Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Bölüm Sekiz ~Resim~

@sitarekiraz

Canlar merhaba.

Elimde bölüm olduğu için kendimi durduramıyorum haftada iki bölüm atasım geliyor. Ama şu dakikadan itibaren elimde sadece iki bölüm kaldı. On birinci bölümü daha dün yazmaya başladım. Tam bir ay sonra okul açılıyor ve beni oldukça yoğun bir dönem bekliyor.. Bu kadar hızlı bölüm gelmeyecek beklersiniz değil mii? Wattpadde bu kadar fazla bölüm yayınlamamıştım ben, orada ki okurlarımla samimiydik her birinin yorumlarına yanıt verirdim. Burada bırak yorum yapmayı oy atmayı bile esirgiyorlar 😂. Bunuda uygulamanın henüz yeni olmasına veriyorum. Sizleri çok çok seviyor naçizane oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Elinizi korkak alıştırmayın kız atın, çıkın çıkın atın. Sizi de tanıyayım..

~Keyifli Okumalar~

Kanatlarım kırılalı çok oldu bayım. Uçmayı sokmayım aklıma.

~Didem Madak~

Bölüm Şarkısı:Mabel Matiz Ahu

 

.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・.・゜゜・

 

Elimde ki kalemleri tek sıra halinde çocukların oturduğu sıralara dağıtırken, sağ köşede bana hayran hayran bakan sekiz yaşlarında minik çocukla gülümsedim. Suay'ın başlattığı köy okullarına destek kampanyası sonucu elimize gelen kırtasiye eşyalarını, yine Suay'ın okuluna dağıtıyorduk. Şimdilik sadece kırtasiye malzemesi gelmişti. Suay'ın bahsettiğine göre haftaya çocuklar için destek kitapları da gelecekti. Burada çocuklarla ilgilenme işine bayılmıştım.

“İnci abla bana bu yeşil shrek kalemden verirsin mi” yanıma gelen yedi sekiz yaşlarında adının Buse olduğunu öğrendiğim kızla, gülmemek için zor tuttum kendimi. Türkçeleri bozuk olan bu çocuklar ister istemez gülme isteğimi getiriyordu. Mesela biri

‘Şorda galemi ba veresen' derken öteki

‘Şoradaki kalemi ben alam mı' diyordu. Bazısı Buse gibi bizi taklit ediyor ağzımızdan ne çıkarsa onu cümle içinde kullanıyorlardı. Baya aktif çocuklardı. Suay’ı tebrik edemeden duramıyordum. Çünkü fark ettiğim kadarıyla burada bazı öğretmenler Suay'ın çabasından hoşlanmıyordu. Hatta Yılmaz komutanın adını duyduklarında ki ters bakışları..

İçimizde ki hainler yine ve yine bitmiyordu.

“Al tabii, siz bu ülkenin aydınlık yüzlerisiniz umutsunuz, bir kalem size feda olsun” dedim neşeyle, eğilip kalemi verdiğimde beklemediğim bir anda yanağımdan öptü. İşte buydu bu çocukların umuda ihtiyacı vardı. Ve bu umuda kim engel oluyorsa şimdi değilse muhakkak bir gün can verecekti. Hem de hiç hoşlanmadıkları o Türk'ün tüfeğinden çıkan kurşunla.

“Ay İnci mercanım hatırlıyor musun.. “ diye yanıma geldi Beyza. Suratı asılmış gözleri dolmuştu. Anlaşılan konu baya özlemdi. Yani Fatihti..

“Fatih kalasım.. On iki yaşındaydık o zamanlar, bir sınava girmiştik ama ben sınavı ciddiye almamıştım, cevap vermek yerine resim çizmiştim kâğıda.. “ kederle güldü. O anı nasıl unuturdum ki, Fatih’in sayısız kahramanlıklarından biriydi. Gözlerimizden yaşlar süzülürken devam etti.

“Gidip uyandırmıştım Fatih’i, Efsun hoca önemli deyince popom tutuşmuştu tabii. Saçımı başımı yola yola gizli gizli girip, almıştı notları.. “ dedi kısık bir kahkaha atarken. Göz yaşlarımı silerken bende güldüm. Ve onun devam etmesine müsaade etmeden ben devam ettim.

“Sonra sen uğurlu kalemim yok ben bunları yapamam Fatih Kalasım, diye bir daha ağlamıştın. Bu defada Uğur dövmüştü seni, sonra Fatih Yiğitle bir oldu sınavı yaptı.. Ama sen o gün herkesten dayak yemiştin ha” dedim bu defa da neşeli bir kahkaha atarken. Beyza suratını buruşturup, poposunu tuttu,

“Uğur kalasını asla affetmeyeceğim canım götümde atıyordu o gün. Bir de Uğur aptalının dayağıyla uğraşmıştım. “ dedi. Ardından aklına gelen şeyle omzuma yumruk attı. Gerisin geri öğretmenler masasına yapışırken, dudaklarımı ısırdım. Çünkü o gün ben de onu baya pataklamıştım. Onu hatırlamış olmalıydı, ki ben uyku sersemi dövmüştüm onu. Yani o gece ne halt yediğinden asla haberim yoktu.

“Sen niye benim arkamda durmak yerine kıçımı tepikledin. Bak ya o an suçluluk psikolojisinden aklıma gelmemişti, bir de uyukluyordun dilin dışarda dövdün beni kızım” diye yükseldi. Onun bu atarlanışına kahkaha attım.

Haklıydı

Ama sebepsiz dövdüğüm konusunda yanılıyordu. Beni gecenin bir köründe ‘İnci mercanım kalk mahvolduk’ diye ağlaya ağlaya kaldırmıştı. Uyku sersemi kıyamet kopuyor sanıp, nereden edindiğimiz bilmediğim bir bilgiyle, cama koşup güneş batıdan mı doğdu diye bakmıştım.

“Kızlar kafayı mı yediniz bir ağlayıp, bir gülüyorsunuz” diyerek yanımıza geldi Suay. Halıydı çünkü Fatih’in anılarında bize ağlamak için herhangi bir sebep yoktu. Ama yokluğu... O derin derin iç çektirirdi. Özlemek bir kelime olsaydı o da Fatih olurdu. Aklıma gelen kişiyle hemen Beyza’ya döndüm.

“Beyza Süveydadan haber aldın mı nasılmış” diye sordum. Kız perişan halde yurt dışına eğitim görmeye gitmişti. Ama kimse arayıp sormamıştı, yani en azından ben aramamıştım. Fatih’ten sonra onunla tek bir kez konuşma fırsatım olmuştu, ondan sonra hiç görmemiştim bile. Normal bir zamanda olsa onu umursamadığımı düşünür, günlerce konuşmazdı. Fakat Fatih’in yokluğundan sonra eski bıcır bıcır kız gitmiş yerine bir enkaz gelmişti. Fatih’ten sonra sanki onu da görmüştüm toprağa.

“Haber alamıyoruz. Sadece biz değil birlikte haber alamıyor. İzini kaybettirdi, yurt dışına çıktığı da meçhul “ dediğinde sıkıntılı bir nefes verdim. Bunun böyle olacağı belliydi. Fatih’ten sonra çalışmayacağına birlikten ayrılacağına emindim. Ama birlikten kaçmak, büyük riskti. Ve bunu göze alıyorsa, en az Fatih kadar ölüydü. Tüylerim ürperince başımı iki yana salladım. Beyza da aynı durumdaydı. Süveyda için artık bir şey yapamazdık. Ya birliğe geri döner istifa ederdi, ki başka çaresi yoktu. Ya da bulunur ve hain olarak infaz edilirdi. Bunu göze alabildiğine hâlâ inanmıyordum.

“Yiğit araştırsın haber ver. İhtiyara da haber etsin durumdan haberi vardır ama, sağa sola haber salsın işte. Süveydayı canlı istiyorum Beyza. Birlik bulmadan teslim olacak” sinirle söylediğim sözlerle tam ileri gidiyordum ki, Beyza'nın gülme sesiyle arkamı döndüm, bakışlarım onu bulduğunda gerisin geri susunca, ben hâlâ neden güldüğünü anlamamıştım. Ben ondan rütbeliydim ve emir kiplerime alışıktı. İyi de şimdi niye gülüyordu.

“Niye güldün”

“Haberin yok...” Susup dudaklarında ki tebessümü daha da genişletti. “Haberin yok ama çabuk uyum sağladın. Üstler tarafından lider seçildin. Yiğit gelen teklifi reddetti. Bunu neden yaptığını biliyorsun değil mi? “ sertçe yutkundum. Çünkü neden yaptığı apaçık belliydi. Burada kafam karışır da birlikten ayrılırım diye, benden ayrılmak istemiyorlardı. Peki ya ben, ben ne istiyordum.

Düne karar işim işim diye ağlarken, şimdi buradan gitme fikri neden ağır geliyordu. Kalbimde ki ince sızıda neyin nesiydi. Aklıma gelen o kahveler... Canıma kastı vardı. Canıma kastı vardı. Böyle olmamalıydı. Onu güzel hatırlamalı, her hatırladığımda gülümsemeliydim. Ondan ayrılma fikri içimi ezmemeliydi. Peki Yiğit ‘Yirmi altı yaşındasın İnci kimse seni bir seçime zorlayamaz' dememiş miydi? Neydi şimdi? Beyza içimden geçenleri anlamış gibi sıkıntılı bir nefes verdi.

“İnci Yiğit’in ‘Ben seni kardeşim olarak görüyorum yalan... “ dedi susmalıydı. Elimi hemen sus der gibi havaya kaldırdım

“Sus Beyza. Sakın o cümleyi tamamlama” Sert sesim onun için bir şey ifade etmedi. Yine Beyza ve yine saçmalıkları diye düşünüyordum. Çocukluğumuzdan beri aynı şeyi söyleyip duruyordu. Ben ne kadar kaçsam da Yiğit ne kadar inkar etse de anlamıyordu işte.

“Sus Beyza sus Beyza. Yeter” bir anda kısık sesten yüksek sese geçince sınıfta ki çocuklar irkildi. Suay bize anlamsız bakışlar atarken, Beyza’nın koluna girip, dışarı çıkardım.

“Beyza bunun ne bana nede Yiğit’e bir faydası var. Yiğit benim kardeşim ve o da beni öyle görüyor” dedim daha ılımlı bir sesle. Ama kafam karışmıştı. Madem öyleydi neden beni sürekli koruyordu. Mesela geçen sene Beyza üstler tarafından denetlendiğinde zor sınavlara tâbi tutulmuştu. O zamanda rütbesi Beyza’dan üstündü. Ama yardım etmemişti. Şimdi ne oluyor da beni koruyor, üstler beni denetlemesin diye Şırnak’a gelmemi sağlıyordu. Burada tesadüfen ailemi buldum diye, şaşırmış, beni bir seçim yapmak zorunda olmadığıma inandırmıştı. Yani seçim yapmayacağımı işimi seçeceğimi düşündüğü zamanlardan, burada kalırım korkusu yaşadığı zamanlara mı gelmiştik? Kafam o kadar karışmıştı ki, boş bıraktığım dalgalı saçlarımı çekiştirdim.

“Düşündün değil mi sana olan ilgisi sadece kardeş olarak mı? İnci Fatih’te seni, beni kardeşi olarak görüyordu. Hatırla biz güçlü olalım diye en ağır eğitimleri yükledi bize. Ama iş Süvedaya geldiğinde kıyamadı. Yiğitte aynını yapıyor, seni koruyor. Ama sen ona o gözle bakmıyorsun diye susuyor. Şimdi değişen... “ deyip dudaklarını ısırdı. Şimdi değişen deyip sustuysa hatta birde dudağını dişlediyse kesin bir bok yemişti. Ters bakışlarımı ona dikip, derin bir nefes aldım.

“Şimdi değişen? “

“Ben İnci aşık oldu dedim Yusuf Asaf'ı biliyor “ yere bakarak söylediği şeyle kalbim tekledi. Aşık mı olmuştum ben? Bu içimde ki ezilme duygusu aşktan mıydı.

Yok canım, kraliçe Elizabeth’te yaşıyordu zaten.

Saçmalık

Ben kim aşık olmak kim

Hem de o Nayino Yusuf’a

Komik

“Ne bakıyorsun öyle tutuştun işte adama. Bende sonradan öğrenip, üzüleceğine şimdi söyleyeyim de alışsın dedim. “ dedi sona doğru kısılan bir sesle. Kesinlikle dahası da vardı ama söylemiyordu.

“Aşık falan olmadım ben. Gayet aklı başımdayım... Ayrıca Yiğit bana gelip, duygularını açmadan inanmam.” Dedim sert bir şekilde. Öyle bir baktı ki bana, korktum. Evet gerçek olmasından korktum. Yiğit’in sevgisinin gerçek olmasından korktum. Ama yinede içimde filizlenen bir sevgi varken onu düşünemezdim.

Sevgi miydi?

Aşk mıydı?

Hangisi benim hissettiğim duygulara tercüme olurdu. Yusuf’a karşı bir şeyler hissettiğim doğruydu, adı geçince bile bir fena oluyordum. Nefesim kesiliyor, kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu. Eğer bu aşksa pek sağlıklı bir şey olduğu söylenemezdi.

“İnci mercanım” dedi sakin bir ses tonuyla ardından beni bir banka sürükledi.

“Sen fark etmedin, çünkü Yiğit buna izin vermedi. O seni hep uzaktan sevdi, aslında buna biraz da sen vesile oldun. Hayatında bugüne kadar kimse olmadı ama şimdi... İnci Yiğit’in en çok korktuğu şeyin tam ortasındasın başka bir adama kapılmak üzeresin... Ve o da sana aynı duygularla bağlanmak üzere.” Dedi. Haklı olabilirdi. Ama ne olursa olsun Yiğit benim için bir adım öteye geçemezdi. Fatih neyse Beyza, Uğur, Selim ve Barış neyse o da benim için oydu. Sevgim onun için bir tık ilerlemezdi yani en azından şuandan sonra ilerlemezdi.

“Bildiğimi söyleme. Yiğit'i tanıyorum eğer çekindiği bir şey kalmazsa savaşı kaçınılmaz ilan ediyor. Benim sevgimi kazanmak için savaş ilan eder. Çok kırılırız Beyza bunu önle” dedim başımı omuzuna koyarken. Ona güveniyordum. Deli dolu olsa da verilen görevi titizlikle yapıyordu. Tam bir görev adamıydı. Kendi kendime güldüm. Başımı Beyza’nın omuzundan kaldırıp, dağılan saçlarımı geri attım.

“Uğur da iyi dövdü seni ha. Çocuk tüm yılların hıncını aldı senden “ dedim kıkırdarken. Konuyu değiştirdiğimi anlayınca oda güldü. Sağ kolunu boynumdan geçirip, başını başımın üzerine yasladı.

“Uğur kalası... Seviyorum kız ben bu salağı” dedi neşeyle. Seviyordu ama çokça da çektiriyordu. Tam bir şey diyecektim ki, dışarı çıkan Suayla sustum. Tam karşımıza geçip, elini elini beline koydu. Beyza gözleri kapalı olsa bile geldiğini anlamış olmalı ki, dudaklarında yarım ağız bir tebessüm oluştu. Bayılıyordu Suay'ı delirtmeye

“Su kuşum gölge etme başka ihsan istemez” dedi elini çekil önümden der gibi sallayarak. Suay ise sinirlenmek yerine büyük bir şokla baktı yüzümüze. Büyük ihtimal Beyza'nın gözleri kapalıyken onun geldiğini anlamasına şaşırmıştı.

“Oha ama ya nasıl kızım nasıl yapıyorsunuz bunu” diye yükseldi Beyza’yı benden ayırıp ortamıza kurulurken. Bu şapşal halleri o kadar komikti. Daha önce bende aynını yaptığım ve ‘Meslek sırrı' deyip geçiştirdiğim için meraktan çatlıyordu.

“Kız ne var onda bak öğreteyim sana da” dedi Beyza dilini damağına koyup, şaklattıktan sonra. Ellerini kafasına koyup, gözlerini yumdu. Garip bir kaç kelime geveleyip, gözlerini dehşet bir şey görmüş gibi açtı. Tabii Suay'ın korku dolu çığlığı da kulağımın ebesini bellemişti.

“Ya Beyza ya korkutma beni. Öğrencilerim burada tüm klasım sarsılıyor” dedi tatlı tatlı. Beyza dayanamayıp, yanağından kocaman öpünce de eline vurdu. Bu ikilin arası bir iyi bir kötü oluyordu. Kolumda ki saate bakınca şaşkınca başımı gök yüzüne çevirdim. Güneş batmak üzereydi. Zaten öğrenciler de servislere biniyorlardı.

“Hadi gidelim” Deyip Nisadan emanet alınan arabaya doğru ilerledim. Kızlarda nihayet havanın kararmaya yaklaştığını kavramış olmalılar ki, ikiletmeden ilerlediler.

Elif'i Yusuf Asaf’ın evine getireli neredeyse bir hafta olmuştu. Bir hafta içinde, Engin amca ve Asuman teyze Yılmaz komutanın evine misafir olarak gitmiş, bizde Yusuf Asaf’ın evine Elif’in yanına gelmiştik. Bir haftada kendini birazda olsa toplayan kız eskisi gibi mahcup bakmıyordu bize. Birde Kılıç vardı, annesinin yani öz annesinin başına gelenleri gece uyurken sayıklıyor, sabah kalktığında o güne uyanıyor gibi korkmuş bir şekilde çığlık çığlığa bağırıyordu. Gözlerine baktığımda gördüğüm tek duygu kaygıydı.

Kaygı

Bir çocuğun gözlerinde olması gereken en son duygu. Kılıçta ki öfke değildi, korku değildi nefret değildi sadece kaygı vardı onda. Annesinin kaygısı, küçük bedeninin kaygısı, ölüm kaygısı...

O kaygı etrafını soğuk bir sis gibi sarıyordu. Nereye dönse canavar diye hitap ettiği babasını görüyor, nereye baksam ondan izler buluyordu. Sağlam bir tedaviye ihtiyacı vardı. Aksi halde, Seçkin istediğini almış olacaktı. Yani Kılıç'ı kendi gibi sadist yetiştirmiş, amacına ulaşmış olacaktı.

Peki ben buna izin verir miydim?

Eliften sonra küçük bir çocuğun yaralanmasına asla müsaade etmezdim.

“Su kuşum şu ileride dur da Çakır oğlana pasta börek falan alalım. “ Beyza’nın komutuyla hareket halinde olan araba durdu. Kızlar arabadan inince vakit kaybetmeden bende indim. Her zaman gördüğüm ama hiç girmediğim o pastanenin önündeydik. Acaba ay Çöreği olur muydu burada

Kaç zamandır yememiştim, ve pastanenin o klasik kokusu bana onu hatırlatmıştı. İçeri girince ise direkt ay çöreği var mı diye kontrol etmiştim ki şansıma tabii ki yoktu. Zaten benim şansım ne zaman olmuştu ki. Yusuf Asaf'ta hiç aramamıştı mesela..

Tamam bunun konumuzla bir ilgisi yoktu. Sadece Ay çöreği kahve yok.

“Baksana şurada ki kıza bize süzülüyor resmen” duyduğum sesle kafamı kaldırmadan etrafımı kolaçan ettim. İki adam bize doğru daha doğrusu, kasanın önünde akrobatik hareketler yapan Beyza’ya bakıyordu. Akrobatik evet benim arkadaşım dünyanın en geri zekâlı insanıydı. Daha önce de dediğim gibi dahilikle delilik arasında gidip gelen bu kız şuan gam bir tımarhanelikti. Ayaklarını sağa sola sanki bale yapıyor gibi hareket ettiriyor, ellerini ritmik hareketlerle sallıyordu. Söylememe gerek var mı bilmiyorum ama pastanede müzik yok. Evet evet müzik olmayan yerde dans ettiğini sanan geri zekalı benim arkadaşım. Seneler önce yalnız oturuyor diye üzülüp yanına gitmemeliydim.

“Ne yapıyorsun Beyza” diye soludum. Elalemin itini kopuğunu başımıza toplayacak haberi yoktu. Hâlâ saçma sapan hareketler yaparken, yaparken, tam onu durdurmak adına bir şeyler yapacaktım ki, sağ köşede duran adamdan bir ses geldi.

“Yapma be güzelim kızı rahat bırak hatta sende ona ayak uydursan fena olmaz. Gözümüz şenlenirdi” dedi. Ben o gözü şenlendirmesini çok iyi bilirdim de sivil olduğu için susuyordum.

“Aynen ha bu ötekinden daha kıvrak, bunu alacaksın... “ cümlesini tamamlayamadı. Çünkü nereden çıktığını anlamadığım Yiğit..

Evet Yiğit

Çocuğun yakasına yapışmıştı. Şaşkınca Beyza'ya baktığımda hiçte şaşkın durmuyordu. Bir şeyler sakladığına emindim ama bu kadar erken öğreneceğim aklıma dahi gelmezdi.

“Sen kimi alıyorsun lan” Diye kükrediğinde gözlerimi devirdim. Ben burada sivil insanlar var diye kendimi korumamış, lafın altında kalmıştım. Ona ne oluyordu sanki. Beni koruması gerekmediğini anlamalıydı. Beni illâ biri koruyacaksa da o...

Neyse. Zaten iki çift kahve gözün hasretinden deliye dönmüştüm. Birde Yiğitle uğraşamazdım. O hâlâ adamlarla uğraşırken kendimi dışarı attım. Akıl alacak gibi değildi, senelerce bana kardeşim diyen adam... Geri zekalı neyimden etkilenmişti. Günlük hayatımda paspalın tekiydim. Beni Beyza’dan ayrı kılan hiç bir şey yoktu. Uçarı kaçarı, deli dolu fazlasıyla çatlak bir kadındım. Tabii sadece günlük hayatımda. Bizlerin tek bir kişiliği olmazdı. Biz birden fazla kişiliğe giderdik, birden fazla duyguya hemhal olurduk.

Tam arabanın kapısını açıp, içine girecektim ki, kolumdan çekilmemle, yönüm arka tarafa döndü. Yiğit karşımda bana çatık kaşlarla bakıyordu.

“Nereye gidiyorsun konuşacağız” diye kükredi. Oysa Yusuf bana kızgın olsa bile bu denli bağırmamıştı. Adamın gözünün önünde Seçkinle flört etmiştim, öfkeden deliye dönmüştü ama bana gözlerini belirtip bakmamıştı. Yiğit yıllarca kardeşim diye yanımda duran adam, hiç bir suçum olmadığı halde suçluymuşum gibi bana bağırıyordu.

Kızlarda koşarak dışarı çıkarken, Suat telaşla telefonda biriyle konuşuyordu. Beyza hızla yanımıza gelip, aramıza girdi.

“Sakın burada kavga edeyim demeyin arada kalmam ikinizi de vururum” sesinde ki ciddiyeti umursamadan arabaya binmek için tekrar hamle yaptım ama bu defa da elimden tutup, beni kendine çekti. Kafam göğsüne çarpınca hemen geri çekildim. Elimi ateşe değmiş gibi çekip, gözlerine öfkeyle baktım.

“Benden mi kaçıyorsun? İnci benim ben arkadaşın” sağ elini gözlerimin önünde sallayarak söyledikleriyle sinirle güldüm. Hâlâ yalan peşindeydi. İki dakika önceye kadar Beyza'nın söylediği hiç bir şeye inanmazken, şimdi onca işinin gücünün arasında kalkıp gelmişti.

Kıskançlık

Evet evet kıskançlık bunun için kalkıp gelmişti. Derin bir nefes alıp önümde salladığı elini sertçe savurdum. Ona karşı kibar olmayacaktım.

“Ne arkadaşı be ne arkadaşı “ öfkeyle bağırınca apışıp kalmıştı. Aynı apışık haliyle arkasını dönüp, şaşkınca Beyza'ya döndü. Beyza omuzlarını düşürüp, dudaklarını dişlerinin arasına alınca, gözlerini yumdu derin bir nefes aldı. Ardından iki yanımda öylece duran ellerimi sıkıca tutunca, yine çekecektim ki izin vermedi. Belasını arıyordu. Ama şimdilik onu dinlemek istiyordum. En azından ona karşı hissettiğim merhamet hâlâ diriyken...

“İnci bak ne kadarını biliyorsun bilmiyorum ama sandığın gibi değil” sesi ılımlı çıkıyordu ama ben sinirden delirmek üzereydim. Seviyorsan git uzakta sev, beni niye bulaştırıyorsun. Madem öğrendin, başkasına aşk.. yok aşk değil de yani of her neyse...konumuz bu değil. Madem öğrendin sana karşı bir şey hissetmediğimi ne diye hâlâ geliyorsun. Git utan bir köşede benden uzak bir köşede.

“Merak etmiyorum Yiğit, eğer şuan gitmezsen beni arkadaşın olarak kaybedeceksin”

“Senin arkadaşım olarak kaybetmek istiyorum zaten “ dedi sinirle. Ardından bana iyice yaklaşıp, burnunu burnuma değdirdi. O kadar sıkı tutuyordu ki, bir adım öteye gidemedim. Onun yerine başımı hemen sol tarafa çevirdim. O da başını benden tarafa çevirince gözlerimi kaçırdım. İstemiyorum işte neden zorluyordu.

“İnci ben senin sevgini nasıl kazanabilirim” dedi çaresizlikle. Yusuf nasıl kazanmıştı? O çaba dahi harcamamıştı. Aklıma gelen gözleriyle gülümsedim. Hiç bir şey yapmadan kalbimin ortasına hem de onu gördüğüm ilk saniyede yerleşmişti. Aşk ay pardon sevgi ya da hoşlantı adı artık her neyse kazanılan bir şey değildi. Yusuf’un da dediği gibi Ruhun ruha aşina olma haliydi.

“Gülümsüyorsun”

“Sana değil”

“Benim kollarımda başka bir adama mı gülümsüyorsun”

“Senin kollarında zorla tutuluyorum. Ama ona kendi istediğimle sarılacağım.” Ellerimi bıraktı. Onu kırmış olmak bir nebze de olsa beni üzse de durmadım. Çünkü ona ümit vermek istemiyordum. Çantamdan Yusuf Asaf'ın daha önce verdiği resmi çıkarıp, gözlerinin önüne tuttum.

“Bak bu adam.. “ susup resmi kendime çevirdim. Aptal adam bunu benim ondan hoşlandığımı ima ederek vermişti. Haklıydı. Hoşlanıyordum. Dudaklarımda ki tebessüm iyice genişlerken, baş parmağımla resimde ki yüzünü okşadım. İyiki buraya gelmiştim ve iyi ki onu tanımıştım.

“Saçmalık” dedi Yiğit öfkeyle bu defa kollarımı sertçe tutmuştu. Yüzümde ki tebessüm silindi. Çünkü çok öfkeli görünüyordu. Yiğit'i daha önce hiç böyle görmemiştim.

“Saçmalık onca sene beni görmeni bekledim. Bir kere bana böyle gülümsemedin, şimdi ona elinde ki paçavraya gülümsüyorsun” diye kükrediğinde sıçradım. Tam beni öfkeyle geri savuracaktı ki, omuzlarımdan tutulmamla düşmekten son dakika kurtuldum. Beni bırakan üniformalı omuzla bir süre bakıştıktan sonra başımı yukarıya gözlerine çevirecektim ki hızla Yiğit’in yanına gidip, yakasına yapıştı. Hatta öyle ki Yiğit’in ayakları bir kaç santim yukarıya kalkmıştı.

Yusuf Asaf

Evet şimdi tam olarak Yiğitle göz temasındaydı ona öfkeyle bir şeyler söylüyordu ama sesinin tonu kısık olduğundan anlaşılmıyordu. Muhtemelen sivillerin çoğunlukla olduğu bu bölgede insanları rahatsız etmek istememişti. Düşünceliydi. Dünya sadece benim demiyor, öteki insanların da yaşam alanına saygı duyurdu.

Gelde sen hoşlanma

Hoşlanma!

Sakın ola hoşlanma!

“Bu iş burada bitmedi. “ diye kükredi Yiğit. Bence bu iş tam olarak burada bitmişti. Artık Yiğitle arkadaş dahi kalamazdım. Bana olan duygularını bilmediğim zaman, ona yakın oluyordum. Ama şimdi, ona gereksiz ümit vermek, onun o ümidi beslemesi kendine benden bir yer edinmek istemesi tamamen benim suçum olurdu. Yiğit kendi aracına öfkeyle binip, gidince Yusuf sakin olmaya çalışarak bana döndü. Çatık kaşları, gözleri ellerimde bir yere odaklanınca kısıldı. Ardından kalbimi eriten tebessüm belirdi dudaklarında. Gözleri gülüşüyle kısıldı. Benim kalbim bir tur daha tekledi. Aramızda ki tüm mesafeyi kapatmak ister gibi hızla geldi yanıma.

“Yusuf” diye fısıldadım. Sanki karşımda gördüğüm adam hayalmiş, gözümü yumduğum an gidecekmiş gibi.

“Özledin mi beni” Dedi özlemiştim. Ve bunu daha yeni fark etmiyordum. Başımı aşağı yukarı sallasam da dudaklarımdan

“Hayır” döküldü. İnkar etmemle dudaklarında ki sırıtış büyürken iki yanımda asılı duran ellerimi eğilip, tuttu. Az önce Yiğit’in tutuşu gibi sert değildi. Kırılacak değerli bir vazoyu tutar gibi tutuyordu. Kırılırsa çok üzülürmüş gibi. Ellerimi ortamızda birleştirip, aramızda ki mesafeyi iyice kapadı.

“Öyleyse sana verdiğim resmin elinde ne işi var” nefesi nefesime karışırken söylediği şeyle bakışlarım elime kaydı. Hay ben böyle işi. Yiğit’e racon yapacağız derken rezil olmuştuk. Utançla yutkunup, bakışlarımı ondan kaçırdım. O ise beni kendine çekip sıkı sıkı sarıldı.

Yusuf Asaf bana sarıldı.

Kocaman gülümseyip, ellerimi boynuna doladım. Ben sanırım az biraz... Tamam itiraf ediyorum ben bu adama fena halde tutuşmuştum. Ve artık akışına bırakmak istiyordum. Su aksın ama beni Yusuf'tan ayırmasın istiyordum.

Benden ayrılıp, aramızda mesafe kalmayacak şekilde tam karşımda durdu.

“Ben seninle ne yapacağım istiridye güzeli” gülümseyerek söylediği sözlerle, eriyik bir ifade ile baktım gözlerine. Sevseydi ya. Valla gıkım çıkmazdı. Sevsindi.

Ben yüzüne melül melül bakarken, bir anda kaşları çatıldı. Sanırım aklına Yiğit gelmişti. Ay demek ki o da beni görünce nötrleniyordu.

Yerdim

Severdim

Paylaşmazdım.

“Kimdi o adam. Suay aradı hemen gel, İnci elden gidiyor dedi” ciddiyetle söylediği şeyle, gülmemek için zor tuttum kendimi. Suay salağı iyi vardı. Ayrıca elden gidiyorum korkusuyla mı gelmişti buraya.

“Senin aşkının ıstırabına tüküreyim Özdemir. “ diye homurdandı Harun. Ekip baya yorgun duruyordu, ve... Ne

Adamlar zırhlı araçla gelmişlerdi. Suay'a ters bir bakış attığımda beni hiç umursamadan, Harun'a odaklandı. Karın ağrısı belliydi de işte. Beni kullanmasaydı iyi olurdu.

“Elden gidiyorum diye mi koştun geldin Yusuf” dedim sitemle. Harbi deliydi bu adam. Kim yorgun argın, askeriyeye gitmeden buraya gelirdi?

“Bence gayet yeterli bir sebep istiridye ” sesi ılımlı çıksa da kaşları hâlâ çatıktı. Nasıl oluyordu, nasıl bir anda benden hoşlanmaya başlamıştı. Tamam başta ikimizde işi alaya almıştık, ama ne olmuştu da ruhumu ruhuna aşina bellemişti.

“Söyle artık kimdi o adam” sabırsızca sorduğu soruyla, buruk bir tebessüm ekledim dudaklarıma. O adam kimdi? Neyin nesiydi? Artık pekte önemli değildi.

“Can arkadaşımken, can yoldaşım olmaya göz koymuş biri “ dedim hüzünlü bir ses tonuyla. Ama Yusuf bir anda benden uzaklaşıp, kısık bir sesle sağlam bir küfür savurdu.

“Canını alır gözünü oyarım onun. “ sert sesiyle kendi kendine söyledikleri ile güldüm. Kıskanmıştı ve bu ilk kez olmuyordu. Seçkin'in verdiği emire de sinirlenmiş hoparlörü kırmıştı. Ama kıskandığı kişi Seçkin değil, can arkadaşım sırt sırta çatıştığım, canımı emanet ettiğim adamdı. Artık eskisi gibi olur muyduk bilmiyordum. Ama bildiğim tek şey Yiğit’in durmayacağıydı.

“Neyse ne sana bulaşmaz zaten “ dedim umursamaz bir şeyden bahsediyormuş gibi. Ala yalandı. Çünkü Yusuf'la uğraşacaktı hatta şuan derinlemesine bir araştırmaya girdiğine emindim. Sıkıntılı bir nefes verip az ilerimizde çaktırmadan bizi dinleyen Beyza'ya baktım. Onun da yüzünde Yiğit’in bir haltlar yiyeceğine dair endişeler vardı. Ekibin en karanlık adamı oydu. Gerçi Fatih varken, ondan çekiniyor, kendini dizginliyordu ama artık yoktu.

Fatih artık yoktu

Ve Yiğit kafasına göre yaşıyordu.

Kendini korurdu korumasına da, işte Yiğitten emin olamıyordum. Yusuf hırçın denizdi eser gürler, kendini belli ederdi. Deliydi ama tehlikesi yoktu. Ya Yiğit, durgun deniz... Dışarıda usul usul dalgalanır kendi içinde deli dalgaları olurdu. Ama bunu ben ya da bir başkası bilmezdi. Tehlikenin nereden geldiğini bilmediğin zaman güvende olur muydun?

“Bu adamla görüşmen gerekiyor mu” dedi bıkkınlıkla. Az öncede dediğim gibi esip gürlemişti ama işini yine konuşarak hallediyordu. Tam cevap verecektim ki Zeynel hızla yanımıza gelip,

“Komutanım acil durum kışlaya dönmeliyiz” dedi başını olumlu anlamda sallayıp, bakışları Beyza’yı buldu. Ardından tekrar bana dönerken yüzünde ki öfke ifadesi biraz dağılmış gibiydi.

“Seni ararsa şu garip arkadaşın ilgilenebilir onunla. “ deyip, gülümsedi. Beyza’ya garip dediği için kısık bir kahkaha atarken bakışlarım garip dans figürleri deneyen Beyza'a kaydı. E haklıydı ondan garibi mezardaydı.

Cevabımı duymayı beklemeden araca binip, gittiler.

Sanırım artık bir şeyi kabullenmiştim. Sevginin bir adı vardı kalbimde. Sevginin adı Yusuf'tu bende.

Yusuf...

 

⋇⋆✦⋆⋇ ⋇⋆✦⋆⋇ ⋇⋆✦⋆⋇ ⋇⋆✦⋆⋇ ⋇⋆✦⋆⋇ ⋇⋆✦⋆⋇ ⋇⋆✦⋆⋇ ⋇⋆✦⋆⋇ 

 

“Şimdi siz nesiniz” diye sordu Beyza bilmem kaçıncı kez. Dudaklarım da dün akşamdan beri silinmeyen tebessümle poğaça hamurunda şekil vermeye devam ettim. Ne olduğumuz umurumda değildi. İçimde ki şapşal duyguyu sevmiştim, ve Yusuf’u da o duygunun İçine hapsetmiştim. Hem bir şey olmamıza gerek yoktu ki, onun dediği gibi ruhum ruhuna aşinaymış ya hani. Ay ne tatlı adamdı bu ya.

“Bir şey değiliz Beyza. Nikah elbisesi bakma hemen” dedim sırıtık bir sesle. Beyza oflayarak elinde ki hamuru garip şekiller verirken, içeri Kılıç girdi. Dün akşam ekip tarafından Yusuf Asaf’ın evine bırakılmıştık. Beyza Elif’e pastaneden eli boş döndüklerini hüzünle anlatırken, Kılıç bunu duymuş ve sabaha kadar poğaça isterim ben diye ağlamıştı. Allahtan yapabildiğim tek yemeği istemişti benden.

“Ya İnci abla ya poğaça istiyorum ben pişsin hemen “ diye mızmızlanınca Beyza sinirle ayağa kalktı.

“Bak çakır oğlan poğaça niyetine senin yanaklarını yerim ona göre zırt pırt gelip durma şuraya, git çağır ananı yardım etsin yorulduk da “ dedi Kılıç onu kıçına bile takmadan koşarak odadan çıkınca kahkaha attım. Zaten dünden beri olup olmadık her şeye kahkaha atıyordum.

“İnci mercanım mutluluğunu bozmak istemem ama.. “ deyip hamurlu elini elimin üzerine koydu.

“Biliyorsun değil mi? “ diye sordu. Neyden bahsettiğini anlayınca yüzüm asıldı.

Yiğit

Durmayacaktı. Onun en ters huyu takıntısıydı. Ekibin en hasta ruhlu adamının bana aşık olması da düşündürücüydü. Daha düne kadar Yiğit için en kral adam derken, bugün yapacağı şeyleri hayâl ettikçe bile gözümde alaşağı oluyordu. Ondan nefret etmiyordum fakat etmem an meselesi gibi duruyordu.

Her fırsatta benim tek varlığım sizsiniz diyen adamın, bizi beni kaybetmemek adına yıkıp dökeceğine emindim. Ama bu havalı bir şey değildi. Sevdiğim insan zarar görmesin ötekilerin canı cehenneme modunda takılmak insanı mutlu etmezdi.

“Bunları boş ver su aksın yolunu bulsun” dedim yaptığım poğaçayı tepsiye koyarken. Yiğit’in dünkü tavırlarına rağmen ona hâlâ değer veriyordum. On altı senelik dostumdu. Bir çırpıda silip atamazdım. Ama üzülmeden de duramıyordum işte. Ne vardı sanki eskisi gibi kalsaydık. Ne vardı sanki yine Yiğit'im olarak kalsaydı. Korusaydı, kollasaydı.

“İnci mercanım. Yiğit'i suçlama olur mu, o da istemezdi kardeşim dediği dostuna aşık olmayı. Öyle hemen gelişmedi ki onun aşkı. Eğer bilseydi sana karşı duygularının değişeceğini en başta kardeşim demezdi” dedi. Sessiz kaldım ama onu haklı bulmuyordum. Kardeşim dediği kadına yan gözle baktıysa, benim için pekte bir önemi yoktu. Mesela Uğurda Beyza’yı seviyordu ama ona kardeşim dememişti. Çünkü gördüğü ilk dakikada Beyza Beyza diye tutturmuştu. Mesela biz yani Yusuf ve ben ilk dakikada birbirimizden etkilenmiştik. Ve ne o ne de ben kendimizi geri çekmeye gerek duymamıştık. Çünkü kalp kalbe çarpmıştı, ne kadar uzak durursak duralım kendimize eziyet olurdu.

“Ne konuşuyorsunuz” diye içeri girdi Elif. Yüzünde ki yaralar biraz iyileşmiş, beyaz teni biraz da olsa canlanmıştı. Artık bizimle sohbet bile ediyordu. Kendini saklama ihtiyacı duymadan, doyasıya yaşıyordu. Şimdilik ters bir durum olmamıştı. Seçkin, köşeye sıkıştığı için onlarla çok ilgilenmiyordu. Ama emindim, geri gelecekti. Elifin dediğine göre, Elif’e dayak dışında asla dokunmamış. Bunu Elifin yapmasını beklemiş, Elif ona teslim olmayınca da... Yani Elifin teslimiyeti, boynuna urgan bileğine bıçak, midesine gönderilen tonlarca ilaç olmuş. Ama güçlü kadın yinede vazgeçmemiş savaşmaktan. Teslim olmamış ona. Ve dediğine göre, Seçkinin narsist kişiliği onun işine yaramış, ona dokunmamasını nasıl sağladığı bilmiyorum ama, ne yaptıysa iyi ki yapmıştı. Çünkü bedendeki yaralar elbette kapanırdı izi kalsa da bir süre sonra acısı azalır belki hiç yaşanmamış gibi silinir giderdi. Ama ruhtaki acılar, onlara kimse çare olamazdı. Ölünceye kadar sızısı kalır, silinmezdi.

“Ay ne konuşacağız Elif ya İnci hanımın derdimi bitiyor ki. İki erkek arasında kaldı hanımefendi “ dediğinde bakışlarımı ona çevirip ters ters baktım. İki erkek arasında kaldığım yoktu. Ben seçimimi Yusuf’tan yana kullanmıştım. Gerçi onu bir tercih olarak dahi görmemiştim. O izinsiz bir şekilde gönlüme kurulmuştu.

“Biri arkadaşım öteki... “ diyerek bir süre düşündüm. Ama cevap bulamamıştım. Elif bu halime gülüp, Neşeyle

“İnci'nin Nayinosu” dedi evet bu tabiri sevmiştim. O benim kahve adamımdı. Sevgilim olmasına gerek var mıydı? Ben ona hiç bir zaman sevgi sözcükleri söylemeyecektim, Nayino iyiydi.

“Nayino ne be “ dedi Beyza, dolan tepsiyi fırına gönderirken, harbi Elif Nayinoyu nereden biliyordu. Onun yanında Yusuf’tan hiç bahsetmemiştim ki, ikimizde ona şaşkın bakışlar atarken, dudaklarına fermuar çekip, sırıtık bir ifadeyle arkasına yaslandı. Tabi ya Suay'la çok iyi anlaşmışlardı kesin dedikodum dönmüştür.

“Nayino işte kahve demekmiş. Yusuf Asaf’tan öğrenmiştim. “ dedim. Elif kısık bir kahkaha atıp, ayağa kalktı. İyice dengesi şaşmıştı bununda. Gülecek ne varsa artık. Kikirdek olup çıktı başıma.

Tam ona cevap verecektim ki, çalan zille ayağa kalktım. Kapıyı açtığımda elinde pizza kutusu olan jandarmayı görünce şaşkınca baktım elinde ki kutuya. Kimse sipariş vermemişti ki.

“Kurye geldi ama içeri almadık. Afiyet olsun” elime kutuyu bırakıp gidince, kutuyu yan tarafta ki vestiyerin üzerine koyup açtım. Sucuklu pizza mı? Pizzayı kutudan kaldırıp altına bakınca, gözüme ilişen kağıtla hemen elime aldım.

İzinler senin için hep sıkıcı olmuştur. Sıkılmadın mı? Yeni görevin Nasab Tamar. Afiyet olsun İnci Saral.

İşte bunu gerçekten beklemiyordum. Özel olarak çok fazla gizli görev almıştım, fakat izindeyken gelen bir görev.. Kritik demekti. Ve beni görevlendirmişlerdi. Peki kimdi bu Nasab Tamar? Telefonuma gelen bildirimle arka cebimdeki telefonu alıp, hemen açtım.

Gelen mail Nasab Tamar’la ilgili bir kaç önemli bilgi ve aracıların yaptığı ayarlamaları konu alıyordu. Uzun süreli bir görev olmayacağı, zaten köşeye sıkışmış bir adamı avlayacağımın haberini vermişlerdi. Derin bir nefes verip, aklıma gelen şeyle gülümsedim.

Bu Tamar mı her ne haltsa teröristti.. Teröristleri en iyi kim bilirdi? E Türk askeri.. Benim bu Tamar’la ilgili bilgi alacağım kişi belli olmuştu.

Teşekkürler canım üstlerim. Bana bir bahane verdiğiniz için.

Hemen Elifin kaldığı odaya koşup, valizinden keten beyaz çilekli bir elbise alıp giyindim. Burada kaldığımız süre boyunca kimse onun odasına girmemişti. Hepimiz aynı odada kalmış, onun odasına girip düzenini bozmamıştık. Ama yalan yok, o görevdeyken kapıyı açıp, uzun uzun odaya bakındığım doğruydu.

Vestiyerin içinden deri ceketimi de alıp, ağız dolusu gülerek elimde ki pizza kutusuyla çıktım evden. Krizi fırsata çevirmekte üstüme yoktu. Hadi ama kim olsa aynı şeyi yapardı. Yapmaz mıydı? Aman canım ben yapıyordum işte. Dün akşamdan sonra bir daha görmemiştim onu, ve altı günün Ödülü yarım saatlik bir görüşme olmamalıydı.

Yılmaz komutanın her ihtimale karşı evin önüne koyduğu arabaya doğru ilerlerken, evin yakın çevresinde devriye gezen yine Yılmaz komutanın yerleştirdiği jandarmalara selam verdim. Yusuf'un evi tam merkezi bir konumdaydı. Duyduğuma göre bu evi ailesi geldiğinde kalabilsinler diye tutmuştu. Aslında ordu evinde de kalabilirdi ama bunu tercih etmemiş, kendine ait bir ev tutmuştu.

 

Araba hareket haline geçince kucağımda ki pizzayı yan koltuğa bıraktım. Acaba Yusuf sucuk sever miydi? Ya da ne severdi ne sevmezdi? Bunları öğrenecek olmak onunla ilgili bir şeylerin zihnime eklenecek olması beni çok fena heyecanlandırıyordu.

Araba kışlanın önüne geldiğinde park edip, hemen indim. Dudaklarımda ki aptal sırıtmayı durdurabilmek adına baş ve işaret parmağımla dudaklarıma baskı uyguladım. Ama gram etki etmedi.

Olsundu

Neşeden olsa gerek, Gökhan Özenin Aramazsan Arama yar şarkısı takılmıştı dudaklarıma.

“ Aramazsan arama yar. Aramazsan arama. Zaten merhem olmazsın sen benim gönül yarama. “ sesim sona doğru yüksek çıkınca askeriye de ki bir kaç asker dönüp bana baktı. Yine rezil olmuştuk yani.

Olsundu

“Öyle unutulmaz böyle unutulur. Bu gece İstanbul sokakları benden sorulur . .. “ bu defa da başka bir şarkıya giriş yapınca yine hızımı alamayıp yükselmiştim. Bu defa ise hiç yakalanmak istediğim birine yakalandım.

Yılmaz komutan.

Evet babam.

Bir elimde ki pizza kutusuna, bir yüzümde ki aptal sırıtışa bakarak, çatık kuşlarla yanıma geldi. Vay be İnci kaderinde hoşlandığın adamın yanına giderken babaya yakalanmakta varmış.

“İnci ne işin var senin burada” dedi kaşları hâlâ çatıkken. Yanaklarım kızarırken çaktırmamak adına yanağımı kaşıdım. Elimde ki pizza kutusunu, yukarıya kaldırıp, Yusuf’a getirdiğim pizzayı ona getirmişim gibi davrandım. Çünkü oldukça kıskanç olan bu adam, Pizzayı Yusuf’a bir tarafları ile yedirirdi. Kıyamazdım ki.

“Pizza getirdim. Birde.. “ cebime koyduğum notu çıkarıp, ona uzattım. O notu okurken bende durumu açıklamak adına, konuşmaya durdum.

“Nasab Tamar bana bu adamla ilgili bilgi verir misiniz? “ dedim. Bu kozumda boğazımda kalmıştı çünkü. İnsanın babası ve hoşlaştığı adamın aynı iş yerinde çalışıyor olması da zormuş arkadaş.

“Odama geçelim. Neli bu pizza “ dedi tebessüm ederken. Aslında bir yandan da iyi olmuştu onunla karşılaştığım. Yeşim hanımla çok fazla zaman geçirme fırsatım olmuştu. Ama onunla bu bir ayda bir elin parmaklarını geçmezdi. Ya işte ya da gece eve geldiğinde görüyordum onu. Elif'in gelişiyle artık gecede görmüyordum. Ne olursa olsun o benim babamdı. İlgiyi hak ediyordu. Düşündüğüm şeylerle yüzüm asılırken, ona çaktırmadan gülümsedim

“Sucuklu, Adanalısın sen seversin” dediğimde kocaman gülümseyip, beni kolunun altına aldı.

“Adanalıyık Allah’ın adamıyık. Sende Adanalısın” dedi ılımlı bir tonda. Halbuki ben kendimi Karadeniz’e alıştırmıştım. Yinede çaktıracak değildim. Adamı üzmeye hiç gerek yoktu.

‘Aman inci mercanım senin ki de dert Adanalı ol zaten Karadeniz’e gelin gideceksin. Kızı olmasan bile gelini olman garanti' dedi hain iç ses. Evlenmek istemiyorum ki ben. Kızın olsam yine

“Geç şöyle otur” dediğinde çoktan odaya girdiğimizi fark ettim. Yine ve yine söylüyorum bu adam beni alık etti. Ben dikkatimle rütbe almış kadındım. Bu aşk meşk hoşlaşma işleri bana yaramamıştı.

“Nasab Tamar burada bir iş adamı. Devlet karşıtı olduğuyla bilinir. Usulsüz işler yaptığı konusunda çoğu kes depolarını bastık ama bir şey elde edemedik. Bu gece bir davet varmış sanırım, oraya gideceksin öylemi? “ başımı olumlu salladım. Gelen mail de yazıyordu ama ben Yusuf'a yetişeyim diye okumamıştım. Ama davete hangi kimlikle gideceğimi biliyordum.

Fedai

Yer altı mafyalarının arkasını kollayan küçük çaplı, suikastçiler. Çoğu sokak çocuklarından seçilir öyle eğitilirdi. Eğlenceli bir görev olacağa benziyordu kısa olması bir tık üzmüştü beni.

“Buradan birini al yanına. Şoför olur, garson olur. Arkanı kollasın” ya da suikastçinin koruması...evet bu iyiydi. Peki bu kişi neden Yusuf olmasındı. Sucuklu pizzayı kaptırmıştık ama görevi asla.

“Koruma” diye fısıldadım. Pizzadan bir dilim alırken, başını olumlu anlamda salladı. Kaşları çatılmış, hırsla yiyordu pizzayı. Ayağa kalktığımda selam verip kapıya dönmüştüm ki,

“Sevmez.. “ sinirli bir nefes alıp devam etti “O laz uşağı sucuk sevmez.”

Dudaklarımda aptal bir tebessümle arkamı dönmeden dışarı çıktım. Onunla ilgili öğrendiğim ilk şeyin babam tarafından olması, güzeldi.

Kulaklarımda ise tek bir söz yankılandı.

‘İnci’nin Nayinosu'

Öyle miydi gerçekten. Öyleydi öyleydi.

“istiridye güzeli” arkamda duyduğum sesle suratımda ki sırıtışı hemen silmeye çalıştım ama olmadı. Durdurmak için klasik hareketimi yaptım yine durmadı. Telaşla elimi dudaklarıma bastırıp, öyle dönecektim ki beni omuzlarımdan tutup, kendine çevirdi. Bu duyguları ilk kez yaşamak, birazda rezillikmiş bugün daha iyi anlıyordum.

“Ellerin”

“No olmoş olloruma” demeye çalıştım. Çünkü sıkı sıkı ağzımın üzerine kenetliydi. Suratıma eridiğim o tebessümü yerleştirip, nazikçe tuttu.

“Yanlış yerde duruyorlar” öleyim istiyordu. Zaten her heyecan yaptığımda bu kadar çok gülersem, çene kemiğimin sağlığı açısından şüpheliydim. Her neyse ne demişti o. Ellerim yanlış yerde mi duruyormuş. Seninle evleneyim de gör. Seni evimin direği yapayım da gör. Barış olsa kesin ‘Durdun durdun turnayı gözünden vurdun' derdi. Tabii oda bana aşık değilse. Yiğitten sonra Uğurdan bile şüpheliydim. Adam kardeş ayağı göt ayağı demişti resmen. Kusura bakma Uğur sen de baldız baldan tatlıdır hesabına çevirebilirsin.

“Niye geldin” diye sordu ılımlı sesiyle. Niye gelmiştim? Harbi lan niye gelmiştim ben? Ama iyi ki gelmişim değil mi Nayino? Neden cevap vermiyorsun?

‘İnci mercanım adam ermediyse içinden konuştuğunu duyamaz diye tahmin ediyorum' dedi iç ses Beyza İki. Doğru konuşmayı unutmuştum. Suratımda ki aptal tebessümü durdurup, eski mantıklı halime geri döndüm.

“Ben konuşmak seninle istedim” ne! Ne! Suratında ki tebessüm alaylı bir sırıtışa dönünce öfkeyle omzuna yumruk attım. Hain nayino üzerimde ki etkisini biliyor, ondan dolayı alay ediyordu. Kaşlarımı çatıp önüme dönmüştüm ki kısık bir kahkaha ile, kollarımdan yakalayıp, beni kendine çekti

“Bayılıyorum bu salak hallerine”

“Sensin salak aptal”

“Bu görüntü karşısında gel de sen aptal olma” dediğinde gülen yüzümü görmesin diye arkamı dönüp, ilerledim. Peşimden geldiğini ayak seslerimden hissediyordum. Bahçeye geldiğimizde daha önce de oturduğumuz banka kuruldum. Yanıma gelip, oturduğunda neşeli bir ses tonuyla

“İstiyordun sen benimle konuşmak ne “ gülmemek için kendini tutuyordu ama sona doğru sesli bir kahkaha attı

“Ya Yusuf ya Allah senin eline düşürmesin kimseyi” dedim tripli sesimle. Gülüşü anında dururken kaşları çatıldı.

“Tövbe de” diye yükselince bu defa da ben sesli bir kahkaha attım ve zor bela

“Tövbe” dedim. Bir süre ikimizde sessiz kaldık. Ama ikimizde de aptal bir sırıtış hakimdi. Aklıma gelen isimle hemen ciddileşip, cebimde ki notu ona uzattım. O da okuduklarıyla ciddileşirken, sıkıntılı bir nefes verdi

“Detaylar”

“Nasab Tamar tanıyorsun zaten, onun için ayarlanan fedailerden biri olarak bu akşam ki yemek davetine katılacağım. Kısa bir görev zaten bir bilemedin iki gün sürer. Ve.. “

“Ve? “

“Sende bu görevdesin. Yani Yılmaz komutan seni koruması için birini seç dedi.. “

“Sende beni seçtin” gülümseyerek söyledikleri ile kafamı salladım. Onu daha yakından tanımanın tek yolu buydu. İşine dahil olup, işime dahil etmek. Yoksa sadece birbirinden hoşlaşan iki insan olarak kalacaktık.

Haksızlıktı

Ve bence Beyza bir konuda çok haklıydı. Yusuf Asaf'ı sadece benim göreceğim bir heykel sergisine koymalı kapıyı üstünden kitlemeliydi.

‘Arkadaş sende neymişsin öyle, liseli ergen oldun başıma' dedi Beyza iki. Ona artık Beyza iki diyordum ve bence gayet hak ediyordu.

“Seni seçtim. Ama bir sor niye seçtim” dedim alaylı sesimle. Beni umursamayıp, oturduğu yerde yayıldı.

“Niye olacak benden hoşlanıyorsun bence geçerli bir sebep” dediğinde gözlerimi devirmeden edemedim. Beyza haklıymış beni çantada keklik görüyordu bu adam.

Aferin İnci ya aferin kızım ya

“Pislik yapmasana ya benim lafım gelmişti niye bozuyorsun” diye hayıflanınca kahkahayı bastı. Gülünce nasıl mı görünüyordu gözleri hafif kısılıyor, gülmekten olsa gerek yüzü kızarıyor ve en sevdiğim çenesinde belli belirsiz bir gamze çıkıyordu. Tam seyir zevkiydi yani. O hep böyle gülecekse ben hep saçmalardım ki...

‘He saçmala iki güne kıçına tekmeyi yeyip gelince de bana ağlama ama' Beyza ikinin sesi neden hep Yusuf’un yanında duyuluyordu. Beyza’yı döverek susturabiliyordum ama bu zımbırtıya öyle bir özellikle eklenmemişti.

“Görmüyorsun ama ben de sen gülünce apışıp kalıyorum” dedi tekrar bana dönerken. Gerçekten mi demek istesem bile, onun yaptığı gibi egoya vurdum işi

“Yo görüyorum ondan hep gülüyorum zaten. Seni görünce otomatik vites gibi kendiliğinden olmuyor yani” dedim. Sadece güldü. Sessiz bir şekilde gözlerime bakarken nefesimi nasıl tutmazdım. Kalbime zarardı. Gözleri zehir gülüşü panzehirdi bu adamın.

“Ula İnci” dedi tekrar önüne dönerken, dudaklarında ufak bir tebessüm vardı. Benim gibi ağzı kulaklarında gülmüyordu, ama o zaten sadece benim yanımda gülmüyor muydu? Evet bir ekibin yanında bir de benim yanımda gülerken görmüştüm onu. Gerçi başka nerede görmüştüm ki? Bu kadar hızlı bir adamdan etkileneceğim üstelik tanımadığım bir adamdan etkileneceğim hiç aklıma gelmezdi. Onun yanında sanki kırk yıllık tanışmışız gibi oluyordum. Sanırım onunda dediği gibi ruhum ruhuna aşinaydı. Biz tanışıyorduk onunla, bedenen değil belki ama ruhen, işte tam o noktaya aynıydık.

“Sende de oluyor mu” diye fısıldadım. Başını bana çevirip gözlerime baktı. Ne sorduğumu bilmiyor ama biliyormuş gibi bakıyordu. İşte tamda bundan bahsediyordum. Ben konuşmadan da beni tanımasa dahi anlıyordu.

“Ne” dedi gözleri yüzümde gezinirken. Sağ elimi göğsümün üzerine koyup, kalbimi işaret ettim.

“Sanki burası... “ bakışlarımı gözlerine hizaladım. Ve hafifçe tebessüm ettim “Burası yıllardır beklediğini bulmuş gibi” gülümsedi. Ama aynı zamanda da gözlerinden bir hüzün dalgası geçmişti.

“Yormuyorsun be İstiridye güzeli. Neysen o ne hissediyorsan o. Yok bir kadında hiç mi riv riv olmaz yok. “ dedi. Ama az önce sorduğum sorunun cevabı bu olmamalıydı. Ben sende benim gibi mi hissediyorsun demiştim. Kaşlarım benden bağımsız çatılırken, hayal kırıklığı ile ayağa kalktım. Demek ki o benim gibi hissetmiyordu. Dudakları mı hüzünle büküp,

“Neyse geç oldu ben gidip, hazırlanayım. Sekiz de al beni” yanından öylece geçip giderken, elimi tutup ayağa kalktı. Az önce gülen yüz7 solmuş

“Ne oldu şimdi” sesi ılımlıydı. Hata yapan küçük bir çocuğun suçluluk duygusu da eklenmiştir ses tonuna.

“Soruma cevap vermedin. Ve artık duymak istediğimden emin değilim” dedim tripli bir sesle. Madem riv riv yoktu yapardım bende. Onun diğer erkeklerden neyi eksikti. Riv riv yapan bir hoşlaştığı olmasın mıydı?

“Ula İnci bu muydu derdin. Ben sana dedim zaten diyeceğimi, öyle yedi yirmi dört güzel laf gelmiyor aklıma. Adım Asaf soyadım Özdemir diye şair mi sandın beni” dediğinde tam gülecektim ki kendimi tutup, elimi çektim. Ondan bir adım uzaklaşıp, hızla arkamı döndüm. Peşimden geldiğini postallarının tabanından çıkan sesten anlıyordum. Birde uzun boyu önüme gölge düşüyordu. Ama bu defa gülmedim. Beyza haklıydı, beni çayda çıra...yok öyle değildi o.

Ha!

Çantada keklik, beni çantada keklik görmesine izin vermiştim yeterince. Madem riv riv istiyordu e bende yapardım.

“İnci nereye kadar yürüyeceğiz. Dışarıda çıkamadın askeriyeyi tavaf ediyoruz. Hacı olacağımızın garantisini ver bari” dedi sitemkar sesiyle. Komik adam. Seni burada hacı yapmak vardı ama hadi bugün iyi günümdeyim.

“Takip etme beni. Benim hacı olasım geldi sana mı soracağım”

“Umreye gideriz güzelim. Bu ibadet kutsal topraklarda yapılır. Burada kendini yoruyorsun”

“Yahu el benim ayak benim sana ne oluyor”

“Senin mi? İmayla söyledikleri ile durdum. Ne yani benim değil miydi? El bende ayak bende Yüce Rabbim kullanayım diye bana vermiş. Benim elim benim ayağım işte

“Nasıl yani” dedim ona merakla bakarken. Az önce iltifat falan mı etmişti ben mı alık olmuştum. Yanıma gelip kocaman gülümsemesi ile saçlarımı kulaklarımın arkasına ittirdi

“Diyorum ki alacağım seni. Senin olan her şey benim de olacak “ yo ben varmayacağım. Evet işim gereği hiç bir zaman aile kurma gibi bir hayalim olmadı. Yusuf Asaf da bu düşüncemi değiştirmemişti. Bana aile kavramı hep uzaktı ve uzak olmalıydı. Zaten bir aileye alışmak üzereydim, ikinci bir aile... Hayır. Kesinlikle böyle bir düşüncem yoktu.

“Benim olan benimdir. Ayrıca bu hayalinden Yılmaz komutanın haberi var mı” dedim, ondan bir adım öteye giderken. Gülümsedi. Ve benim tersime bir adım daha attı bana. O bir adım ileri ben bir adım geri derken, sırtım duvara çarptı. Hadi ama bu sadece dizilerde olmaz mıydı. Kafamı hemen yere eğip ellerimi arkada bağladım. Saçlarım başım eğik olduğundan olsa gerek, yüzüme dökülmüştü. Sağ eliyle çenemi tutup, yüzlerimizi birbirine yaklaştırdı.

“Benden iyi damat bulamayacağına bahse girerim” egoist. Anlaşılan bu adamın egosundan çekeceğimiz vardı. Eli çenemden yanaklarıma çıkıp, şakağımda ki küçük beni okşadı. Ama böyle yaparsa ben ona aşık olurdum ki.

“Seninle gönül eğliyorum” dedim mayışık bir sesle. Elleri yanaklarımı okşarken nasıl mayışmazdım.

“Biliyorum” dedi eğlenen bir ses tonuyla. Ardından yüzüme biraz daha eğilip,

“Gönül eğleme sırası bana da gelecek” sesinde ki imayla yanaklarım kızarırken, hemen yan tarafa geçtim. Fena bir adamdı. Ne söylemek istiyorsa onu üstü kapalı söylüyor, ama karşıda ki ne demek istediğini anlıyordu.

Sapık herif.

“Gidiyorum ben saat sekiz de al beni” deyip koşar adım uzaklaştım oradan. Arkadan gür kahkahasını duyuyordum ve bu yanaklarıma hiçte iyi gelmiyordu.

Ben yirmi altı yıllık İnci ve bir aylık Eslem olarak söylemeliyim ki....

Bu adam kalbime zarardı.

 

~Bölüm Sonu~

 

Hadi bakalım bölüm ile ilgili düşüncelerinizi yazın bana. Karakterler nasıl, irite bulduğunuz karakter var mı? En sevdiğiniz karakter kim?

 

Bu bölümde bol bol yorum istiyorum lütfen bana kitap hakkında düşüncelerinizi söyleyin. Sizi bekletmeden bölüm atıyorum sizde bana biraz destek olun 🥲

Loading...
0%