Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Bölüm On ~Ninni~

@sitarekiraz

Canlar ve kendini candan sananlar..

Hayır hayır son kelime size değil. Bugün bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum. Lütfen atlayıp direkt bölüme geçmeyin. Bu uygulamada pano gibi bölüm duyurusu yapabileceğim, okurlarla samimiyet kurup, kitap hakkında konuşabileceğim bir özellik yok. Yani okurlara kitap tanıtımı yapamıyorum. Ondan dolayı da gün içinde boş bulunduğum vakitler boş bölümler atıyorum. Bunun amacı da yeni okurlara ulaşmak. Ki başarılı da oluyor. Bunu yapmayı bırakırsam çoğunuzun gelen yeni bölümlerden haberi dahi olmayacak. Çünkü sizden öğrendiğim kadarıyla bölüm bildirimi gelmiyor. Bundan rahatsız olan varsa özür dilerim. Satır arası yorumları yabancı insanlara bırakmayın lütfen. Orası size ait bir dünya, kurguya dair yorumlarınızı yapmaktan çekinmeyin.

Sizi çok seviyorum

Takipte Kalın

Keyifle okuyun💞

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

Utanç, kalp çarpıntısı ve en önemlisi kelebek etkisiyle baş etmeye çalışıyordum. Az önce ne yaşanmıştı... O pis nayino bana ne demişti öyle? Hepsinin cevabını onun odasında bırakıp, kaçmıştım. Dahası da vardı... O utançla apar topar evden çıkmıştım. Onu bir süre görmesem iyi olacaktı. Bu duygularla baş etmek, onun varlığı ruhuma iyice yerleşmişken kendimi onun tarafından kıskaca alınmış gibi hissediyordum. Onu sevmeye başlamak ve duygunun kalbimin ortasına yerleşmesine izin vermek kolay değildi. Bu benim sıklıkla yaşadığım bir durum olmasa da insanlara genel tutumum soğuk ve mesafeli olurdu. Buraya geldikten ve o kitap kafede onu gördükten sonra ruhuma bir filiz ekilmişti. O her güldüğünde, her konuştuğunda ruhumda ki Filiz’in büyüdüğünü hissediyordum.

“İnci mercanım niye evden hızla çıktın? Birde niye yanakların domates gibi? “ sağ tarafımda işittiğim sesle kaşlarım çatıldı. Ben çoktan Yılmaz komutanın evine gelmiştim fakat Beyza ne ara gelmişti?

“Senin ne işin var burada” dediğimde Yeşim hanımın çiçeklerini çatık kaşlarıyla incelerken, anlık bir bakış attı. Ardından tekrar önüne dönüp, solmuş sarı yaprakları büyük bir ciddiyetle temizlemeye devam ederken bana cevap vermeyi de ihmal etmedi.

“E sen apar topar yürü gidiyoruz işlerimiz var dedin ya” ben mi demiştim? Ben sadece Yusuf ile olan kısmını hatırlıyordum. Kulağımda Arif’in kahkahası, Onurun telaşla sıraladığı mantıksız cümleler dışında bir şey yoktu. Aslında Yusuf’un günah hakkında söylediği şeylerde kalmıştı aklımda. Ama onları bir süre unutsam yanaklarım için iyi olabilirdi.

“Ben mi dedim” sorduğum soruyla, sinirle bana dönüp,

“Allah allah kızım delirtme beni. Bir saattir kime konuşuyorum ben” dedi. Açıkçası varlığından bir haber bir saat geçirdiğimi duysa kıçımı kurşun yuvasına çevirebilirdi. Yinede bunu göze alarak, durumun ne kadar vahim olduğunu test ettim.

“Bir saattir konuşuyor musun” elinde ki sarı yaprakla bana dönünce, geriledim. Ciddi olduğu nadir anlardaydık ve şuan üzerinde katil soğuk kanlılığı vardı.

“inci döverim seni” en azından bir kaç tokatla öfkesini dindirebilecekti. Ya ben... Bir saat öncesinden hatırladığım tek şey o andı. Rezillik.

“Durum vahim Beyza” tek düze bir sesle söylediklerimle, elinde ki sarı yaprağa hüzünle bakıp, saksıyı eline aldı. Dudaklarını hüzünle büküp, çiçeğin sağına soluna bakarken,

“Evet çiçekler ölmek üzere. Yeşim aşkım unutmuş sulamayı” dedi. Ama bilmediği şey ölen çiçeklerin benim kalbimde filiz verdiğiydi. Evet bu durumu böyle anlatabilirdim.

“Bırak çiçeği falan” dedim elimi sinirle sallarken. Ama salak arkadaşım komutumu yanlış anlayıp, saksıyı sahiden yere bırakınca sinirle yerimde zıpladım.

“Geri zekalı bırak dediysek fiilen mi dedik” söylenmeme karşılık, etrafa dağılan toprakların arasında ki çiçeği aldı

“Ne bileyim ben bir anda öyle deyince. Durum niye vahim o zaman” derin bir nefes alıp, koltuğa attım kendimi.

“Aşık olmuş olabilirim”

“Kime”

“Bizim teşkilatta Nejat hoca vardı bildin mi “

“Oha ben Yusuf sanmıştım. Kızım adamın torunu yaşındasın... Dalga geçiyorsun? “

“Senin durumun daha vahim Beyza” salak bir halde suratıma bakarken bir anda neler olduğunu anlamış olacak ki elini ağzına götürüp, hızla yanıma geldi.

“Ne diyorsun İnci. O afeti devran sana aşık mı peki” hızla sorduğu sorunun saçmalığına göz devirirken, kafasına geçirdim bir tane. O afeti devransa ben neydim... Burada durup beni övmesi Yusuf Asaf’ın yanında kaybolan öz güvenimi yerine getirmesi gerekiyordu. Ama o zaten benim bildiğim şeyleri bana hatırlatmak dışında bir işe yaramıyor, üstüne bir de ne kadar hoş bir adam olduğunu hatırlatıp, kalbimi tekrar hızlandırıyordu.

Şaşkın suratı hüzünle yer değiştirince, ayaklandım. Çünkü konunun hiç istemediğim bir yere geleceği aşikardı. Önce banyoya gidip, süpürge ve küreği aldım. Ardından Beyza’nın döktüğü saksıyı ona hiç bakmadan süpürdüm. Burayı silmekte gerekti, her yer toz olmuştu. Küreğin içinde ki kuru toprakları saksının içine boşaltırken, masanın üzerinde duran ıslak mendile uzanıyordum ki, Beyza’nın ayaklanması ile hemen arkamı dönüp küreği aldığım gibi kapıya yöneldim. Ama izin vermedi.

“Bu konudan kaçamazsın İnci. Yiğit benim için ne kadar kıymetliyse senin içinde öyle. Biliyorum, seviyorsun onu. Kırmak istemiyorsun anlıyorum. Ama bu konu konuşulmazsa nasıl eskiye döneceksiniz” dedi. Ben ona aşık olduğumu kalbimde ki filizleri, çiçek tohumlarının kalbime düştüğünü anlatıyordum, o bana Yiğit diyordu. Kahretsin ki haklıydı. Gözlerimi yumarak görmezden gelebileceğim biri değildi Yiğit. On altı yılım, çocukluğumdu.

“Ne yapabilirim elimden ne gelir Beyza. Beni sevme desem komutuma uyar mı sanıyorsun? Bu denli basit değil hisleri.. On yılı aşmış bir sevgi artık hırsa dönüşmüştür.” Başını olumsuz anlamda salladı.

“Hayır seni sahiden seviyor. Mutlu olman için elinden geleni yapar... Sen incinme diye neleri göze aldı biliyorsun. İnci Yusuf’u sevdiğini biliyorum, fakat bu sevgi Yiğit'i üzecek “ ama benim elimden ne gelirdi ki. Sırf o beni seviyor diye aşık olduğumu düşündüğüm adamı silip, atsam, benim mutsuz olacaktım. Benim mutsuzluğumun onu mutlu edeceğini sanmıyordum. Yiğit onu sevmemi bu hayat yolculuğunda beraber yürüyelim istiyordu. Bense yol arkadaşımı çoktan bulmuş, onun kalbime bir çiçek tohumu gibi ekilmesine müsaade etmiştim. Bir çiçek fidesini toprağından ayırmak acı vermez miydi? Hadi çiçeği geçtim o solmaya yapraklarını dökmeye alışıktı, ya toprak... Çiçeğini verir miydi?

“Yiğit’e umut veremem Beyza. Onunla konuşamam, oluru olmadığını söylemek için dahi buluşamam. Kalbimde başka bir adamın sevgisini taşıyorken, ona ihanet edemem” sözlerim bittiğinde umutsuzca çöktü omuzları. Haklıydı üzülmekte. Bende üzülüyordum, yıllarım geçmişti Yiğitle. Eğer Yusuf’u tanımıyor olsaydım, ve Yiğit’in aşkından haberim olsaydı ona bir şans verirdim. Benim için her şeyi yapabilecek cesarete sahip bir adıma sırt dönmezdim.

“Söz ver bana “ Beyza’nın sesiyle bakışlarım tekrar onu bulurken anlamsız bakışlarım yüzüne çevrildi.

“Ne sözü”

“Yusuf’la olmazsanız Yiğit’e şans vereceksin”

“Yusuf’la olmasak bile Yusuf’u seveceğim Beyza “ omuzlarını iyice düşürünce kaşlarım çatıldı. Hayatım da ilk kez bir adam için bu denli büyük duygular besliyordum, o ise bencilmişim gibi davranıyor duygularımın körelmesini istiyordu. Aynı şeyi ben ona yapmazdım. Uğuru deli gibi sevdiğini bilirken onu başka bir adamın kollarına atmaya çalışmazdım. Onun Yiğit’e olan sevgisinin, bir ağabey düzeyinde olduğunu biliyordum. Fakat bende kız kardeşi gibiydim. Hiç mi kıymetim yoktu

“Saçmala İnci aklından ne geçiyorsa sil onları. Sen benim canımsın... Elbette duyguların benim için çok kıymetli, biliyorsun işte Yiğit’e dayanamıyorum. Kahretsin ki zaaflarım arasında ilk üçte yer alıyor” Beyza’nın zaafları... İlk sırayı Uğur çekiyordu ardından ben ve Yiğit ötekileri ise dörde sığdırırdı. Bu zaafları bizim en büyük tehlikemizdi aslında. Çünkü eğitim sırasında onu konuşturmak için bizi kullanmışlardı, Uğur Beyza konuşmasın diye kendini yırtmıştı resmen. Olan ise bize olmuştu.

“Tamam kapat bu konuları... Merak etme Yiğit’in duyguları bana karşı körelirse eskisi gibi olacağız. Yine hep birlikte “ dediğimde yüzü tekrardan güldü. Her ne olursa olsun onu üzgün görmeye tahammülüm yoktu. Onu gözümde bir türlü büyütemiyordum. Sanki on altı sene önce, onunla tanıştığımız bankta ki hali gibiydi. Anne sevgisini aldığım kadındı Beyza... Annemdi, ablamdı, kardeşimdi her şeyimdi ve her şeyiydim.

“Kıskandın ha seni az sevdiğimi düşündün kabul et” Sinsi bir tonla söyledikleriyle güldüm. Yani büyük bir krize engel oldu diyebilirdik. Ama daha fazla uzatmak istediğim için sorusunu cevapsız bıraktım.

“Ortada bir sorun kalmadığına göre Yusuf’u dinleyebilirim” ellerini çırparak söylediği şeyle kocaman gülüp, elinden tuttuğum gibi onu da kendimi de koltuğa fırlattım. Heyecanıma şaşırsa da kocaman bir kahkaha atmaktan geri durmadı.

“Harbi bu kadar mı seviyorsun. Şu haline bak liseli kızlara döndün” dedi kahkahası arasında. Olsundu. Bugünde liseli ergenler gibi seveydim. Şunun şurasında kaç gönlüm vardı da Asaf'a konuyordu.

“Anlat hadi ne zaman başladı senin bu duygu durumların”

“İlk gün.”

“Oha İnci eline yüzüne mi aşık oldun adamın “

“Yani o da var tabii, ama benim durum biraz farklı”

“E anlat kızım çatlatma “

Beyza’yı daha fazla çatlatmadan başımızdan ne geçtiyse anlatmaya başladım. Ben anlattıkça o şok oluyor, bazense eriyik bir halde iç çekiyordu. Ama en çok Yusuf’un yanında aptala bağlamama kahkaha atıyordu. Ben ona anlattıkça fark etmiştim ki, harbi çok seviyordum. Ay resmen seviyordum. Vallaha seviyordum. Koltuğun üzerinde ki kırlenti alıp kucağıma koydum. Bir süre kahve gözlerini düşünüp mest olacaktım.

Bir süre kırlenti o sanıp sarılacaktım. Sanırım Beyza haklıydı... Sevince içimden liseli bir ergen çıkmıştı.

Olsundu

Onu da severdim.

✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*

“Komutanım kıçımdan terler akıyor yemin olsun bir daha özel alana saygısızlık yapmayacağım. Valla dizlerim de bağ kalmadı. Ne olur Allah kitap aşkına elli turu yirmi beşe falan düşürün” diye bağırdı Onur standın ortasında deli gibi koşarken. Yusuf ise onu hiç umursamadı, şayet şuan keyfi oldukça yerindeydi. Bir elinde kahvesi öteki elinde İstiridyesinin ve Gülizar’ının resmi keyfine diyecek yoktu. Ama Onur’u da cevapsız bırakmadı. En azından bir cevabı hak ediyordu.

“Elli beş oldu Onur. Senin gibi kas gösterme meraklısı bir adam niye spordan kaçar anlamıyorum. Hadi tempo tempo “dedi Yusuf eğlenen bir sesle. Acımasız gibi görünüyor olabilirdi fakat, her şey onun iyiliği içindi. Son zamanlarda formdan düştüğünü hissediyordu ve en sevdiği Askerinin formdan düşmesine müsaade etmezdi.

“Komutanım yirmi tur oldu. Ne olur bir saat ara vereyim yoksa nefes ağzımdan değil başka taraflarımdan çıkacak” bir an insafa geldi Yusuf. Görevden geleli daha bir kaç gün oluyordu, onu bu denli yormak içinde bir yerleri burksa da İstiridyesinin kızaran yanakları ve gözleri onu affetmesi ne mani oldu. Yine de bir ara verse iyi olurdu çünkü harbiden nefesi başka taraflardan çıkacak gibi duruyordu.

“Tamam bir saat ara ver. Ama sessiz ol keyfimi kaçırma” dese de kızgınlığı henüz geçmemişti. Tam kahvesinden keyifli bir yudum daha alacaktı ki standa giren ekiple, hemen fotoğrafı kapayıp telefonu cebine gönderdi.

“Bu ne lan ruhu g*tünden mi çıktı bunun” diyen Arif kahkaha atarak Onuru işaret edince Onur ağlayacak gibi oldu. Harbi berbat bir haldeydi. Bir daha değil komutanın aşk hayatına mart ayında işi pişiren kedileri bile taş atarak ayırmayacaktı. Onun sevdiği yok diye el alemde mi nasipsiz kalsındı. Yok yok almıştı dersini. Yusuf komutanı ciğerlerini sökerek anlamasına yardımcı olmuştu.

“Onur oğlum ne yaptında bu denli kızdırdın Atmacayı” Harun’un da Arif’ten kalır bir yanı yoktu. Yusuf’u ilk kez bu kadar sinirli görmüştü ve nedenini çok merak ediyordu. Görev dışında pamuk gibi olan adamı deccale çeviren o havadis ne olaydı ki.

“Dersini almış mıdır sence “ dedi Yusuf Harun’a doğru. Harun’un dudakları yukarı doğru kıvrılırken, Onur’a baktı. Ciğere bakan kedi misali gözleriyle yalvarıyor, yardım dileniyordu.

“Yazık lan gavur askeri değil bizim askerimiz. Ne yaptıysa söyle ben keseyim cezasını”

“Özel alana saygı duymayı bilmiyor... En özel anlarda dahi konuşuyor”

“Bilara anlatırsın o özel meseleyi. Ama madem susmayı bilmiyor, cezası iki gün susmak olsun. Uyar mı Onur” aşağı doğru bağırınca, Onur hemen ayağa kalkıp, saygı duruşuna geçti

“Bundan sonra s*kseniz konuşmam komutanım” ekip kahkaha atarak stanttan uzaklaşınca Onur kendini yere attı. Sırt üstü uzandığı yerden derin nefesler alıyor, gözleri yumuk olduğu için etrafında ne olup bittiğini görmüyordu. Derin derin aldığı nefesin içinde barutla karışık çiçeksi bir koku alınca gözlerini açacaktı ki göğsüne fırlatılan şeyle hızla yerinden doğrulup, atan kişinin kim olduğuna bakmadan kokundan yakaladığı gibi yere serdi. Fakat bu bir erkek değildi... Evet evet bu... Bu akademiden tanıdığı Çiğdem di. Hemen elini bırakıp, ayağa kalkmasını izledi.

“Sersem misin Onur yardım ediyoruz” Diye çemkirince Onur elinde sıkı sıkıya tuttuğu suya baktı. Az önce göğsüne bir bomba yediğini düşünmüştü fakat sadece bir şişeydi.

“İzledim sizi çok yoruldun iç hadi” deyince Onur tam ağzını açıp teşekkür edecekti ki, Çiğdemin elleri dudaklarını örtünce şok olmuş bir vaziyette dudakları üzerinde ki ellere baktı.

“Sakın konuşma Yusuf komutanı tanıyorum, sakin görünür ama deli damarı sağlam adam. Ben de öterim hemen... Yusuf komutanımı severim yalan konuşmam” dedi Çiğdem. Sadece konuşmasın istiyordu. Akademiden bu yana aşık olduğu adama açılmak için iyi bir fırsat geçmişti eline. Artık hayalet olmak istemiyordu. Onun tarafından görünür olmak, onun sevgisini yüreğinde istiyordu. Ama bilmediği bir şey vardı. Onur ne onu ne de başka bir kadını severdi. Yani şu saatten sonra tüm aşklara nefretle bakarken sevemezdi.

“Biliyor musun Onur ben... “

“Sus Çiğdem su için teşekkür ederim ama daha fazlasına lüzum yok. Ne sen beni gördün ne de ben seni tanıdım. “ sesinde sinir yoktu, aksine bir şeyden kaçmak istiyor gibi bir hali vardı. Fakat Çiğdem o kadar aşıktı ki gönlü kırılmıştı. Ne vardı susup, dinleseydi... O sarışın kadınlardan hoşlanırdı. Esmer olduğu için mi kaybediyordu. Sarışın olmak için bir boya yeterdi, ya sevilmek için... Onun sevgisini kazanmak için ne yapmalıydı? Gözleri dolsa da gururunu daha fazla ayak altına almamak için, arkasını dönüp hızla çıktı stanttan.

Onur giden kızın arkasından bir küfür savurdu. Ne vardı çenesine hakim olsaydı da kızı üzmeseydi. Akademiden bu yana ondan kaçıyordu, ne vardı bu güzel kızın duygularına karşılık verebilseydi. Aklı hâlâ aldatıldığı o kadındaydı. Kahretsin ki bir gün bile onun yeşil gözleri aklından çıkmıyordu. Ama bunun suçlusu Çiğdem olmamalıydı. O sessizce bir köşede fark edilmeyi bekleyen saf bir aşıktı.

“Ne oldu lan suratını eşek s*kmiş gibi duruyor “ diye yanına gelen Arife bir selam verip, yanından ayrıldı. Arif ise arkasından bakakalmıştı. Bazen ekibinde kimseyi anlamıyordu. Ne vardı onun gibi muhteşem bir ekiple çalışsaydı da hepsi aynı dili konuşuyor olsaydı? Gerçi bu düşüncede hoş gelmemişti kulağına... Kendi gibi müthiş insanı bir tabur asker içinde nasıl bulacaklardı ki. O türünün tek örneğiydi.

Aslında türünün tek örneği olan biri daha vardı... Nisa. O doktor kızı aklından bir saniye bile çıkaramamıştı. Kahve rengi kendinden sürmeli gözleri, ona kızarken dikleştirdiği kavisli çenesi, aklını başından almıştı. Fakat son zamanlarda aklını kurcalayan tek kişi o değildi.

Elif

Ablasının kaderini yaşayan o kadını da aklından çıkaramıyor, ona yoğun bir merhamet duyuyordu. Hele Çakır oğlana sahip çıkması, onun gerçek annesiymiş gibi tavır alması... Onda ablasını görüyordu.. Ondan dolayı sonu ablasına benzemesin diye dikkatli davranıyor, aklından bir saniye çıkaramıyordu. Ona karşı Nisaya duyduğu gibi bir ilgi duymuyordu ama işte içinde ki merhameti de susturamıyordu.

Telefonuna gelen bildirim ile dikkatini vererek izlediği potadan ayırdı. Mesaj Eliftendi ve muhtemelen atan kişi Elif değil, Çakır oğlandı. Bir ses kaydı göndermiş olmalıydı. Mesaja tıklayıp yanılmadığını görünce kahkaha attı.

‘Ya Kahraman Arif, dostunu ne zaman bu tutsak hayattan kurtaracaksın” mesajı henüz dinlemişti ki bir bildirim daha geldi. Yine aynı kişiden...

‘Burayı çok iyi bilmiyorum seni Nisaya götüremem ama dilersen sana tatlı yapabilirim”

'Bu fikri beğenmedim. Nisanın şekerlerinden istiyorum...’ anlaşılan o ki küçük bey annesiyle olan sohbetini yanlışlıkla kaydetmişti. Biran aklına bir kurnazlık geldi Arif’in. Nisa hanımı görmeyeli epey oluyordu.. Onu sinir etmeyi, ve atışmayı özlediğini hissediyordu. Çakır oğlanın da niyeti onu görmekse neden burada durup, zaman kaybediyordu ki. Hemen elinde ki telefondan Elifin numarasını tuşlayıp, kulağına götürdü. Kısa sürede açılan telefonla Elif Hanımın mesafeli sesi duyulunca kederini saklayamadı.

“Efendim Arif Bey”

“Elif hanım merhaba... Çakır oğlan yanlışlıkla sesinizi kaydetmiş Nisaya gitmek istiyorsa ben götürebilirim”

“Öyle mi bir sorununuz yoktur umarım”

“Yok ciddi bir şey değil soğuk almış olmalıyım” dediğinde yalan söylediğini için utansa da belli etmemeye çalıştı. Arkadan çakır oğlanın sesi gelirken, Elif hanım mesafeli sesiyle, onu onaylamıştı. O halde burada durmasına gerekte yoktu. Hemen telefonu kapatıp, stattan çıktı. Fakat karşısına çıkan Miraçla yüzü solmuştu, muhtemelen bir iş vardı yoksa bu kadar telaşla gelmezdi.

“Komutanım Yusuf komutanım sizi çağırıyor”

“Sorun? “

“Bir kaç iş varmış sizin yapmanızı istedi. “

“Onura yık! Benim de işim var. Ha Miraç Yusuf komutan sorarsa işi benim yaptığımı özellikle belirt. Onura da söyle titiz yapsın bir hata çıkarsa parkurda bulur kendini” dediğinde arkasını döndüğü gibi sırıttı. Rütbesini çok seviyordu. Böyle işlerde arada kullanırdı ve bu çok keyifliydi. Tam uzaklaşacaktı ki aklına gelen araba sorunuyla Miraca tekrar döndü.

“Miraç, Ahmet ne tarafta”

“Odadaydı komutanım, Zeynel ağzınla klarnet sesi çıkarsana dedi diye odadaki sazı ağzına sokuyordu. Pek hoş bir görüntü yok. Şaşırmayın lütfen” dedi Miraç. Arif duyduklarıyla kahkaha atsa da bir şey demeden odaya yöneldi. Zeynel'in ekipte en çok bulaştığı kişi Ahmet’ti ve ikisinin atışması tam seyirlikti fakat görmesi gereken asi bir doktor vardı. Ya da görünmesi gereken...

Odaya girdiğinde tıpkı Miracın dediği gibi bir görüntü görünce gülmeden edemedi. Ama geldiğini belli etmeliydi aksi halde Ahmet’ten arabanın anahtarını alamazdı. Önce boğazını temizledi fayda etmeyince sesli bir şekilde Öksüz’ü bu da fayda etmeyince seslenmeyi denedi fakat sesi havada asılı kalınca sinirlenip,

“Asker bu bir emirdir derhal bana dön” dedi. Sesi gür çıktığından ikiside kavgayı bırakıp, ona bakınca az önceki sert tutumunun aksine, gülümseyerek Ahmet’e yaklaştı. Gülümsüyordu çünkü Ahmet arabasını kimseye vermezdi. Ama vermek zorundaydı. Yani komutanının hisleri için yapsa iyi olurdu

“Komutanım size hayır demek istemiyorum” dedi Ahmet. Arif’in gülümseyen yüzünden konunun nereye geleceğini tahmin ederek. Arif ise bu ikazı hiç umursamadan, sırıtmaya devam etti.

“Deme o zaman aslanım”

“Ama komutanım”

“Çakır oğlanı alacağım ve Nisa hanıma götüreceğim hepsi bu”

“Elif hanım? “ dedi Ahmet hevesle, Arif neden hevesle sorduğunu anlamasa da üzerine durmadı çünkü atışmayı özlediği biri vardı. Yani biran önce gidip Nisayı sinir etmeliydi. Kendine enerji toplayacak başka bir çaresi de kalmamıştı.

“O da geliyor mu” dedi tekrardan soruna cevap alamayınca. Arif bu ısrarı yine anlamdı. Ama bu defa sorusunu yanıtsız da bırakmadı.

“Bunu hesaba katmamıştım. Ama gelmese iyi olur “ dedi düşünceli bir sesle. Ahmet’in içini rahatlattığından bir haber düşüncelere dalarken, Ahmet keyifli bir sesle,

“Nisa hanımla yalnız mı kalmak istiyorsun komutanım” dedi. Sahi öyle mi olmak istiyordu. Öyle olsa fena olmazdı. Ama yan yana gelince kedi köpek gibi kavga ettiği bir kadını özlemek ve ona garip hisler beslemek ne kadar doğruydu emin olamıyordu. Boğazını hafifçe temizleyip,

“Ne yalnızı oğlum soğuk almışım kadına da bulaşmasın” dedi. Yalanın kuyruklusu olmuştu bugün. İçi hiç rahat değildi ama eğer Nisaya garip duygular beslediği bilinirse ağır alay konusu olurdu. Bunu da göze alamazdı. 'Yüce rabbim affetsin yalana bir daha bulaştırmasın' diye dua etti içinden

“Ama çakır oğlan...” Ahmet’in ısrarla bitmek bilmeyen sorularına bir yenisi eklenince sinirle onun ön cebinde taşıdığı anahtarı hızla alıp, arkasını döndü. Hızla odadan çıkarken Ahmet’in acı içinde seslenmesini de umursamadı hayırlı bir işe vesile olacaktı. Gerçi muhtemelen yan yana geldikleri saniye kavga edeceklerdi ama olsundu. En azından o kızıl kahveleri görecekti ve bu ona yeterdi.

Hızla arabaya binip, önce Çakır oğlanı aldı, Allahtan Elif ben de geleyim falan dememişti. Gerçi teklifte etmemişti ama olsundu.

“Arif Kahraman Nisa aşkımla bizi yalnız bırakır mısın? “ diyen Çakır oğlanla kaşları çatıldı. Ne ara İnci sevdasından vazgeçmişti de Nisaya yürümüştü anlamamıştı. Çakır harbiden çapkın bir adam olacaktı. Hayatında bu kadar güzel kadın olması da ekmeğine bal sürüyordu tabi.

“Ulan Nisa ne ara aşkın oldu hani İnciydi aşkın” sahte bir kızgınlıkla söyledikleriyle, Çakırın aklına İnci gelmişti, dudaklarını büzüp, dertli bir bakış attı Arif ağabeyine.

“Pok yiyenun uşaği aldi onu benden. “ Ciddi ciddi söyledikleriyle Arif büyük bir kahkaha patlatırken Çakır ona kızgın bir bakış attı. Engin dedesi Yusuf ağabeyine hep böyle hitap ediyordu, onun ikinci adının bu olduğunu düşünmesi onun suçu değildi ki. Hem kötü bir şeyse de Yusuf ağabeyi İnci gibi güzel bir kızı kaptığı İçin bunu hak ediyordu.

“Sen bunu Yusuf ağabeyinin yanında da de olur mu Çakır oğlan. Ama Arif abim dedi deme” derken çoktan hastanenin önüne gelmişlerdi. İkisi de arabadan büyük bir heyecanla inerken birbirlerine baktılar. Çakır Arif’i baştan aşağı süzüp, kaşlarını çattı.

“Hasta biri için fazla şıksın Arif ağabey bilelim yani” dedi. Arif hemen üzerini kontrol edince de kaşları daha da çatıldı. Ne yani önce İnci sonra Nisa o kimi sevme kısmeti açılıyordu. Neyse ki bir tane daha güzel kız vardı yok yok iki tane birden vardı. Acaba önce kimi sevseydi

“İçeri girecek miyiz artık. Şekerlerime ve Nisaya kavuşmak istiyorum” deyip hızla içeri koşunca hızla peşinden içeriye girdi. Girdi girmesine de ne diyecekti şimdi

‘Hastayım’ dese çok sağlıklı duruyordu

‘Çakır oğlan ısrar etti’ dese muhtemelen Çakır onu ele verirdi

‘Gelmek istedim ‘ dese Nisanın tepkisinden korkuyordu.

Geriye tek bir şey kalıyordu. Aklına gelen şeyle etrafına bakındı fakat, onun ağzını yüzünü dağıtacak baba yiğit bir adam göremedi. Yani iş yine ona kalmıştı. Çakır oğlanı ensesinden tutup kendine doğru çekti.

“Çakır bak şurada tuvalet var gel de işe” dedi telaşla. Çakır Arif ağabeyini anlamaz bakışlarla süzerken Arif ağabeyi onu çoktan tuvalete sürüklemişti.

“İşemek istemiyorum Arif ağabey “dediğinde ise Arif’in yüzü düştü ama vazgeçemezdi buraya kadar boşa gelmemişti.

“Hay Allah hiç mi yok”

“Vallahi yok”

“O zaman gidelim”

“Ya niye ki”

“Buraya işemeyen çocuk almıyorlarmış bak kapıda yazıyor “ dediğinde Çakır sanki okuyabiliyormuş gibi işaret edilen yere bakıp, başını salladı. Ardından son derece ciddi bir ifadeyle ona dönüp

“Ya... Aslında çok sıkıştım hadi işeyelim” dedi. Tuvalet kabinlerinden birine girerken, Arifte ne kadar şizofrenik görünse de karşı da duran cama yumruğunu geçirdi. Eli çok acımamıştı ama ayna paramparça olmuştu. Devletin malına da zarar vermişti. Bugün günah batağında yüzüyordu.

“O ses ne Arif ağabey”

“Uçak geçti aslanım”

“Uçaklar da mı bardak kırarlar Arif ağabey”

“Uçaklarda bardak kırar... Ne diyorsun oğlum ya çık dışarı artık ütopik sorularınla oyalama beni” dedi Arif. Çünkü çakır soru sormaya ne zaman başlasa sonu gelmiyordu. Muhtemelen yine bir kısır döngüye girmişlerdi.

“Ütopik ne Arif ağabey” diye soran çocukla derin bir nefes alıp, kafasına yavaştan bir tane geçirdi.

“Çakır deli etme beni çık dışarı” dediğinde ise çakır sırıtarak arkasını dönecekti ki elini görünce durdu

“Hii eline ne oldu Arif ağabey “ Çakırı eli ağzında korku dolu ifadesi ile görünce, şefkatle başını okşadı Arif. Bu sadist tavrı takınırken, yan kabinde bir ürkek bir oğlan olduğunu unutmuştu.

“Soru yok korkulacak bir şey de yok. Kesildi” diye açıklama yapınca çakır titrek bir sesle

“Uçak mı düştü eline” diye sordu. Arif ise başında ki elini geri çekip bir tane kafasına geçirdi. Bilinçli yaptığına saçma sorular sorarak Arif’i deli etmeye çalıştığının farkındaydı.

“Çakır” dedi uyarıcı bir tonla. Çakır ise elini fermuar şeklinde ağına götürüp, kapatıyormuş gibi yaptı.

“Tamam sustum”

Çakırın nihayetinde susmasıyla Nisanın odasının önüne gelmişlerdi. Elinde ki yarayı kontrol etti Arif. Evet yeterince korkunç duruyordu. En azından hastaneye gelmek için yeterli bir sebepti. Peki bu yara nasıl olmuştu. Odanın önünde aval aval dikilirken elini Çakır oğlana gösterip,

“Sence bu yara nasıl oldu bilirsen para vereceğim” dedi. Çakır oğlan para lafını duyunca dolar emoji modunu açıp bir şeyler düşünmeye başladı.

“Bıçak kesmiş olabilir” işe yaramazdı çünkü cam kesiği olduğu belliydi

“Başka”

“Hımm o zaman kesin cam battı” evet bu işe yarardı ama ne camı batmıştı

“Nasıl bir cam” diye sordu hayallerinin sınırını zorlayarak. Çakır oğlan başta boş boş baksa da aklına bir şey gelmiş gibi ellerini çırpıp kahkaha attı

“Buldum ki ya. Sen kesin yemek yaparken cam tepsi kırdın. Annem de kesmişti bir keresinde” bu mantıklıydı işte. Hem de yemek yapan erkek profilinden ek puan alırdı. Tabii Nisa sinirini bozmazsa.

Daha fazla oyalanma dan kapıyı çalıp, içeri girdiler. Nisa masanın üzerinde ki laptopta bir şeyler karıştırırken onların geldiğini fark etmemişti. Ama ona doğru hızla koşan Çakırla ve gür sesiyle başını kaldırıp, minik çocuğa baktı. Tabii onu görünce kocaman gülümseyip kolları arasına da almıştı. Keşke aynı sevgiyi bana da gösterse diye düşündü Arif. Başını dizlerine koysa, o saçlarını koşarken, onun kızıl kahve gözlerinde kaybolsa...

“Arif eline ne oldu” ne demişti o. Ne ara beyi atmışlardı. Birde hiç çaba harcamamıştı bunun için. Ya onu bey olarak görmüyordu ya da samimi olduğunu düşündüğünden o sıfatı kullanmamıştı.

“Arif sana diyorum eline ne oldu” Aslında Arif duyabiliyordu fakat nasıl konuşulduğunu unutmuştu. Aklına gelen ilk şeyi gelişi güzel söyledi

“Uçak düştü” ne söylediğinin farkında bile değildi. En son hatırladığı deli gibi kavga ettikleriydi. Ne olmuştu da ona böyle duygular besler olmuştu. Acaba kaostan mı besleniyordu

“Uçak mı düştü? “ diye sordu Nisa. Umarsızca başını salladı Arif. Zaten ne konuştuğu hakkında en ufak bir fikri yoktu. Aklından geçirdiği şarkılar onu dinlemesine mani oluyordu.

“Ne diyorsun Arif ya. Adam akıllı soruyorum yine kavga etmek için sebep buluyorsun. İnsan yerine de koymuyorsun beni demek. Git eline başka doktor baksın. Benim ilgi alanıma girmiyor” Nisanın hiddetli konuşmasının sonunu alan Arif, kaşlarını çatarak Nisaya baktı.

“Kim ben mi” Arif’in hafif bir endişeyle sorduğu soruya Nisa gülecek gibi olsada kendini hemen toparladı. Bu adam kendini bir kaç gün önce azarlamıştı. Kuyruğu dik tutup, ona göründüğü kadar naif olmadığını hissettirmeliydi.

“Ne sen mi” dedi umursamaz bir tavırla. Lakin sorunun cevabını oldukça merak ediyordu. Aslında bu güzel gözlü adamla ilgili her şeyi merak ediyordu. Konuşsundu hiç susmasındı.

“ilgi alanıma girmiyorsun dedin ya” Nisa garip bir bakış atıp, ne zaman öyle bir şey dediğini hatırlamaya çalıştı. Ve böyle bir şey demediğine emin olunca, öfkeyle kollarını birbirne kavuşturup tüm ciddiyetiyle,

“Sen beni dinlemiyor musun” dedi. Arif Nisan’dan az biraz tırssa da belli edecek değildi. Koskoca bordo bere, minik bir kadından korkuyor dedi etmezdi kimseye. Ama şuan tek bir öfkeli bakışı altına etmesine yetmişti.

“Şimdi de sen beni dinlemiyorsun Nisa. Soruma cevap versene”

“Hangi soru “

“İlgini çekmiyor muyum”

“Eli yaralı her hasta kadar”

“Yani çekiyorum. “

“Evet Arif eli yaralı her hasta kadar ilgimi çekiyorsun. Çakır oğlan şekerlerini ikinci çekmeceye sakladım. Ben Arif Ağabeyinin eline bakacağım sadece bir tane yiyorsun anlaştık mı” dedi Nisa. Bu çocuğu sebepsizce çok seviyordu. Onu masa da bırakıp, muayene sedyesine oturan Arif’in yanına gitti. Arif ise az önce aldığı aşk itirafının etkisindeydi. Yani ona göre bu bir aşk itirafıydı, çünkü onca eli yaralı hasta varken neden onun eli ilgisini çeksin ki. Lütfen öyle olsundu. Çünkü fark ettiğine göre Nisa bugün dünkünden daha güzeldi. Muhtemelen yarında bugünden güzel olacaktı. Kız gün geçtikçe güzelliğine güzellik katıyordu.

“Of Arif ya çok kötü olmuş elin. Cam kesiği belli ama çok derin değil, dikişe gerek yok. Hissetmiyor musun bu acıyı” diye sorunca Arif’in dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Şimdi de onun için endişeleniyordu. Yani kavga etmek dışında duyguları da vardı. Bu iyi haberdi. Tam bir şey diyecekti ki Nisa Arif’in elini tutup, görüş açısına doğru yaklaştırınca Arif dona kaldı. Bu temas karşısında ne yapabilirdi ki zaten. Koskoca adam, bu temas karşısında güneşe terk edilmiş buz gibi eridi.

Kalbi ısındıkça ısındı. Sanki gözleri Nisaya bakarken kalpler çıkarıyor, ruhu ona sıkıca sarılmak istiyor gibiydi. Ama şuan ona sarılsa muhtemelen Nisa onu canlı canlı ameliyat ederdi ki bu Asker dahi olsa kaldırabileceği türden bir acı değildi.

“Nisa” diye fısıldadı sırıtık bir sesle. Nisa yarayla ilgilenirken, dinlediğinde dair bir kaç mırıltı çıkarınca derin bir nefes alıp, güldü. Bu kadın çirkef olmadığı vakitler çok güzeldi. Acaba ona bunu söylemeli miydi. Ya da elini sandıktan sonra söylese daha mı iyiydi.

“Çirkef değilken daha iyisin” deyiverdi. Ama sanırım bu bir iltifat değildi. Çünkü Nida elinde ki pamuğu biraz sonra g*tüne tıkayacakmış gibi ağır ağır kaldırmıştı kafasını. İşte şimdi s*çmıştı Arif. En acilinden kadın hitap dersi almalıydı. Yoksa Nisa bir taraflarına pamuk tıkaya tıkaya öğreteceğe benziyordu.

“Dua et.... “diye soludu Nisa, kendi masasında şeker yiyen Çakırı işaret ederken. “Dua et Çakır burada. Ama yinede hatırlat sana çirkefliğin yüz kuralını anlatayım” dedi. Arif’in ise dudakları kendiliğinden kıvrılmıştı. Anlaşılan o ki Arif Nisayı sinir etmekten asla vazgeçmeyecek, Nisa da ona karşı çirkef olmaktan çekinmeyecekti.

Arife uyardı.

Zaten onun gözleri sinirlenince daha da kızıl bir hal alıyordu.

O halde Nisa hep sinirlenmeliydi.

Yalnızca Arife...

✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*

Beyza otele gittikten sonra, ben de Zeynep'i uzun zamandır ziyaret etmemem gerekçesiyle kuruma gitmeye karar vermiştim. Onu ziyaret etmeyeli bir hayli oluyordu. Ama tek gitmek de istemiyordum. Yusuf’u çağırmaya her ne kadar utansam da onunla vakit geçirmek istiyordum. Elim ani bir kararla telefonuna giderken, çoktan numarasına tuşlamıştım. Bir kaç çalışta açılan telefonla gülümsemeden edemedim.

“istiridye” sesi uykulu çıkınca gülümsemem genişledi. Saat dört olmuştu ve muhtemelen yorgun olduğu bir zamanda aramıştım. Olsundu Zeynep o cıvıl cıvıl haliyle ikimizi de dinlendirirdi.

“Müsait misin “ diye sordum. Sorduğum soruyla bir kaç hışırtı sesi geldi, ardından bir inleme sesi ve derin bir soluk. Bir yerini çarpmış olmalıydı.

“Tabii müsaittim. Tanışmaya karar vermiş her normal insan gibi sinemaya mı gideceğiz” hızla sorduğu soruyla kahkaha attım. Onun çift aktivite anlayışının başını sinema çekiyordu anlaşılan. Ama unuttuğu bir şey vardı, biz henüz bir çift değildik ve bu biraz daha ileriye atılmış bir şeydi.

“Hayır nayino Zeynep'e gideceğiz “

“Peki... Sonra seni bir yere götüreceğim. Bir saate orada olurum. “ dedikten sonra telefonu kapattı. İyi de nereye gidecektik? Nereye uygun giyinmeliydim? Düşüncesiz erkekler kapatılsın diye pankart açıp, askeriyenin önünde eylem yapmak geliyordu içimden. Derin bir nefes alıp, üzerimdekilere baktım. Siyah bol paça bir pantolon bebe mavisi düz bir gömlek vardı üzerimde. Yanımda kendime ait kıyafetlerim bile yoktu. İstanbul’u ve birliği özlemeden edemiyordum. Tüm hayatım bir ay önce orada kalmış ve bir hazırlık yapamadan buraya ışınlanmıştım. Beyza da bir kaç gün sonra gidecekti. Kendimi büsbütün yalız hissedecektim. Tama Yusuf vardı arkadaşlarım vardı ama uzun süreli bir düzen bana göre değildi. Bir kere bu düzene alışık değildim.

“Kızım” dedi bir ses ben üzerimdeki kıyafetleri incelerken. Muhtemelen Suaya seslenen Yeşim hanımdır deyip, umursamadan kendimi koltuğa attım. Tam telefonumdan Beyza’nın numarasını bulmuştum ki, yanımdan bir karaltı geçince kafamı kaldırıp gelene baktım. Yeşim hanım elinde alışveriş torbalarıyla başımda dikilmiş ters ters beni seyrediyordu.

“Niçin duymuyorsun beni? Bu yaşında sağır olmadın öyle değil mi? “ elini beline atıp karşımda dikilirken. Bana çoğu kez kızım diye hitap ediyordu ama alışmak istemiyor gibiydim. Çünkü yokluğuna çoktan alışmıştım.

“Bana mı seslendin” sözlerimle kaşları iyice çatılırken, yanıma oturup elinde ki torbaları aramıza koydu.

“Kızım ben yarım saattir Kızım kızım diye kime sesleniyorum”

“Suaya”

“Suay okulda değil mi yavrucuğum” doğru Suat okuldaydı. Evde benden başka kimse yoktu ona rağmen üstüme alınmamıştım. Mahcup bir halde suratına bakıp, ellerimi ovuşturarak

“Şey” diye fısıldadım. Bu halime hafif bir tebessümle karşılık verirken imalı bir bakışla süzdü beni

“Bu aşk meşk işleri seni bozdu. Avalak bir şey oldun çocuğum. Uzatmayın şu işi daha fazla gelsin istesin”

“Kim”

“Kim olacak Laz uşağı”

“Engin amcamı”

“Eslem delirtme benu alacağum elime maşratayı” sinirle söyledikleriyle hafifçe irkildim. Anne denen varlığın yüzde ellisi korku yüzde ellisi sevgi olmalıydı. Çünkü karşımda ki kadını hem seviyor hem de korkuyordum. Kabul etmek gerekirse ilginç bir deneyimdi.

“Tamam sakin ol benim biraz işim var halledip geleceğim. Bu anlamsız konuşmaya sonra devam ederiz. “ bu anlamsız sohbete böylelikle son verdiğimi düşünürken, ensemden yakalayıp geri oturttu. Dertli bir nefes verdim. Yusuf bekliyordu...

“Dur bakalım orada sana aldığım şeylere bak önce” dedi elini torbalardan birine atıp mavi bir gömlek çıkarırken, üzerimdekine çok benziyordu fakat bu benim zevkine uymuyordu ki.

“Bana mı aldın bütün bunları” diye sordum bir ümit Şuraya almasını isteyerek. Hevesle salladı ve ötekileri çıkardı. Bir sürü etek gömlek elbise almıştı ve bilim bakalım ben en çok ne giyiyordum.

Pantolon ve tişört...

“Evet ne güzel öyle değil mi” elinde tuttuğu pembe minik çilekli keten elbiseye gülümseyerek bakınca ister istemez bir tebessüm kaçtı dudaklarımdan. Ama bunları Duaya atacaktım muhtemelen çünkü ben bir pantolon kadınıyım.

“Öyle ama... Benim İstanbul’da bir dolap dolusu kıyafetim var zaten. Niye masraf ettin. “ suratında ki heves, hayal kırıklığına dönüşmeden pişman olmadım. Çünkü benim için masraf etmesini istemiyor, onlara yük olduğumu düşünüyordum.

“Burada giyersin” diye fısıldayınca daha fazla kıramayıp, ellerini tuttum.

“Peki öyle olsun ben gidince de Suaya veririm bedenlerimiz de aynı nede olsa” dedim bu defa. Sanki gidişimiz normalleştirsin ister gibiydim. Bu çok olağan bir şeymiş gibi bahsetmiştim. Öyle bir anda...

“Yok onun var bunlar senin. Giyersin hem uzun bir süre. Eskir üstünde. Eskir değil mi” heyecanla söyledikleri içimde bir yerleri burkarken, dudaklarım kendiliğinden asıldım. Güya üzülsün istemiyordum ama kadını üzmek içinde elimden ne geliyorsa fazlarıyla yapıyordum.

“Umarım” Diye fısıldadım çaresizlik dolu bir sesle. Hemen gözleri dolunca ellerimi avuçlarının arasına alıp yasaklarına bastırdı. O ağlıyor bende ise yine mimik oynamıyordu. Ne zaman üzülmem takındığım iradesizlik zırhı yine omuzlarımdan salkıyordu.

“Gitme kızım. “ dedi ağlamaklı bir ses. Ona teselli vereni kırdım belki ama kaçmayı seçkin.

“Sonra konuşuruz. Zeynep beni bekler” deyip yanından kalkınca kolumu kavrayıp, ayağa kalktı. Artık tam karşımda duruyor, bana en hüzünlü bakışıyla bakıyordu. Yüreğim sağlandı yinede omuzlarımı düşer edim.

“Kendi kanından olmayan bir çocuğa bile merhametlisin Eslem. Ya ben... Ya ben ne olacağım. Annemin ben senin, seni büyütememiş yaralı bir anneyim ben. Hiç mi yüreğin sızlamıyor. Niçin beni sevmek için çaba harcamıyorsun. Benden ve babandan niye kaçıyorsun Eslem. “ haklıydı. Fakat içimde ki soğukluğu silemiyordum. Ayılıp bayılmasa ona anne dahi demek gelmiyordu içimden. Bu gizemi öğrenmeden hiç bir şey yapmak gelmiyordu.

“Bu yaşıma kadar bir aileye ihtiyaç duymadım...” sözlerine başladığımda nemli gözleriyle elimi bırakmadan dinlemeye koyuldu “Arkadaşlarım vardı onlar yoksa işim. Bu ikisiyle alakadar oldum yıllarca. Şimdi ise bu ikisi benden alınmak istiyor, korkuyorum. Alıştığım onca şeyi geride bırakmaktan korkuyorum. “ Durum tam olarak bu muydu bilmiyorum ama benim olanları geride bırakmak ürkütücü geliyordu. Ya onlar onlar da bana ait değil miydi? Annem, babam, kardeşim değil miydi?

“Sen güçlü bir kızsın” derin bir nefes alıp elimi kalbime götürdüm.

“Kimse kalbine hançer yemek istemez Yeşim hanım.” Ağzından kaçan hıçkırığa mani olamamış olmalı ki, omuzlarını iyice düşürüp, hüngür hüngür ağlamaya başladı.

“Benim kalbime okları saplıyorsun ama” dedi en sonunda öfkeli ama kırgın bir sesle. Onu kırmıştım ama niyetim en başından beri bu değildi. Gerçi aile saadeti de istediğim söylenemezdi. Ben sadece içinde Yusuf’un da olduğu eski hayatımı istiyordum. Çok çok eskiye gitmek değil.

“Niyetim bu değil Ye... “ başını hiddetle kaldırıp, iki eliyle kollarımı kavradı. Tutuşu canımı yakmıyordu fakat onun canı fena yanıyor gibi görünüyordu. Nasıl olmalı bilmiyordum ama böyle olmasa, beni kızı değil de bir dostu gibi görsün istiyordum. Evet aptallıktı, onun yürek yarasına bir yenisini daha ekliyordum. Ne yapabilirdim? Annesiz büyüyen ailesi olmayan bir kadın yıllar sonra nasıl bir aileye bağlanırdı? Nasıl oraya ait hissederdi kendini? Hayır hayır bu yanlışta olsa ben artık aile saadetiyle büyüyecek yaşı geçmiştim. Anne bir ihtiyaçsa ben ihtiyaç duyduğumuz yaşta değildim. Bu kadın annem değil dostum olmalıydı.

“Deme bana Yeşim deme. Yapma bunu dağlama yüreğimi Eslem ne olur yapma” sessiz kalmak istesem de, bende artık yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştım. Hem başıma gelenler anlatılmıyor, hem de her şeyi kolayca kabullenmem isteniyordu.

“Bilmiyorum başıma gelenleri bilmiyorum. Sırf size saygımdan öğrenmek için sizi bekliyorum. Asıl siz yapmayın, ayrıca ben elbise sevmem beni tanımıyorsunuz.” Sona doğru çocuklaşan sesimle hıçkırıkları arasında gülümsedi. Ha! Bir bu eksikti şimdi de ona nazlandığımı düşünüp bana iyice bağlanacaktı. Bunu istemediğimi daha kaç kes söylemeliydim.

“Biliyorum... Çaya tek kaşık şeker attığını, elbise sevmediğini, ıspanak yemediğini, uyurken sol kolunu hafifçe havaya kaldırıp, uykuya öyle daldığını... Sevince içinden küçük bir çocuk çıktığını... Soğuktan nefret ederken sıcağın seni bunalttığını, her üzüldüğünde yüzüne ifadesiz bir maske taktığını... Seni ben doğurdum ve bak burada büyüttüm. Ben seni tanıyorum Eslem sen benim kızımsın” sözleri bittiğinde şok olmuş bir şekilde baka kaldım. Boğazıma yumruk inmişti. Kafam hattinden fazla karışık, duygularım Nirvana’daydı. Evet kabul etmek gerekirse etkilenmiştim. Bir anne çocuğunu ne kadar tanırsa o kadar tanıyordu beni. Hem de bir buçuk aylık bir süreçte. Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki beni susturdu.

“E biliyorsan neden gidip bu elbiseleri aldın diye soruyorsun. Çünkü seninle sohbet etmek istiyorum. Bunları sevmediğini senden duymak, beğendiğin şeyleri senden öğrenmek istiyorum. Ben kızımın sohbetini istiyorum” dedi. İyi ama bunu soracağımı nereden bilmişti. Tövbe haşa kadın ermişti herhalde. Bu ilgi karşısında hürmetle eğilirdim.

“Özür dilerim” dedim yelkenleri suya indirir bir vaziyette. Hemen gülümseyip, beni kendine çekti. Sıkı sıkı sarılırken, o meyvemsi ve çikolatalı kek kokusuyla baş etmeye çalıştım. Şuan küçük İnci burada olsa bu kokuya meftun olurdu. Gerçi benimde çok sağlıklı kaldığım söylenemezdi. Eriyik bir halde ondan ayrılınca derin bir nefes verdim.

“Dileme sadece otur yanıma biraz sohbet edelim.” Deyip, beni koltuğa oturttu. Ardından dizlerine iki kere vurup,

“Uzan dizlerime Eslem saçlarını seveyim” dedi. Güldüm ve bu masum isteğe hayır demedim. Belki de bir buçuk ay sonra ilk kez bu denli samimiydik. Gerçek bir anne kız gibi. Aklıma gelen şeyle buruk bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Yana çevrili başımı iyice dizlerine gömüp, gözlerimi yumdum.

“Zeynep'i ilk bulduğumda onu uyutmak için ninni söylemek istedim. Biliyor musun ben hiç ninni bilmiyorum. “ sesim titremişti. Çünkü çocukken o soğuk yurtta tüm çocuklar güzel bir ezgi mırıldanarak uyurdu. Ya ben... Öylece tavana bakar uyumayı beklerdim. Bir hayal kurmazdım. Gece o beyaz hafif küflü tavana bakarak uyur, sabahta ona bakarak uyanırdım. Ne güzel hikaye ama. Küflü bir tavan çocuksu tüm hayallerimin içindeydi. Düşlerimin, sevinç ve hüzünlerimin baş mimarı... Küflü tavan...

“Öğrenirsin, öğretirim” onun sesi de benim gibi ağlamaklı çıkınca sol gözümden bir damla yaş dizlerine doğru aktı. Müdahale etmedim. O saçlarımı sevdi ben gözyaşlarımı serbest bıraktım. Artık gözyaşlarımda özgür olmalıydı.

Nede olsa annem vardı.

“Sahiden mi” diye mırıldandım. Küçük bir çocuğun nazlanışı gibiydi halim. Ağzından bir hıçkırık daha kaçtı. Görmedim ama kafasını salladığını sarsılan bedeninden hissediyordum. Ya da ağlıyordu. O zaten hep ağlardı. Annemin gözyaşlarına sebeptim. Ben onda yaraydım o bende eksikti.

“Bebeğin beşiği çamdan

Yuvarlandı düştü damdan

Bey babası gelir Şam’dan”

Sesi o kadar hoştu ki ister istemez tebessüm kondu dudaklarıma. Her ne kadar isyan etsem de şuan yanımda olmasından memnunum. Çünkü onsuz geçen yirmi altı yıl da saçlarımı kimse okşamamış, kimse onun gibi şefkatle sarmamıştı beni. O anneydi... Benim annem.

“Nenni nenni

Nenni nenni

Nenni nenni

Nenni bebek oy”

“Çamlıbel’den çıktım yayan

Dayan ey dizlerim dayan

Kardeş atlı bacı yayan”

Sesinde yılların hasretinin son bulmuş olma sevinci vardı. Lakin arka planda hıçkırıklar ve gözyaşlarıyla söylüyordu ninniyi. Ağlıyor, fakat bu hüzünden değil sevinçtendi. Kısa bir an ona dünyalar kadar mutluluk bahşettiğimi düşündüm. Belki de bahşetmişimdir.

“Nenni nenni

Nenni nenni

Nenni nenni

Nenni bebek oy”

“Bebek beni del eyledi

Yaktı yıktı kül eyledi

Her kapıya kul eyledi”

Bu noktada ağzından koca bir hıçkırık koptu. Bir feryat gibi çıkan sesini toparlama gereksinimi duymadan, yanaklarımı narin bir eşyaya dokunur gibi okşayınca, bende de musluklar açılmıştı

“Nenni nenni

Nenni nenni

Nenni nenni

Nenni bebek oy

Nenni nenni

Nenni nenni”

Başta Suayın bana dediği o laflar çok ağrıma gitse de, her şey ortaya çıktığında anlamıştım. Ben bir annenin yanında büyümenin onunla yetişmemiş olmanın acısını şimdi çekiyordum. Peki yirmilerinin ortasında bir kadını en baştan nasıl büyütecektim.

Ben, annesinin kayıp incisi...

Annemle tekrar büyümeye hazır mıydım?

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

Hadi tatlım oy at yorum yap

Loading...
0%