@sitarekiraz
|
Selam canolar... Nasılsınız? Ben çok yorgunum. O kadar yorgunum ki bölümü ham olarak atıyorum. Düzenleme fırsatım asla olmadı. Çoğunuz belki dün paylaştığım duyuruda okudu. Okumayanlara özet geçeyim.. Uzun bir süre ara veriyorum. Sebebi derslerimin fazlaca yoğun olması ve beni ruhen çok yorması. Enerjimi sadece derslerime verebiliyorum. Gerçi her gün yurda ulaşmak için çıktığım yokuşta enerji falan kalmıyorda neyse... Sizi daha fazla tutmayayım. Yeni bölüm beklemeyin gelir diye umut etmeyin. Yazabilsem inanın her Allahın günü burada olurdum. Sizide kurgumu da çok seviyorum. Ama yazın haftada iki bölüm atarak telafi edeceğim. Evet yaza kadar ara veriyorum. Ve muhtemelen yazın final yaparım. Sizi çok seviyorum 🌸 keyifli okumalar 💞
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri atla bu evleri de bunları da Göğe bakalım ~Turgut Uyar ~ .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Dünya, hüzün ve mutluluğu içine alan bir gönül yorgunluğudur derler. Hüzün bakidir mutluluk geçici. Hatta yaşlı kurtta bana defalarca ‘Mutluluğa alışma onu yuvan belleyip hüznü terk eyleme’ derdi. Onu hiç anlamazdım. Ama şu an sevinçten ve mutluluktan ayaklarım birbirine dolanırken, etrafa uçuşan beyaz gül yapraklarına baktığım vakit anlamıştım onu. Yani diyordu ki, Hüznü terk edersen, onu unutursan sana kendini acı bir şekilde hatırlatır. Fakat şu an bu bilgiyi pek umursadığım söylenemezdi. Eğer hüznü bu adam için unutacaksam ardından gelen acının ne önemi vardı? Çünkü Yusuf Asaf yanımdaydı. Gerekirse tüm acılara kalkan olurdu. O benim gönlüme ektiğim ilk ve tek fideydi. Onu mutlulukla büyütecektim. Ve günün sonunda gölgesinde dinlendiğim güzel kokulu bir ağaç olacaktı. Yusuf Asaf benim gölgesinde dinlendiğim ağacımdı. Askı da olmayan kolumu usulca açıp gül yapraklarının elime düşmesine izin verdim. Ardından başımı hafif kararmaya başlayan gökyüzüne çevirdim. Tabi gül yapraklarının gökten düşmediğini bir kez daha anlamış da oldum. Yusuf Asaf, ekibi ve Uğur tam dokuz kişi dokuz kova gül.. Bizim binanın en tepesinde duruyorlardı. Neşeli bir kahkaha atmadan edemedim. Çünkü bu Nirvana gibi bir şeydi. Sevilmek, bu dünya üzerinde bir beşer tarafından sevilmek, sevgine karşılık bulmak mucize değilde neydi? “Nayino” sesim biraz duygulu ve kısık çıktığından beni duymamış olacak ki biraz eğildiğini gördüm. Aptal adam düşecekti ama bunu pek umursamadığı yüzünde ki güzel tebessümden belli oluyordu. Kalbi güzeldi bu adamın ruhu tertemizdi. Hâlâ onu hak edip etmediğim konusunda şüpheler duyuyordum. “Nayino lütfen in aşağı düşeceksin “ diye bağırdığımda yüzünde ki tebessüm iyice büyüdü. Ardından uzak mesafelerde olsak bile gözlerini gözlerimden ayırmadan duvarın üzerine çıktı. Evet şuan ölüme bir milim daha yaklaştın nayino. “Beyaz bir gülü kana buladığım için özür dilerim istiridye beni affet” bağırarak söyledikleri ile hemen etrafımı kontrol ettim. Onun bağırmasıyla bir kaç kişi cama çıkmış bizi seyre durmuşlardı. Allah Allah hiç mi sevilen kadın görmediniz arkadaş ne bu merak. “Yusuf Asaf in aşağı” diye bağırdım tıpkı onun gibi. Ama beni dinlemeyip biraz aşağı eğilince elimi gözlerime kapatıp bu düşüş anını görmek istemediğimi belirttim. Tabi düşmedi ama bu düşmeyeceği anlamına da gelmezdi. “Buraya da o sebeple çıktım zaten” gözlerimi hızla açıp ne yaptığına bakınca duvar üzerinde iyice eğildiğini gördüm. Uğur salağı omzundan itse ki yapardı yeri boylardı. Ay kanlar içinde bir nayino görmeye hazır değilim ben. “Ya salak merdivenlerden in düşme sakın” dediğimde komutuma uyarak doğruldu. Endişeme cevap olarak dudakları iki yana kıvrıldı. Dikkatli bakarsak benim onun için endişe duymam hoşun gidiyor gibiydi. Haklıydı onun için endişeleniyordum. “Affettin mi “ dedi yine bağırarak kafamı olumlu anlamda sallayıp “Ettim” diye bağırdım. Duyduğu şeyle kaşları hafifçe çatıldı. Yusuf’u tanıyan biri kaşlarının çatılma sebebini bilirdi. Yusuf Asaf kaşlarını çatıyorsa ,en azından bana karşı, bu öfkeden olmazdı. Yusuf Asaf’ın kaşları bana yalnızca şakasına çatılırdı “Bu kadar kolay mı” diye sorduğunda bu defada benim kaşlarım çatıldı çünkü yine alay ediyordu. Bu durum da bile. Evet bebeğim life like a novel. Ama yinede yaptığı jest fazlasıyla hoşuma gittiğinden bu duruma aldırış etmeyeceğim. Sen kazandın Yusuf Asaf asıl ben sana yenik düşüyorum. “Dokuz kova gül senin başından aşağı düşseydi sen de ederdin. Deneyelim mi? ” sorduğum soruyla dudaklarının iki yana kıvrıldığını gördüm. Ama neşeden uzak bu hareketi daha çok ‘Gözünü seveyim ilişkide rütbeni şaşırma' der gibiydi. Aslında şu an yukarı çıkıp, boynuna atlardım ama her an dedem ya da babam bir yerden çıkabilirdi ve iki türlüde Yusuf için tehlikeli olur gibi duruyordu. Ekip bıyık altı söylediğim şeye gülerken Uğur ve Harun böğüre böğüre gülmekten çekinmeden haykırmışlardı. Yusuf ekibe ters bir bakış atıp bana döndü “Sakın böyle bir şey yapma istiridye gülmeyin lan sizde” Uğur onun uyarısıyla daha fazla gülerken gözlerimi devirdim. Fazlasıyla sinir bozucu olduğu anlaşılıyor mu? Yusuf Asaf duvarda dimdik dursa da ince duvara pek güvenmediğimden “Ay düşeceksin ağır olduysa Uğuru at düşme sakın” diye bağırdım. Uğur ona dokunan cümleyle elini gelişi güzel Yusuf Asaf’ın omzuna koydu. Ardında sinsi bir sırıtmayla bana dönüp “Bak ya ne de seviyor beni canım kardeşim “ dese de Yusuf Asaf'ın önce omzundaki eline daha sonra da sert bir ifadeyle kendine baktığını görünce elini omzundan çekti. Ardından bir kaç adım uzaklaşıp “Kızım bak ağzından çıkan her şeyi yapıyor bu herif bok yolunda gitmeyelim” diyen ince sitemini duydum. Yusuf Asaf onu hiç umursamadan sadece bana odaklansa da gerçekten bu durumun gerçek olabileceğini merak ettiğim için “At şunu Yusuf Asaf “ diye konumlandırdım. Tabi ki atmadı hatta bunu denediğim için bana küçümser bir bakış da atmayı ihmal etmedi. Tamam biraz abartılı bir kişilik sahibi olduğumu kabul ediyorum. Mesela kızlar sevgililerinden çiçek böcek isterler öyle değil mi? Evet kesinlikle hiç bir kız sevgilisinden adam öldürmesini istemez. Garip olan benim, dostlarım. “Geliyorum sakın içeri girme” Verdiği komutla duvardan inip hızla yürüdüğünü gördüm. O gidince ekipte daha fazla durmayıp gitti. Derin bir nefes alıp gözlerimi Zeynep'e diktim. Harika bir bakışla hayran hayran bana bakıyor, arada gözlerini kaçırsa da bir şey söylemek için can attığını seziyordum. Zeynep şahane bir çocuktu. Her ne kadar Yusuf Asaf’ı paylaşamayacak olsak da iyi bir dost olduğu yalan değildi. “Söyle hadi kıvrandın iki saattir” dediğimde gözlerini bana dikip bir ayağını cilveli bir edayla bir ileri bir geri oynattı. Tam zilliydi bu kız. Koyu yeşil gözleri esmer teni ve hanım hanım cilveli hali ona apayrı bir hava katıyordu. Şimdiden gençli gözümde canlanıyor, peşinde koşacak olan adamlara bir tık üzülüyordum. Çünkü bu kız büyüdüğünde fena bir şey olacağa benziyordu. “Balon aldı sana isimleriniz yazıyor şşt sürprizi bozma sakın” kısık sesle söyledikleri ile kahkaha attım. Bana balon almıştı ha. Bir balon dokuz kova gül... Pekâlâ biraz duygulandım. Ay tamam gözlerimden şelale akmak üzere. Neyse ki dokuz kova gül basite alınacak bir rakam değildi. Dokuz kova gül... Kalbim yeniden pır pır olunca binaya doğru döndüm... Binaya döndüm ve elinde iki balonla karşıma çıkan adamla sanki hiç haberim yokmuş gibi şaşkınlıkla tek elimi dudaklarım üzerine örttüm. Bu onun için şaşırdığımın göstergesi olabilirdi fakat ben çok sevindiğim için böyle bir tepki vermiştim. Gözlerim dolu dolu olunca elimi dudaklarımdan çekip, bir adım attım Yusuf Asaf’a “Duygulandın mı yoksa ağlayacaksan gözlerimi kapatırım” söylediği şeyle sahiden gözlerini yumunca sağlam elimle omzuna bir tane geçirdim. İzin vermiyor ki romantik bir anda da ağlayayım. Yok arkadaş adam istiyor ki hep güleyim. “Eşek herif” tek kaşı ‘Öyle mi' der gibi havalanınca elinde ki balonları usulca alıp Zeynep’e verdim. Ardından tekrar ona döndüğümde beni belimden kavradığı gibi kendine çekti. Yüzlerimiz arasında milimlik mesafe varken gülümsemeden edemedim. Kısa bir süre yüzümde bir noktaya kısa bir bakış atıp, başımı göğsüne yasladıktan sonra çenesini başıma dayadı. Tek eli omuzlarımda olan saçlarımı okşuyor öteki eli ise beni sımsıkı sarıyordu. Bu tarifsiz bir duyguydu. Hiç yaşamamıştım böylesi hoş bir duyguyu. Daha önce karşı cinsten pek çok arkadaşım bana sarılmıştı ama bu gibi bir sarılma... Yusuf Asaf bana hiç tatmadığım duyguları yaşatıyordu. Aşk gibi... “Çok seviyorum seni sevgimin bir sınırı yok” aldığım itirafla gözümden bir damla yaş usulca yanaklarımda yol çizdi. Neydi bu? Rabbimin ‘Onca acıyı boşa çekmedin bak bu da mükafatın' demesi miydi? Ne yapmıştım ki ben teheccüd namazında dua mı etmiştim? Ramazandan sonra oruç mu tutmuştum? Hangi sevabıma nail olmuştu bu adam. Gözlerimi fark ettirmeden kuruladıktan sonra bende ona o güzel kelimeyi söyleyecektim ki Zeynep'in mahcup çığlığı ile birbirimizden ayrıldık. “Ya özür dilerim Yusuf ağabey balon uçtu” elleri ağzında uçan balona bakıyor ve durmadan özür diliyordu. İki adet balonun biri usulca süzülüyor dünya gökyüzünde. Kalbimde anlık bir sızı hissettim. Ama bunu küçük bir çocuğu üzmek amacıyla öfkeye dönüştürmedim. Altın renkli sarı balon... Sanki uzansam tutacağım gibiydi ama bu mesafede onu Yusuf Asaf bile tutamazdı. “Bakalım hangisi uçmuş” dedi Yusuf Asaf Zeynep'in elinde ki balonu incelerken. Elinde krem renkli üzerinde minik İnci resimleri bulunan balon kalmıştı. Muhtemelen bana aitti. Tıpkı göğe yükselen öteki balon gibi. “Bir şey olmaz bak İnci ablanın balonu duruyor benim ki uçmuş. Hem bu senin fikrindi zaten erkek adam balonla mı oynar cimcime” Yusuf Asaf’ın gülerek söyledikleri aksine benim içimde ki hüzün büyüyordu. Buna anlam veremesemde o balonu kendi balonunun yanında görmek istemiştim. Kendi balonumun burada yalnız kalması hoşuma gitmemişti “Senin balonun mu uçtu” diye sordum sesimde ki hüznü fark ettirmemeye çalışarak. Önce bir şey demedi ardından Zeynep'in uzattığı balonu alıp bana verdi. Zeynep bana suçlu gibi bakınca ona gülümseyip, gergin olmadığımı hissetmesini sağladım. “İsimlerimiz yazıyordu bu cimcimenin fikri” verdiği cevaba başımı sallayıp Zeynep’in elini tuttum. Balon ikimizin eli arasında sıkışıp kalırken aklım hâlâ sarı balondaydı. Yusuf eğilip Zeynep'i omuzlarına aldıktan sonra Zeynep’in sevinç çığlıklarına kulağımı tıkadım. Bir kaç adım ötemde sesleri geliyordu ama benim aklım hâlâ ondaydı. Son kez başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Yusuf Asaf’ın adının yazılı olduğu balon usulca gözden kaybolmuştu. Muhtemelen bir noktadan sonra basınca dayanamayıp patlayacak ve bir yere düşecekti. Yinede şuan kendi adımın yazılı olduğu bu balonun yanında isterdim onu. Elveda küçük sarı balon sen değil ama sahibin hep kalbimde yaşayacak. Elimde ki balona kısa bir bakış atıp onu da ait olduğu yere, yani sarı balonun yanına gönderdim. Çünkü sarı balon yoksa krem renkli balonun hiç bir vasfı olmazdı. Yusuf yoksa İnci de yoktu. “İstiridye hadi” adımı duymamla uçup giden balonlardan çektim bakışlarımı. Hızla yürüyüp bina girişinde beni bekleyen ikiliye gülümsedim. Zeynep, Yusuf Asaf’ın omzundan inmiş, elini sıkı sıkıya tutuyordu. Bu bir güç gösterisi mi Zeynepçiğim? Pekâlâ sen kazandın. “Geldim” diyerek Yusuf Asaf’ın öteki eline uzanınca Zeynep elime kısa bir bakış atıp, dudaklarını büzdü ve önüne döndü. Ne yani gerçekten nayinomu ona kaptıracağımı düşünmediniz değil mi? “Hâlâ aynı fikirde misin” sağ tarafımda duyduğum sesle ona döndüm. Başımı ne diyorsun der gibi sallayıp “Hangi konuda” dediğimde tek kaşı havalandı. Aha anladım şu konu. Kendimi gülmemek için zor tutarken önüme dönmemle, “İnci “ adımı seslenmesi bir oldu. Tamam bugün evliliği hak ettiği konusunda hem fikiriz. Ama ben de çantada keklik değilim ki? Keklik miyim ben? Bence değilim. “Ay tamam otuz yaşıma kadar uygun bir koca adayı bulamazsam seninle evlenirim” hahlar gibi bir gülüş çıktı ağzından. Elimi sıkıca tutup beni kendine biraz daha çekince, erimedim değil. “Uygun bir koca adayı bulduğunda onun yaşayacağını sanman” kendimden emin bir gülüş koptu dudaklarımdan. Tek omzunu havaya kaldırıp en şirin bakışımı attıktan sonra usulca yanına kıvrıldım. “insan kendi canına kıyar mı nayino” tepeden yüzüne baktığımda hayran bir bakış yakaladım gözlerinde. Yüzünde ki ciddiyet yavaş yavaş yerini sevgi ve ilgiye bıraktı. Yusuf Asaf bana karşı koyamıyordu dostlarım. Bunu bu bakıştan anlamıştım. Tek elini omzuma dolayıp göğsümde duran yaralı omzumu incitmeden baş parmağımı usulca tuttu. Ardından işaret parmağı ile dairesel hareketlerle parmağımı sevince bir ürperti gelse de geri çekilmedim. “Fazla yakın duruyorsun yanımızda çocuk var” kulağıma fısıldadığı şeyi başta idrak edemeyip gülümseyince, burnunu yanağıma sürtüp “Ama istersen yukarı gönderebilirim” diye fısıldadı. Ne? Ay hayır Zeynep burada kal çocuğum. Ay hayır babam var benim. Camide imam dedem var. Çiçeği burnunda abim var. Tüfekli annem var. Yetişin a dostlar kalpten gideceğim. Bu heyecan bana fazla. “Ay Zeynep yavrum gel biz gidelim Yusuf ağabeyin sınırları çok zorluyor” Hızla kolu altından çıkıp Zeynep'in elini tutacaktım ki çok yumuşak bir hareketle bileğimi kavradı. Kalbime kalbime oynuyor zalımın oğlu. “O sınırları işgal edeceğim istiridye ama önce bir küçük kabul etme işi var” tam ensemde hissettiğim sesiyle küçük bir tebessüm kondu dudaklarıma. Yüzümü ona dönüp, “Farzet kabul ettim ne olacak” dudakları iki yana doğru kıvrıldı. Yanımızda ki küçük hanıma bir bakış atınca da elimi bırakmak durumunda kaldı tabi. Ardından Zeynep'i önüne çekip iki elini kızın kulağına bastırınca gelecek şeyi az çok tahmin etmiştim. “Sabahına yıldırım nikahı gecesine... “ elimi dudaklarına bastırıp, utançtan ve şaşkınlıktan olsa gerek büyüyen gözlerimi yüzüne diktim. Ardından elimi dudaklarından çekip şaşkınlıkla kendi dudağıma bastırdım. “Ay terbiye yoksunu bu adam” ilk şaşkınlığı üzerimden atınca söylediğim şeye kahkaha attı. Komikti gerçekten, sevgili nayino beyim benimle ne hayaller kuruyor hakim bey. Babacığım, Dedeciğim burada yargı sizsiniz, tez başı vurula. “İmam nikahı diyecektim fazla fesatsın” tabi canım temalı bir bakış atıp hızla merdivenlere yöneldim. Arkamdan sesli kahkahası duyuluyordum ama pek oralı olmamaya özen gösteriyordum. En nihayetinde eve girip çaktırmadan odaya kapandım. Çünkü bu heyecan ve yumuş yumuş halim Beyza tarafından fark edilirse büyük dalga konusu olurdu. Bir müddet en azından masaya çağırılana kadar uyusam fena olmazdı. .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Gerginlik... Eğer şu an yaşadığı bu duygu bir insan olsaydı şüphesiz bu Ufuk olurdu. Gerginliğinin sebebi elbette Engin hocasıydı. Adam bir virüs gibi tüm hayatına işlemişti resmen. Şu an burada bu koltukta iki büklüm oturup Engin hocasının onu tanımaması adına bildiği tüm duaları okuyor, bir yandan da Yusuf komutanının delici bakışları altında soğuk terler döküyordu. Anlamıyordu Ufuk farklı zamanlarda iki kişinin nefretini almayı nasıl başarmıştı. Üstelik bu ikili baba oğuldu. Acaba elleri öpülesi mübarek ninenin ahı mı vardı üzerinde. Üstelik kötü bir şeyde dememişti. ‘Hay senin anayın çanağına' demişti. On altı yaşında bir genç için çok normal bir cümleydi bu. Elleri öpülesi mübarek nine argo sevmiyorsa bu onun suçu değildi ki. “Komutanım boncuk boncuk terledi bu” dedi Zeynel Yusuf Asaf’a hitaben. Ekibin gözü Uğurun hal ve hareketlerindeydi. Bu günü nasıl kurtaracak dahası Engin Bey onu tanıyacak mı? Hadi tanıdı tepkisi nasıl olacak? Hepsi pür dikkat yaşanması ani olan kaosun peşindeydi. “Engin Reis’in gazabı büyük olur terlemesi normal” Yusuf Asaf’ın sırıtarak söyledikleri ile Ufuk iyice gerilirken, lisede aklına gelen dayak resitali ile sert bir şekilde yutkundu. Ufuk artık yirmi beş yaşında, kendine göre iri yapılı bir adamdı. Bir bombayı göz kırpmadan imha edecek cesareti de vardı. Ama iş ki Engin hocasına gelince dut yemiş bülbüle dönüyordu. Ufuk halı desenlerine iyice odaklanmışken bir ses duyuldu odadan. Sertçe yutkundu Ufuk. Çünkü bu sert adım sesleri bile tanıdık geliyordu. “Yeşim ula çalayruk kapiyi niye açmaysiz” Engin bey tüm ihtişamı ile odaya girerken odaya şöyle bir baktı. Sekiz adam vardı içeride. Sekiz ayak ve haliyle sekiz kokuk çorap. Ellerini burnuna götürüp abartılı bir sesle “Uuuh bu nedu böle kokmuş bura çorap” diye sızlanırken camı açmayı da ihmal etmemişti. Ufuk ise biraz korkudan çokta da gözünde canlanan hocadan dolayı kafasını yerden kaldıramamıştı. Engin camı açtıktan sonra ekibe kinayeli bir bakış atıp “Ula askeriye değil bura biraz tertip düzen...en önemlisi hijyen” dedi kendine has konuşma tarzıyla. Ekip tertip ve düzen denince gülmek istedi fakat, Engin beyin belinde ki kemer hepsine göz kırparken ve Ufuk'un mahzun durumuna düşme niyetinde olmadıklarından sustular. “Hoş geldin Baba” dedi Yusuf Asaf ayağa kalkmaya yeltenirken. Lakin Engin bey yanına gelip, omzuna babacan tavrıyla iki kere vurdu. Oğlunun ayağa kalkmasını onunla karşı karşıya gelmesini sevmezdi. Hoş gördük evlat ayağa kalkma roller şaşay” Yusuf babasının boy imasını anlayınca gülümseyip yerine sinerken, “Estağfurullah Reis” demeyi de ihmal etmedi. Neticede babasıydı. Üstelik bir kaç santim uzundu babasından, onu da antrenmanlara borçluydu. “Hani gelinim nerededur” Engin bey oturur oturmaz İnciyi sorunca, Yusuf Asaf bıyık altı tebessüm etmeden duramadı. İnci ve gelin... İnci Yusuf’un gelini olacaktı. Allayıp pullayıp kendine gelin edecekti onu. Kendi gibi güzel bir yuvası olacak, yuvada minik İncileri dolaşacaktı. Yusuf bunun olması için her gün dua ediyordu. İnci, Yusuf dualarının baş kahramanı olmuştu. “İnci senin gelinin değil Engin” odaya girip, Engin beyin yanına oturan Yılmaz beyle, Ekip ayağa kalkacaktı ki Yılmaz bey elini kaldırıp! “Rahat olun. “ emrini verdi. Adam o kadar otorite sahibiydi ki rahat olun derken bile emri sonuna kadar hissettiriyordu. “Ayrıca kardeş onlar ne evliliği nikah bile düşmez” Yılmaz beyin söyledikleri ile Engin bey kocaman bir kahkaha attı. Yusuf ise omuzları gerilmiş bir vaziyette “Nasıl anlamadım” diye bir soru yöneltti. Tabii ona yönelen sert bakışla buna pişman olmuştu. Yılmaz bey dişleri arasından “Fazla meraklısın Yusuf efendi” diye fısıldadı. Artık Yusuf Asaf’a da halı deseni izlemek düşmüştü. Ekip bıyık altı bu duruma sırıtırken Engin bey oğlunun mahcubiyetine dayanamayıp, “Ula senin kızi Asuman doğurmadiysa bir sakinca yok sence var mı oğlum” dedi. Peki Yusuf buna nasıl cevap verecekti. Usulca kaldırdı başını, önce babasına ardından komutanına baktı. Babası tarafından bir sakınca yoktu. Hatta evlenmedikleri her gün işkenceler olarak geçiyordu. Haklıydı da... Ama ya komutanı... Ah işte o kısım daha büyük bir zelzeleydi. “Var mı Yusuf Asaf “ diye sorusunu yeniledi babası. Yoktu... Ama bunu Yılmaz komutan karşısında söylemekte büyük bir sorun teşkil etmiyor değildi. “Var mı komutanım” Arif'in sorduğu soruyla ters bir bakış attı Yusuf Asaf. Ama Arif pek oralı olmadı. Fakat Zeynel Yusuf Asaf'ın kulağına eğilip “Yani siz kardeş misiniz komutanım öpmedin inşallah” Yusuf Asaf duyduğu şeye kızarırken sert bakışlarını Zeynel'e çevirip “Zeynel” diye fısıldadı. Zeynel aldığı uyarıyla Ufuk'a katılıp halı desenini izlemeye koyuldu. Fakat Arif’in bunu pek taktığı söylenemezdi. Alaylı bir tebessümle “Cevap mühim komutanım” dedi. Yusuf Asaf ona ne derse desin susmayacağını bildiği için es geçti. Dünyanın en gamsız adamıydı o. Nerede ne diyeceği belli olmazdı. Garip bir kişiliği vardı, boşboğazdı falan ama severdi Yusuf Asaf. En güvendiğim adam da oydu en nefret ettiği adamda. Bakışlar hâlâ Yusuf Asaf’ta sabitken odaya hızlı bir giriş yapan Dursun dedeyle hızla ayağa kalktı. Dursun dede hızla odaya bakıp duruyor arada bir de kalbini tutup derin soluklar alıyordu. “Hoş geldin Dursun dede” dedi Yusuf Asaf. Dursun dede elini kalbine iyice bastırıp, derin bir soluk aldıktan sonra, usulca kendini koltuğa bıraktı. “Dede” Yusuf Asaf'ın dikkatleri üzerinden çekmek adına yaptığı ilgi Show’unu odada bir kaç kişi anlayıp bıyık altı güdü. Yusuf komutanlarının bu denli stres olması, ekibe gülünç gelmişti. Normal zamanda mermiye kafa atan adam, babası ve komutanı arasında kaldığında gerçekten seyir zevki veriyordu. “Ula Uğur Allah seni bin beterden saklasın aklım çıktı çoparin oğli” Dursun dedenin söylediklerine karşılık Uğur sevinçle “Müthiş bir şey adam korkudan kalp krizi geçirmek üzere ama bana hayır duası ediyor. İmam olmak böyle bir şey mi” Uğur bir türlü bu yaşlı ihtiyarın ağzından kötü bir kelâm duyamamanın verdiği şaşkınlıkla konuşuyordu ama bir yandan da hoşuna gitmiyor değildi. Yaşlılardan nefret eder onlarla konuşmaya tenezzül dahi etmezdi. Fakat bu yaşlı ihtiyarın sohbeti onu keyiflendiriyordu. Ve herkes bilirdi ki Uğur sevdikleri ile uğraşırdı. “Yeşim getir tüfeğini vuracağim bu eksik akilliyi” Dursun dedenin celallenerek söyledikleri ile Yusuf Asaf omuzlarından tutarak sakinleştirmeye çalıştı. Dursun dede hep sakın kanlı bir adam olmuş kimseye kötü bir kelam etmemişti. Ama bayramlık ağzını açacağa benziyordu. Ya da Uğur bunun için uğraşıyordu. “Ne oldu “ Yılmaz beyin merakla sorduğu soruya karşı, Dursun dede elini başına koyup derin bir nefes aldı. “Ula bu it bana Enginle Yılmazın kavga ettiğini söyledi. Korkudan aklım çıktı olacağuduk maskara” Engin az önce edilen kavga sebebiyle bıyık altı gülerken, Yılmaz “Şöyle otur baba” diyerek onu koltuğa oturttu. Sese gelen hanımlar arasından Yeşim hanım ise elindeki merdaneyle Uğur’un koluna bir tane geçirip “Oğlum senin derdin ne niye uğraşıyorsun babamla “ diye celallendi. Uğur acıyan kolunu tutup, büyük bir coşkuyla “Ne kadar uğraşırsam o kadar dua ediyor. Adamda küfür yok, bir kere anama sövse rahat edecek ama” dedi. Ona göre süt dilli bir adam küfür edemediği için içine atardı. İçine atarsa hasta olurdu. Ve Uğur hasta ihtiyarlardan nefret ederdi. Yanında ki herkes dipçik gibi olmalıydı. Yoksa nasıl şaka yapsındı. Ona da yazıktı yani. “Tövbe estağfurullah oğlum analar kutsaldır küfür edilir mi hiç” Dursun dedenin söyledikleri ile Engin bey derin bir iç geçirip “Benim bir öğrencim vardı dersten kaldı diye anama sövmüş... Ula bir zoruma gitti. Dedim ki kendi kendime ‘Ula Engin sen kime sövdünde senin anana laf geldi' içim yandı ha zoruma gitti” ortamda derin bir sessizlik olurken, Yusuf Asaf babasının hüznüne ortak olup sert bakışlarını Ufuk'a çevirdi. İşte tam bu noktada Ufuk içinde derim bir üzüntü hissetti. Dilini koparıp atmak geldi içinden ama bunu onun yapmasına gerek yoktu, çünkü Özdemir ailesi onun için seve seve yapacağa benziyordu. “Öyle ya kötü söz duyuldukça yayılır, hani bir laf vardır, ‘Et kokmasın diye tuzlanır' derler. İşte bizim sözümüz o ete bulanan tuzdur. Çevremizdeki insanlarda, kokmaya meyilli et. Senin dilin ne konuşursa kulağın onu işitir. Sakın ola duyduğun zaman kaldıramayacağın lafları konuşma.” Haklıydı Dursun dede. Ufuk ayıp etmişti. Kendini de bir anne doğurmuştu. Aynı laf onun annesine dense kıyameti koparırdı. “Anlamadım ben şimdi suçlu Ufuk mu Engin Baba mı” Arif’in bile isteye söylediği şeyle Engin Bey usul usul yüzünü ona döndü. Ufuk ismini duyunca bile yüzü sinirden kızarmış ani bir öfke ile ayağa kalkmıştı. “Ula sen o hıyarı nerden bileysin” Arif önünde durarak gizlediği Ufuk'u geri çekilerek görünür kıldı. Bu gün başkasının anasına söven yarın onun anasına söverdi. Arif bunu riske atamazdı. Gerçi o annesine çok düşkün değildi ama... Her neyse onunda bir sınırı vardı işte. Kimse anasına bacısına özellikle kalbinde ki uçağın pilotuna sövemezdi. Uçak demişken Nisası neredeydi? “Ula” Engin bey birini tanımış ama çıkaramamış gibi anlamsız bir sesle homurdandı. Ufuk sert bir şekilde yutkununca, Engin beyin gözü öne gelen anılarla ona doğru bir adım attı. “Ula “ İşte tam bu noktada Ufuk hemen ayağa kalkıp üçlü koltuğun arkasına atladı. Engin bey hâlâ olayın şaşkınlığı ile onu seyrederken o çoktan açıklama moduna geçmişti “Hocam açıklayabilirim” dedi telaşlı bir sesle. Ki bunu on yıl öncede çok kez söylemişti. Sonuç asla açıklayamamıştı. Engin bey olayın şokundan çıkıp, öfkeli bir bakış attı Ufuk'a “Ula on senedir aynı terane açıkla lan” söylediği şeyle Ufuk tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki aklına mantıklı hiç bir şeyin gelmemesinden ötürü, mahcup bir tavırla hocasının yanına gitti. Zaten şimdi hocasından dayak yemese yarın komutanı... Neyse kötü konuları açmamalı ki başına gelmesin. “Hocam ben kulağımı şöyle uzatayım hatta siz hiç zahmet etmeyin ben kemeri de veririm” dedi oldukça sakın bir ses tonuyla. Engin bu sakinliğe şaşırırken “ne oldu la” demeyi de ihmal etmedi. Sürekli özür dileyen, hocam affedin diye ayağına kapanan çocuğu böyle görmek şaşırtıcıydı. Engin hiç bir öğrencisine psikolojik şiddet dahi uygulamazdı. Eli ağır bir adamdı, vurduğu zaman adamın amel defterini kapatırdı lakin Ufuk'a asla sert vurmamıştı. Hatta Ufuk bir keresinde arkadaşlarına ‘Oğlum saçımdan kavradı beni duvara vurdu. Duvarın canı daha çok acımıştır, hele saçım anam okşadı sandım öyle kibar dövdü beni.’ Dediğini bile duymuştu. Kıyamazdı ki o. Hepsi yavrusuydu. Yusuf’a tek bir fiske dahi vurmamıştı. Tamam kabul kulağını çok çekmişti ama onda bile yavrusunu incitmekten kaçınmıştı. Yusuf Asaf, Engin’in değerlisiydi o oğluna hiç doymuyordu hiçte doymayacaktı. “Şimdi sizden dayak yemezsem askeriyede Yusuf komutanımdan kurşun yerim” dedi Ufuk. Şüphesiz Engin hocasının şefkatli ellerinden dayak yemeyi seçerdi. Yusuf komutanı mı? Tövbe bismillah. “Ufuk ben sana bir vakit erkekliğin yüzde sekseni kaçmaktır dediydim hatırlıyor musun? “ Engin’in ona bir adım yaklaşarak söylediği şeyle derin bir nefes aldı Ufuk. İşte şimdi başlıyordu. “Evet hocam” dedi oda bir adım geri atarak. Bu işim sonu hiç iyi bir noktaya gitmiyordu. “O sayı yüzde doksana çıktı evladım arkana dönmeden kaç” Ufuk tek saniye düşünmeden hızla üçlü koltuğun arkasında yerini aldı. Engin hocası kovaladı o kaçtı. Engin hocası kovaladı o kaçtı. Bu böyle ne kadar devam etti bilmiyordu fakat en son hocası derin derin nefes alarak durunca “Hocam Allah’ta bin belamı verseydi de açmasaydım o gün ağzımı. Merhum ananızın ellerinden öpeydim saçlarına yıldızlar takaydım da küfür etmeyeydim” direkt açıklama yapmaya kendini aklamaya çalıştı. Engin bey derin bir nefes alıp oğluna baktı “Sana küfürü yasaklamıştım sövüyor mu hâlâ Yusuf Asaf” dedi Yusuf Asaf başını iki yana sallayarak, “Yok sövmüyor” diye gerçeği belirtti. Lakin bu Engin Beyi daha da öfkelendirerek “Benim anama niye sövdün o zaman lan” söylenmesine neden oldu. Anlıyorsunuz değil mi Ufuk ya bu adamdan ya da Yusuf Asaftan çekecekti. Ve görünen o ki, Ufuk ikisinden de ayrı ayrı çekecekti “Komutanım aman hocam kırk dokuz da bıraktınız beni üstelik ikinci sınavdan atmış almıştım elli elli girmişsiniz o sene edebiyat dersinden kurtarmaya kalmıştım” Ufuk yeniden açıklamaya başvurunca Engin tekrar durup “Geçtin mi” diye sordu. “Hocam annem gelip özür dilemişti ona hürmeten geçirdiniz” bu söz Engin beyin daha çok sinirlendirdi. Çünkü az önce Dursun babanın söylediğine biyaden o kimseye kötü bir kelam etmemişti. Onun anasının ne günahı vardı. “Bak görüyor musun Yusuf ben annelere ne kadar saygılıyım” dedi kinayeli bir sesle. Yusuf Asaf da aynı sert sesle “Öyle reis” diye konuştu. “Ama Ufuk öyle mi” dedi Engin aynı korkutucu ama babacan sesiyle “Değil reis” Yusuf’un verdiği cevapla Engin kısa bir süre düşünmeye koyuldu. Anlaşılan o ki Ufuk hıyarı Yusuf’tan çok korkuyordu. O zaman onun kıyamadığı için yapmadığı ne varsa oğlu yapardı “Senin görevin Ufuk’u zorbalamak evladım sana baban olarak emrediyorum Ufuk’u adam edeceksin” dedi tek nefeste. Yusuf Asaf’ın dudakları iki yana kıvrılırken şimdiden bu işten zevk almaya başlamıştı. “Başım üstüne reis” cevabını verdi. Ufuk ise hemen komutanı yanına gelerej “Komutanım Engin hoca dövsün ben razıyım” diye yalvarmaya başlamıştı ki, “Otur Ufuk” emriyle yerine sindi. Erkek adamdı neticede gururu yeterince kırılmıştı. Şimdi Yusuf komutanını sinirlendirip kalan gururunun onu terk etmesine sebep olamazdı. “Emredersiniz komutanım” demekle yetinse bile o da özünde çok üzgündü. Çünkü Engin hocasının annesi ne kadar mübarek bir insanmış ki en küçük bir sövgüyü bile hemen oğluna aktarmıştı. Ortalık durulup, beyler kendi arasında konuşmaya başlayınca az önceki yaşanan karşılaşmayı kimsenin umursamadığı aşikardı. Hanımlar kendi meşgalelerinde beyler kendi gündemi telaşında yemeği bekliyordu. Ortamdan soyutlanan iki kişi vardı. Ufuk ve Yusuf Ufuk hocasını görmenin verdiği mahcupla, Yusuf’ta konu tekrar ona dönmesin diye susuyordu. İnci geldi geleli babası ve Yılmaz komutanı arasında ki çatışma daha da çok büyümüştü. Ona göre bu konular lüzumsuzdu. Çünkü İnci zaten onuncu... Buna kim engel olurdu ki? Yılmaz komutan mı? O Yusuf’u iyi bilirdi. Yusuf’un karşısında durulmayacağını gözü karalığını em iyi bilenlerden biriydi o. Lakin gel gör ki kızını yeni bulmuş olmanın rehaveti ile ikisi arasında ki bağı görmek istemiyordu. Bunu anlardı Yusuf. Ama İnci ile kardeş yakıştırmasını... Asla. “Yemek hazır Suay İnciyi uyandır yemek yesin” dedi Yeşim hanım. Az önceki gerginliğin bitmesine seviniyor ve maaile sofrada olmak istiyordu. İlk kez bu sofrada kızı da yer alacaktı. Her zaman herkes olurdu ama o olmazdı. Şimdi herkes vardı kızıda dahil. “Fazla yorgun oluyor onun için yemek götüreyim” dedi Suay. Yeşim hanımın başı biraz anlayış biraz da hüzünle onayladı Suayı. “Sen dur müstakbel kocası dururken sana fışkı yemek düşer” Engin’in inatla söylediği şeyle odada herkes bıyık altı gülerken, Yılmaz komutan “Engin” diye homurdandı. Engin bey ise “Ne Engin. Ula çocuklar aşk aşk diye bağırıyor gözün mü kör kulağın mı sağır. “ diye fırça çekti. Yılmaz bu defa onu umursamadan cevabını bilse bile Yusuf’a dönüp, “Yusuf Asar ne diyor bu adam” diye bir soru yöneltti. Yusuf Asaf oturduğu yerden dikleşip, gayet sakın bir ses tonu ile konuşmaya başladı “Komutanım... “ dedi ve sustu çünkü sakın gibi dursa da değildi. Komutanım kelimesinden sonra konuşmazdı. Ne diyecekti... İnciyi seviyordu evet. İnci de onu seviyordu... Harikaydı. İmam bir dedeleri de vardı ikisi de Türk’tü ve dolayısıyla TC kimlik kartları da vardı. En yakın nikah dairesinden gün almak dururken, neden hâlâ boş lakırdılarla zaman harcanıyordu. Yusuf derin bir nefes alıp cümlenin devamı getirecekti ki, sağ tarafından bir ses yükseldi. “Öpüşmediler ben mani oldum” Bu ses... Ortamı kısa bir süre sessize aldıran bu ses... Kime mi aitti.. Bakınız işte cevabı “Onur... “ diye fısıldadı Zeynel acı bir sesle. Ardından Arif “Onur... “ dedi Zeynel'in ses tonundan farksız bir sesle. Ve şüphesiz Onuru ayağa kaldıran tek ses onun sesiydi. Kimin mi? “ONUR! “ Yusuf Asaf’ın tüm odayı saran sesi ile herkes kendine gelirken Onur sertçe yutkundu. “Ben onu dışımdan mı söyledin” demeyi de ihmal etmedi. Ve evet sanırım bu kaşlar onu dışından söylediği için çatıktı. Allah’ta kahretmesindi... “Onur Onurunu ve gururunu hiçe sayıp kendini camdan at “ dedi Arif. Haklıydı şu an ona dönmüş sert bakışlardan kurtulma yolları bir ve iki Bir: Ölmek İki: Ölmek Yani daha iyi bir tercihi olan varsa buyurun. “Mani oldum derken sen böyle bir şeye yeltendin mi” Yılmaz beyin sorusuna cevap vermeye yeltenmişti ki, İnci odaya girip “Ne bu gürültü uyumak istedim uyutmadınız” diye söylendi. Sabahtan beri sessizliğini koruyan Beyza ise hemen İnci’nin yanına koşup “Yusuf Asaf seni mi öptü” diye sevinçle bağırınca İnci telaşla “Yok daha ay vallahi öpmedi” diye açıklama yapma gereği duymuştu. Zaten de uykuluydu zaten de yaralanmıştı. Ay bu oda da çok kalabalıktı niye herkes ona bakıyordu. “Daha? “ Yılmaz komutan İnce’den duyduğu şeyle iyice şok olurken omuzlarının düştüğünü hissetti. Sanki biri kızını sağ omzundan çekiyordu. O ki şüphesiz Yusuf'tu. Halbuki o henüz doymamıştı yavrusuna. Bu ne aceleydi? “Babacım şimdi şöyle... “ İnci kendini açıklayacaktı ki, Yusuf Asaf ayaklanıp İnci’nin yanına geldi. Dimdik durdu komutanının önünde. Derin bir nefes aldı ve başını bir milim yere eğdi. “Ben İnciyi seviyorum Yılmaz komutanım “ “Ve sende bilirsin ki ben vazgeçmem” Yusuf Asaf’ın dudaklarından dökülen sözcüklerle odada derin bir sessizlik hakim oldu. İnci’nin dudakları usulca iki yana kıvrılırken doğru adamı seçtiğini anlamanın verdiği gururla bakıyordu Yusuf’a. Yusuf ise odadaki sessizliği daha fazla izlemeden ayrıldı oradan. İşte aşk bu ikili için böyle bir şeydi, başlangıcı yoktu sonu da olmayacaktı. Çünkü onların ipi ezelden düğümlüydü. .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Mucize; Kelime anlamı, akıl yoluyla açıklanamayan, bu yüzden de Tanrısal bir güç tarafından yaratıldığına inanılan doğaüstü olay. Yusuf Asaf başlı başına bir mucize. Kalbime aynı anda milyar tane yıldızı yerleştiren adam... Tek sözüyle beni hatta herkesi şok edip ardından ceketini alıp çıkmıştı. O olayın üzerine minik bir homurdanma yaşansa da herkes yemek masasında sessizce yemeğini yemiş ardından da kalkmışlardı. Tam iki gün o gürültülü itirafın üzerinden tam iki gün geçmişti. Bu süre zarfında sevgili babam, Yusuf Asaf’ı engelliyor olacakki beni hiç aramamıştı. Kısaca çok özlemiştim... Tam iki günde gözlerimi nereye çevirsem o çıkacak gibi oluyordum. Yani anlamıyorum ben yirmi altı senemi bu adam olmadan gayet güzel geçirmiştim... Ne ara kafein bağımlısı oldum. Her yerde kahve kokusunu duyuyor gibi hissediyor, onu özlediğim her saniye kahve demleyip içiyordum. Ve tekrar belirtmek isterim ki ben kahve sevmem. “Ay İnci boncuğum biraz benimle ilgilensene” yanıma gelen Beyza ile derin bir nefes alıp, önümde ki kahve kavanozunu kapatıp yerine koydum. Bir kaç saniye mutlu olmak istemiştim. Tövbe haşa neydi bu kahvede ki bağımlılık. Anneme kahve diye esrar mı satmışlardı. Ay imdat keş oldum. “Ne yapayım Beyza kucağıma çekip bebek gibi seveyim mi seni” diye söyledim kahveyi tekrar çekip burnuma tutarken. Yok yok bu kahvede bir şeyler vardı ya da ben harbiden nayinomu özlüyordum. İki gün be zalımın oğlu, insan tek bir mesajda mı çekemez. Gerçi bende hiç yazmamıştım. Adam babama beni sevdiğini söylemişti ve ben hiç yazmamıştım. Ölmüş olabilirdi Babam böyle bir şey yapar mıydı? Kesinlikle evet “Fena mı” yanı başımda Beyza tekrar konuşunca bu defa kahveyi iyice uzaklaştırıp, ona döndüm. Yüzünde garip bir ifade vardı... Şey gibi... Merak. Neyi merak ettiği ise henüz belli değildi. Fakat bana sırnaştığına göre bu merak benimle ilgili değildi. Çünkü benim hakkımda bir şeyi merak etmesine gerek yoktu. Yaşadığım her şeyi an ve an tüm ayrıntıları ile bilen tek insan oydu. Bu sırnaşması da genel de ‘Bir bok yiyeceğim yalnız korkuyorum bana eşlik et' demenin kibar haliydi. Derin bir nefes alıp baygın bakışlarım eşliğinde “Ne istiyorsun” diye sordum. Anında cıvıyıp sargıda olan kolumu narin bir dokunuşla okşadıktan sonra “İyi misin” diye sordu. Sorusuyla kaşlarım çatılırken gerçekten sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Başımla onayladıktan sonra karın ağrısını söylemesine izin verdim. “Uğur askeriyeye gitti” e yani sorun bu muydu? Askeriye buradan yarım saat uzaklıkta bir yerdeydi. Oğlunu Diyarbakır’a askere göndermiş anne gibi hüzünlenmeye ne gerek vardı? Anlamsız bakışlarımı yakalamış olacakki “Çok güzel kızlar var demiştin üniformalı falan” diye mantıksız bir cevap verdi. “Yani? “ “Bende merak ediyorum” Hahlar gibi bir gülüşle “Kızları mı” diye sorduğumda sert bir bakışla “Ay hayır salak mısın ne yapayım çırpı bacaklı kızları” dedi. En azından için rahatlamıştı. Yani hâlâ Uğur cinsinden hoşlanıyor olması harika bir şeydi. “Of tamam Uğur’u merak ediyorum gizliden gitsek hem sen de Yusuf Asaf’ı görürsün fena mı” Adını duyar duymaz derin bir nefes alıp gülümsedim. Bu adam benim bağımlılığım olmuştu. Üstelik sigaradan daha tehlikeliydi. Direkt kalbe zarardı ve denilene göre tedavisi de yoktu. Usul usul yavaş yavaş çekiyordu kendine. Kendine? Onun hakkında yalnızca ben böyle düşünüyor olamam değil mi? Kızlar varlar... Beyza’nın dediği gibi çok güzel kızlar var. Üstelik aynı binada gece gündüz birlikteler. Derin bir nefes alıp hafif çatış kaşlarla sağlam elimi masaya vurdum. Ve Beyza’ya “Hazırlan” emrini olağanca sert bir sesle verdim. Beyza iki elini birbirine çırpıp odadan çıkacaktı ki, oda kapısının eşiğinde bize bakan Suayla durdu. Yanından öylece geçip gitmeye yeltendi ama Suay izin vermeyince sinirle geri yerine oturdu. Suay ise yarı kızgın yarı gülmeli bir halde sandalye çekip yanımıza oturmuştu. “Derdiniz ne sizin” bir anda söze girmesi ile Beyza anlamaz baygın bir bakış attı. Muhtemelen az önce bizi dinlemiş ve baskın kararımızı saçma bulmuştu. Pekâlâ onun da zihnini çelerdik. “İkiside sizi çok seviyor, ve bunu sürekli belli ediyorlar. Yusuf ağabeyim babama açıkladı, belki de seni sevdiğini sana bile söylemedi ama herkesin içinde haykırdı bunu. Üstelik babam bu konularda oldukça sertken. Sence başka kızlar umurunda mı İnci? “ Olmazdı... Bundan emindim. Ama çevresinde ki kızları ne kadar tanıyordum ki. Hem baya baya güzeldiler. Yok yok Yusuf Asaf’ın parmağına bir yüzük geçirmek şart olmuştu. Önce bir kız isteme ardından güzel bir nişan... Evlilik mi? Yüzüğü yaktıktan sonra pekte önemi yok gibi. Herkes benim olduğunu bilsin yeter değil mi? “Doğru” dedim kısık sesimle. Ama bu Suaya verilen bir cevap değildi. Daha çok kendimi cevaplamıştım. Kesinlikle parmağına bir yüzük geçirecektim. “Ya Uğur, kızım gözünün içine bakıyor. Bir şey de de yapayım diye. Çocuğa yapmadığın eziyet kalmadı ama hâlâ yanında ve sevgisini üzerinden çekmiyor. Neden anlamıyorsun bu adam seni sen istesen dahi bırakmaz. Sence başka kızlara bakar mı “ Beyza hahlar gibi bir gülüşle elini ‘ geç onları' tarzında salladı. “Bakar Suay ben Uğurun ciğerini bilirim beni ayar etmek ve onu kıskandığımı kabul ettirmek için kaç kadınla bastım ben onu biliyor musun? “ Bastım dediği de ya kızla konuşurken ya da görev esnasında mecburen yakın temas kurarken gördükleriydi. Uğurun başka kadın imaları çoktu, ama bunu fiile döktüğünü hiç görmemiştim. Beyza gerçekten zor bir kadındı. Asla kimseye güvenmez yoğurdu üfler öyle yerdi. Bazen Uğurun neden onun için bu kadar ısrar ettiğini merak ediyordum. Beyza ittiği kadar Uğur çekiyordu. İkili arasında benim bile bilmediğim bir savaş vardı. “Nasıl bir ilişkiniz var lan sizin” Suay’ın haklı isyanı ile bıyık altı gülmeden edemedim. Bunu yaklaşık on senedir sorguluyordum. Onlarınki şiddetli bir geçimi vardı. Öyle anlaşıyorlardı. “Yok.. onun bu huyu yüzüne bizim bir ilişkimiz yok. Ya adam olacak ya da böyle aralıkta süzülecek. İnci nerede benim silahım” Beyza'nın yüksek sesli çığırışı ile elimle kapıyı işaret edip, “Oturma odasında çekmeceye bak...” dedim ardından bize şaşkın bakışlar atan Suaya dönüp, “Korkma hayati yerlerine sıkmıyor” diye bir açıklama yaptım. Dış kapının sesi evin içinde yankılanınca Suay hafifçe sıçradı ve dehşet dolu bir sesle “Şu an burada bir adama suikast planlanıyor ve kız çıktı biz niye hâlâ buradayız “ haklıydı biz neden bu kaostan uzak duruyorduk? “Doğru bunu kaçıramayız koş Suay” dedim ve ayağa kalktım. Ardından aklıma gelen kızlarla Suaya dönüp “Dur Suay sende alsana belki bizimkilerde konuşuyordur bizde sıkarız” diye masumane bir teklifte bulundum. Suay ise teklifimle iyice şoka uğrayarak “İnci bu suç” diye bağırdı. Bu kızla suç falan işlenmezdi. Alman disipliniyle yetişmiş gibi sürekli kuralları hatırlatıp duruyordu. Biraz şeydi... Şey işte... Sıkıcı. “Pekâlâ “ Cevabını verdikten sonra hızla Beyza’nın ardından çıktık. Beyza tuttuğunu koparan güçlü bir karakter olmuştu her zaman. Daha küçük bir çocukken bile, boyundan büyük işlere kalkışır, batıracağını bilse dahi vazgeçmeden o işi yapardı. Yani o silahı eline aldıysa, ve Uğur sandığı gibi her hangi bir dişiyle konuşuyorsa onun için fazlaca geçti... ~Bir Saat Sonra~ Genç adam askeriyenin arka bahçesinde muhtemelen ona verilen görevi layığıyla yerine getirmek için uğraşıyordu. Onu izleyen üç kadından habersiz, biraz sonra başına gelecekleri bilmeden belki de ilk kez ciddiyetle bir iş üzerindeydi. Beyza bu duruma oldukça şaşırdı. Yanında tek bir kız dahi yoktu. Çevrede kamelyalarda oturan bir kaç kadın askerin bakışlarını yakalamıştı fakat, asıl olan Uğurun bakmasıydı. Zaten şaşırdığı yönde buydu. Uğur hiç bir kıza göz ucuyla dahi bakmıyordu. Beyza'nın yanında adeta yalı çapkınına dönüşüyordu. Ama gel görki şimdi muhteşem güzellikte kadınlar olsa dahi bakmıyordu. İnanılır gibi değildi. “E ne oldu şimdi bak kimse yok yanında evrak falan inceliyor adam” dedi Suat haklı olmanın verdiği gururla. Zaten o sadece kendi hakkında fikir yürütemezdi. Ee neticede dışarıdan fikir sahibi olmak kolaydı. “Dur şimdi” Beyza elini gelişi güzel sallayıp, telefonunda bir kaç saniye bir şeyler yaptıktan sonra Uğuru aradı. Uğur tek çalışta telefonu açınca, Beyza derin bir nefes verdi “Alo Uğur” “Efendim gülüm” Uğurun tatlı iltifatına Beyza gülen bir yüzle cevap verse de, Uğurun çapkınlığı sadece onun yanında mı ortaya çıkıyor diye merak duyuyordu. O sebeple geri dönmeden devam etti işine “Neredesin “ “Askeriyede oturuyorum” “Kiminle” Usulca etrafına bakındı Uğur. Dudaklarında ki sinsi gülümsemeyi Beyza uzak mesafeden dahi seçebiliyordu. Uğur elinde ki mavi dosyayı kaldırıp, “Mavi saçlı bir hatunla çay ısmarladı çalışıyoruz” dedi. Beyza derin bir soluk verip, gergince gülümsedi. İşte şimdi onu yakalamıştı. Bu adamın çapkın falan olduğu yoktu sadece Beyza’yla uğraşıyordu. Beyza ise bu tuzağa her seferinde düşmenin öfkesiyle gergince gülüp “Ha ha ha komik adam” diye söylendi. O sadece eğrisi olmayan düz bir ilişki istiyordu. Ama bu adam her seferinde onu çıldırtmayı başarıyor, ve en başa dönmekten zevk alıyordu. “Selin gelsene bu raporlarda eksik var temin etmeni istediklerim bunlar değildi” Hayır hayır yanlış duymuştu. Selin dememişti Selim demişti... Ve yine hayır Uğura doğru yaklaşan sarışın kadın, aslında kadın da değildi. Beyza kısa bir süre önce miyop olmuştu. Gören gözlere salıktı... Ama hayır bu bildiğin kadındı hemde en güzelinden “Peki beraber çalışmaya ne dersin” diye sordu Selin denilen kadın. Beyza dişlerini sıkıp, derin bir nefes aldı. Uğur ise çapkın gülüşünü kadına çevirip, Beyza'ya karşı “Ne derim” Diye sordu. “İstemez sağ ol dersin” Beyza'nın cevabıyla Uğur erkeksi bir kıkırtıyla ayağa kalkıp, Seline doğru yürüdü. Her adımında Beyza çantasında ki silahın omuzlarında yük olduğunu hissediyordu. Adam resmen kaşınıyordu “Hmm ya da... “ dedi tekrar Beyza’nın nabzına oynayarak. Fakat sorusunu Beyza değil Selin yanıtladı “Arşive geçebiliriz rahat olur hem ne dersin” Beyza öfkeyle küçük bir çığlık atınca Uğurun yüzünde ki sinsi sırıtış büyüdü. Zaten Uğur için Beyza ve sinir kelimelerini birleştirmek dünyanın en zevkli işiydi. “Olur derim.. Beyzacım benim küçük bir işim var kapatıyorum iyi günler” işte bu Beyza için son noktaydı. Öyle bir çığılık attı ki Uğur onun burada olduğunu sesinden anladı. Ve tahmin edersiniz ki sinir ve Beyza kelimesi yan yanayken komik dursada, öfkeli bir Beyza'dan herkes korkardı. Öfkeli bir Beyza pimi çekilmiş bir bomba demekti. Öfkeli bir Beyza sinsi bir zehirdi. Öfkeli bir Beyza Uğurun canına zarardı... “Uğur” Ağır ağır ardına döndü Uğur. Az önce telefonda şakayı bir tık abartmıştı. Abo neydi o elinde ki, beylik tabancasıyla mı vurulacaktı... Neyse ki güzel bir ölüm olacaktı. “Beyza” dedi ürkek bir sesle onu yumuşatmayı umut ederek. Beyza burnundan soğuyarak elinde ki silahı iyice sıkıp bir adım yaklaştı Uğura. “Yedim seni Uğur” “Böyle değil Beyza” “Gel buraya” Tam bu noktada Uğur sırayla Suay ve İnci arasında mekik dokuyarak kaçmaya başladı. Beyza’nın hedefi zayıftı. Böyle kaçarsa kurşunu ya kıçından ya da beyninden yerdi... Ama bir şekilde yerdi. Umarım şansı yaver giderdi. “Seni sevdiğimde dokuz yaşımdaydım o zaman anlamıştım her günümün seninle keyifli olacağını. Ama ben iki saklambaç bir körebe oynar bırakırız sanıyordum yemin ederim her Allah’ın günü kovalamaca oynayacağımız aklımın ucundan geçmedi” Beyza hahlar gibi bir gülüşle gülüp silahın emniyetini açınca Uğur İnciye pelesenk olup, “Üstelik silahla kovalamak hayallerim arasında asla yoktu “ dedi bu defada Suaya yanaşırken. Beyza öfkeli bir sesle, “Dur dedim sana” diye bağırdı. Uğur derin bir nefes alıp, daha fazla kaçamayacağını farz ederek tam on adım ilerisinde karşısında durdu. “Durdum bu defa ateş etme” Uğurun kedi bakışlarına göz yumdu Beyza. Çünkü öfkesi çok tazeydi ve iyi bilinirdi ki Beyza çektiği silahın tetiğine basardı. “Bakma şöyle vururum” “Yalan söyleme zaten vuracaksın” “Evet” Ve tek el bir atış... Uğurun sol bacağına isabet etmeyi planlamıştı muhtemelen... Sıyırma mesafesi denecek kadar uzak bir vuruş. Son duyulan ise Suayın çığlığı. Renkli dünyamıza yeniden hoş geldin kardeşim. Seni kırmızıyla yakinen tanıştıralım. .・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・ Uzun süreli aradan sonra siz |
0% |