@sitarekiraz
|
Kızlar ay bugün o kadar yoğun bir gündü ki yenice eve geldim.. Akşam tekrar gideceğim. O sebeple bölümü şimdi paylaşayım dedim. Siz ne yaptınız bugün? Okullar açıldı içiniz de giden vardır muhakkak nasıl geçiyor okul günleri? Bu arada aklımda bir whatsap kanalı açma fikri var, eğer bir yüz kişi varsak açacağım. Yoksa da hiç uğraşmak istemiyorum. Tam buraya kanal hakkında ki fikirlerinizi belirtebilirsiniz... Neyse çok tutmayayım sizi öptüm kocaman 🙌 Bölüm Şarkısı: Çağan Şengül: Yokmuş Sevenim Senden Önce Ölüm her şeyi bitirir bir gün Kimseleri, kimseleri incitmeyin. Ölüm her şeyi bitirir bir gün Ömrünüz size bir kısa oyun Ölüm her şeyi bitirir bir gün Ardınızda güzel anılar koyun. Şükrü Erbaş 👉👈 .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜ 14 Haziran Şırnak/Silopi Beyaz perde kapandı film bitti. Artık filmin kamera arkasını izlemek için sabırsızlanan güruhun içinde yerini alma sırası Yusuf'a gelmişti. Sevdiği kadın kollarında yarı baygın yatarken, onu eski bir takozda hastaneye yetiştirmeye çalışırken, gözünün önünde beyazlar içinde duran İnci’nin hayaliyle baş etmeye çalışıyordu. Belki de bir ölüm anıydı bu yaşananlar. Belki gözlerinin önünde ki hayâl gelinlik değil, kefendi. Ürperdi Yusuf eski takozu asfaltta ateş çıkacak kadar gazladı. Bir an arkaya dönüp bakındı, hâlâ gözleri yumuluydu sevdiği kadının. Tek eliyle direksiyonu tutup, öteki eliyle de istiridyesinin elini tuttu. Kibar bir tutuş değildi bu, belki uyanır diye sıkı sıkı tutmuştu elini. Nasırlı elleri, İnci’nin uzun ince parmaklarını sıkı sıkıya tutuyordu. Elleri cayır cayır yanıyordu. “Beni böyle yarım bırakma İstiridye yalvarırım benim yüzümden ölme” çaresizce söylediklerine bir tepki veremedi. Ne olmuştu nasıl olmuştu bilmiyordu. O kıyafetlerin içine nasıl girmişti, onun tüfeğinden çıkan kurşun nasıl göğsünü delip geçmişti... Hiç bir şey anlamamıştı “Verilen sözler ne olacak, daha bir tepsi tatlıyı gömmedik. Evlerin camlarına taş atmadık. İncim, nefesim, ruhum ben sana doyamadım kara toprağa fırsat verme ne olur uyan” küçük bir haykırış kaçtı boğazından. Sanki ölmek üzere olan İnci değilde Yusuf’tu. Öyle yanıyordu ki yüreği, İnci iyileşse bile kendini asla affetmeyeceğinin farkındaydı. “Tüm kötü şeyler bitmiş gibi düşün İnci... Biz evlenmişiz, bizim yaylada bir düğün yapıyoruz herkes var düğünde. Yılmaz komutanın yüzü asık babam, sevinçten horon tepiyor. Anneler misafirlerle ilgilenirken biz baş köşede oturuyoruz.” Kurduğu hayalin bir masal olarak kalmaması için dua etti. Tam o sırada cılız bir ses “S-sonra” deyince ağlamakla gülmek arası bir haykırış koptu dudaklarından. “Oy yaratana kurban, sonra, İsmet halam tatlı yapmış, içine yumurtayı doldurmuş sen sevmiyorsun ya... Beni paylaşmaz o kesin sevmez seni. Nereden duyduysa artık tatlıların hepsi yumurtalı” dedi neşeli bir ses tonuyla. Yüreği kan ağlıyordu ama, İnci onunla konuşuyor diye sevinmişti işte “B-başından a-aşağı döküyor muyum” dedi İnci zorla. Bu hayal onu yaşatır cinstendi. Bu hayal ömrüne ömür katardı. “Dökersin ya İsmet halamın deli kanıyla yalnız sen baş edersin. Sen bir iyileş her dediğine tamam söz veriyorum” o yeter ki yaşasındı, her dediği tamam olurdu. Yoksa bulurdu, varsa sunardı. “z-zaman dolduysa” üşüyordu İnci. Sanki ruhu bedeninden çekiliyor elleri titriyordu. Bitkindi, ama gün yüzüne çıkan travmaları mı sebep oluyordu buna, yoksa sevdiği adamın tüfeğinden çıkan ve onu yaralayan kurşun mu, pek emin değildi. Yinede bunun için onu suçlamak istemiyordu. “Konuşma böyle, bir yere gitmeyeceksin. Daha çok başına bela açacaksın, burnunun dikine gideceksin, daha çok tavaf edeceğiz askeriyeyi” Yusuf’un söyledikleri dudaklarında belli belirsiz bir tebessüme sebep oldu. “Söylenmek yok ama” “Sen iyileş ihrama bile girerim İnci ne olur bırakma beni” tam bu noktada İnci’nin gözleri kapandı. Sağ eli yavaşça yere düştü. Artık hastanenin önündeydiler Yusuf, İnciyi kucakladığı gibi hastanenin önüne getirdi. İnci’nin eli yana düşmüş, bedeni iyice cansızlaşmıştı. Lakin üzerinde ki pis kıyafetlere rağmen yüzü ak pak güzelce ve canlıydı. Bedeninin cansız oluşunu umursamamaya çalıştı Yusuf... O güçlüydü değil mi? Tutunurdu hayata “Sedye “ diye bağırdı kapıdan içeri girerken. Başına üşüşen hemşire güruhunun içinden biri hemen sedyeyle kapıp getirince dikkatlice koydu sevdiği kadını. “Yarası nerede” “Elli dakika önce sol göğsünden vuruldu. Yaraya ilk müdahale yapıldı ne olur kurtarın” “Beyefendi sakin olun doktor ilgilenecek “ Acile giren sedyenin ardından öylece bakakaldı. Ne bir adım ileri gidebildi ne bir adım geri. Öylece koridorun ortasında, acil kapısını izledi. Yanından insanlar geldi geçti, çığlıklar duydu. Bebek ağlamaları, hasta kavgaları, feryatlar figanlar... O an hiç bir şey umurunda değildi. Tek gerçeği İnci olmuştu. Kısa bir süre zamandan soyutlanmış gibi hissetti kendini. Zihni bomboştu. Beyaz bir gülü kendi elleriyle kana bulamanın acısı vardı yüreğinde. Gözünden sakındığı tüfeğinden çıkan, tek kurşun en sevdiğine kıymıştı. Gerisin geri yürüyüp, bir duvara yasladı sırtını. Acıyla yığıldı yere. Başını elleri arasına alırken, tek düşündüğü beyazlar içinde düşüne giren kadındı. Yusuf’un ellerinde artık sevdiği kadının kanı vardı. Yusuf sevdiği kadına ecel olmuştu. Ölmüş müydü bilmiyordu ama söyledikleri aklından tek saniye çıkmıyordu. ‘Suçum neydi ki' Ne demekti bu... Her hata yaptığında işkence mi görmüştü? En kötüsü de İnci’nin aklına o canilerle birlikte yer mi tutmuştu? “Hastanın üstünden çıkanlar” yanına gelen hemşireyle hızla ayaklanıp, kilitli bir poşeti aldı. İçinde gözüne çarpan tek şey, öylesine ona verdiği resim oldu. Kana bulanmış ve uç kısmından delinmişti. Ne yani resmi göğsünde taşıyacak kadar sevdalı mıydı oda.. Bir resme birde ellerinde ki kana baktı, bir haykırış daha koptu dudaklarından. Ardı geldi haykırışların. Kalktığı duvar dibine tekrar gelip bağıra bağıra ağladı. Üzerinde ki üniformadan, yaşından ya da konumundan utanmadı. Sevdiği kadına ağladı. Sevdiği kadına, yaraladığı kadına... “Komutanım” duyduğu sesle kafasını kaldırmadı. Omuzları hâlâ sarsılıyor, elleri başı arasından tek saniye çekilmiyordu? Sahi en son ne zaman ağlamıştı? Beş yaşındayken çatıdan düşüp kolunu kırmıştı.. Hayır hayır o an acıdan bayıldığını hatırlıyordu. O an dahi ağlamamıştı. Zaten o hiç ömründe kaç kere ağlamıştı? En yakın arkadaşı şehit düştüğünde, ninesi kollarında öldüğünde... Göz yaşları sadece bu ikisi için tek damla düşmüştü. Ya içerde yatan kadın, sevdiği kadına sebep olmuştu. O niye yaşıyordu ki Yanına çöken gölgeler hissetti.. Omuzunda eller.. Onun haykırışı hariç ağlama sesleri duydu.. Başını kaldırıp baktı ekibine. Hepsi yanında diz çökmüş yanakları ıslak, başları öndeydi. Bir şey diyemedi ama haykırışları da azalmıştı. Harun'a döndü bakışları, önce omuzuna koyduğu eline sonra yüzüne baktı. Yüzünde derin bir pişmanlık vardı Harun’un. Çünkü emri o vermişti. Nereden bilebilirdi ki, İnci’nin bir plan yaptığını. Bir şey demeden kalktı Yusuf.. Buradan gitmeliydi tam arkasını dönmüştü ki, tanıdık bir kadın sesi yükseldi koridordan. “Arif “ Nisanın sesiyle gerisin geri döndü. Hemen yanına gidip karşısında dikildi. Perişan bir ifade vardı kadının yüzünde. “Nisa, İnci nasıl” diye sordu tek bir nefeste. İyi olması için dualar etti, ama Nisa “Durumu kritik nasıl oldu bu” diye sorunca yumruklarını sıkıp, geri döndü. Önce lavaboya girip ellerini yıkayıp, biraz ferahlamak için abdest aldı. Sonra çıktı hastaneden. Nereye giderdi ne yapardı hiç bir şey bilmiyordu. Bildiği tek şey eline bulaşan bu kanın sahibine olan mahcubiyetiydi. Boş sokakta yürürken nereye gittiğinden bir haberdi. Sanki ayakları onu bir yere götürüyor gibiydi. Bedeni rüzgarda sallanan bir ağaç dalı, ruhuysa bir ölüydü. Duramadı, koşmak istedi. Kendini bir dağın en tepsinden atmak, Karadeniz’in kara sularında boğulmak istedi. Ne demişti Dursun dede, ‘Allah'ın verdiği canı kendine sahip sanma, biz bize verilene emanetçiyiz” Böyle bir ihtimali düşünemezdi bile. Belki çok ibadet etmezdi ama, inançlıydı o. Ama dayanılır gibi de değildi. Rahatlamak istedi, tam o an bir ses ilişti kulağına. “Allâhü Ekber Allahü Ekber” Tam da caminin önünde duruyordu. Üzerinde ki toz toprak olmuş üniformayı aldırmadan girdi camiye. Şuan belki de Allah’ın huzuruna çıkmak için çok temiz değildi, ama kalbi de niyeti de temizdi. Burada İnci için dua etse, belki kabul olurdu. “Erken geldiniz cemaat beş dakikaya burada olur “ “Zamanım yok hocam “ “Öyleyse kılın namazınızı” En kuytu yere geçti Yusuf. Namazını kıldı. Sonra açtı ellerini sevdiği kadın için yalvardı rabbine. O yaşasın dedi... Zaman ver ona ne olur, onu bu kadar yeni bulmuşken, bizden alma. Bu imtihanı bize yükleme. Rabbim beni sevdiğim kadına ecel etme. Yeter ki o yaşasın, ben ondan ayrı kalmaya da razı gelirim. Rabbim sen yerde gezinen küçük bir karıncanın duasını duyansın, bu aciz kulunun duasını da duy. Ne olur beni bu vicdan azabıyla koyma. Diye yalvardı. Dua ederken de tutamamıştı kendini, gözlerinden yaşlar süzülürken omuzları sarsılmıştı işte. Semada ki ellerini yüzüne sürüp, etrafına bakındı. Cemaat namazı bitirmiş, dağılıyordu. İmam bile çıkmıştı. Camii de bir o birde ona doğru gelen iki çift ayak görünüyordu. Yüzünü gelen kişiye doğru çevirince, hızla ayağa kalktı Yusuf. “Dursun dedem” Dursun dede elleriyle otur işareti yapınca da mahcup bir halde oturdu yerine. Yıllarca hasret kaldığı torununa kıymıştı Yusuf. Nasıl mahcup olmazdı. Başı yerde öylece otururken, Dursun dedenin yaşlılıktan dolayı kırışmış eli, Yusuf’un nasırlı ellerinin üstünü dostça örttü “Demek senide ayakların buraya geldi ha evlat” sesinde ki bitkin ve kederli ton Yusuf’un canını yaksa da hızla başını salladı. Nasıl geldiğini bilmiyordu, bedeni adımlarını yönetmiş, kendini burada bulmuştu. Rabbine sığınmıştı işte daha ne olsundu. “Bilemedim dede yâri olurum sandım yara olacağımı bilemedim” Söyledikleri ile gözlerinden yaşlar boşalmaya başlarken, Dursun dede şaşkınca baktı yüzüne. Hayır şaşkınlığı, Yusuf’un itirafı değildi.. Şaşkınlığı ağlıyor oluşuydu. O hiç bir zaman sesli ağlamazdı.. Hele birinin yanında hiç ağlamazdı. Onda ki değişime şaşırmıştı. Dursun dede sevdayı iyi bilirdi. Karısı öldüğü zaman o da böyle sesli ağlamıştı. Yusuf'ta o kadar sevdalı mıydı? Merhametle kendine çekti oğlu bildiği adamı. Omzunu sıvaçlarken, “Şşt deme öyle uşağım yaratanın gücüne gider. İmtihanı veren o değil mi” dedi güçlükle. İki kuzusunun birbirlerine sevdasına şahit olmuştu az evvel. Ama biri ölüm eşiğindeydi. Yaşlı yüreği sıkışsa da teselliye ihtiyaç duyan bu adamı teselli etmek için yeniden konuştu. “Eslemim bunu yaşayacaktı biz olsakta olmasakta.” Yusuf, Dursun dedesinin omzundan kalkıp, başını yere eğdi. Bilmiyordu ya hiç bir şeyi... Bilse onu teselli eder miydi? “Dediler ki göğsünde iki kurşun yarası var... İki yaranın ortasından vurulmuş. Dede zaten iki kurşun yarası varmış üçüncüyü ben açmışım” Dursun dede duydukları ile daha fazla dayanamadı... Mavi gözlerinden inci tanesi gibi döküldü yaşlar. Ama karşısında ki bu adamı da iyi tanırdı. Bilinçli bir şekilde zarar vermeyeceğine kefildi. Gözlüğünü çıkarıp, gözlerini sildikten sonra, Yusuf’a dikti yaşlı gözlerini. “Yusuf’um seni ben büyüttüm. Ben seni de senin yüreğinde ki acıyı da görürüm. Harap etme kendini suçlama daha fazla... Hadi kalk gidelim, beni torununa götür. “ Dursun dedesinin lafının üstüne bir şey diyemedi. Zaten ne diyebilirdi ki, ömür boyu sussa bu utanç ancak öyle silinirdi bedeninden. Birde uyanması gereken uyanırsa .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ İnsan Arapça bir kelime ve anlamı unutan demekmiş. Unutan... Ne saçma, insan evladını nasıl unutur ki. En azından onların evinde durumlar öyle gelişmemişti. O Suay'dı yas evine doğmuş, annesinin göz yaşlarına teselli olan, babasının yürek yangınını ferahlatan Suay. Evin şifacı kızıydı işte. Ya şimdi, anne ve babasına şifa olduğu gibi, ablasına da şifa olabilecek miydi? Her şeyden çok istiyordu bunu. Çünkü İnci, Suay'a sadece kardeş olmamıştı o Suay'ın dostuydu da. Ondandı Beyza'yı kıskanması. “Suay perişan ettin kendini hadi biraz bahçeye çıkalım” yanına gelen adamın yüzüne dahi bakmadı Suay. Oturduğu sandalyede başı öne sessizce ağlıyordu. Ablasını bu kadar geç bulmuşken, nasıl ayrılırdı. “İstemiyorum uyanana kadar burada kalacağım” diye fısıldadı. Elleri dizlerinde yumruk olmuş vaziyette, köyü kahve saçları önüne dökülmüş bir ileri bir geri sallanıyordu. Delirmiş gibiydi ama, delirmekten çok acı çekiyordu. “Tamam o zaman elini yüzünü yıka gerçekten kötü görünüyorsun” Ses etmedi Suay. Harun'da üstelemeyip yanına oturdu. Herkes buradaydı. Herkes göz yaşları içinde ameliyathanenin kapısı önünde bekliyordu. Yalnızca Yusuf ve Dursun dede yoktu. “Beyza’ya ulaştınız mı” Diye sordu. Suay bu soruyla başını hızla kaldırıp, bir saattir yaptığı gibi eline telefonunu alıp, göz yaşları içinde Beyza’nın numarasına girdi “Hayır” dedi tekrar ararken. “Bir kez daha arayacağım” bir saattir aynı şeyi yapıyordu. Ama ne Beyza ne de Yusuf ağabeyi bakmıyordu telefona. “Görevdedir” dedi Harun. Beyza'yı tanımıyordu fakat, İnci’nin yakını olduğunu biliyordu. Aynı meslekte olmaları gerekirdi. Telefon aniden açılınca Suay'ın ağzından bir hıçkırık kaçtı. Açmıştı açmasına da ne diyecekti. “Efendim Suay, bir saat içinde elli kez arayacak kadar ne oldu iyi misin” Beyza’nın endişeli sesine, karşın daha fazla ağlarken, kendini durdurmaya çalışıyor fakat başarılı olamıyordu “Ben iyiyim Beyza” dedi güçlükle. Beyza ise iyice telaşa kapılmıştı. Zaten başı şu sıralar yoğundu. Ne olmuştu birden “Tamam güzelim sakin ol ağlama yanında kim var” kısık sesle söyledikleri ile Suay gözlerini silip, “Harun” diye fısıldadı “Bana onu ver olur mu” Beyza'nın komutuyla Telefonu Harun “Alo” “Beyza Hanım.. İnci” “Ne oldu İnciye” sesi biraz yüksek çıkmış olmalı ki, hemen kendini toparladı. Harun ise ağzının içinde bir şeyler geveledi ama söylediği anlaşılmayınca, kederli ve net bir sesle “Vuruldu” dedi. Bir şeyin düşme sesi duyuldu telefonun ardından. Sonra bir hıçkırık be kalın bir topuklu sesi. “Öldü mü” Beyza’nın sesi titrek çıkıyordu. Harun onu daha fazla üzmemek için “Durumu kritik gelseniz... “ “Kapadı” “Aralarında çok güzel bir bağ var” Suay iç geçirirken, gözlerinde ki yaşları da hırsla siliyordu. Eğer o kadın İnciyi ondan almasaydı her şey daha güzel olabilirdi. İnciye birlikte büyürdü, ablası olurdu ve belki de bu ameliyathanenin kapısında beklemiyor olurdu. Başlarına ne geldiyse o kadın yüzüne olmuştu. Suay o kadın yüzüne bir yaş evinde dünyaya gelmişti. Eğer elinde imkan olsaydı, o kadını kendi elleriyle öldürürdü. “Seninle de olur” Harun’un kısık sesle söyledikleri ile, içten bir tebessüm gönderdi. Olurdu ya.. İnci onun ablasıydı... Onu da Beyza’yı sevdiği gibi severdi. Ne kadar süre geçti bilmiyordu, ama koridordan tek bir ses dahi duyulmadı. Yeşim ve Asuman hanım için için ağlarken, kuran okudular. Suay ezbere bildiği tüm sureleri tekrar tekrar okudu. Harun içinde ki derin pişmanlıkla bir köşede sağa salim çıkması için dua etti. Ekip ise acılı aileye uzaktan bakınıyor, bir ihtiyaçları olduğunda hemen yardıma koşuyordu. Şüphesiz salonda en, sessiz Yılmaz komutandı. Gözleri kıpkırmızı olmuş, ama tek damla yaş düşmemişti. Kızının başına gelenleri duyduğunda, öfke duyacağı bir muhatabı olmaması, onu kendini suçlamaya itmişti. Eğer İnci de gelsin demeseydi, belki de bunlar başına gelmeyecekti. Bu İnci için kendini ikinci suçlayışıydı. İlkinde kaçırılmıştı... Tehlikede olduklarını bilmelerine rağmen, cesaret edemez deyip önlem almamıştı. Şimdiyse, kızına fazlaca güvenip, tecrübesiz olduğu bir göreve göndermişti. Baba olmayı beceremiyordu işte. “Damat bir haber var mı” duyduğu sesle usulca kalktı yerinden. Bu adama saygısızlık asla yapmazdı. Onun yanında sesini bile yükselttiği olmamıştı. Çünkü Yılmaz’ın kimi kimsesi yokken, koca bir hayat bahşetmişti ona. “iki saat oldu gireli henüz bir haber gelmedi” dedi Dursun babasının yanında ki adama hiç bakmadan Yusuf Asaf ise bakışlarını tek saniye çekmedi. Bir şey demesini bekledi. Küfür etmesini, yakasına yapışıp, evire çevire dövmesini bekledi. Komutanı bir şey demiyor, o bir şey demedikçe yaptığı şeyin fenalığı altında ediliyordu. Nasıl sevdaydı lan bu? Hani aşıktı İnciye hani çok seviyordu, nasıl tanımazdı? Nasıl “Komutanım” dedi dişleri arasından. Yılmaz komutan, gözlerini yumup yerine otururken, ondan tarafa bakmadan “Şimdi değil Yusuf Asaf” diyerek onu kestirip attı. Böyle olmamalıydı, yaptığı şeyin bedelini ona biri ödetmeliydi. Biri onun canını yakmalıydı. İnci'nin acı içinde soluklanışları gelince aklına, elleri yumruk oldu. Öyle sıkıyordu ki ellerini, ruhu parmak boğumlarından çıkacak gibiydi. “Nisa” Yeşim hanımın titrek sesle, bağırarak seslendiği isme karşılık direkt, yüzünü ameliyathanenin kapısına doğru çevirdi. Nisa ağzında ki maskeyi çıkarıp, elleriyle alnını silerken, ona merakla bakan, aileye, kızlarının iki kere kalbinin durduğunu söylemek istedi ama, nabız yükseltmek istemediği için bu bilgiyi sonraya sakladı. “Bir haber var mı” Yeşim hanım yaşlı gözlerle, sorusunu dile getirince derin bir nefes alıp, başını salladı “Ne olur güzel bir haber ver bize” Suay'ı perişan halde Harun’a tutunur vaziyette görmesiyle, kalp durma meselesini söylememeye karar kıldı “Ameliyat çok yorucu geçti. Bünyesi sağlam olmasına rağmen çok yoruldu. Ama hayati tehlikeyi atlattı.” Ağzından tek solukta çıkan sözlere, koridorda bir sevinç, nidası yükseldi. “Şükürler olsun Rabbim “ “Normal odaya ne zaman alırlar” “Bir kaç gün daha gözetim altında kalmalı daha sonra normal odaya alınır.” “Her şey bitti değil mi” “Bu onun bünyesine bağlı bir şey çok ağır bir yara almış. Yapılan ilk müdahale sayesinde iç kanama riski engellenmiş fakat yapılmasaydı şuan aramızda değildi” derin bir sessizlik hüküm sürdüğü. Yusuf Asaf'ın elleri yumruk oldu yeniden. Film yeniden normal akışına döndü, ama bu defa konusu onun acısı olmalıydı. Yüzünde ki sevinç ifadesi gerisin geri solarken, hızla arkasını dönüp, öfkeyle çıktı hastaneden. Öfkesi kendineydi, seviyorum dediği kadını tanımamasınaydı. Arkasından Harun’un sesini duyduktan ama cevap vermedi, bir hışımla yürümeye devam etti. “Yusuf” dedi Harun durmadı “Dursana” diye bir ricada bulundu yine durmadı “Asker dur” dediğinde ise verdiği komutla beraber derhal önüne dönüp, selam durdu. Ardından Harun’un, her zaman ki, ‘Rütbeden çıkabilirsin' el işaretini görünce “Ne dur lan ne dur ne dedi duymadın mı? Eğer Onur olmasa İnci şuan hayatta bile değildi. Ben vurdum lan, bakmaya kıyamazken çektim vurdum onu “ diye haykırdı “Bilmiyordun” Harun da tıpkı onun gibi sert çıkışınca, Yusuf yumruk olan elini yanında ki duvara geçirdi “Anlamalıydım” diye kükredi öfkeyle. Ondan başka kimse hatalı değildi. O kız onun yanında güvende olmalıyken, onun tarafından vurulmuştu. Vurmuştu lan onu, çocuk gibi basit hayalleri olan bir kadına kıymıştı işte. “Nasıl” “Değişen nabzımdan, uzaktan gelen kokusundan anlamalıydım. Yüzünü görmeme gerek yoktu ki” “Yusuf görevdeydin riske atamazdın” Bir şey demedi Yusuf Asaf. Kısa bir süre baktılar birbirlerine. İkiside kendini suçluyordu... İçerde ölümden dönmüş bir kadın varken, ikiside kendini suçluyordu ama bu neyi değiştirirdi. Ortamda duyulan zil sesiyle, Yusuf Asaf, sinirini telefondan çıkarmak istermiş gibi açtı telefonu. “Alo” sesi o kadar gür ve öfkeli çıkmıştı ki, arayan kişiden bir süre cevap gelmedi “Özdemir geçmiş olsun diye aradım canın sıkkın herhalde “ Seçkin’in o berbat sesi kulağına dolunca Yusuf Asaf öfkeden deliye döndü. “Seçkin” sesi kısık çıkmıştı, lakin İnci bile yoğun bakımda duymuş olabilirdi. “Vay sesimden falan tanıyorsun artık. Yenge kızmasın” “Nerdesin lan söyle belanı s*keyim ” “Şşt hastanedeyiz hayatım güzel sözlerini yalnız kaldığımızda söyle “ “Lan ırzını s*”erim o**sbu evladı. Seni de senin gibileri de üst üste yatırır... “ “Lan hastanedeyiz çoluk çocuk var” Harun’un komutuyla, gözlerini kapatıp, açtı. Etrafına bakındı. O şerefsiz burada gibi davranıyordu fakat çok iyi biliyordu ki, cesaret edemezdi. “Bak dinle komutanı, seni daha çok severim ama o da iyi adam, kötü konuşmuyor “ Harun alınmış gibi bir surat ifadesi ile, telefonu istedi. Yusuf kısa bir süre gülecek gibi oldu ama, kendini hemen toparlayıp ifadesizce uzattı telefonu. “Bana bak şerefsiz ya konumunu at ya da inine gelip bulayım seni” “Hmm bu konuşma tatsız bir hâl aldı. Sadece geçmiş olsun demek için aramıştım. Ha bir de “ dedikten sonra bir kaç hışırtı doldu ortama. Ardından bir çocuk sesi “Yusuf ağabey” bu çakırın sesiydi. “Çakır” dedi Harun şaşkınca. “Ah evet Kılıç yani benim sevgili oğlum artık yanımda. Annesini yatağından kaldıramadım ama ona da sıra gelecek. “ hayır hayır bu mümkün değildi. Bir gün olmamıştı yara alalı. Neredeyse sekiz saattir hastanedelerdi. Ve bu ibnenin bu kadar kısa sürede bunu yapmış olması imkansızdı Harun telefonu hırsla kapatıp, ekiplerden birini aradı. Ama sormasına gerek bile kalmadı çünkü Elif’in arkada ağlama seslerini çok net duyuyordu. “S*çayım Yusuf Asaf çocuk yok harbiden” Yusuf Asaf tam bir şey söyleyecekti ki, “Yusuf sakın gaza gelip bir delilik yapma, eğer İnci’nin başında olmazsan uyandığında ağzına s*çar. Başına Arif’i koyuyorum seni izleyecek. Aranızda yetki falan yok ikinizden de aldım. “ “Emredersiniz komutanım” “Hadi git şimdi” .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ 15 Kasım 2008 İstanbul Küçük kız elinde ki bebeği, yurdun bankına oturtup, ellerini önüne birleştirdi. Bu yurtta ki tek arkadaşı da evlat edinilmiş ve onun yalnız kalmasına vesile olmuştu. İnci sadece onunla konuşurdu. Birde sürekli azar yediği müdire annesiyle. Neden onu sürekli azarladığını bir türlü anlamazdı. Hep uslu duran, kimseye bulaşmayan biriydi o. Sebepsizce kimse sevmezdi onu. Kimse oyun oynamak istemezdi. Zorbalığa maruz kalmasına rağmen, kimseye kötü bir kelam etmez, ondan büyüklere hep saygıyla yaklaşırdı. Ama günün sonunda dayak yiyen yine o olurdu. “Şşt ufaklık yine sessizsin” duyduğu sesle kafasını iyice yere eğdi İnci. Çünkü bu kıza ne zaman cevap verse, feci dayak yiyordu. Canı yansın istemiyordu o sebeple susmalıydı. Onu duymamış gibi yapıp, minik ellerini birbirine iyice kenetlendi. Ne zaman korksa bunu yapardı. Arkadaşı gittikten sonra da hep yapıyordu. Ne vardı yani bırakmasaydı onu, hem o yemediği yumurtaları hep ona verirdi. Şimdi o yumurtaları yemediği içinde dayak yiyordu. Yüzünden yarası hiç eksilmiyor, eksilmediği gibi bir de onu, k ömürlük gibi karanlık bir yere hapsediyorlardı. “Ben seninle konuşuyorsam bana cevap vereceksin küçük şeytan” tam dibinden gelen sesle, ürkerek kaldırdı başını. Neredeyse on yedi yaşında bir kızdı bu, İnciyle hep uğraşıyordu. Varlığından dahi rahatsızlık duyacak kadar hem de. “Cevap verince de dövüyorsun” dedi korkarak. Kız duyduğu şeyle daha da öfkelenirken, ensesinden tuttuğu gibi kaldırdı İnciyi. Zaten zayıf olan bedeniyle ona karşılık veremezdi. İnci aptal değildi. Belki şimdi sadece dayak yiyecekti, ama karşılık vermeye çalışırsa ölürdü. Buradakilerin hiç bir şeyden korkusu yoktu. Döve döve adam öldürür, ardından da ellerini kollarını sallaya sallaya gezerlerdi. Çünkü İnci bir hiçti. Onun ölümü fazla sansasyon yaratmazdı. Şu dünyada hiç kimsesi yoktu onun. “Cevap ver lan bana” diye kükredi kız İnci’nin sol yanağına tokadı basarken. Yere düşen zayıf bedeni, öfkeyle aldı yerden. Sağ yanağına daha sert bir tokat attı aka bu defa düşmesine izin vermedi. Biliyor musunuz İnci savunma derslerinde hiç zorluk çekmedi. Çünkü darbenin nereden geldiği iyi biliyordu. “Neden vuruyorsun ben senden küçük değil miyim” diye söylendi İnci. Sevgi ablası hep, küçüklere karşı sevgi dolu olmamız gerektiğini söylerdi. Ama bu iri kız bu kuralı hep hiçe sayıyordu. İmci onun darbelerine nasıl dayanacaktı? Bir kere küçüktü o.. “Sen küçük olsan ne yazar lan şeytanın büyüğü küçüğü mü var mal” yüzüne tükürür gibi söyledikleri ile irkildi küçük kız. Şeytan onun için, tüm kötülüklere karışmış bir insandı. İnci bu yaşında ne yapmış olabilirdi ki? En fazla bir bardak kırmıştır, ya da tabağında ki yemekleri bitiremediği için israf edip günaha girmiştir. Ya bu kız kendinden küçük bir kıza şiddet uyguladığı için çok mu melekti? Saçma buldu İnci. Hiç bir güç onun melek olduğuna inandıramazdı. Ayrıca kendini de şeytan olarak göremezdi. O suç işlememişti. Hayır dayak yememek için susmak, günah değildi. “Senin dilin fazla uzadı gel sen gel” İri kız İnci’nin kolundan tuttuğu gibi kömürlüğe sürükleyince İnci başına gelecekleri anlayıp avazı çıktığı gibi bağırmak istedi. Ama yapamadı çünkü ağzının üstüne atılan sert yumrukla, başı dönmeye başlamıştı. Ona rağmen direnmeye çalışsa da art arda gelen darbeler ve hakaretler sonucu bir şey yapamadı “Direnme lan ağzını burnunu kırarım senin” son gücünü de onun koluna vurarak harcamıştı ama iri kız buna rağmen sert bir tokat atıp onu yere serdi. Ardından sanki çuval sürüklüyormuş gibi sürükledi onu. Yerde ki toprak ağzına doluyor, zaten kan revan olan yüzü birde toprakla iyice berbat bir hâl alıyordu. Yine sadece sustuğu için dayak yemişti. Bu Allah’ın belası yurtta bir yarası iyileşmeden yenisi açılıyordu. Kaç kez yurttan kaçmıştı ama gel gör ki, bu iri yarı zorba kız, onu bulup yine buraya getirmişti. Nasıl başarıyor, kimden yardım alıyordu hiç bilmiyordu. Ama bir şekilde ona bu dünyayı zindan etmeyi başarıyordu. Ve korktuğu şey başına geldi. O karanlık izbe yere çöp torbası gibi fırlatıldı. Yüzünden akan kanlara, başının dönmesine aldırış etmeden “Bırakma beni burada ne olur bir daha hiç konuşmam söz” diye yalvardı. Artık gururunu düşünmüyordu. Hangi çocuk burada kalmak isterdi ki. Burası korkunç bir yerdi. “Burada ya ben öleceğim ya sen “ dedi kız kısık bir sesle. Üzgün ya da mutlu değildi. Ama sesi iradesiz çıkıyordu. “Ben sana ne yaptım” İnci’nin hırsla söylediklerine karşı kapıyı kapadı kız. Ama gitmedi de sorusuna yanıt vermek istedi kendince “Bana değil, ben aldığım paraya bakarım” “Benim hiç param yok ki” “Ama benim var... Üzgünüm küçük İncicik senin varlığın bana para kazandırıyor” Sessizlik. Ve İnci on yaşında yine küfretti annesine. Eğer onun koynunda olsaydı bedeninde böyle acılar hissetmeyecekti. O iri kıyım kızda değildi suç... Annesindeydi o sıcak odalarda yemek yerken, İnci perişan halde bu soğuk karanlık kömürlükte varlığını hep hissettiği okulda öğretmeninden duyduğu Allah’a yalvarıyordu. Annesini ona şikayet ediyor, buradan çıkması için yalvarıyordu. Ama çıkmadı... Tam sekiz saat orada aç ve susuz kaldı. Yurtta kimsesi olmadığı için onu merak edende olmamıştı. Bunu ona neden yapıyordu bilmiyordu, ama her neden yapıyorsa o nedenin ona para verdiği aşikardı. İnci asla unutmayacaktı Ne burada her gün dayak yediği o kızı Nede ona para veren caniyi .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ 16 Haziran Şırnak/Silopi 2/Gün sonra İnce bir topuk sesi yankılandı koridorda. Suat başını kaldırıp sesin geldiği yöne doğru bakınca, Beyza'nın koşar adım ona doğru geldiğini gördü. Zaten iki gündür dinmeyen göz yaşları onu görünce bir hıçkırığa dönüşmüştü. Hemen ondan tarafa koşup boynuna atladı Beyza’nın. Beyza kolları arasında ki kızın saçlarını kederle okşarken, ondan ayrılıp “Suay İnci nerede uyandı mı” diye sordu. Can dostunun haberini alır almaz burada olamamak onu kahretmişti. Bir aydır üzerinde uğraştığı görevi dahi umursamadan koşup gelmişti buraya. Tük ekipte peşinden koşmuştu tabi. “Hayır uyanmadı” durgun bir sesle söyledikleri ile Beyza arkadaşının hassas durumunu bildiği için kahroldu. Ne zaman savunmasız bir durumda olsa kendini uykuya verir, uyanmak bilmezdi. Tıpkı iki sene önce vurulduğunda bir ay uyanmadığı gibi. Tıpkı her yumurta yediğinde haftalarca uyku mahmuru dolaştığı gibi. İnci aralarında en sağlamı gibi görünse de en hassası oydu. Kimse kıyamazdı ona. Herkesin gözbebeği olmuştu çünkü. “Durumu nasıl” dedi Barış endişeyle. Suay ekibe şaşkınca bakarken tanımak amaçlı süzdü hepsini. “Hayatı tehlikeyi atlattı dediler uyanmıyor” bunları söylerken bile bir daha uyanmayacağını düşünüp kahroluyordu. Daha yeni bulmuştu ablasını hemen kaybedemezdi. Beyza onu kendiyle birlikte koltuklara oturtup, omzunu sıvazladı. Belli etmiyordu ama severdi Suayı. “Ağlama Suay İnci güçlüdür, ama uykucudur işte uyanmak bilmez” diye teselliye girişince arkadan sınırlı bir homurtu çıktı. Bu şüphesiz Yiğit’ten gelmişti. Çünkü teselliye ihtiyaç duyan Beyza’yken burada gelmiş küçük bir kızı oyalıyordu. Kimmiş bu küçük kız, İnci’nin kardeşi, asıl kardeş Beyza’yken, bu kızın ondan rol çalması ağrına gitmişti. İnci’nin esas ailesi onlardı bu kız ya da o yarbay değil. “Nasıl oldu bu” diye sordu öfkeyle. Aslında nasıl olduğunu iyi biliyordu ama, sebepsizce o izbandut gibi adama çatacak değildi. “Kaza” dedi Suay geçiştirirken. Asla Yusuf ağabeyine laf söyletmezdi. Onunla birlikte büyümüş, ona kardeş olmuştu. Yusuf ağabeyini her şeyden çok severdi. “Yusuf Asaf, İnci senin yanında değil miydi niye korumadın onu” Yiğit öfke ve nefretle sol köşede ifadesizce yere çökmüş oturan adama seslendi. Yusuf bakışlarını yoğun bakımın kapısından çekmeden “Koruyamazdım” dedi sesi de tıpkı bakışları gibi ifadesizdi. Hissiz ve ölü gibiydi işte. “Ne demek istiyorsun geveleme” Yiğit bir an önce duymak istediği şeyi, duymak isterken Uğur araya girmişti ‘Yiğit ses tonuna dikkat et burada neden bulunduğumuzu unutma” yeri geldiğinde olgun yeri geldiğinde çocuk olan bu adama hayranlıkla baktı Beyza. İşte buydu kriz yönetiminde onu gibisi olmazdı ya zaten. En kötü zamanda da çıkarmıştı içinde ki olgun kişiliği. “Ne oldu İnciye” diye sordu Yiğit tekrar dişleri arasından. Yusuf Asaf İnci’nin adını bu hıyarın ağzından duymasıyla hızla ayağa kalkıp, tek solukta Yiğit’in karşısında ona tepeden baktı. “Onun adını ağzına destursuz alamazsın” diye kısık sesle kükremişti adeta. “Sana mı soracağım arkadaşım o benim” diye dinlendi Yiğit. Eceli gelen köpek cami duvarına işermiş neticede. “Sen o hakkı kaybettin Yiğit Sarca” “Biliyor musun o hakkı uzun zamandır kaybetmek istiyordum benim İnci ile daha iyi planlarım var” İşte tam bu noktada Yusuf’ta ki ipler koptu. Hırsla Yiğit’in yakasına yapışıp onu kendine çekince, Yiğit’in ayakları yerden kesilmişti. Hayır Yiğit kesinlikle kısa boylu bir adam değildi. Ama karşısında ki bu adam da normalden oldukça iri yapılıydı. Bir öküzü tek seferde yere serecek güç var gibiydi. “Seni o planlarına gömerim” dedi Yusuf dişleri arasından. Kendine hakim olmaya çalıştığı, hızla nefes alışlarından belli oluyordu. Eğer biraz daha öyle dururlarsa Yusuf, Yiğit’i tek bir soluğuyla hakkın rahmetine ulaştıracak gibi duruyordu. Selim ve Uğur Yusuf’un koluna girip, Yiğit’i kurtardı. Yiğit afallamış bir edayla elini yakalarına atınca, Suay göz yaşlarını silip, Yusuf ağabeyine işte bu bakışı attı. Beyza ise öfkeli bakışlarını dikmişti. Tamam Yusuf Asaf'ı da seviyordu ama Yiğit’e kimse dokunamazdı “Barış Yiğit’i götür.” Uğur’un yüksek sesle söylediklerine karşın Barış hemen Yiğit’i kolundan tutup, çıkışa doğru ilerletti. Burada kalsa ne olurdu bilmiyordu ama bu adamın öfkesinden tırsmamış değildi. Ama yinede altta kalmamak için, arkasına dönüp “Biz evlendiğimizde o planlara kim gömülecek göreceğiz Yusuf Asaf Özdemir” diye bağırdı. Yusuf bir adım öne gidiyordu ki kolundan tutulunca kımıldamadı. Ama “Ula senin belanı s... “ diyecekti ki Uğur hızla ağzını kapadı. Ağız tadıyla sövememişti bile. İnci hastanede, Çakır o itin elinde, perişan halde olmasında ne olsundu. Nefes dahi alamıyordu artık. “Ula tutma beni “ dedi hırsla kolunu çekerken “He tutmayayım da öldür, sayıyla mı veriyorlar lan sizi bana “ Uğur’un öfkeyle söylediklerine karşı onu kenara itip kalktığı yere geri oturdu. Uğur ise yanına gidip eline uzattı. “Uğur bu arada ben konuşmuştuk” dedi ters ters. Yusuf onu hiç umursamadan elini sıkıp gözlerini yine kapıya dikmişti ki bu defa Selim “Bence ben de bir selamı hak ediyorum ayrıca İnci tipim değil bilmeni isterim” diye söylendi elini uzatırken. Yusuf elini sıkıp, “Yusuf Asaf” diye tanıttı kendini “Selim” “Biraz gergin duruyorsun askerlikten kalmamı” Selim’in sohbet etmek istemesine karşılık vermeyince, Uğur da tıpkı Yusuf gibi yere oturup “Hayır geri zekâlı sevdiği kızı vurmuş” dedi. Selim sen nereden duydun temalı bir bakış atarken “Beyza öttü” diye cevapladı onu. “Nasıl oldu peki “ bu soruya karşılık Yusuf elini yere hızla vurup “Allah kahretsin bende bilmiyorum. Bir an ya bir an gitti hedeften uzak kaldığını yaklaşacağını söyledi... “ diye söyleniyordu ki, Uğur kendinden emin bir şekilde “Yaklaşmakla kalmadı inine girdi öyle değil mi” dedi. “Onu vurduğum da terörist kıyafeti vardı üstünde cinsiyetini dahi seçemedim zaten koluna hedef almıştım bir an da dönünce.. “ Yusuf Asaf’ın boğazı düğümlendi tekrardan. Derin bir nefes alıp kısa bir süre yumdu gözünü. “Biz sizin kadar ayrıntı eğitime tabi tutulmadık. İnci’nin aranızda bulunması ters bir durum olmuş. Bunun da sorumlusu sen değilsin” Selim’in söylediklerine karşı kafasını ağır ağır salladı. Her defasında İnci’nin orada bulunmaması gerektiğini söylüyordu. Ama gel gör ki asla dinlemiyorlar, kızı belanın tam ortasına atıyorlardı. “Sıkma canını” “İki gündür kafama sıkmamak için zor duruyorum. Nasıl yaptım bunu aklım almıyor. Birde uyanmıyor ya sanıyorum ki bana küs ondan açmıyor gözlerini” koridorda ki herkes bakışlarını yere eğdi. Aslında bu da doğru bir tespitti. “Daha önce iki kez vuruldu. İkisinde de aynı durum oldu” Uğur’un telkin edici dostane tavrına karşı ellerini dizine vurdu Yusuf. Bu adamın samimiyeti sahici gelmişti “Uyuyunca uyanmak istemiyor nedenini bizde bilmiyoruz “ Selim buruk bir şekilde konuşunca Beyza da yanlarına eğilip oturdu. Üzerinde ki beyaz takımın kirlenmesini umursamadan sevdiği adamın yanına hem de “Kendi adına konuş Selim kişisi” “E anlat da bilelim” “Güzel bir çocukluk geçirmemiş. Dayaklar hakaretler... Ne zaman dayak yiyeceğini bilse uyurmuş. Bir savunma mekanizması olmuş bu durum. Çocukluktan kalma bir travma” Yusuf duydukları ile daha ne kadar yıkılabileceğini düşündü. Tam bir şey diyecekti ki Suay sulu gözlerle tıpkı Beyza gibi kuruldu yamaçlarına “Dayak mı yemiş” Beyza ağır ağır salladı başını. “Kollarında ve sırtında izleri bile var” İşte bu dayanılacak gibi bir şey değildi kendi çocukluğundan utandı Yusuf. Yüzü kızardı, gözleri buğulandı, yutkunamadı... “Ula hangi cani küçük bir çocuğu kıyar” dese de o canilerin kökünü kazımaya yemin etmiş bir askerdi o. En iyi o bilirdi onları. “Aynı yurttan para alıyormuş sanırım ama İnci hiç araştırmadı” Beyza’nın söyledikleri ile Suay bir krize daha girdi. Her söylediği cümle Yiğit’i haklı çıkarır gibiydi. O onca acıyı çekerken ailesi yoktu. Birde aptal gibi Beyza ile aralarında ki bağı kıskanıyordu. Kimdi o ya kimdi... Yerine doğmuş bir kız çocuğu. Kendinden nefret etti Suay. “İnciyi dövsün diye biri para mı veriyormuş” yine başını salladı Beyza. Yusuf ne yapacağını bilemedi ellerini nereye koymalıydı, nefes alsa günah işlemiş gibi mahcup hissediyordu. Elleri hırsla saçlarına girdi yine aynı hırsla çekiştirdi saçlarını. Zaten kısa olan saçlar kafa derisinden çıkacak gibi gerilmişti. Yusuf “Ula ne dün ne bugün yetişebildim bu kız benim ağzıma s*çsa haklı” Uğur “Yusuf abi sakin ol” “Lan ne sakin ol. Normal mi anlattıkları. Ben balla börekle büyürken, İnci’nin çektikleri reva mı lan” “Her konuda kendini suçlama bazen kader deyip geçmek gerekir” Uğur söylediklerinde belki haklıydı ama sevdalı bir gönül incittiği bir tek saç teline bile sızlardı. Ya Yusuf ömrünce aradığı sevdasını kendi elleriyle kana bulamışken nasıl suçlamazdı kendini “Büsbütün suçluyum Uğur büsbütün onsuz kalmayı hakkediyorum ama yapamam. Gülüşü nefesi olmadan yaşamam mümkün değil. “ “Böyle bir durumda ceza çeken sadece sen olmazsın enişte. “ “Beyzama hak veriyorum İnci senden ayrı kalmamak için dünyayı yakar, sen ondan ayrılacaksan da seni yakar” Herkes sustu... Suay ve Beyza’nın göz yaşlarını Yusuf Asaf’ın kederli bakışları arasında sessizce beklediler. Bir süre sonra Beyza ortamdaki eksikliği fark etmiş olacak ki “Yeşim teyze nerede” diye sordu. “Onlar eve gittiler bir kaç eşya alacak. “ iki gündür perişan olmuştu Yeşim hanım. Asla gitme taraftarı değildi ama Suay onu ‘İnci uyanırsa ona giyecek kıyafetler gerekiyor' diyerek eve yollamıştı. Babası zaten perişandı kendini suçluyor, Suay'ın dahi yüzüne bakmıyordu. “Sen hiç gitmedin mi” olumsuz anlamda başını salladı Suay. İlk geldiği dakikadan bu yana ne o ne de Yusuf ağabeyi bir yere ayrılmamıştı. Arif ikisi içinde kıyafet getirmişti. Onun harici ne yemek yemişlerdi ne de bir damla suya ihtiyaç duymuşlardı. “Uyansın diye bekledim uyanır değil mi Beyza” Baya hızla başını salladı. Ortamın gerginliğini almak adına da “Uyanır ya, belli etmez ama o beni sever. Seni çok sevdiğini sanmıyorum ben daha eskiyim neticede “ diye şaka yollu laf sokuşturdu. Ama gerçekte de öyle olduğunu düşünmüyor değildi. Ne de olsa İnci onun can kuşuydu. Tamam sürekli deli ediyor, her deli edişin de onun tarafından dayak yiyordu ama, kardeşti işte. Döverdi dayak yerdi ama küsmezdi. Suay ise hafifçe gülüp omzuna vurarak “Beyza ya” diye söylendi. Onlar kendi aralarında birbirlerini teselliye girişmişken Nisa'yı görünce hepsi ayaklandı. Nisa ise Beyza'yı görüp “Beyza hoş geldin” diye selam verdi. “Durumlar iyiyse hoş gelmiş olacağım Nisa” “İyi iyi merak etme. Bünyesi o kadar sağlam ki o ameliyattan sağ çıkması imkansızdı “Deme şöyle Nisa” Suay elinde ki ıslak peçeteyle gözlerini kurularken söylensede Nisa bunu söylemek zorundaydı. Bir sorun oluştuğunda hasta durumunu aileye vermemek gibi bir sorumluluk, yakın arkadaşı da olsa kabul edilmez bir durumdu. “Size söylemedim ama... “ “Ne” “Ameliyatta kalbi durdu. Bünyesi çok zayıf düştü ama o direndi. “ “Hocam tek tek gelin gün içinde bu kadar bilgi hepimize fazla” diye söylendi Uğur. Yusuf ise elini dizine vurup “Benim İncim ölümün eşiğinden döndü ha.” Dedi koca adam dokunsan ağlayacak moda girmişti. Bu duygusal haliyle Yiğit’e nasıl korku saldığını düşündü Uğur. Baştan aşağı süzdü Yusuf Asaf’ı... Ve evet cevabını üzüm boyundan kalıplı yapısından anlamıştı. Hele o tehditkâr bakışları... İyi de İnci böyle sert adamlardan hoşlanmazdı ki.. O daha yumuş yumuş bir kişilikti. Bunlar nasıl anlaşmıştı acaba? “Yusuf ben senin için bir şeyler ayarladım ailesi burada yokken içeri gir istersen” Yusuf minnetle baktı Nisan’ın suratına. Ama bu sevinci çok sürmedi. Koridorun ucundan onlara doğru gelen Yiğitle tekrar o sınırlı haline bürünmüştü “Onun ailesi burada doktor hanım benim müsaadem yok” bu adam ya yürek yemişti ya da fazla deli cesarete sahipti. Her ikisinde tahammül edemezdi Yusuf Asaf. İki seçenekte de öldürdü adamı. Öyleyse bu adam niye yaşıyordu “Yiğit fazla oluyorsun “ Yusuf’un gerilen vücudundan sinirlendiğimi anlayan Uğur, bir nevi arkadaşını koruyordu ama Yiğit bunu anlamayıp, iki elini birden şaşkınca açarak “Bana karşı onu mu koruyorsun Uğur dostuz sanıyordum” “Dostum olman haksız olduğun gerçeğini değiştirmez Yiğit” “Lan ne haksızı bu kansın kardeşini vurdu İnciyi lan İnciyi. Biz bakmaya kıyamıyoruz adam gidip vuruyor” tam bu noktada iyice öfkelenen Yusuf Yiğit’in yakasına tekrar yapıştı. “Vurdum lan vurdum al silahını sende çek vur beni. Adamsan yap bunu, ama sana yemin olsun yaşarsam kendi ellerimle öldürürüm seni “ sesi ölüm gibi çıkıyordu. Yiğit alayla sırıtıp “İnciye bir şey olursa zaten ölürüm. “ deyiverdi. Yusuf ise duyduğu şeyle onu ileriye savurdu. Uğur Yusuf’un koluna girip “Abi tamam biz gidelim Allah’ını seversen defolup gidelim şuradan” diye yalvardı adeta. Çünkü Yiğit ölse bile susmazdı. “İnciyi ben göreceğim” Yiğit’in bir çocuk edasıyla Nisan’a söylediği şeyle Suay “İki gündür Yusuf ağabeyim bekliyor görmek onun hakkı” “Yusuf ağabeyin o hakkı çoktan kaybetti küçük hanım” Yiğit tüm isyanlara karşı yoğun bakımın önünde duran hemşirenin peşine takılarak, içeri girmek için giyinmeye gitti. Yusuf bu hakkı çoktan kaybetmişti. Yusuf İnci’nin saç teline zarar vermekten korkarken onu ölüm eşiğine sürükleyerek bu hakkı çoktan kaybetmişti. Cezası en sevdiklerinden ayrılmak olacaktı. .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜ oy yorum yapmadan geçtin değil mi |
0% |