@sitarekiraz
|
Canlar... Bu bölümde karakterler hakkında ki düşüncelerinizi istiyorum. Çünkü daha öncede dediğim gibi karakterler gelişimi için yorumlar kıymeylidir. Mesela Yusuf Asaf hakkında ne düşünüyorsunuz... İnci ile olan ilişkisi nasıl.. Onların sevgi dili zorbalık ve heyecan üzerine kurulu bu duygu size geçiyor muu? Azıçık satır arası yorum yapın lütfen. Seviyorum hepinizi. Bölümü sindire sindire okuyun... Öteki bölümler henüz bitmedi 🥲 Bu kadar yürekten çağırma beni Bir gece ansızın gelebilirim Beni bekliyorsan, uyumamışsan Sevinçten kapında ölebilirim Ümit Yaşar Oğuzcan Keyifli Okumalar 💞 Çoğu zaman kayıp giden senelerin ardından, bakarken, fark ettiğim derin bir yalnızlık hissi içime otururdu. O zamanlar küçük İnci’nin bir annesi yoktu, güçlü, dimdik durur, göz yaşlarını asla özgür bırakmaz, acı çekmeyi acizlik olarak görürdü. Ya şimdi, ben de mi o mız mız aile kızlarından olacaktım? Annemi bulunca gözyaşlarım tüm birikmişlikleri ile akacak mıydı? Öyleyse belediyeye haber versem iyi olacaktı. Çünkü bende biriken yaşlarla belediye tesislerine küçük çaplı bir havuz yapılırdı. Hatta öyle ki, o havuz dolar tesisin yanında ki, küçük çaplı ağaçlar sulanırdı. Sahi onlar tuzlu su sever miydi? Herhalde severdi. Çünkü ben küçükken, henüz ağlamama eylemini başlatmadan önce, yurtta ki kızlar tarafından dayak yediğim için ağlayınca tadına bakmıştım. O tuzlu gözyaşı bu yaşıma gelmeme rağmen hala aklımdadır. Yani ağaçlarda o tuzlu garip sıvıyı severdi, ne de olsa kimse yokken, benimde bir bitkiden farkım yoktu. Ben seviyorsam onlar hayli hayli beğenir, olmayan mideleri bayram ederdi. Ya ben tüm bitkilere yetecek kadar ağladığım zaman iyi olacak mıydım? Zannımca bunun için oldukça uzun bir yol vardı. Yinede tüm bunlar bittiğinde kendime bir yorgunluk kahvesi yapıp, ayna karşısında kendimle hasbihal etme kararımı bir yere not ettim. Zihnimde ki hayali ajandayı yine zihnimde bulunan ve oldukça tozlu raflardan birine koyup, saçlarımı okşayan annemin, elini nazikçe tutup dizlerinden kalktım. Yanaklarına birer buse kondurarak, benim için aldığı elbiselerin en güzelini kaptığımla içeri koştum. Nereye diye sormadı. Sadece arkamdan yüksek ama kederli bir kahkaha sesi duydum. Bu heyecanımı ve fazla hüznün bana yaramadığını bildiğinden üstelememiş, çabucak eski haline dönmüştü. “O elbisenin altına çorap giymeyi unutma sakın, buza kesersin” yan odadan gelen uyarıyla minik bir kıkırtı kaçtı ağzımdan mayıs ayına girmiştik ve etraf sıcaktan kavruluyordu... Buna rağmen sırf onun sözü yerde kalmasın diye ten çoraplardan birini geçirdim ayağıma. Mavi, çilekli, kalın askılı ve kare yaka, midi boy bir elbiseydi. Evet rahatsızdı ama bugün buna boyun eğsem ve hoşlandığım beye biraz güzel görünsem ne olurdu? Onun yanında neredeyse hep, kot pantolon askılı tişörtle geziyordum. Ben giysiler ile meşgulken çalan telefon ile, derin bir nefes alıp, araya baktım. Kayıtlı olmadığından arayanın kim olduğunu hemen anlamıştım. Amirim arıyordu. “Efendim Amirim” dedim kısık konuşmaya özen göstererek. Evde ki anneme bile güvenemezdim bu tür konularda. “Her seferinde farklı bir numaradan aradığım için biliyorsun değil mi” sesinde ki alay beni de güldürürken tıpkı onun gibi güleç bir sesle cevap verdim. “Hayır öldürdüğünüz adamlarla ben alakadar oluyorum ve numaraları da aklımda kalıyor” kısık bir kahkaha atıp, kendini dizginlemeye çalışırken soluklandı. “Güzel.. Peki öldüreceğim adamla ilgili bilgi ver bana” “Bekliyoruz... İçimizde bir köstebek var bunun araştırmasını yapmanız rica edilmiştir” “Evet. Bizden biri değil en azından bunu öğrendik” buna her kadar şaşırsam da inanmak istememiştim. Kışlada ki ekip benim yumurtaya karşı hassasiyetimi nereden bilecekti ki. “Kışladaki ekipten mi” diye sordum tereddütle. “Bunu da senin bulman gerekiyor orasıyla alakadar değilim” sesinde onun da oradan şüphelenmediğine dair seziler alınca rahatladım. “Pekala.. Tamar ve eşi ile ilgili raporları size göndereceğim. “ sesim az öncekine göre biraz daha ciddi çıkmıştı. Telefonun yüzüme kapatılacağını hissettiğim an hemen söze atıldım “Amirim” diye seslendiğimde son dakika onu yakalamış olmanın telaşıyla dudaklarımı kemirirken, derin bir nefes aldım. Beni dinlediğine dair sesler çıkarınca sesimi toparlayıp, diyeceğim şeye kendimi hazırladım. “Sizden bir şey rica etmek istiyorum. Benim hayatımla ilgili tüm bilgilere sahipsiniz.. Sizden bu bilgi akışını durdurmanızı talep ediyorum “ sözlerim bittiğinde gergindim. Çünkü bir kaç gün önce önüme çıkan bilgiler ışığında pekte hayırlı şeyler öğrenmemiştim. Bunu bir süre kendimden dahi saklasam iyi olacaktı. “Bunu niçin istiyorsun “ “Araştırdığım şeyler var... En azından Asuman Özdemir adına olan tüm geçmişi koruma altına alamaz mısınız” “Özdemir.. Yusuf Özdemir’in annesi? “ sorduğu soruyla ellerimi alnıma götürüp masaj yapıyor gibi okşamaya başladım. Ne güzel unutmak üzereydim ne diye bahsini açtıysam sanki. “Amirim bu konu hakkında bildiğim fazla bir şey yok. Tek bildiğim Yusuf Özdemir’in bu bilgileri öğrenmemesi gerektiği. Bana yardım edin lütfen “ “Peki sormadım say.. İnci, sana daha önce işin dışında başka şeylerle ilgilenme demiştim, ama sen beni dinlemeyip aşık oldun. En azından şimdi dinle, önceliğin işin olsun kızım. Kalbinin sesini bir adım gerinde tut. Sen vatan için çalışıyorsun onun için eğitildin bunu unutma” “Emredersiniz amirim” telefonu kapatıp yatağa fırlatınca, az önce aklıma geleni dilime vurması sonucu huzurum kaçmıştı. Ekibe yakalandığımız gün Yeşim hanımın Yusuf’a ısrarla araştırma yapmaması gerektiğini söylediği için, İşkillenip bir kaç şeye bakmıştım. Kaçırılmamın Özdemir ailesiyle bir ilgisi yoktu fakat, Kalender ailesi yani Asuman hanımın görüşmediği ailesi ile bir bağlantısı vardı. Şeyma Kalender annemin en yakın arkadaşının kız kardeşi. Yusuf’un bilmediği Teyzesi, bu aileyi araştırmak için deli oluyor, neler olup bitti meraktan ölüyordum fakat beklemek zorundaydım. Önceleri Yeşim hanımın ricası üzerine araştırma yapmamıştım fakat şimdi Yusuf ve aramızda ki manidar ilişkiye zarar gelsin istemiyordum. “Giydin mi elbiseyi” duyduğum sesle aynadaki bakışlarımı Yeşim hanıma çevirdim. Sevinç dolu gözlerle beni süzüyor, beğendiğini hayran bakışlarından belli oluyordu. “Nefesi kesilecek” dedi büyük bir ciddiyetle. Onu bilmem ama eğer biraz daha bu rahatsız şeyin içinde durursam benim nefesim kesilecekti. “Ona giyindiğimi nereden anladın” diye sordum. Çünkü onun hiç kıyafetimi önemsediği olmamıştı fakat, sırf onunla buluşacağız diye hem rahat hem de şık olmak istemiştim. Gerçi bu çiçekli elbise ile biraz fazla tatlı duruyordum ama olsundu. “E aşk insana sevmediğini sevdirir. “ üzerimde ki elbiseye uygun bir bandana verirken söyledikleriyle kalakaldım. Ona aşık olmak konusunda hâlâ çekincelerim vardı. Çünkü ikimizde meşgul insanlardık ve meşguliyetin sonu ya mezar ya da emeklilikti. “Ona aşık mıyım bilmiyorum. “ Gülümsedi. Bana bir adım daha yaklaşıl başıma taktığım bandanayı saçlarımı öne atarak düzeltti. “Aşıksın” “Nasıl bu kadar emin olabilirsin” “Benim babana baktığım gibi bakıyorsun. Normalde ifadesiz bir suratın varken onu görünce beş yaşında minik bir kız oluyorsun “ “Ben kızımın küçüklüğünü Yusuf’un yanında görüyorum” gözleri tekrar dolunca istemsizce sırıttım “Az önce ağladık Yeşim hanım, sizde istiyorsunuz ki hep ağlayalım hiç gülmeyelim” bu dediğime sesli bir kahkaha atarken yanaklarımı öptü. “Tamam tamam sustum” Dedi ama ardından sorduğu soruyla konunun henüz bitmediği aşikârdı “Sana açıldı mı” bana açılma gereksinimi duymuyordu fakat sorsan he gün aşkını haykırıyordu. “İlişkimiz de giriş gelişme sonuç diye sıralı bir eylem yok. Sanırım ikimizde sonuç odaklıyız. Bugün bana sevgili olduğumuzu söylese şaşırmam doğrusu” “Yusuf hep böyleydi küçükken babası kitap okuma alışkanlığı gelişsin diye kitap verirdi, Yusuf hep bir günde bitirirdi kitapları” şaşkınlıkla bakışlarımı ona çevirdim “Nasıl” “Kitaba başlamak onu çok yorduğu için, kitabı ortasından yani en heyecanlı olduğu kısımdan okuyormuş. “ “Hadi canım” “Bizde sanıyoruz ki çocuk üstün zekalı Engin sağda solda herkese hava atıyor benim oğlum dört yüz sayfalı kitabı bir gecede bitiriyor diye” “Ee nasıl anladınız" “Engin okula gitmiş Yusuf’u bir arkadaşına başlayacağı kitabın başını anlattırırken yakalamış e anladı tabi.. Biz de o sıra Trabzon’dayız Asumanla yemek yapıyoruz eve bir gelişleri var, Yusuf’un kulağı kıpkırmızı Engin çekmiş, Engin’in yüzü sinirden mosmor.. “ kocaman bir kahkaha attım. Anlaşılan Engin amcaya az çektirmemişti. “Yaramaz bir çocuktu yani” kafasını iki yana sallayıp güldü “Onun yanında yaramaz tabir değil.” “Ya Yılmaz komutan onunla araları nasıldı” “Baban pek bizimle olamadı işi gereği ama her izninde yan yanaydık. Yusuf babana hayrandı. Vatan aşkını meslek sevdasını ondan öğrendi. Yılmazda çocukluğundan bu yana meslek için eğitti ya onu” anlaşılan Yılmaz komutan Yusuf’a hem eğitmenlik hem de ağabeylik etmişti. Yani Yusuf’un benimle olan işi bir tık daha zorlaşıyordu. “Gelirsem konuşuruz yine, seninle konuşacak çok şeyimiz var” dedim spor ayakkabılarımı ayağıma geçirirken. “Sahi telafi olur mu onca sene “ diye sordu. Olur mu bilmiyordum fakat olması gerekiyordu. “Oldururuz” “Hadi çık artık saat çok geç oldu Zeynep üzülmesin” “Anne ben kısa süre sonra döneceğim bir kaç işim kaldı sadece, ne kadar sürer bilmiyorum ama, çağırırlarsa gitmek zorundayım.” Bu konuşmayı sonrada yapabilirdim ama bu kadar iyiyken hemen söylemek sıradan bir şey gibi bahsetmek istemiştim. Kafasını salladı. Suratı asılmasa da üzüldüğünü hissediyordum. “Gelirsin ama değil mi” elbette gelirdim. Hem ailesi olan tek istihbaratçı ben değildim ki, çocukları olanlar bile vardı. “Gelirim tabi sık sıkta konuşuruz” “Biliyor musun Yusuf’la ilişkinizi hiç dert etmiyorum. Çünkü o da ayda yılda bir selam çakardı bize, tabii sen gelene kadar” güldüm. Hiç şaşırtıcı gelmemişti doğrusu. En azından ailesini görmek için bir bahanesi vardı. “İyi ya işte biz iki haylaz gideriz sizde rahat edersiniz” “Deli denir mi öyle. Senden gerçek manada ayrı kalma fikri öldürür beni” beni kapıya doğru sürüklerken söyledikleri ile kahkaha attım tam kapıyı suratıma kapatıyordu ki, “Yaşamadığım haberi gelirse dersin ki bu kız kesin bir yerde görevde, gelecek. Kendini avutursun, e tabi ben sana değil de sen bana gelebilirsin bir takım istisnalar olabilir” gülen yüzü anlık bir solsa da espri yaptığımı hemencecik anlayıp güldü. “Deli kız hadi hadi git bekletme yavrucağı” İşte böyleydi... Anne demek bir nevi huzur ve sağlıktı Şimdi her şey güzeldi fakat hayatıma girdiği ve onu tanıdığım kısada olsa anılar biriktirdiğim için şükür edecektim.
.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ “Ya niye gelmediniz hiç. Çok özledim ben sizi, sırf siz geleceksiniz diye kaçmadım yoksa kaçardım” diye art arda sitem sözcüklerini sıralayan Zeynep'le bilmem kaçıncı kez sıkıntılı bir nefes verdim. Gelde bu sabiye anlat zor bir işin olduğunu. “Zeynep ne konuştuk evladım biz seninle kaçmak falan yok. Biz yılda bir kere gelsek dahi buradasın konuştuk ama bunları” dedim bıkkın bir ses tonuyla. Sol omzunu silkip kollarını bağladı. “Ya tamam konuştuktan sonra ben ellerimi böyle yaptım” iki parmağını yemin ederken tutmasın diye yaptığımız çocuksu harekete benzetince kahkaha atıp kucağıma çektim “Zeynep kız çilekli pasta aldım sana hâlâ söyleniyorsun” kucağımda kıpırdanmadan omuz silkti “Yok mevsimi değil yemem bunu sonra Yusuf beni sevmez” kaşlarım çatılırken, tepeden yüzüne baktım “E hani ağabey nerede” neşeli bir kahkaha atıp kucağımdan indiği gibi bağdaş kurdu. Yurdun bahçesinde piknik yapmaktaydık ve öteki çocuklara da büyük bir sofra açtırmıştım.“ Demem artık ona ağabey falan. Baktım siz evlenmeyi düşünmüyorsunuz bende karar verdim onunla ben evleneceğim” şokla yüzüne bakarken kısık bir sesle “Ha rakip çıktın yani bana” dedim. Başını hızla iki yana sallayıp “Ya İnci abla ben senide seviyorum ki, sen evlenmesen olur mu ben evleneyim lüpten” bir çare söyledikleriyle iyice hırslanmıştım. Tıpkı onun gibi kollarımı bağlayıp, “Niye ya ben evleneceğim benim kocam olacak benim hakkım o. Bir kere sen küçüksün kendi boyundakilerle takıl “ bir an ne yaptığımı düşündüm fakat karşımda ki kız buna hiç fırsat vermeden ellerini yere vurup, “Banane ya o daha yakışıklı” diye bağırınca kahkaha atacak gibi oldum ama bu hararetli kavgaya bir son vermek istemediğim için tuttum kendimi “Ne yakışıklı senin yaşındayken sümüklü bir veletmiş,” bana inanmaz bir bakış atıp, kaşlarını çattı. Yiyecektim bu çocuğu en sonunda “Hiçte bir kerem “ “Kız valla babası kulağını falan çekiyormuş altına işiyormuş hem hiç bir kızda beğenmiyormuş onu” dedim demesine de arkamda duyduğum sesle Zeynep'e yalvaran bakışlar atmaya başlamıştım “Ne konuşuyorsunuz bakalım” Yusuf’un sesi hararetli kavgamızı Keskin bir bıçak edasıyla ikiye böl erken, Zeynep kavgayı unutup ayağa kalktı. “Yusuf” hızla boynuna atladığında Yusuf bir kaç adım sendelese de buna aldırış etmedi “Uy koca gözlüm benim ne özledim seni” “İnci abla sana çok kötü şeyler dedi” hain kız “Allah allah ne dedi” bana bakarken söyledikleriyle bakışlarımı kaçırdım. Ne vardı canım klasını sarstıysam “Sen benim kadarken sümüklüymüşsün” Yusuf’un kaşlar otomatik olarak çatılırken ben güldüm “Bak sen başka” dedi tehdit dolu bir sesle. Asla korkmadım “Altına da işiyor dedi. Hiç bir kız seni beğenmiyormuş birde” yani Zeynepçim canım benim bu bilgiler niye senin zoruna gitti ki “O halde İnci ablana kötü bir haber verelim Zeynep. “dedi tam yanıma otururken “Evet verelim” Zeynep'in bu anı çirkefliğine şaşırmadan edemedim çünkü resmen beni rakip olarak görüyordu. “Ben küçükken tüm kızlar benim peşimde koşardı. Ben okulda birinciydim ama hiç ders çalışmazdım kızlar bana kopya verebilmek için köpek gibi çalışır beni birinci yaparlardı” ne yani sen sekiz dokuz yaşında bir veletsin nasıl bir karizman olabilir ki “Eee sonra” dedim eğlenen bir ses tonuyla “Eh bende onlarla takılırdım işte. Okulu turlar bir kaç hasbihâl ederdik” tamam peki pek eğlenceli değildi bu fıkra dişlerimi sıkıp “E sonra“ tekrardan dediğim şeyle tek kolunu yere koyup, dizini de katlayıp enişte yayılışı yapınca iyice delirdim. Ağzında bir kürdanı eksikti Paşa’nın “Sonrası bir istiridyeye tutulduk kaldık” dedi. Anında yumuşayıp eriyik bir halde “Ya” dedim “Ama bak bir tane kız vardı Doktor olmuş yazdı geçenlerde bana buluşalım diye “ sinirle üzerine atlayıp, omzunu sarsmaya başladım. “Seni öldürürüm be adam” ben öfkeden deli olmuş onu yumrukluyordum ama o kahkaha atıyordu. Pislik herif bilinçli yapıyordu “İnci ablam kıskandı. İnci ablam kıskandı. İnci ablam kıskandı” Zeynep'in sesiyle kısa bir saniye durup yakasına sıkı sıkı yapıştığım adama baktım. Ne ben kıskanmış mıydım? Bana bir şeyleri fark ettirmeyin gururu ile bakarken elim yavaşça çekildi yakasından. Ben onu kıskanıyordum. Evet ben bildiğin kıskanıyordum. “Ula bu yeni bir şey midur niye asaysin suratıni” dedi ellerimi üzerinden çekip yanıma otururken. Tıpkı Zeynep gibi omzumu siktim ve sadece bir kaç saat önce Yeşim hanımın sözleri çalındı kulağıma ‘Ben kızımın küçüklüğünü Yusuf’un yanında görüyorum' Az önce küçük bir kız çocuğu gibi omuz silkmiştim. Daha öncede bu aydınlanmayı defalarca kez yaşamıştım belki ama yanımda oturan bu adamın kalbime bu denli yerleşmesi beni huzursuz etmişti. Ben birliğin en gözde ajanıydım. Gel deseler gelecek git deseler gidecektim. Evet Yusuf’un da hemen hemen o çapta bir işi vardı, o da ailesinden köpük yaşıyordu... Sorunda buydu ya zaten, kimse kimsenin yolunu gözlemezken bu ilişki nasıl bir sonuca varacaktı “Seni kıskanmak istemiyorum “ diye fısıldadım en sonunda. “O ondan değildir” eğlenen bir tonda söyledikleri ile kaşlarım çatıldı “Ya neyden” kendinden emin bir şekilde güldü “Beni paylaşmak istemeysin” tam gülecektim ki benimle dalga geçtiğiniz anlayınca omzuna bir tane geçirdim “Yusuf” sitemimi umursamayıp, Zeynep’i yakaladığı gibi omzuna aldı. Onlar neşe içinde koşuştururken, buraya geldiğim ilk gün geldi aklıma... Tablonun dışında kalan bir adet ben vardım. Şimdi o tablonun tam içindeydim. Bu düşünce içimde bit yerleri sıcacık yaparken, aile hissini kendi ailemden değilde burada ki adamda tatmam oldukça garip gelmişti. Ne demişti küçük İnci; ‘Anneni bul İnci onsuz büyümek çok zor” İşte tam olarak sorunum buydu. Ben zorda olsa büyümüştüm. Evet büyürken türlü zorluklara göğüs germiş, o zorluklar altında ezildiğim çok fazla müthiş anılar biriktirmiş olabilirdim. Ama yinede büyümüştüm. Aile arayan küçük bir çocuk değil, aile kurma yaşı gelmiş yetişkin bir bireydim. Ve şuan fark ediyorum da, ben ilk kez aile kurma fikrine bu kadar yakınım. Yusuf Asaf’ın bir büyüsü vardı. Sanki onun yanında olduğum her an, kendi benliğimden çıkıp, ona uyum sağlayan bir çocuk oluyordum. Yeşim hanım haklıydı, ben bu adama Aşık olmuştum. Mertliği ne, cesurluğuna, gözü kara oluşumuna, deliliğine dahi razı gelmiştim. İdeal insanım olmuştu. Her şeyden biraz biraz vardı onda. Aşırıya kaçmaz, ortasını iyi bilirdi. Ama onu sevişimin asıl nedeni bu değildi. Onda yitik bir çocukluk görmüştüm. Ayna gibiydi onun gözleri, kendi yalnızlığımı gördüğüm kırık bir ayna. Yeşim hanımdan duyduğuma göre, güzel bir çocukluğu vardı. Babası annesi hatta bizimkilerde içine deli dolu, fırlama bir çocukluk geçirmişti. Dursun dedem de çok seviyor ondan hep övgüyle bahsediyordu. Ya Yılmaz komutan, ona bakarken, gözlerinde gururdan başka bir şey yoktu. Sanırım Yusuf sadece benim ideal insanım değildi. O herkes tarafından sevilen bir adamdı. Yani o doktor olmuş gudubet kadın hakkında yalan söylemiyor olmalıydı. İlk okuldaki çırpı bacaklı kızanlar hakkında da. Tamam sakinim. Sakinim. Yok olamıyorum Hemen ayağa kalkıp, Zeynep’le yakalamaca oynayan Yusuf’un yanına koştum. Tam karşısına sinir harbi bir şekilde çıkınca, dudakları yukarı kıvrıldı. Anlaşılan yine beni deli edecek bir şey geçiyordu aklından. Biri onu durdursundu yoksa, pek hoş şeyler yaşanmayacaktı. “Tamam” dedim sinirli bir halde. Sırıtışı iyice büyürken, tepeden yüzümü incelemeye aldı. Sinirden dolayı kızaran yanaklarımda dolandı gözleri, ardından gözlerimde, şakağımda ki minik bende kaşlarımda, yüzümü ezberlemek istiyor gibi bir hali vardı. Ama o sıra fazla sinirden olsa gerek bu ince detayı atladım. “Sen haklısın ben paylaşmak istemiyorum seni. Hem sen şeker misin be adam niye elalemin doktor kadınıyla paylaşıyorum ben seni” kısık bir kahkaha koptu ağzından. Kahretsin ki bu adam gülünce de fena bir şey oluyordu. Ne yapsaydım ağzını bağlayıp öyle mi gönderseydim göreve. “Ha şeker olsam paylaşırsın yani” bu sorunun cevabı basitti “Yok paşam ben şekerimi de paylaşmam. Ben paylaşımcı biri değilim. Gerekirse o şekeri kökten yakarım benden başkasına yar etmem “ aklımda olanı söyleyince iyice keyiflendi. Ay resmen eğleniyordu benimle “He diysin ki ya ba ya sa godik oni toprağa” “He diyim var mı ” “Olur mu gülüm haşa” “Ay deli ya” birbirimize en tatlı bakışlarımızı atarken, elbisenin etekleri, aşağıdan çekilince gözlerim oraya kaydı. Zeynep çatık kaş dolu gözler boncuk boncuk bana bakıyordu. “Ne oldu ufaklık” “Hani yoktu öyle bir şey, hani sevmiyordun Yusuf’u” ben ne ara öyle bir şey demiştim hatırlamıyordum. Ama sekiz yaşında bir veledin dahi Nayinoma sahip çıkması sinirimi bozuyordu. Benimdi bir kere o. “Zeynep ben sana küseceğim ama bak “ dediğimde kaşlarını havalandırıp merakla baktı yüzüme “Nedenmiş o” “Varsa yoksa Yusuf biz seninle daha yakın arkadaş değil miyiz” sakince omuzlarını düşürdü. Evet bir kızın ilk aşkına sahip çıkma anına şahitlik ediyorduk. Ama şu vardı ki, Zeynep beni de çok seviyordu. “Yakın arkadaşlar eşyalarını paylaşır değil mi İnci abla” söylediği ile ben ufak bir kahkaha atarken yanımda ki adamdan bir hayret nidası yükseldi. Anlaşılan eşya gibi görülmek hoşuna gitmemişti. “Unut onu Zeynep. “ demiştim ki yanımda ki adam bir adım öne çıkıp, Zeynep’le aynı boya geldi. “Bir dakika burada ki eşya ben miyim? “ Zeynep başını sallarken ben yine bir kahkaha atıp Zeynep'in yanağına sulu bir öpücük kondurdum. “Tam olarak” bana ters bir bakış atarken Zeynebi bir hışımla kucağına aldı. Zeynebin kahkahası yurdun bahçesinde yankılanıyordu “Kız sen bana eşya mı diyorsun gel buraya” “Tamam tamam Yusuf ağabey söz demem bir daha “ kahkahaları arasında zor bela konuşan kıza bizim neşemiz de karışmıştı. Bir çocuk mutluydu Bir çocuk mutluydu ve tüm dünya anında güzelleşiyordu. .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ “Komutanım burada ne işimiz var öğrenebilir miyim” dedi Zeynel, bilmem kaçıncı rüyasını görürken, komutanı tarafından zorla uyandırılmıştı. Bir okulun önünde aşı yapan doktoru seyrediyorduk. Harun komutanı da buradaydı ortada bir iş dönüyordu ama ne olduğu henüz belli değildi. Umarım kokusu kendi üstünde çıkmazdı “Üstüne vazife olmayan şeylere karışıyorsun Zeynel” diye fısıldadı Harun. Uzun zamandır Suayı görmüyordu. O Yusuf olacak arkadaşı kızı çoktan ayarlamış, buluşmaya bile götürmüştü bugün. Ya o, kaç senedir Suaya tek bir kelam edememişti. Kıza deli gibi aşıktı ama, konuşup, annesinin çektiği kederi ona da çektirmek istemiyordu. Bazen Yusuf’tan aldığı gazla kapısına dayanıp ‘Seviyorum Ulen' demek istiyordu, ama o şehit olmalıydı.. Yılmaz Komutan onu şehit etmez sakat ederdi. “Komutanım üstüme vazife değilse beni güzide uykumdan niçin uyandırdınız” çevresinde olup bitenleri bir türlü anlamıyordu. Miraç ayrı bir yerde Ayşe’nin de Ayşe’nin diye ağıt yakıyor, Onur köşe bucak bir kızdan kaçıyor, Yusuf komutanı damdan düşer gibi bir ilişkiye başlıyor, Arif ağabeyi her izinde mutlaka hastalanıp hastaneye koşuyordu. Ne oluyordu lan bu ekibe. Ekipte tek sağlam adam o ve Ahmet kalmıştı. Gerçi Ahmet’te, Yusuf komutanının esir aldığı arabanın ardından baygınlık geçirmişti ama olsun. Neticede aşktan başı yanmayan iki kişi kalmıştı “Fazla söyleniyorsun Zeynel... Canın ceza falan mı istiyor yoksa” Arif ağabeyinin ince tehdidini duyunca “Beni buraya getirerek nasıl onurlandırdınız anlatamam Komutanım” diye homurdandı. “Lan sanki sadece sen geldin bizde buradayız söyleniyor muyuz “ dedi Onur. Ensesine şamarı yapıştırırken. İyi de niye buradalardı “iyi de niye buradayız komutanım” dedi aklındakini dışarı vurarak. Arif Onur’a ters bir bakış atıp sustursa bile Harun çoktan sinirlenmişti “Yeter sessiz olun biraz gideceğiz zaten biraz sabır” Harun kendini hazırlayıp bir adım atacaktı ki durdu. Ağır adımlarla arkasını dönüp “Biz bugün sizinle köyü dolaşmaya çıktık, çocuklara da hediye getirdik içeri girip öyle diyeceğiz” dedi Harun fakat Zeynel buna da itiraz edemeden duramadı. “Niye biz salak mıyız komutanım şehir merkezine niye gitmedik” Harun derin bir nefes alıp, sakın bir sesle “Temiz hava almak istedik Zeynel’im” dese dahi Zeynel pek mantıklı düşüncelerini dışarı vurmaktan gocunmadı “İyi de Tezzek kokuyor burası” “O tezzekleri tüm tüm yuttururum sana Zeyno” Zeynel gerisin geri susarken. Harun onu umursamadan Arife dönüp “Kaç kişiyiz” diye sordu. Aklına gelen bu harikulade fikirle, ki fikir Yusuf’a aitti, apar topar buraya koşmuştu. Oyuncaklar bile Yusuf’a aitti, çocuklara dağıttı ve arta kalan oyuncakları başkalarına veririz diye saklamıştı. Resmen Yusuf’un çocuk sevgisini kullanmış gibi oluyordu, ama ne yapsındı. Onun da yüzü gülmesin miydi? “Dört kişiyiz komutanım” “Tamam Arif sen benimle gel siz ikiniz arabanın barajından oyuncakları çıkarın” “Yusuf komutanımı örnek alıyorsunuz” “Ne bileyim kardeş ya bunlar aynı şeylerden etkilenirler diye düşündüm” güldü Arif. Harun komutanını Yusuf kadar olmasa da iyi tanırdı. Ve bilirdi ki bu durumlarda fazlaca berbattı. İçlerinde kızlara hiç yüz vermeyip, en becerikli olansa yine Özdemirdi. Gerçi onların ilişkisi biraz tencere kapak olmuştu, yani ortada bir beceri söz konusu değildi ama, özenilecek bir muhabbete sahipti o ikisi. “Arif” duydukları sesle ağır ağır arkasını döndü ikiside. Gördüğü ve bir saattir izlediği yüzü ilk kez görüyormuş gibi bir şaşkınlık belirdi yüzünde. Oscar’a aday olmalıydı. “Yine uçak mı düştü yoksa” dedi Nisa alaylı bir ses tonuyla. Fakat Arif onu duymamıştı dahi. Az önce ki şaşkınlığına dem vurarak konuştu. “Nisa, ne güzel bir tesadüf böyle. Bizde Harun komutanım için gelmiştik” “Okula? “ Nisanın şaşkınca sorduğu soruyu fark edince yaptığı gafın Harun komutanına değdiğini anladı. Ve ne dedi biliyor musunuz? “Kayıt için “ dedi. Harun telaşla konuşan Arif’in ensesinden tutup yanına çekse de Nisa çoktan gülmeye başlamıştı. Bu adam her gittiği yerde muhakkak birinin ilişkisine çomak sokuyordu. Ne diye onu getirmişti ki sanki. “Sanıyorum ki kayıt için bir hayli büyüksünüz” “Evet sanıyorum öyleyim “ dedi Harun hâlâ kıza ters bir bakış atarken. “Harun ne işin var burada” dedi Suat karşısında gördüğü adamla kısa bir şok yaşarken. Normal zamanda aklına gelmiyor sanıyordu oysa. Ne yani onu özleyip gelmiş miydi? “Kayıt içi.. “ diyecekti ki Nisa, Arif hemen söze atıldı “Nisa bak sana ne göstereceğim şurada bir uçak geçti az önce” “Senin eline düşen olmasın” “Yok bu kalbime düşecek belli ”onlar uzaklaşınca ikilinin arkasından baka kalmıştı ikisi. Ne hani Yusuf Asaf’tan sonra Arif de mi sevda peşine düşmüştü, anlaşılan ekipte sap kalan azınlık içinde Harun da yer alıyordu. “Ne oluyor bunlara” dedi Suay Nisa'nın heyecanı belliydi de Arife pek anlam verememişti. Onu Elifle ilgileniyor sanıyordu “Aynı dertten muzdarip olmuşuz belli” Harun’un iç çekerek söylediklerini yanlış Anladı Suay. Harun onun sevgisini dert olarak mı görüyordu? Öyleyse bu sevdadan kurtulmanın yolu olmalıydı. Çünkü Suay yapacaktı “Derdinin dermanı var mıdır Komutanım” “Derdimin dermanı bir damla sudur asker kızı” Suay'ın kafası iyiden iyiye karışsa bile kendine yönelik bir itiraf olduğunu anlamıştı. “Çölde arıyorsun suyu” dedi okula bakınırken. Harun’un dudakları yukarı doğru kıvrıldı. “Bulmak imkansız mı” dedi Harun artık sohbeti neticelendirmek isterken “Çaba istiyor emek ve ilgi istiyor” “Çölde ki bedevi beceremiyorsa bu ilgi işlerini” Harun oldu olası yumuşak huylu romantik bir adam olmamıştı. Hiç bir kadın için de çaba harcamamıştı. Görev harici kimseyle de temas etmemişti. O çocukken kalbine düşen bu kıza aşık ona aitti. Başkası mümkün olabilir miydi? “O zaman bir köşede suyun hasretinden ölmeyi bekleyecek” Suayın sesi kırgın çıkmıştı. Çünkü sanıyordu ki Harun onu ilgi ve sevgiye layık görmüyor. Öyle değildi belki ama, hissetmediği sevgiye ne kadar bağlı kalabilirdi? “Ama sen artık suyu arama ne de olsa ölmek için yaşayan bir adamsın” dedi birden. Kızgındı. Onunla değilse bile bir gün bir yuva kursun istiyordu. Kendini bir aileden mahrum etmesin, baba olsun eşi ile huzurlu olsun istiyordu. Ama o ölmek için yaşıyordu. Bu düşünce çoğu zaman canını yakardı... Ama o mutlu olsun diye onu başka bir kadınla dahi hayal ederdi. “Çocuklar hadi içeri soğudu hava” daha fazla tahammül edememişti bu fikre. Başka kadın... İlla mutlu olacaksa onunla olsundu. Ama mutlu olsundu “Suyu bulursam ölmeyeceğim söz veriyorum “ “Tutamayacağın sözler verme komutan. Gaibi ancak Allah bilir “ dedi ve içeri girdi Suay. Harun ise az önce duyduklarına hiç alınmadı. Aksine ona kırgın olması hoşuna bile gitmişti. Gönlü Harun'da olmasa ona kırılır mıydı. Güldü Harun.. Onu kazanmak için her şeyi yapacaktı. Artık ölmek için yaşayan bir adam olmak istemiyordu. “Bu oyuncakları ne yapalım komutanım” dedi Zeynel şeffaf bir torbada getirdiği oyuncakları Harun’un önüne koyarken. “Dağıtın” “Dur, şurada ki tavşanı bana verin” gözüne takılan beyaz masa süsü gibi duran bir tavşandı bu. Suay çok severdi. Onun bu sevgisini de bir tek Harun bilirdi. Onunla ilgili bildiği çok şey vardı ama, en güzeli buydu. “O tavşana ne olacak komutanım” Zeynep’in sorduğu soruyla önce bir ya sabır çekti. Ardından en sağlam küfürlerini yerleştirdiği gözlerini dikti Zeynelin üstüne. Durumu anlayan Zeynel hemen dik bir duruş takınıp “Emredersiniz komutanım” diye fısıldadı Harun ise onu duymamıştı dahi. Vazgeçmeyecekti Harun, anlaşılan Suayla ilgilenmeyerek onu kırmıştı. Kırdıysa onaracaktı bir şekilde yapacaktı bunu. Her şeye rağmen yapacaktı bunu. Hem Suay da onu seviyordu. Sevmiyorsa da bir şekilde alırdı gönlünü. Suay ve Harun olacaktı. Olmalıydı. .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ “Sen benim gözlerimi niye bağladın ki şimdi” huzursuzum söylediklerine karşı bıkkın bir soluk verdi. Ne yapayım seviyoruz, aşığız diye hemen güveneyim mi “Sürpriz dedim istiridye sabret azıcık” dedi bu defa sinirlendiğini belki ederken. Paşaya bak ya hem gözümü bağlıyor hem de sabret diyor. Bana bana İnciye “Ula ben annemin karnında duramamışım sekiz aya çıkmışım ne sabrı” bu doğruydu. Ki Yeşim hanımcım her saniye bunu söylemekten vazgeçmiyordu. “Üzerinde ki elbiseye ait tavırların olsa keşke anca riv riv hanım ol biraz” dedi. Ben zaten gayet aklı başında hanım hanımcık annelerin oğullarına almak için sıraya girdikleri bir kızdım. Tamam belki henüz öyle bir anneye rastlamamıştım fakat, rastlasam kesin öyle olurdu. Ayrıca Trabzon güzeli Çimen denen o çirkin kızdan da daha güzeldim. “Peki kuzum nasıl istersen” alayla konuşunca o da bir kahkaha attı ama kısa süre sonra telaşlı bir soluk verip sustu. Sanırım gelmiştik. Ellerim gözlerime gidince beni engelledi. Ellerin de bir tuş sesi geliyordu ama ne olduğunu anlamamıştım. “Geldik” evet fark ettim orasını da nereye geldik. “E aç gözlerimi göreyim nereye geldik” dedikten kısa bir süre sonra işini bitirmiş olmalı ki, gözüme taktığı bandanamı büyük bir dikkatle saçlarıma yeniden taktı. Gözlerim açılmış ve gördüklerim ile resmen büyülenmiştim. Bir lunaparktaydık. Ama şuan pek park gibi durmuyordu. Tüm oyuncaklar aktif halde envai çeşit renkler sunuyordu bana. Dikkatimi çeken başka bir şey ise, beyaz bir perdeye yansıyan görüntü olmuştu. Açık hava sineması... Beyaz perdenin bir kaç metre önünde iki minder ve mısır kovası. Bu adam bana nasıl davranması gerektiğini çok iyi biliyordu. Evet büyük etkilenmiştim. “Yusuf Asaf” diye fısıldadım Nutkum durmuş gibi bir ses tonuyla. Etrafımda bir kaç kez dönüp, beni çocuk gibi sevindiren bu adamın boynuna kocaman sarıldım. Yani en sonunda bahsettiği o normal çiftler gibi olmuştuk. Ve itiraf etmek gerekirse tüm o hengamede bu bana beş yıldızlı bir otelde tatil yapmak gibi gelmişti. Ondan ayrıldığımda gözleri biraz hüzünlü baktı ela gözlerime. Derin bir nefes alıp beni de kendiyle birlikte yan yana olan minderlere oturttu. Ve konuşmaya başladı. “Kaçırılmasaydın eğer yanımda olsaydın, tüm çocukluğum seninle geçecekti. Belki anneleri delirtecektik. Hatta kesin delirtirdik, çünkü sende benden farklı değilsin” güldüm. Haklıydı bende ondan farklı değildim. Haşarı yaramaz tam da oydum işte “Ne yapardık mesela” dedim heyecanla. Onunla hayal kurmak istemişti canım. Bu heyecanıma ortak olup bana döndü ve tıpkı benim gibi bağdaş kurdu. “Komşuların camına sapanla taş atardık. Zillere basar kaçardık. Bayram sabahı herkesten önce kalkar tüm bir tepsi tatlıyı gömerdik” kısık bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. Onunlaysak kesin yapardık bunları “Hastanelik olur muyduk” dedim hâlâ gülerken. O da benim gibi gülerken devam etti. “Olurduk tüm bayram kıçımızdan yediğimiz iğne yüzüne uslu uslu otururduk. Sonra sen gelirdin, ‘Bugün lunaparka gideceğiz hemen iyileş derdin” burada biraz hüzünlendik. Çünkü hayalde bile hep sonradan geliyor, onun yanına sonradan dahil oluyordum “Ya sonra” dedim buruk bir sesle “Sonra her bayram olduğu gibi yine gelirdik buraya, sen atlı karıncaya koşardın ben çarpışan arabalara” kesin ben atlı karıncalar da ne yapayım bu bebek işi diye ağlardım. Ama bozmadım onu. “Sonra eve dönerdik” hayalde bile atlı karıncadan sıkılmıştım. Sanki anlamış gibi güldü. Belki de anlamıştı beni benden dahi iyi biliyor gibi tavırlar sergiliyor, ve buna inandırıyordu. “Trabzon’da ki evler karşı karşıya. Biliyor musun orada bir odan var. Yeşim teyze, olurda bir gün gelirsin diye ayarlamıştı” bu kadına üzülmekten ve hayran duymaktan ne zaman vazgeçecektim ben. Bugün yaşanan o sıcak sohbet sonrası ona karşı tüm tabumu yıkmıştım. Seviyordum da sanırım Evet evet seviyordum “Odalarımız karşı karşıya mı” aklımdakini merakla sorduğumda yine güldü. Ama cevabıda gecikmedi “Evet hem de o kadar yakın ki birbirine eğer erken gelseydin muhtemelen Yılmaz komutan terası kapatırdı” demek odam teraslıydı. Kısa bir süre için de olsa Trabzon’a gitmek istiyordum. “Yinede buluşurduk değil mi” kafasını salladı ve beni omzuna çekti. Film henüz başlamamıştı. Anlaşılan süresi vardı. “Söz veriyorum seninle hayal ettiğin her şeyi gerçekleştireceğim” güldüm bu harika bir fikirdi doğrusu. “Camları da kıracak mıyız” dedim küçük bir kız çocuğu edasıyla. Derin bir nefes aldı. Ve anın tadını çıkarmak ister gibi güldü o da “Trabzon’daki evlerde cam kalmayacak hepsini kıracağız” bu defa kahkaha attım. İşte bu iyi haberdi. Yusuf’un yanında gezen veletleri camsız bırakacaktım. “Trabzon güzeli Çimen’in camını sağlam bırakma sakın” dedim sitemle. Sitemime karşılık içimi eriten bir kahkaha sundu bana. Güldüm güldü ama beni cevapsız da bırakmadı “Tamam onun camını da kırarız” bu cevaba hemen şımarmıştım. “Güzel de değil ayrıca değil mi” diye ekledim o sebeple. Hafif bir boğazını temizledi ama cevap vermedi. Omzundan kalkıp sinirle bakınca da başını yana eğip, “O konu da hak yiyemem” dedi. Bu kız harbiden çok mu güzeldi. Al işte sinirimi bozmuştu. Yüzüm aniden asılırken, tatlı bir tebessüm kondu dudaklarına. “Güzel dedim istiridye senden güzel demedim” bu güzel itirafı duysam da aklım hâlâ Çimen de kalmıştı. Hemen yarın sırf o kadar güzel değil diyebilmek uğruna Trabzon’a gitmek için can atıyordum. Bir şey demek için atılsam da ağzıma bir tane mısır atıp, susturdu. Zaten film de başlamıştı. Evet başlamıştı. Ama bu film ne komedi ne de aşk ne dramaydı. Şaşkınca Yusuf’a çevirdim bakışlarımı, pür dikkat filmin başlama aşamasını seyrediyordu. Arkadaşlar! Bakın ben normal zamanda bal şekeri gibi insanım. Fakat şuan seçilen filmle damarıma damarıma basılıyor. “Nayino” diye fısıldadım. Bu fısıldayış bakışlarını bana dönmesine vesile olmuştu. “Senin normal çift anlayışın tam olarak bu mu? “ dedim fakat kafasını bir hata mı yaptım der gibi bana çevirince pişman oldum. Zaten ortam harikaydı bozmaya gereksiz nazlanmaya ne gerek vardı sanki. “Yani açık hava, film, mısır ve sen daha ne olsun” yerdim ama ben bu adamı. Güldük hem de en içten olanından. Kafamı iki yana sallayıp bağdaş kurup tekrar önüme döndüm. “Tamam izleyelim.” Dediğimde filmi izlemeyi çoktan bırakmış olmalı ki bir soru yöneltti. “Filmi mi sevmedin” evet sevmezdim ben savaş filmi. Özellikle de onun yanında işten uzakken. “Yok merak ettim ben ondan sordum” evet yalan söylemiştim ama madem o seviyordu katlanacaktım “Ne seversin bilemedim Amazon kadın olduğun için de savaş filmi hoşuna gider sandım” “Hayır komedi izlerim.” “Hadi ya” “Sen savaş mı seversin” “Hayır bende komedi severim. “ ikimizde sesli bir kahkaha atarken bağdaş kurulu oturuş şeklimizle birbirimize döndük. Artık yüz yüze duruyorduk. Ortamızda bir kova mısır da vardı. “Hatta hababam sınıfı” dedi ağzıma bir tane mısır atarken. “Bende gülen gözleri çok severdim “ en sevdiğim filmdi gülen gözler. Teşkilatta ekiple birlikte izlediğimiz gülmek yerine kederlendiğimiz bir filmdi. “Başka” diye sordum. Bu gece onu tanımak daha doğrusu onunla yakın olmak istiyordum. Bir kaç saniye ses etmedi yineledim sorumu “Başka ne seversin” “Mevsimlerden ilk baharı yemeklerden yeşil fasulyeyi günlerden çarşamba, aşklardan en çok istiridyeyi” Buradan çıkar çıkmaz Engin amcaya, ona Asaf ismini verirken çok doğru bir karar verdiğini söyleyecektim. Ama şimdi onunla biraz uğraşsam fena olmadı sanki “Ha yani en çok sevdiğin istiridye az sevdiğin de var” küstün sesime karşılık dumura uğramış gibi baktı bana. Kendi kontrolü dışında gelişen bu kıskançlık eylemi hoşuna gitmiş gibi durmuyordu. “İnci “ sesi sorun ne sahiden der gibiydi. Birden iyice atarlanıp önüme döndüm. “Ne inci ya” demeyi de ihmal etmedim “Şaka mı” dedi bir umut şansını deneyerek. Sesi o kadar komik çıkmıştı ki kendi mi tutamadım. “Gül sen gül alırım intikamını nasıl olsa” güldüm. Mızıkçı mıydı bu adam. Sanki biraz öyledi. Ya da inin yanında çocuklaşan yalnızca ben değildim. Bu ihtimali daha çok sevmiştim. “E hep sen mi uğraşacaksın benimle benim de kendine göre hünerlerini var” sesimde ki cilveye ben dahi şaşırmıştım ama o beni kendine çekip kolları arasına aldı. “Hmm anlat bakalım o hünerlerini” dediğinde yanaklarım kendiliğinden al al olmuştu. Bu ad çok fena bir şeydi. Arif kaç demekte haklıymış. Umarım bunu daha önce tecrübe edinmemiştir. “Savaş” dedim dikkatini dağıtmaya çalışarak. Amacım filme odaklanmaktı ama söylediğimi yanlış anlamış olmalı ki kahkaha attı. “Savaşma.. “ hemen elimi dudaklarına örtüp edepsiz düşüncelerinden korudum kendimi. Ay vallahi fena bir şey bu adam. Aman aman düşman eline düşmesin. “Hop dedik aslanım madem film dedin izleyeceğiz “ ellerimin üzerine minik bir buse kondurup ortamızda ezilmek üzere olan kovayı kucağıma koydu. “İzleriz yavrum onu da izleriz” ama izlemdik. “Yusuf “ diye fısıldadım. Hâlâ anlattığı o hayalde takılı kalmıştım. Belki her şey gerçek olacaktı ama o Şeyma denen kadın beni ayırmıştı o tablodan. O resimden benimle birlikte Yusuf’u da sökmüştü. Çünkü biz birdik. Kilometrelerce uzaktayken Yusuf’a bir şey olsa benim içim sızlardı. içimde ona karşı olan sıcaklığın, samimiyetin ve ilk günden bu yana süre gelen sevginin nedenini ise bugün anlamıştım. Kaderimiz birdi bizim. Bensiz o, onsuz ben olamazdı. Bunca sene olmadığı gibi “Hmm” diye fısıldadı Filme odaklanmış gibi duruyordu ama izlemediğini biliyordum “Trabzon’a gidelim mi “ birden söylediğim şeyle aniden bana dönüp, şaka yapıp yapmadığımı ölçtü. Ciddi olduğumu anlayınca da gülümseyip “Gidelim ama işler var biraz hafiflesin gideriz olur mu” “Tamam zaten benim de gitmem gerekiyor. Bir kaç işim var” tadı kaçmış bir edayla baktı yüzüme. Bunun olacağı zaten belliydi. Ama düzeni oturtmak gerekiyordu. Bir orda bir burada olmak boynumun borcunu artık. Yıpranacaktım belki ama, ne işimden ne de ailemden vazgeçme niyetinde değildim “Ne zaman” “Tamar’dan haber çıkar çıkmaz giderim gibi. Bensiz halledersin “ dedim gururla. Sonuçta kaç kişinin asker bir nayinosu vardı. Yine öyle güzel bir ifadeyle bakıyordu ki yüzüme utanıp önüme döndüm. “Sensiz hiç bir işimi halledemem” dediğini duydum. Sesi gülüyordu. Başımı göğsüne çevirip yıldızları seyre daldım. Gökyüzü, Nayino ve ben daha ne isterdim. Ellerimi boynumda ki kolyeye götürüp bir kaç saniye varlığıyla oyalandım. “Boynunda ki kolyenin anlamı ne” dedi merakla. İlk günden beri çıkarmıyor oluşum dikkatini çekmiş olmalıydı. “Birliğe ilk geldiğimde eğitmenim vermişti.” “Yaşlı kurt” “Ta kendisi... “ “Çok duydum adını tanışmak isterim mümkün mü” sesli bir şekilde gülüp yüzümü tekrar ona çevirdim. “İstesen de istemesen de tanışacaksın zaten. Seni biliyor.. Aramızda bir şey olmadığını söyledim ama pek inanmadı” “İnandırıcı mı sence” “Değil mi” “Askeriye de senin benim sevgilim olduğunu duymayan tek Yılmaz komutan kaldı. Ona da söylerim de adamı katil etmek istemiyorum “ Yılmaz komutanı düşündüğüne biraz gülecektim. Aslında Yusuf Asaf oldukça kalıplı bir adamdı, Yılmaz komutanı bırak kendi babasından bile bir kaç parmak uzun duruyordu. Muhtemelen bir doksan üzeri bir boya sahipti. Bende bir yetmiştim ona rağmen boyum onun yanında kısacık kalıyordu “Çok kızar mı” başını olumlu anlamda salladı. Olsundu be Nayino vermezlerse kaçardık. “Hak veriyorum ben de kızımı paylaşamam “ şaşkınca ona bakınınca derim bir iç çekti. Lan yoksa sahiden kızı mı vardı. Ne demeliydim ‘Biz böyle konuşuyoruz ama yenge kızmasın' desem. Yok yok abartıyorum kızın “Senin bir kızın yok ki şapşal” endişeli bir sesle söylediklerimle güldü. “Kim demiş. Benim kızımın ismi bile hazır” deyince rahatladım. Yani sadece hayaldi. Hayalini yesinlerdi “Söyle de öğrenelim pek kıymetli kızını” “Önce bir doğur bakalım” güldüm güldü. Bu gece gülmekten ikimizde de çene kası oluşmuştu. Gerçi onun buna pek ihtiyacı yoktu. Derin bir iç çektim.
Film aktı gitti. Biz olmayan kızımızın ismini tartıştık. Odasını kaç kere pembeye boyadık sonra sildik beyaz yaptık. Biz o gün ilk kez bu kadar uzun sohbet ettik. Onun sesinden şiir dinledim. Bir kaç kere Karadeniz türküsü bile söyledi. O gece arka planda savaş filmi oynarken, güzel günlerin hayalini kurduk.
Yaşadığımız anın en güzel gün olduğunu bilmeden .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Bakayım oy attın mı Tebrikler 🙌 |
0% |