@sitarekiraz
|
Yorgunluklar diyorum bayım yorgunluklar... Anamın ak sütü gibi helal olan dinlenmeler. Sabahına alın teriyle çalışıp, gecesine derin uykular çekmeler. Sen bunu bilmezsin İnci sen bunu nereden bileceksin? Her yorulduğunda kendini yoğun bakımda bulan bir kadınsın sen.. Üstelik uykuların beş aylıkken alınmadı mı senden? Ananın göğsünde süt emerken, bir anda saçlarına bitler düşmedi mi? Sen istiridyesinin göğsünde kayıp bir İnci... Sen, sen hiç yolunda yokluksun İnci... ~İstiridyenin Kayıp İncisi~ İnstagram hesabımda bölüm paylaştığım vakit haber veriyorum takip etmeniz yararınıza ✨ İnstagram:sitarekiraz Keyifli Okumalar 🫠 .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Yaşam çok dengesiz bir algoritmaydı. Bir gün kuşlar üzerinde gökyüzünü keşfe çıkarken, öteki gün o kuşlardan biri olmaya aday gösteriliyorduk. Bu benim içinde öyleydi elbet. Tek fark benim mutlu geçirdiğim günlerin mutsuz geçirdiğim günlerden azınlık olmasıydı. Ama şimdi öyle değildi... Az evvel gözlerimi yeni bir dünyaya açtığımın farkına varmıştım. Yanımda Yusuf Asaf vardı, annem, kardeşim ve sevdiğim adamın ailesi. Her şey tastamamdı. İlk kez her şeyin tamam olmasının keyfindeydim. Ve kabul etmeliyim bu durum beni biraz şımartmış durumda. “Bu kaç” Nisa'nın ellerini iki şeklinde kaldırıp sorduğu soruya gözlerimi devirdim. Rutin kontrol dediği şey buydu. İyi olduğumu sadece ağrılarım olduğunu söylesemde beni dinlememişti. “Romen rakamlarına göre beş ama sanırım sana iki lazım” bana ters bir bakış atıp, elinde ki fenerle gözlerimi kontrol etmeye başlarken, “Ciddiye alır mısın hafızanı kontrol ediyorum” diye çemkirmeyi de eksik etmedi. Boyundan büyük siniri vardı bu kızın. Gözlerinden alevler çıktığına da şahit olmuştum. Bunu alan harbi yanmıştı. “Hafızam vurulduğumu... ay pardon şurada ki Nayino tarafından vurulduğumu hatırlayacak kadar güçlü” Kabul ediyorum beni alanda pek şanslı sayılmazdı. Kinim bedenimden ağırdı. Yani bu demek oluyor ki, Yusuf Asaf efendi ayvayı tüm tüs yutmuştu. “İnci... “ Yusuf kendini açıklama arzusuyla adımı seslenince “Açıklama yapma nayino bunu çekeceksin “ dedim. Her ne kadar suçlu olmasada beni vurmuştu. Bunun hesabını sormam gerekmez miydi? Odanın kapısı var gücüyle açılıp odaya benim ekip girince şaşkınca onlara baktım. Ne ara gelmişti bunlar. Beyza beni uyanık vaziyette görünce kocaman çığlık atıp, “İnci ay İnci mercanın çok korkuttun bizi” diyerek üstüme atladı. Tek sorun boğazımı sıkıyor olmasıydı. Öyle bir sarılıyordu ki, nefes almak imkansız haldeydi. “Öldün sandım vallahi ay yine yırttın kefeni” diye neşeyle konuşmaya devam edince, zor bela sesimi bulup “Beyza ölüyorum” diye cırladım. Beyza üzerimden hemen kalkınca Uğur geldi yanıma tüm gevşek tavrıyla, saçımı karıştırıp “Kız bir gittin geldin nasıldı oralar” diye sorunca odada Yusuf ben ve annem hariç herkes gülmeye başladı. Geri zekalıydı bu adam. Ama gel gör ki seviyordum salağı. Onu umursamayıp salona göz gezdirdim. Yılmaz komutan hariç herkes buradaydı ve belli etmesem de biraz hüzünlenmiştim. “İnci iyisin değil mi” annemin sulu gözlerle söyledikleri ile elimi yatağa iki kere vurup, yanıma oturması için komut verdim. Yanıma geldiğinde gerçek bir inciymişim gibi sardı beni. Ortam çok duygusal olunca Barış “Öldün diye koştuk geldik boşa masraf yapmışız ha” diye söylense bile kan çanağı gözlerinden hiç uyumadığı belli oluyordu. “İncim bakma sen bu deliye aklı çıktı” dedi Selim düşüncelerimi teyit ederken. “Kızım... “ Annemin duygu yüklü sesi kulağıma ilişince hemen sarıldım ona, sarılmamla gözleri iflas bayrağını çekip hüngür hüngür ağlamaya başladı. “Yine gideceksin diye çok korktum bir daha sakın bırakma beni olur mu” onun bu savunmasız halleri beni perişan ediyordu. Ne yaşamıştı ben yokken bilmiyorum ama bu tavırları pek sağlıklı değildi. Sanki kederli zamanlarında mantıksal düşünemiyor gibiydi. “İyiyim bir şeyim yok.” sesim telkin edici çıksa da derin bir iç çekip ayrıldı benden. Tam o sırada Engin amca yanıma gelip, “Ula korkuttun bizi” deyince kendimi tutamayıp, “Oğlun dul kalır diye mi yoksa” sözlerimle Yusuf Asaf'a ters bir bakış atıp “Ula bu pok yiyen ne meraklı dul kalmaya insan nasibine kurşun sıkar mı” dedi. Yusuf Asaf bakışlarını tek saniye üzerimden çekmiyor, babasının ne dediğini pek duymuyor gibiydi “Bilmiyordu” dedim samimi bir sesle. Benim hatamdı yaşananlar ama bedelini Yusuf Asaf'a ödetecektim. “Sen bırak bu işi gel sana mantıcı açayım” Engin amcanın en alakasız şekilde bir anda söylediği şeyle afallasam da Asuman teyze bıyık altı gülüp, sen yandın bakışı atmaya başladı. “Mantıcı mı” “He benim hayalimdi. Benden geçti artık sana açalım söz karışmam hem tehlikesi de yok en fazla sarımsak kokarsın” odadan ufak kıkırtılar çıkıyorsa da Engin amca hiç birini umursamıyordu. Bu adamın bu özelliğini seviyordum. Kim ne der diye düşünmeden yaşıyordu hayatı. Deli demeleri de işine geliyor gibiydi. Her lafı her yerde konuşmak için giydiği bir gömlekli belki de. “Ben mantı açmayı bilmem ki” sözlerime merhametle tebessüm edip “Ben açarım sen kasada durursun” diye bir öneri sundu. Bu heyecanına gülmeden edemedim. “Engin amca mantı ne alaka şuan” “Ula ben seviyrım hep derdim bir mantıcı açayım da sabah akşam yiyem diye” “Alemsin Engin amca ama sağ ol ben işimi seviyorum” “O zaman benim uşak askerliği bırakacak” söylediği şeyle Yusuf Asaf'ın kaşları çatılırken, bu haline gülmeden edemedim. Onun yerine “O niye” diye sorunca da gelecek cevabı dinlediğinde emindim. “Ula benimkinin elinin ayarı yok belli seni yaşatmak lazım bizim hıyar yeniden dul kalacak yoksa” sitemine odada Yusuf harici herkes gülerken, nazlı bir edayla “Senin hıyar zaten dul kaldı sayılır” söylediğim şeyle Engin amca, yüzünü buruşturup “Dema” temalı meşhur yakınmasını sundu. Valla Engin amcacım kusura bakma ama dedim gitti. Senin oğlan biraz sürünecek “Vurdu beni bir daha konuşur muyum onunla” Yusuf Asaf, kederle suratıma bakınca, dediğime pişman olmuştum. Tamam hemen tek bir bakışla yumuşamıştım. “Baba” dedi Yusuf lütfen artık konuşma beni de kahretme demekti bu. Babasına olan düşkünlüğü gözlerinden okunuyordu ama beni konuşturmasın diye, babasını odadan atacak gibi duruyordu. Ne oldu Nayino efendi zoruna mı gitti? Engin amca hiç oralı olmayıp “Ula got gafali niye vuraysin kızı” deyince bu defa da mahcup bir sesle “Baba” dedi. Ay kıyamam ben sana dokunsam ağlayacak resmen “Dul kaldun yine, sana dedenin adını veren beynime sıçam, o da ben doğduktan sonra hakkın rahmetine kavuştu anamı dul godu” odada bir kaç kıkırtı daha yükselince, onları aldırmadan Yusuf Asaf'a baktım. Bakışlarımda ki sevgiyi hemen kapmış olmalı ki gülümsedi. Tamam süründürme operasyonu kaldığı yerden devam. “Baba İnci ölmüş gibi konuşmasana taburcu olacağız işte “ Yusuf’un zar zor söyledikleri ile gülmemek adına yoğun bir çaba sarf ettim. Çünkü ölüm lafını söyleyince bile ürlermiş gibi duruyordu. Sahi bu kadar çok mu korkuyordu beni kaybetmekten? “Ula affetmiyor seni” “Eder eder” yo öyle bir niyetim yok şahsen. “Öyle kolay değil çaba istiyor “ tekrar sus pus olunca keyifle güldüm. Utanmasam beni vurduğu ve elime koz verdiği için boynuna atlayacaktım. Ama yo biraz daha sürünsün öyle atlardım boynuna. “Deden gelecek şimdi. İyisin değil mi” annemin durup durup sorduğu soruyla Suaya garip bir şeyi fark etmişim gibi bakınca, hüzünle baktı bana. Anlaşılan o da bu durumun farkındaydı. Yeşim hanım benden daha kötü görünüyordu. “İyiyim korkma hafif ağrılar var o da geçecek geçer değil mi” odadaki kalabalık içinde Nişana sorduğum soruyla Nisa “Ağrılar normal bir süre sonra bir şeyi kalmaz emin olun” dedi. Ardından odaya bir bakış atıp “Burası çok kalabalık biraz müsaade edin dinlensin” diye de komut vermeyi eksik etmedi. Aslında evet biraz dinlensem fena olmazdı sanki. Oldum olası kalabalık alanları sevmemiştim. Tabi o zamanlar bu kadar geniş bir aileye sahip olduğumdan habersizdim. “Anne biz ikimiz kalsak Beyza ile” Suay'ın isteği üzerine annem Nisaya bakıp “Olur mu” diye sordu. Nisa başını olumlu anlamda sallarken kalabalığın odadan çıkışını seyre durdum. En sonunda Yusuf'ta içine herkes çıkınca, “Oh be söyleyin bakalım neler oldu bitti” diye dedikodu modumu açtım hemen. Ne de olsa bir hafta uzun bir süreydi. Neticede insanlar bir saniyede vuruluyorlardı. Hemde hiç tahmin etmeyecekleri kişiler tarafından. “Pek hoş şeyler olmadı İnci. Hepimiz kan kustuk neyi merak ediyorsun” Suay hüzünle konuşunca, içim acıdı ama benim asıl merak ettiğim Yusuf Asaf'tı. Onu elbette pişman etmek istiyordum ama kendini de suçlamasındı. Kıyamazdım. “Yusuf Asaf? “ derin bir iç çekti üçü de Suay “Biz geldiğimiz de ekip yanındaydı, hepsi yere çökmüş ağlıyordu” gözlerim benden bağımsız dolarken, “Deme o kadar mı vahim “ diye sordum. Yusuf’un çok üzgün olduğunu elbette biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Neden bilmiyorum ama sanki kimse benim için bu kadar üzülmez gibi geliyordu. Herkesin yüzünde ki yoğun keder beni çok şaşırtıyordu. “Kalbin durdu İnci” dedi tek nefeste. Gözlerimi silip “Ay bu defa harbi yırttım kefeni” deyince üçü de kınayıcı bakışlarını üzerime sabitledi. Bense hâlâ Yusuf Asaf'ın ağlamasındaydım. Benim yüzümden kendini harap etmesi içimi ezmişti. Ne ara bu kadar sevmiştik bir birimizi ne ara canım olmuştu? Ne ara canı olmuştum. Haklıydı işte biz birbirimize ezelden aşinaydık. İçimizde ki bu yoğun sevgi bir kaç aylık iş değildi. Öncesi vardı çok öncesi ”Dahası var” Beyza'ya merakla bakınca sıkıntılı bir sesle “Engin amcayla Yiğit kavga etti “ dedi. İşte bunu beklemiyordum. “Ne” “Engin amca gelinimin annesini rahat bırak bozuşuruz tarzında bir şey demiş” kesinlikle demiştir. Bundan yüzde yüz eminim ama Yiğit niye annemi darlamış onu pek anlamadım doğrusu. “Engin dayımda senin babanın çanağına diyerek belinde ki kemere kuşanmış” Suayın söyledikleri ile kahkahayı basınca, göğsümde ki acı şiddetlendi ve kahkaham koca bir iniltiye döndü. Kızları elimle durdurup, yerimden hafifçe doğruldum. “Deli bu adam deli” Demeyi de ihmal etmedim. “Hemde ne deli Yiğit’i dövdü resmen” Beyza'nın sitemine hiç aldırış etmeden “Yusuf Asaf çok mu kötüydü” diye sordum. Adama bak ya hem beni vur hem de beni vurdun diye üzülmene dayanamayayım. Oh dünyaya Yusuf Asaf gibi sevilmek için gelmeliymişim “Çok” dedi Suay. İçim ezilse de “Beter olsun” dedim içimden tövbeler ettiğimi kimse duymamıştı tabi. “Hadi dinlen biraz. Ha Yusuf ağabeyim çıkmış mesaj çekti” .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Kırgınlarımız hayata dair olan her şeyin sonuna denk gelir diyordu şair. Haklıydı kırgınlıklar her güzel işin sonunda sinsi bir yılan ısırığıydı. Ama bazen güller kırıldığı yerden de açardı. Öyle de olmuştu İstiridye uyanmış, Yusuf’a hayatı tüm renkleriyle göstermişti. Yusuf biten bir filmin kamera arkasını izlemek için seyre duran güruhun arasında usulca sıyrılmış, daha iyi bir filme girmişti. Üstelik bu defa senarist İnci ve Yusuf Asaf olacaktı. Elinde ki baklavayla büyük bir neşeyle yemekhanede oturan ekibin yanına yaklaştı Yusuf Asaf, onu görünce ayağa kalkan askerlere rahat olun emrini verdikten sonra Harun’un yanına oturup, baklava tepkisini masaya koydu. “Beyler çayların yanına baklavalar iyi gider ha” ekip bu baklavanın sebebini hemen anlayıp, neşelenince Harun tasdiklemek adına “Ne oldu lan uyandı mı yoksa” diye sordu. Yusuf Asaf derin bir iç çekip, “Uyandı” dedi. Uyanmıştı ya, hemde ne uyanma... “Ne dedi çok kızgın mı” Harun’un sıkkın bir sesle söyledikleri ile Yusuf Asaf’ın dudakları iki yana kıvrıldı. “Değil ama ağzıma s*çacak... Olsun uyandı ya” Harun bu tepkiye tebessüm ederken, “Elimizden bir şey gel... “ diyecekti ki Yusuf Asaf sözünü kesip, “Hiç bulaşma abi senide hedefe almasın” dedi. Anlaşılan İnci tarafından bir süre sürünecekti. E olsundu, nazını niyazını çekemeyeceği bir kadına sevdalanır mıydı hiç. “Ya komutanım çok sevindim İnci yengeye öyle alıştık ki gözümüz arıyor” Zeynel ağzına bir tane baklava atarken, ağzı dolu konuşunca ortamda kısık gülüşmeler yükseldi. Ardından Ali “Komutanım Fidan da ziyaret etmek istiyordu ne zaman eve geçecek” diye sordu. Fidan Ali'nin biricik eşiydi. Oğlu Aslanın annesi, Ali'nin göz bebeği idi. Herhalde bir kadın Fidan gibi sevilmek isterdi. Çünkü hem oğlu Aslan hem de kocası Ali tarafından şımartılan bir kadındı o. “Bir kaç güç sonra eve alırlar haber veririm” Ali memnuniyetle salladı başını. Fidan’ın burada çok arkadaşı yoktu, zaten buraya da yeni taşınmış sayılırlardı. Biraz çevre edinsin yalnız kalmasın istiyordu. “Komutanım...” dedi Ufuk Yusuf’a doğru sıkıntılı bir sesle. “Ben hastanede bir şey gördüm ödüm bir yerlerime karıştı yanılmış olmayı diliyorum ama yine de soracağım” Ufuk alnında ki terleri elinin tersiyle silince, ekip iyice meraklandı ama Ufuk bir süre bir şey söylemedi. Yusuf Asaf sabırsızca “Ne oldu lan” diye sordu. Ufuk boğazını temizleyip “Şimdi komutanım benim lisede bir hocam vardı, bana acayip kıldı adam. Gördüğü yerde kulağımı çekerdi yani o kadar kıldı” “Allah bilir ne yaptın adama” “Bir şey yapmadım vallahi bir gün beni rüyasında anasına söverken görmüş evire çevire dövdü beni” ekipten bir kahkaha yükseldi gülmeyen tek kişi Yusuf Asaf'tı ve ciddiyetle “Sövdün mü gerçekten “ diye sordu “Sövdüm ama korkudan söyleyemedim adamın annesi cennetlikti herhalde rüya yoluyla bildirmiş. Neyse işte bu adam beni her gördüğünde evire çevire dövdü. Bir de laz ha tersi pis. Aynı sizin gibi komutanım “ dedi Yusuf’a bakarken. Ortamdan neşeli kahkahalar yeniden yükselince bu defa kahkahalarının bitmesini beklemedi. “Kısaca ben bu adamı İnci yengemin kaldığı hastanede gördüm belinde ki kemeri çıkarmış yine birini dövüyordu” deyince herkes sus pus oldu. Yusuf tehlikeli bir sırıtışla “Adı neydi bu adamın” diye sordu. Ekip Ufuk'a sakın konuşma bakışları atsa da Ufuk “Engin, Trabzonlu şair derdik edebiyat öğretmeniydi” diye cevap verdi. Harun kahkahasına mani olamazken, Onur “Hassiktir Ufuk “ diye fısıldadı “Ne oldu komutanım” dedi Ufuk Onur’a karşı “Kaç Ufuk kaç” diye uyardı Zeynel “Komutanım” dedi Ufuk anlamaz bir sesle “Ödün şimdi bokuna karışacak koçum” diye ekledi Arif Ufuk hiç bir şeyden anlamazken, yan tarafında usulca yükselen bir gölge fark etti. Gölge büyüdü, büyüdü ve en nihayetinde kantin kasasında devleşti. Sertçe yutkundu Ufuk. Bu yükselmeleri iyi bilirdi. Genelde ya g*tüne bir kaç kurşun yer, ya da ölesiye koşardı. Allah kahretsindi bilmeden yine ne bok yemişti “Ufuk'u nasıl bilirdik ey cemaat” dedi Arif büyük bir neşeyle “Şuursuz bilirdik komutanım” diye ekledi Zeynel. Daha sonra ikisi de birbirine bakıp kahkaha attı. Ufuk ise başına gelecekleri oturarak önleyemeyeceğini anlayıp hızla ayağa kalktı ve kantinin öteki ucuna koştu “Gel sen gel...” “Gelmesem komutanım” “Kaç Ufuk cezanı düşüneceğim” Ufuk duyduğu komutla oradan toz olurken, arkasında ki kahkahaları umursamadı. En azından g*tünde kurşunlar patlamıyordu. Mabadından olsa ne yapardı... “Adama bak neneme küfür etmiş. Ben bu adama niye kılım anladım şimdi” Yusuf Asaf, öfkeyle kalktığı için Dursun dedesinin tembihlerini hatırlayıp oturmuştu yerine. Ufuk ne de olsa Askerdi kendi öldürmek istemezdi “Otur otur ben keserim cezasını” dedi Harun Yusuf, kafasını olumsuz anlamda sallayıp “Onun cezasını babam kessin biz reisin işine karışmayalım” diye, ekledi. Anlaşılan Ufuk Engin Bey’den çok korkuyordu. Gerçi babası duyarlı bir adamdı çocukları da pek severdi ama, Ufuk nenesinin öldüğü tarihte yani Engin beyin bu konuda hassas olduğu vakitte yemişti bu boku. “Ve Ufuk travmalarıyla yüzleşir” Zeynep’in ellerini film sunuyormuş gibi yapmasıyla Arif kafasına bir tane geçirdi. “Miraç nerede” diye sordu Yusuf. “Ayşen’le konuşuyor” Zeynel'in verdiği cevapla herkes anlayışa başlarını salladı. Miraç ve Ayşen uzun zamandır birlikteydiler, evlenmek istiyorlar fakat babası, ‘Ben asker adama kız vermem' dediğinden bu eylemi bir türlü gerçekleştiremiyorlardı. Allah’tan Harun ve Yusuf’un öyle bir derdi yoktu. Çünkü müstakbel kayın pederleride bir askerdi. Evet yani en azından o açıdan bir sorun yoktu. Zaten diğer türlüde işleri pek kolay sayılmazdı. “Ya komutanım herkesin başı bağlandı benimki açıkta geziyor” dedi Zeynel Harun ve Yusuf’a nispeten. “Açıkta gezen sadece başın değil ki oğlum senin kıçında açık ayakta rüya görüyorsun” Arif’in söyledikleriyle ortam iyice keyiflenirken Zeynel “Komutanım siz benimle niye uğraşıyorsunuz ya” diye söylendi “Sakıncası mı var” “Estağfurullah” “Bir senin mi lan bak mp3 de boşta” Ali'nin Ahmet’e imayla yönelttiği bakışlarla Ahmet içinden küfür etti. Tamam ama o herkesten hoşlanırdı zaten. Yeter ki dişi olsundu, biberi bile cinsiyetine göre seçen biriydi o. Ama son zamanlarda hiç oluru olmayan birinden etkilenmişti. Ve olmayacağını bildiği için bu bahsi kapamıştı. “Harbi abi senin niye yok” “Ben ciddi takılmıyorum aga mümkünse uzun müddet uzak kala aşk” “Ben birinden şüphe etmiştim” dedi Onur pis bir sırıtışla, Ahmet ona ters bir bakış atıp “Kapa bahsi Onur sana gelelim” dedi. Onur'un omuzları verilse de rahatından ödün vermeyip, “Ne varmış bende aşktan tiksindiğimi bilmeyen yok” “O Çiğdemden önceydi” “Hiç bir şey değişmedi” “Ne var aranızda” Ali’nin merakla sorduğu soruyla omuz silkip, “Akademiden gereksiz bir arkadaş” dedi ama tam o sırada, yani masada onları dinleyen Çiğdemden habersizdi. Çiğdem elinde ki çayı alıp öfkeyle ayağa kalktı. Kimse hele bu Onur salağı ona gereksiz diyemezdi. O da kendince mühim bir insandı sonuçta. Usulca Onur’a yaklaşıp iki komutanına da saygıyla selam verdikten sonra “Özür dilerim komutanım” diye gür bir sesle bağırdı. Ardından elinde ki çayı Onur’un kafasından aşağı boşaltınca Onur hızla ayağa kalkıp, Çiğdem in kolunu sıkıca tuttu. “Ne yapıyorsun Çiğdem” öfkeli olsada komutanları yanında yüksek sesle konuşamazdı. Ondan dolayı sesi alçak çıkıyordu “Kıyamam sıcak mıydı” Çiğdemin alayla söylediği şeyle Onur gözlerini yunup derin bir nefes aldı. “Çiğdem” dedi sessiz ama adeta kükrer gibi. Çiğdem buna daha da sinirlenip “Adımı destursuz anamazsın” diye diklendi. Onur sinirle gülerken yemekhanede herkes onları seyrediyordu. “Af buyurun sultan hazretleri yüksek müsaadenizle sizinle bir şey konuşmak niyetinde olup isminizi anmak suretiyle size hitap etmek isterim” Çiğdem duyduklarına memnun bir şekilde gülümseyip, “Hayır” Dedikten sonra arkasını dönüp gidiyordu ki, Onur tek hamlede kızı sırtına atınca neye uğradığını şaşırmıştı. “Onur bırak beni” diye emir verdi. Ama Onur onu dinlemedi bile. Komutanlarına döndüğünde ikiside o yöne hiç bakmıyor kendi aralarında konuşuyorlardı. İşte bu ne yaparsan yap görmedim demekti. “Komutanım... Bu kurallara aykırı” diye çığırdı Çiğdem. Harun yine ondan tarafa hiç bakmadan “Tamam Çiğdem çayım bitsin söz ceza vereceğim” dedi çayından büyük bir yudum alırken. Kahretsindi Harun komutan Onurun tarafındaydı. Kederle Yusuf komutanına baktı “Yusuf komutanım” diye fısıldadı o da elinde ki baklavayı ağzına atıp, “Baklavayı taze severim be Çiğdem bitsin söz” diye geçiştirince Onur ondan da aldığı komutla keyifle yemekhaneden çıktı. “İndir beni hayvan” Çiğdem art arda ellerini Onurun sırtına vuruyor, ama bu ayıda pek etki etmiyordu. “Bırak dedim Onur bırak” ve Onur Çiğdemin bu yoğun ısrarına dayanamayıp bıraktı. Askerde olsa o bir kadındı kibar davranmalıydı öyle değil mi “Ah hayvan herif şeker torbası mıyım lan ben niye fırlatıyorsun” Çiğdem poposunu oluştururken, Onur ona tepeden bakıyordu. “Senin derdin ne benimle kızım ne diye çayı kafamdan aşağı boşaltıyorsun” “Soğumuştu” “Çöp müyüm lan ben” “Yani” Onur derin bir nefes alıp Çiğdemin yanına çöktü. Ardından Çiğdemin çenesini nazikçe tutup, kendiyle yüz yüze gelmesini sağladı “Çiğdem bana akademide olanları hatırlatıyorsun çıkma yoluma” Çiğdemin yüreği ezildi hâlâ bu adamın dediklerine kırılıyor olması da canını sıkmıştı. Geçmiyordu bu kahrolası sevgi. “Seni aldatan ben miyim Onur bana niye sırtını döndün” kırgınca söyledikleri Onurun içini ezse bile o kadına dair hiç bir şey istemiyordu hayatında “Arkadaşındı” “Değildi ben sadece... “ sustu Çiğdem. Zaten o hep bu konulara sunmuştu ya. On altı yaşında vurulmuştu ona. Aynı mahallede hatta aynı liseden mezun olmuşlardı. Ama Onur bunların hiç birini bilmiyordu. O sanıyordu ki akademiden gereksiz bir arkadaş. O kadar değildi işte, Çiğdem onun için hayali olan mimarlıktan vazgeçmiş akademiye girmişti. Mesleğini seviyordu elbette ama başta Onur içindi her şey. Ona biraz yakın olabilmek adına... “Ne” diye fısıldadı Onur. Sorusu cevapsız kalınca “Sen sadece ne Çiğdem ” sorusunu biraz sert bir dille yenileyince Çiğdem öfkeyle kalktı yerinden “Ben sadece lise aşkıma sahip çıktım. Aynı mahallede yaşamamıza rağmen beni hiç tanımayan sana sahip çıktım” “Ben o kadının arkadaşı değildim Onur ama sen benim her şeyimdin” Onur dumura uğramış bir şekilde baktı Çiğdeme “Aynı mahalle mi lise mi” bir damla yaş aktı Çiğdemin gözünden. Hırsla sildi göz yaşını “Bunları bilmen artık benim için hiç bir şey ifade etmiyor. Seni sevmek adına verdiğim savaştan çekiliyorum. Sen kazandın Onur Akay, dua et bu kazanış bir kaybediş olmasın” Onur duyduklarını idrak edemeden Çiğdem yanından kalkınca, arkasından bağırdı “Savaş daha yeni başlıyor Çiğdem Kara” Çünkü bilmediği hissetmediği bir sevgiyle sınanmıştı yıllarca. O da buna öfkelenmişti ve haklıydı. Neşeden uzak bir kahkaha attı Çiğdem “Dua et o zaman Onur Akay bu defa kaybetmeye niyetim yok” İki insan birbirini severse bu güzel bir ilişki olurdu. Ama biri sever öteki sevmezse, diğerinin aşkı nefrete dönüşür, sevdiğini nefret ateşinde kavururdu. .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Yaralarımdan öptü beni, o öpünce güller açtı her bir iz üzerinde. Ellerin istemsizce omzum ve kolum arasında ki izlere gidiyor, bu durum yüzümde gereksiz bir sırıtmaya sebep oluyordu. Ben seviliyordum. Beni kendinden ve kıymet verdiği her şeyden çok seven bir adam vardı. Onun için öncelikliydim ikinci planda değildim. Derin bir nefes alıp, telefonumun ekranından saate baktım. Neredeyse beş olmak üzereydi. Uyanmamın üzerinden iki gün geçmiş bulunmaktaydı. Beyza ve Uğur hariç ekibi göndermiştim. Yiğit gitmemek için ısrar etse de ona rütbeli hatırlatmak zor olmamıştı. Evet bu onun sayesindeydi ama ondan böyle bir şey isteyen de olmamıştı. Madem beni bir şeyin içine sürükledi ilk kendini harcardım. En nihayetinde bu liderliği istemediği bildirecektim. Ekibimi seviyordum fakat kimsenin sorumluluğunu almak istemiyordum. Öyle zamanlar oluyordu ki ben kendimi bile yönetemez, Beyza ya da Fatih’ten yardım alırdım. Elbette onlarda benden yardım alırdı ama liderlik çok ayrı bir boyuttu. İstanbul’a gittiğim ilk gün bunu Yiğit’e bizzat iade edecektim. Peki İstanbul’a gitmek istiyor muydum? Hayır Ben kendi halimde vakit geçirirken, odanın kapısı usulca açıldı. Gelen beyaz saçı beyaz sakalı ve elinde tesbihiyle dedemdi. Bu adamı çok sevdiğimi söylemiş miydim? Adam resmen odaya girer girmez enerji değişiyordu. “Uy kızım bugün daha iyisin he taburcu edecekler eğer kötüysen...“ dedemin lafını gülümseyerek kestim. Çünkü bu iki günde amma evham yapmıştı. Benim için endişelenmesi çok hoşuma gidiyordu. Sanki yıllardır sokakta kalmış bir kediydim de ilk kez biri beni sahiplenmişti. Aile denen bu kavramı çok sevmiştim. En çokta bu ilgi dolu hallerini. “Yok iyiyim dedeciğim bir an önce kurtulmak istiyorum” desemde suratındaki endişe gözle görülür gibiydi. “He iyi iyi bizim uşak gelecek birazdan alacak bizi” bizim Uşak diye kast ettiği muhtemelen Yusuf Asaf’tı, içten bir tebessüm eşliğinde iç çektim ve “Nayino mu” dememle dedemin kaşları otomatik olarak çatıldı. E doğaldı çünkü Trabzon da çay meşhurdu adam Laz birine kahve dediğim için bozulmuştu haliyle. Ters bir bakış attı bana o kadar terstiki sanki anasına sövmüşüm de kuru bir özürle olayı kapatmışım gibi bakıyordu. “Nayino mu” ters ters söyledikleri üzerine fazlaca düşmedim. Şimdi kahve mi daha iyi çay mı tartışmasına girecek değildim. Ama bana göre çay iyiydi. Kabul etmek gerekirse kahve sevmezdim sevdiğim ilk kahve nayinoydu. “Hm” diye seslendim. Şuan burada Nayinonun kahve bağımlısı olduğunu söylesem fena olmazdı. Hayır hayır onun canını ben okumalıydım. Anlaşılan dedem kahveyi pek sevmiyordu, ve seveni de sevmediği aşikardı. “Fesuphanallah” Dedemin kendi kendine homurdanışını umursamadım. Çünkü Yusuf Asaf’a nayino demek hoşuma gidiyordu. Beni bundan vazgeçirmesi hoşuma gitmezdi. Zaten daha fazla konuşmamıza da Beyza'nın topuk sesi mani olmuştu. “Ay İnci mercanım sonunda kurtuldun ruhum daraldı burada.” Direkt konuşarak odaya dalınca dedemi son anda fark etmiş olmalı ki, hürmetle eğilip “Öpeyim Dursun Bey dede” diye eline asıldı. Bu kız bu incelikleri nereden öğrenmişti. Hadi öğrendi bu durumu ‘Ay ne o öyle hayatım sırf yaşı benden büyük diye el öpmek falan saçma yani’ diyerek sallamıyordu. Ayrıca bu durumdan pek şikayetçi de durmuyordu. Fakat dedem için aynı şeyleri söylemem mümkün değildi. “Kızım sen bu el öpme işini yanlış anlıyorsun bir kere öpersin her gördüğünde değil az önce de öptün” diye yükseldi dedem. Anlaşılan biri Beyza’yı fena keklemişti. Beyza usulca burnunu kaşıyıp “Ay bana onun bilgisi verilmedi Dursun Bey dedeciğim” diye kendini savundu. Dursun dedem tam bir şey söyleyecekti ki Uğur tüm uğursuzluğu ile odaya dalıp, “Yalnız var ya Yiğit'i gönderene kadar anam ağladı” diye daldı içeri. Dedem kullandığı kelimelerden hoşnut olmamış gibi bir köşede tesbihine sarılırken Uğurun radarına çoktan takılmıştı “Sende mi buradaydın Dursun dede öpeyim “ Allah Allah ne oluyordu bunlara sahiden. Uğur yaşlı sevmezdi ki “Hasbin Allah” dedi dedem büyük bir sinirle elini çekerken “Çocuğum biz bugün seninle kaç kere karşılaştık bu kaçıncı el öpüşün” oha Uğur yaşlı bir bireyle hem selamlaşıp, hemde hiç alaya vurmadan el öpmüştü öyle mi? “E bunun bacısı geleneksel olun dedi” Tamam pekala Suay sizi keklemiş orası anlaşıldı. Siz neden onun dediğine uyuyorsunuz ben o kısımdayım. “Yavrum ben her önüme çıkana elimi mi öptürüyorum” “Yani yaşlısın ya biraz” Uğur son ses bağırınca dedem yüzünü ekşitti “Bağırma yavrum kulağım duyuyor” diye oda bağırınca Beyza kıkırdamadan edememişti. Bende hâlâ ne döndüğünü merak ediyordum. “Uğur uğraşma dedemle” Beni gram umursamayıp odada ki koltuklardan birine yayıldı. Ciddiyetsiz herif. Bunu neden boğmak istediğim açık değil mi? “Neler oluyor” annemin sesiyle iyice dolan odaya göz gezdirdim. Ben kesinlikle kalabalık insanı değildim. Uğuru dışarı atabilir miyiz? “Oy bunlar beni deli ettiler Yeşim tansiyon şeker her şey fırladı” Uğur dedemin şikayetiyle ellerini dizlerine vurup “E dedim yaşlı diye” elimde ki yastığı kafasına fırlattım. Dedem ne olduğunu öğrenmek adına “Ne dedi” diye sorunca, Uğur ayısı sesini iyice yükseltip “Seni kısmetse mezun edeceğiz Dursun dede” diye böğürdü. Dedem anlamaz bakışlarla “Neyden” “Hayat Akademisi’nden” Dedem gülecek gibi olsa da Uğuru şımartmamak adına sessiz kaldı. Lakin annem “O nasıl laf Uğur gücenirim bak” diye her zamanki duygu dolu konuşmasına ara vermeden devam etmişti. “İnci kızım nasılsın yavrum ağrın sızın var mı ha” İki gün on saat evet tam tamına iki gün on saat olmuştu uyanalı. Bu süre zarfınca tam sekiz yüz elli yedi kere halim hatırım soruldu. Tam sekiz yüz elli yedi kere iyiyim dedim. Ama bu kadın asla anlamıyordu. “Yani vurulmuş gibiyim” diye geveledim. Ardından bir hıçkırık ve iç çekiş kahırlar olsun benim annem duygusal bir kadın kara mizahımı uygulayacağım son kişi bile değil... Uğurdan daha şuursuzum anlaşılan. “Ya ağlama” “Nasıl ağlama gel sen ağlama” Yanıma oturup göz yaşlarını büyük bir dikkatle silince onu kendi haline bırakıp, Beyza'ya karşı “Bir şey diyeceğim aranızda Neyino beyi evire çevire döven oldu mu” diye sordum. Umarım bunu başkasına kaptırmamışımdır. Yoksa büyük çıngar çıkartırdım “İnci onun suçumu kızım sen haber vermemişsin” dedi annem. Yani bir de beni suçlamıştı hain insan “Bak sen bir de beni mi suçladı o Nayino” “Kızım demeyeyim demeyeyim diyorum ama af buyur o uşak senin nereden Nayinon oluyor” Dedemin son söyledikleri ile içeri giren Suay bıyık altı sırıtarak beni süzdü. Ne oluyordu burada Allah aşkına. “Dedeciğim konumuz bu mu şimdi” ağzımda geçemediğim cümleye karşı dedem ters bir bakış atıp, “Bilmek istiyorum evladım” cümleleri tek tek ve sert sert söyleyince bir tedirgin olmadım değil. “E gözleri kahve ya Nayino da kahve demekmiş” Dedem sustu, ağzının içinden bir şeyler geveledi. O sustu ama oradakiler sesli bir kahkaha attı. Beyza ve Uğur ne olduğunu anlamamış gibi bana bakarken, annem ve Suay gülmekten helak olmuştu. “Niye gülüyorsunuz” beni dinlemeden gülmeye devam ediyorlardı. Sesimi iyice yükseltim “Hey ne oldu ahali” Suay gülmesini zor bela durdurup, cebinden telefonu çıkardı. Bir kaç şeyle uğraştıktan sonra telefonu elime tutuşturdu “Sanırım artık öğrenmen gerekiyor” internet sitesinden açtığı şeye baktım. Baktım, baktım ve telefonu utançla yere bıraktım. Usulca dedeme baktığımda elinde ki tesbihle sabır çektiğini fark etmiştim. Benim adıma da çek dedeciğim. Çünkü internet sitesinde araştırılan şey, Nayino kelimesinin Karadeniz ağzında ne manaya geldiğiydi. Nayino kelimesi Karadeniz ağzında sevdiğim demekmiş. Duydunuz mu Nayino aslında sevdiğim demekmiş. “Ay ne oldu ben bir şey anlamadım. Sen anladın mı Uğursuz” “Valla bende pek anlamadım Beyza'm ama sanırım Yusuf enişte yine boku yedi” evet arkadaşlar bu gidişle Yusuf Asaf’ın burnu boktan çıkmayacak. Kapı açıldı, içeri tüm heybetiyle Yusuf Asaf girdi. Az önce tekini Uğur’a fırlattığım yastığı tüm gücümle kafasına fırlattım. Yastığı tek eliyle havada kavrayıp, anlamaz bakışlarını bana dikip “Ne oldu “ dedi. Telefonun ekranında ki yazıyı ona çevirip! “Seni öldüreceğim” dediğimde, dudaklarını dişlerinin arasına alıp, “Has... Binallah” cevabını verdi. Evet Yusuf Asaf efendi bundan sonrası senin için has.... binAllah .・゜゜・・゜.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ ~Yarım Saat Sonra~ “Beni kandırdın bunu yapmamalıydın aptal mıyım ben nayino niye oynuyorsun benimle “ dedim. Hastaneden taburcu olalı yarım saat olmuştu ve Yusuf Asaf’ın aracındaydık. Onunla yalnız kalmam dedem tarafından şiddetle reddedilsede ikna etmek zor olmamıştı. Peki ben niçin Yusuf Asafla yalnız kalmak istemiştim... Vardı aklımda bir şeyler. “Yine nayino dedin” diye fısıldadı. Hayvan herif otuz iki diş sırıtıyor, bu durumda bile alay edecek bir konu çıkarıyordu. “Ağız alışkanlığı” kesinlikle yalan bu hitabı seviyorum “Ayrıca bana kızmana rağmen benimle yalnız kalmak istedin” dudaklarında ki tebessümü iyice genişleterek söylediklerine, alaylı bir gülüş ekledim “Canını okuyacağım başkaları şahit olsun istemedim” hayır bunu bahane edip özlemimi gideriyorum. Bana inanmadı tabi dudaklarında ki aptal sırıtışta iyice büyüdü. Ama beni tam üç ay boyunca rezil etmesi sinirimi bozuyordu. Ayrıca kim aptal yerine konulmak isterdi ki. Ben ona Fransızca yalanlar söylesem hoş muydu? Eve doğru gideceği patikayı fark edince “Oraya sapma askeriyeye gideceğiz” diye söyledim. Yılmaz komutan beni görmeye gelmemişti. Kendi hatamı onun omuzlarına yükleyemezdim. Evet ekip içi çatışmalara alışık değildim ama bunun eğitimini de almıştım. Askerin vur emrini yerine getirmek zorunda olduğunu, üstelik o kıyafetler içerisinde beni tanımayacağını iyi biliyordum. Hayatım üzerinden kumar oynamak konusunda usta olduğumu da söylemiş miydim? O gün ekip beklerken, ben kafamda bir plan kurmuştum. Bir iti gözüme kestirmiş, hedefe uzak olduğum gerekçesini sunarak oradan ayrılıp, gözüme kestirdiğim iti etkisiz hale getirdikten sonra, üzerimi onunkilerle değiştirip Seçkin ve Halile yaklaşmıştım. Hatta eğer Yusuf Asaf gelmeseydi, şuan ne ben vurulmuş olurdum ne de o itler dışarıda kalırdı. “Saçmalama İnci dikişlerin alınmadı ağır bir operasyon geçirdin şuan hastanede baygın yatıyor olman gerekir ne bu enerji” direksiyonu tek hamlede çevirince gülmemek için sıraya tuttum kendimi. Araba kullanırken k o kadar özenliydi ki onda ki özen hoşuma gidiyordu. Uyumluyduk evet evet çok uyumluyduk. Derin bir iç çekip önüme döndüm ve içimden geçirdiklerime tezat bir cevapla yanıtladım onu. “Sen yanımdasın ya enerji tepeden geliyor “ “Sinirlisin yani” “Sinirim beni dinç tutuyor Özdemir” Dudaklarını birbirine bastırıp, “Tamam sustum İnci” dedi ama onu tedirgin eden bir şey olmalı ki, kısa bir süre bana dönüp “Hayır susmuyorum İnci niye gidiyoruz oraya, bak aklında bir şey varsa vazgeç beni onca askerin önünde rezil etmeyeceksin değil mi” “Fena fikir değil” “İnci” Onu rezil edeceğim doğruydu ama şimdi değildi şimdi Yılmaz komutanla alakadar olmalıydım. Bana karşı duyduğu suçluluk duygusuyla beni ziyarete bile gelmemişti. “Yılmaz komutan gelmedi nayino neden biliyor musun? “ kafasını yoldan çevirip, kısa bir süre bana baktı. O da nedenini biliyordu fakat, kendini suçladığı için cevap vermedi. “Kendini suçluyor hatayı ben yaptım ama o kendini suçluyor. Gidip göreceğim beni görmeden içi rahat etmez biliyorum. “ söylediklerimle dudakları iki yana kıvrılırken kaşlarımı çattım “Ne sırıtıyorsun” dediğimde bana kısa bir bakış atıp “Hatalı olduğunu kabul ettin” dedi. Zaten hatalı olduğumun bilincindeydim ama beni vuran bu adama da ödül vermeyecektim. Netice de vurulmuştum ve kalbim durmuştu, ölümün eşiğinden dönmüştüm onu bu kadar kolay affedemezdim. Aslında ederdim ama etmek istemezdim. “Babam beni mi vurdu geri zekalı” kaşları çatılırken dilini dişleri üzerinde gezdirdi ve içlendi. “Daha fazla dertlendim” diye homurdanınca hemen yapıştırdım cevabı “Çünkü failim sendin” kaşları tekrar çatılırken, “Yeter söyleme artık” diye fısıldadı. Bir şey söylemedim. Zaten askeriye önüne gelmiştik. İkimizde araçtan inince, etrafta bir kaç asker dönüp bize baktı. Yusuf Asaf hepsine ters bir bakış atıp, elimi tutunca kalbim kısa bir süre iflas etse de, yanımda ki beyin sevgilim olması... Oha bu adam benim sevgilimdi... Oha burada çok güzel kızlar var... Oha bu adam birine bakarsa çiğ çiğ yerim ben bunu. Yusuf’un eline iyice asılıp, ona iyice yanaştım. Üzerim de siyah düz ve oldukça bol bir elbise vardı. Onun ise benimkilerle aynı renk siyah bir tişört, siyah bir pantolon vardı. Uyumluyduk işte. “Komutanım merhaba size geçen görevde çıkan telefonlar hakkında bir kaç bilgi vermem gerekiyor ne zaman geleyim yanınıza” yanımıza gelen beyaz tenli, üniformalı asker... Hemen düzeltiyorum kadın askerle bakışlarımı ona çevirdim. Benden yana hiç bakmıyor Yusuf Asaf'ın vereceği cevabı bekliyordu “Biraz sonra haber ederim” dedi Yusuf Asaf kız selam durup gidince bu defa da kıza kurulmuştum. Ne vardı bu kadar güzel olacak. Ayrıca benden de uzundu. Yusuf’a ters bir bakış atıp aklıma ilk gelen şeyi söyledim ”Mandalina istiyorum ben” hemen otuz iki diş sırıtıp, ne alaka şu an temalı bakışlarını attı. Harbi ne alakaydı. Bir anda zor bir şey isteyesim gelmişti. Evet zordan kastım yaz ayında mandalina istemek. “Bu mevsimde mi” alayla sorduğu soruyla kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Bana doğru biraz daha eğilince gülecektim ki, kendimi dizginledim. “Sakıncası mı var” sorduğum soruyla yanağıma küçük bir öpücük bıraktı. İşte buna gülerdim. Hemde en içten olanından “Yok” cevabını verdi. Benden ayrılınca ondada aynı tebessümü görünce “Niye gülüyorsun” diye sordum sanki ben gülmüyordum “Bilmem bir an karnın burnunda bebeğimizi taşıyorsun gibi hayal ettim seni” duyduğum şeyle elini bırakmadan bir adım önde yürüdüm. Çünkü yanaklarımı kızarmış görürse yine alay ederdi. “Mandalina yeşil olsun” dedim konuyu değiştirmek maksadıyla, “Sen iste yeter ki bulurum “ bok bulursun. Bulama diye itinayla mandalina seçtim ben bulursa başının etini nasıl yiyeceğim. “Nayino” adını duyduğunu belirten bir ses mırıldandı. Askeriyenin bahçesinde yürürken, çok tatlı durduğumuzda emindim ama şuan Yusuf Asafı sinir etmeliydim “Her şeyi yapabilirsin gibi duruyor ama sen bulutlara salıncak kuramazdın” dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Ve “Hmm” diyerek düşünür gibi yaptı. “Gökten çiçekler de yağdıramazdın” gülümsemesi genişlerken tekrar aynı tepkiyi verdi “Hım” Askeriyeden içeri girdiğimizde durdum. Ve yönümü ona çevirdim. Ona iyice yaklaşıp, yüzlerimizi birbirine değecek kadar yakın olmasını sağladım. Tam gözlerimin içine bakarken, tişörtünün yakasını düzeltir gibi tutup, “Mesela sen burada beni öpemezdin” “Hm.. Hı” verdiği tepkiye kocaman bir kahkaha atıp ondan bir adım geri çekildim “Şakaydı şaka” dediğim vakit beni nazikçe kendine çekip, bedenlerimiz arasında ki mesafeyi sıfırladı. “Andım olsun hepsini teker teker yapacağım. Ve o zaman geldiğinde sen de asla itiraz edemeyeceksin” sertçe yutkundum. Boğazımı temizleyip, ayrıldım ondan. Bir şaka sebebiyle güme gitmeye niyetim yoktu. “Ben Yılmaz komutana görüneyim. “ dememle hızla gitmen bir oldu. Arkamdan neşeli kahkahasını duyuyordum fakat, umursamadım. Yılmaz komutanın odasına geldiğim de dikkatli bir şekilde sağ kokunla açtım kapıyı. Enerjik gibi görünen bilirdim fakat ağrılarım vardı. Kapıyı tıklatmamamda bundan kaynaklıydı. “Müsait misiniz komutanım” sesimi duymasıyla usulca kaldırdı başını. Beni görür görmez, hemen ayağa kalkıp “İnci” diye fısıldadı. Sesi titremişti, bu haline için giderken usulca girdim odaya. Aslında koşup boynuna sarılmak istiyordum ama Omzum askıda olduğu için hareketlerim kısıtlıydı. “Siz gelmeyince ben geleyim dedim.“ sertçe yutkunup hemen yanıma geldi. Saçlarıma uzun bir öpücük kondurup, “Gelemedim” diye fısıldadı “Neden” diye sordum. Nedeni belliydi ama zaten buraya da onu rahatlatmak için gelmiştim. “Benim yüzümden... “ “Hayır değil yaşananlar hiç bir zaman senin suçun olmadı sen yokken de öyleydi” “Ne demek bu” bu ne demekti, bu karşımda ki adam hayatımda yokken bile bana şifa okuyor demekti. Ben yıllarca onun hayaliyle, kendimi oyalamıştım. Sırf annemi bulurum korkusuyla aramamıştım onu. “Sizi tanımıyordum, yetimhanede ki müdire, annemin beni terk ettiğini söylediğinde ona karşı yoğun bir nefret besledim. Hatta Yeşim hanımı öğrendiğimde içimde ki kin gitmesin diye onun suçlu olmasını diledim. Ama ben sana hiç bir zaman kin gütmedim. Seni hep sevdim ve beni aradığına inandım. Yıllar sonra tesadüfen buldum seni ve fark ediyorum ki fazla uzağız. Ben sana sarılmak için yirmi sene bekledim baba. Şimdi sen kendini suçlarsan benden uzak durursan, ben özlemimi nasıl gideririm. “ usulca bir göz yaşı çenesine doğru yol aldı. Elimi yanağına atıp hiç çekinmeden sildim “Ya suçluysam ya bu hikayede en masumu annense” başımı iki yana sakladım “Artık kin tutmak istemiyorum beni sevseniz olur mu” gözlerim artık kendini daha fazla tutamayarak, yaşlarını serbest bıraktım. Gözlerimi silip omzuma dokunmadan sarıldı bana. Sonunda hep hayalini kurduğum gibi babamın göğsündeydim. “Özür dilerim yavrum, özür dilerim tüm bunları yaşadığın için. Özür dilerim benden bizden ayrı kaldığın için. “ nazikçe ellerimi tutup avuç içlerimi öptü. Ardından elimi bırakmadan koltuğa oturttu beni. “Hadi gel otur, sana haberlerim var” “Müjde olsun yeni vuruldum da kötü haber almak istemiyorum” Güler gibi olsa da az önce yaşanan şeylerin ağırlığından olsa gerek önünde ki dosyayı bana uzatmakla yetindi. “Müjde mi bilmiyorum ama bir haberim var” “Nedir” “Uzun zamandır yani neredeyse dört aydır seni time aldırmak için uğraşıyorum. Özel durumlar, burada ki işlerin derken dün uğraşlarım sonuç buldu” şaşkınca bana uzatılan dosyayı alıp, ilk sayfasını açtım. Evet bildiğin geçici görev bitmiş kalıcı olmuştum burada. “Artık Duman timindesin. İstanbul’da ki ekiple ilişkin kesildi” kafam karışmıştı. Benim işim İstanbul’da daha yoğundu, elbette burada da işe yarardım hatta belki daha çok yinede Beyza ve ekibi bırakmak gelmiyordu içimden. “Bir şey demeyecek misin” “Bana sorsaydın keşke... “ diye fısıldadım. “Emrivaki yaptığımın farkındayım ama seni burada tutmanın başka yolu yoktu” haklıydı, burada biraz daha kalamazdım. Tamar işi bittikten sonra gitmeliydim. “İstanbul’da iş yoğunluğu fazlaydı. Ama eminim burada da boş kalmayacağım” gülümsedi ve elimde ki dosyayı kendine çekip gururlu bir sesle “Eğitimlerini inceledim. Üç dil biliyorsun, silah, dövüş, savunma hepsini dereceyle geçmişsin. Hele işkence de ki yoğun direncin, sen benim kalemimsin İnci... Eğer kızım olmasaydın seni yine timimde isterdim” güldüm. Evet bu benim içinde gurur vericiydi. “Kabul etme şansı bırakmadın bana ama sevindim. Sizinle kalmak istiyorum baba... Bu çelişkiye bir son veriyorum. “ başını olumlu anlamda salladı. Ardından çekmeden bir şey çıkartıp “Seni o kadar çok özledim ki İnci bak burada hâlâ minik eldivenlerin” dedi. Gözlerim yine dolarken, bende ki eşyalar geldi aklıma “Bende de var, bir resim bir toka bir de battaniye” derin bir iç çekti, sanırım bunları biliyordu. Nasıl olduğunu merak etsem bile umursamadım. “Biliyor musun annemin boynunda ki kolyeden almışım adımı. “ şaşkınca bana baktığında düşünceli bir sesle “Resim de almış ha “ cevabını verdi. Az önce isim mevzunda değil de hâlâ resimde takılı kalması merak uyandırdığı için, vahşi kapayıp onun yerine “Kimdi bu kadın baba” diye sordum. Tam cevap verecekti ki olaya müdahale eden telefon sesiyle, masada duran telefonuna asıldı. “Annen arıyor” yine tam öğrenecekken bir engel çıkmıştı. Anlaşılan ben bunu yine kendi yöntemlerimle öğrenecektim. “Ne” diye bağırarak yerinden fırladı Yılmaz komutan, şaşkınca ona bakarken, “Tamam geliyoruz” dediği gibi ayaklanması bir olmuştu. “Annen krize girmiş... “ bende duyduğum şeyle ayağa kalkınca, babam titrek bir sesle “Anlatacağım diye ağlıyormuş” yerimde çakılı kaldım. Yani eve gidecektik ve ben en nihayetinde kendimi bilecektim. “Gidelim” dedim buz gibi bir sesle. İşte artık tüm hayatımın failini öğrenmenin vaktiydi. İşte şimdi hesap vaktiydi. .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ ~ Bölüm Sonu~ Ne demek oy atmam yorum yapmam Titre ve kendine gel |
0% |