@sitarekiraz
|
Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi Dilimizde akşamdan kalma bir küfür Salonlar piyasalar sanat-sevicileri Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni Yakanda bir amonyak çiçeği Yalnızlığım benim sidikli kontesim Ne kadar rezil olursak o kadar iyi ~Can Yücel~ Keyifli Okumalar .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ 2009 Ankara Teşkilat Günlerden çarşamba, her şeyin bittiği fakat yeni başlangıçların uzak olmadığı o günden bir anıydı bu.. Küçük kız yine bir bankta tek başına oturuyordu. Fakat artık yurdun bahçesinde değil, nedenini bilmediği, bir binanın bahçesinde gökyüzüne bakıyordu. Derin bir nefes aldı İnci. On yaşındaydı ama hayatı hakkında hiç bir şey bilmiyor, o kart müdirenin anlattıklarına inandırıyordu kendini. Her neyse şuan hayatında ne o kart müdire, ne de sürekli dayak yediği o iri kız vardı. O artık zeki çocukların olduğu bir birlikteydi. Amacını bilmese de burada dayak yemeyeceğini söylemişlerdi. E o zaman sorun yoktu. Hem karnına sıcak yemekler de giriyordu. O aptal yurttan daha iyiydi burası. “Geldiğinden bu yana hiç konuşmadın evlat, eğer mutsuzsan seni geri götürebilirim” tam yakınında duyduğu sesle, başını gökyüzünden çekmedi. Çünkü bu sesi artık çok iyi tanıyordu. Buraya gelmesi için onu ikna eden adamdı bu. Tahminen kırklı yaşlarda kalıplı uzun boylu bir adamdı. Korkutucu bir yapısı vardı ama İnciye samimi davrandığı için hiç korkmuyordu. İnci’nin korktuğu şey adam değildi zaten, huzursuzca yerinden kımıldanıp “Korkuyorum” diye itiraf etti. Neyden korktuğunu bilmiyordu ama bir şeyler onu rahatsız ediyor, sanki burada durursa yurttakinden daha fazla dayak yiyecek gibi hissediyordu “Neyden korkuyorsun evlat” adamın sorduğu soruyla İnci ürkek bakışlarını adama çevirdi “Susmaktan... Yine susacak mıyım dayak yiyecek miyim peki” ardı ardına soruları adamın gözlerinde bir kedere sebep olunca yanakları kızardı. Kimseyi üzmek istemezdi o. “Burada kimse sana dokunmaya cesaret edemez yavrum” iyi ama neresiydi burası “Neden geldim buraya” aklındaki soruya karşılık sunduğu soruyla adam şefkatle saçlarını okşadı İnci’nin “Sana eğitim verilecek” “Ne eğitimi” “Yabancı dil öğreneceksin sonra da dayak yememek için savunma dersleri” göğsü kabardı İnci’nin. Dayak yemeyeceğini bir hayat... İşte bunu sevmişti “O zaman herkes korkar mı benden” dedi en sevimli haliyle. Adam duyduğu şeyle küçük bir kahkaha atıverdi. “Benden korkuyor musun? “ diye sormayı da ihmal etmedi. “Hayır Baba gibisin yani öyle olmalısın” İnci’nin verdiği cevaba memnun kaldı. Çünkü ondan sekiz yaş büyük bir kızı vardı. Ve bu kız ona Ceyda'nın yani kızının minik hallerini hatırlatıyordu. “İşte sende iyi kimselere kardeş kötü kimselere düşman olacaksın. Seni bu sebeple eğitiyoruz. Peki sen bu eğitimi istiyor musun” “isterim... Peki okula gidecek miyim“ “Orta ve lise eğitimini burada tamamlarsın üniversiteye de bakarız” olurdu. Hem burası da bir nevi okuldu işte. Huzurla gülümseyip, adamın yüzünü sevgiyle inceledi “Adın ne senin” dedi bir anda. Adam soruya hiç şaşırmadan, “Benim adım yok evlat” diye kestirdi. Ama İnci için konu bitmiş değildi “Benim de mi olmayacak “ dedi “Senin de olmayacak” cevapla biraz üzüldü İnci. Çünkü o adını seviyordu. Hem Leyla onu bulamazdı ki.. O değer verdiği tek arkadaşıydı onu bulmak istiyordu. Ama madem artık isimsiz bir kahraman olacaktı Leyla da mazide kalmalıydı. “Şimdi uslu uslu otur arkadaşlar edin kendine burası senin için daha çekilir bir yer olsun” kalkıp giden adamın ardından baktı İnci. Nedenini bilmediği bir dürtüyle ayağa kalkıp, etrafına bakındı. Ve gözü bir kızda durdu. Beyaz tenli siyah saçlı saçları gibi koyu gözlere sahip bir kızdı bu. Elinde beyaz bir mendil sürekli burnunu siliyor, o sildikçe burnu yeniden akıyor, ve burnunu silemediği gerekçesiyle elinde ki mendille kavga ediyordu. “Aptal mısın sen bir burun sileceksin ne var bunda” elinde ki mendili hırsla yere atıp, gözlerini şaşı yaptı. Sanırım burnunu görmeye çalışıyordu. “Of akma artık söz dondurma yemem bir daha “İnci gülmemek için dudaklarını bir birine bastırsa da, sırıtışına mani olamamıştı. “Yok yok dondurmadan değil başka bir şey bu terli su içince mi oldu acaba” bu defa da kendine sorduğu soru ile omuzları düştü, etrafına bakındı ve ayağıyla bir taşa tekme atıp bir kaç adım ileri savruluşunu izledi. “kimsede uyarmadı ki” omuzları hâlâ düşükken kendine verdiği telkinle, kıkırdadı “Aptal senin annen mi var kim uyaracak” İnci gülmeyi kesti. Az önce eğleniyor gibi görünüyordu ama bu kız hem kendiyle konuşuyor hem de cevap veriyordu. Bir an bu akıl hastası delinin yanına gitmek istemedi ama, oda çok akıllı sayılmadığı için bu fikirden vazgeçti. “Hop hop mendille kavga ediyordun sen az önce bir anda kendinle etmeye başladın” Beyza duyduğu sesle başını kaldırıp İnciye baktı. Dudaklarını büküp, “Konuşmak için kendimden daha iyi bir arkadaş mı var sanki” cevabını verdi. İki gündür buradaydı ama kimseyle konuşamıyordu. Sadece Uğur diye bir ayı sürekli peşinde koşuyor, ona oyun teklifi sunuyordu. “Sende mi zeki olduğun için geldin buna inanmazdım doğrusu” Beyza, İnci’nin söylediklerine hiç kulak asmadan kendinden emin bir şekilde güldü “Hayır tabii soruları başkasına yaptırdım şşt aramızda” diye bir sır verdi. Böyle bir şey olduğu yoktu ama bu kızı kandırmak keyifli olmuştu işte. “Kimsin sen” dedi İnci iyice meraklanarak “Beyza diyorlar genelde “ “O zaman adın Beyza “ “Evet sanırım onlar haklı “ “Hava çok soğuk üşümüşsün burnun domates gibi olmuş “ İnci, Beyza'nın burnuna dokunup, yanına oturunca, Beyza'nın burnu aldığı temasla yeniden aktı. Bu defa yerdeki peçeteyi boş verdi, koluna sildi burnunu. “Palyaço gibi mi” diye sormayı da ihmal etmedi “O komik yaratıktan daha da komiksin” dedi İnci aslında öyle değildi ama bu kızla uğraşmak onu güldürmüştü. Beyza cevap vermedi İnci ise yerdeki mendili alıp, bir abla edasıyla Beyza’nın burnunu sildi. “Burnunu silmelisin yoksa kimse seninle oynamaz” diye tembih etmeyi de unutmadı “Ama sen bunu aldırmadan geldin yanıma” Beyza aldığı şefkate anlam veremezken, küçük bir temasla İnci sanki ablasıymış gibi hissetmeye başlamıştı. “Arada benim de akıyor pek umursamam” Beyza içten bir şekilde gülüp İnci’nin serçe parmağına asıldı. “Seninle arkadaş olucaz biz hiç ayrılmicaz bakta gör” dedi ellerini sallarken. İnci bir ellerine bir de ondan habersiz verilen söze odaklandı. Biraz deliydi ama komik kızdı olurdu olurdu. O da sevmişti çünkü “Nerden anladın” dedi “E ikimizde sümüklüyüz bizimle dalga geçenleri döveriz sonra da sümüklerimizi sileriz “ “Onları dövmeden önce silsek ya o zaman kimse bizimle dalga geçmez” “Hayır o zaman eğlenceli olmaz. Hem biliyor musun ben burada biriyle tanıştım adı Uğur... “ “Ee” İnci yeni bir arkadaşın heyecanıyla bir anda yükselince Beyza “Adı Uğur ama kendi pek Uğurlu değil gudubet herif benimle ne zaman konuşsa hıçkırık tutuyor, ha bir de kalbim yerinden çıkıyor. Bu duyguyu sevmedim hiç “ diye onu heyecanını yatıştırdı. Ama onu çok güzel gözleri de yok değildi yeşil yeşil erik gibi gözleri vardı. “Neden ki” “Bilmiyorum ama iyi bir şey olsaydı Kalbim yerinden çıkıp onu dövmek istemezdi bence o kötü biri” İnci hızlı atan kalbin aşktan ve korkudan olduğunu duymuştu. Demek ki Beyza ondan korkuyordu. Bu korkunç çocuğu merak etmeye başlamıştı “Zamanla tanırız eğer kötüyse ilk onu döveriz” dedi sitemle. Küçük bir kızı korkutmak fikri canını sıkmıştı. “Anlaştık” dedi Beyza İnciye kocaman sarılırken “Anlaştık” diye onayladı İnci ona sarılan kıza karşılık vererek. İşte bu dostluk böyle başlamıştı. İnci Beyza’nın yanına gitmese, tüm çılgınlıklarına rağmen onu anlamaya çalışmasa, hatta onunla dalga geçse şimdi nasıl iki dost olurlardı... .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜ “Daha fazla yormayın onu... İnciyi yorma Yusuf Asaf o kaos sevmez kavgadan sesten hoşlanmaz ki” Beyza bir anda, Yusuf'un önüne geçip olası bir kavgayı önlemek istedi. Çünkü Yiğit’i iyi tanırdı ölecek olsa bile o odaya girerdi. İnattı bir kere. “Beyza İnci’nin ihtiyacı olan Yusuf ağabeyim içeriye zorla girmiş o adam değil” Suay da Yusuf’u koruyunca, Beyza ona dönüp “Biliyorum ama Yiğit’i durduracak gücüm yok, Yusuf Asaf ne olur git” diye yeniden istekte bulundu. Yusuf Asaf ise hışımla uzaklaştı oradan. Allah kahretsin ki Beyza ne dese haklıydı. Ama o Yiğit şerefsizi ondan önce girdi diye deli oluyordu. Neymiş o hakkı çoktan kaybetmişmiş “Ula sen karar veriyordun zaten buna şerefsiz “ elini öfkeyle havaya kaldırıp bir anda yükselince, hastaneden henüz çıkmadığını fark edip hızını arttırdı. “Bekle beni hışımla çıkma bekle” Uğurun sesine aldırış etmeden hızını iyice arttırsa da Uğur arkasından hışımla koşmaya devam ediyordu. “Yusuf Asaf” dedi tekrardan. Kaç metreydi bu adam. Kendinden uzun bir adam ilk kez görüyordu. Ne yemişti ne içmişti de, böyle kalıplı olmayı başarmıştı. Şimdi bu iri yarı adam İnci’nin yanında kuzu mu oluyordu. Asla inanmazdı kesinlikle Beyza’nın abartısıydı. “Lan enişte dur valla benim bacak boyum senin kadar uzun değil yetişemiyom“ diye söylendi. Ardından kısa bir süre durup “En son Beyza aşkım almıştı boyumun ölçüsünü bir doksan çıkmıştım. Ekipte de en uzun benim ha, sen biraz sürpriz oldun” diye kendi kendine konuşunca, Yusuf'ta durup soluklandı. Uğur ağzını açıp bir şey diyordu ki “Sus Uğur” diyerek onu susturduğunu sandı. Ama Uğurun da en az Beyza kadar geveze olduğunu bilmediği için “Bende onu diyorum işte susma konuş abi dök içini” diyeceğini tahmin edemedi. Formandan falan mı düşmüştü acaba. Ekipte tek bir bakışıyla hepsini muma çevirirdi bu adam niye susmuyordu “Dökeceğim tek şey o içeride ki itin kanı olacak emin olabilirsin” dedi bir anda. Nasıl oldu da bu adama karşı bir anda açıldı anlamamıştı ama biraz daha dursa, her şeyi anlatır gibiydi. Adamı boşa istihbarat için seçmemişler diye düşündü. Zekiydi ama bu salaklığını örtmüyordu. “Ona dokunma ya ne zaman başına bela açsa Beyza kıçını toplamak için kendini yakıyor” yüzünü ekşiterek söylediklerine karşılık, Uğurda da Yiğit'e karşı bir kin olduğunu anladı Yusuf. “Niye salak mı” dedi Beyza’ya karşı. Kim o it için kendini harcardı acaba. Merak ediyordu sahiden ne vardı bu herifte de arkasını kollamak Beyza’ya düşmüştü. Git Yusuf’muş kolaysa sen git. “Beyza'ma laf yok ben olurum salak bana de ona deme” diye atıldı Uğur. Yiğitten pek haz etmezdi ama Beyza çocukluk aşkıydı... Ekmeği bölüştüğü, kurşun atıp bizzat onun tarafından kurşun yediğiydi. Kısaca Beyza hem en iyi dostu hem de sevdiği kadındı. Ona laf yoktu “Ula gevşek gevşek konuşma karşımda İnci uyanmıyor anlıyor musun” dedi Yusuf ayrı bir dertle. Uğur bir banka oturunca hırsla o da yanına kuruldu. O ela gözlere biraz daha bakamazsa sonu pek iyi olmayacaktı “Yav uyanır o bozuk televizyon gibi arada yumuyor gözlerini travmaya bağlıymış herhalde” Uğurun ciddi ciddi söyledikleri Yusuf’un canını daha da fazla yaktı “Lan geri zekalı ben vurdum ben... Kızın kalbi durdu bu ne rahatlık” sanki İnci için sadece o acı çekiyor gibiydi. Halbuki ondan sonra kuşlar bile eskisi gibi neşeyle ötmeyi bırakmışlardı “Rabbim uzun ömürler versin göz için söylemiyorum ama İnci beni de seni de gömer” dedi Uğur gayet rahat bir tavırla. Yusuf içinden bunu duaya çevirse de Uğura “Uğur senin derdin ne oğlum bu gevşek haller nereden geliyor sana adam akıllı sinirimi yaşatmadın lan “ diye söylemeyi ihmal etmedi. “Ben de onu diyorum işte abi, sen zaten boku yedin İnci uyanırsa ağzına s*çar bırak kız huzur içinde bir kaç gün uyusun” Yusuf’un dudakları kederle iki yana kıvrıldı. “Lan s*çsın uyansın yeterki razıyım” dedi. “Oğlum sen beni niye anlamıyorsun kız ölümüne yummadı gözünü hık diye gitmedi. Zaten uyanacak biraz sabret da” sessiz kaldı Yusuf. Çünkü sabır denen o şey şuan onun bünyesinde iş görmüyordu “Valla böyle sabırsız davranırsan İnciden çekeceğin var. İnsanın sabrına oynamayı iyi bilir günde üç posta delirtiyordu beni” dedi. İnciyi çok severdi ama sevdiği kadar da nefret ederdi. Çünkü Beyza’sının en iyi arkadaşı oydu ve o bunu bile kıskanırdı “Beyza'nın dedikleri ne kadar doğru” “Beyzam yalan konuşmaz” aldığı cevapla burun kemerini sıktı. Bu hoşuna gitmemişti işte. “Kim yapmış olabilir” diye sordu. “İnci'nin son on altı yılına şahidim ondan öncesini bilmiyorum. Bir Beyza’ya anlatır derdini, birde... “ sustu Uğur. Gözünden derin bir keder geçti, omuzları düştü çetesinin titrediğine şahit oldu Yusuf. “Fatih? “ diye sordu. “Fatih “ dedi Uğur. Fatih en yakını dostu, sırdaşı ağabeyi hatta babası bile o adamdı. Ama artık yoktu işte. “Aralarında ne vardı” Yusuf duyacağı cevaba kendini hazırlamak istese de başaramadı. İnci için bu kadar önemli oluşu ne demekti bilmiyordu. “Kardeşten ötelerdi yedikleri içtikleri ayrı gitmez, birbirlerini korur kollarlardı. Ha bizde öyleydik, ama onlar apayrı bir dünyaydı işte. Biliyor musun İnci Fatih’in mezarına hiç gitmedi “ Uğur hatırladığı şeylerle sanki o ana yeniden gitmiş gibi ürperdi. İnci’nin çığlıkları, Fatih’in cansız bedeni Beyza'nın o an orada bayılması, felaket bir gündü. Ama en felaketi İnci’nin alışma süreci olmuştu. Ya Süveyda hâlâ haber alamıyorlardı ondan. Nerede ne yapıyor kimse bilmiyordu. Ellerine gelen bir mektupla terk etmişti her şeyi. Artık çalışmak istemediğini, kendine başka bir hayat kuracağını yazan bir mektupla, Fatih gibi yoklara karışmıştı. “Neden” “Mezarlardan korkar o... Ama gitmemesi bundan değildi” İnci’yi tanıdığı için sebebini hemen anladı “Gitmedi çünkü ölümüne inanmak istemiyor öyle değil mi” diye sordu. Kesinlikle böyleydi. “Fatih’i bulduğumuzda yüzü tanınmaz haldeydi İnci göreve gittiğini düşündü ilk hafta. Ama otopside Fatih olduğu çıkınca...” Uğur daha fazla konuşamayınca, Yusuf kendi tamamladı “Kendine gelemedi... Ondan onu ilk bulduğumda bakışları ölü gibiydi” onu ne ara tanımıştı bilmiyordu fakat, sanki İnci’yi ezbere biliyor gibiydi. “Öyle ama şimdi o bakışlar tekrar canlanmış sen ona merhem olmuşsun Yusuf. “ “Ben ona zehir oldum Uğur... Bu ellerimle vurdum onu. “ iki elini kaldırıp görüş açısına getirdi. Görünürde tek bir damla kan yoktu, ama vardı işte. Hızla doğruldu yerinden. Kimse onu suçlamıyordu. Kimse ona şiddetli bir ceza vermiyordu. O halde cezasını kendisi keserdi “Nereye” “İşim var “ Cezasını kendi kesecekti. Sevdiği kadını incitmenin bedelini ödemeliydi .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Yusuf ekibin olduğu depodan büyük bir cesaretle sivil bir şekilde girdi. Evet sivildi çünkü hayatı için önlem almasına gerek yoktu. Madem kimse cezasını kesmiyordu o keserdi. Usulca ekibin gizlendiği yere yaklaşıp, silahını ayarladığı gibi Harun’un yanına kuruldu. Harun başta normal bir bakış atıp, ardından elindeki silahı ona doğrultunca, korktuğunu anlayıp sırıttı. Harun ise sırıtan adama “Senin ne işin var burada” diye yükseldi. Yusuf ise onu umursamadan, Zeynel'in elinde ki dürbünü alıp depo önünde ki adamlara bakındı. “Komutanım bende askerim ya hani “ demeyi de eksik etmedi. Harun ise apayrı bir yerden “Konumu nereden öğrendin lan” diye diklendi. Bu askerlerin başına onu niye koyduklarını, Yılmaz komutanın burada bile kendine eziyet ettiğini anlamak zor değildi. Ama şüphesiz en zoru Yusuf'tu hem arkadaşı hem askeri hem de kardeşi olarak gördüğü bu adama, nasıl davranacağını kestiremiyordu. Çünkü bu adan neresinden tutarsan tut zır deliydi “Yine unuttunuz asker olduğumu” Yusuf, dudaklarında Harun'u sinir eden tebessümle konuşurken Harun da onda ki bu rahatlığa ayar oluyordu. Adam papatya çayı içmiş gibi sakin sakin göreve gelmişti resmen. “Ekipte bir tane sağlam adam yok anasını satayım” söylensede İnci'nin durumunun iyi olduğunu varsayıp rahatlamıştı. Aksi halde bu laz damarı dolanasıca bu kadar rahat olmazdı “Şu depoda tutuyor çocuğu adamlar var çatışma çıkarsa çocuk riske girer” Yusuf elinde ki dürbünü Harun’a uzatıp, gördüğü şeyleri teyit etmesi için, bekledi. Aynı zamanda da ekibe göz atıyordu, gözüne takılan iki kadınla bakışları tekrar Harun’u buldu “Ekipte yabancılar var “ “İki kişinin yerine iki kişi aldım sakıncası mı var” Yusuf Asaf’ın dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Ve ekipte ki esmer kıza çevirdi bakışlarını, hemen Onur'un dibinde ona öldüresiye bakıyordu. Kızın gözlerinde ki nefret mi hayal kırıklığımı tam çözememişti, fakat Onur için hayra alamet olmadığı kesindi “Estağfurullah ama şurada ki kız her an Onurun kafasına sıkacak gibi duruyor” düşüncelerini belirtse de Harun o yöne dönüp bakmadı. Çünkü buraya gelene kadar ikisi birbirine girmişti. Ayrıca Onur’a bir kadına nasıl davranması gerektiğini bilmediği için de ceza yazmıştı. Hayır hayır yazmak durumunda kalmıştı, çünkü Çiğdem onu bir şekilde ikna etmişti. “Hoşuna gider diye tahmin ediyorum” diye söylendi. Yusuf ona karşı gülse de cevap vermedi. Evet hoşuna giderdi çünkü istiridye ile arasında ki belki de ilk teması bozmuştu. Uyansın da ben ona hiç dokunmadan sarılırım diye düşündü. Yeter ki uyansındı... Aklında ki kadını kısa bir süre rafa kaldırıp işine odaklandı. Depo önünde ki adamlardan bir kaçını gözüne kestirip “Saat üç yönünde siyah takımlı adam bende “ dedi. Bu aralarında ki kilit noktaydı çünkü tam kapının önünde duruyordu. Önce onu indirmelilerdi yoksa Seçkin onun arkasında yine kaçardı. Harun başını çevirip Yusuf Asaf'ın elinde ki silaha baktı. Dudakları kederle titrese de arkadaşına belli etmedi. “Gülizar olmadan mı” diye sormamak için zor tutsa da dayanamayıp zikretmişti adını. Yusuf’un bakışları hedefe kitlenirken “Artık onsuz” cevabını verdi. Evet yüreği yansa da bunu yapmıştı. ~İki Saat Önce~ “Ne demek tüfeğini değiştirmek istiyorum. İyi misin sen” diye celallendi Banu komutan. Bu adamın tüfeğine olan aşkını askeriyede herkes bilirdi. Hatta, ona isim bile taktığını duymuştu. “Komutanım arıza yapıyor” diye cevap sundu Yusuf. Banu komutan sinirle gülüp “Olum sen buna isim bile verdin arıza yapmasına müsaade mi edersin kimi kekliyorsun” dedi. Haklıydı ailesinden önce gelirdi tüfeği. Kimse kusura bakmasındı, babasından çok onu görüyordu nede olsa. “Öyle olması gerekiyor “ diye fısıldadı. Banu komutan biraz düşündü olurunu tarttı. Aklına gelen şeyle elini masaya vurup, “Şu vurulan istihbarat mensubu kız? “ dedi bir anda. “Onun için değiştiriyorsun sen bunu” diye düşüncesini belli etti. Ve evet Yusuf’un gerilen omuzları ile bunun doğru olduğunu anlamıştı. “Senin bir suçun olmadığı kanıtlandı şimdi al tüfeğini arkadaşlarının yanına git” Yusuf komutuna uymadı onun yerine yerinde iyice dikleşip “En azından uyanana kadar komutanım bana başka bir tüfek tahsis edin” dedi sesi yalvarır gibi çıkmıştı. İnciye dokunamadığı her an gülizara da dokunmamalıydı. Banu komutan karşısında ki Askerin hüznüne odakladı bir süre, ardından usulca eğdi başını “Peki sana mesaj olarak attığım konuma git. Yeni tüfeğini de al” “Emredersiniz komutanım” ~İki Saat Sonra~ “Tüfeğimi vermedim de Yusuf” Harun tedirgince sorsa da aslında cevap belliydi. Yusuf cevap vermeyince bir sabır çekip, elinde ki silahı iyice kavradı. Bu onun dilinde öfkeye hakim olmak demekti ve Yusuf bunu iyi bilirdi. “Lan ha kafana sıkmışsın ha gülizarı vermişsin aynı şey” dedi kısık ama öfkeli bir sesle. Yusuf ise “Ha İnciyi vurmuşum ha gülizarı vermişim aynı şey” diye ekledi. Aynı şeydi hatta İnci gülizardan bile önce gelirdi. Harun bir şey Söyleyecek gibi oldu fakat yanlarına gelen Ali ile sustular “Komutanım sohbetinizi balla kesiyorum ama hareketlilik var” Ali’nin işaret ettiği yere baktılar. “Seçkin çıktı komutanım “ Ali bu görevde biraz stresliydi çünkü Çakır gibi küçük bir çocuk ona oğlunu hatırlatıyordu. Asla dayanamazdı çocuklara. “Çakır?” diye sordu Yusuf ellinde dürbün olmadığı için göremiyordu. “Yanın da” aldığı cevapla Harun’a bakıp hareket izni istedi. Harun talebini geri çevirmeden bakışları ile onaylayınca, derin bir nefes alıp, önceden hazırladığı silahı tam Seçkin’in kafasına hedef alsa da yanında ki çocuk için bundan vazgeçti. Zaten annesi gözleri önünde ölmüştü, birde bu iyi öldürüp çocuğa iyice yara olmayacaktı. Ekibe sırasıyla bir bakış atıp, içinden en sevimlisini seçti “Çiğdem biraz sonra yapacağım hamleyle Çakıra ulaşman gerekecek. Şimdi dediğimde...” diye onu görevlendirdi. “Çiğdem kurşundan hızlı olmalısın yapabilir misin” diye bir soru yöneltti Harun. Artık her şeyi oldu bittiye getirmemesi gerektiğinin dersini almıştı. Acı bir şekilde... “Siz adamları etkisiz hâle getirirken ben Seçkine ulaşacağım çocuğu da alıp, depoya gireceğim. Çocuk güvende olacak “ Evet Yusuf’un aklında ki plan tam olarak buydu. Anlaşılan bu kız da baya bir iş vardı. Keşke ekibi komple verip bu kadın zekasına sahip olanları alabilseydi. “Sende güvende olmalısın” diye atıldı Onur. Ama Çiğdemin bakışını görünce gerisin geri sustu “Ne zamandan beri beni düşünüyorsun” dedi Çiğdem öfkeyle. Sevgi nasıl nefrete dönüşürdü bilmiyordu ama, o günden sonra Onur’a karşı acayip gıcıktı. Resmen onca senenin sevgisini tek bir günde almıştı ondan. “Şuandan itibaren “ diye yanıtladı Onur. Ne olursa olsun bu kızı akademiden bu yana tanıyordu. İncinsin istemezdi ve elbette bu doğaldı. “Kendinle ilgilen Başçavuş Akay” “Bu sertti” Yusuf ikilinin kavgasına hiç bulaşmadan, elinde ki dürbünle kilit nokta olarak gördüğü adamı indirdi. Ve aynı anda karşı tarafta silahlara sarılmıştı. Tam çatışma çıkacağı an “Şimdi” diye bağırdı Yusuf Asaf. Çiğdem olabildiğince hızlı koşup, tam çatışmanın ortasından geçti. Bir kurşun omzunu delecekken, son anda geri çekilmişti. Evet kurşundan hızlı olmuştu işte. “Allah kahretsin Çiğdem koru dedik kendini geri zekâlı” Onurun öfkeli sesine aldırış etmedi kimse, ama Zeynel’in “Lan kıza bak kurşunun önüne attı kendini” diye şokla söylediklerini herkes aynı şaşkınlıkla onayladı. Hem konuşuyor hem de peş peşe adamları indiriyorlardı. Ve Çiğdem Seçkin’in omzuna sıkıp, Çakırı kucakladığı gibi depoya girdi. “Hiç gizlisi yok ki beceremiyor bir şeyleri gizlemeyi” Onur az önce izlediği görüntü karşısında hayranlık duysada, aklı hâlâ kendini savunmayışına takıldığı için, hayranlıktan nefrete geri döndü “Görev başarılı çocuk kafeste” Çiğdemin sesiyle Harun, “Çıkmayın sakın ben haber vereceğim çocuğu oyala” diye cevap verdi. Geberen itlerin arasında, hızla kaybolan Seçkine bakındı. Omuzundan yaralanmıştı ama yine yoktu. Sinirle yumruk yaptığı elini dizine vurup “Lan nerede bu it” diye haykırdı. Yusuf da Seçkini bulamayınca, “Hay ben senin babanın topuğuna sıçayım Seçkin. Sana bu ismi verip şansını ona ayarlayanın da beynini sikeyim. Seni de belanı da ayrı ayrı... “ “Yusuf Asaf sus gözünü seveyim herif yine kaçtı” Yusuf susmak zorunda kalırken, deponun girişinde ki, arabanın yerinde olmadığını görünce, gözlerini yumdu açtı. Yine kaçmıştı p*zevenk. “Temizle şunları Onur” Yusuf’un sinirli sesine karşın Onur hemen cesetlerin yanına gitti. Ardından da Rüveyda denen kız gitmişti “Lan ben seni bir elime geçireyim... “ “Yusuf Asaf bana rütbemi kullandırtma. Etme oğlum küfür deli damarına sıçacağım şimdi ha” “Emredersiniz komutanım tamam sakinim” Emir büyük yerden gelince mecburen sussa da derin bir nefes alıp “Hayır değilim ben niye sakin oluyorum biz niye o herife ana avrat sövmüyoruz. Hem İnci de uyuyor kimseden çekinmeme gerek yok. Ben o seçkin itinin ta...“ tam küfrü basacaktı ki duyduğu kadın sesiyle susmak zorunda kaldı. “Komutanım “ ikiside bakışlarını o yöne çevirdi. Yusuf mahcup bir halde “Rüveyda? “ diye fısıldadı “Kusura bakma ben yine fark edemedim. “ Dedi mahcupça “Sorun değil komutanım siz sövün ben onu demiyorum” elinde ki telefonları komutanlarına uzatıp “Bunları adamların cebinden çıkardım. Hepsi şifreli, aynı marka ve ekran resimleri de aynı” “Yani iş telefonları” Harun elinde tuttuğu mendille telefonlardan birini alıp incelerken “Öyle görünüyor. İncelemeye alınsın” diye komut verdi. “Temiz mi Onur” “Temiz komutanım” “Çiğdem çıkın” Çiğdem depodan Çakırla birlikte çıkınca hepsinin yüzünde ki gergin ifade silindi. Ekipte herkes seviyordu bu çocuğu. Tertemiz bir kalbe sahip, masumluğun nişanesi gibi bir şeydi. Çakır da gördüğü yüzlerle ellerini çırpıp, “Yuppi kahramanlar yine geldi işte yuppi” diye bağırdı. Yusuf daha fazla dayanamayıp onu kucağına aldı “Oy aslan biz miyiz ki kahraman ya. Burada durup o adamla sen savaştın ya” dedi. Çakır göğsünü gururla kabartıp “Savaştım değil mii” diye söylendi. Sesi o kadar huzur vericiydi ki, bu çocuğu kötülüklerden saklamak için göğsüne hapsederdi. Gerçi o tüm çocuklara merhametle yaklaşırdı ya... “Savaştın ya bizi bekledin hemde hiç korkmadan” Dudaklarını sarkıttı Çakır. Ardından Yusuf’un boynuna sıkıca sarılıp “Şey biraz korktum aslında kaçmak bile istedim” dedi. Ekip kısa bir süre sessiz kalsa da sessizliği Miraç bozdu “Olsun aslanım zaten ne demişler bilir misin” sesi telkin edici çıkınca Zeynel ne diyeceğini anlayıp sırıttı “Ne demişler” “Erkeksen kaç kocaysan kork demişler” Miraç yerine Ali sıkıntılı bir sesle konuşunca ekip kahkahayı bastı. Anlaşılan Ali'nin karısından korktuğu kesindi. “Ya pok yiyensek” Çakırın Yusuf Asaf’ın bakarak söylediği ile herkes bıyık altı gülünce, Yusuf Asaf babasının başının altından çıktığını anlayıp, “O daha vahim işte” diye ağzında bir şeyler geveledi. Çakır etrafa bakındı İnciyi aradı gözleri. Zaten onun o güzel gözlerini hemen fark ederdi ama şuan ortada yoktu. Tekrar büküldü dudakları “İnci ablam nerede yoksa gitti mi” Yusuf Asaf’ın başları tekrar kederli bir hâl alınca Çakırın saçlarına bir öpücük kondurup “Hadi bakalım annen öldü meraktan onun yanına gidiyoruz” diye geçiştirdi Yoksa bu kadının hasretinden kendini hayattan geçiştirecekti... .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ ~Bir Hafta Sonra~ Şırnak’ta bir devlet hastanesi düşünün, bir oda odanın içinde, yaralı bir kuş, ve dışında kuşun sağlığı için dua eden anne. Üstelik bu anne, evladını seneler evvel kaybetmiş, tüm yaşamını yoğun bir yas süreciyle geçirmişti. Bu anne, her gece Allah'a ‘Ne olur Allah’ım yaşamıyorsa bana ölüsünü göster’ diye dua eden bir anneydi. Evladının ölü bedenine dahi hasret bir anne. Şimdi, kızını geçte olsa bulmuştu. Bulmuş ama yine kaybetmek üzereydi. Evet iyi olduğu söyleniyordu ama gözü açılmadığı sürece bunu kabul etmesi mümkün değildi. Kocasının mesleği dolayısıyla sürekli kalbi ağzında bir yaşam sürmüştü. Şimdide aynı şeyi evladı için yaşıyordu. Suay polis olacağım dediğinde buna asla müsaade etmemişti. Bu konuda Yılmaz beyle de aynı düşünceye sahip olduklarından bir daha böyle bir şey yaşamayacaklarından emindi. Lakin şuan her şey yer yüz olmuştu. Evlatlarının büyüdüğüne şahit olamadıkları gibi, meslek hayatında da yanında olamamıştı. Ama artık bu yas sürecinden çıkmıştı. Kızı yaşıyordu, mutlu olduğuna emindi. Yaptığı işi riskine rağmen seviyordu... Sorun şu ki, Yeşim hanım bu riskli işleri sevmiyordu. Evladını kaybetmiş bir anne yıllar sonra bulduğunda tekrar kaybetmek adına savaş verir miydi? Hayır kesinlikle İnci uyanır uyanmaz kızını bu işten kurtaracaktı inci mutlu olsa bile mutlu olmanın başka yollarını bulmalıydı. Kesinlikle kızının haberini veren o adamla konuşacak, İnciyi ikna etmesini isteyecekti. Eğer bunu o yaparsa İnci asla kabul etmezdi. Bunu o adama yaptırmak durumundaydı... “Yeşim niye daldın uzaklara” “Düşünüyordum” “Neyi” “İnciyi nasıl kurtarırım bu işten nasıl hep yanımda yamacında kalır” Asuman hanım kederli bir bakış attı. Çünkü bunun oluru yoktu. İnciyi az çok tanıyordu artık, işine aşık bir kızdı o. Belli ki bu işten aldığı ilk yara da değildi, kesinlikle vazgeçeceğine inanmıyordu. Üstelik böyle bir ayrıma sürüklenmesini de doğru bulmuyordu “Bu mümkün değil Yeşim bizim çocuklarımız önce vatanı sonra bizi sayarlar unuttun mu” dedi sitemli bir sesle. Onun da tek evladı bu uğurda canını hiçe sayıyordu ya. Sahi Yusuf Asaf asker olduktan sonra hangi gece uyumuşlardı. Engin ile sürekli onun adına olan albümü açıp açıp bakarlar, sessiz sessiz göz yaşlarını bırakırlardı. Ne yemek yerlerdi ne de keyifle bir çay içerlerdi... Zordu evladını asker eylemek, ama bu topraklara değerdi tüm evlatlar. “Ama ben... “ diye fısıldadı Yeşim. Asuman ne diyeceğini tahmin edip, “İki çocuğun var Yeşim İnci gitse ki daha önce gitti yerine Suay kaldı. Ya ben benim tek evladım var. Yusuf Asaf gitse benim ondan başka bir yavrum mu var” diye sitem etti. Evet yaslı bir anneydi Yeşim ama evladına da saygı duymalıydı. “Gidenin yerine kimi koysan boş Suay benim sol gözüm İnci ise sağ hangisi çıkarıp atayım sen söyle. Ne Suaydan ne de İnciden vazgeçebilirim. Göz göre göre çocuğumu atamam “ Yeşim hanım kısık bir sesle söylense de, Suay bir uçta onları dinliyordu. Annesinin bu haline yüreği yanıyor, ablasının işi bırakması için oda can atıyordu. “Bu onların tercihi biz onların hayatını elimizde tutamayız. Tuttukları takıma, sevdikleri yemeğe hatta mesleklerine dahi biz karışsak onlar ayrı bir insan değil biz olurlar” dedi Asuman hanım. Doğruydu söyledikleri o Yusuf’u kendi fikirleri ile büyütmemişti. Hayatı öğrenmesi için hep kendini tanımasına yardımcı olmuştu. Şimdi ise ne kadar net ve pürüzsüz bir zihne sahip olduğunu biliyordu. “İstemiyorum Asuman İnci yanımda kalsın istiyorum onu tekrar kaybetmeye hiç niyetim yok” “Asıl eğer bu konuda ısrarcı olursan kaybedeceksin. Yapma sana daha yeni alışmışken önüne engeller koyma. Bu kız zaten düşe kalka gelmiş bugüne... “ Yeşim hanımın dudaklarından bir hıçkırık kaçtı. Her şey o gece yüzündendi, her şey İnci daha doğmadan başlamıştı. O kahrolası adamın nefesi hâlâ üzerinde gibiydi. Elleri hâlâ karnında ki bebeğe dokunuyor gibi hissediyordu. Sonu ölüm olmuştu, ama onu ölümü de Yeşimin sonu olmuştu. “Deme öyle işte deme. Her gece bakıyorum yavruma biliyor musun omuzları yara bere iz... Kıymışlar benim yavruma Asuman. İnce ince sopalarla dövmüşler onu “ “Sana hep mahcuptum Şeyma’nın yaptıklar...” “Anma şu kadını da kocasını da tüylerim ürperiyor. Bu nasıl bir hasettir nasıl kindir. Ben ona bir şey yapmadım sadece.. “ Asuman hanım arkadaşının titrediğini görünce yine atak geçirdiğini anlayıp hemen sarıldı. Bu çok sık olurdu. İnciyi özlediğinde Şeyma ve kocasını hatırladığında, hatta Suaya tek saniye ulaşmadığında bile. Ağır bir travma kalmıştı ona. “Özür dilerim Şeyma sadece senin yaran değil benim utancım” Yeşim hanım hâlâ titrerken, başını arkadaşının omzuna yasladı. Yorgun bir sesle “Sen ne yaptın o kadınla kan bağın bile yok. Sadece o adamın yaptıkları yüzünden aldı bebeğimi beni dinlemedi. Dinlese... “ diye kendini izah etmeye başladı. Yapılan şeyin mağduru oydu ama kendini suçluyor, kızının sebebi olduğuna inanıyordu. “Tamam bir duyan olacak şimdi sessiz kal. Bunları konuşmanın sırası değil” dedi Asuman çünkü çocuklardan biri duyarsa ikiside izah edemezdi. Çünkü ikisi de bu olaydan çok derin yaralar almıştı. İkili susunca Suay gözlerini silip saklandığı yerden çıktı “Anne ne konuşuyorsunuz “ diye sordu. Bir umut belki anlatır diye ama, Yeşim hanım titreyen ellerini gizleyip “İnciyi” cevabı verdi. Suay umutsuzca düşürdü omuzlarını “Babam gitti mi” diye sordu. İstediğini alamamıştı ve olayı iyice merak ediyordu artık. “Hm Hm” “Asuman Yusuf Asaf buradaysa söylede gelsin bir haftadır yoğun bakımın yanına uğramadı. “ Yusuf Asaf Yılmaz komutandan çekindiği için içeri bile girmemişti. Ama o Yiğit, ailesine bile düşürmüyor her görüş izninde arsızca giriyordu içeri. Hatta bir kaç kez Yılmaz komutana da laf atmıştı. İçeri girip öldüresiye dönmek istemişti Yusuf ama Uğur tarafından durdurulmuştu. O da geri zekalıydı madem dövmesine müsaade etmeyecekti niye anlatıyordu... “Enginin yanındaydı dur arayayım” Asuman telefonla konuşmak için kalkınca, Suay hemen annesinin önünde diz çöküp “Anne... “ diye fısıldadı “Hm” “Ben az önce sizi dinledim” Yeşim hanım bakışlarını dehşet bir olaya şahit olmuş gibi hızla kaldırıp kızına dikti. “Suay... “ dedi ellerini hemen kavrayıp! “Anne İnci senin yüzünden mi kaçırıldı” “Sandığın gibi değil kurban olayım sus şimdilik ne olur. İnci uyansın söz anlatacağım her şeyi” Yeşim hanım bunun olacağını elbet biliyordu. Çünkü hiç bir sır üç kişi arasında kalmazdı. Öğrenmişti işte kızı. “Anne sadece söyle senin yüzünden mi” Suay perişan bir halde annesine yalvarıyor, Yeşim hanım gözleriyle kızına yaşadığı fenalığı anlatıyordu. Ama anlamadı Suay, çünkü bunu idrak etmek Yeşim hanım için yirmi altı sene sürmüştü. ‘Sorma işte onu sorma ne sen ne ablan buna hazır değilsiniz... Ben de olmadım hiç” İçinden konuştu kızıyla ellerini titredi ama Suay yine anlamadı. Hasta olmuştu yine zihni kargaşa içindeydi, eller vardı karnında boynunda ılık bir nefes, kızı yoktu neredeydi. Gözlerinden yaşlar tek tek düştü... Suay bu defa korktu, tam sarılacaktı annesine, “Değil yemin ederim benim bir suçum yok. Ne olur beni bekle söyleme İnciye” diye kısık bir haykırış ilişti kulaklarına. Annesi fenalaşıyordu. Bu hallerini bilirdi. Sonu genelde hiç iyi olmazdı. Ama dayanamadı “Niye söylemiyorsun seni bu kadar parçalayan ne “ diye sordu. Sertçe yutkundu Yeşim “Zor yemin ederim çok zor o olayı atlatmak için psikolojik destek almak zorunda kaldım. Baban perişan oldu şimdi açma konuyu yalvarırım” belki de kalan son günüydü bu. Artık güçlü olmak istemiyordu kızlarını yanında istiyor, huzurla yaşlı olmanın o mahcup huzurunu tatmak istiyordu “Tamam ağlama söz” “Açma konuyu Suay baban da duymasın ne olur” “Söz veriyorum tamam” Suay annesinin büyüyen gözlerinden korkmuştu. Bu büyük bir krizin habercisiydi ve konuyu şimdi kapatmazsa, iyi şeyler olmazdı. O sebeple sustu. Hiç istemese de annesinin sağlığını riske atmamak için sustu. İkili bir süre sakinleştikten sonra hızla içeri gelen Yusuf ve Engin’le bakışları sese doğru kaydı. “Yeşim Teyze ben görebilir miyim İnciyi “ diye sordu Yusuf Asaf. Annesi varken ona düşmezdi ama, çok özlemişti işte “Yok dersen anlarım ama ne olur ben göreyim” bu defa da sesi yalvarır gibi çıkınca Yeşim hanım buruk bir tebessüm gönderdi. “Ula bir susta kadın konuşsun” dedi Engin oğlunun kafasına bir tane geçirirken. “Tamam sen gör ama hızlı ol. Beyza’nın tayfa gelirse yine olay çıkarır o adam” dedi Yeşim Hanım. Yiğit bir haftadadır onu da yormuştu. Yok biz onun ailesiyiz, biz varken siz burada durmayın. Onu göremezsiniz. İyileşir iyileşmez onu alıp giderim. Gibi saçma sapan bir çok şey gevelemişti. Yılmaz yine iyi sabretmişti ama Engin bir ara oğlanı kenara çekip ‘Ula senin derdun benum gelinummi, anasumi rahat bırakta kadın acısını çeksin” deyip uyarmıştı. Ama Yiğit gelinim lafını duyunca iyice delirip Engini hastaneden kovmuştu. Enginse asla altta kalmayıp belinde ki kemerle bacağına iki fiske geçirmişti. İşin sonu ikiside uzaklaştırılmıştı. Suay hemşireye haber vermeye giderken, Yusuf Asaf günlerdir görmediği kadını görecek olmanın heyecanıyla derin bir nefes aldı. Engin ise onu bu heyecanına bıyık altı gülerken, “Ula sünnet olurken böyle titremedin az sakin” diye takılmayı da es geçmedi. Yusuf Asaf babasını hiç aldırmadan beklemeye devam ederken, babasının bu olayla daha çok dalga geçeceğinden haberdardı. Çünkü Engin’in sevgi dili zorbalıktı. “Engin uğraşma çocukla. “ Asuman da oğlunun bu heyecanına gülse de Engine de evladını yedirtmezdi. Suay hemşire ile birlikte gelirken Yusuf, Yeşim hanıma dönüp, “Gidiyorum o zaman ben” diye son kez sordu. Yeşim hanım güçsüzce başını sallayınca. Engin amca oğlunun omuzuna ittirip “De get hıyarın oğli”dedi. Tüm gerekli şeyler yapılmış ve Yusuf günlerdir hasret kaldığı kadının odasına girmişti. O odaya girmesiyle, oda da ki nabız ölçer cihaz kısa bir süre hızlanınca kederle gülümsedi. İnci de mi Yusuf Asaf'ı özlemişti... Usulca yanına gelip, oturdu Yusuf Asaf. Ellerini tuttu. Onu hissetmesini istedi. “Ben geldim İnci... Hoş beni görmek istemezsin ya” dedi çatallı sesiyle. İnciden ses gelmedi. İnci konuşmadı fakat odada ki cihaz yine yüksek bir ses çıkardı. “Ama dayanamadım geldim. Ayaklarım söz dinlemedi her gün kapına davetsiz geldiler. Özledim nefesim... Şu bir hafta da tek duam oldun. “ elleri usulca kollarına gitti. Daha yukarı çıkıp, omuzunda ki izledi görmeye cesareti yoktu ama mavi hastane elbisesi üzerinden öptü yaralarını. Şifa olsun istedi kendi eliyle yaraladığı kadına şifa olmak istedi. “Sen uyurken saçların bile ağlıyor sanki çok mu kızdın bana istiridyem ha seni tanımadım diye çok mu kızdın sevdam.” İnci’nin göz pınarlarından bir damla yaş yanaklarına doğru yol aldı. Ama Yusuf Asaf bakışlarını ellerine diktiği için göremedi. Bir süre ikisi sustu sadece odada ki cihaz konuştu. İnci’nin nabzı bir indi bir yükseldi. Soluklar karıştı kelimeler sustu. Konuşacak bir şey bulamadı Yusuf Asaf kendini anlayacak tek bir kelime söylemedi. Ama sende şöyle yaptın demedi mesela, suçluydu ve cezasını bekliyordu “Beş dakika doldu lütfen artık çıkın” içeri giren hemşirenin uyarısı ile, Yusuf Asaf gözlerini onaylar anlamda yumup açınca hemşire odadan çıktı. “Gülizarı teslim ettim. Harun dedi ki bu senin için bir nevi intihar sen bileklerini kesmemişinde tüfeğini vermişsin aynı şey. Yemin ederim haklı, ama artık gülizardan önce sen varsın” Hızla söylediklerine karşı güçsüz bir nefes işitti Yusuf Asaf. Ardından “Bunu duyduğuma sevindim” diye bir şey çalındı kulağına. O kadar kısıktı ki dışarıdan gelmiş olacağını dahi düşündü. Umursamadı.. “Öyle ya sen varken o da kimmiş” dedi Yusuf, daha sonra bakışlarını İnciye dikince şokla kalakaldı. Çünkü İnci gözünü dikmiş sulu gözlerle onu seyrediyordu. “İnci” diye haykırdı Yusuf. İnci ise, “Su” dedi güçlükle. Yusuf Asaf hemen bir bardak suyu ona nazikçe içirip, geri çekilince bu defa da kısık bir sesle ”Seni de kızdırmaya gelmiyor ha hemen vuruyorsun” dediğini duydu. Ciddi ortamlarda ciddi olamayanlar listesinin başını çekerdi bu kız. Yusuf ise ne duyduğunu ne de gördüğünü biliyordu. Şaşkınca “İstiridye” diye yeniledi tekrardan. İnci ellerini göz altlarına götürüp “Hortlak görmüş gibi bakmasana be adam” diye yakındı. Yusuf olayın sevinci ve şokuyla “Bir gittin geldin ya ondan korktum herhalde” diye espriye vurdu. Ama gözlerinden yaşlar çoktan boşalmıştı bile. Allah’a şükürler ediyordu. “Güldürme” dedi İnci sol omzunu tutarken. Gülünce fena acıyordu. Anlaşılan bu manita kişisinden bir süre ayrı kalmak durumundaydı. “Aklım çıktı bir şey olacak diye” Yusuf’un kederle söyledikleri içini yaksada güldü. “Sende akıl olsa beni mi vurusun “ “Affettin mi beni” “Öyle kolay değil” İşte her şey şimdi başlıyordu.. İnciye sunulan yeni bir hayat Yusuf'a tatlı bir yorgunluk verecek olsa da bu onu asla yıldırmazdı. .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・
~Bölüm Sonu~ Selahattin oy atmadan geçtin Selahattin... Kendine haritadan yer beğen Selahattin |
0% |