dedim. Yeşim hanım orta sehpada duran bardaktan koca bir yudum su içtikten sonra, bakışlarını yere dikti. Tam şu anda, iletişim kurmak için göz temasının mühim olduğunu söylesem olayı öğrenemeden ölür müyüm?

‘Evet İnci mercanım gözünü seveyim susta dinle' dedi iç ses ikinci Beyza. Uzun zamandır ortalıkta yoktu.

“İşte o seneler de sana hamileydim Asuman ve Engin'le birbirimize çok yakın evlerde oturuyoruz. Birbirimize sürekli gelip gidiyoruz bana gelen misafiri Asuman bilir Asumana geleni ben bilirim. Bir gün Asuman telefon etti bana, üvey kardeşi evlenmiş ziyarete geleceğini haber etmiş. Asumanla da arası hiç iyi değil ama gelme sebebi... “ sustuk tam sonra babama kısa bir bakış attı. Babam topun ona atıldığını fark edince boğazını temizleyip, ellerini önünde birleştirdi. Kısa bir süre sonra o da tıpkı annem gibi bakışlarını yere dikti. Bir aile düşünün iletişim sıfır..

“Gelme sebebi benim. Şeyma, biz evlenmeden önce ilişkimizi kıskanıyor, çeşitli iftiralarla bizi ayırmaya çalışıyordu. Ama her seferinde başarısız oluyordu, biz evlilik kararı aldığımızda ise bizi rahat bırakıp gitti. “ sustu bir kaç dakika sonra annem daha fazla anlatmayacağını anlayıp topu babamdan geri aldı.

“Ya da biz öyle sandık. Şeyma biz evlendikten bir ay sonra başkası ile evlenmiş. Ben sana yedi aylık hamileyken, karnı burnunda kocasıyla Asumanı ziyarete geldiler. Ama geliş amacı dediğim gibi babanı kıskandırmak. Kapıma kadar gelip yaşananlardan dolayı üzgün olduğunu bu akşam yemeğe katılmamı istediğini söyledi. Tabi ben samimi olmadığını hemen sezdim. Bir şeyler olduğuna emindim “ bundan sonrası pek hoşuna gitmiyor olacak ki bakışlarını tavana dikti. Ağlamamanın bugu buydu sanırım. Tavana bakmak. Ama onun ki beyaz ve yeşil küflere sahip bir tavan değildi. Temizdi yani en azından benim, yurtta hayal kurmaya çalışırken baktığım tavandan temizdi. Yılmaz komutan kısa sessizlik sonrası derin bir nefes alıp, zorlanaraktan da olsa tekrar konuşmaya başladı.

“Ama ben anlamadım, Şeyma bize geldiğinde ben evde değildim. Engin’le bir işi halletmek üzere evden ayrılmıştık. Şeyma ile de yolda karşılaştık. Buraya bizden af dilemek için geldiğini artık gerçekten sevdiği bir adamla evli olduğunu onun çocuğunu taşıdığını, doğumun riskli olduğunu, o sebeple helallik istediğini, akşam ki yemekte olmamızı söyledi. Aynı şeyleri annene de iletmiş ve annenin bunu kabul ettiğini hatta Asumanla birlikte yemek hazırladığını iletti. “ Annem, babama kırgın bir bakış attı. Hatta dudakları dahi titredi ama gözlerinden tek damla yaş düşmedi. Bu konuda ona kırgın olduğu aşikardı. Ama karşında ki adama olan sevgisi onu bu kırgınlıkta susmaya itmişe benziyordu.

“Onlar Engin amcanların evine giderken ben evde babanı bekledim. Bir saat sonra kapı çalınca da babanın geldiğini sanıp açtım kapıyı. Ama gelen baban değildi, yabancı bir adamdı ve zorla girdi içeri... “çenesinde ki titreme iyice artarken olayın nereye varacağını ikimizde anlamış olmalıyız ki şokla birbirimize baktık. Suay'ın gözlerinden bir damla yaş yanaklarına doğru düşerken, derin bir nefes alıp,

“İleri sar Yeşimciğim ağlamadan kapatalım diziyi” diye atladım. Yeşim hanım buruk bir tebessüm ve beni şaşkına çeviren metanetle babamın eline iki kere vurup,

“Anlat Yılmaz” dedi. Babam bana bunu yapma temalı bir bakış atsa da Yeşim hanım bakışlarını kaçırdı ondan. Babam el mecbur konuşmayı devam ettirmek için masada duran suyu tepesine dikti. Ardından elleri kendiliğinden yumruk haline gelince Yüce Rabbime anlatacaklarının ağırlığından bizi koruması için dua etmeye başlamıştım bile.

“Benim yüzümden annen o şerefsizin pis temaslarına maruz kaldı. Ben o şeytanın sözlerine, sözde iyi niyetine kanmasaydım böyle olmayacaktı... Velhasıl kelam, biz bahçede otururken annenleri içeride sanıyorduk. Karımı özledim gerekçesiyle girdim içeri ama annen yoktu. Şeyma’nın bir oyun çevirdiğini anlayıp hemen eve koştum. Eve geldiğim de kapı aralıktı ve içeriden annenin boğuk çığlıkları geliyordu. Adam annenin karnına şiddetle bastırmış,..” elimi hızla dur der gibi havaya kaldırdım. Odada bir hıçkırıp koptu. Hayır bunun sahibi Yeşim hanım değildi, Suay omuzları sarsıla sarsıla ağlıyordu. Benim de bu türden bir ağlama yaşamama ramak kalmıştı. Fakat bu kadının direnci bana bağlıysa kesinlikle ağlamayacaktım. Dudaklarımı ısırıp derin bir nefes aldım. Göğsümde kocaman bir sızı vardı. Yine kanıyor olduğuna emindim. Çünkü ben her sızladığım da içime kanardım. Tıpkı içime ağladığım gibi.

“Tamam atla burayı detay duymak istemiyorum. Sende ağlama Suay” sert çıkan sesimle babamın omuzları gevşedi. Derin bir nefes alıp devam etti sözlerine

“Anneni o halde görünce benim gözüm döndü tabi, belimde ki silahı çıkarıp iki el ateş ettim. Adam orada öldü. Şeyma da benim gittiğimi anlayıp peşimden eve koşmuş kocasını kanlar içinde görünce annenin üzerine saldırdı... “ bu defa da onun çenesi titrerken Yeşim hanım büyük bir metanetle Yılmaz komutanın elini tuttu. Yılmaz komutan Yeşim hanımın elini bir öpücük kondurup devam etti sözlerine

“Zor bela uzaklaştırdım Allah seni inandırsın o kadın içinde bir can taşımıyor olsaydı tek kurşunla biterdi işi. Ama onun bebeği de bela oldu başımıza. “ o sustuktan sonra konuşmaya Yeşim hanım devam etmek istedi. Gözleri kederle parladı sanırım dizinin kaçırıldığım sezonuna gelmiştik.

“O olaydan sonra baban uzaklaştırma cezası aldı. Senin doğumuna yakın tekrar görevine döndü. Ama bu bizim işimize yaramadı tabi iki ay sonra sen doğdun baban seni hepi topu bir ay görebildi çok yoğun çalışıyordu o sıra. Asumandan öğrendiğim kadarıyla Şeyma erken doğum yapmış ve bebeği ölü doğmuş. Bu durumu da bana bağlamış tabi. Asuman Yılmaza açtı durumu koruma talep etti.. “ Yine kırgın bakışları babama döndü. Babamın ‘Ya bu hikayede suçlu bensem' deyişi yankılandı kulaklarımda. Bu olayda da vurulma olayımda da derin pişmanlık duyduğu gözlerinden okunuyordu. Ama gördüğüm tek şey pişmanlık değildi. Onun yanı sıra bir de yetersizlik hissi vardı. Dudaklarım beden bağımsız büküldü. Böyle olmamalıydı... Hayır ya bu denli şey yaşamışken bu ailede kimse güçlü kalamazdı ki. Benim dahi omuzlarım çökmüştü. Ağlayacak mıydım? Şimdilik hayır.

“Ama ben o sıra görevdeydim annenle bile zar zor konuşuyordum. Zaten bu durumdan uzaklaştırma cezası aldığım için de beni dinlemediler. Engin ve Asumana emanet ettim sizi” babamın açıklaması beni ve Suayı tatmin etmişti ama Yeşim hanımın kırgın bakışlarında bir değişiklik yoktu. Derin bir nefes alıp bu defa tam gözlerimin içine baktı. Anlaşılan direncimi kırmaya niyetliydi. Ama unuttuğu bir şey vardı, ben de onun kızıydım o ağlamak için inat ediyorsa ben ağlamamak için inat ediyordum. Ve ben girdiğim hiç bir savaşı kaybetmezdim.

“O akşam bize gelmişlerdi Yusuf Asaf o kadar heyecanlı ki anlatamam, ne oldu diyorum, ‘Esleme yarın toka aldım ona vereceğim’ diyor... O akşam o tokayı taktı sana dedi ki bu tokayı ben sana taktım sen de senin gibi güzel bir bebeğe tak” Gülümsedim. O gece takılan bir toka... Hala cebimde taşıdığım hiç yanımdan ayırmadığım çilek figürlü toka olmalıydı. Kalbim pır pır etti. Yusuf Asaf her savaşımda benimleydi öylemi? Üstelik bundan ne benim ne de onun haberi vardı.

Sevgilim artık seni daha iyi anlıyorum biz birbirine ezelden aşina iki beşeriz.

Buruk bir tebessüm kondu dudaklarıma, ama dokunsalar bağıra bağıra ağlardım. O kadar dolmuştum.

“Ağzı da iyi laf yapıyormuş şimdiyle aralarında bir fark yok” dediğim de babam bile buruk çay gülümsedi. Sanırım Yusuf Asaf’ı gerçekten seviyordu. En azından bu konuda işimiz kolaydı.

“Çok severdi seni, zaten hissetmiş gibi sana sıkıca sarılmış öyle uyuya kalmış. Asuman biz artık kalkalım deyince de gittiler. Ben önce babanı aramak için içeri girdim sonra da bir baktım kapı açık, tam odana koşuyordum ki kafama bir şeyle vurdu. Yere yığıldım. Sonrası yangınlar alevler ağlamalar hiç bitmeyen bir yas”

İşte bu kadardı. Bundan sonrası hiç bilinmeyecekti. Mesela nasıl konuşmayı öğrendim, iki yaşında neye benziyordum mesela... İlk adımı kime attım. Ben nasıl bir bebeklik geçirdim bilmiyordum. Ve bunu beni doğuran kadında bilmiyordu.

“Yüz yüze geldiniz mi hiç” diye bir soru yönelttiğimde ikisinde bakışları öfkeyle kızardı. Ve Yeşim hanım ondan beklenmeyecek bir öfkeyle konuştu

“Öldürdüğünü söyledi seni bir eve kapattığını o evi de ateşe verdiğini gördük. Biz kamera kaydı izletti bize, çığlıklarına karşı kahkaha ile gülüyordu İnci o evden sağ çıkman imkansızdı” sözleri ile adeta nefret kusuyordu. Sanki Şeyma burada olsa onun canını tek bir solukta alacak gibiydi

“Sonra ifadesinde öldürmediğini bir yurda verdiğini söylemiş ama Eslem Duman adına hiç bir yurtta kayıt bulamadık. Şeyma psikolojik sorunları olduğu ve tedavi görmesi gerektiği konusuyla bizzat Yusuf’un dedesi tarafından çıkartıldı. Biz de yavrumuzdan olduğumuzla kaldık. “ Yusuf bunu duyduğunda kendini bana karşı mahcup hissedecek. Onu tanıyorum deli damarının içinde dolaşan kanın naifliğini görüyorum. Zaten tam da o naifliğe aşık olmadım mı? Onu diğerlerinden ayrı kılan bu özelliğiydi. Yusuf’u kalbime layık kılan, benim tüm dünyamı değiştiren o özelliğiydi.

Ama şuan konumuz bu değildi. Derince bir soluk alıp olayın benim anlatacağım kısmına geldim. Herkes bana merakla bakarken bu minik meraklı hallerine gülmeden edemedim.

“Ben de bir resmin var, yüzün görünmüyor gerdanın da inci bir kolye var, arkasında ise bir yazı... Bir fotoğraf bir yazı bir toka ve bir battaniye... Yıllarca sadece bunlardan ibaret olduğumu sandım. Geçmişim yoktu ama eşyalarımın sırları vardı. Merak ettim ama araştırmadım. Çünkü müdire anne bana terk edildiğimi söyledi. Yedi sekiz yaşlarındaydım çok ağrıma gitti terk edilmek. Ama hiç bir zaman yılmadım, o yurtta her gün dayak yerken de kalkıp kendi kendime pansuman yaparken de vazgeçmedim yaşamaktan. Direndim, en nihayetinde birliğe alındığımda on yaşındaydım. Tam on sekiz yaşına geldiğim de eğitmenim ailemi bulduğunu söyledi. Merak etmediğimi söyledim ve yoluma devam ettim. Yani anlayacağınız sizi bulmak benim iki dudağımın arasında gizliydi. Sana olan nefretim yine sana ulaşmama engel oldu.” Anneme hitaben söylediklerimle onda tek bir hareket olmazken babamın yanakları ıslanmıştı. Suay ise yine ağlıyordu. Sorun şu ki Yeşim hanım gerçekten sözünün eri bir kadındı. Tüm sohbet boyunca gözünden tek damla yaş düşmemişti. Nasıl yapmıştı bunu inanın bilmiyorum ama onda bende olan inattan fazlası vardı. Çünkü ben biraz daha burada kalırsam gardımı indirecek dudumdaydım.

“Kader mi bu” diye fısıldadı Suay burnunu çekerken. Aptal bana ve Yeşim hanıma ağlama diye söz verdirmişti ama en çok kendi ağlamıştı.

“Herhalde öyle, dedem olsa öyle derdi”

Dedem olsa imtihandan açardı konuyu o tatlı sohbetine dalar giderdik. Muhtemelen şuan Yusuf Asaf’ın evindeydi. Halbuki şu an ona ne de çok ihtiyaç duyuyordum. Gelseydi konuşsaydı, bunların geride kaldığını söyleseydi. Yeterdi bana. O kötü karanlık Kömürlük anılarıma da ışık olur muydu? Çocukluğumdan kalan tüm korkularıma? Ya gölgelerime, hani ansızın çıkan İri kıza ait olduğunu bildiğim o gölgelere. Dedem ya bu, olurdu tabi. Olmasa bir dua okurdu içinden düzelirdi her şey.

İyice dolmaya başlayan gözlerimle yalandan kocaman esnedim. Ve karşımdakilere hiç bir şey söylemeden Suayın odasına gitmek için niyetlenmiştim ki, duyduğum sesle durdum.

“Nereye” annemin titreyen sesiyle gülümsedim ikimizde aynı anda pes etmiştik. Ben annemin kızıydım öyle mi? İşte buna çok gülerdim.

Arkamı dönmeden yanıtladım onu

“Uykum geldi yorganın altına gireceğim” verdiğim yanıtla Suaydan bir hıçkırık yükselirken, annem titrek ve güçsüz bir kahkaha attı. Bense orada daha fazla duramadım. Elim kapıya gideceği vakit annemin

“Çok garip bir kız anlattıklarımdan hiç etkilenmedi sanki” dediğini duydun.

Duyduğum şeyle kederle gülümsedim. Ve Suayın yatağına girdim. Havanın çok sıcak olmasını hiç umursamadan kafama kadar çektim battaniyeyi. Evet sevgili anneciğim anlattıklarından hiç etkilenmedim. Hatta o kadar etkilenmedim ki sabah beni uyandırmaya geldiğinde yatağı ıslak bulacaksın. Ağladığımı düşüneceksin hatta kızaran gözlerimle de buna emin olacaksın fakat, ben yedi yaşımdan beri altıma işiyorum diyeceğim.

Kızaran gözlerim mi?

Sadece göz nezlesi.

İyi geceler anneciğim ve senden nefret ettiğim için özür dilerim...

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

Gözlerimi açamıyorum, hayır gece ağlama işini abarttığımdan değil sahiden açamıyorum. Ve odada yükselen seste tekrar uyumama engel oluyor. Telefon üst üste çalıyor ve artık bu durumu beynim kaldırmıyordu. Gözlerimi sinirle açıp yastığın altında ki telefona uzandım.

Nayino

Bu saatte ne diye arıyordu ki. Sabah namazına mı kaldıracaktı acaba. Yok yok onun gözü namazda olsa kulağı ezanda olurdu.

“Alo” sesimin hayvan gibi çıkmamasına özen göstererek konuşunca hiç sesimin çıkmadığını fark edince kendi kendime gülmeden edemedim. Şakasız bende kendini sevgilisine beğendirmeye çalışan kızlara dönmüştüm.

Bu defa sesimi hiç umursamadan daha güçlü bir sesle konuşunca telefonun diğer ucundan bir kaç hışırtı geldi. Gözlerimi bir kaç kez kırpınca Yusuf Asaf,

“Cama çık istiridye “ diye komut verdi. Hayırdır yiğidim göğü ayaklarıma mı indirdin ne bu hava.

“Saat sekizde camda ne halt yiyeceğim nayino” dediğimde bir hışırtı daha yükseldi. Usulca doğrulum yerimden tak o sıra bir hışırtı daha kopunca iyice ayıkmıştım. Ne oluyordu tam olarak.

“Ağaca çıktım ve bir dal hakkın rahmetine kavuştu” Ağaca mı çıkmış? Ağaca çıkmış ve bir dal onun ağırlığına dayanamayıp kütürdemiş mı? Kocaman esneyip hiç şaşırmasam da

“Ne” diye bir tepki verdim. Şaşırmamıştım çünkü normal bir insanın benim yanımda yamacımda ne işi vardı yani.

“Şaşkınlığın bittiyse cama çıkar mısın, ağaç beni daha fazla taşıyacak gibi durmuyor” Sesli bir şekilde gülüp camı açtım. Açar açmaz Yusuf Asafla burun buruna gelmeyi beklemiyordum. Babama söyleyeyim de bir ara bu ağacı budasın. Malum ayağı alışmış beyefendinin güme gidebiliriz.

“Sen manyak mısın adam ne işin var burada” soğuk kanlılıkla söylediklerimle elini camdan içeri koyup odaya girecekti ki gülümseyerek ekibi geri çektim. Odada sadece ben yoktum neticede Suay'ın da haklarını savunmalıydım. Şaka şaka Suay için değildi hatta

#kızkardeşlerkapatılsın

Eylemi falan olsa ilk sırada yer alırdım. Arada gıcık oluyordum kendilerine. Ama bu gıcıklık dünden beri mevcuttu. O içini döke döke foşur foşur ağlarken beni susturmuştu.

#kardeşedurde

“Mahremini işgal etmek istemediğim için içeri girmedim. Ama burasıda pek rahat değil” Yusuf Asaf konumunu hatırlatarak odaya girmek istediğini tekrar belirtince göz ucuyla odaya bir bakış attım. Bok götürüyordu. Bir ara Suaya temizletmeliydim neticede ben vurulmuştum nasıl temizleyeyim.

“Saçmalama seni tabii ki içeri almayacağım” dedim kesinlikle oda dağınık diye değil. Burası iki genç kızın kaldığı bir oda ve senin burada ne işin var anlayamadım onu? Yusuf derim bir nefes alıp, gülümseyerek elinde ki poşeti burnumun ucuna kadar tuttu

“Mandalina aldım sana”

Mandalina aldın bana hemde yeşil kabuklu öylemi? Hemde Haziran’da öyle mi? Hem de hemde... Niye şaşırıyorum ki bu adam Yusuf Asaftı bordo bereliydi bu adam. Karda yürür izini belli etmezdi. Denize girse beş dakika nefes almadan dururdu. Duman timinin atmacasıydı o. Yusuf komutandı yapardı. Şaşkınlığımı bir kenara koyup

“Yusuf Asaf bunu nereden bulduğunu merak etmiyorum çünkü ağacı Haziran’da meyve vermesi için zorladığına eminim” diye ağzımın içinde geveledim. Halbuki bulamayacağına emindim. Yazın mandalina satılıyor muydu dostlarım? En sevdiğim meyveyi yazın boşuna mı yemedim ben

“Benim de kendime göre hünerlerim var” dedi Yusuf Asaf bu gururuna sevgiyle tebessüm edip yanağına bir öpücük konduracaktım ki kendimi frenledim. Neticede beni vurmuştu hadi onu da geç suçu yoktu da beni kandırmıştı. Birde öpüp ödül vermeyecektim. Ama çok tatlıydı be.. Kahve kahve bakıyordu gözlerime öpsem gururum üşüdüm öpmesem kalbim...

Kalbim ve gururum arasında ki çelişkiye bir son verip

“Tamam git şimdi babam dedem hepsi içeride görmesinler seni” baba ve dede lafını duyar duymaz gerisin geri tırmandığı ağaçtan inmeye başlayınca güldüm. Aklına bir şey gelmiş olmalı ki muzur bakışları beni buldu.

“Mandalina alındı geriye kaldı üç” hain adam dilim tutulaydı da sana bu cesareti vermeseydim. Her an her maddeyi yapacak güçte gibi duruyordu. Ama bulutlara salıncak kuramazdı değil mi? Sakın sakin henüz o teknoloji gelişmedi. Hem bordo bere diye her haltı da yapamaz ki

“Yusuf Asaf” diye sahte bir kızgınlıkla adını söyleyince ağaçtan atlayıp ellerini bir birine vurdu.

“Gittim” demeyi ihmal etmeyip bir de üstüne el sallamıştı. Kaç yaşındaydık biz beş mi?

“Deli ya”

Elimde ki poşete hülyalı bir bakış atıp yatağa oturdum dört mandalinadan birini elime alınca garip bir şekilde ellerim üşüdü poşeti yere bırakınca da yer biraz şu olmuştu. Ama umursamadım Suay silerdi. Silmeyecekse niye yokluğumda kardeş yapmışlardı bana. Ay harbi benim yokluğumda Suayı nasıl yapmışlardı?

‘Orası mahrem inci mercanım çık oradan’ dedi ikinci Beyza. Anladığım şey otuz iki diş sırıtırken elimde ki mandalinayı havaya kaldırıp tek gözümü kısarak incelemeye aldım mandalinayı. Ay bir de yeşildi ya

“Mandalina almış” diye iç çekip mandalinayı soyamayacağımı fark edince poşetin içine fırlattım. Ay mandalinaya kibar olsa mıydım acaba neticede sevgili nayinomun aldığı ilk mandalinaydı. Ve asla son olmayacaktı.

“Bu saatte hangi salak mandalina için kapıya dayanır acaba” Suay'ın uykulu sesini duyunca gözlerimi devirdim. Bu kız evlense falan bu oda tamamen bana kalsa çok iyi olurdu. Harun’u ikna etmeliyim

‘Harun zaten tamam sen Yılmaz beyciğimi ikna et “ İkinci Beyza'nın sesiyle göz devirdim. Bundan kurtulmak için bir ara psikoloğa gitsem fena olmazdı

“Uyu Suay “ dedim Beyza’nın sinirini de ondan çıkartarak ve yatağıma uzandım. Çok hareket edince biraz ağrılarım artmıştı.

“Hi kız poşet şu dolmuş, Allah kahretsin gitti parkeler” Suayın sesiyle yattığım yerden kalkıp işaret ettiği yere baktım. Mandalinalardan birini elime alınca az önce anın büyüsüyle fark edemediğim şeyi fark edince tüm ağrılarıma rağmen kahkahayı bastım.

“E buzlu bu “ diye söylenen Suayı umursamayıp mandalinayı yerine bıraktım ve yattığım yere geri uzandım.

“Bu mevsimde mandalinayı bulamayacağını biliyordum zaten.” Kendi kendime konuşurken Suayın

“İnci sil şurayı” diye çığırmasını hiç umursamadım. Ben nasıl sileyim geri zekalı derdim mesela ama şuan sevgili nayinomun bu mandalinayı nereden bulduğunu düşünüyordum.

“İnci”

Suay'ın yakınmasını umursamayıp kocaman bir sırıtmayla telefonu elime alıp Nayinomun üzerine tıkladım.

Siz: Mandalina iptal

Yazıp gönderdiğim de bir kaç dakika içinde hemen yanıt gelince yüzümde ki tebessüm iyice genişledi

Nayino: Ne demek iptal bin lira verdim ben ona

Mesajı okuduğum dakika tüm neşem tuzla buz olurken, doğru mu okudum acaba diyerek bir kaç kez daha okudum. Dört mandalina? Bin lira? Tanesi iki yüz elli liradan?

Kafayı yemiş bu adam

Siz: Sen çoluğumuzun çocuğumuzun rızkını dört tane mandalina için mi harcadın?

Sorduğum soruya saniyesinde yanıt gelince hemen açtım.

Nayino: Benimle evlenmek istediğini biliyordum.

Salak lafı evirip çevirip evliliğe getiriyor. Ben buna hazır mıyım acaba. Hele de seninle çocuk adam hiç hazır değilim.

Siz: Hayır dört mandalinaya bin lira veren adamdan koca mı olur?

Nayino: Ben karımın isteklerini yerine getirmek için her şeyi yaparım

Verdiği yanıtla kararımı aniden değiştirip

Siz: EVLEN BENLEN

Yazıp gönderdim. Ama Yusuf Asaf bunu ciddiye almış olmalı ki

Nayino: Yapalım mı bunu?

Diye sordu. Ben buna ne diyecektim...

Sadece şakaydı

Hayır az evvel baya baya istemiştim. Kim böyle bir enayi... aman koca istemezdi ki. Ama Nayino gibi ultra yakışıklı bir adam da evlenilecek tiptendi hani. Kocam olsa müzeye kapatırım.

Siz: : )

Diyecek bir şey bulamayınca attığım gülen yüze hemen yanıt verince kafamı yastıktan kaydırıp yastığın altına soktum. Sevgili Yusuf Asaf bey Nayino hazretleri ben bu kadar sevgi ve ilgiye alışık değilim.

Nayino: Yapıyor muyuz yani

Verdiği yanıta yine aynı emojiyi atınca

Siz: : )

Cevap yine gecikmedi

Nayino: İstiridye?

Ay kurban olsunlar sana sen ciddiye mi aldın.

Siz: Hayır!

Verdiği yanıta kocaman gülümsedim.

Nayino: Biraz sonra göreve çıkacağım beni emanet etmek istediğin biri var mı?

Biz ne ara bu evreye gelmiştik bilmiyorum ama mümkünse bu evrede biraz oyalanalım. Ve evet Nayino seni emanet etmek istediğim biri var

Siz: Allah’a emanetsin Nayino

Telefonu kapatıp yastığa tekrar uzandım. Ay seviyorduk ben bu adamı ya. Yaralı olmayan omzuma ters yöne dönüp açık perdeden görünen ağaca döndüm yüzümü ne güzel aramdı öyle. Ben ne hayır işlemiştim de bulmuştu beni. Derin bir iç çekip yumdum gözlerimi. Gün uzundu ama biliyorum ki Yusuf Asaf bana sadece bir telefon uzaklıktaydı.

İyi uykular Nayino

Ve seni seviyorum

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

Allah'a emanetsin.

Saatlerdir bu iki kelimenin oluşturduğu cümleden çıkamıyordu Yusuf Asaf. Şu an zırhlı araçta ve yanında goy goy geçecek bir yığın adam olmasa kesin alık bir tebessümle gezerdi. O sevmeyi babasından öğrenmişti çünkü. Babası annesine hep tebessümle konuşurdu. Yusuf Asaf git gide ona benzediğini düşünüyordu. En azından sevme işinde.

“Komutanım bölgeye geldik sakladıkları mühimmat burada” Arif'in sesiyle araç durdu. Bir depo önündeydiler bu adam için çok fazla uğraşmışlardı. Ellerine gelen bilgiye göre bu gece burada bir teslimat gerçekleşecekti ve teslimat alıcıları ellerindeydi. Buranın yerini de bizzat onlardan öğrenmişlerdi. Her biri yolda konumlandırdıkları yerlere geçerken Harun

“Bunun arkasında Sarı Selo olduğuna emin miyiz” diye bir soru yöneltti. Operasyonu Yusuf’la yönetmeyi severdi. Onun pratik zekası her zaman kurtarıcı olurdu. Meslekte de hızla yol kat etmesi bundandı. Tüm üstler Yusuf Asaf'ın hem hedef yeteneğini hem de zekasını takdir ederdi.

“Evet komutanım Sarı Selonun da sonunu geldik” dedi Yusuf Asaf elinde ki tüfeğin ayarlamasını yaparken. Tüfeği... Gülizarı en nihayetinde ellerindeydi. Ama bir türlü İnci’nin yerde kanlar içindeki görüntüsü silinmiyordu kafasından

“Direkt dalıyor muyuz komutanım” diye fısıldadı yanında ki Harun karşı. Harun ise bambaşka bir yerden konu açacak

“Sence de mühimmatın olduğu depo önünün boş olması saçma değil mi” diye sorduğunda olumlu anlamda başını salladı. Bunu zaten fark etmişti ama tuzak olduğunu düşünmüyordu. Çevrede onların göremediği birileri olmalıydı.

“Depo önü boş çünkü tetikçi var” yanıtı verdi. Ardından Zeynel konumlandırdıkları binadan

“kendilerini ele verdiler, tetikçi var tekrar ediyorum tetikçi var” Diye seslenince de kendinden emin bir şekilde gülümsedi.

“Tek mi” diye sordu Harun ama sorusu Zeynel’e değildi. Yusuf Asaf’ın beyniyle oynamayı onun sınırlarını zorlamayı severdi. Bu önemli bir görevde olsa aynıydı.

“Nerede duruyor” diye sordu Yusuf Asaf telsizin öteki ucunda ki Zeynel’e. Kısa bir sessizliğin ardından Zeynel,

“Sağ köşede ki bina da komutanım” deyince Yusuf Asaf gözleriyle binaları süzdü. Toplam dört bina vardı. Orta bina dikkat çekeceği için koymamış olmaları gerekirdi. Yani sağ ve sol olmak üzere iki tetikçi vardı. Arka da ise bina yoktu. Açık alana gizlenen herhangi bir tetikçiyi fark ederlerdi. O halde soru basitti

“Sanmam tetikçi köşede duruyor dört bina var bu sağ köşenin bir solu olmalı öyle değil mi” dediğinde Zeynel’den cevap geçilmedi.

“Evet öteki tekini de buldum “ dediğinde Arif’in coşkulu ama kısık sesi yayıldı

“Hay Allah’ına kurban komutanım “ Yusuf Asaf arkasını dönüp sessiz olması gerektiğini belirtirken, Harun

“Tuzak mı” diye yeni bir soru yöneltti.

“Önlem” diye yanıt verdi Yusuf Asaf. Çünkü teslimat alıcıları esir düşeceklerini hesaba katamamışlardı. Eğer tuzak olsaydı milyar dolarlık teslimatı yem olarak önlerine sermezlerdi.

“Vay ağzına s*çtığım bu kadar korkuyorsan teslim ol it bizi niye uğraştırıyorsun” Arif yeniden coşunca bu defa ekipte ona hak verince susup elinde ki dürbünü depoya yöneltti.

“Komutanım Selo içeride Tuzak değil” Arif’in de Yusuf’a hak vermesiyle Harun

“Dediğin gibi Önlem” dedi ve tüfeğinin namlusunu ayarladı.

“Ne yapıyoruz” dedi Yusuf Asaf. Harun ise

“Zeynel tetikçileri indir” diye emir verdi. Ardından Yusuf Asaf’a dönüp

“Konumlandır” emrini verince Yusuf Asaf

“Ahmet, Onur ve Ali depo çevresini geziyorsunuz kaçmasına müsaade ederseniz ahirette görüşürüz” deyince Onur gergince izledi komutanını. İyiydi hoştu ama tehditlerini yapmak gibi kötü bir huyu vardı. Her defasında gerim gerim geriliyordu.

“Yusuf komutanım siz böyle deyince ben geriliyorum yeminle” diye söylenmeden edemedi.

“Onur gevezeliğin sırası değil” Harun'dan gelen cevapla Onur iyice gerilirken

“Emredersiniz komutanım” cevabını anında verdi. Harun ve Yusuf bir kaç ayarlama yaptıktan sonra

“Zeynel tetikçiler ne durumda” diye sordu Yusuf Asaf

“Rabbin kim sorusunu duydular komutanım” Zeynep’in cevabıyla ekip kısık bir şekilde gülerken, Ali ve ekibi konumlandırdıkları yerlere gitmişlerdi. İlk adımı Harun attı

“Arif Ufuk Miraç arkamızda durun koruyun “ demeyide ihmal etmedi.

“Dalıyor muyuz artık” diye söylendi Arif beklemekten sıkılmıştı. İnşallah bu çatışmada bir yara alırım diye düşündü. Ne zamandır hastaneye gitmiyordu. Allah’ım ne olur uçaklar düşsün kızılca kanlar fışkır ama ölmeyeyim sadece çok yaralanayım ve Nisa da bana üzülsün. İlgi istiyorum Rabbim. Nisa kulunun ilgilisini bana layık et.

Arif’in günlük duası bitince ayağına değen minik taşla gözlerini devirdi. Hep anneannesinin duaları tarafından korunuyordu. Kötü kaynana

“Atış serbest” Harun’un verdiği coşkulu emirle hepsi bir yerden ateş ettiler. Tetikçilerin olmaması da işlerine yaramıştı. Netice silah menzilleri ne kadar atış yapıyor bilmiyorlardı. İşlerine yarayan bir başka şeyde tetikçiye güvenip fazla adam koymamaları olmuştu. Çünkü kısa sürede çatışma bitmiş ve depo önüne gelmişlerdi. Sağ ve dolu gözeterek girdiler içeri

Ve Bingo

Sarı Selo bir varilin arkasında durmuş kendini korumaya almıştı. Harun Arife bir bakış atınca, Arif gelen komutu anlayıp direkt Selo’nun yanına gitti. Ensesinden tutup tek hamlede ekibin görüş açısına getirirken saçlarını çekip yüzüne tükürürken,

“İt oğlu it” dedi. Bu adam terörist olmasa bile bundan haz etmeyeceği aşikardı. Bir kere sıfatında ruh yoktu herifin. Ruhsuz insan her haltı yemeye müsaitti. Çünkü kirletme korkusu duyduğu bir şeyi yoktu

Hasılı kelam

Bu adama kendi b*kuna nasıl davranıyorsa öyke davranırdı

“Tetikçi vardı” Selo’nun çaresizce söyledikleri ile ekip bir kahkaha attı. Yusuf Asaf usulca yaklaştı Selo’nun yanına. Arif'in ellerinden alıp ensesinden tuttuğu gibi görüş açısına getirdi. Yakınlaşmasıyla burnuna dolan pis koku midesini bulandırsada yüzünü dahi ekşitme gereği duymadı.

“Bizi hafife alıyorsun Selo” dedi nefret dolu bir sesle. Selo bu ses tonunu duyunca bile içten içe üç buçuk atarken Harun’un sesiyle iyice köşeye sıkıştığını hissetti.

“Fare kapana girdi haber et ekip göndersinler” Harun’un Onur’a verdiği konumu onaylayarak dışarı çıktı.

“Sen de benim peşimden gelmekten sıkılmadın mı Komutan ha neye elimi atsam orada bitiyon senden kurtuluş yok mu” Selo’nun Yusuf’a söyledikleri ile herkes ne söyleyeceğini merak ederken Yusuf

“Sence ecdadını s*ktiğim sence var mı” diyerek yüzüne sert bir tokat indirdi. Selo bir süre tokadın etkisi ile konuşamazken hızlanan nefesini kontrol etmeye çalıştı. Ardından ellerini yüzüne götürüp uyuşan yere masaj yaptı. Ve bir anda kahkaha atmaya başladı

“Komutanın duruken sana laf düşer mi Laz komutan... Ah pardon ekipten senin lafın üstündü değil mi” Harun bu ucuz numaraya kahkaha ile gülerken Selo’yu elinden aldı. Aklınca aralarına fitne sokacaktı ama yer mi Anadolu kaplanı

“Ben ekibimi onunla yönetirim de sizin başınız çok be Selo her horoz ayrı yerde ötüyor” dedikten sonra Selo’nun uzun açlarına asıldı. Eline gelen yağa aldırış etmedi. Ama buradan çıkınca kese atacağına emindi.

“Öyle olunca ne oluyor Selo biz her hor uzun kafasını ayrı yerde kesmek zorunda kalıyoruz” derken o da bir yumruk savurdu. Bu defa yediği yumrukla iyice sarsılan adama nefretle baktılar. Bunu burada öldürmek en iyisiydi ama ifade için alınmalıydı. Sonuç konuşmayacaktı ve zaten ölecekti

“Safi zarar a*mına koduklarım” dedi Arif elinde ki mühimmat dolu kasayı önlerine bırakırken. Harun silahları incelerken Onur içeri gelip

“Komutanım bölgedeki ekipler helikopter gönderdiler “ dedi Yusuf Asaf Selo’nun uzun saçlarından tutarak onu da kendiyle birlikte çekiştiren ve Harun’un yanına geldi

“Ne dersiniz komutanım bunu helikopterin uçuna bağlasak mı kuş gibi uça uça gelse “ Harun duyduğu şeyle gülerken yerde sürüklenen adamın hali pek eğleniyor gibi durmuyordu. Peki bu kimin umurundaydı? Tabii kimsenin

“Bu yaratıcı fikirler nereden geliyor oğlum” dedi Harun Yusuf’tan cevap gecikmedi

“Yaratandan komutanım “ dedi ve Selo’yu hızla Miraç'ın önüne fırlattı

“Miraç al şu iti” Miraç eline bir eldiven geçirip Selo’nun kolundan tuttuğu gibi dışarı çıkardı.

Hepsi tek tek sırayla helikoptere bindikten sonra Miraç tek bir hamlede Selo’yu bayılttı. Helikopter kalkışa geçerken Ali’nin

“Komutanım yenge nasıl” diye sormasıyla

“İyi şükür” cevabını verdi Yusuf. Zeynel ve Arif aynı anda esneyerek birbirine bakınca Zeynel

“Fazla iyi komutanım sabah ezanıyla kalktık bugün” demeyi ihmal etmedi. Bugün sabah ezanıyla bizzat Yusuf komutanı tarafından uyandırılmışlardı. İşin garip tarafı mandalina için savaşa hazırlanır gibi hazırlanmıştı çünkü sabah ezanıyla ya namaz için kalkılırdı ya da savaş için. Kim sabahın kör vaktinde mandalina için uyanırdı ki?

“Niye la “ dedi Onur ikisinin uykulu haline anlam veremezken. Arif kocaman esneyip

“Mandalina için” cevabını verdi. Yusuf Asaf’ın ise duyduğu cevapla dudakları iki yana kıvrıldı. İnci’nin ona yaptığı her eziyette birilerini yanında sürüklemeye kararlıydı. O uyumuyorsa ötekiler niye uyuyordu. Hani yol arkadaşlığı? O yüzden kinayeli bir bakışla

“Yeşil kabuklu mandalina için” cevabını verdi. Ekip iyice keyiflenirken Ali

“Haziran da mı” diye sordu

“Evet” dedi Arif o da zaten bunu anlamıyordu Haziran ayında mandalinanın ne gibi bir faydası vardı. Her meyve mevsiminde faydalı değil miydi?

“komutanım yenge size siz onlara acımamışsınız” dedi Ali gülmemek için kendini tutarken Harun ise hâlâ mandalinanın bulunup bulunmamasında kalarak

“Mandalinayı buldun mu” diye sordu. Yusuf Asaf’ın dudakları yine iki yana kıvrılırken Arife bir bakış attı. Mandalinayı vurgunu Hayri manavdan bulmuşlardı. Tabi o saatte manav açık olmadığı için manavın evine gidip kendi dolabından almak zorunda kalmışlardı. Ama puşt dört mandalinaya bin lira isteyince ve sabah sabah evine gelen askerlerden korktuğu için güvence bedeli alınca... Evet mandalinaya güvence bedeli ödemişlerdi. Bu adama boşa vurguncu Hayri demiyorlardı.

“Buldum buraya gelmeden önce verdim” İnci’nin yüzünde ki o şaşkın ifade ve çaktırmamaya çalışsa da hayran bakışları, sevdalıydı be Yusuf. Hemde sevda Karadeniz’i şahit tutardı aşkı için. Adı geçince bile içinde ki duygular horon tepiyordu. Saçları kirpikleri gözleri hele o güzel kokusu yok muydu? Başına belaydı bu kadın. Çok seviyordu onu ve aynı sevgiyle sevildiğine emindi.

“Biz de bugün Yılmaz komutanla konuştuk ziyarete geleceğiz” Ali’nin ortama attığı konuyu ekip onayladı. İnci için geçmiş olsun ziyaretiydi bu. Ama Yeşim hanım olayı yemeye kadar sürüklemişti. Misafiri sevdiği herkes tarafından bilinirdi ama bu kadarını tahmin edemezlerdi çünkü gelmeleri ve memnun kalmaları için hepsinin sevdiği yemekleri öğrenmişti.

“Yılmaz komutanımın haberi yok” dedi Yusuf hemen. Bunu belirtmese kesin boş boğaz arkadaşlarından biri yemekte konuyu açabilirdi. Korktuğundan değildi tabi ama Yılmaz komutan kızlarına düşkün bir adamdı. Onun sözlü eziyetlerine dahi hazır değildi Yusuf. Ama İnci şuan evet evlenelim dese kimseyi umursamazdı tabi İnciye bu konuda güvenebilseydi

“Zaten haberi olsa sağ olmazdınız komutanım” Miracın esprisiyle herkes gülerken Yusuf ters bir bakışla süzdü ekibi.

“Benim ilişki durumumdan sizene lan kendinizle alakadar olsanıza” diye terslemeyi de ihmal etmedi.

“Bu itin yanında ne konuşalım komutanım al ayıktı gene uyu lan pezevenk “ Onur adamın kafasına bir tane geçirip tekrar bayıltınca Ahmet alayına

“Onur fazla haşinsin ha” dedi. Onur ondan bir kaç karış uzaklaşırken ters bir bakışla

“Ahmet, abi gözünü seveyim bana yürümediğini söyle döşümde kıl var lan benim” dediğinde Ahmet de içine hepsinin gülmesine sebep olmuştu. Ahmet gülmesini durdurup Zeynele baygın bir bakış attı

“E işte yedi yirmi dört Zeynel’le aynı odada kalınca döşü kıllı sen bile ilgi çekiyor” derken gerçekten Zeynel’le aynı odada kalmanın kederini çekiyordu. Zeynel iyiydi hoştu ama her efkarlandığında ‘Abi bir türkü be' diyerek darlıyordu. Ama onunla kalmak keyifli de olmuyor değildi. Bir kere hoş sohbet adamdı Zeynel. Ama Ahmet anlattıklarını dinlemiyordu.

“Ben ne alaka oğlum laf döndü dolaştı yine bana geldi arkadaş. Ufuk var Ufuk'a bulaşın gözünüzü seveyim ya” Zeynel ekibin günah keçisi olmaktan yorulmuştu ama o da topu hemen ekibin en küçüğüne atıyordu. Ve böylelikle gırgır şemasından kurtuluyordu.

“Komutanım ben sessiz sessiz duruyorum ne olur kimseye hatırlatmayın beni kurban olayım ne olur “ Ufuk kendi kendine görünmez olmaya çalışırken bir anda isminin anılması Ve Yusuf komutanı tarafından fark edilmek şuan en son isteyeceği şeydi.

“Bugün sende geleceksin seni bizzat reisle tanıştıracağım ve sizinle de ufak bir işimiz var” dedi Yusuf ufak iş diye bahsettiği İnci’nin maddelerinden biriydi. Son maddeye gelene kadar devam etmeye kararlıydı ama bulutlara salıncak kurma işi biraz sakıncalıydı. Ama pes etmeyecekti onunda bir çaresine bakacaktı

“Komutanım” Ufuk'un çaresiz kıvranmalarına hiç aldırmadı Yusuf Asaf ama

“Umarım itiraz etmiyorsundur Ufuk, bence babam bir eğitmen olarak benden daha merhametlidir” diye uyarmayı da ihmal etmedi. Ardından konuşulanlara kulağını tıkayıp telefonunu çıkardı. İstiridyenin numarasına tıkladıktan sonra direkt mesaj çekti

Siz: Hâlâ evlenmemekte ısrarcı mısın?

İstiridyem: : )

Siz: Yapma şunu net ol.. Her zaman ki gibi

İstiridyem: Hayır demiştim : )

Siz: Evet der gibiydin

İstiridyem: Barış Manço musun be adam ne bu ısrar

Siz: Yüzüme karşı git diyorsun amma sanki gözlerin kal der gibi gibi

İstiridyem: Gitmeni istemiyorum ki

Siz: Yani evleniyor muyuz?

İstiridyem: Hayır!

Suratında hoş bir sırıtmayla kapadı telefonu. Ne de olsa alacaktı istiridyesini biraz bekleyip onun ikna olduğuna şahitte olacaktı sadece biraz zaman istiyordu. Emeksiz İnci mi olurdu? İstiridye de içinde ki kıymetli İnciyi hemen sunmayacaktı. Zor kadındı bir kere. Zaten kolayda ona gelmezdi.

“İnişe geçtik komutanım “ dedi Onur zaten kısa bir süre sonrada inmişlerdi. Harun sürünen adamın hâlâ ayık olmadığını görünce Miraca doğru

“Ayılt şunu” emrini verdi. Miraç cebindeki eldiveni çıkartıp taktı eline. Ardından Selo’nun yüzüne bir tane geçirip

“Kalk lan” diye öfkeyle bağırdı. Zeynel ise merak ettiğim bir hususta Miraca

“Miraç ikidir dikkatimi çekiyor niye özellikle ite dokunurken eldiven takıyorsun” diye sordu. Miraç elinde ki eldivenleri özenle çıkarırken tiksinti dolu bir ifadeyle cebine koydu eldiveni

“Ben Ayşenimin ellerini tutuyorum abi Ayşenim naiftir bu ittin mikrobunu ona taşırsam hasta olur “ dedi. Ekip helal olsun yido bakışlarını atarken Zeynel ellerini omuzuna vurup

“Helal lan sana” diye kardeşim dediği adamla övündü. Herkesin yeri farklıydı ama Miraç onun için kardeşti can yoldaşıydı. Askeriyede gözünün aradığı ilk adamdı.

“Benim gardaşım sevmeyi de bilir s... “ Diyecekti ki sözleri Arif’in ağzını kapatmasıyla yarıda kaldı. Arif kafasına bir tane geçirip

“Sus geri zekalı” diye azarladı. Bu adamın sağı solu belli olmuyordu ne zaman ne diyeceğini kimse bilemiyordu. Deliydi deli kırk altılık deliydi hemde

“Lan ne fesatsınız başka bir şey diyecektim” demişti ama sözleri hava asılı kaldı. Çünkü Yılmaz komutanları gelmişti. Hepsi selam dururken Yılmaz komutan gururla baktı ekibine. Bu ekip alelade seçilmiş bir ekip değildi. Hepsinin kendine göre bir yeteneği azmi çabası vardı.

“Aslanlar” dedi aynı gururlu ifadeyle. Duman timi duyduğu övgüyle iyice dikleşirken Yusuf’un yanına gidip omzuna sert ama babacan bir tavırla vurdu.

“Duman timi rahat ol” dediği vakit ise selamlar indi. Hepsi tek tek ayrıldı oradan. Yusuf'ta gidecekti ki ters olmaya çalışarak

“Sen kal” dedi. Yusuf tekrar önüne dönüp dimdik durdu komutanı ve baba bildiği babası kadar sevdiği adamın önünde. Yılmazda Yusuf’u çok severdi ama bu onu sıkıştırmayacağı anlamına gelmezdi

“Duyduğuma göre İnci sana Nayino diyormuş nedir bu işin esprisi” Yusuf duyduğu isim ve lakapla soğuk terler dökerken sertçe yutkunup

“Espri şaka yapıyor Karadeniz falan” diyebildi zor bela. Yılmaz komutan içinden baya keyiflense de dışarıdan sert bakışlarını atmaya devam ediyordu.

“Havalarda bulutlu orada yağış var diyorlar “ dedi sert ifadesini takınarak. Yusuf Karadeniz’in dengesiz havasından korkmazdı ama şu an Yılmaz komutan karşısında üç buçuk attığı doğruydu. Zaten Yılmaz komutanında derdi Karadeniz havası konuşmak değildi. Kendinde göz dağı veriyor, şu an kendi duygularının Karadeniz gibi olduğunu vurguluyordu. Yani öfkeliydi.

“Öyle komutanım” deyiverdi tek nefeste. Yılmaz komutan Yusuf Asaf’ın omzuna bastırıp

“Kışı yaşıyor insanlar yaz ayında hemde” dedi. Ardından omzunu tutan elini sıkarak

“Babanlar bir kaç hafta sonra dönecek eğer izin istiyorsan kızımdan uzak dur Laz uşağı” dediğinde Yusuf dimdik bir duruş sergiledi.

“Emredersiniz komutanım “ dedi ama kesinlikle uymayacaktı

“Çekil” Yılmaz komutan istediğini almış bir edayla süzdü Yusuf’u ve arkasını dönüp gitti.

Peki Yusuf Asaf, İnciden uzak duracak mıydı?

Kesinlikle hayır!

Hele bir de üç maddesi kalmışken, İnci’nin sözü yerde mi kalsındı.

Kesinlikle hayır!

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

“Ben niye bu eve her geldiğim de iş yapıyorum Yeşim kuşum anlatır mısın bana”

Beyza annem ve yine emir temizlik kavgası. Ayrıca evet neden bu kız buraya geldiğinde sürekli iş yapıyordu? Ya da neden Beyza sürekli buradaydı? Benim yanımda kalmak için aldığı kaçıncı ücretsiz izindi bu? Üstelik ona henüz kalıcı olarak burada kalığımın da haberini vermemiştim. Kesin kızılca kıyametleri koparacaktı ama birliğin onay verdiği bir şeye kendisi ne yapabilirdi ki. Zaten bende halimden memnundum. Onu özleyecektim elbette ama burada kalmak daha doğru geliyordu.

“Ay Beyza amma söyledin be kızım misafir gelecek pis mi kalsın ev” Yeşim hanımın söylenmesine karşılık elinde ki vazoyu hırsla sildi Beyza. Ardından bana ölümcül bir bakış atıp,

“Bir dahaki geldiğim de bende vurulacağım şuna bak devirmiş kıçı oturuyor” diye söylendi. Elimde ki kitabı hafifçe indirip göz hapsine ortak olduk ve tekrar kitabıma döndüm. Onunla kavga edecek sağlıkta değildim. Kaybedeceğim herhangi bir savaşa gitmezdim ben.

“Ben vurulmadım Beyzam bende oturuyorum ağzını yel tutsun deme öyle şeyler” Uğurun salak değimiyle ortamda bir kıkırtı yükseldi. Bu çocuğun deyimlerle ne alıp veremediği vardı bilmiyorum ama her seferinde yanlış söylemeyi başarıyordu.

“Geri zekalı sus artık”

“Niye kötü davranıyorsun bana”

“Sence”

Sorun şu ki Uğur eve tek gelmişti ve Beyza da yarım saatlik yolu üzerinde para olmadığı için yürüyerek gelmişti. Neden mi?

“Ya ne var seni almadan geldiysem biraz yürü ödem at diye iyilikte yaramıyor arkadaş”

İşte bu sebeple. Beyza’nın ‘Ay ben biraz şiştim galiba’ lafını yanlış anlayarak onu spora teşrif etmek amacıyla kızın cüzdanını da alıp o uyanmadan ayrılmıştı otelden. Beyza eve geldiğinde sırılsıklam ter olmuştu yani bir kaç kilo verdiğine artık eminiz. Şimdi kilo alması gerekecek.

“Seni öldürürüm ben şişman mıyım ha şişman mıyım”

Beyza Uğurun boynuna asılınca elimde ki kitabı bir köşe bırakıp, bu seyir zevkine ortak oldum. Beyza hırsla Uğurun boynunu sıkıyor, Uğur ise elini boynuna atıp kızaran yüzüyle kurtulmaya çalışıyordu. Çok zevkliydi şuan bu tablo. Sanatçı Beyza Eray bu tablosunda ölümün kızartıcı yüzünü resmetmiştir.

“Yok yok ne şişmanı elli kilo şişman mı olur ödem dedin ya “ Uğurun zar zor kurtularak söylediklerine Beyza kendini baştan aşağı sürecek inceledi. Kilolu biri değildi fakat takıntılı olduğu aşikardı.

“Beyza salak mısın geçenlerde garip gurup bir şeyler içiyordun ödem yakar diye yardımcı oldum işte”

İkili normale dönünce hemen kitaba gere döndüm. Ne vardı yani biraz daha yeselerdi birbirlerini. Zaten işe gidemiyordum biraz keyif sürmek benim de hakkımdı. Yazıklar olsundu.

“Otelle burası yarım saat mesafede salak herif kalk benim yerime sen temizle evi al şu bezi”

Uğurun alaylı bir tebessümle bezi eline aldığını seziyorum. Umarım eşyalar sağlamdır. Yoksa Yeşim hanım Uğuru bir güzel döverdi. Peki uyaracak mıydım?

Kesinlikle hayır.

“Yaparım canım ne var sanki” izler Uğurcuğum asla çıkmayan izler var. Hatta o kadar derine işliyor ki sadece Yeşim hanım görüyor.

“Ne yapacağım Yeşim” dedi annemin dikkatini çekerek. Bir dakika ne dedi? Yeşim mi dedi? İşte aradığım kaos aradığım renk. Aradığım kan sensin Uğur. Hadi bana eğlenceli bir kaç kavga verin.

“Oğlum senin bir ayarın yok mu babama bunak diyorsun bana ismimle sesleniyorsun derdin ne senin” diye yükseldi. Ve evet bir eli belinde öteki elinde meşhur toz bezi vardı. Yani Duayı azarladığı moda girmişti. Göz ucuyla Suaya baktığımda annesinin elini beline atışını görmüş, üst dişleri ile alt dudaklarını birbirine kavuşturup mutfağa koşmuştu. Bu hali bende gülme isteği uyandırsa da şimdilik ikiliye döndüm

“Ben yaşlı sevmiyorum Yeşimciğim sende çıtır kızsın abla mı diyeyim”

Beyza’dan bir kıkırtı yükselirken ben de dudaklarımı birbirine bastırdım. Uğur’un ilk görevi zengin bir iş adamının annesi üzerine olmuştu. Anlıyor musunuz zengin bir iş adamının ANNESİ. O gün sonra yaşlılara karşı hep bir mesafe içindeydi e tabi bu durum biz tarafından çoğu kez alay konusu da olmuyor değildi. Adam resmen ‘Benim kırışık tene tahammülüm yok' diye ortalığı ayağa kandırmıştı görev bitiminde. Biz de ona teselli olsun diye (kesinlikle teselli için) odasını yaşlı kadın manken posterleriyle doldurmuştuk. Sonuç bir hafta yemek bile yemedi.

“Teyze de evladım annen yaşında kadınım ayıp yahu”

Uğurun anne lafını duyunca gözlerinden geçen kedere tezat alaylı tebessümü içimi yaktı. Beyza ya baktığımda durumun onun içinde aynı olduğunu fark ettim. Böyleydi işte aile bizim için hep yaraydı.

Uğur usulca anneme yaklaşıp ellerini tuttuğu gibi kendi etrafında bir kaç tur dans eder gibi çevirdi. Annem çatık kaşlarıyla ne yapıyorsun evladım dur dese de durmadı. En son durduğun da

“Yeşimciğim” diye fısıldadı öyle bir konuşuyordu ki cezbedici sesiyle sanki annemi baştan çıkaracak gibi bir hali vardı. Tövbe estağfurullah yapar mı yapar. Baba koş karın elden gidiyor.

“Ne”

“Sana anne desem olur mu” Dur Baba dur niyeti azıtmamış. Yeşim hanım duyduğu şeye içten bir tebessüm gönderdi Uğura

“Olur ya benim oğlum yok zaten sen ol benim şehzadem” Uğur duyduğu şeyle hemen şımarıp, kocaman sarıldı. Ardından bakışlarını bana çevirip

“İnci boncuk ağabeyin olarak o Yusuf hıyarıyla görüşmeni yasaklıyorum” deyince sağ tarafta duran yastığı kafasına fırlattım

“Defol” demeyi de ihmal etmedim. Arkadaş gelen geçen Yusufla bana takmış bırakın da rahat rahat seveyim adamı. Hem bu devirde yaz ayında mandalina bulan adamı nereden bulayım ben. Olurda kararım değişir evlilik ve çocuk fikrine sıcak bakarsam bu adam benim için kış ayında karpuz bile bulurdu. Ay nayinom da nayinom ya.

“Tamam benim istediğim saatlerde buluşursunuz olur biter” Uğura öldürürüm seni temalı bir bakış atınca hemen arkasını döndü ve gitti. Annemin arkasından

“Deli bu ha deli” dediğini ve sevgiyle Uğurun arkasından bakakaldığını gören Beyza hemen kendini koltuğa atıp, dedemin bulmacasını kafasına örttü. Aynen kardeşim şuan seni Yaşlı kurt bile bulamaz. Yok böyle bir saklanma tekniği aynen.

“Beyza oturma kalk toz al” Yeşim hanım son anda Beyza’yı fark edince Beyza yattığı yerden sinirle çırpınarak kalktı ve mutfağa Suayın yanına gitti

Saatler birbirini kovalarken, Beyza'nın söylenmeleri eşliğinde hem temizliği hem de yemeği yapmışlardı. O sırada Elif ve Çakırda eve teşrif etmiş ve Çakırın temizlenen yerlerde imtihanını seyre durmuştum. Çocuk neye elini atsa Beyza elinde merdaneyle gelip ‘Ben orayı yeni temizledim misafir çocuğu in oradan' diye çığırıyordu. Tabi Çakırın yürümediği tek dişi olarak neden uzak kaldığını da böylelikle anlamış oluyoruz. Beyza ile Çakır bana çoğunlukla küçük Beyza ve Uğuru andırıyordu. Beyza zaten hâlâ sekiz yaşında gibi tavır alıyordu ama Çakırla yan yanayken aralarında bir güç savaşı oluşmuyor değildi. Ve Uğur başımın belası her saniye mesaj atıp, Ağabeyin oldum diyor beni darlamaktan tek saniye vazgeçmiyordu

Saat neredeyse altı olmuştu ve bir koltukta hasta gibi yatmak can sıkıcı bir durumdu. Sırf bunun için bile Yusuf’a ayar oluyordum. Ben burada sıkıntıdan patlarken o operasyondan operasyona koşuyordu. Allah’ın dangozu seni bir elime geçireyim bu defa mandalinayla kurtulacak mısın bakalım

“Ya İnci mercanım bir şey söyle şuna hep parmak izi etti vazoyu”

Beyza'nın bana söylediklerini hiç umursamadan arkamı döndüm. Zaten benim vermek istediğim ama üşendiğim için vermediğim cevabı da Çakır bir güzel iletmişti. Bu çocuğu seviyordum. Çocuktu ama çocuk gibi davranmıyordu. Anladınız mı child man yani.

“Gelen misafir vazoya niye baksın Beyza bunu niye temizledin ki aptal mısın sen” bu cevaba iki saat gülerdim. Çakır seni seviyorum kuzucuk adam.

“Elif çocuğun bana küfür ediyor”

Beyza'nın çığırışlarına Çakırın tepkisini merak ettiğim için yüzümü onlara döndüm. Ve evet Çakır kulaklarını kapatmış kaşları çatık bir vaziyette Beyza’ya tip tip bakıyordu. Beyza’nın yeri göğü inletmeleri bitince de derin bir nefes alıp gayet olgun bir üslupla

“Aptal küfür değil ki salak” dedi. Ağzımdan minik bir kıkırtı kaçınca bana usulca dönüp göz kırptı. Evet yavrum şu hareketine tav olacak çok kadın tanıyorum. Ben mi?

Başını ben çekiyorum.

Beyza benden istediği tepkiyi alamayınca Çakıra doğru bir adım attı. Ama Çakır gelecek olanı anlayıp hemen kaçmıştı. Zeki çocuktu vesselam

“Seni bir elime geçireyim görürsün gününü velet. “ Beyza da Uğurun tersine çocuk sevmiyordu. Çünkü kendinden olana tahammülü yoktu. Dedim ya çocuk gibiydi işte.

Onların bu kavgasına sesli bir kahkaha atacaktım ki hâlâ dikişlerimin alınmadığı ilişti aklıma. Gerisin geri sustum. Evde yoğun bir hengame sürüyordu. Her şey hazırdı fakat Yeşim hanımın yoğun telaşı evde ki herkesi geriyordu. Öyle ki çalan zili bile duymuyorlardı.

Zil çalıyordu anlaşılan iş yine başa düşmüştü. Ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldim. Kapıyı direkt açınca karşımda onu görmeyi beklemiyordum.

Zeynep

Üzerinde çok güzel bir elbise içinde en tatlı haliyle bakıyordu bana. Hemen onunla aynı boya gelip yanağına bir öpücük kondurduktan sonra,

“Senin ne işin var burada” diye sordum. Gülmemeye çalışır gibi bir hali vardı ama söylediği şeylerle çok tezattı hali.

“Bir şey oldu İnci abla hemen gel çok kötü”

Her şeyin düzene girdiğine inandığım sabahın akşamın da yine ne olmuştu. Derin bir nefes alıp indim aşağı Zeynep'in elini sıkı sıkı tutuyordum. Ben yaralıydım ve yanımda küçük bir çocuk vardı. Tam apartmanın önüne geldiğimde tepemden aşağı yağan şeyle şoka girdim.

Çünkü başımdan aşağı beyaz güller yağmur damlası gibi düşüyordu...

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

~Bölüm Sonu~

Oy ve yorum atmanızı bekliyorum şu şekil 🌸

Loading...
0%